İBNÜ’L-ESİR

3. CİLT

HİCRİ 33. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

KUFE'DEN ŞAM'A GÖNDERİLEN KİMSELER MESELESİ

 

Bu yıl içinde Hz. Osman Küfe halkından bir grubu Şam'a mecburi ikamete göndermişti. Bunun da sebebi şu idi: Hz. Osman yukarıda izah ettiğimiz gibi Velid'in içki içtiği haberini aldığında Küfe Valiliği'ne Said bin el-As'ı tayin edip Velid'i Medine'ye göndermesini emretmişti. Said'in Küfe'ye varıp Velid'i Medine'ye göndererek minberi yıkatması üzerine Ümeyyeoğulları'ndan bazı kimseler O'nu bazı uygulamalarından alıkoymak istediler. Ancak onlara pek aldırış etmeyen Said Müslümanlarla ve Kadisiye gazileriyle bir arada olup Küfelilerin rahatını temin etmek istedi. Said yalnız kaldığında bu adamlar O'nun yanına girer, fakat bunlar çıktığında da diğer bütün Müslümanlar huzuruna çıkarlardı. Bir gün bu adamlar Said'in yanına girip sohbet ettikleri sırada Esed Kabilesi'ne mensup birinin oğlu olan Hubeyş şöyle der: "Talha bin Ubeydullah ne kadar cömert bir adamdır!" Bunu duyan Said: "Evet, en-Neşestec Köyü'ne sahip bir adam mutlaka cömert olur. Vallahi benim de böyle bir köyüm ve arazim olsaydı hepinizi rahat ettirirdim." diye karşılık verir. Bunun üzerine Abdurrahman bin Hubeyş de: "Vallahi bu vadinin senin olmasını arzu ederdim." der. Gerçekten söz konusu edilen bu yer Fırat kenarında, Küfe'ye yakın bir yerde olup son derece mükemmeIdi ve daha evvel Kisraların mülkiyetinde bulunuyordu. Orada hazır bulunanlar bu sözü duyunca O'na: "Hay senin ağzın yamulsun! Vallahi seni bir güzelce benzetmek lazım." diye söylendiler. Babası onlara cevaben şöyle dedi: "O çocuktur, bırakın onu, vazgeçin" Fakat onlar:

 

"O bizim mülkümüzün O'nun olmasını temenni ediyor." deyince babası: "Hayır, o size elinizdeki nimetlerin kat kat fazlasını temenni ediyor" diye karşılık verir. Ama orada bulunanlardan el-Eşter, Cündeb, İbn Zi'l-Heneke, Sa'sa'a, İbn el-Kevve, Kümeyi, Umeyr İbn Dabi'i adamın üzerine atılırlar. Babası Hubeyş onlara engelolmak isteyince her ikisini dövmeye başlarlar ve onları bayıltırlar. Said onlara ne kadar engelolmak isterse de onlar aldırış etmeden Abdurrahman'ı ve babasını bayıltıncaya kadar döverler. Esed Kabilesi bu durumu öğrenince hemen Tuleyha ile birlikte gelip Said'in köşkünü sararlar, diğer kabileler de Said'in etrafında toplanırlar. Nihayet Said dışarı çıkıp şöyle hitap eder: "Ey insanlar! Bir kaç kişi kendi aralarında münakaşa etmiş ve arkasından bu işi bitirmişlerdir." O'nun bu sözü üzerine geri dönüp hepsi kendi geldikleri yere giderler. Dövülen iki adam ayıldıklarında Said'e: "Senin muhafızların bizi dövdüler." derler. Said de: "Hayır, onlar hiçbir zaman benim adamlarım değildir. Siz de dilinizi tutunuz ve insanların arasında ihtilaflara yol açmayınız" diye çıkışır. Bunun üzerine onlar susmuş ve her iki taraf da kendi evlerinde oturmuşlardı. Ancak bazıları da Hz. Osman'a gitmişlerdi.

 

Başka bir rivayette ise bu olayın sebebi şöyle anlatılır: Said bin el-As'ın evinde bazı kimseler sohbet ediyorlarmış. Bunların arasında Malik bin Ka'ab elErhabi ile NeM' Kabilesi'nden Esved bin Yezid ve Alkame bin Kays, bunların yanında da Malik el-Eşter ve diğerleri bulunuyormuş. Said onlara şöyle der:

 

"Buradaki arazilerin hepsi Kureyş'in bahçeleridir." Bunu duyan el-Eşter şöyle cevap verir: "Cenab-ı Allah'ın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu sevad arazilerin senin ve kabilenin malı ve bahçeleri olduğunu mu söylüyorsun?" Orada bulunanlardan bazıları da aynı şeyi söyler. Said bin el-As'ın koruma memuru olan Abdurrahman el-Esedi de şöyle cevap verir: "Siz emirin sözüne itiraz mı ediyorsunuz?" Başka ağır sözler de söyler. el-Eşter de bunun üzerine:

 

"Kim bunlar, burada kim oturuyor? Vallahi bu adam sizi fitneye sokmak istiyor" deyince hemen üzerine atılırlar ve bayıltıncaya kadar bir hayli hırpalarlar. Arkasından onu ayaklarından çekip suya atmış ve ayıltmışlardI. Ayıltılınca Said'e: "Senin seçtiğin adamlar neredeyse beni öldürüyorlardı" demesi üzerine Said şöyle der: "Vallahi bu günden sonra hiç kimse benim yanımda sohbet etmeyecektir." Kufeliler de kendi evlerinde oturup sohbetlerini yapıyor ve sürekli olarak Hz. Osman'a ve Said bin el-As'a küfrediyorlardI. Hatta öyle ki bunlar gittikçe çoğalıyor ve etraflarında devamlı adam birikiyordu. Said Küfelilerin ileri gelenlerinin hallerini Hz. Osman'a bildirmiş ve onların Küfe'den çıkarılmalarını istemişti. Hz. Osman onlara cevaben: "Bu adamların Muaviye'ye gönderilmelerini istemiş ve Muaviye'ye mektup yazarak şöyle demişti:

 

"Sanki fitne için yaratılmış bazı kimseler sana geliyor. Onların fitne çıkarmalarını önle, ancak ıslah olurlarsa geri gönder. Uslanmayacak olurlarsa da onları bana gönder." Bu adamlar Muaviye'ye vardıklarında onları Şam'da Hz. Meryem Kilisesi'nde iskan ettirip Hz. Osman'ın emriyle Irak'ta kendilerine verilen maaşlarını burada da vermeye başlamış. Sabah ve akşam yemeklerini onlarla birlikte yermiş.

 

Bir gün Muaviye onlara şöyle der: "Siz Araplardan bir kavimsiniz. Dişleriniz ve dilleriniz vardır. İslam ile şereflenip çeşitli milletlere karşı galip geldiniz, onlara üstün oldunuz ve varlıklarınızı korudunuz. Sizin Kureyş'i kınadığınızı işittim. Eğer Kureyş olmasaydı siz zelil olurdunuz. Sizin imamlarınız sizin için koruyucu kalkandırlar, onlardan ayrılmayınız. İmamlarınız sizin her türlü zorluklarınıza karşı sabredip duruyor, geçim ve rızkınızı da temin ediyorlar. Eğer bu huyunuzdan vazgeçmezseniz Cenab-ı Allah size kötü davranacak kimseleri musallat eder ve onlar hiçbir zaman size karşı sabırla davranmaz. Siz hem hayatınızda, hem de ölümünüzden sonra Müslümanlar ve reaye üzerine yaptığınız kötülüklerde onlara ortak olursunuz."

 

Bu adamlardan Sa'sa'a şöyle cevap verir: "Kureyş'ten bahsettin. Cahiliyye devrinde Kureyş Kabilesi'nin nüfuzu diğer kabilelerden daha fazla olmadığı gibi onlardan daha da güçlü değildi ki onunla bizi korkutasın. Kalkandan söz ettin, eğer kalkan yanacak olursa o ateş bize gelir."

 

Muaviye ona şöyle karşılık verir: "Şu anda sizi tanıdım; hem ne olduğunuzu hem de sizi aldatan tek şeyin akıllarınızın azlığı olduğunu anladım, onların sözcüsü olduğun halde senin de akılsız olduğunu görüyorum. Ben sana İslam'ın büyüklüğünden, iyiliğinden ve nimetinden söz ediyorum; sen bana cahiliyetten bahsediyorsun. Sizin bu halinizi ve işinizi büyüten kavmi Allah rezil etsin. Benden şunları öğreniniz ki -öğreneceğinizi zannetmiyorum yaKureyş ne cahiliyette ne de İslam'da kendi kendine aziz olmuştur. Bu azizlik ancak Allah'ın elinde olan bir şeydir. Kureyş Arapların en kalabalık ve en güçlü olanı da değildi. Fakat Kureyşliler Arapların en cömertleri, nesepçe en üstünleri, aralarında en merhametli olanları idiler. Cahiliyet dönemlerinde de bu özelliklerini korumuşlardır. İnsanlar birbirlerini yiyip dururken bu özelliklerini korumuşlardı. Bütün bunlar Allah eliyle olan şeylerdi. Cenab-ı Allah kendilerini diğer insanlara karşı koruyacak bir Harem-i Şerif inşa ettirmiştir. Siz Araplardan, Acemlerden, siyahından, kırmızısından Kureyş'in dışında kendi ülkesinde bela isabet edip de bundan kurtulan kimse gördünüz mü? Kureyş'e karşı kin besleyen kimseleri Cenab-ı Allah'ın zelil ettiğini bilmiyor musunuz? Bu durum Cenab-ı Allah'ın kendi dinine tabi olup bu dini yüceltmeye çalışan insanları kurtarmak ve yüceltmek istediği ana kadar sürmüştür.

 

Cenab-ı Allah, insanları dünya heva ve hevesinden, ahiretin azabından korumaya çalışanları da aynı şekilde kurtarmıştır. İşte böyle iman edenleri Cenab-ı Allah ayırmış, bu din için onların en hayırlıları olarak da Kureyş'i seçip çıkarmıştır. Bu dine sarılmalarından dolayı da yönetimi onlara vermiş ve halifeliği de onların deruhte etmelerini dilemiştir. Aslında başka kimseye de pek yakışmaz. Cenab-ı Allah onları cahiliye döneminde küfür üzere oldukları halde bile korumuşken kendi dini üzerinde oldukları sırada nasıl korumaz? Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sana ve adamlarına yazıklar olsun."

 

"Ve ey Sa'sa'a, sana ve ülkene gelince: Ülken ülkelerin en şerlisi, ülkenin evleri evlerin en kokuşmuşu, vadisi vadilerin en derini ve kötülüklerle şöhret bulmuş olanıdır. Ondan daha kötü komşu asla olamaz. Şan ve şeref sahibi kimse orada oturmamıştır. Orada oturan ve kalan kimselerden kınanmayan kimse de yoktur. Araplar çeşitli lakap ve akrabalıklara ayrılmışlardı. Ama ümmetler içinde en parçalanmış olanlar onlardı, siz de bunun en zirvede bulunanları idiniz. Ayrıca İranlıların da hakimiyetindeydiniz. Arkasından Resulullah (S.A.V.)'ın daveti size ulaştı. Sen, bu davet Bahreyn'e ulaştığı zaman kavminin arasında değildin, bu yüzden de bu davete nail olamadın. Sen kavminin en kötülerindensin. İslam sana ulaşıp da Müslümanlar arasına karıştığın halde bile kalkıp Allah'ın dinini eğri büğrü görüyor, insanları peşinden sürüklüyorsun. Fakat senin bu yaptıkların Kureyş'e zarar vermez ve onlar buna aldırış etmezler. Bunun yanında onlar kendilerine düşeni yapmaktan da alıkonmazlar. Şeytan sizin yaptıklarınızdan gafil değildir. O, sizi kötülükle tanımış ve sizi aldatmıştır. Şeytan sizinle mücadeleye girişmiş ve siz içine düştüğünüz bu şerden bir türlü uyanamamış ve bunu anlayamamışsınız. İşte Allah'ın üzerinize indirdiği şer ve kötülük budur."

 

Sonra Muaviye kalkarak onları kendi hallerine bırakıp ayrılmış, onların canları da bir hayli sıkılmıştı. Muaviye sonra tekrar onlara dönüp şöyle der:

 

"Ben size istediğiniz yere gitmek üzere izin verdim. Sizin hiç kimseye faydanız dokunmadığı gibi zararınız da dokunmayacaktır. İnsanlara ne menfaati, ne de zararı dokunacak insanlarsınız. Eğer kurtuluşu arzu ediyorsanız gidin, kendi cemaatinize uyun ve onlara katılın. Allah'ın size verdiği bu nimetler sizi azdırmasın. Ayrıca bu azgınlık da başıboş davranmanızı gerektirmez. İstediğiniz yere gidin. Mü'minlerin emirine bu hallerinizi mutlaka bildireceğim."

 

Tam çıkıp gidecekleri sırada Muaviye onlara şöyle seslenir: "Sizlere şunu son defa hatırlatayım ki, Resulullah (s.a.v.) her türlü günahtan azade olarak beni kendi emrine aldı ve bana görev verdi. Ebu Bekir halifeliğe gelince o da aynı şekilde bana görev verdi. Arkasından Ömer halife seçilince o da bu görevimi sürdürdü. Osman halife olunca o da aynı şekilde beni görevlendirdi. Beni görevlendiren herkes mutlaka benden razı olarak bana görev vermişti. Resulullah (s.a.v.) bu işlere Müslümanlar adına yeterli gelecek ve ona ihtiyacı olmayan kimseleri araştırırdı. Cenab-ı Allah kendisine karşı hile ve tuzak hazırlayanlara karşı en mükemmel şekilde intikam alandır. Siz kötülük olduğunu bildiğiniz bir konuya yanaşmayasınız. Allah sizi bu şekilde başıboş bırakmaz. Mutlaka içinizden geçenleri iyi bilmektedir ve sizin gizlediklerinizi de insanlara ifşa edecektir. "

 

Muaviye daha sonra Hz. Osman'a mektup yazıp şöyle demişti: "Bana akılları ve dinleri olmayan bir grup insan geldi. Adalet onlara sıkıntı veriyor. Allah'tan bir şey dilemiyorlar, delille konuşmuyorlar. İşleri güçleri, başlıca meşgaleleri fitnedir. Zimmet ehlinin mallarına göz dikiyorlar. Allah da onları imtihan ediyor, onların kötü hallerini biliyor ve bunu açığa vuruyordur. Bunlar, ancak başkalarıyla birlik olup insanlara zarar verebilirler. Said ve çevresindekileri bunlara yaklaştırma. Onlar kötülük çıkarmaktan başka bir işe yaramazlar."

Nihayet Dımaşk'tan çıkıp giderler. Fakat birbirlerine şöyle derler:

 

"Kufe'ye dönmeyelim, halk bizimle alayeder." Onun için el-Cezire'ye doğru yola koyulurlar. O sırada Humus'ta vali bulunan Abdurrahman bin Halid bin Velid onları çağırarak şöyle der: "Ey şeytanın arkadaşları! Size esenlik dilemiyorum. Şeytan bağlanmış ve kıskıvrak yakalanmışken siz ondan sonra ortaya atıldınız. Eğer sizi tedip etmezsem ben

Abdurrahman'a yazıklar olsun. Ey şu Arap mıdır Acem midir ne olduklarını bilmediğim kavim! Muaviye'ye söylediklerinizi işittim, bana aynı şeyleri söylemeyesiniz. Ben İbn el-Velid'in oğluyum. Ben tecrübelerle yoğrulmuş o adamın oğluyum. Ben ''Ridde Günü''nde mürtetleri kahreden adamın oğluyum. Vallahi ey Sa'sa'a, eğer adamlarımdan biri senin burnunu kırsa, sonra da sana olmadık hakaretlerde bulunsa yine de seni kuş uçmaz, kervan geçmez bir yere sürerim."

 

Sonra Abdurrahman onları yanında bir ay kadar alıkoyar ve nereye giderse kendisi atına biner onları yaya olarak yanında götürür. Abdurrahman bir gün Sa'sa'a'ya şöyle der: "Ey bücürün oğlu! Şunu iyi bildim ki hayır ve güzellikle yola gelmeyen adam zorla ve kötülükle de yola gelebilir. Niye Said ve Muaviye'ye söylediklerini bana da söylemiyorsun?" Sa'sa'a ve adamları şöyle cevap verir: "Allah'a tövbe ettik, ne olur bizi serbest bırak da Allah da seni affetsin." Bunu sürekli söyleyip durdular. Arkasından Abdurrahman:

 

"Allah tövbelerinizi kabul etsin." der. Sonra el-Eşter'i Hz. Osman'a gönderir. el-Eşter tekrar Hz. Osman'a geldiğinde Hz. Osman O'na: "İstediğin yere git." der. el-Eşter: "Ben Abdurrahman bin Halid'le birlikte olmayı isterim" deyince Hz. Osman: "İstediğin yere gidebilirsin." demiş ve O da Abdurrahman bin Halid'in yanına dönmüştü.

 

Bu olayla ilgili olarak diğer bir rivayette şunlar ilave edilir: Muaviye onlarla konuşup gittikten sonra tekrar geri geldiğinde söylediklerine şunları eklemişti: "Ben kendi başıma yaptıklarımı ve akrabalarım arasında yapmayı başarabildiklerimi sizlere de emrediyorum. Ben Kureyş'i bildim bileli Ebu Süfyan ve O 'nun babası, Resulullah (s.a.v.)'a gelinceye kadar en cömert kimseler idiler. Ancak Kureyş içinde Cenab-ı Allah Resulullah (s.a.v.)'ı seçip O'na ikramda bulunmuş ve O'nu en cömert insan kılmıştır. Vallahi Ebu Süfyan bütün insanları doğuracak olsaydı mutlaka hepsini akıllı olarak doğururdu." O'nun bu sözünü duyan Sa'sa'a: "Yalan söyledin, insanlar arasında Ebu Süfyan'dan daha akıllı kimseler vardır. Cenab-ı Allah'ın kendi elleriyle yarattığı ve kendi ruhundan ona üfürdüğü ve meleklerin kendisine secde etmesini istediği insan vardır. Bunlar arasında iyileri ve kötüleri, ahmağı ve zekisi de vardır." Sonra Muaviye onların yanından çıkıp gider, tekrar dönüp gelerek onlarla uzun uzun sohbet edip şöyle der: "Bre adamlar! Ya hayır söyleyin, ya da susun. Düşünün ve kendinize, akrabalarınıza ve Müslümanlara yararı dokunacak şeyleri gözetleyin, onları isteyin.", Sa'sa'a şöyle karşılık verir: "Sen buna layık ve Allah'a isyan hususunda kendisine itaat edilecek bir adam da değilsin." Muaviye şöyle der: "Ben sizinle ilk karşılaşıp da konuşmağa başladığımda Allah'a itaat etmenizi ve O'nun peygamberine uymanızı, Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp ayrılmamanızı söylememiş miydim?" Onlar da şöyle derler: "Hayır, sen ayrılıkla ve Resulullah (S.A.V.)'ın getirdiklerine muhalefetle başladın." O da: "Evet, size böyle demişsem de şu anda size ma'rufla emrediyorum. Allah'a tövbe edip sizi Allah'a ve Resulüne itaate ve cemaate bağlanmağa, imamlarınızı yüceltmeğe ve onları hayır yoluna yöneltmeğe davet ediyorum." Sa'sa'a şöyle karşılık verir: "Biz de şu anda yapmakta olduğun görevden ayrılmanı ve senden daha hayırlı, babası babandan daha iyi ve daha önce Müslüman olmuş, imanı ve ameli de babandan daha iyi ve üstün olan kimselere bu görevi devretmeni istiyoruz." Muaviye şöyle der: "Allah'a yemin olsun ki benim İslam'da bir önceliğim vardır, fakat benden önce Müslüman olanların da önceliği ve üstünlüğü vardır. Ancak hali şu anda bulunduğum halden daha iyi ve daha takva sahibi kimse yoktur. Ömer bin el-Hattab bizzat bunu görüp müşahede etmiştir. Ömer bin el-Hattab ne bana ne de başkalarına ayrıcalık tanırdı. Görevimi terk etmeme ve ondan ayrılmama sebep olacak herhangi bir iş de yapmış değilim. Mü'minlerin emiri bunu uygun görüp de bu konuda bana mektup yazacak olursa görevimden derhal ayrılırım. Evet, durun bakalım. Bu ve buna benzer işlerde şeytan mutlaka iyi temennilerde bulunur ve size bunları emreder, ömrüme yemin olsun ki eğer işler sizin görüşleriniz ve temennilerinizle olacak olsaydı vallahi tek bir gece bile doğru gitmezdi. Sizler her zaman hayrı anın ve sürekli iyilikten söz edin. Allah'ın insanlara musallat ettiği nice güçlükler vardır ve ben size bu güçlüklerin isabet etmesinden korkuyorum. Eğer siz Rahman'a isyan etmekte devam ederseniz Yüce Allah sizi dünya ve ahirette böyle zorluklara ve meşakkatlere sürükler." Muaviye böyle söyleyince hepsi üzerine atılıp saçını başını yolmağa başlamışlardı. Bunun üzerine O da şöyle demişti: "Burası Küfe değildir. Vallahi Şamlılar bana yaptıklarınızı görürlerse sizi onların elinden kurtaramam, hepinizi öldürürler. Sizin yaptıklarınız sürekli olarak birbirlerine benzer şeylerdir." Sonra Muaviye Hz. Osman'a daha önce yazdığını belirttiğimiz mektubun benzerini yazar. Kendisine gelen mektupta Hz. Osman onları Küfe'ye Said bin el-As'ın yanına göndermesini emreder. Onları Kufe'ye gönderir ve fakat orada yine dillerini tutamazlar. Said bin el-As onlardan bıktığından dolayı Hz. Osman'a feryadını iletir. Bunun üzerine Hz. Osman, Said'e mektup yazıp onları Humus'a Abdurrahman bin Halid'in yanına göndermesini emreder. Said onları emredilen yere gönderir. Abdurrahman bin Halid gönderilen bu adamları konuklandırır ve onlara geçimleri verilir. Bunlar el-Eşter, Sabit bin Kays el-Hemdani, Kumeyi bin Ziyad, Yezid bin Suhan ve kardeşi Sa'sa'a, Cündeb bin Züheyr el-Gamidi, Cündeb bin Ka'ab el-Ezdi, Urve bin Ca'd ve Amr bin el-Hamik el-Huzai ve İbn Kevva'dır.

 

Anlatıldığına göre, Muaviye İbn el-Kevva'a kendisi hakkında ne düşündüğünü sorar. İbn el-Kavva şöyle der: "Sen iyilik sever, iyi idareci, güzel düşünceli, saldırgan olmayan, halim-selim bir adamsın ve İslam'ın temel direklerinden bir direksin. Senin vasıtanla korkunç bir keder kapanmıştır." O'nun bu sözleri üzerine Muaviye: "Sen, arkadaşlarının en akıllısı görünüyorsun. Şu vilayetlerde meydana gelen olaylar ve onları çıkaranlar hakkında ne dersin, anlat bakalım." İbn el-Kevva der ki: "Medine halkı kötülükten en çok kaçınan, fakat onun üstesinden bir türlü gelemeyen kimselerdir. Küfeliler birlikte gelirler fakat darmadağın dönerler. Mısırlılar insanlar arasında şerre en çok meyyal olan ve en çabuk pişman olan kimselerdir. Şamlılara gelince, onlar insanlar arasında yöneticilerine ve kendilerine nasihat edenlere en çok itaat eden ve onları saptıranlara en çok karşı çıkan kimselerdir. "

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

BASRA'DAN ŞAM'A SÜRGÜN EDİLENLER