İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT |
BAHREYNLİLERİN
İRTİDAT ETMESİ
Carud
bin Mualla el-Abdi, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelip dini
bilgilerini ilerlettikten sonra Nebi, kavmi olan Abdulkaysoğulları'na geri
göndermişti. Carud onlar arasında hatırı sayılır bir noktada bulunuyordu.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde el-Münzir bin Savi
el-Abdi hasta idi. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den kısa bir süre
sonra o da vefat etti. el-Münzir bin Savi öldükten sonra Bahreynliler irtidat
etti. Bekr kabilesi de onların peşinden irtidat etmekle birlikte
Abdulkaysoğulları'nı Carud bir araya topladı. Çünkü onların: "Şayet
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir peygamber olsaydı ölmezdi"
dediklerini işitmişti. Bir araya gelip toplandıkları zaman onlara: "Geçmiş
zamanlarda da Allah'ın bir takım peygamberlerinin bulunduğunu biliyor
musunuz?" diye sorunca, onlar: "Evet" dediler. Bu sefer onlara:
"Peki ne yaptı bunlar?" diye bir soru daha sordu. Onlar da:
"Öldüler" diye cevap verdiler. Bu sefer Carud onlara: "Gerçek şu
ki onların öldüğü gibi Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de ölmüştür. Ben
şahadet ederim ki Allab'tan başka hiçbir ilah yoktur. Ve yine şahadet ederim ki
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah'ın Resulüdür." Bunun üzerine
Abdulkayslılar İslam'a girdiler ve İslamlarında sabit kaldılar.
Ancak
Münzir'den sonra O'nun etrafında bulunanlar, el-Ala bin elHadrami gelip onları
kurtarıncaya kadar bu kuşatmanın altında kaldılar.
Rabialılar
da Carud ve ona tabi olanların dışında Bahreyn'de irtidat etmek konusunda söz
birliği ettiler ve: "Bizler krallığı Münzir bin en-Nu'man bin Münzir'e
teslim etmeyiz" dediler. Münzir çok gururlu anlamına gelen ''el-Garur''
diye adlandırılırdı. Fakat İslam'a girdikten sonra "Ben Garur değil
(aldanmış anlamına gelen) "Mağrurum" diye söylenmeye başlamıştı.
Bekr
bin Vail Kabilesi'nin bir kolu olan Kays bin Sa'lebe'li el-Hutam bin
el-Dubay'a, ortaya çıkıp henüz müşrik olan ve irtidat etmemiş kimseleri
etrafında toplayıp ''el-Katif'' ve ''Hecer'' denilen yerlere kadar gitti.
el-Hatlıları ve onlar arasında bulunan Zutlarla Sebabicelileri de bu konuda
aldattılar. Darin denilen yere bir askeri birlik gönderdiği gibi Cuvasa'ya da
aynı şekilde bir birlik gönderip Müslümanları kuşattı. Cüvasa'da bulunanların
üzerindeki kuşatmanın şartları gittikçe ağırlaşınca, Abdullah bin Hazer
açlıktan ölmek noktasında oldukları bir durumda şu anlamdaki beyitleri
söylüyordu:
''Ey
haberci, Ebu Bekir'e haber ver.
Ve
tüm Medine gençlerine;
Kerim
olan ve Cüvasa'da mahsur
Bulunanlara
yardım edemez misiniz?
Ki
onların yollardaki kanları,
Gözleri
kamaştıran güneş gibidir,
Rahman
'a tevekkül ettik biz,
Çünkü
zafer tevekkül edenlerindir''
el-Ala
bin el-Hadrami'nin onları kurtarmasının sebebi şu idi: Ebü Bekir (R.A.) O'nu
Bahreyn'in mürtetleriyle savaşmak üzere göndermişti, el-Ala, Yemame dolaylarında
iken Hanifeoğulları'ndan olan Sümame bin Usal, kendilerinden Müslüman olanlarla
birlikte gidip O'na katılmıştı. Aynı şekilde Kays bin Asım el-Minkari de O'na
yetişmiş ve Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra
etrafındakilere paylaştırmış olduğu zekatın bedelini vermişti. Ayrıca elAla'ya
Amr ile el-Ebna, Sa' d bin Temim ve er-Ribablılar da katılmış ve aşağı yukarı
O'nun askeri kadar askerle birlikte yanında yer almıştı. el-Ala bütün bu
beraberindekileri alarak ed-Dehna'yı aşıp O'nun geniş bir düzlüğüne vardığı
sırada güneyinden inmiş ve beraberinde bulunanlara da geceleyin konaklamalarım
emretmiş idi. Develeri ürküp üzerindeki yüklerle kaçtı. Böylece yanlarında ne
bir azık, ne de su kalmıştı. Onların üzüntü ve tasalarının büyüklüğünü ancak
Allah bilebilirdi. Birbirlerine vasiyette bulunmaya başladılar. Bu sefer el-Ala
onları çağırdı. Etrafında toplanınca onlara: "Neden bu kadar üzüntüye gark
olup gittiniz?" diye sorunca, ona: "Bizler öyle bir durumdayız ki yarın
güneş etrafı ısıtmadan ölmüş olacağız. Bizi nasıl kınayabilirsiniz?" diye
cevap vermeleri üzerine el-Ala onlara: "Hiçbir şeyden korkmayınız. Sizler
Müslümansınız, Allah yolundasınız. Allah'ın dininin yardımcılarısınız. O
bakımdan müjdeler olsun. Allah'a yemin ederim, sizler kesinlikle bu halde terk
edilmeyeceksiniz." diyerek müjde verdi.
Sabah
namazını kıldıklarında el-Ala ve beraberindekiler Allah'a dua etmeye
başladılar. İleride bir su parıltısı görüldü. Ona doğru yürüdüler. Sudan
içtiler ve yıkandılar. Güneş yükseldiğinde develer her taraftan toplanıp
yanlarına doğru gelmeye başladılar. Develeri çöktürüp onlara su içirdiler. Ebu
Hureyre (r.a.) de onlar arasında idi. Oradan ayrıldıktan sonra Mincab bin
Raşid'e: "Nasıl, suyun olduğu yeri biliyor musun?" diye sorunca, Mincab:
"Evet biliyorum" diye cevap verdi. Ebü Hüreyre (r.a.): "Peki
oraya varıncaya kadar benimle beraber gel" diye söyledi. Ebü Hüreyre
anlatıyor: "Mincab ile birlikte aynı yere vardık. Fakat küçük bir su
birikintisinden başka bir şey bulamadık. Bu sefer ben O'na: "Allah'a yemin
ederim, şu su birikintisi olmasaydı ayrıldığımız yerin bu olduğunu sana
söyleyecektim. Fakat ben bu yerde bugünden önce su görmüş değildim.''
dedim." Aniden orada su dolu bir kab göründü. Bunun üzerine Ebü Hureyre
(R.A.): "Allah'a yemin ederim, asıl yerimiz burasıdır. İşte, bunun için
seni alıp geri döndüm. Ben, daha önce kabımı doldurduktan sonra suyun kenarına
bırakmış ve kendi kendime şayet bu Allah'ın bir lütfu ise, bunu öğrenmiş
olacağım. Yok, eğer bir pınar ise bunu da öğrenmiş olacağım, diye düşünmüştüm.
Buna göre bu Allah'ın bir lütfudur, diyerek Allah'a hamdettim."
Daha
sonra yollarına devam ettiler ve Hecer'de konakladılar, el-Ala, Carud'a haber
gönderip Abdulkayslıları alarak kendisine bitişik taraftan Hutam üzerine inmesini
emretti. Kendisi de beraberinde bulunanlar ile birlikte Hecer tarafından
Hutam'a yaklaşıncaya kadar yoluna devam etti. Müşrikler de Darin halkı dışında
Hutam etrafında toplandılar. Müslümanlar ise, el-Ala etrafında toplandılar.
Müslümanlar etraflarına hendek açtılar. Müşrikler de Müslümanların bulundukları
yere gelip, çarpışıp daha sonra da kendi hendeklerinin arkasına çekilirlerdi.
Bu durum böylece bir ay süreyle devam etti. Yine böyle bir durumda iken
Müslümanlar bir bozgun ya da bir çarpışmanın gürültüsüne benzer bir gürültü
duydular. Bunun üzerine el-Ala: "Bize onların durumunun haberini kim
verecek?" deyince, Abdullah bin Hazer: "Ben" diye cevap verip,
onların hendeklerine yaklaştı. O'nu yakaladılar. Abdullah'ın annesi İcllilere
mensuptu. Bu bakımdan: "Ey Ebcerliler, ey Ebcerliler" diye bağırmağa
başladı. Bunun üzerine Ebcer bin Büceyr geldi, O'nu tanıdı. O'na: "Bu
durumun ne?" diye sordu. Abdullah: "Ben, nasıl ileri gidebilirim ki?
Benim etrafımı tel ve Teymu'l-lat ile başkalarının askerleri sarmış
bulunuyor" deyince, Ebcer O'nu kurtarıp: "Allah'a yemin ederim, sen
çok kötü bir yeğensin, bu gece tutup dayılarına geliyorsun" diye çıkışınca
Abdullah: "Bu sözleri bırak da bana yemek getir, açlıktan ölüyorum"
dedi. Dayısı bir yemek ikram etti. Abdullah yemeği yedikten sonra sarhoş
birisine: "Bana ayrıca bir miktar azık ve bir binek ver" dedi. Adam
kendisine bir deve ve azık ile birlikte hediyeler verdi. Müslümanların yanına
gelerek onlara karşı tarafın sarhoş olduklarını bildirdi. Bu sefer Müslümanlar
onların üzerine giderek diledikleri gibi kılıçtan geçirdiler. Kafirler kaçtı.
.. Kimisi ne yapacağını şaşırdı; kimisi kurtuldu, kimisi öldürüldü, kimisi de
esir alındı. Kaçanlar da ancak üzerlerindeki eşya ve silahla kaçıp
kurtulabiliyordu.
Ebcer
kurtulurken Hutam öldürüldü. Hutam'ı Kays bin Asım, Temimli Afif bin el-Münzir
ayağını kestikten sonra öldürmüş idi. Müslümanlar onların peşinden gittiler.
Afif de el-Münzir bin en-Nu'man bin el-Münzir el-Ganlr'u esir aldı. Daha sonra
da Müslüman oldu. el-Ala ertesi sabah ganimetleri paylaştırdı ve bazı yaralar
almış olanlara ganimetten payları dışında bir takım elbiseler verdi.
Hanifeoğulları'ndan Sümame bin Üsal'e, Hutam'a ait olan ve caka satarak
giyindiği süslü bir elbiseyi verdi. Sümame Darm'in fethinden sonra geri dönünce
Kays bin Sa'lebe'nin oğulları onun üzerindeki bu elbiseyi görüp: "Hutam'ı
sen öldürdün" dediler. Fakat kendisi: "Hayır onu ben öldürmedim, ben
bunu ganimetler arasından seçip satın aldım" dediyse de üzerine atıldılar
ve şehit ettiler.
Kaçanların
büyük çoğunluğu Darin'e gitmek üzere gemilere binerken diğerleri de kendi
kabilelerinin bulunduğu yere sığındılar. Bunun üzerine elAla Bekr bin Vail'den
İslam üzere sebat eden ve aralarında Uteybe bin enNahhas, Müsenna bin Harise ve
başkalarının da bulunduğu İslam dini üzere sebat eden kimselere yazılı emirler
gönderip onlara bozguna uğrayan ve irtidat eden kimselerin geçebilecekleri
bütün yolları tutmalarını söyledi. Onlar da bu emirleri yerine getirip riayet
ettiklerine dair el-Ala'ya elçilerini gönderdiler. O da kendisini arkadan takip
etmelerini emretti. Bu sefer etrafında bulunanları~ Darin'e gitmek üzere teşvik
ederek onlara: "Yüce Allah sizlere karada öyle bir takım mucizeler
göstermişse, denizde bunlardan ibret almanız içindir. O bakımdan halkın,
düşmanınızın peşinden gidin ve bu amaçla denizi yarıp geçin" dedi. Daha
sonra kendisi de, beraberinde bulunanlar da atlar, develer, eşekler ve benzeri
hayvanların sırtında oldukları halde denize daldılar. Onlar arasında tamamıyla
bineksiz olan kimseler de vardı. O ve beraberindekiler hep dua ediyorlardı. Şu
sözler onların bu sırada yaptıkları dualar arasındadır:
"Ya
Erhamerrahimin, ya Kerim, ya Halim! Ey bir olan, ey Samed, ey Hayy! Ey ölüleri
dirilten, ey Kayyum olan! Senden başka hiçbir ilah yoktur. Ey bizim
Rabbimiz!"
Bu
şekilde onlar develerin topuklarına kadar varan ve altında kum bulunan bir
sudan geçiriyorlarmışcasına Allah'ın izniyle körfezi geçtiler. Sahil ile Garin
arasında gemilerin bir günde yol alabilecekleri kadar bir uzaklık vardır. el-Ala
ve askerleri ile bozguna uğrayıp kaçanlar karşılaştılar ve çetin bir çarpışmaya
tutuştular. Müslümanlar muzaffer olurken müşrikler büyük bir yenilgiye
uğradılar. Müslümanlar ellerine geçirdiklerini öldürdüler, pek çok ganimet ve
esir aldılar. Bu şekilde işlerini bitirdikten sonra denizi aşıp geri döndüler.
Böylece Darin'de ve çevresinde İslam yayılmış oldu.
el-Ala,
Hz. Ebu Bekir'e yazıp mürtetIerin uğradıkları hezimeti ve Hutam'ın öldürülmesi
haberini bildirdi. Müslümanlarla birlikte Hacerlilerden bir rahip vardı.
Bilahare Müslüman olunca, kendisine: "Neden İslam dinine girdin?"
diye sorulduğunda şu cevabı verdi: "Ben, üç şey sebebiyle Müslüman oldum.
Eğer buna rağmen Müslüman olmayacak olsaydım Allah'ın beni bir hayvan suretine
değiştirmesinden korkmuştum. Birincisi, kumlardan suyun kaynaması, ikincisi
denizin dalgalarının dinmesi, üçüncüsü ise onların askerlerinin arasında
rüzgarlarda seher vakti söylendiğini işittiğim şu dua:
"Allah'ım!
Sen rahman ve rahimsin. Senden Başka hiçbir ilah yoktur. Senden önce hiçbir
şeyin bulunmadığı, her şeyi yoktan var eden yaratıcısın. Asla gaflete
kapılmayan, daim olansın, ölümü sözkonusu olmayan Hayy'sın. Görünenin ve
görünmeyenin yaratıcısısın. Sen her gün ayrı bir şandasın. Öğrenmek için çaba
söz konusu olmaksızın her şeyi bilensin." Eğer bunlar hak üzere olmamış
olsalardı, meleklerle onlara yardım edilmezdi, diye düşündüm ve İslam'a
girdim." Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sahabeleri bundan
sonra da O'nun bu sözlerini kendisinden işitip dururlardı.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA