İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT |
ŞURA
OLAYI
Ömer
bin Meymun el-Evdi şöyle anlatır: "Hz. Ömer bin Hattab yaralandığında O'na
şöyle denildi: ''Ey Müminlerin Emiri! Kendi yerine birisini veliaht tayin et.''
O bu söze şöyle cevap verdi: ''Eğer Ebu Ubeyde bin el-Cerrah hayatta olsaydı,
O'nu halife adayı gösterirdim. Şayet Rabbim ''Bunu neden böyle yaptın?'' diye
soracak olursa: ''Ey Rabbim, senin peygamberinin: Ebu Ubeyde bu ümmetin
eminidir'' dediğini işittim, derdim. Ve eğer Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim
hayatta olsaydı aynı şekilde O'nu da halife adayı gösterirdim. Rabbim bana bunu
da sorsa: ''Ey Rabbim! Senin peygamberinin: 'Salim Allahu Teala'ya şiddetle
muhabbet besleyen bir kişidir' dediğini işittim, derim.'' Orada bulunanlardan
birisi o sırada şöyle dedi: ''Ey Müminlerin Emiri! Abdullah bin Ömer'i halife
adayı göstersene!'' Bunun üzerine Hz. Ömer: ''Allah müstahakkını versin.
Vallahi sen bu sözünle Allah'ın rızasını gözetmiş değilsin, yazıklar olsun sana.
Ben kendi hanımını boşamaktan aciz olan birisini nasıl halife adayı göstereyim?
Sizin bu işinizi yüklenmekte pek tamahkar değiliz. Ben bu işe getirildiğimden
dolayı sevinip de hamd etmiş değilim. Bunun için de kalkıp bir ikincisini buna
kurban mı edeyim? Eğer bu iş hayırlı bir iş ise, zaten ailemizden birisi buna
erişti. Ve eğer şerli bir iş ise Allah bunu bizden gidermiş oldu. Ömer'in
ailesinden bu iş için birisinin kurban olması yeterlidir. Muhammed ümmetinin
işlerini Cenabı Allah'ın ailemizden bir tek kişiye sorup sual etmesi yeter. Ben
bu iş için nefsimi ve kendimi zorlara soktum ve aile efradımı da birçok şeyden
mahrum ettim. Şayet bu işten böyle günahsız ve ecirsiz olarak kurtulacaksam ne
mutlu bana! Şöyle bir geriye baktığımda gördüğüm şudur: Eğer ben yerime
birisini tayin edecek olursam, benden daha hayırlı birisi, kendi yerine
birisini tayin etmiştir, eğer bu görevi Şuraya bırakacak olursam yine benden
daha hayırlı birisi bu işi şuraya bırakmıştır. Allah kendi dinini böyle
muallakta bırakmaz,'' dedi. Hz. Ömer'in yanındakiler dışarı çıkıp tekrar
geldiler ve şöyle dediler: ''Ey Müminlerin Emiri! Hiç olmazsa bir vasiyet
bıraksan.'' Bunun üzerine Ömer dedi ki: ''Size demin söylediklerimi şöyle bir
düşündüm, sonra da işlerinizi yüklenip sizi hakka iletecek en layık ve uygun
olanınızı seçmek istedim. (Bu sözleriyle Hz. Ali'yi kastetmişti.) Bunları
düşünüp dururken bir ara şöyle bir dalıverdim ve rüyamda birisinin bir gül
bahçesine girip oradan güller koparmaya başladığını ve gülleri sürekli olarak
kendisine alıp altına koyduğunu gördüm. Anladım ki Cenabı Allah kendi işini
daha iyi halledecektir. Bundan dolayı ben hem hayatta iken, hem de ölümümden
sonra da bu işin sorumluluğunu yüklenmek istemedim.'' Bunun için sizlere
ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Bunlar cennet ehlindendir,''
diye buyurduğu Ali, Osman Abdurrahman, Sa'ad, Zübeyr bin Avvam ve Talha bin
Ubeydullah'a bu işi havale ettim. Onlar kendi aralarında birini seçsin. Eğer
onlar seçerlerse en iyisini seçer ve ona işleri havale ederler."
Orada
bulunanlar kalkıp gittiklerinde Hz. Abbas Hz. Ali'ye şöyle der: "Onlar
arasına girme." Bunun üzerine Hz. Ali: "Muhalefet etmeyi asla
sevmem," diye cevap verir. Abbas: "O halde sevmediğin bir şeyle
karşılaşırsın, " der. Hz. Ömer ertesi gün sabah olunca, Hz. Ali'ye,
Osman'a, Sa'ad'a, Abdurrahman'a, Zübeyr'e haber gönderip çağırır ve onlara
şöyle der:
"Ben
size şöyle baktım da sizi bu ümmetin reisIeri ve ileri gelenleri olarak gördüm.
Bu işin mutlaka sizin aranızdan birisine havale edilmesi gerektiğine
inanıyorum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Rabbine kavuştuğu sırada
sizden razı olarak bu dünyadan göç etmiştir. Eğer siz doğruyu izleyecek ve
hakkı ikame edecek olursanız bundan dolayı insanların başına her hangi bir
zarar gelir diye asla korkmam. Fakat siz kendi aranızda bir görüş ayrılığına
düşerseniz, o zaman ümmetin görüş ayrılığına ve ihtilaflara düşeceğinden
korkarım. Kalkınız, Hz. Aişe'den izin alarak onun odasına kapanınız ve istişare
ediniz."
İstişare
heyeti odalarına girip yavaş yavaş konuşmaya başladılar. Hatta bir an oldu ki
sesleri dışardan işitilecek kadar yükseldi. Bu arada Abdullah bin Ömer şöyle
demişti: "Subhanallah! Daha emiru'l-müminin ölmüş değildir, bunlar neyin
münakaşasını yaparlar?" Hz. Ömer: "Şimdilik bu işi bırakınız. Şayet
ben ölecek olursam o andan itibaren üç gün içinde istişarenizi yapınız. Bu
arada Süheyb namazı kıldırsın. Dördüncü gün girdiğinde mutlaka başınızda bir
emir bulunsun. Abdullah bin Ömer de sizin aranızda sadece bir müşavir olarak
bulunsun ve onu bu işe sakın katmayınız. Ama Talha bu işte sizin ortağınızdır.
Eğer o ilk üç günde Medine'ye varacak olursa onu şura heyetine alırız ve O da
aday alsun, fakat üç gün içinde gelmeyecek olursa o zaman siz işinizi bitirmiş
olursunuz. Talha'yı ikna edecek kim vardır?" diye sormuş, Sa'ad bin Ebi
Vakkas da: "Ey müminlerin emlri! İnşaallah muhalefet etmez, ben O'nu ikna
ederim," demişti. Bunun üzerine Ömer (R.A.); "İnşaallah muhalefet
etmez. Zannedersem bu iki adam, yani Ali ile Osman'dan başkası bu işe talip
olmaz. Eğer bu işi Osman yüklenirse o bir hayli yumuşaktır, eğer Ali yüklenirse
o da bazen şaka yapar, insanları hak yola ileteceklerin layık olanı odur.
Sa'ad'a gelince, gerçekten bu işin ehlidir. Fakat bu iş Sa'ad'ın dışında
kalacak olursa o zaman bu işi yüklenen kimse Sa'ad'dan yardım dilesin.
Gerçekten de Sa'ad'ı her hangi bir zaafından veya hıyanetinden dolayı azletmeyi
düşünmedim. Evet, sözün en güzelini ve görüşün en iyisini Abdurrahman bin Avf
ileri sürer. İşte O'nu dinleyiniz ve itaat ediniz."
Ondan
sonra Hz. Ömer, Ebu Talha el-Ensari'ye şöyle dedi: "Ey Eba Talha! Cenabı
Hak sizinle sürekli olarak İslam'ı aziz kılmıştır. Sen de ensardan elli kişilik
bir asker seç ve aralarından birisini seçip halife tayin edinceye kadar bu şura
heyetinin kapısında bekle." Mikdad bin Esved'e dedi: "Beni, kabrime
koyduktan sonra bu şura heyetini bir araya getir, onları bir eve koy ve kendi
aralarında birini seçsinler." Süheyb'e de şöyle dedi: "Sen de
Müslümanlara üç gün namaz kıldır. Heyeti bir eve sokunuz ve onların yanı başında
durunuz. Eğer onlardan beş kişi bir görüşte birleşip de birisi muhalefet
ederse, onun başını kılıçla uçur. Eğer dört kişi bir arada görüş beyan eder de
iki kişi ters düşerse onların da başlarını uçuruver. Eğer onların üçü bir arada
bir görüşe sahip olur, diğer bir üçü de başka bir görüş ileri sürerse Abdullah
bin Ömer'i hakem tayin ediniz. Ve eğer Abdullah'ın hakemliğini kabul etmezlerse
Abdurrahman bin Avf'ın içinde bulunduğu üç kişiye uyunuz ve ümmetin içtima
ettiği görüşe muhalefet ederlerse diğer üç kişiyi de öldürünüz."
Oradan
çıkıp gittiklerinde Hz. Ali yanında bulunan Haşimoğulları'ndan bir gruba şöyle
demişti: "Eğer kavminize sizinle ilgili konuda itaat edecek olursanız,
biliniz ki siz artık ebediyen emirliğe getirilmezsiniz." Yolda giderlerken
karşılaştığı amcası Abbas Hz. Ali'ye şöyle demişti: "Sen bizden yan
çizdin!" Hz. Ali ise cevaben: "Peki nereden bildin?" diye sorar.
Hz. Abbas da: "Bu iş artık Osman'ın oğullarına geçti demektir," diye
cevap verir. Hz. Ali ise şöyle der: "Siz çoğunlukla birlikte olunuz. Eğer
bu şura ehlinden iki kişi birini seçecek olursa siz Abdurrahman bin Avf'ın
içinde bulunduğu tarafa meylediniz. Sa'ad bin Ebi Vakkas amcasının oğluna
muhalefet etmez. Abdurrahman da Osman'ın yakın akrabasıdır. O da onlarla
ihtilafa düşmez. Birisi diğerine bu işi mutlaka tevdi edecektir. Eğer diğerleri
benimle birlikte olurlarsa bana pek faydaları olmaz." Hz. Abbas şöyle der:
"Sana herhangi bir konuda bir teklif ile geldiğim zaman mutlaka sevmediğim
ve arzu etmediğim bir şekilde geri dönmüşümdür. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) vefat etmeden önce sana bu işi kimin yükleneceği konusunda soru
sormanı istedim, fakat sen bu işten yan çizdin, vefatından sonra bu işte acele
etmeni istedim, yine aynı şekilde vazgeçtin. Ömer seni şuraya dahil ettiği
zaman: "Onlardan uzak dur, aralarına girme." dedim, yine kabul
etmedin. Bunun için bu konuda benden şunu dinle:
"Şura
ehli sana neyi teklif ederlerse bu iş sana kesinlikle tevdi edilinceye kadar
şura ehlinin bizden başkasını seçmelerine hiçbir zaman müsaade etme ki bizden
başkasına kayıp gitmesin. Vallahi bu işi Osman yüklenecek olursa mutlaka onu
bir kötülükle yüklenecek ki onunla birlikte olacak hayır da fayda etmez."
Buna karşılık Hz. Ali: "Eğer Osman yüklenecek olursa ölümünden sonra bunu
nasıl kendi aralarında payedeceklerini mutlaka O'na hatırlatacağım. Eğer onlar
böyle davranacak olurlarsa mutlaka beni hoşlanmayacakları bir tavırda
bulacaklardır."
Hz.
Ali geri döndüğünde Ebu Talha'yı görür ve orada bulunmuş olmaktan hoşlanmaz.
Ebu Talha: "Ey Eba'l-Hasan! Çekinecek bir şey yok," der.
Hz.
Ömer vefat ettiğinde cenazesi namaz için çıkarıldı ve Süheyb namazını kıldırdı.
Hz. Ömer defnedildikten sonra şura ehli el-Mis ver bin Mahreme'nin evinde
toplandılar. Başka bir rivayete göre ise Beytu'l-mal'de toplandılar. Diğer bir
rivayette ise Hz. Aişe'nin müsaadesiyle O'nun hücresinde bir araya gelmişlerdi.
Şura heyeti toplandığı zaman Talha bin Ubeydullah daha Medine'ye varmamıştı.
Onlar hücrede bir araya geldiklerinde Ebu Talha el-Ensari'ye onları korumasını
ve yanlarına kimseyi sokmamasını emrettiler. Amr bin el-Ass ve Muğire bin Şu'be
de gelip kapıda oturmuşlardı. Onların oturduğunu gören Sa'ad bin Ebi Vakkas
onları uzaklaştırmış ve: "Biz de şura ehlinden idik, demek için mi
geldiniz?" demiştir. Nihayet aralarında bir sürü konuşmalar ve tartışmalar
oldu ve vakit hayli ilerledi. Ebu Talha onlara şöyle der: "Böyle
tartışacağınıza bir an evvel işi hallediverseniz, benden kendinizi korumuş
olursunuz. Vallahi, Ömer'in ruhunu kabzeden Allah'a yemin ederim, bu iş için
size üç günden fazla müddet veremeyeceğim. Şimdi de evime gidip sizin ne
yapacağınızı bekleyeceğim." Abdurrahman bin Avf da: "Sizden hanginiz
bu işten feragat edip de kendisinden daha faziletli olan kimseye bu işi terk
ediverecek?" diye sormuş, fakat kimse O'na cevap vermemişti. Bunun üzerine
kendisi: "Ben kendimi bu işten uzak tutuyorum," der. Hz. Osman:
"Evet
senin bu dediğine razı oldum," der, diğerleri de: "Biz de senin
dediğine razı olduk," derler. Fakat Hz. Ali sesini çıkarmaz. Abdurrahman
şöyle der:
"Sen
ne dersin ey Eba'l-Hasan?" Hz. Ali: "Bana hakkı gizlemeyeceğine,
nevana tabi olmayacağına ve akrabanı gözetmeyip de ümmete layık olanı
seçecegıne güven verirsen 'Evet' derim." diye karşılık verir. Bundan sonra
Abdurrahman: "Benim göstereceğim, sizin işlerinizi yürütecek ve
kendisinden razı olacağınız kimseye itaat edip de seçeceğinize dair söz
veriniz. Allah'a söz veriyorum ki akrabayı sırf akraba olduğundan dolayı
gözetmeyeceğim ve Müslümanlara da bu konuda zarar vermeyeceğim," der ve
onlardan söz alıp aynı sözü o da onlara verir. Sonra Hz. Ali'ye: "Sen,
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ve İslam'a olan yakınlığından, dindeki
hassasiyetinden ve dine olan bağlılığından dolayı bu işe en ehil ve hak sahibi
kimse olduğunu söylüyorsun. Peki, şayet bu iş senden başka birisine havale
edilecekse bu şura ehli içinde senden sonra kimi layık görürsün?" diye
sorar. Hz. Ali de Osman'ın layık olduğunu söyler. Bunun üzerine Abdurrahman bin
Avf Hz. Osman'la birlikte bir araya gelip O'na: "Ben Abdi Menafin ileri
gelenlerindenim, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yakın akrabasıyım
ve amcasının oğluyum. Benim de İslam'da sebkatim ve faziletim vardır. "Bu
işin bana havale edilmesi gerekir" diyorsun. Fakat bu iş sana değil de,
bir başkasına havale edilseydi, sen kimi layık görürdün?" diye sorar. Hz.
Osman: "Ali 'yi uygun görürdüm," diye cevap verir.
Hz.
Ali, yolda Sa'ad bin Ebi Vakkas'a rastlar ve Nisa Suresi'nin birinci ayetini
okur: "Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık
(bağlarını kırmak)tan sakımn. Şüphesiz Allah sİzın üzerinizde
gözetleyicidir." Sonra Sa'ad'a şöyle ilave eder: "Sana Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e olan yakınlığımı, amcam Hamza'ya olan akrabalığımı
hatırlatırım. Bunun için de senin Abdurrahman'la birlikte Osman'a yardımcı ve
destek olmanı dilerim. Daha sonra Abdurrahman bin Avf o gece Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabı ile istişarelerde bulunur. Medine'de
karşılaştığı kimselerle, ordu komutanlarıyla, Müslümanların ileri gelenleriyle
istişare eder durur. O gece Hz. Ömer'in tayin ettiği müddetin biteceği gece
idi. Onun sabahında bu müddet bitecekti. O günün sabahında Abdurrahman bin Avf
Misver bin Mahreme'nin evine gelerek O'nu uykudan uyandırmış ve şöyle demişti:
"Bu gece gözüme bir an bile olsa uyku girmiş değildir. Git ve bana Zübeyr
ve Sa'ad'ı çağır. Zübeyr ve Sa'ad geldiklerinde, önce Zübeyr'e şöyle der:
"Abdi Menafı ve bu işi birbirinden uzak tut." Bunun üzerine Zübeyr:
"Benim reyim Ali'nin olsun," der. Sonra Sa'ad'a: "Sen de reyini
bana ver," der. Bunun üzerine Sa'ad: "Eğer sen kendini bu iş için
seçeceksen reyim senindir, yok eğer sen Osman'ı seçeceksen reyimin Ali'nin
olması beni daha çok sevindirir. Be heyadam, gel de kendi kendine bu bey'ati
yap ve kendini bu iş için tayin et de gönlümüzü rahatlat," diye cevap
verir. Fakat Abdurrahman şöyle der: "Ben başkasını seçmek üzere bu işten
kendimi uzak tuttum. Eğer bunu yapacak olsa idim böyle davranmazdım. Bir rüya
gördüm, yemyeşil bir bahçe ve içinde bir sürü kuru ot. Bu bahçeye son derece
kerim bir insan, mükemmel bir kişi girdi de ok gibi bir tarafından girip
tarafından çıkarak içinde bulunan hiç bir şeye meyletmedi. Onun arkasından bir
başkası girdi, aynı şekilde o da bahçenin öbür tarafından çıktı. Daha sonra bir
üçüncü kişi geldi o da aynı şekilde öncekiler gibi çıktı. Arkasından bir
dördüncüsü girdi, o ise bu bahçenin içine dalıp gitti. Bundan dolayı bu
dördüncü kişi olmayı istemem. Ebu Bekir'in ve Ömer'in hilafetinden sonra bu işi
yüklenecek kimseden insanlar tam bir şekilde razı olamazlar."
Ebu
Ca'fer et- Taberi ise, bu arada şu rivayeti kaydeder: Arkasından Abdurrahman
Misver bin Mahreme'yi gönderir, Hz. Ali'yi çağırtıp uzun uzun konuşur. Hz. Ali
hiç şüphe etmeden kendisine bu işin bırakılacağına inanıyordu. Sonra kalkıp Hz.
Osman'ı çağırdı, onunla da uzun uzun konuşur ve sabaha kadar sohbetlerini
sürdürürler.
Amr
bin Meymun rivayetine şöyle devam eder: Abdullah bin Ömer bana şöyle rivayet
etmişti: "Abdurrahman bin Avfın Hz. Ali ve Hz. Osman ile konuşmadığını
söyleyen kimse bil ki bunu bir bilgisizlikten dolayı söylemiştir ve Allah'ın
takdiri Hz. Osman'a isabet etti."
Sabah
namazından sonra bu şura heyeti bir araya gelmiş, arkasından muhacirlerden ve
İslam'ın ileri gelenlerinden, ensarın faziletli şahsiyetlerinden ve bölge
valilerinden bir sürü kimse çağırıldı. Hepsi mescitte toplandılar. Bunun
üzerine Abdurrahman bin Avf şöyle bir hutbe okudu: "Ey insanlar! İnsanlar
burada toplanmış bulunmaktalar. Şu bölge yöneticilerinin şehirlerine bir an
evvel gitmesi gerekir. Onun için bana nasihat ediniz de bu işi bitirelim.
" Bunun üzerine Ammar bin Yasir: "Müslümanların ihtilafa düşmesini
istemiyorsan Hz. Ali'ye bey'at et." Arkasından Mikdad bin el-Esved kalkıp:
"Ammar doğru söyledi, eğer Ali'ye bey'at edecek olursan biz de işittik ve
itaat ettik." dedi. Sonra İbn Ebi Serh kalkıp şöyle der: "Eğer
Kureyşin ihtilafa düşmesini istemiyorsak Osman'a bey'at et." Abdullah bin
Ebi Rabia şöyle der: "Evet, doğru söyledin; eğer Osman'a bey'at edecek olursan
biz de işittik ve itaat ettik." Bu sözleri duyan Ammar, Abdullah bin Ebi
Serh'e küfreder ve O'na:
"Sen
ne zaman Müslümanlara nasihat etmeye başladın?" der. Arkasından
Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları karşılıklı sözler söylemeye başlarlar. Nihayet
Ammar: "Ey insanlar! Cenabı Allah sizi peygamberiyle aziz kıldı, diniyle
yüceltti, bu görevi nasılolur da peygamberimizin ehl-i beytinden uzak
tutarsınız?" Bu sözden sonra Mahzumoğulları'ndan birisi: "Ey
Sümeyye'nin oğlu! Sen haddi aştın, sen kim oluyorsun da Kureyş'in seçeceği
emiri tayin etmeye kalkışıyorsun?" diye Ammar'a bağırır. Sa'ad bin Ebi
Vakkas Abdurrahman bin Avf'a hitaben şöyle der: "Ey Abdurrahman! İnsanlar
arasında fitne zuhur etmeden ve aramızda fitne yayılmadan bu işi bitir artık."
Abdurrahman:
"Ben
daha evvel Müslümanlarla ve ileri gelenlerle görüşüp bu işi bir karara bağlamış
olduğumu umuyordum. Siz, ey şura ehli, bu konuda kendinize bir tuzak
hazırlamayasınız," dedikten sonra Hz. Ali'yi çağırdı ve ona şöyle dedi:
"Ey
Ali! Sen bu işi yüklendikten sonra Allah'ın kitabı, peygamberinin sünneti ve
ondan sonraki halifelerin yolunu izleyeceğine söz verir misin?" Hz. Ali
de:
"İlmim
ve gücüm oranında bu yolu izleyeceğimi umarım inşaallah," diye karşılık
verdi. Daha sonra Hz. Osman'ı çağırarak O'na da aynı şeyleri söyledi, aynı
soruyu sordu. Osman da: "Evet, bu yolu izleyeceğim," deyince
Abdurrahman bin Avf, başını mescidin tavanına doğru kaldırırken Hz. Osman'ın
elini tutup eliyle havaya doğru kaldırarak: "Allah'ım şahit ol! Allah'ım
şahit ol! Ben benim boynumda ve üzerimde olan emaneti Osman'ın boynuna bu
şekilde yüklemiş oldum," diyerek ona halife bey'atiyle bey'at etmişti.
Bu
durum karşısında Hz. Ali: "Bize karşı bir araya gelip dayanışmanız sadece
bu güne mahsus değildir. ''Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu
anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak (ancak) Allah'tır'' (Yusuf suresi,
18). Vallahi, kendisinden sonra seni halife tayin etmesi için Osman'ı bu işe
tayin etmiş bulunuyorsun. Sübhanallah O, her gün bir emir (iş) içindedir!"
Hz. Ali'nin bu sözlerine karşılık Abdurrahman şöyle der. "Ey Ali, bu
söylediklerinle kendi aleyhinde dedikodulara yol açıyorsun." Hz. Ali
giderken: "İş, zaten oluruna varacak" diye söylenip ayrılmıştı. Bu
olayların arkasından Mikdad şöyle der: "Ey Abdurrahman! Vallahi adaletle
ve hak ile hüküm vereceklerden ve insanları yöneteceklerden birisini terk etmiş
bulunuyorsun". Abdurrahman: "Ey Mikdad! Vallahi ben Müslümanlar adına
daha hayır olur diye böyle içtihatta bulundum" diye cevap verir. Mikdad:
"Eğer sen bu içtihadınla Allah'ın rızasını gözetmiş isen mutlaka Allah
sana sevabını verecektir" der ve devamla: "Peygamberlerinden sonra bu
ehl-i beytin başına gelenlerin hiç kimsenin başına geldiğini görmedim ben. Şu
Kureyş'e hayret ediyorum ki, gerçekten adaletle hükmedecek, aralarında adaleti
en mükemmel bir şekilde uygulayacak bir adamı terk etmiş bulunuyor. Eğer bana
yardım edecek kimse bulursam ... " deyince Abdurrahman bin Avf O'na:
"Ey Mikdad! Allah'tan kork. Ben senin fitnenin ilk çekicisi ve başı olmandan
korkuyorum," diye karşılık verdi. Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan
birisi Mikdad'a:
"Ey
Mikdad! Allah sana merhamet etsin. Bu ehl-i beyt dediğin kimseler kimlerdir? Ve
bu bahsettiğin adam da kimdir?" diye sorunca, Mikdad: "Bu ehl-i
beytten kasıt, Abdülmuttaliboğulları'dır ve söz konusu ettiğim kişi de Ali bin
Ebi Talib'dir" diye cevap verdi. Bu arada Hz. Ali şöyle dedi:
"İnsanlar Kureyş'e bakar, Kureyş de kendi arasında olayı tartışır ve şöyle
der: Eğer sizin başınıza Haşimoğulları getirilecekse bu iş aralarında sürer
gider, fakat onların dışında bir kimseye verilecek olursa siz bunu sırayla
kendi aranızda halleder gidersiniz ... "
Hz.
Osman'a bey'at edildiği gün Talha bin Ubeydullah çıkıp Medine'ye gelir.
Kendisine Hz. Osman'a hilafet ile bey'at edildiği haberi verilince:
"Bütün
Kureyş'liler bu işten razı oldu mu?" diye sorar. Talha'ya "Evet"
diye cevap verilir. Bunun üzerine Talha Osman'a gelir, Osman O'na: "Sen,
kendi reyini istediğin gibi kullanmakta serbestsin. Eğer bana bey'at etmekten
sarf-ı nazar edecek olursan ben bu işi kendi üzerimden atarım". Bunun
üzerine Talha: "Bu işten vazgeçer misin?" diye sorunca Hz. Osman da:
"Evet" diye cevap verir. Talha. "Bütün Müslümanlar sana bey'at
ettiler mi?" diye sorar. Osman, "Evet" diye cevap verir. Bunun
üzerine Talha: "Ben bütün ümmetin icma ile sana bey'at etmesini nasıl
reddederim? Ben de razı oldum" diyerek O' na bey' at eder.
Muğire
bin Şu'be Abdurrahman bin Avf'a: "Ey Ebu Muhammed! Sen Osman'a bey'at
etmekle gerçekten isabet ettin" der, sonra Osman'a giderek şöyle der:
"Eğer Abdurrahman senden başkasına bey'at etmiş olsaydı böyle bir bey'atı
kesinlikle kabul etmezdik." Abdurrahman da: "Ey gözü şaşı herif!
Yalan söyledin. Eğer ben başkasına bey'at etmiş olsaydım, sen de o kişiye bey'at
ederdin ve aynı sözleri de gider bu şekilde söylerdin" diye karşılık
verir. Misver şöyle der: "Ben bir işe müdahale etmelerinden dolayı
Abdurrahman kadar insanlara ağır ve hakaretamiz söz söyleyen kimseyi görmüş
değilim."
Abdurrahman'ın
Hz. Osman ile akrabalık bağları vardı, yani Abdurrahman, Ukbe bin Ebi Muayt'ın
kızı Ümmü Külsum ile evli idi. Ümmü Külsum de Hz. Osman ile ana bir kardeş
bulunuyordu.
Ebu
Ca'fer et-Taberi bu konuda Misver bin Mahreme yoluyla gelen daha değişik bir
rivayet kaydeder. Bu rivayet de daha evvel zikrettiğimiz Hz. Ömer'in
şahadetiyle ilgili olarak kaydedilen rivayettir. Burada ise Taberi'nin
zikrettiği rivayet, yukarıda zikredilen rivayete yakın bir rivayettir. Bunun
dışında Taberi, şunları kaydeder: "Hz. Ömer vefat ettikten sonra
Abdurrahman bin Avf Müslümanları bir araya toplayıp onlara hutbe okuyarak
parçalanıp ayrılmamalarını ve bir arada birlik olmalarını tavsiye eder. Bunun
üzerine Hz. Osman bir konuşma yapıp şöyle der: "Muhammed'i peygamber
edinip onun emirlerini bize tebliğ etmek üzere gönderen Allah'a hamd ederim. O,
vaadinde sadık, vaadini yerine getirici ve kullarına yardım edicidir. Cenabı
Allah'a yine sonsuz şükürler olsun ki bizi O'nun Resulü'ne tabi kılmış ve
hidayete erdirmiştir. O bizim için bir hidayet nurudur. Biz kendi aramızda
ihtilafa düştüğümüzde mutlaka bu nur sayesinde heva ve hevesimizin verdiği
ayrılıkları bırakır ve düşmanlarımıza karşı mücadelede birlik oluruz. Cenab-ı
Allah bizi, Resulü'nün fazlıyla imamlar ve ona itaat eden emirler olarak
kılmıştır. İşte bundan dolayı bize çizilen bu sınırların dışına asla çıkmayız.
aynı şekilde kimsenin tahakkümü altına da girecek değiliz. Ey Avf'in oğlu! Sen
bu tuttuğun yolu bırakma ve senin emrine muhalefet edilmesin. Eğer senin emrine
muhalefet edilir, davetin terk edilirse ben sana ilk icabet eden kimse olayım
ve sana yardımcı arkadaş olayım. Bu dediklerime de sadık olayım. Sizin ve benim
için Allah'tan mağfıretler dilerim." Arkasından Zübeyr bin Avvam sözü alıp
şöyle der:
"Emma
ba'du ... Allah'a davet eden kimseler bellidir. O'nun emrine icabet eden asla
perişan olmaz. Heva ve heveslere tabi olunduğu anda mutlaka O'nun yoluna
döndürücü veliler bulunur. Bu söylediklerinden de ancak kendi heva ve
heveslerine tabi olanlar geri durur. Senin davet ettiklerine ancak isyan
edenler geri durur. Allah'ın emirleri farz olmasaydı ve farz kıldıkları da
belli ve sınırlandırılmış olmasaydı, dipdiri ve ebedi olan Allah'a sırt
çevrilir ve bu işten uzak kalınırdı. Gerçekten bu işten, yani hilafet işinden
kurtulmanın tek yolu onu yüklenen kimsenin ölümüdür. Böyle bir görevi
yüklenmekten kaçınmak gerçekten günaha düşmekten korkulduğu içindir. Fakat biz
Müslümanların boyunlarının boyun borcu Allah'a daveti gerçekleştirmek,
Resulü'nün sünnetini anlatmaktır. Eğer bu şekilde davranmazsak mutlaka gayet
adi bir ölümle ölürüz. Bu da yetmiyormuş gibi cahiliyet devri anlayışı üzere
hayatımızı terk eder gideriz. Ben senin yaptığın davete ilk icabet eden ve sana
yardımcı olan, senin emrettiklerine itaat eden ilk kişi olayım. Cenabı Allah'ın
emri ve arzusu olmadıkça hiç bir şeye güç yetirmek mümkün değildir. Allah'tan
sizin ve benim için mağfıretler dilerim.
Sa'ad
bin Ebi Vakkas Allah'a hamd ederek, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
salavat getirerek şöyle der: "Artık insanların yolları apaydın. Yollar
gayet açık ve her şey belli olmuştur. Hak ortaya çıkmış, batıl tamamen yok olup
gitmiştir. Ey burada toplanmış insanlar! Yalan yere şahitlik etmeleri, kendi
heva ve heveslerine tabi olmaları sizden evvelki ümmetleri tamamen yok etmiş ve
sizin mirasçı olduklarınıza onlar da mirasçı olmuşlardı. İşte bundan dolayı
onlar böyle heva ve heveslerine tabi oldukları için Cenabı Allah onları düşman
olarak ilan etmiş, son derece büyük lanete uğratmıştır. Allah şöyle buyurur:
''İsrailoğulları'ndan olup da küfredenlere Davud'un da Meryemoğlu İsa'nın da
diliyle lanet olunmuştur. Bunun sebebi isyan etmeleri ve ifrata sapmalarıdır.
Onlar işledikleri her hangi bir fenalıktan birbirini vazgeçirmeye
çalışmazlardı. Gerçekten yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi.''
(el-Maide suresi, 78-79). Ben bu konuda, kararımı verdim ve gerekli yöne
meylettim. Ayrıca, Talha bin Ubeydullah için de aynı sözü veriyorum. Ben O'nun
kefiliyim ve O'nun adına ben de bu konuda size söz veriyorum. Ey İbn Avf, emir
senindir. Nefsine karşı mücadele etmek ve iyiliği yapmak konusunda söz
sendedir. Allah'a doğru giden yolda gitmek herkes için görevdir. Dönüş
Allah'adır. Size ve kendi nefsime Allah'tan mağfıretler dilerim. Allah'a
sığınırım."
Arkasından
Ali bin Ebi Talib söz alıp şöyle der: "Hz. Muhammed'i peygamber olarak
seçen ve O'nu bize Resul olarak gönderen Allah'a hamd ederim. Biz peygamberlik
görevinin ehl-i beytiyiz. Biz hikmetin ve güzel sözün madeniyiz. Biz
yeryüzündeki insanların garantileriyiz. Hakkı isteyenler için de kurtuluş
yolunu gösteren kimseleriz. Bize verildiği takdirde onu hakkıyla yerine
getirecek bir cevhere sahip bulunuyoruz. Eğer bu işi terk edip de yoldan
çıkacak olursak gerçekten başını almış süratle giden bir devenin kulakları
arasına oturmuş oluruz. Eğer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize bu
konuda emir vermiş olsaydı biz O'nun bu emrini mutlaka yerine getirmiş olurduk.
Eğer bize bu konuda bir şey söylemiş olsaydı aynı şekilde ölünceye kadar onu
gerçekleştirmek için çarpışırdık. Hak bir davayı ikame etmek ve Müslümanlar
arasında sıla-i rahmi gerçekleştirmek için benden daha süratli davranacak kimse
yoktur. Allah'tan başka hiç bir güç ve kuvvete sahip olan kimse de yoktur.
Söyleyeceklerimi dinleyiniz. Olabilir ki şu toplantınızdan sonra toplantınızın
sebebi olan bu konuda kılıçlar çekilir ve çarpışmalar olur. Arada ahitler
bozulur, böylelikle bu cemaat paramparça olur. Sizler de gruplara ayrılırsınız.
Olabilir ki o zaman bir kısmınız dalalet ehline imamlar ve cehalet fırkasına da
önderler olursunuz."
Bunun
üzerine Abdurrahman bin Avf: "Sizden hanginiz bu iş için kendi nefsinden
feragat edip de başkasına devretmek ister?" demiş ve daha evvel zikredilen
rivayette olduğu gibi sözüne devam etmişti.
Nihayet
Hz. Osman kendisine bey'at edildikten sonra, mescidin bir kenarına çekilip
oturmuş, Ubeydullah bin Ömer bin Hattab'ı çağırarak O'nunla görüşmüştü. Çünkü
Ubeydullah bin Ömer babasının katili olan Ebu Lü'lü'e'yi ve onunla ilgisi
bulunan Hire ehlinden Cüfeyne adında Hıristiyan birisini öldürmüş bulunuyordu.
Bu da Sa'ad bin Malik'e yakın olan bir kimse idi. Ayrıca Ubeydullah bin Ömer
Hürmüzan'ı da öldürmüş bulunuyordu. Kılıçla ona vurduğu zaman Hürmüzan "La
ilahe illah" diyerek can vermişti. Babasının intikamını almak üzere
bunları öldüren Ubeydullah'ı Sa'ad bin Ebi Vakkas kılıcını alarak evine
hapsetmişti. Ubeydullah bin Ömer şöyle diyordu: "Vallahi babamın kanının
akıtılmasında parmağı olan herkesi öldüreceğim. Ubeydullah bin Ömer,
Abdurrahman bin Ebi Bekr'in Hz. Ömer'in öldürüldüğü günün gündüzünde şu olayı
nakletmesi üzerine bu kimseleri öldürmüş bulunuyordu. Abdurrahman bin Ebi Bekr
şöyle demişti: "Dün akşam Hürmüzan, Ebu Lü'lü'e ve Cüfeyne'nin bir arada
yavaşça konuşup görüştüklerini gördüm. Onlar beni gördüklerinde birden infial
gösterip dağıldılar ve o anda da onlardan bir tanesi yere iki başlı ve
ortasında dikenleri olan büyük bir hançer düşürdü. Bu hançer de Hz. Ömer'e
saldırıda kullanılan hançerdi." İşte Abdurrahman'ın bu sözleri üzerine
Ubeydullah bin Ömer de bu adı geçen kimseleri öldürmüştü. Hz. Osman,
Ubeydullah'ı huzuruna çağırdığı zaman şöyle dedi: "İslam'da ilk fitneyi
çıkaran ve bu insanları öldüren bu adama uygulayacağım ceza konusunda siz de
bana yardımcı olunuz?" Bunun üzerine Hz. Ali söz alıp şöyle der:
"Benim görüşüm onu öldürmendir." Fakat muhacirlerden, bazıları da
şöyle derler: "Dün Ömer öldürüldü, bugün de O'nun oğlunu mu
öldüreceksiniz?" Amr bin el-Ass da şöyle demişti: "Senin Müslümanlar
üzerine bir otoriten olduğu müddetçe bu işi senin halletmen daha uygun olur.
Allah seni affedesiye ... " Bunun üzerine Osman da şöyle der: "Ben,
halife olarak O'nun velisiyim ve bu yaptığına karşılık kendi malımdan diyet
vermeyi taahhüt ediyorum." Ensardan Ziyad bin Lebid elBeyadi, Ubeydullah'ı
her gördüğünde şöyle derdi:
''Ey
Ubeydullah! Senin kaçıp kurtulacağın bir yer yoktur. Senin de Erva'nın oğlundan
sığınacağın bir yerin de yok. Vallahi sen hakkın olmayan bir kanı akıttın.
Hürmüzan'ın
kanı gerçekten haram ve tehlikeliydi.
Birisi
şöyle derdi: Siz, Ömer 'in katli için Hürmüzan'ı itham mı ediyorsunuz?''
Yine
olayların böyle yoğunlaştığı bir zamanda sefihin birisi şöyle der:
''Evet,
çünkü o bunun için direktifler yöneltti. Lü'lüe'nin silahı O'nun evindeydi.
O
da bu emri durmadan evirip çeviriyordu.''
Ziyad
bin Lebid'in sürekli olarak bu şiiri okuması üzerine Ubeydullah durumu Hz.
Osman'a şikayet etmiş, Hz. Osman da Ziyad'ı bu şiiri okumaktan alıkoymuştu.
Bunun üzerine Ziyad şöyle bir şiir söylemişti:
''Amr'ın
babası ve Ubeydullah Sen Hürmüzan'ın katlinde şüpheye düşmeyesin. Eğer sen
yapılmış bir kötülüğü affetmişsen, Fakat bu hatanın sebepleri apaçıktır.
Sen
haksız yere affetmişsen, Benim söylediklerimi engellemen sana ne kazandırır?''
Yine
aynı şekilde Hz. Osman Ziyad'ı çağırarak onu alıkoymuş ve azarlamıştı.
Ubeydullah
bin Ömer'in fidyesi konusunda başka bir rivayet daha kaydedilir. el-Gamaziyan
bin Hürmüz şöyle der: "Medine'de yaşayan İranlılar ara sıra birlikte olur,
sohbet ederlerdi. Bir gün Firuz Ebu Lü'lüe, Hürmüzan'a uğramıştı, sohbet
ederlerken elinde iki başlı bir hançer bulunuyordu. Hürmüzan bu hançeri
görünce, Lülüe'ye: ''Bu hançerle ne yapıyorsun?'' diye sormuş, o da: ''Bununla
eğleniyorum,'' diye cevap vermişti. Bu şekilde konuşurlarken birisi onları
görmüş ve Hz. Ömer bu hançerle öldürüldüğünde Hürmüzan'ın bu hançeri Firuz'a
verdiğini gördüğünü söylemişti. Bunun üzerine Ubeydullah bin Ömer gelip babam
Hürmüzan'ı öldürdü. Hz. Osman hilMete tayin edildikten sonra yanına vardım.
Ubeydullah'a kısas yapma konusunda elimde bir delilim vardı. Sonra Hz. Osman'ın
yanından çıktım. Bütün Medineliler beni destekliyordu. Onlar benden
Ubeydullah'ın affedilmesini istemişlerdi. Ben de onlara: ''O'nun ölümü benim
elimde olan bir şey midir?'' diye sordum. Onlar ''Evet'' deyip Ubeydullah'a
küfrettiler. Onlara dedim ki: ''Siz bunu engelleyebilir misiniz?'' ''Hayır''
dediler ve aynı şekilde O'na küfrettiler. Ben de bunun üzerine Ubeydullah'ı
affedip Allah'la baş başa bıraktım. Oradakiler de bana teşekkür ettiler.
Vallahi evime kadar orada bulunanların omuzları üzerinde götürüldüm. "
Ubeydullah'ın
affedilmesi konusunda birinci rivayet daha doğrudur, çünkü Hz. Ali hilafete
getirildiğinde Ubeydullah bin Ömer Muaviye'nin yanına Şam'a kaçmıştı. Eğer
Ubeydullah'ın serbest bırakılması, öldürülen kimsenin velisinin izni ile yani
Hürmüzan'ın oğlunun izni ile olmuş olsaydı, Hz. Ali halife olarak Ubeydullah'ı
öldürmeğe kalkışmazdı.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA