İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT |
HADRAMUT
VE KİNDE HALKININ İRTİDAT ETMESİ
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde Hadramut'un çeşitli bölgelerindeki
valileri şunlar idi: Ensar'dan Ziyad bin Ebi Lebid Hadramut'un, Ukaşe bin Ebi
Ümeyye es-Sekasik ve Sekun'un, Muhacir bin Ebi Ümeyye Kinde'nin. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) MuMcir bin Ebi Umeyye'yi Kinde'ye tayin etmiş,
fakat Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edinceye kadar yola
çıkmamıştı. Bu bakımdan Hz. Ebu Bekir (r.a.) O'nu önce Yemen'deki isyancılarla
savaşmak ve daha sonra da görevine gitmek üzere gönderdi. Muhacir, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Tebuk Savaşı'na katılmamış ve
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaştan geri döndüğünde O'na
serzenişte bulunmuştu. Bir gün Um Seleme, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in başını yıkamakta iken: "Sen, benim kardeşime kırgın iken yaşamanın
bana ne faydası vardır" deyince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
yumuşadığını görmüş, o da bunun üzerine hizmetçisine işaret edip Muhacir'i
çağırtmıştı. O da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i razı edinceye kadar özür
beyan edip durmuştu. Sonunda Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O'nu Kinde'ye
tayin etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde henüz görevine
gitmek üzere yola çıkmamış, ancak onun vefatından sonra yola çıkabilmişti.
Kindelilerin
irtidat ederek yalancı Esved'e uymalarının ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in onlar arasından dört krala lanet etmesinin sebebine gelince:
Kindeliler
İslam'a girince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hadramutlulardan
alınan zekatın bir kısmının Kindeliler'e, Kindeliler'den alınan zekatın bir
kısmını da Hadramutlular'a, yine Hadramutlular'dan alınan zekatın bir kısmının
Sekunlular'a, Sekunlular'ın zekatının bir kısmının da Hadramutlular'a
dağıtılmasını emretti. Bunun üzerine Veliaoğulları'ndan bazı kimseler:
"Bizim Kinde'den Hadramut'a kadar gidecek bineğimiz yoktur, eğer uygun
görürseniz bu iş için bize binek gönderiniz" dediler. Onlar da: "Biz,
durumun dediğiniz gibi olduğunu görürsek istediğinizi yerine getireceğiz"
diye cevap verdiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edince,
Veliaoğulları: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vermiş
olduğunuz sözü aynen yerine getiriniz" dedilerse de, Hadramutlular:
"Hayır,
sizlerin bineğiniz vardır, siz onlara yükletip gönderiniz" dediler. Diğer
taraftan Ziyad'a dönerek: "Sen, bize karşı ve onlarla berabersin"
diye çıkıştılar. Daha sonra Hadramutlular binek vermekten imtina ettikleri
gibi, Kindeliler de dediklerinden vazgeçmeyip yurtlarına geri döndüler ve ne
yapacaklarına dair bir türlü karar veremediler. Ziyad, Muhacir'in gelmesini
beklemeyi öğütleyip onları bir süre durdurdu.
Muhacir,
Medine'de kalıp görevine varmakta gecikince, yerine, Ziyad'ı vekil olarak tayin
etmişti. Muhacir, San'a'dan görevinin başına giderken Ebu Cehil'in oğlu İkrime
de O'nunla birlikte idi. Onların birisi Esved'in üzerine giderken, diğeri
Vailoğulları üzerine gitmişti. Ziyad bin Lebid ise Kindelilerden olan Amr bin
Muaviyeoğulları'nın zekatlarını toplamayı üzerine almıştı. Onların yanına
vardığında, bunlar arasından zekat almak üzere ilk olarak Şeytan bin Hucr'un
yanına vardı. O'ndan zekat olarak genç bir dişi deve aldı ve onu işaretIedi.
Fakat bu devenin Şeytan'ın kardeşi olan Adda' bin Hucr'a ait olduğu anlaşıldı.
Adda'ın kardeşi onu zekat olarak verdiğinde kendisinin sanmıştı. Bu devenin adı
Şezre imiş. O da bunu fark edememişti. Bunun üzerine Adda': "Bu benim
devemdir" deyince Şeytan: "Doğru söylüyor, onu bırak ondan başkasını
al" dedi. Ziyad onu küfürle ve İslam'dan uzaklaşmakla itham edip bu deveyi
onlara vermeyerek: "Artık bu Allah'ın hakkı olmuştur" demesi üzerine
iki kardeş onu almak konusunda direndiler. Ziyad onlara: "Şezre sizin için
savaşa neden olan Besus adlı deve gibi olmasın" deyince. Adda': "Ey
Amroğulları, bana zulmediliyor ve ben kahrediliyorum, zelil kimse kendi
yurdunda çiğnenip geçilendir" diyerek Harise bin Süraka bin Ma'dey Kerib'i
çağırdı. Harise gelip, henüz oradan ayrılmamış olan Ziyad'a: "Bu adamın
devesini bırak ve ondan başkasını al" dediyse de Ziyad: "Hayır, bunu
yapamam" diye cevap verince, Harise: "Onu bırakmamak için Yahudi
olman gerekir" deyip devenin yularını çözdü, serbest bıraktı ve alınmasını
önledi. Ziyad, Hadramut ve Sekunlulardan bir takım gençlere emir vererek,
Harise'yi yaptığından alıkoydular ve arkadaşları ile birlikte ellerini bağlayıp
deveyi geri aldılar. Bunun üzerine Kindeliler bağrışmaya başladı.
Muaviyeoğulları, Harise'ye yapılan bu işten gazaba geldi ve bunu açıkça ortaya
koydular. Diğer taraftan Hadramutlular ve Sekllnlular da Ziyad'ın lehine gazaba
geldiler. Her iki taraf da büyük asker topladı. Fakat Muaviyeoğulları esirleri
dolayısıyla hiçbir şey yapmadılar. Bu nedenle Ziyad'ın etrafındakiler de
Muaviyeoğulları 'nın aleyhine kullanacak bir şey bulamadılar. Ziyad,
Muaviyeoğulları'na silahlarını bırakmalarını emrettiği halde onlar, bunu yapmayıp
esirlerinin serbest bırakılmasını istediler. Ziyad ise onları serbest
bırakmadı. Geceleyin Muaviyeoğulları üzerine bir baskın düzenleyip onların bir
kısmını öldürdü, diğerleri de dağıldılar. Onların dağılmaları üzerine Harise'yi
ve O'nunla birlikte esir aldıkları diğer kimseleri serbest bıraktı. Esirler
arkadaşlarının yanına vardıklarında onları Ziyad'a ve O'nunla birlikte olanlara
karşı kışkırttılar. Böylelikle oldukça kalabalık bir asker grubu toplandı ve
zekatı vermemek hususunu açıkça ilan ettiler. el-Husayn bin Numeyr elçi olarak
gitti, böylelikle iki taraf birbirlerine bir şey yapmadı. Bu olaydan sonra bu
şekilde kısa bir süre kaldılar.
Daha
sonra Kaideliler'den Amr bin Muaviyeoğulları Mahacır'a indiler. (1)
(1) Mahacır:
Taşocağı ve taşlık bölge anlamına gelen ''Mahcar'' kelimesinin çoğuludur.
(Çev.)
Burası
kendileri için çevirdikleri sınırlar idi. Cemed, Mihlas, Mişrah, Ebza'a ve kız
kardeşleri Amarrede birer mahcere indiler. İşte Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in, kendilerinden daha önce söz edilen ve O'nun lanet etmiş olduğu
Amroğulları'nın başkanları olan ve kendilerinden ''dört kral'' diye söz
edilenler bunlardır.
Haris
bin Muaviyeoğulları da kendi mahcerlerine indiler. Eş'as bin Kays, es-Simt bin
el-Esved de birer mahcere indi. Muaviyeoğulları tümüyle zekat vermemek
konusunda söz birliği ettiler. Ancak Şurahbil bin es-Sımt ile O'nun oğlu,
Muaviyeoğulları'na: "Hür olanların kanaat değiştirmeleri çirkin bir
şeydir. Kerim olan kimseler, 'utanırlar' düşüncesiyle daha açık olan bir şeye
şüpheyi bırakıp gitmezlerken; güzel ve iyi olan, hak olan bir şeyi bırakıp
batıl ve çirkin olan bir şeye nasıl dönülebilir. Allah'ım, bizler bu konuda
kavmimizle birlikte olmuyoruz" diyerek onlardan ayrıldılar ve Ahs'in oğlu
İmru'u'l-Kays ile birlikte Ziyad'ın yanına vardılar. Şurahbil ve oğlu, Ziyad'a:
"Sen, bunların üzerine hemen bu gece hücum et, çünkü Sekasik ve
SekUnlulardan bazı kimseler gelip onlara katıldıkları gibi Hadramutluların
kaçkınları da bunlara gelip katılmıştır. Eğer dediğimizi yapmayacak olursan
insanların bizleri bırakıp onların yanına gitmelerinden korkarız" diye
söylediler. Ziyad, onların geceleyin karşı tarafa baskın yapmak fikirlerini
kabul etti. Toparlanıp onları mahcerlerinde ateşlerinin etrafında oturmuş olarak
buldular. Amr bin Muaviyeoğulları üzerine atıldılar. Bu hücumlarını büyük
kalabalık ve silahlı olarak beş ayrı koldan yaptılar. Bu baskın sonucunda
Mişrah'ı, Mihvas'ı, Cemed'i, Ebza'a'yı ve kız kardeşleri olan Amarrede'yi esir
aldılar. Bunlar, böylece Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in lanetine
uğradılar, onlardan ve beraberlerinde bulunanlardan pek çok kişi öldürüldü.
Kaçabilenler kaçtılar. Ziyad bin Lebid de ganimetIeri ve esirleri alıp geri
döndü. el-Eş'as'ı geride bıraktılar, o da kendi kavmi arasında isyana kalkıştı
ve kavminden yardım isteyip etrafında pek çok kimseyi topladı.
Ziyad,
Muhacir'e mektup yazıp isyancılara karşı savaşmak üzere teşvik etti. O'nun bu
mektubunu yolda alan Muhacir, askerlerin başına Ebu Cehil'in oğlu İkrime'yi bırakarak
alelacele yola koyuldu. Ziyad'ın yanına ulaştı ve Kinde'ye vardı. Orada
ez-Zurkan Taşlığı'nda karşı karşıya geldiler ve çarpışmaya tutuştular.
Kindeliler bozguna uğradı ve onlardan pek çok kişi öldürülürken, kaçanlar da
en-Nuceyr Kalesi'ne sığındılar. Burasını tamir edip düzelttiler. Muhacir de
onların üzerine gidip karargahını kurdu. Kindeliler enNuceyr' de toplanıp
kendilerini korurken, Müslümanlar onları muhasara altına aldı. İkrime de gelip
onlara katıldı ve Kindelilerin muhasarası daha bir arttı. Etrafa onları ele
geçirmek üzere çeşitli askeri birlikler gönderildi ve bir kısmı da öldürüldü.
en-Nuceyr'de bulunan Kindeliler ve diğerleri kaleden dışarıya çıkıp
Müslümanlarla çarpışmaya giriştiler. Pek çoğu öldürülünce, kalelerine geri
döndüler, korkuya kapıldılar ve öldürülmekten çekinir oldular. Başkanları da
kendileri için korkmaya başladılar. Bunun üzerine dokuz kişi ile birlikte
elEş'as çıkıp Ziyad'dan kendilerine ve ailelerine, kapıyı açmaları karşılığında
eman verilmesini istediler. Ziyad, onlara: "İstediğinizi yazınız, daha
sonra bana belgeyi mühürlemek üzere getiriniz" dedi. Belgeyi hazırladılar;
fakat Eş'as kendi adını yazmayı unutmuştu. Çünkü Cahdem adındaki birisi elinde
bir bıçak olduğu halde üzerine atılmış ve kendisine: "Ya beni yazarsın
yahut seni öldürürüm" demiş, Eş'as da onu yazarken kendisini yazmayı
unutmuştu. Kapıyı açtılar, Müslümanlar kaleden içeriye girdiler ve bütün
savaşçıların boyunlarını uçururken pek çok ganimet ve esir aldılar. Onların
işlerini bitirdikten sonra Eş' as bu topluluğu çağırıp beraberlerindeki belge
ile bu belgede yazılı bulunanları himayesine aldı. Fakat belgede ismi geçenler
arasında Eş'as'ın olmadığı görülünce Muhacir: "Ey Allah'ın düşmanı Eş'as!
Senin ağzını yanıltan Allah'a hamd ederim. Gerçekten ben, Allah'ın seni
alçaltmasını temenni ediyordum" diyerek ellerini kollarını bağladı.
Muhacir'e: "O'nu öldürmeyip Ebu Bekir'e gönder, O, hakkında verilecek
hükmü daha iyi bilirdeyince, esirlerle birlikte O'nu Hz. Ebu Bekir'in yanına
gönderdi.
Denildiğine
göre, Nüceyr çevresindeki kuşatma artınca, Eş'as, Muhacir'in, Ziyad'ın ve
Müslümanların yanına gelerek kendilerinden, Ebu Bekir'in yanına gönderilip
hakkında uygun göreceği şeyi yapmak üzere kendisine eman vermelerini, buna
karşılık da Nüceyr'in kapılarını onlara açıp kalede bulunanları Müslümanlara
teslim etmeyi teklif etti ve böylelikle arkadaşlarına ihanet etti. Müslümanlar
O'nun bu teklifini kabul ettiler. O da onlara kalenin kapılarını açtı. Kalede
bulunan kralları indirip öldürdüler. Eş'as'ı da bağlayıp esirlerle birlikte Hz.
Ebu Bekir'in yanına gönderdiler. O'na hem Müslümanlar hem de kavminin esirleri
lanet okuyordu. Kavminin kadınları, kendisine ''ateşin ibiği'' adını verdiler.
Onlar ihanet edenlere bu adı veriyorlardı. Eş' as, Medine,ye geldiğinde Hz. Ebu
Bekir kendisine: "Görüşüne göre sana ne yapacağım?" diye sorunca,
Eş'as "Bilmiyorum" dedi. Hz. Ebu Bekir: "Ben, seni
öldüreceğim" deyince, Eş'as: "Ben, onlardan on kişinin kanının
bağışlanmasını istemiştim. Bu bakımdan benim kanımın akıtılması helal olmaz"
dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a.): "Belge imzalandıktan sonra adı
geçenler üzerine barış yapmak gerekir, fakat sen bundan önce sadece bir aracı
idin" diye cevap verdi. Eş'as öldürüleceğinden korkunca: "Sen bana
bir iyilik yap da beni esirlikten kurtar, benim yanılmamı bağışla ve benim
gibilere ne yaptınsa bana da aynı şeyi yapıp zevcemi bana iade et" diye
yalvardı. Eş'as, daha önce Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına
geldiğinde Hz. Ebu Bekir'in kız kardeşi olan Um Ferve'yi istemiş ve onunla
nikahlanmayı ikinci gelişine bırakmıştı. Fakat Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) vefat etmiş, Eş'as da irtidat etmişti. "Sen bana bu iyiliği
yapacak olursan benim ülkemin halkı arasında Allah'ın dinine en yararlı kişi
olduğumu göreceksin" diye ekleyince, Ebu Bekir kanını bağışlayıp O'na
ailesini vermiş, Irak Fethi'ne kadar Medine'de kalmış ve hak sahipleri arasında
ganimetleri paylaştırmıştı.
Denildiğine
göre, İkrime zaferden sonra gelmiş ve Ziyad ile Muhacir de beraberinde
bulunanlara: "Sizin kardeşleriniz sizlere yardımcı olmak üzere gelmiş
bulunuyorlar, bu bakımdan onları aldığınız ganimetlerde ortak yapınız demişler;
kabul ederek ganimetIerde onları ortak yapmışlardı.
Ömer
bin el-Hattab halife olunca, şunları söyledi: "Arapların birbirleri maliki
olmaları çirkin bir şeydir. Yüce Allah bu konuda genişlik vermiş ve Acem
diyarlarını fethetmeyi nasip kılmıştır" diyerek ister Cahiliye Dönemi'nde,
isterse İslam döneminde olsun efendisinden çocuğu olmuş cariyelerin dışındaki
esirlerin, esirlikten kurtarılması konusunda danışmıştı. Sonunda her bir esirin
fidyesini altı ya da yedi deve olarak tespit etmişti. Ancak Hanife ve
Kindeoğulları'nın bu konuda yüklerini hafifletmişti; çünkü onların erkekleri
öldürülmüş bulunuyordu. Bu bakımdan Hanifeoğulları ile Kindeliler'den esir
bulunan kadınları her yerde tespit etmiş ve onların fidyelerini ödemişlerdi.
Yine
hicretin bu 11. yılında Muaz bin Cebel Yemen'den geri dönmüştü. Aynı yıl Ebu
Bekir (r.a.), Hz. Ömer'i kadılığa tayin etmişti. Hz. Ebu Bekir'in halifeliği
süresince, Hz. Ömer, insanlar arasında hakimlik yapıyordu.
Bu
yıl Hac emirliğini Attab bin Esid yaptı. Abdurrahman bin Avf'ın yaptığını
söyleyenler de vardır.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA