İBNÜ’L-ESİR

2. CİLT

HİCRİ 23. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

ŞURA OLAYI

 

Ömer bin Meymun el-Evdi şöyle anlatır: "Hz. Ömer bin Hattab yaralandığında O'na şöyle denildi: ''Ey Müminlerin Emiri! Kendi yerine birisini veliaht tayin et.'' O bu söze şöyle cevap verdi: ''Eğer Ebu Ubeyde bin el-Cerrah hayatta olsaydı, O'nu halife adayı gösterirdim. Şayet Rabbim ''Bunu neden böyle yaptın?'' diye soracak olursa: ''Ey Rabbim, senin peygamberinin: Ebu Ubeyde bu ümmetin eminidir'' dediğini işittim, derdim. Ve eğer Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim hayatta olsaydı aynı şekilde O'nu da halife adayı gösterirdim. Rabbim bana bunu da sorsa: ''Ey Rabbim! Senin peygamberinin: 'Salim Allahu Teala'ya şiddetle muhabbet besleyen bir kişidir' dediğini işittim, derim.'' Orada bulunanlardan birisi o sırada şöyle dedi: ''Ey Müminlerin Emiri! Abdullah bin Ömer'i halife adayı göstersene!'' Bunun üzerine Hz. Ömer: ''Allah müstahakkını versin. Vallahi sen bu sözünle Allah'ın rızasını gözetmiş değilsin, yazıklar olsun sana. Ben kendi hanımını boşamaktan aciz olan birisini nasıl halife adayı göstereyim? Sizin bu işinizi yüklenmekte pek tamahkar değiliz. Ben bu işe getirildiğimden dolayı sevinip de hamd etmiş değilim. Bunun için de kalkıp bir ikincisini buna kurban mı edeyim? Eğer bu iş hayırlı bir iş ise, zaten ailemizden birisi buna erişti. Ve eğer şerli bir iş ise Allah bunu bizden gidermiş oldu. Ömer'in ailesinden bu iş için birisinin kurban olması yeterlidir. Muhammed ümmetinin işlerini Cenabı Allah'ın ailemizden bir tek kişiye sorup sual etmesi yeter. Ben bu iş için nefsimi ve kendimi zorlara soktum ve aile efradımı da birçok şeyden mahrum ettim. Şayet bu işten böyle günahsız ve ecirsiz olarak kurtulacaksam ne mutlu bana! Şöyle bir geriye baktığımda gördüğüm şudur: Eğer ben yerime birisini tayin edecek olursam, benden daha hayırlı birisi, kendi yerine birisini tayin etmiştir, eğer bu görevi Şuraya bırakacak olursam yine benden daha hayırlı birisi bu işi şuraya bırakmıştır. Allah kendi dinini böyle muallakta bırakmaz,'' dedi. Hz. Ömer'in yanındakiler dışarı çıkıp tekrar geldiler ve şöyle dediler: ''Ey Müminlerin Emiri! Hiç olmazsa bir vasiyet bıraksan.'' Bunun üzerine Ömer dedi ki: ''Size demin söylediklerimi şöyle bir düşündüm, sonra da işlerinizi yüklenip sizi hakka iletecek en layık ve uygun olanınızı seçmek istedim. (Bu sözleriyle Hz. Ali'yi kastetmişti.) Bunları düşünüp dururken bir ara şöyle bir dalıverdim ve rüyamda birisinin bir gül bahçesine girip oradan güller koparmaya başladığını ve gülleri sürekli olarak kendisine alıp altına koyduğunu gördüm. Anladım ki Cenabı Allah kendi işini daha iyi halledecektir. Bundan dolayı ben hem hayatta iken, hem de ölümümden sonra da bu işin sorumluluğunu yüklenmek istemedim.'' Bunun için sizlere ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Bunlar cennet ehlindendir,'' diye buyurduğu Ali, Osman Abdurrahman, Sa'ad, Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah'a bu işi havale ettim. Onlar kendi aralarında birini seçsin. Eğer onlar seçerlerse en iyisini seçer ve ona işleri havale ederler."

 

Orada bulunanlar kalkıp gittiklerinde Hz. Abbas Hz. Ali'ye şöyle der: "Onlar arasına girme." Bunun üzerine Hz. Ali: "Muhalefet etmeyi asla sevmem," diye cevap verir. Abbas: "O halde sevmediğin bir şeyle karşılaşırsın, " der. Hz. Ömer ertesi gün sabah olunca, Hz. Ali'ye, Osman'a, Sa'ad'a, Abdurrahman'a, Zübeyr'e haber gönderip çağırır ve onlara şöyle der:

 

"Ben size şöyle baktım da sizi bu ümmetin reisIeri ve ileri gelenleri olarak gördüm. Bu işin mutlaka sizin aranızdan birisine havale edilmesi gerektiğine inanıyorum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Rabbine kavuştuğu sırada sizden razı olarak bu dünyadan göç etmiştir. Eğer siz doğruyu izleyecek ve hakkı ikame edecek olursanız bundan dolayı insanların başına her hangi bir zarar gelir diye asla korkmam. Fakat siz kendi aranızda bir görüş ayrılığına düşerseniz, o zaman ümmetin görüş ayrılığına ve ihtilaflara düşeceğinden korkarım. Kalkınız, Hz. Aişe'den izin alarak onun odasına kapanınız ve istişare ediniz."

İstişare heyeti odalarına girip yavaş yavaş konuşmaya başladılar. Hatta bir an oldu ki sesleri dışardan işitilecek kadar yükseldi. Bu arada Abdullah bin Ömer şöyle demişti: "Subhanallah! Daha emiru'l-müminin ölmüş değildir, bunlar neyin münakaşasını yaparlar?" Hz. Ömer: "Şimdilik bu işi bırakınız. Şayet ben ölecek olursam o andan itibaren üç gün içinde istişarenizi yapınız. Bu arada Süheyb namazı kıldırsın. Dördüncü gün girdiğinde mutlaka başınızda bir emir bulunsun. Abdullah bin Ömer de sizin aranızda sadece bir müşavir olarak bulunsun ve onu bu işe sakın katmayınız. Ama Talha bu işte sizin ortağınızdır. Eğer o ilk üç günde Medine'ye varacak olursa onu şura heyetine alırız ve O da aday alsun, fakat üç gün içinde gelmeyecek olursa o zaman siz işinizi bitirmiş olursunuz. Talha'yı ikna edecek kim vardır?" diye sormuş, Sa'ad bin Ebi Vakkas da: "Ey müminlerin emlri! İnşaallah muhalefet etmez, ben O'nu ikna ederim," demişti. Bunun üzerine Ömer (R.A.); "İnşaallah muhalefet etmez. Zannedersem bu iki adam, yani Ali ile Osman'dan başkası bu işe talip olmaz. Eğer bu işi Osman yüklenirse o bir hayli yumuşaktır, eğer Ali yüklenirse o da bazen şaka yapar, insanları hak yola ileteceklerin layık olanı odur. Sa'ad'a gelince, gerçekten bu işin ehlidir. Fakat bu iş Sa'ad'ın dışında kalacak olursa o zaman bu işi yüklenen kimse Sa'ad'dan yardım dilesin. Gerçekten de Sa'ad'ı her hangi bir zaafından veya hıyanetinden dolayı azletmeyi düşünmedim. Evet, sözün en güzelini ve görüşün en iyisini Abdurrahman bin Avf ileri sürer. İşte O'nu dinleyiniz ve itaat ediniz."

 

Ondan sonra Hz. Ömer, Ebu Talha el-Ensari'ye şöyle dedi: "Ey Eba Talha! Cenabı Hak sizinle sürekli olarak İslam'ı aziz kılmıştır. Sen de ensardan elli kişilik bir asker seç ve aralarından birisini seçip halife tayin edinceye kadar bu şura heyetinin kapısında bekle." Mikdad bin Esved'e dedi: "Beni, kabrime koyduktan sonra bu şura heyetini bir araya getir, onları bir eve koy ve kendi aralarında birini seçsinler." Süheyb'e de şöyle dedi: "Sen de Müslümanlara üç gün namaz kıldır. Heyeti bir eve sokunuz ve onların yanı başında durunuz. Eğer onlardan beş kişi bir görüşte birleşip de birisi muhalefet ederse, onun başını kılıçla uçur. Eğer dört kişi bir arada görüş beyan eder de iki kişi ters düşerse onların da başlarını uçuruver. Eğer onların üçü bir arada bir görüşe sahip olur, diğer bir üçü de başka bir görüş ileri sürerse Abdullah bin Ömer'i hakem tayin ediniz. Ve eğer Abdullah'ın hakemliğini kabul etmezlerse Abdurrahman bin Avf'ın içinde bulunduğu üç kişiye uyunuz ve ümmetin içtima ettiği görüşe muhalefet ederlerse diğer üç kişiyi de öldürünüz."

 

Oradan çıkıp gittiklerinde Hz. Ali yanında bulunan Haşimoğulları'ndan bir gruba şöyle demişti: "Eğer kavminize sizinle ilgili konuda itaat edecek olursanız, biliniz ki siz artık ebediyen emirliğe getirilmezsiniz." Yolda giderlerken karşılaştığı amcası Abbas Hz. Ali'ye şöyle demişti: "Sen bizden yan çizdin!" Hz. Ali ise cevaben: "Peki nereden bildin?" diye sorar. Hz. Abbas da: "Bu iş artık Osman'ın oğullarına geçti demektir," diye cevap verir. Hz. Ali ise şöyle der: "Siz çoğunlukla birlikte olunuz. Eğer bu şura ehlinden iki kişi birini seçecek olursa siz Abdurrahman bin Avf'ın içinde bulunduğu tarafa meylediniz. Sa'ad bin Ebi Vakkas amcasının oğluna muhalefet etmez. Abdurrahman da Osman'ın yakın akrabasıdır. O da onlarla ihtilafa düşmez. Birisi diğerine bu işi mutlaka tevdi edecektir. Eğer diğerleri benimle birlikte olurlarsa bana pek faydaları olmaz." Hz. Abbas şöyle der: "Sana herhangi bir konuda bir teklif ile geldiğim zaman mutlaka sevmediğim ve arzu etmediğim bir şekilde geri dönmüşümdür. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat etmeden önce sana bu işi kimin yükleneceği konusunda soru sormanı istedim, fakat sen bu işten yan çizdin, vefatından sonra bu işte acele etmeni istedim, yine aynı şekilde vazgeçtin. Ömer seni şuraya dahil ettiği zaman: "Onlardan uzak dur, aralarına girme." dedim, yine kabul etmedin. Bunun için bu konuda benden şunu dinle:

 

"Şura ehli sana neyi teklif ederlerse bu iş sana kesinlikle tevdi edilinceye kadar şura ehlinin bizden başkasını seçmelerine hiçbir zaman müsaade etme ki bizden başkasına kayıp gitmesin. Vallahi bu işi Osman yüklenecek olursa mutlaka onu bir kötülükle yüklenecek ki onunla birlikte olacak hayır da fayda etmez." Buna karşılık Hz. Ali: "Eğer Osman yüklenecek olursa ölümünden sonra bunu nasıl kendi aralarında payedeceklerini mutlaka O'na hatırlatacağım. Eğer onlar böyle davranacak olurlarsa mutlaka beni hoşlanmayacakları bir tavırda bulacaklardır."

 

Hz. Ali geri döndüğünde Ebu Talha'yı görür ve orada bulunmuş olmaktan hoşlanmaz. Ebu Talha: "Ey Eba'l-Hasan! Çekinecek bir şey yok," der.

 

Hz. Ömer vefat ettiğinde cenazesi namaz için çıkarıldı ve Süheyb namazını kıldırdı. Hz. Ömer defnedildikten sonra şura ehli el-Mis ver bin Mahreme'nin evinde toplandılar. Başka bir rivayete göre ise Beytu'l-mal'de toplandılar. Diğer bir rivayette ise Hz. Aişe'nin müsaadesiyle O'nun hücresinde bir araya gelmişlerdi. Şura heyeti toplandığı zaman Talha bin Ubeydullah daha Medine'ye varmamıştı. Onlar hücrede bir araya geldiklerinde Ebu Talha el-Ensari'ye onları korumasını ve yanlarına kimseyi sokmamasını emrettiler. Amr bin el-Ass ve Muğire bin Şu'be de gelip kapıda oturmuşlardı. Onların oturduğunu gören Sa'ad bin Ebi Vakkas onları uzaklaştırmış ve: "Biz de şura ehlinden idik, demek için mi geldiniz?" demiştir. Nihayet aralarında bir sürü konuşmalar ve tartışmalar oldu ve vakit hayli ilerledi. Ebu Talha onlara şöyle der: "Böyle tartışacağınıza bir an evvel işi hallediverseniz, benden kendinizi korumuş olursunuz. Vallahi, Ömer'in ruhunu kabzeden Allah'a yemin ederim, bu iş için size üç günden fazla müddet veremeyeceğim. Şimdi de evime gidip sizin ne yapacağınızı bekleyeceğim." Abdurrahman bin Avf da: "Sizden hanginiz bu işten feragat edip de kendisinden daha faziletli olan kimseye bu işi terk ediverecek?" diye sormuş, fakat kimse O'na cevap vermemişti. Bunun üzerine kendisi: "Ben kendimi bu işten uzak tutuyorum," der. Hz. Osman:

 

"Evet senin bu dediğine razı oldum," der, diğerleri de: "Biz de senin dediğine razı olduk," derler. Fakat Hz. Ali sesini çıkarmaz. Abdurrahman şöyle der:

 

"Sen ne dersin ey Eba'l-Hasan?" Hz. Ali: "Bana hakkı gizlemeyeceğine, nevana tabi olmayacağına ve akrabanı gözetmeyip de ümmete layık olanı seçecegıne güven verirsen 'Evet' derim." diye karşılık verir. Bundan sonra Abdurrahman: "Benim göstereceğim, sizin işlerinizi yürütecek ve kendisinden razı olacağınız kimseye itaat edip de seçeceğinize dair söz veriniz. Allah'a söz veriyorum ki akrabayı sırf akraba olduğundan dolayı gözetmeyeceğim ve Müslümanlara da bu konuda zarar vermeyeceğim," der ve onlardan söz alıp aynı sözü o da onlara verir. Sonra Hz. Ali'ye: "Sen, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ve İslam'a olan yakınlığından, dindeki hassasiyetinden ve dine olan bağlılığından dolayı bu işe en ehil ve hak sahibi kimse olduğunu söylüyorsun. Peki, şayet bu iş senden başka birisine havale edilecekse bu şura ehli içinde senden sonra kimi layık görürsün?" diye sorar. Hz. Ali de Osman'ın layık olduğunu söyler. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf Hz. Osman'la birlikte bir araya gelip O'na: "Ben Abdi Menafin ileri gelenlerindenim, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yakın akrabasıyım ve amcasının oğluyum. Benim de İslam'da sebkatim ve faziletim vardır. "Bu işin bana havale edilmesi gerekir" diyorsun. Fakat bu iş sana değil de, bir başkasına havale edilseydi, sen kimi layık görürdün?" diye sorar. Hz. Osman: "Ali 'yi uygun görürdüm," diye cevap verir.

 

Hz. Ali, yolda Sa'ad bin Ebi Vakkas'a rastlar ve Nisa Suresi'nin birinci ayetini okur: "Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakımn. Şüphesiz Allah sİzın üzerinizde gözetleyicidir." Sonra Sa'ad'a şöyle ilave eder: "Sana Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e olan yakınlığımı, amcam Hamza'ya olan akrabalığımı hatırlatırım. Bunun için de senin Abdurrahman'la birlikte Osman'a yardımcı ve destek olmanı dilerim. Daha sonra Abdurrahman bin Avf o gece Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabı ile istişarelerde bulunur. Medine'de karşılaştığı kimselerle, ordu komutanlarıyla, Müslümanların ileri gelenleriyle istişare eder durur. O gece Hz. Ömer'in tayin ettiği müddetin biteceği gece idi. Onun sabahında bu müddet bitecekti. O günün sabahında Abdurrahman bin Avf Misver bin Mahreme'nin evine gelerek O'nu uykudan uyandırmış ve şöyle demişti: "Bu gece gözüme bir an bile olsa uyku girmiş değildir. Git ve bana Zübeyr ve Sa'ad'ı çağır. Zübeyr ve Sa'ad geldiklerinde, önce Zübeyr'e şöyle der: "Abdi Menafı ve bu işi birbirinden uzak tut." Bunun üzerine Zübeyr: "Benim reyim Ali'nin olsun," der. Sonra Sa'ad'a: "Sen de reyini bana ver," der. Bunun üzerine Sa'ad: "Eğer sen kendini bu iş için seçeceksen reyim senindir, yok eğer sen Osman'ı seçeceksen reyimin Ali'nin olması beni daha çok sevindirir. Be heyadam, gel de kendi kendine bu bey'ati yap ve kendini bu iş için tayin et de gönlümüzü rahatlat," diye cevap verir. Fakat Abdurrahman şöyle der: "Ben başkasını seçmek üzere bu işten kendimi uzak tuttum. Eğer bunu yapacak olsa idim böyle davranmazdım. Bir rüya gördüm, yemyeşil bir bahçe ve içinde bir sürü kuru ot. Bu bahçeye son derece kerim bir insan, mükemmel bir kişi girdi de ok gibi bir tarafından girip tarafından çıkarak içinde bulunan hiç bir şeye meyletmedi. Onun arkasından bir başkası girdi, aynı şekilde o da bahçenin öbür tarafından çıktı. Daha sonra bir üçüncü kişi geldi o da aynı şekilde öncekiler gibi çıktı. Arkasından bir dördüncüsü girdi, o ise bu bahçenin içine dalıp gitti. Bundan dolayı bu dördüncü kişi olmayı istemem. Ebu Bekir'in ve Ömer'in hilafetinden sonra bu işi yüklenecek kimseden insanlar tam bir şekilde razı olamazlar."

 

Ebu Ca'fer et- Taberi ise, bu arada şu rivayeti kaydeder: Arkasından Abdurrahman Misver bin Mahreme'yi gönderir, Hz. Ali'yi çağırtıp uzun uzun konuşur. Hz. Ali hiç şüphe etmeden kendisine bu işin bırakılacağına inanıyordu. Sonra kalkıp Hz. Osman'ı çağırdı, onunla da uzun uzun konuşur ve sabaha kadar sohbetlerini sürdürürler.

 

Amr bin Meymun rivayetine şöyle devam eder: Abdullah bin Ömer bana şöyle rivayet etmişti: "Abdurrahman bin Avfın Hz. Ali ve Hz. Osman ile konuşmadığını söyleyen kimse bil ki bunu bir bilgisizlikten dolayı söylemiştir ve Allah'ın takdiri Hz. Osman'a isabet etti."

Sabah namazından sonra bu şura heyeti bir araya gelmiş, arkasından muhacirlerden ve İslam'ın ileri gelenlerinden, ensarın faziletli şahsiyetlerinden ve bölge valilerinden bir sürü kimse çağırıldı. Hepsi mescitte toplandılar. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf şöyle bir hutbe okudu: "Ey insanlar! İnsanlar burada toplanmış bulunmaktalar. Şu bölge yöneticilerinin şehirlerine bir an evvel gitmesi gerekir. Onun için bana nasihat ediniz de bu işi bitirelim. " Bunun üzerine Ammar bin Yasir: "Müslümanların ihtilafa düşmesini istemiyorsan Hz. Ali'ye bey'at et." Arkasından Mikdad bin el-Esved kalkıp: "Ammar doğru söyledi, eğer Ali'ye bey'at edecek olursan biz de işittik ve itaat ettik." dedi. Sonra İbn Ebi Serh kalkıp şöyle der: "Eğer Kureyşin ihtilafa düşmesini istemiyorsak Osman'a bey'at et." Abdullah bin Ebi Rabia şöyle der: "Evet, doğru söyledin; eğer Osman'a bey'at edecek olursan biz de işittik ve itaat ettik." Bu sözleri duyan Ammar, Abdullah bin Ebi Serh'e küfreder ve O'na:

 

"Sen ne zaman Müslümanlara nasihat etmeye başladın?" der. Arkasından Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları karşılıklı sözler söylemeye başlarlar. Nihayet Ammar: "Ey insanlar! Cenabı Allah sizi peygamberiyle aziz kıldı, diniyle yüceltti, bu görevi nasılolur da peygamberimizin ehl-i beytinden uzak tutarsınız?" Bu sözden sonra Mahzumoğulları'ndan birisi: "Ey Sümeyye'nin oğlu! Sen haddi aştın, sen kim oluyorsun da Kureyş'in seçeceği emiri tayin etmeye kalkışıyorsun?" diye Ammar'a bağırır. Sa'ad bin Ebi Vakkas Abdurrahman bin Avf'a hitaben şöyle der: "Ey Abdurrahman! İnsanlar arasında fitne zuhur etmeden ve aramızda fitne yayılmadan bu işi bitir artık." Abdurrahman:

 

"Ben daha evvel Müslümanlarla ve ileri gelenlerle görüşüp bu işi bir karara bağlamış olduğumu umuyordum. Siz, ey şura ehli, bu konuda kendinize bir tuzak hazırlamayasınız," dedikten sonra Hz. Ali'yi çağırdı ve ona şöyle dedi:

 

"Ey Ali! Sen bu işi yüklendikten sonra Allah'ın kitabı, peygamberinin sünneti ve ondan sonraki halifelerin yolunu izleyeceğine söz verir misin?" Hz. Ali de:

 

"İlmim ve gücüm oranında bu yolu izleyeceğimi umarım inşaallah," diye karşılık verdi. Daha sonra Hz. Osman'ı çağırarak O'na da aynı şeyleri söyledi, aynı soruyu sordu. Osman da: "Evet, bu yolu izleyeceğim," deyince Abdurrahman bin Avf, başını mescidin tavanına doğru kaldırırken Hz. Osman'ın elini tutup eliyle havaya doğru kaldırarak: "Allah'ım şahit ol! Allah'ım şahit ol! Ben benim boynumda ve üzerimde olan emaneti Osman'ın boynuna bu şekilde yüklemiş oldum," diyerek ona halife bey'atiyle bey'at etmişti.

 

Bu durum karşısında Hz. Ali: "Bize karşı bir araya gelip dayanışmanız sadece bu güne mahsus değildir. ''Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak (ancak) Allah'tır'' (Yusuf suresi, 18). Vallahi, kendisinden sonra seni halife tayin etmesi için Osman'ı bu işe tayin etmiş bulunuyorsun. Sübhanallah O, her gün bir emir (iş) içindedir!" Hz. Ali'nin bu sözlerine karşılık Abdurrahman şöyle der. "Ey Ali, bu söylediklerinle kendi aleyhinde dedikodulara yol açıyorsun." Hz. Ali giderken: "İş, zaten oluruna varacak" diye söylenip ayrılmıştı. Bu olayların arkasından Mikdad şöyle der: "Ey Abdurrahman! Vallahi adaletle ve hak ile hüküm vereceklerden ve insanları yöneteceklerden birisini terk etmiş bulunuyorsun". Abdurrahman: "Ey Mikdad! Vallahi ben Müslümanlar adına daha hayır olur diye böyle içtihatta bulundum" diye cevap verir. Mikdad: "Eğer sen bu içtihadınla Allah'ın rızasını gözetmiş isen mutlaka Allah sana sevabını verecektir" der ve devamla: "Peygamberlerinden sonra bu ehl-i beytin başına gelenlerin hiç kimsenin başına geldiğini görmedim ben. Şu Kureyş'e hayret ediyorum ki, gerçekten adaletle hükmedecek, aralarında adaleti en mükemmel bir şekilde uygulayacak bir adamı terk etmiş bulunuyor. Eğer bana yardım edecek kimse bulursam ... " deyince Abdurrahman bin Avf O'na: "Ey Mikdad! Allah'tan kork. Ben senin fitnenin ilk çekicisi ve başı olmandan korkuyorum," diye karşılık verdi. Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan birisi Mikdad'a:

 

"Ey Mikdad! Allah sana merhamet etsin. Bu ehl-i beyt dediğin kimseler kimlerdir? Ve bu bahsettiğin adam da kimdir?" diye sorunca, Mikdad: "Bu ehl-i beytten kasıt, Abdülmuttaliboğulları'dır ve söz konusu ettiğim kişi de Ali bin Ebi Talib'dir" diye cevap verdi. Bu arada Hz. Ali şöyle dedi: "İnsanlar Kureyş'e bakar, Kureyş de kendi arasında olayı tartışır ve şöyle der: Eğer sizin başınıza Haşimoğulları getirilecekse bu iş aralarında sürer gider, fakat onların dışında bir kimseye verilecek olursa siz bunu sırayla kendi aranızda halleder gidersiniz ... "

 

Hz. Osman'a bey'at edildiği gün Talha bin Ubeydullah çıkıp Medine'ye gelir. Kendisine Hz. Osman'a hilafet ile bey'at edildiği haberi verilince:

 

"Bütün Kureyş'liler bu işten razı oldu mu?" diye sorar. Talha'ya "Evet" diye cevap verilir. Bunun üzerine Talha Osman'a gelir, Osman O'na: "Sen, kendi reyini istediğin gibi kullanmakta serbestsin. Eğer bana bey'at etmekten sarf-ı nazar edecek olursan ben bu işi kendi üzerimden atarım". Bunun üzerine Talha: "Bu işten vazgeçer misin?" diye sorunca Hz. Osman da: "Evet" diye cevap verir. Talha. "Bütün Müslümanlar sana bey'at ettiler mi?" diye sorar. Osman, "Evet" diye cevap verir. Bunun üzerine Talha: "Ben bütün ümmetin icma ile sana bey'at etmesini nasıl reddederim? Ben de razı oldum" diyerek O' na bey' at eder.

 

Muğire bin Şu'be Abdurrahman bin Avf'a: "Ey Ebu Muhammed! Sen Osman'a bey'at etmekle gerçekten isabet ettin" der, sonra Osman'a giderek şöyle der: "Eğer Abdurrahman senden başkasına bey'at etmiş olsaydı böyle bir bey'atı kesinlikle kabul etmezdik." Abdurrahman da: "Ey gözü şaşı herif! Yalan söyledin. Eğer ben başkasına bey'at etmiş olsaydım, sen de o kişiye bey'at ederdin ve aynı sözleri de gider bu şekilde söylerdin" diye karşılık verir. Misver şöyle der: "Ben bir işe müdahale etmelerinden dolayı Abdurrahman kadar insanlara ağır ve hakaretamiz söz söyleyen kimseyi görmüş değilim."

Abdurrahman'ın Hz. Osman ile akrabalık bağları vardı, yani Abdurrahman, Ukbe bin Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Külsum ile evli idi. Ümmü Külsum de Hz. Osman ile ana bir kardeş bulunuyordu.

 

Ebu Ca'fer et-Taberi bu konuda Misver bin Mahreme yoluyla gelen daha değişik bir rivayet kaydeder. Bu rivayet de daha evvel zikrettiğimiz Hz. Ömer'in şahadetiyle ilgili olarak kaydedilen rivayettir. Burada ise Taberi'nin zikrettiği rivayet, yukarıda zikredilen rivayete yakın bir rivayettir. Bunun dışında Taberi, şunları kaydeder: "Hz. Ömer vefat ettikten sonra Abdurrahman bin Avf Müslümanları bir araya toplayıp onlara hutbe okuyarak parçalanıp ayrılmamalarını ve bir arada birlik olmalarını tavsiye eder. Bunun üzerine Hz. Osman bir konuşma yapıp şöyle der: "Muhammed'i peygamber edinip onun emirlerini bize tebliğ etmek üzere gönderen Allah'a hamd ederim. O, vaadinde sadık, vaadini yerine getirici ve kullarına yardım edicidir. Cenabı Allah'a yine sonsuz şükürler olsun ki bizi O'nun Resulü'ne tabi kılmış ve hidayete erdirmiştir. O bizim için bir hidayet nurudur. Biz kendi aramızda ihtilafa düştüğümüzde mutlaka bu nur sayesinde heva ve hevesimizin verdiği ayrılıkları bırakır ve düşmanlarımıza karşı mücadelede birlik oluruz. Cenab-ı Allah bizi, Resulü'nün fazlıyla imamlar ve ona itaat eden emirler olarak kılmıştır. İşte bundan dolayı bize çizilen bu sınırların dışına asla çıkmayız. aynı şekilde kimsenin tahakkümü altına da girecek değiliz. Ey Avf'in oğlu! Sen bu tuttuğun yolu bırakma ve senin emrine muhalefet edilmesin. Eğer senin emrine muhalefet edilir, davetin terk edilirse ben sana ilk icabet eden kimse olayım ve sana yardımcı arkadaş olayım. Bu dediklerime de sadık olayım. Sizin ve benim için Allah'tan mağfıretler dilerim." Arkasından Zübeyr bin Avvam sözü alıp şöyle der:

"Emma ba'du ... Allah'a davet eden kimseler bellidir. O'nun emrine icabet eden asla perişan olmaz. Heva ve heveslere tabi olunduğu anda mutlaka O'nun yoluna döndürücü veliler bulunur. Bu söylediklerinden de ancak kendi heva ve heveslerine tabi olanlar geri durur. Senin davet ettiklerine ancak isyan edenler geri durur. Allah'ın emirleri farz olmasaydı ve farz kıldıkları da belli ve sınırlandırılmış olmasaydı, dipdiri ve ebedi olan Allah'a sırt çevrilir ve bu işten uzak kalınırdı. Gerçekten bu işten, yani hilafet işinden kurtulmanın tek yolu onu yüklenen kimsenin ölümüdür. Böyle bir görevi yüklenmekten kaçınmak gerçekten günaha düşmekten korkulduğu içindir. Fakat biz Müslümanların boyunlarının boyun borcu Allah'a daveti gerçekleştirmek, Resulü'nün sünnetini anlatmaktır. Eğer bu şekilde davranmazsak mutlaka gayet adi bir ölümle ölürüz. Bu da yetmiyormuş gibi cahiliyet devri anlayışı üzere hayatımızı terk eder gideriz. Ben senin yaptığın davete ilk icabet eden ve sana yardımcı olan, senin emrettiklerine itaat eden ilk kişi olayım. Cenabı Allah'ın emri ve arzusu olmadıkça hiç bir şeye güç yetirmek mümkün değildir. Allah'tan sizin ve benim için mağfıretler dilerim.

 

Sa'ad bin Ebi Vakkas Allah'a hamd ederek, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e salavat getirerek şöyle der: "Artık insanların yolları apaydın. Yollar gayet açık ve her şey belli olmuştur. Hak ortaya çıkmış, batıl tamamen yok olup gitmiştir. Ey burada toplanmış insanlar! Yalan yere şahitlik etmeleri, kendi heva ve heveslerine tabi olmaları sizden evvelki ümmetleri tamamen yok etmiş ve sizin mirasçı olduklarınıza onlar da mirasçı olmuşlardı. İşte bundan dolayı onlar böyle heva ve heveslerine tabi oldukları için Cenabı Allah onları düşman olarak ilan etmiş, son derece büyük lanete uğratmıştır. Allah şöyle buyurur: ''İsrailoğulları'ndan olup da küfredenlere Davud'un da Meryemoğlu İsa'nın da diliyle lanet olunmuştur. Bunun sebebi isyan etmeleri ve ifrata sapmalarıdır. Onlar işledikleri her hangi bir fenalıktan birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Gerçekten yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi.'' (el-Maide suresi, 78-79). Ben bu konuda, kararımı verdim ve gerekli yöne meylettim. Ayrıca, Talha bin Ubeydullah için de aynı sözü veriyorum. Ben O'nun kefiliyim ve O'nun adına ben de bu konuda size söz veriyorum. Ey İbn Avf, emir senindir. Nefsine karşı mücadele etmek ve iyiliği yapmak konusunda söz sendedir. Allah'a doğru giden yolda gitmek herkes için görevdir. Dönüş Allah'adır. Size ve kendi nefsime Allah'tan mağfıretler dilerim. Allah'a sığınırım."

 

Arkasından Ali bin Ebi Talib söz alıp şöyle der: "Hz. Muhammed'i peygamber olarak seçen ve O'nu bize Resul olarak gönderen Allah'a hamd ederim. Biz peygamberlik görevinin ehl-i beytiyiz. Biz hikmetin ve güzel sözün madeniyiz. Biz yeryüzündeki insanların garantileriyiz. Hakkı isteyenler için de kurtuluş yolunu gösteren kimseleriz. Bize verildiği takdirde onu hakkıyla yerine getirecek bir cevhere sahip bulunuyoruz. Eğer bu işi terk edip de yoldan çıkacak olursak gerçekten başını almış süratle giden bir devenin kulakları arasına oturmuş oluruz. Eğer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize bu konuda emir vermiş olsaydı biz O'nun bu emrini mutlaka yerine getirmiş olurduk. Eğer bize bu konuda bir şey söylemiş olsaydı aynı şekilde ölünceye kadar onu gerçekleştirmek için çarpışırdık. Hak bir davayı ikame etmek ve Müslümanlar arasında sıla-i rahmi gerçekleştirmek için benden daha süratli davranacak kimse yoktur. Allah'tan başka hiç bir güç ve kuvvete sahip olan kimse de yoktur. Söyleyeceklerimi dinleyiniz. Olabilir ki şu toplantınızdan sonra toplantınızın sebebi olan bu konuda kılıçlar çekilir ve çarpışmalar olur. Arada ahitler bozulur, böylelikle bu cemaat paramparça olur. Sizler de gruplara ayrılırsınız. Olabilir ki o zaman bir kısmınız dalalet ehline imamlar ve cehalet fırkasına da önderler olursunuz."

 

Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf: "Sizden hanginiz bu iş için kendi nefsinden feragat edip de başkasına devretmek ister?" demiş ve daha evvel zikredilen rivayette olduğu gibi sözüne devam etmişti.

 

Nihayet Hz. Osman kendisine bey'at edildikten sonra, mescidin bir kenarına çekilip oturmuş, Ubeydullah bin Ömer bin Hattab'ı çağırarak O'nunla görüşmüştü. Çünkü Ubeydullah bin Ömer babasının katili olan Ebu Lü'lü'e'yi ve onunla ilgisi bulunan Hire ehlinden Cüfeyne adında Hıristiyan birisini öldürmüş bulunuyordu. Bu da Sa'ad bin Malik'e yakın olan bir kimse idi. Ayrıca Ubeydullah bin Ömer Hürmüzan'ı da öldürmüş bulunuyordu. Kılıçla ona vurduğu zaman Hürmüzan "La ilahe illah" diyerek can vermişti. Babasının intikamını almak üzere bunları öldüren Ubeydullah'ı Sa'ad bin Ebi Vakkas kılıcını alarak evine hapsetmişti. Ubeydullah bin Ömer şöyle diyordu: "Vallahi babamın kanının akıtılmasında parmağı olan herkesi öldüreceğim. Ubeydullah bin Ömer, Abdurrahman bin Ebi Bekr'in Hz. Ömer'in öldürüldüğü günün gündüzünde şu olayı nakletmesi üzerine bu kimseleri öldürmüş bulunuyordu. Abdurrahman bin Ebi Bekr şöyle demişti: "Dün akşam Hürmüzan, Ebu Lü'lü'e ve Cüfeyne'nin bir arada yavaşça konuşup görüştüklerini gördüm. Onlar beni gördüklerinde birden infial gösterip dağıldılar ve o anda da onlardan bir tanesi yere iki başlı ve ortasında dikenleri olan büyük bir hançer düşürdü. Bu hançer de Hz. Ömer'e saldırıda kullanılan hançerdi." İşte Abdurrahman'ın bu sözleri üzerine Ubeydullah bin Ömer de bu adı geçen kimseleri öldürmüştü. Hz. Osman, Ubeydullah'ı huzuruna çağırdığı zaman şöyle dedi: "İslam'da ilk fitneyi çıkaran ve bu insanları öldüren bu adama uygulayacağım ceza konusunda siz de bana yardımcı olunuz?" Bunun üzerine Hz. Ali söz alıp şöyle der: "Benim görüşüm onu öldürmendir." Fakat muhacirlerden, bazıları da şöyle derler: "Dün Ömer öldürüldü, bugün de O'nun oğlunu mu öldüreceksiniz?" Amr bin el-Ass da şöyle demişti: "Senin Müslümanlar üzerine bir otoriten olduğu müddetçe bu işi senin halletmen daha uygun olur. Allah seni affedesiye ... " Bunun üzerine Osman da şöyle der: "Ben, halife olarak O'nun velisiyim ve bu yaptığına karşılık kendi malımdan diyet vermeyi taahhüt ediyorum." Ensardan Ziyad bin Lebid elBeyadi, Ubeydullah'ı her gördüğünde şöyle derdi:

 

''Ey Ubeydullah! Senin kaçıp kurtulacağın bir yer yoktur. Senin de Erva'nın oğlundan sığınacağın bir yerin de yok. Vallahi sen hakkın olmayan bir kanı akıttın.

 

Hürmüzan'ın kanı gerçekten haram ve tehlikeliydi.

 

Birisi şöyle derdi: Siz, Ömer 'in katli için Hürmüzan'ı itham mı ediyorsunuz?''

 

Yine olayların böyle yoğunlaştığı bir zamanda sefihin birisi şöyle der:

 

''Evet, çünkü o bunun için direktifler yöneltti. Lü'lüe'nin silahı O'nun evindeydi.

O da bu emri durmadan evirip çeviriyordu.''

 

Ziyad bin Lebid'in sürekli olarak bu şiiri okuması üzerine Ubeydullah durumu Hz. Osman'a şikayet etmiş, Hz. Osman da Ziyad'ı bu şiiri okumaktan alıkoymuştu. Bunun üzerine Ziyad şöyle bir şiir söylemişti:

 

''Amr'ın babası ve Ubeydullah Sen Hürmüzan'ın katlinde şüpheye düşmeyesin. Eğer sen yapılmış bir kötülüğü affetmişsen, Fakat bu hatanın sebepleri apaçıktır.

Sen haksız yere affetmişsen, Benim söylediklerimi engellemen sana ne kazandırır?''

 

Yine aynı şekilde Hz. Osman Ziyad'ı çağırarak onu alıkoymuş ve azarlamıştı.

 

Ubeydullah bin Ömer'in fidyesi konusunda başka bir rivayet daha kaydedilir. el-Gamaziyan bin Hürmüz şöyle der: "Medine'de yaşayan İranlılar ara sıra birlikte olur, sohbet ederlerdi. Bir gün Firuz Ebu Lü'lüe, Hürmüzan'a uğramıştı, sohbet ederlerken elinde iki başlı bir hançer bulunuyordu. Hürmüzan bu hançeri görünce, Lülüe'ye: ''Bu hançerle ne yapıyorsun?'' diye sormuş, o da: ''Bununla eğleniyorum,'' diye cevap vermişti. Bu şekilde konuşurlarken birisi onları görmüş ve Hz. Ömer bu hançerle öldürüldüğünde Hürmüzan'ın bu hançeri Firuz'a verdiğini gördüğünü söylemişti. Bunun üzerine Ubeydullah bin Ömer gelip babam Hürmüzan'ı öldürdü. Hz. Osman hilMete tayin edildikten sonra yanına vardım. Ubeydullah'a kısas yapma konusunda elimde bir delilim vardı. Sonra Hz. Osman'ın yanından çıktım. Bütün Medineliler beni destekliyordu. Onlar benden Ubeydullah'ın affedilmesini istemişlerdi. Ben de onlara: ''O'nun ölümü benim elimde olan bir şey midir?'' diye sordum. Onlar ''Evet'' deyip Ubeydullah'a küfrettiler. Onlara dedim ki: ''Siz bunu engelleyebilir misiniz?'' ''Hayır'' dediler ve aynı şekilde O'na küfrettiler. Ben de bunun üzerine Ubeydullah'ı affedip Allah'la baş başa bıraktım. Oradakiler de bana teşekkür ettiler. Vallahi evime kadar orada bulunanların omuzları üzerinde götürüldüm. "

 

Ubeydullah'ın affedilmesi konusunda birinci rivayet daha doğrudur, çünkü Hz. Ali hilafete getirildiğinde Ubeydullah bin Ömer Muaviye'nin yanına Şam'a kaçmıştı. Eğer Ubeydullah'ın serbest bırakılması, öldürülen kimsenin velisinin izni ile yani Hürmüzan'ın oğlunun izni ile olmuş olsaydı, Hz. Ali halife olarak Ubeydullah'ı öldürmeğe kalkışmazdı.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

BU YILIN DİĞER OLAYLARI