İBNÜ’L-ESİR

2. CİLT

HİCRİ 6. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

İFK HADİSESİ

 

İfk Hadisesi Mustalıkoğulları Gazvesi sırasında olmuştu.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yolun bir kısmında iken İfk Olayı'nı çıkartanlar söylediklerini söylemişti. Bu konuda söylenenler arasında Hz. Aişe'den gelen şu rivayet durumu açıklamaktadır: Hz. Aişe der ki: "Resulullah, (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'nin dışına sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kur'a çekerdi. Kur'a, hangilerine çıkarsa Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu alır, yanında götürürdü. Mustalıkoğulları Gazvesi olduğu sırada yine hanımları arasında kur'a çekmiş, böylece kur'a bana isabet etmişti. Bunun için beni yanına alarak sefere çıkmıştı. Kadınlar o sırada sabahları pek et yemezlerdi. Öğlene kadar kalabilecek kadar bir şeyler yerlerdi. Devem konaklayacak yere vardığında ben hevdecimde oturur, ondan sonra devemi çekenler gelir, içinde olduğum halde hevdeci alıp devenin sırtına yerleştirirler, daha sonra devenin yularını çekerek yollarına devam ederlerdi."

 

Hz. Aişe devam ediyor: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu seferinden geri döndüğünde, gecenin bir bölümünde Medine'ye yakın bir yerde konakladı. Daha sonra O ve seferde bulunan diğer kimseler konaklanılan yerden kalkıp gittiler. O sırada ben bazı zaruri ihtiyaçlarım için hevdeçten dışarı çıkmıştım. Boynumda Zafer Boncuğu'ndan bir gerdanlık da vardı. Farkında olmadan boynumdan düşmüştü. Hevdece geri döndüğümde gerdanlığı aradımsa da bulamadım. Herkes de yola koyulmuştu. Bulunduğum yere geri döndüm, orada gerdanlığı aradım ve buldum. Benim devemi çekenler gelip hevdeci almış ve benim de onun içerisinde bulunduğumu sanmışlardı. Adetleri üzere onu deveye yükleyip yollarına devam etmişler. Konak yerine vardığımda her taraf ıssızdı, hiç kimse yoktu. Bunun üzerine cilbabıma sarındım ve olduğum yerde kaldım. Beni arayacak olurlarsa onların geri döneceklerini biliyordum."

 

Hz. Aişe devam ediyor: "Allah'a yemin ederim ben bu şekilde yerimde durmuşken Safvan bin el-Muattal es-Sülemi yanıma geldi. O da bir ihtiyacı dolayısıyla askerden geri kalmış ve onlarla beraber geceleyememişti. Benim karartımı görünce, yanımda duruncaya kadar geldi ve beni tanıdı. Örtü emri inmeden önce, beni görmüştü. Beni görünce, istirca' (inna lillah ve inna ileyhi raciun demek) da bulundu ve bana şöyle dedi: "Niye geri kaldın?" Ben kendisiyle konuşmadım. Daha sonra devesini yaklaştırıp, "deveye bin" dedi. Ben de deveye bindim. O da devenin yularını yakalayarak alelacele yol almaya başladı.

 

Kafile konaklayıp istirahat için durmuşken adam benim devemin yularını çekerek göründü. Benim hakkımda iftirada (ifk) bulunanlar söylediklerini söylemeye koyuldular. Asker birbirine karıştı. Ben ise bu konuda hiçbir şey bilmiyordum. Medine'ye vardığımızda çok şiddetli bir şekilde rahatsızlandım. Bu söylenenler Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, benim ebeveynimin kulağına kadar varmış, fakat bana hiçbir şeyden söz etmemişlerdi. Ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den görmeye alışkın olduğum bazı latifelerini göremez olmuştum. Annem benim hastalığıma bakmakta iken yanıma girdi ve: "Sizin bu kızınız nasıl?" diye sordu, hiç birşey eklemedi. Onun bana karşı bu şekilde katı davranmasından oldukça rahatsızlandım. Bunun üzerine, bana bakmak üzere annemin yanına gitmek için kendisinden müsaade istedim, o da bana müsaade buyurdu. Ben de annemin yanına gittim. Yirmi küsur gün sonrasına kadar rahatsızlığımdan nekahet devresine varıncaya kadar hiçbir şey bilmeden öylece kaldım."

 

Hz. Aişe, devam ediyor: "Bizler Arap kavmi olarak kokusundan tiksindiğimiz ve tahammül etmediğimiz için evlerimizde şu kenetleri açmazdık. Her gece kadınlar bu tür ihtiyaçlar için tenhalığa çıkarlardı. Yine bir gece bir ihtiyacım için dışarı çıkmışken yanımda Ebu Ruhm bin el-Muttalib'in kızı Mistah'ın annesi vardı. Mistah'ın annesinin annesi Ebu Bekir es-Sıddik'in teyzesi idi." Aişe der ki: "Allah'a yemin ederim Mistah'ın annesi bu şekilde yürümekte iken ayağı elbisesine takılıp tökezledi ve: ''Mistah kahrolsun'' diye söylendi. Bu sefer ben ona: ''Allah'a yemin ederim Muhacirlerden ve Bedir'de bulunmuş olan bir kimse için çok kötü bir söz söyledin'' deyince bana: ''Bu işin haberi sana ulaşmadı mı?'' dedi. Ben de: ''Haber dediğin nedir?'' diye sorunca bana bütün olanları anlattı. Hz. Aişe devam ediyor: Allah'a yemin ederim ihtiyacımı karşılamak gücünü kendimde bulamadığımdan geri döndüm ve o kadar çok ağlamaya koyuldum ki, sanki ciğerim paramparça olacaktı. Anneme: ''Herkesin konuştuğunu biliyorsunuz, sense bana bundan tek bir kelime bile söz etmedin,'' deyince, annem: ''Yavrucuğum, kendine acı! Allah'a yemin ederim, senin gibi güzel bir kadının eğer kumaları varsa ve eşi tarafından da sevilmekteyse, mutlaka kumaları da onu kıskanır, insanlar da onun bu durumunu her zaman için değerlendirmekten uzak kalmaz.'' dedi." Hz. Aişe devam ediyor: "Resulullah, (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Müslümanlar arasında ayağa kalkmış onlara bu konuda hitapta bulunmuş, benim de bunlardan hiçbir haberim olmamıştı. Şöyle buyurmuştu: ''Ey insanlar, bazı kimselere ne oluyor ki ailem ile ilgili olarak bana eziyet veriyorlar? Ve onlar hakkında gerçek olmayan şeyler söylüyorlar? Allah'a yemin ederim, hakkında hayırdan başka bir şey bilmediğim ve benim hanelerimden herhangi birisine ancak benimle birlikte olduğu zamanlarda girmiş bir adam hakkında bunları söyıüyorlar.''

 

Abdullah bin Übeyy bin Selul, Hazrec Kabilesi'nden bazı kimselerle birlikte bu konuyu diline dolamış; bununla birlikte Mistah ve Hamne bint Cahş da konuyu dillerine dolamışlardı. Çünkü Hamne'nin kız kardeşi olan Zeyneb, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hanımı idi. O da kız kardeşinin lehine kumalık gayretiyle bazı yaygaraları etrafa yaymıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda söylediklerini söyleyince Üseyd bin Hudayr şöyle söyledi: ''Ey Allah'ın Resulü, eğer bu kimseler Evs Kabilesi'nden ise senin adına onların hakkından geliriz. Eğer kardeşlerimiz Hazrec Kabilesi'nden ise bize ne arzu edersen onu emret.'' Bunun üzerine Sa'ad bin Ubade şöyle dedi: ''Allah'a yemin ederim sen bu sözleri onların Hazrec'den olduklarını bildiğin için söylüyorsun, eğer bunlar senin kavminden olsaydı böyle konuşmazdın'' deyince, Useyd: ''Hayır yalan söyledin, fakat sen münafıksın ve münafıklar adına tartışıyorsun.'' dedi herkes birbirine girdi, neredeyse aralarında bir çarpışma olacaktı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), minberden indi, Ali bin Ebi Talib ile Usame bin Zeyd'i çağırdı ve onlarla konuştu. Usame hayır söyleyip beni övdü. Ali ise şöyle söyledi: ''Gerçekten kadınlar pek çoktur. İyisi mi sen hizmetçiye sor, o sana doğruyu söylesin.'' Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Berire'yi çağırıp sordu. Hz. Ali, kalkıp onu çok şiddetli bir şekilde dövmeye koyuldu ve şöyle dedi: ''Resulullah'a doğruyu söyle.'' Berire: ''Allah'a yemin ederim hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Benim onda kusur olarak gördüğüm yalnızca onun hamur yoğururken uyuklaması ve kuşun gelip o hamurdan yemesinden ibarettir.''

 

Daha sonra ebeveynim ve Ensar'dan bir kadın bulunuyorken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma girdi. Ben ağlıyordum, o kadın da ağlıyordu. Resulullah, Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi: ''Ya Aişe, insanların konuştuğu şeyler senin kulağına da gelmiştir. Eğer bir kötülük işlemiş isen Allah'a tövbe et.'' dedi."

 

Hz. Aişe der ki: "Allah'a yemin ederim anında gözyaşlarım sanki çekildi ve ondan hiçbir şey hissetmez oldum. O'na cevap vermeleri için ebeveynime baktımsa da cevap veremediler. Onlara: ''O'na cevap vermiyor musunuz?'' diye sorunca, onlar: ''Allah'a yemin olsun ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz'' dediler. O günlerde Ebu Bekir'in evine giren musibet gibi bir musibetin başka herhangi bir eve girdiğini bilmiyordum. Onlar bu şekilde dururken ağlayarak, şunları söyledim: ''Allah'a yemin ederim senin sözünü ettiğin şeylerden ebediyyen tövbe etmeyeceğim. Allah'a yemin ederim, eğer ben yaptım diyecek olursam, -ki Allah benim böyle bir şeyden uzak olduğumu çok iyi bilir- o zaman sen beni tasdik edeceksin. Hayır, böyle bir şey yok diyecek olursam, o zaman da sen beni tasdik etmeyeceksin.'' Daha sonra Ya'kub ismini hatırlamak istedimse de hatırlayamayarak şöyle dedim: ''Fakat ben Yusuf'un babasının söylediği gibi: 'Güzel bir sabırla sabredeceğim, sizin söylemekte olduğunuza karşı kendisinden yardım dileninen yalnız Allah'tır.' (Yusuf suresi, 18) diye söyleyeceğim.'' Kendi durumumu düşünerek hakkımda Müslümanların okuyup duracağı Kur'an'dan bazı ayetlerin ineceğini zannetmiyor ve kendimi bu konuda küçük görmekle birlikte yüce Allah'ın Resulü'ne bir rüya göstererek hakkımda söylenenleri yalan çıkaracağını ümit ediyordum. "

 

Hz. Aişe anlatmasına devam ederek: "Allah'a yemin ederim, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), oturduğu yerden ayrılmadan ona vahiy geldi. Elbisesiyle örtündü. Bana gelince, Allah'a yemin ederim hiçbir şeyden korkmadım ve aldırış bile etmedim. Çünkü kendimin böyle bir şeyden beri olduğumu iyi biliyordum. Allah'ın bana zulmetmeyeceğine inanıyordum. Ebeveynime gelince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in üzerinden vahyin etkileri kalkar kalkmaz Allah'ın insanların hakkımda söylediklerini doğrulayacağını korktuklarından nerdeyse ödleri kopuyordu."

 

Hz. Aişe devam ediyor: "Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in üzerinden vahyin etkileri çekildi. İnci taneleri gibi terler döküyordu. Alnından terleri silerek: ''Müjdeler olsun ya Aişe, Allah senin bu konuda tertemiz olduğuna dair hükümler indirdi.'' Ben de: ''Elhamdülillah, (Allah'a hamdolsun'') deyince, Resulullah halkın arasına çıktı. Onlara bir hutbe okudu ve onlara benim hakkımda nazil olan Kur'an ayetlerini okumaya başladı. Daha sonra Mistah bin Üsase, Hassan bin Sabit, Hamne bint Cahş'a -ki bunlar bu konuda kötülüğü açık açık söyleyen kimselerdi- had vurulmasım emretti. Ebu Bekir, ebediyyen Mistah'a infakta bulunmayacağına dair yemin edince yüce Allah da: ''Sizden fazilet sahibi olan kimseler (infak etmeyeceklerine dair) yemin etmesinler.'' (Nur suresi, 22) buyruğunu inzal etti. Bu sefer Ebu Bekir ''Ben Allahü Teala'nın bana mağfiret buyurmasını arzuluyorum'' diyerek Mistah'a daha önce yapmış olduğu harcamaları, infakı tekrar yapmaya başladı. Daha sonra Safvan bin el-Muattal, Hassan bin Sabit'in üzerine kılıcıyla atılıp bir darbe indirerek şu beyiti söyledi:

 

''Şu kılıç darbesini al benden; çünkü ben, Bana hicvedilince şair olmadığım için şiir söyleyemem.''

 

Sabit bin Kays bin Şemmas ileri atılarak ellerini boynuna dolayıverdi. Ondan sonra onu alıp Haris bin el-Hazrec'in yanına götürdü. Yolda Abdullah bin Revaha O'nu görünce, "Bu ne?" diye sorunca Sabit şöyle dedi: "Hassan'ı vurdu, onu öldürmüş olduğunu zannediyorum" deyince, Abdullah: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptıklarından herhangi bir şeyi işitti mi?" diye sorunca Sabit: "Hayır, Allah'a yemin ederim bir şey bilmiyor" deyince, Abdullah: "Sen çok ileri gitmişsin, cür'etkar davranmışsın, adamı serbest bırak" dedi. Sabit de O'nu serbest bırakmıştı. Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bundan söz edince, o da Hassan ile Safvan bin el-Muattal'ı çağırdı. Safvan: "Ya ResUlallah, bana hicvetti. Bana çok eziyet etti, bu yüzden ben de onu vurdum." deyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hassan'a: "Ya Hassan, iyilik yap" deyince, Hassan: "Ey Allah'ın Resulü, bunu sana bırakıyorum" dedi. Bu sefer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yarasına karşılık olarak ''Beyraha'' diye bilinen Hudeyle-oğulları'nın köşkünü ve Kıbti bir cariye olan Şirin'i O'na verdi. Şirin, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in oğlu olan İbrahim'in annesi Mariye'nin kız kardeşi idi. Şirin'in Hassan'dan Abdurrahman adında bir oğlu olmuştu. Safvan iktidarsız olduğu için kadınlara yaklaşamıyordu. Daha sonra öldürülerek şehit edildi.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

HUDEYBİYE UMRESİ