İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT |
-HZ.
ÖMER (R.A.)'İN HAYATINDAN BAZI ÖRNEKLER-
Hz.
Ömer (R.A.) şöyle derdi: "Şu Araplar aynen sahibini izleyip de kendisini nasıl
yönettiğini öğrenmeye çalışan burnu yaralı bir deve gibidirler. Fakat ben,
Kabe'nin rabbine andolsun ki onları doğru bir istikamette yöneltmeğe
çalışacağım." Nafi' el-Aysi şöyle der: "Bir gün Hz. Ömer ve Ali bin
Ebi Talib ile birlikte zekat mallarının birikmiş olduğu bir ağıla girdim. Hz.
Osman bir gölgede oturmuş yazı yazıyor, Hz. Ali ise O'nun başucunda durmuş, Hz.
Ömer'in kendisine söylediklerini kaydediyordu. Hz. Ömer son derece şiddetli bir
sıcağın olduğu bir günde güneşte durmuştu, üzerinde birisi ile sarındığı,
öbürüyle de başını örttüğü iki parça elbisesi vardı. O güneşte durmuş, zekattan
toplanmış olan develeri sayıyor, renklerini ve yaşlarını tespit ediyordu. Hz.
Ali: "Allah'ın kitabında şöyle buyurulur diyerek: Babacığım, bunu tut; işte
bu ücretle tuttuklarının en hayırlısıdır, hem de güçlü ve güvenilir (adam) dır:
ayetini okumuş ve Hz. Ömer'i eliyle göstererek: ''İşte güçlü ve güvenilir adam
budur'' demişti. "
Abdullah
bin Amir bin Rabia şöyle der: "Bir gün Hz. Ömer'i gördüm; yerden bir saman
çöpü almış, şöyle diyordu: "Keşke ben bu saman çöpü olsaydım veya hiçbir
şeyolmasaydım. Keşke annem beni doğurmasaydı. Keşke ben unutulmuş bir kimse
olsaydım." Hasan şöyle anlatır: "Ömer şöyle derdi:
"Eğer
ben hayatta kalacak olsaydım şöyle bütün İslam ümmeti içinde dolaşır, her türlü
ihtiyaçlarını öğrenirdim; çünkü bu ümmetin valileri onların bütün ihtiyaçlarını
gidermemektedirler, biliyorum. Diğer taraftan ümmetin bu fertleri de bana
ulaşamıyorlar. İşte ben ta Şam'a kadar gidip orada iki ay kalsam, sonra
Cezire'de iki ay kalsam; sonra da Mısır, Bahreyn, Basra ve Küfe'ye gidip de her
birinde ikişer ay kalsam ve oradaki Müslümanların hallerini öğrensem ...
Vallahi böyle bir seyahat ne kadar mükemmelolurdu."
Böyle
temennilerde bulunurdu.
Bir
gün Hz. Ömer'e şöyle söylendi: "Enbar'dan biri'gelmiş, divan ve yönetimler
hakkında bilgisi var, onu katib edinirsen iyi olur." Bunun üzerine Hz.
Ömer: "Şayet ben onu katip edinip görev verirsem MüsIümanların dışında bir
kimseye görev vermiş olurum" diye karşılık vermişti.
Bir
gün Hz. Ömer'in bir hutbe okuyarak Müslümanlara şöyle seslendiği kaydedilir:
"Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i hak ile gönderen Allah'a yemin
ederim ki Fırat kenarında bir deve kaybolacak veya helak olacak olursa Allah'ın
beni ondan sorumlu tutmasından korkuyorum."
Ebu'I-Firas
şöyle anlatır: "Hz. Ömer bir gün Müslümanlara hitap ederek dedi ki: ''Ey
insanlar! Ben size hanımlarınıza zulmetsin veya mallarınıza el koysun diye
valiler göndermiyorum. Bu valileri size dinlerinizi öğretsinler, Resulullah'ın
sünnetini bildirsinler diye gönderiyorum. Şayet bir kimseye böyle bir yolun
dışında bir zulüm isabet edecek olursa mutlaka bu zulmünü bize iletsin ve
şikayet etsin. Ömer'in nefsini elinde tutan Allah'a yemin ederim ki böyle bir
şikayetle bana gelen birisinin sıkıntısını mutlaka gideririm.'' Bunun üzerine
Amr bin el-Ass kalkıp şöyle demişti: ''Ey müminlerin emiri! Eğer senin
valilerinden birisi Müslüman birini te' dip için hırpalayacak yahut yönetirken
her hangi birini dövecek olursa aynı şekilde ona kısas uygular mısın?'' Hz.
Ömer de cevap olarak: ''Evet, Ömer'in nefsini elinde tutan Allah'a yemin ederim
ki mutlaka kısas uygularım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendi
nefsi için kısas uyguladığını göreyim de nasılolur böyle bir Müslümanın uğramış
olduğu zulmü ondan giderip kısas uygulamayayım? Sakın Müslümanla vurup da
Müslümanları zelil duruma sokmayasınız. Ayrıca onlara fazla teşekkürler edip de
çok yüz verip şımartmayasınız. Onların haklarını ellerinden gasp edip de zulmetmeyiniz.
Sakın onları zor durumlara sokarak size karşı kin beslemelerine sebep olup da
kaybetmeyesiniz'' demişti."
Bekr
bin Abdullah şöyle anlatır: "Hz. Ömer bin el-Hattab, Abdurrahman bin
Avf
kendi evinde geceleyin namaz kılarken O'na çıkagelmişti. Abdurrahman: ''Ey
müminlerin emiri! Senin gecenin bu saatinde buraya kalkıp gelmenin sebebi
nedir?'' diye sorunca, Hz. Ömer: ''çarşının bir kenarına bir grup insan
eşyasını koymuş. Şehirdeki hırsızların bunlara tecavüz etmelerinden korktum,
onun için geldim; gel de onları bekleyelim,'' diye karşılık vermişti. Beraberce
çarşıya gitmişler, çarşının bir kenarında yere oturup orada sohbet etmeye
başlamışlardı. Bir ara gözlerine bir ışık görünür. Hz. Ömer: ''Ben uyku
saatinden sonra lamba yakılmamasını emretmemiş miydim?'' der ve ışığa
yönelirler. O lambanın yanık olduğu yere vardıklarında bir grubun şarap içmekte
olduklarını görür ve ev sahibini tanır. Sabah olunca, ev sahibini çağırtır ve
ona: ''Ey filan! Dün gece arkadaşlarınla birlikte şarap içiyordunuz?'' der. Adam:
''Ey müminlerin emiri! Nereden öğrendin?'' diye sorunca, Hz. Ömer: ''Gözümle
gördüm,'' diye karşılık verir. Bunun üzerine adam: ''Yüce Allah seni
başkalarının evini gözetlemekten alıkoymadı mı?'' diye sorunca Hz. Ömer onu
serbest bıraktı."
Hz.
Ömer (r.a.) uyku saatinden sonra lamba yakılmasını yasaklamıştı, çünkü tavanda
asılı olan lambaların fitilini fareler çekerek lambayı düşürür, hurma
dallarından meydana gelmiş olan tavanı yakardı. Hz. Ömer bundan dolayı uykudan
sonra lamba yakmayı yasaklamıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
hususta Hz. Ömer'den önce aynı mahiyette bir yasak koymuştu.
Eslem
şöyle anlatır: "Bir gün Ömer bin Hattab ile birlikte Medine dışında taşlık
bir araziye doğru çıktık. Sirar adı verilen yere geldiğimizde uzaktan bir
ateşin tütmekte olduğunu gördük. Ömer: ''Haydi oraya gidelim,'' dedi. Oraya
doğru koşmaya başladık, onlara yaklaştığımızda yanında iki küçük çocuğu olan
yaşlı bir kadına rastladık. Ateş yanıyor ve ateşin üzerinde de bir tencere
kaynıyordu. Çocuklar da sızlanıp duruyorlardı. Ömer: ''Selam size ey ışığın
sahipleri!'' dedi ve bu sözünü ey ateş sahipleri demeye tercih etti. Kadın:
<<Ve aleykesselam,'' diye cevap verdi. Ömer: <<Yaklaşabilir
miyiz?'' diye sorunca, kadın: ''Hayırla yaklaşın, yoksa vazgeçin,'' diyerek
karşılık verdi. Bunun üzerine yaklaştık ve Ömer onlara: ''Sizin durumunuz ne?
Burada ne yapıyorsunuz?'' diye sorunca yaşlı kadın: ''Görüyorsun ya, gece ve
soğuk bizi kasıp kavuruyor,'' dedi. Ömer: ''Bu çocuklar neden böyle ağlayıp
sızlanıp duruyorlar?'' diye sordu. Kadın: ''Açlıktan.'' diye cevap verdi. Ömer:
''Bu tencerede ne pişip duruyor?'' diye sorunca kadın: ''Onları uyutuncaya
kadar bu şekilde avutuyor, onlar uyuyana kadar ben de bu şekilde ateş yakıp
duruyorum ki oyalanıp dursunlar.
Yüce
Allah bizimle Ömer arasında Hakem'dir,'' dedi. Ömer: ''Evet, Hay Allah senden
razı olsun, Ömer sizin bu halinizi nereden bilsin?'' deyince, kadın: ''Bizim
yönetim işlerimizi üzerine alsın da neden bizim bu halimizden gafıl olsun?''
diye sordu. Bunun üzerine Ömer benim kulağıma eğilerek: ''Haydi gidelim,''
dedi. Hemen oradan çıkıp koşmaya başladık ve Medine'ye gelip Beytu'lmal'in un
bulunan yerine varıp oradan bir çuval un ve bir miktar iç yağı çıkardık. Ömer
çuvalı sırtına yüklendi. Ben ne kadar yüklenmek istediysem de Ömer fırsat
vermedi ve şöyle dedi: ''Sen benim günahımı kıyamet gününde yüklenebilir
misin?'' Bunun üzerine çuvalı Ömer'in sırtına yükledik ve birlikte aynı yere
doğru koşmaya başladık. Nihayet kadının bulunduğu yere varınca hemen o un çuvalını
yere yıktı ve kadına: ''Bana müsaade et de şu tencereye un koyup çorba
pişireyim ve biraz karıştırayım,'' dedikten sonra eğilip üflemeye başladı.
Ömer'in büyükçe ve uzunca sakalı vardı. Dikkatlice bakıyordum. Duman Ömer'in
sakalının arasına girip çıkıyordu. Sonra tencereyi indirdi, yemek kaynamıştı.
Nihayet tencereyi yere koydu. Kadın bir sahan getirdi, Ömer yemeği bu sahana
boşalttı ve kadın da çocuklara yedirmeye başladı. Çocuklar doyuncaya kadar Ömer
işlerine devam etti. Sonra kalanı kadına bırakıp ayrılmak üzere ayağa kalktık.
Kadın şöyle demeğe başladı: ''Allah senden razı olsun, asıl emıru'l-müminin sen
olmalıydın.''
Hz.
Ömer ona şöyle karşılık verdi: ''İnsanları hayırla yad et. Eğer Medine'ye
emiru'l-müminin'in yanına gelirsen beni orada bulursun.'' Nihayet çocuklar
doymuş, yüzleri gülmeye başlamıştı. Rahatça uzanıverdikleri sırada Ömer onları
seyrediyordu. Çocuklar uykuya daldıktan sonra Ömer ayağa kalktı, Allah'a
hamdederek şöyle dedi: ''Ey Eslem! Gerçekten açlık bu çocukları perişan etmiş,
onları ağlatmış; fakat onların bu hallerini görünce bir türlü buradan ayrılmak
istemiyorum .. ''"
Salim
bin Abdullah bin Ömer şöyle anlatır: "Hz. Ömer Müslümanları, bir şeyden
alıkoyduğu zaman aile fertlerini toplar, onlara şöyle derdi: ''Ben Müslümanları
şu şu hususlardan alıkoydum, onlara bunu yasakladım. Vahşı kuşların yemlerine
baktıkları gibi insanlar da sizin hallerinize ve yaşayışınıza bakıp dururlar,
sizi murakabe ederler. Allah'a yemin ederim ki, eğer sizden birisi bu suçu
işleyecek olursa mutlaka ona iki kat ceza uygularım.''"
Selam
bin Miskin şöyle anlatır: "Hz. Ömer bir şeye ihtiyaç hissedip de darlığa
düştüğü zaman hemen Beytu'l-mal görevlisine gelir, ondan ödünç para alırdı.
Bazen de Bey tu' I-mal yöneticisi Hz. Ömer'i bir darlıkta gördüğü zaman kendisi
O'na gider, borç verirdi. Bazen de Hz. Ömer hemen kendisi gider, bu borçlarını
anında öderdi. "
Hz.
Ömer halifeler arasında Emiru'l-müminin lakabıyla anılan ilk halifedir. Hilafet
görevine getirildiğinde kendisine; "Ey Allah'ın Resulü'nün halifesinin
halifesi!" diye hitab edilince şöyle demişti: "Bu iş uzar gider, her
yeni halife geldikçe ona: "Ey Allah'ın Resulü'nün halifesinin halifesinin
halifesi," denilirse bu iş olmaz. Siz müminlersiniz, ben de sizin
emirinizim." demişti. Bunun üzerine müminler de ona ''Emiru'l-mü'minin''
lakabını vermişlerdi.
Ayrıca
ilk defa İslam tarihinde tarih başlangıcını ihdas eden ve kullanan kişidir.
Hz.
Ömer Bey tu' I-mali ilk defa ilıdas eden kişidir. Ayrıca geceleyin halkın
durumunu anlamak için dolaşmaya çıkan kimsedir. Diğer yandan Müslümanlardan aç
olan kimseleri araştırıp soran O olmuştur. Cariyelerden Ümmü'l-veledin
satılmasını yine Hz. Ömer yasaklamıştır. Aynı şekilde cenaze namazının dört
tekbirle kılınmasını o sınırlandırmıştır. Daha önce cenaze namazı dört, beş,
altı, gibi tekbirlerle kılınmaktaydı.
Vakıdi
şöyle der: "Ramazan ayında Müslümanların cemaatle teravih namazı
kılmalarını ilk defa sağlayan ve bununla ilgili olarak bütün valilere yazılar
yazıp teravih namazını cemaatle kılmaya davet eden Hz. Ömer olmuştur. İlk defa
eline kırbaç alıp da bununla hadleri uygulayan ve İslam tarilıinde divanları
tesis eden yine O'dur."
Zazan
şöyle anlatır: "Hz. Ömer, Selman'a: ''Ben, hükümdar mıyını, yoksa halife
miyim?'' diye sorunca Selman: ''Sen eğer Müslümanların arazilerinden bir dirhem
az veya çok bir vergi alıp da onu yerli yerinde harcamayacak olursan bil ki,
sen kralsın, hükümdarsın, halife değilsin.'' Bunun üzerine Ömer (R.A.) ağlayıp
durmuştu."
Ebu
Hureyre şöyle anlatır: "Allah Hanteme'nin oğluna rahmet eylesin.
Kıtlık
yılında sırtında çuvallar, elinde yağ tulumlarıyla taşınıp giderken O'nu
görüyordum. Bir gün aynı şekilde sırtında bir çuval un ve Eslem ile birlikte
bir yere giderken bana rastladı. ''Nereden geliyorsun ey Eba Hureyre?'' diye
sorunca, O'na ''Yakın yerden.'' dedim ve onunla birlikte elindekileri taşımak
istedim. Nihayet birlikte Sırar denilen yere vardık. Orada yirmiye yakın çadır
bulunuyordu. Bunlar mücahitlerin ve Müslüman savaşçıların geride kalanlarıydı.
Hz. Ömer (R.A.): ''Neden buraya gelip yerleştiniz:'' diye sorunca, onlar:
''Meşakkatler ve zorluklar bizi buraya attı,'' diye cevap vermişlerdi. Bir
yandan da ölü bir hayvanın derisini çıkarıp onu ateşte pişirmiş kemiriyorlardı.
Diğer
yandan bir ölü hayvanın kemiklerini parçalamışlar, bu kemik kırıntılarını
yemekteydiler. Hz. Ömer onları böyle görünce çok üzüldü ve yere abasını serip
getirdiği unu ve yağı karıştırıp onlara çorba pişirmeye başladı. Oradakiler
iyice doyunca Hz. Ömer Eslem'i Medine'ye gönderip develer getirtti ve hepsini
Cebane denilen yere götürdü. Her türlü giyim ve yiyecek ihtiyaçlarını giderdi.
Bu kıtlık yılı tamamen atlatılıncaya kadar Ömer (R.A.) bu ve bunlar gibi muhtaç
olan kimselere yakınlık gösteriyor, ihtiyaçlarını gideriyordu. "
Ebu
Hayseme şöyle anlatır: "Şifa binti Abdullah'ı yanında bulunan genç
kızlarla birlikte yürürlerken gördüm. Bunlar yavaş yavaş konuşuyorlardı. Şifa
diğerlerine, ''Bunlar kimlerdir?'' diye sordu. Onlar da, ''Bunlar Allah'a
ibadet eden, ona hakkıyla bağlanan kimselerdir,'' diye cevap verdiler. Bunun
üzerine O şöyle dedi: ''Vallahi Ömer bin Hattab konuştuğu zaman
karşısındakileri dinletirdi. Yürüdüğü zaman, bir hayli süratli yürürdü. Dövdüğü
zaman da acıtırdı. Vallahi o Allah'a hakkıyla ibadet edenlerin en iyilerinden
idi.''"
Hasan
şöyle anlatır: "Bir gün Hz. Ömer'i hutbe okurken gördüm. Üzerinde biri
deriden olmak üzere on iki yaması olan bir elbisesi vardı."
Ebu
Osman en-Nehdi şöyle anlatır: "Hz. Ömer'i hac mevsiminde şeytanı taşlarken
gördüm. Üzerinde deri parçasından yama yapılmış bir elbise vardı. "
Hz.
Ali de şöyle anlatır: "Hz. Ömer'i Kabe'yi tavaf ederken gördüm.
Üzerinde
parçalarından bir tanesi deri olan on iki yamalı bir elbise gördüm."
Hasan
şöyle anlatır: "Hz. Ömer, Kur'an'ın bir ayetini tekrar tekrar okuyup
duruyor ve onun tesiriyle hastalanıyordu. Hatta yatağa düşer ve bu
hastalığından dolayı ziyaret edilirdi. Bir gün birisi Kur'an-ı Kerim'den Tur
suresini okurken Hz. Ömer ona rastlamış, bu Kur'an okuyan adam: ''Rabbinin
azabı mutlaka vukuu bulacaktır. Ona engelolacak bir şey yoktur'' (et-Tur
suresi, 5217-8) ayetine geldiği zaman Ömer (r.a.) bir hayli etkilenmiş, yerinde
yığılıp kalmış, sonra evine taşınıp götürülürken bu ayetin tesiriyle bir ay
hasta yatmıştı. Hz. Ömer çarşı ve pazarları dolaşır, bu arada Kur'an okur,
Müslümanlardan anlaşmazlığa düşenler arasında meydana gelen ihtilafları çözer,
hüküm verirdi."
Musa
bin Ukbe şöyle anlatır: "Bir gün Hz. Ömer'e bir heyet gelir, şöyle derler:
''Çoluk-çocuğumuz bir hayli arttı. Zorluklar gittikçe şiddetlenip duruyor.
Bunun için bize bir miktar yiyecek ver.'' Ömer: ''Evet, doğruyu söylediniz,
başınıza gelenler öyledir, fakat siz bir sürü dul kadınları edinmiş, sonra da
Allah'ın malından geçinmeyi alışkanlık haline getirmişsiniz. Ben sizinle
birlikte derıizin tam ortasında doğuya ve batıya doğru yönelmiş giden bir
gemide beraber olaydım da orada insanlar kendilerine emir verecek ve onları
yönetecek bir adam seçselerdi, bu kişi onlara doğruyu gösterdiği ve kendisi
doğruca davrandığı takdirde ona tabi olur, doğruluktan ayrılması halinde onu
öldürürlerdi.'' Talha o anda şöyle sorar: '''O yolundan ve haktan ayrılacak
olursa onu azlederler,' diye söyleseydin daha iyi değil miydi?'' Hz. Ömer:
''Hayır, çünkü böyle birini öldürmek, kendisinden sonra gelecek olanlara büyük
bir ibret teşkil eder. Onun için kendi tedbirlerini ona göre alırlardı. Halkın
kendisinden razı olarak uyuyan, kızgınlık anında gülen, önüne geleni yiyen bir
Kureyş'li gençten sakının.''
Mücalid
şöyle anlatır: "Bir gün Hz. Ömer'in yanında bir adamdan söz edilir. O'na:
''Ey müminlerin emiri! Bu adam gerçekten kendisinden şer ve kötülük sadır olan
faziletli bir kişidir.'' denir. Bunun üzerine şöyle karşılık verir: ''İşte bu
özelliği ve diğerlerinin anlayışı onu kötülüğe sürüklemiştir.''
Salih
bin Keysan şöyle anlatır: Muğire bin Şu'be dedi ki: "Hz. Ömer
defnedildiğinde Ali'ye gidip Ömer hakkında bazı şeyler dinlemeyi arzu ettim.
Ali'nin yanına vardığımda gusül abdesti almış, başını ve sakalını kurutup duruyordu.
Onun kendisine bu işin, yani hilafet işinin devredileceği konusunda şüphesi
yoktu. Yanına vardığımda şöyle dedi: ''Allah Ömer bin Hattab'dan razı olsun,
Allah O'na rahmet eylesin. Ebu Hayseme kızı doğru söyledi. O iyilikle gitti,
kötülüklerden alıkonuldu. Gerçekler bizzat O'na söyletildİ.''
İbn
Müseyyeb şöyle der: "Bir gün Ömer bin Hattab hac mevsiminde Dacnan denen
yere gelip şöyle dedi: ''Kendisinden başka ilah olmayan Allah ne yücedir. O
dilediğine verir ve dilediğinden alır. Ben bir zamanlar babam Hattab'ın
develerini bu vadide otlatırdım. Sırtımda da yünden bir keçe vardı. Hattab
gayet katı bir adamdı. Bir iş yaptırdığı zaman beni bir hayli yorardı. Şayet
yapmayacak olursam da döverdi. Bu gün ise öyle bir güne geldim ki benimle Allah
arasında şu anda hiç kimse yoktur.''"
Eslem
şöyle anlatır: "Bir gün Hind binti Utbe Hz. Ömer'e gelerek ticaret yapmak
için Beytu'I-mal'den dört bin dinar borç istedi. Hz. Ömer O'na bu borcu vermiş,
Hind de Kelboğulları Kabilesi'ne çıkıp bazı şeyler satın almış ve satmıştı. Bu
arada kocası Ebu Süfyan ve O'nun oğlu Amr'ın Muaviye'ye gittiklerini duymuştu.
O da Muaviye'ye doğru giderek onların yanına varmıştı. Ebu Süfyan bu arada
Hind'i boşamış bulunuyordu.
Muaviye
Hind'e şöyle dedi: ''Ey anneciğim! Neden buraya geldin?'' O da: ''Seni görmek
için geldim. Bu aldıklarım ise Ömer'dendir. O, Allah rızası için alıp verir.
Baban ise sana gelmiş. Korkarım ki O'na bir şeyler verip durursun. İnsanlar
bunu işitirlerse bunları nereden getirdiğinden şüpheye düşerler, sen de bu şüpheyi
ebediyen gideremezsin.'' Bunun üzerine yine de Muaviye babasına ve kardeşine
yüzer dinar gönderip onları iyice donatmış ve hediyeler vermişti. Muaviye'nin
kardeşi Amr kendisine verilen bu hediyeyi azımsamış ve biraz da öfkelenmiş,
fakat babası Ebu Süfyan O'na: ''Bunları az görme,'' demişti. Nihayet hep
birlikte Medine'ye geri döndüklerinde, Ebu Süfyan Hind'e: ''Nasıl, ticaretinde
kazançlı oldun mu?'' diye sormuş, Hind de: ''Allah bilir,'' demişti. Hind
Medine'ye vardığında, ticaret mallarını satmış ve pek memnun olmayarak durumu
Hz. Ömer'e bildirmişti. Ömer: ''Gerçekten bunlar benim öz malım olsaydı sana
bağışlardım, fakat bunlar bütün Müslümanların malıdır,'' demiş ve Ebü Süfyan'a
şöyle sormuştu: ''Muaviye sana ne kadar hediye verdi?'' Ebü Süfyan da bunun
üzerine: ''Yüz dinar,'' cevabını vermişti."
İbn
Abbas anlatır: "Bir gün Ömer bin Hattab ve arkadaşları oturmuş şiir ve
şairler hakkında konuşuyorlardı. Bazıları: ''Falan kimse iyi şairdir, yok falan
daha iyidir,'' deyip dururken ben de yanlarına varmıştım. Ömer şöyle dedi:
''İşte bakınız bu konuda insanların en alimi geldi.'' Bana: ''Kim şair, kim iyi
şair ve şairlerin en büyüğü kimdir?'' diye sordu. Ben de onlara: ''En büyük
şair Züheyr bin Ebi Sülma'dır,'' deyince, Ömer (r.a.): ''Haydi onun şiirlerinden
bazılarını biliyorsan bize söyle,'' dedi. Onlara Zübeyr bin Ebi Sülma'nın
Gatafan Kabilesi hakkındaki şiirini okudum. Hz. Ömer şöyle dedi: ''Vallahi, bu
şiiri ancak Haşimoğulları'na mensup bir kimse okuyabilir. Onlar Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yakınlıklarından dolayı böyle bir fesahat ve
belagate sahip olmuşlardır'' Ben de O'na: ''Allah seni muvaffak etsin ey
müminlerin emiri ve muvaffakiyetin devam etsin.'' Hz. Ömer şöyle karşılık
verdi: ''Ey İbn Abbas! Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra sizi bu
işten alıkoyan ne oldu biliyor musun?'' Ben ona cevap vermekten hoşlanmadım,
dedim ki: ''Ben bunu bilmiyorsam Emiru'l-müminin daha iyi bilir'' O zaman: ''Bu
insanlar Haşimoğulları'nda peygamberliğin ve hilafetin bir arada olmasını istememiştir,
öyle olsaydı, siz kavminize karşı bir hayli övünüp dururdunuz. Onun için Kureyş
kendisi için emirler tayin etti ve Allah da onları bu konuda muvaffak kıldı,''
dedi. Bunun üzerine ona şöyle dedim: ''Ey Müminlerin Emiri! Eğer kızmayacak
olursan bana müsaade et, bu konuda bazı şeyler söyleyeyim.'' O da: ''Buyur,
söyle,'' dedi. Dedim ki: ''Kureyş kendi nefsi için emirler tayin etti ve bu
konuda isabet edip başarıya ulaştı. Gerçekten Kureyş Yüce Allah ona
peygamberini seçip gönderdiği zaman eğer öyle değil de kendisi için seçmiş
olsaydı böyle reddedilir ve kıskanılırdı. Yine Kureyş'in peygamberlik ve
hilafetin bizde toplanmasını istememeleri sözüne gelince, Cenab-ı Allah bir
kavmi şöyle vasıflandırmıştır: ''Böyledir; çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmamışlar,
Allah da onlarım amellerini heder etmiştir.'' (Muhammed suresi, 47/9). İşte bu
ayetinde olduğu gibi bunu hoş karşılamazlardı.'' Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle
dedi: ''Heyhat! İbn Abbas, gerçekten ben senin hakkında bazı şeyler işitmiştim.
Eğer onları sana söyleyecek olursam sana karşı muhabbetim azalır diye
korkuyordum.'' ''Nedir bunlar?'' diye sordum. ''Şayet bunlar doğru olan şeyler
olsaydı, benim senin indindeki makamım ve değerim azalmazdı ve eğer bunlar
batıl şeyler ise o zaman da bunları gidermek gerekir.'' O zaman Hz. Ömer şöyle
dedi: ''Senin, bu görevi Kureyş'in bir kıskançlık ve zulüm sonucu senden
aldıklarını söylediğini işittim.'' Ben de ona: ''Ey Müminlerin Emiri! 'Bu işi
zulmen aldılar' demene bakarsak bu söz cahil ve halim kimseler için gayet
apaçıktır. 'Bu işi kıskançlıklarından dolayı aldılar' sözüne gelince ise,
gerçekten Ademoğlu kıskançtır ve biz de kıskançların neslinden geldik,'' dedim.
Ömer (R.A.) şöyle karşılık verdi: ''Yazıklar olsun, yazıklar olsun ey İbn
Abbas! Hala siz Haşimilerin kalbIeri kıskançlıkla doludur ve bu devam ediyor.''
Ben de: ''Yavaş ol, Allah'ın kalplerini tamamen kötülüklerden arındırdığı ve
vücutlarını her türlü hile ve aldatmalardan temizlediği bir kavim için nasıl
böyle dersin? Bil ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kalbi de
Haşimoğulları kabilesinin kalplerinden biridir,'' dedim. Bunun üzerine Ömer
(R.A.): ''Sana söyleyeceklerim var ey İbn Abbas,'' dedi. Ben de: ''Buyrun ey
Müminlerin Emiri,'' dedim, sonra oradan ayrıldım. Hz. Ömer benden sıkılmış,
utanmış olacak ki hemen kalkıp bana seslendi: ''Dur ey İbn Abbas! Ben seni
sevindirecek şekilde her türlü hakkını korumaya riayet ederim.'' Ona dedim ki:
''Ey müminlerin emiri! Benim senin üzerinde ve bütün Müslümanların üzerinde bir
hakkım vardır. Kim bu hakkı korursa, hayır kazanır, kim bu hakkı korumazsa
hataya düşer.'' Sonra kalkıp gitti."
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA