|
İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
KUFE'DEN
ŞAM'A GÖNDERİLEN KİMSELER MESELESİ
Bu
yıl içinde Hz. Osman Küfe halkından bir grubu Şam'a mecburi ikamete
göndermişti. Bunun da sebebi şu idi: Hz. Osman yukarıda izah ettiğimiz gibi Velid'in
içki içtiği haberini aldığında Küfe Valiliği'ne Said bin el-As'ı tayin edip
Velid'i Medine'ye göndermesini emretmişti. Said'in Küfe'ye varıp Velid'i
Medine'ye göndererek minberi yıkatması üzerine Ümeyyeoğulları'ndan bazı
kimseler O'nu bazı uygulamalarından alıkoymak istediler. Ancak onlara pek
aldırış etmeyen Said Müslümanlarla ve Kadisiye gazileriyle bir arada olup
Küfelilerin rahatını temin etmek istedi. Said yalnız kaldığında bu adamlar
O'nun yanına girer, fakat bunlar çıktığında da diğer bütün Müslümanlar huzuruna
çıkarlardı. Bir gün bu adamlar Said'in yanına girip sohbet ettikleri sırada
Esed Kabilesi'ne mensup birinin oğlu olan Hubeyş şöyle der: "Talha bin
Ubeydullah ne kadar cömert bir adamdır!" Bunu duyan Said: "Evet,
en-Neşestec Köyü'ne sahip bir adam mutlaka cömert olur. Vallahi benim de böyle
bir köyüm ve arazim olsaydı hepinizi rahat ettirirdim." diye karşılık
verir. Bunun üzerine Abdurrahman bin Hubeyş de: "Vallahi bu vadinin senin
olmasını arzu ederdim." der. Gerçekten söz konusu edilen bu yer Fırat
kenarında, Küfe'ye yakın bir yerde olup son derece mükemmeIdi ve daha evvel
Kisraların mülkiyetinde bulunuyordu. Orada hazır bulunanlar bu sözü duyunca
O'na: "Hay senin ağzın yamulsun! Vallahi seni bir güzelce benzetmek
lazım." diye söylendiler. Babası onlara cevaben şöyle dedi: "O
çocuktur, bırakın onu, vazgeçin" Fakat onlar:
"O
bizim mülkümüzün O'nun olmasını temenni ediyor." deyince babası:
"Hayır, o size elinizdeki nimetlerin kat kat fazlasını temenni
ediyor" diye karşılık verir. Ama orada bulunanlardan el-Eşter, Cündeb, İbn
Zi'l-Heneke, Sa'sa'a, İbn el-Kevve, Kümeyi, Umeyr İbn Dabi'i adamın üzerine
atılırlar. Babası Hubeyş onlara engelolmak isteyince her ikisini dövmeye
başlarlar ve onları bayıltırlar. Said onlara ne kadar engelolmak isterse de
onlar aldırış etmeden Abdurrahman'ı ve babasını bayıltıncaya kadar döverler.
Esed Kabilesi bu durumu öğrenince hemen Tuleyha ile birlikte gelip Said'in
köşkünü sararlar, diğer kabileler de Said'in etrafında toplanırlar. Nihayet
Said dışarı çıkıp şöyle hitap eder: "Ey insanlar! Bir kaç kişi kendi
aralarında münakaşa etmiş ve arkasından bu işi bitirmişlerdir." O'nun bu
sözü üzerine geri dönüp hepsi kendi geldikleri yere giderler. Dövülen iki adam
ayıldıklarında Said'e: "Senin muhafızların bizi dövdüler." derler.
Said de: "Hayır, onlar hiçbir zaman benim adamlarım değildir. Siz de
dilinizi tutunuz ve insanların arasında ihtilaflara yol açmayınız" diye
çıkışır. Bunun üzerine onlar susmuş ve her iki taraf da kendi evlerinde
oturmuşlardı. Ancak bazıları da Hz. Osman'a gitmişlerdi.
Başka
bir rivayette ise bu olayın sebebi şöyle anlatılır: Said bin el-As'ın evinde
bazı kimseler sohbet ediyorlarmış. Bunların arasında Malik bin Ka'ab elErhabi
ile NeM' Kabilesi'nden Esved bin Yezid ve Alkame bin Kays, bunların yanında da
Malik el-Eşter ve diğerleri bulunuyormuş. Said onlara şöyle der:
"Buradaki
arazilerin hepsi Kureyş'in bahçeleridir." Bunu duyan el-Eşter şöyle cevap
verir: "Cenab-ı Allah'ın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu sevad
arazilerin senin ve kabilenin malı ve bahçeleri olduğunu mu söylüyorsun?"
Orada bulunanlardan bazıları da aynı şeyi söyler. Said bin el-As'ın koruma
memuru olan Abdurrahman el-Esedi de şöyle cevap verir: "Siz emirin sözüne
itiraz mı ediyorsunuz?" Başka ağır sözler de söyler. el-Eşter de bunun
üzerine:
"Kim
bunlar, burada kim oturuyor? Vallahi bu adam sizi fitneye sokmak istiyor"
deyince hemen üzerine atılırlar ve bayıltıncaya kadar bir hayli hırpalarlar.
Arkasından onu ayaklarından çekip suya atmış ve ayıltmışlardI. Ayıltılınca
Said'e: "Senin seçtiğin adamlar neredeyse beni öldürüyorlardı" demesi
üzerine Said şöyle der: "Vallahi bu günden sonra hiç kimse benim yanımda
sohbet etmeyecektir." Kufeliler de kendi evlerinde oturup sohbetlerini
yapıyor ve sürekli olarak Hz. Osman'a ve Said bin el-As'a küfrediyorlardI.
Hatta öyle ki bunlar gittikçe çoğalıyor ve etraflarında devamlı adam
birikiyordu. Said Küfelilerin ileri gelenlerinin hallerini Hz. Osman'a
bildirmiş ve onların Küfe'den çıkarılmalarını istemişti. Hz. Osman onlara cevaben:
"Bu adamların Muaviye'ye gönderilmelerini istemiş ve Muaviye'ye mektup
yazarak şöyle demişti:
"Sanki
fitne için yaratılmış bazı kimseler sana geliyor. Onların fitne çıkarmalarını
önle, ancak ıslah olurlarsa geri gönder. Uslanmayacak olurlarsa da onları bana
gönder." Bu adamlar Muaviye'ye vardıklarında onları Şam'da Hz. Meryem
Kilisesi'nde iskan ettirip Hz. Osman'ın emriyle Irak'ta kendilerine verilen
maaşlarını burada da vermeye başlamış. Sabah ve akşam yemeklerini onlarla
birlikte yermiş.
Bir
gün Muaviye onlara şöyle der: "Siz Araplardan bir kavimsiniz. Dişleriniz
ve dilleriniz vardır. İslam ile şereflenip çeşitli milletlere karşı galip
geldiniz, onlara üstün oldunuz ve varlıklarınızı korudunuz. Sizin Kureyş'i
kınadığınızı işittim. Eğer Kureyş olmasaydı siz zelil olurdunuz. Sizin
imamlarınız sizin için koruyucu kalkandırlar, onlardan ayrılmayınız.
İmamlarınız sizin her türlü zorluklarınıza karşı sabredip duruyor, geçim ve
rızkınızı da temin ediyorlar. Eğer bu huyunuzdan vazgeçmezseniz Cenab-ı Allah size
kötü davranacak kimseleri musallat eder ve onlar hiçbir zaman size karşı
sabırla davranmaz. Siz hem hayatınızda, hem de ölümünüzden sonra Müslümanlar ve
reaye üzerine yaptığınız kötülüklerde onlara ortak olursunuz."
Bu
adamlardan Sa'sa'a şöyle cevap verir: "Kureyş'ten bahsettin. Cahiliyye
devrinde Kureyş Kabilesi'nin nüfuzu diğer kabilelerden daha fazla olmadığı gibi
onlardan daha da güçlü değildi ki onunla bizi korkutasın. Kalkandan söz ettin,
eğer kalkan yanacak olursa o ateş bize gelir."
Muaviye
ona şöyle karşılık verir: "Şu anda sizi tanıdım; hem ne olduğunuzu hem de
sizi aldatan tek şeyin akıllarınızın azlığı olduğunu anladım, onların sözcüsü
olduğun halde senin de akılsız olduğunu görüyorum. Ben sana İslam'ın
büyüklüğünden, iyiliğinden ve nimetinden söz ediyorum; sen bana cahiliyetten
bahsediyorsun. Sizin bu halinizi ve işinizi büyüten kavmi Allah rezil etsin.
Benden şunları öğreniniz ki -öğreneceğinizi zannetmiyorum yaKureyş ne
cahiliyette ne de İslam'da kendi kendine aziz olmuştur. Bu azizlik ancak
Allah'ın elinde olan bir şeydir. Kureyş Arapların en kalabalık ve en güçlü
olanı da değildi. Fakat Kureyşliler Arapların en cömertleri, nesepçe en
üstünleri, aralarında en merhametli olanları idiler. Cahiliyet dönemlerinde de
bu özelliklerini korumuşlardır. İnsanlar birbirlerini yiyip dururken bu
özelliklerini korumuşlardı. Bütün bunlar Allah eliyle olan şeylerdi. Cenab-ı
Allah kendilerini diğer insanlara karşı koruyacak bir Harem-i Şerif inşa
ettirmiştir. Siz Araplardan, Acemlerden, siyahından, kırmızısından Kureyş'in
dışında kendi ülkesinde bela isabet edip de bundan kurtulan kimse gördünüz mü?
Kureyş'e karşı kin besleyen kimseleri Cenab-ı Allah'ın zelil ettiğini bilmiyor
musunuz? Bu durum Cenab-ı Allah'ın kendi dinine tabi olup bu dini yüceltmeye çalışan
insanları kurtarmak ve yüceltmek istediği ana kadar sürmüştür.
Cenab-ı
Allah, insanları dünya heva ve hevesinden, ahiretin azabından korumaya
çalışanları da aynı şekilde kurtarmıştır. İşte böyle iman edenleri Cenab-ı
Allah ayırmış, bu din için onların en hayırlıları olarak da Kureyş'i seçip
çıkarmıştır. Bu dine sarılmalarından dolayı da yönetimi onlara vermiş ve
halifeliği de onların deruhte etmelerini dilemiştir. Aslında başka kimseye de
pek yakışmaz. Cenab-ı Allah onları cahiliye döneminde küfür üzere oldukları
halde bile korumuşken kendi dini üzerinde oldukları sırada nasıl korumaz? Bunu
nasıl söyleyebilirsin? Sana ve adamlarına yazıklar olsun."
"Ve
ey Sa'sa'a, sana ve ülkene gelince: Ülken ülkelerin en şerlisi, ülkenin evleri
evlerin en kokuşmuşu, vadisi vadilerin en derini ve kötülüklerle şöhret bulmuş
olanıdır. Ondan daha kötü komşu asla olamaz. Şan ve şeref sahibi kimse orada
oturmamıştır. Orada oturan ve kalan kimselerden kınanmayan kimse de yoktur.
Araplar çeşitli lakap ve akrabalıklara ayrılmışlardı. Ama ümmetler içinde en
parçalanmış olanlar onlardı, siz de bunun en zirvede bulunanları idiniz. Ayrıca
İranlıların da hakimiyetindeydiniz. Arkasından Resulullah (S.A.V.)'ın daveti
size ulaştı. Sen, bu davet Bahreyn'e ulaştığı zaman kavminin arasında değildin,
bu yüzden de bu davete nail olamadın. Sen kavminin en kötülerindensin. İslam
sana ulaşıp da Müslümanlar arasına karıştığın halde bile kalkıp Allah'ın dinini
eğri büğrü görüyor, insanları peşinden sürüklüyorsun. Fakat senin bu
yaptıkların Kureyş'e zarar vermez ve onlar buna aldırış etmezler. Bunun yanında
onlar kendilerine düşeni yapmaktan da alıkonmazlar. Şeytan sizin
yaptıklarınızdan gafil değildir. O, sizi kötülükle tanımış ve sizi aldatmıştır.
Şeytan sizinle mücadeleye girişmiş ve siz içine düştüğünüz bu şerden bir türlü
uyanamamış ve bunu anlayamamışsınız. İşte Allah'ın üzerinize indirdiği şer ve
kötülük budur."
Sonra
Muaviye kalkarak onları kendi hallerine bırakıp ayrılmış, onların canları da
bir hayli sıkılmıştı. Muaviye sonra tekrar onlara dönüp şöyle der:
"Ben
size istediğiniz yere gitmek üzere izin verdim. Sizin hiç kimseye faydanız
dokunmadığı gibi zararınız da dokunmayacaktır. İnsanlara ne menfaati, ne de
zararı dokunacak insanlarsınız. Eğer kurtuluşu arzu ediyorsanız gidin, kendi
cemaatinize uyun ve onlara katılın. Allah'ın size verdiği bu nimetler sizi
azdırmasın. Ayrıca bu azgınlık da başıboş davranmanızı gerektirmez. İstediğiniz
yere gidin. Mü'minlerin emirine bu hallerinizi mutlaka bildireceğim."
Tam
çıkıp gidecekleri sırada Muaviye onlara şöyle seslenir: "Sizlere şunu son
defa hatırlatayım ki, Resulullah (s.a.v.) her türlü günahtan azade olarak beni
kendi emrine aldı ve bana görev verdi. Ebu Bekir halifeliğe gelince o da aynı
şekilde bana görev verdi. Arkasından Ömer halife seçilince o da bu görevimi
sürdürdü. Osman halife olunca o da aynı şekilde beni görevlendirdi. Beni
görevlendiren herkes mutlaka benden razı olarak bana görev vermişti. Resulullah
(s.a.v.) bu işlere Müslümanlar adına yeterli gelecek ve ona ihtiyacı olmayan
kimseleri araştırırdı. Cenab-ı Allah kendisine karşı hile ve tuzak
hazırlayanlara karşı en mükemmel şekilde intikam alandır. Siz kötülük olduğunu
bildiğiniz bir konuya yanaşmayasınız. Allah sizi bu şekilde başıboş bırakmaz.
Mutlaka içinizden geçenleri iyi bilmektedir ve sizin gizlediklerinizi de
insanlara ifşa edecektir. "
Muaviye
daha sonra Hz. Osman'a mektup yazıp şöyle demişti: "Bana akılları ve
dinleri olmayan bir grup insan geldi. Adalet onlara sıkıntı veriyor. Allah'tan
bir şey dilemiyorlar, delille konuşmuyorlar. İşleri güçleri, başlıca
meşgaleleri fitnedir. Zimmet ehlinin mallarına göz dikiyorlar. Allah da onları
imtihan ediyor, onların kötü hallerini biliyor ve bunu açığa vuruyordur.
Bunlar, ancak başkalarıyla birlik olup insanlara zarar verebilirler. Said ve
çevresindekileri bunlara yaklaştırma. Onlar kötülük çıkarmaktan başka bir işe
yaramazlar."
Nihayet
Dımaşk'tan çıkıp giderler. Fakat birbirlerine şöyle derler:
"Kufe'ye
dönmeyelim, halk bizimle alayeder." Onun için el-Cezire'ye doğru yola
koyulurlar. O sırada Humus'ta vali bulunan Abdurrahman bin Halid bin Velid
onları çağırarak şöyle der: "Ey şeytanın arkadaşları! Size esenlik
dilemiyorum. Şeytan bağlanmış ve kıskıvrak yakalanmışken siz ondan sonra ortaya
atıldınız. Eğer sizi tedip etmezsem ben
Abdurrahman'a
yazıklar olsun. Ey şu Arap mıdır Acem midir ne olduklarını bilmediğim kavim!
Muaviye'ye söylediklerinizi işittim, bana aynı şeyleri söylemeyesiniz. Ben İbn
el-Velid'in oğluyum. Ben tecrübelerle yoğrulmuş o adamın oğluyum. Ben ''Ridde Günü''nde
mürtetleri kahreden adamın oğluyum. Vallahi ey Sa'sa'a, eğer adamlarımdan biri
senin burnunu kırsa, sonra da sana olmadık hakaretlerde bulunsa yine de seni
kuş uçmaz, kervan geçmez bir yere sürerim."
Sonra
Abdurrahman onları yanında bir ay kadar alıkoyar ve nereye giderse kendisi
atına biner onları yaya olarak yanında götürür. Abdurrahman bir gün Sa'sa'a'ya
şöyle der: "Ey bücürün oğlu! Şunu iyi bildim ki hayır ve güzellikle yola
gelmeyen adam zorla ve kötülükle de yola gelebilir. Niye Said ve Muaviye'ye
söylediklerini bana da söylemiyorsun?" Sa'sa'a ve adamları şöyle cevap
verir: "Allah'a tövbe ettik, ne olur bizi serbest bırak da Allah da seni
affetsin." Bunu sürekli söyleyip durdular. Arkasından Abdurrahman:
"Allah
tövbelerinizi kabul etsin." der. Sonra el-Eşter'i Hz. Osman'a gönderir.
el-Eşter tekrar Hz. Osman'a geldiğinde Hz. Osman O'na: "İstediğin yere
git." der. el-Eşter: "Ben Abdurrahman bin Halid'le birlikte olmayı
isterim" deyince Hz. Osman: "İstediğin yere gidebilirsin." demiş
ve O da Abdurrahman bin Halid'in yanına dönmüştü.
Bu
olayla ilgili olarak diğer bir rivayette şunlar ilave edilir: Muaviye onlarla
konuşup gittikten sonra tekrar geri geldiğinde söylediklerine şunları
eklemişti: "Ben kendi başıma yaptıklarımı ve akrabalarım arasında yapmayı
başarabildiklerimi sizlere de emrediyorum. Ben Kureyş'i bildim bileli Ebu
Süfyan ve O 'nun babası, Resulullah (s.a.v.)'a gelinceye kadar en cömert
kimseler idiler. Ancak Kureyş içinde Cenab-ı Allah Resulullah (s.a.v.)'ı seçip
O'na ikramda bulunmuş ve O'nu en cömert insan kılmıştır. Vallahi Ebu Süfyan
bütün insanları doğuracak olsaydı mutlaka hepsini akıllı olarak
doğururdu." O'nun bu sözünü duyan Sa'sa'a: "Yalan söyledin, insanlar
arasında Ebu Süfyan'dan daha akıllı kimseler vardır. Cenab-ı Allah'ın kendi
elleriyle yarattığı ve kendi ruhundan ona üfürdüğü ve meleklerin kendisine
secde etmesini istediği insan vardır. Bunlar arasında iyileri ve kötüleri,
ahmağı ve zekisi de vardır." Sonra Muaviye onların yanından çıkıp gider,
tekrar dönüp gelerek onlarla uzun uzun sohbet edip şöyle der: "Bre
adamlar! Ya hayır söyleyin, ya da susun. Düşünün ve kendinize, akrabalarınıza
ve Müslümanlara yararı dokunacak şeyleri gözetleyin, onları isteyin.",
Sa'sa'a şöyle karşılık verir: "Sen buna layık ve Allah'a isyan hususunda
kendisine itaat edilecek bir adam da değilsin." Muaviye şöyle der:
"Ben sizinle ilk karşılaşıp da konuşmağa başladığımda Allah'a itaat
etmenizi ve O'nun peygamberine uymanızı, Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp
ayrılmamanızı söylememiş miydim?" Onlar da şöyle derler: "Hayır, sen
ayrılıkla ve Resulullah (S.A.V.)'ın getirdiklerine muhalefetle başladın."
O da: "Evet, size böyle demişsem de şu anda size ma'rufla emrediyorum.
Allah'a tövbe edip sizi Allah'a ve Resulüne itaate ve cemaate bağlanmağa, imamlarınızı
yüceltmeğe ve onları hayır yoluna yöneltmeğe davet ediyorum." Sa'sa'a
şöyle karşılık verir: "Biz de şu anda yapmakta olduğun görevden ayrılmanı
ve senden daha hayırlı, babası babandan daha iyi ve daha önce Müslüman olmuş,
imanı ve ameli de babandan daha iyi ve üstün olan kimselere bu görevi
devretmeni istiyoruz." Muaviye şöyle der: "Allah'a yemin olsun ki
benim İslam'da bir önceliğim vardır, fakat benden önce Müslüman olanların da
önceliği ve üstünlüğü vardır. Ancak hali şu anda bulunduğum halden daha iyi ve
daha takva sahibi kimse yoktur. Ömer bin el-Hattab bizzat bunu görüp müşahede
etmiştir. Ömer bin el-Hattab ne bana ne de başkalarına ayrıcalık tanırdı.
Görevimi terk etmeme ve ondan ayrılmama sebep olacak herhangi bir iş de yapmış
değilim. Mü'minlerin emiri bunu uygun görüp de bu konuda bana mektup yazacak
olursa görevimden derhal ayrılırım. Evet, durun bakalım. Bu ve buna benzer
işlerde şeytan mutlaka iyi temennilerde bulunur ve size bunları emreder, ömrüme
yemin olsun ki eğer işler sizin görüşleriniz ve temennilerinizle olacak olsaydı
vallahi tek bir gece bile doğru gitmezdi. Sizler her zaman hayrı anın ve
sürekli iyilikten söz edin. Allah'ın insanlara musallat ettiği nice güçlükler
vardır ve ben size bu güçlüklerin isabet etmesinden korkuyorum. Eğer siz
Rahman'a isyan etmekte devam ederseniz Yüce Allah sizi dünya ve ahirette böyle
zorluklara ve meşakkatlere sürükler." Muaviye böyle söyleyince hepsi
üzerine atılıp saçını başını yolmağa başlamışlardı. Bunun üzerine O da şöyle
demişti: "Burası Küfe değildir. Vallahi Şamlılar bana yaptıklarınızı
görürlerse sizi onların elinden kurtaramam, hepinizi öldürürler. Sizin
yaptıklarınız sürekli olarak birbirlerine benzer şeylerdir." Sonra Muaviye
Hz. Osman'a daha önce yazdığını belirttiğimiz mektubun benzerini yazar.
Kendisine gelen mektupta Hz. Osman onları Küfe'ye Said bin el-As'ın yanına
göndermesini emreder. Onları Kufe'ye gönderir ve fakat orada yine dillerini
tutamazlar. Said bin el-As onlardan bıktığından dolayı Hz. Osman'a feryadını
iletir. Bunun üzerine Hz. Osman, Said'e mektup yazıp onları Humus'a Abdurrahman
bin Halid'in yanına göndermesini emreder. Said onları emredilen yere gönderir.
Abdurrahman bin Halid gönderilen bu adamları konuklandırır ve onlara geçimleri
verilir. Bunlar el-Eşter, Sabit bin Kays el-Hemdani, Kumeyi bin Ziyad, Yezid
bin Suhan ve kardeşi Sa'sa'a, Cündeb bin Züheyr el-Gamidi, Cündeb bin Ka'ab
el-Ezdi, Urve bin Ca'd ve Amr bin el-Hamik el-Huzai ve İbn Kevva'dır.
Anlatıldığına
göre, Muaviye İbn el-Kevva'a kendisi hakkında ne düşündüğünü sorar. İbn
el-Kavva şöyle der: "Sen iyilik sever, iyi idareci, güzel düşünceli,
saldırgan olmayan, halim-selim bir adamsın ve İslam'ın temel direklerinden bir
direksin. Senin vasıtanla korkunç bir keder kapanmıştır." O'nun bu sözleri
üzerine Muaviye: "Sen, arkadaşlarının en akıllısı görünüyorsun. Şu
vilayetlerde meydana gelen olaylar ve onları çıkaranlar hakkında ne dersin,
anlat bakalım." İbn el-Kevva der ki: "Medine halkı kötülükten en çok
kaçınan, fakat onun üstesinden bir türlü gelemeyen kimselerdir. Küfeliler
birlikte gelirler fakat darmadağın dönerler. Mısırlılar insanlar arasında şerre
en çok meyyal olan ve en çabuk pişman olan kimselerdir. Şamlılara gelince,
onlar insanlar arasında yöneticilerine ve kendilerine nasihat edenlere en çok
itaat eden ve onları saptıranlara en çok karşı çıkan kimselerdir. "
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
BASRA'DAN ŞAM'A
SÜRGÜN EDİLENLER