İBNÜ’L-ESİR

2. CİLT

HİCRİ 3. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

UHUD GAZVESİ

 

Hicretin 3. yılının Şevval ayının 7. (24 Mart 625) gününde Uhud Vakası olmuştur. Şevval ayının ortasında olduğu da söylenmiştir. Bu savaşın nedeni, asıl kışkırtan sebebi, Bedir Olayı olmuştu. Çünkü bilindiği gibi, Bedir'de müşriklerin ileri gelenleri öldürülmüştü. Bu nedenle Bedir'de babaları, çocukları, kardeşleri öldürülenlerden Abdullah bin Ebi Rabia, ikrime bin Ebi Cehil, Safvan bin Umeyye ve benzeri kimseler Ebu Süfyan'a ve kervanda ticareti bulunan diğer bazı kimselerin yanına giderek, bu mallardan Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e karşı açılacak savaşta yardımda bulunmalarını ve intikam almalarında katkıda bulunmalarını istediler. Kervan ticaretinde bulunanlar da bunu kabul ettiler ve böylece Mekke müşrikleri savaş hazırlıklarına başladılar. Bu maksatla da Amr bin el-As, Hübeyre bin Ebi Vehb, ibn ez-Zib'ari ile Ebu İzze el-Cumahi'yi Araplara gönderdiler ve onların savaşa katılmalarını istediler. Sakif'ten, Kinane'den ve başka kabilelerden büyük bir asker topladılar. Kureyş'te Ehabişleri, Kinane ile Tihame'ye mensup olup kendilerine itaat eden diğer kabile halkım da çağırdılar. Cübeyr bin Mut'im de Habeşistanlı ve çok güzel harbe kullanan kölesi Vahşi bin Harb'i çağırarak şöyle talimat verdi: "insanlarla beraber sen de savaş, eğer benim amcam Tuayma bin Adiyy karşılığında Muhammed'in amcasını öldürecek olursan hür olacaksın" diye teşvik etti.

 

Savaştan kimse kaçmasın diye, yanlarına kadınları da aldılar. Ordunun komutanlığı Ebu Süfyan'da idi. Eşi de Utbe'nin kızı Hind ile birlikte çıkmıştı. Öteki ileri gelenleri de hanıınlarını yanlarına almıştı. ikrime bin Ebi Cehil eşi olan Haris bin Hişam'ın kızı Umm Hakim ile el-Haris bin el-Muğire, Halid'in kız kardeşi ve Velid bin Muğire'nin kızı Fatıma ile Safvan bin Umeyye eşi Berie ile savaşa katılmışlardır. Berie'nin adının Berze olup Sakif kabilesinden Mes'ud'un kızı ile Urve bin Mes'ud'un kız kardeşi olduğu da söylenmiştir. Bu kadından Abdullah bin Safvan adında oğlu olmuş idi. Amr bin el-As, Münebbih bin el-Haccac'ın kızı olan hanımı Burayta ile çıkmıştı. Burayta, oğlu olan Ubeydullah bin Amr'ın "ümmü veled"i idi. Talha bin Ebi Talha, Sa'ad'ın kızı Sülafe ile savaşa katıldı. Sülafe Talha'nın çocukları olan Musafi', Cülas, Kilab ve diğerlerinin annesidir. Kadınlar beraberlerine tefler almış, Bedir'de öldürülenlere ağıt yakıp ağlayarak, müşrikleri savaş için galeyana getirmeye çalışıyorlardı.

 

Müşriklerle birlikte Hıristiyan rahip Ebu Amir de bulunuyordu. Ebu Amir Mekke'ye gitmiş, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i Medine'den dışarı çıkarmanın yollarını aramıştı. Yanında Evs 'ten elli kişi vardı. On beş kişi oldukları da söylenmiştir. Kureyş'e, "Muhammed ile karşılaşacak olurlarsa Evs'ten kendisine katılacak iki kişi bile olmayacaktır" diye vaatlerde bulunuyordu. Uhud'da her iki taraf karşılaşınca Ehabişler ve köleler arasında ilk görünen kişi Ebu Amir oldu. "Ey Evs'liler, ben Ebu Amir" diye seslenince, kendisine: "Ey Fasık, Allah sana iyi gün göstermesin" diye cevap verdiler. Bu sefer Ebu Amir: "Benden sonra benim kavmime kötü şeyler oldu" diyerek Müslümanlara karşı çetin bir şekilde çarpıştı ve Sonunda onlara taş atmak noktasına kadar geldi. Ebu Süfyan'ın karısı Hind, Vahşi ile her karşılaştığında: "Ya Ebu Düsme, şifa ver, şifa buL." diye söylüyordu. Vahşi'nin künyesi Ebu Düsme idi. Mekkeli müşrikler Medine tarafında vadinin başlangıcında bulunan bir geçitteki Sebha'nın iç taraflarında yer alan bir dağda iki pınarın bulunduğu bir yerde konakladılar.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlar onların haberini alınca şöyle buyurdu: "Ben, rüyamda sığırlar gördüm ve bunları hayra yorumladım. Aynı şekilde kılıcımın sırtında da hafif bir körelme gördüm. Elimi çok sağlam bir zırha soktuğumu görüyordum. Bunu da Medine ile yorumladım. Eğer sizler Medine'de kalmayı ve onları dışarıda bırakmayı uygun görüyorsanız Medine'de kalalım. Onlar dışarıda kalırlarsa bu onların hayrına olmaz. Üzerimize gelecek olurlarsa onlarla da savaşırız."

 

Abdullah bin Übeyy bin Selul da Medine'nin dışına çıkmayı istemediği için Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile aynı görüşte idi. Uhud Günü'nde şehit düşen kimselerden bir grup da Medine'nin dışına çıkma görüşünü ortaya atmıştı,

 

Kureyşliler çarşamba, perşembe, cuma günleri oldukları yerde ikamet ettiler. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma namazından sonra, cumartesi günü Şevval ayının (31 Mart - 1 Nisan) ortasında karşılaştılar. Resulullah silahını kuşanınca, Kureyş'le karşılaşmak için Medine'nin dışına çıkmak görüşünü savunanlar: "Biz ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i zorladık, hoşuna gitmediği bir şeyi yapmak zorunda bıraktık. Ona vahiy geldiği halde, biz ona görüş belirttik" diyerek gidip ondan özür dilediler ve: "Arzuladığını yap," dediler. Fakat Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hiçbir peygambere zırhını giyindikten sonra savaşmadan onu çıkarmak yakışmaz." dedi.

      

Bin kişilik bir ordu ile Medine'nin dışına çıktı. Medine'de yerine İbn Um Mektum'u vekil bıraktı. Medine ile Uhud arasında bir yerde Abdullah bin Übeyy askerlerin üçte birini alarak geri döndü ve şunları söyledi: "Muhammed, onlara itaat etti ve bana itaat etmedi." Abdullah ile birlikte geri dönenler, münafıklık eden ve şüphede bulunan kimselerdi. Selemeoğulları'ndan Abdullah bin Haram peşlerinden giderek onlara Allah'ı hatırlattı ve peygamberlerini bu şekilde yardımsız bırakmamalarını söylediyse de onlar: "Savaşacağınızı bilseydik, sizi bu şekilde bırakmazdık." deyip oradan ayrıldılar. Bunun Üzerine Abdullah bin Haram: "Ey Allah'ın düşmanları, Allah sizi rahmetinden uzaklaştırsın. Allah, size ihtiyaç bırakmayacaktır" diye seslendi. Resulullah'la birlikte yedi yüz mücahit kalmıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hariseoğulları'nın düzlüğünde ve mallarının arasından geçmek durumunda kaldı. Münafıklardan Mirba' bin Kaysi adındaki gözleri kör birisinin malları arasında geçti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve beraberindekilerin sesini işitince, onlara karşı eliyle toprak atmaya başladı ve "Eğer sen gerçekten Allah'ın Resulü isen, senin benim bahçe duvarımdan girmene müsaade etmiyorum" demeye başladı. Ondan sonra da bir avuç toprak alarak şunları söyledi: "Eğer bununla senden başkasına isabet ettirmeyeceğimi bilseydİm, yüzüne atardım" Sahabeler onu öldürmek için harekete geçtilerse de Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, yapmayınız, bu kalbi de, gözü de kör birisidir" diye söyledi. Fakat Sa'ad bin Zeyd yayıyla kafasına vurdu ve yaraladı.

 

Atlardan birisi kuyruğunu sallayınca üzerinde bulunan süvarinin kılıcına değdi ve kılıcını kınından çıkardı. ResUluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kılıçlarınız ... Ben bugün kılıçların çekileceğini görüyorum. "

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), vadinin yan tarafına varıp konaklayıncaya kadar yoluna devam etti. Uhud'u kendisinin ve askerlerinin arkasına aldı.

 

Müşriklerin sayısı bunların yedi yüzü zırhlı olmak üzere üç bin kişi idi.

 

İki yüz atları ve on beş kadın vardı. Müslümanlar arasında ise yüz kişi zırhlı bulunuyordu ve sadece iki atları vardı. Bu atların birisi ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, öbürü de Ebu Bürde bin Niyar'ın idi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaşa katılmak üzere gelenleri gözden geçirdi. Bunlar arasından Zeyd bin Sabit, İbn Ömer, Useyd bin Hudayr, el-Bera bin Azib, İrabe bin Evs, Ebu Said el-Hudri ve benzerlerini geri çevirirken, Cabir bin Semura ile Rafi' bin Hadic'in savaşa katılmasına müsaade etti.

 

Ebu Süfyan, Ensar'a şöyle bir haber gönderdi: "Siz bizimle amcamızın oğlunun arasından çekilin. Biz de size ilişmeyelim. Çünkü bizİm sizinle savaşmaya ihtiyacımız yoktur." Fakat Ensar, hoşuna gitmeyecek şekilde ona cevap verdiler.

 

Müşrikler savaş düzeni alarak, sağ kanada Halid bin Velid'i, sol kanada Ebu Cehil'in oğlu İkrime'yi komutan yaptılar. Bayraklarını Abdu'd-Daroğulları taşıyordu. Ebu Süfyan onlara şöyle söyledi: "İnsanlara bayraklarının karşı tarafından hücum edilir. Ya bizleri gereği gibi koruyacaksınız veyahut da bizi bayrağımızla başbaşa bırakacaksınız!" Bayrak taşıyanlar ise şöyle cevap verdiler: "Karşı karşıya geldiğimizde ne yapacağımızı göreceksiniz." Zaten onun da istediği buydu.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye yüzünü çevirirken Uhud'u ve okçuları da arkasında bırakmış oluyordu. Bu okçular elli kişi idi. Onların başına Havvat bin Cübeyr'in kardeşi olan Abdullah bin Cübeyr'i komutan tayin etmiş ve ona şu talimatı vermişti: "Sen, atacağınız oklarla atlıları bizden geri püskürt ki, arkamızdan bizi çevirip hücum etmesinler. Savaş ister lehimize, ister aleyhimize dönsün, yerinden ayrılma." Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki zırh üstüste giydi. Bayrağı Mus'ab bin Umeyr'in eline verdi. Zübeyr ile Mikdad'ı süvarilerin başına geçirdi. Hamza ise askerlerin başında öne geçti.

 

Halid ile İkrime ilerleyince ez-Zübeyr ile el-Mikdad onları karşıladı ve müşrikleri yenilgiye uğrattılar. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı da hamle yaparak, Ebu Süfyan'ı bozguna uğrattılar. Müşriklerin bayrağını taşıyan Talha bin Osman ileri atılarak şöyle bağırdı: "Ey Muhammed'in arkadaşları, sizin iddianıza göre kılıçlarınızla Allah bizi ateşe, kılıçlarımızla da cennete gönderir. Aranızda kılıcımla Cennet'e gidecek, ya da kılıcıyla beni Cehennem'e gönderecek birisi var mı?" Bunun üzerine Ali bin Ebi Talib önüne çıkarak, ona bir darbe indirdi ve ayağını kesti. Ayağı yere düştü ve avreti ortaya çıktı. Allah adına ve akrabalık adına merhamet istedi, Ali de onu bıraktı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tekbir getirerek, Hz. Ali'ye: "Niçin onun işini bitirmedin?" diye sorunca, Ali: "O Allah adına ve akrabalık adına kendisini terk etmemi istedi, ben de ondan utandım." dedi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elinde bir kılıç vardı. Şöyle buyurdu: "Bu kılıcı hakkını ödemek şartıyla kim alır?" Pek çok kişi almak isteyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onlara vermedi. Sonunda Ebu Ducane şöyle dedi: "Bu kılıcın hakkı nedir, ey Allah'ın Resulü?" Resulullah: "Sonuna kadar onunla düşmanla çarpışmaktır" deyince, Ebu Ducane: "Ben alırım" dedi. Nebi de kılıcı verdi. Ebu Ducane kahraman bir kimse idi. Kırmızı bir kuşağı vardı. Onunla kafasını sardığı zaman herkes savaşa katılacağını biliyordu. Bu kırmızı kuşağıyla başını bağladı ve kılıcını aldı, iki saf arasında salına salına yürümeye başladı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Bu, Allah'ın böyle bir yer dışında hoşlanmadığı bir yürüyüş şeklidir." Ebu Ducane önüne çıkan her şeyi darmadağın ediyordu. Bu haliyle dağın eteğinde defler çalan kadınların bulunduğu yere kadar vardı. Bunlar arasında bir kadın şöyle diyordu:

 

''Biz, Tarık'ın kızları Yastıklara basarız

Gelirseniz sarışırız Yatakları sereriz

Giderseniz ayrılırız Hiç sevmiyormuşuz gibi.''

 

Yine bir kadın şöyle diyordu:

 

''Abduddar'ın oğulları! Yurdumuzu koruyanlar!

Keskin kılıçlarla vurun.''

 

Ebu Ducane bu kadını vurmak için kılıcını kaldırdıysa da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait olan bir kılıcın kadını öldürmek gibi bir küçüklüğe düşmemesi gerektiğini hatırladı. Bu kadın, Hind idi. Yanında bulunan diğer kadınlar da erkeklerin arka taraflarında def çalıp erkekleri savaşa teşvik ediyordu.

 

Her iki taraf arasında çok şiddetli bir çarpışma oldu. Hamza, Ali, Ebu Ducane ve diğer bazı Müslüman yiğitler, oldukça fazla kişi öldürdüler. Yüce Allah Müslümanlara zafer nasip etti. Müşrikler yenilgi içindeydi. Kadınlar dağa çıkarak kaçışmaya başladı. Müslümanlar da müşriklerin karargahına girip ganimet toplamaya başladılar. Bazı okçular kafirlerin alandan çekilip gittiğini görünce onlar da ganimet toplamak gayesiyle yerlerinden ayrıldılar. Bir başka grup ise yerlerinden ayrılmayarak: "Biz, Allah'ın Resulüne itaat ediyor ve yerimizde kalmaya devam ediyoruz." dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: ''Aranızdan kimisi dünyayı, kimisi de ahireti istiyordu.'' (Al-i İınran suresi, 152) mealindeki buyruğunu indirdi. Burada ahiret ile Allah'ın Resulü'nün emrine uymak kastedilmektedir.

 

Bazı okçular yerlerinden ayrılınca Halid bin Velid okçulardan geri kalanların azlığının farkına vardı. Onların üzerine bir hamle yaptı ve onları şehit etti. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabına da arkalarından hücum etti. Müşrikler, süvarilerinin savaşmakta olduklarını görünce, toparlanıp Müslümanların üzerine yürüdüler. Onları bozguna uğratıp aralarından birçok kişiyi şehit ettiler. Müslümanlar da o sırada bayrak taşıyan kimseleri öldürmüş bulunuyorlardı. Böylece müşriklerin bayrağı yerde kalmış ve hiç kimse onu yerden kaldırmıyordu. Hariseoğulları'ndan olan Alkame'nin kızı Kureyş'in bayrağını yerden alıp kaldırdı. Kureyşliler onun etrafında toplandı. O bayrağı Suab aldı ve bayrak elindeyken öldürüldü. Bayrak taşıyanları, -Ebu Rafi'e göre- Hz. Ali öldürmüştü. Der ki: Onları öldürünce Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müşriklerden bir topluluk gördü ve Ali'ye: "Haydi bunlara hamle yap," diye emretti. Ali onları dağıttı ve bazı kimseleri öldürdü. Daha sonra bir topluluk gördü. Yine aynı şekilde peygamber emretti, o da onları dağıttı, aralarından bazı kimseleri öldürdü. Hz. Cebrail şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, işte korumak böyle olur." Bunun üzerine Resulullah: "O bendendir, ben de O'ndanım" diye buyurunca Hz. Cebrail: "Ben de sizdenim" diye cevap, verdi. (Ravi der ki:) Etrafta şöyle bir ses işitildi: "Zülfikardan başka kılıç, Ali'den başka genç yoktur."

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in alt küçük azı dişi kırıldı, dudağı yarıldı, gözünün önünde ve alnında saçının başladığı yerde yara aldı. İbn Kamia, tepesine dikilip üzerine kılıç çekti. Bu yaraları ona verdiren de oydu. Nebi'in yaralarını Ulbe bin Ebi Vakkas açmıştır diyenler olduğu gibi, Muhammed bin Müslim'in dedesi Abdullah bin Şihab ez-Zühri'dir diyenler de vardır.

 

Denildiğine göre Utbe bin Ebi Vakkas, İbn Kamia el-Leysi el-Edremi, -Teym bin Galiboğulları'ndandır. İbn Kamia'nın çenesi bir parça eksiktiUbeyy bin Halef el-Cumahi, Abdullah bin Humeyd el-Esedi -ki Kureyş'in aslanı diye bilinirdi- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ı öldürmek üzere birbirleriyle sözleşmişlerdi. İbn Şihab, Peygamber Efendimiz'in alnındaki yarasını açtı. Utbe O'na dört tane taş atarak küçük sağ azı dişini kırdı ve dudağını yaraladı. İbn Kamia ise O'nun gözünün alt tarafını yaraladı ve Peygamberimizin miğferinden birkaç halka içeriye girmesine sebep oldu. İbn Kamia kılıcım kaldırdı; Resulullah kılıcım kesemedi. Dizi üzerine kapaklandı. Ubeyy bin Halef bir harbe ile O'na vurmak istediyse de, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elinden alıp aynı harbe ile O'nu öldürdü. Bir başka rivayete göre: Bu harbe Zübeyr'e ait idi ve onu Zübeyr'den almıştı. Başka bir rivayette ise, el-Haris bin es-Simme'den almıştı, denilmiştir. Abdullah bin Humeyd'e gelince, O'nu Ensar'dan Ebu Ducane öldürmüştü.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaralanınca yüzünden kan akmaya başladı. Kanını silerken şöyle diyordu: "Kendilerini Allah'ın yoluna davet eden peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl felah bulabilir?" Peygamberi korumak amacıyla Ensar'dan beş kişi O'nun önünde savaştı ve hepsi şehit oldular. Ebu Ducane, kendisini kalkan yaparak Resulullah'ı, korumaya çalışıyor, bu halde iken oklar gelip sırtına isabet ederdi. Sa'ad bin Ebi Vakkas da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in önünde ok atışı yapıyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Sa'ad bin Ebi Vakkas'a ok verir ve şöyle derdi: "Annem babam, feda olsun, at oku."

 

O gün Katade bin Nu'man'ın gözü isabet almış, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da eliyle gözünü yerine koymuştu. Ve bu gözü öbüründen daha iyi görmeye başlamıştı. Mus'ab bin Umeyr, elinde Müslümanların bayrağı ile savaşmış ve sonunda Leys'li İbn Kami'a onu öldürmüştü. Peygamber olduğunu zannederek, Kureyş'e gidip: "Muhammed'i öldürdüm" diye seslendi. Bu sefer herkes birbirine, "Muhammed öldürüldü, Muhammed öldürüldü" diyordu.

 

Mus'ab şehit olduktan sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bayrağı Ali'ye verdi.

Hamza da Siba' bin Abduluzza el-Gubşam ile karşı karşıya gelinceye kadar savaştı. Hamza Siba'a şunları söyledi: "Ey kızları sünnet edenin oğlu, yaklaş." Siba'nın annesi Ümmü Enmar, Mekke'de sünnetçilik ederdi. Karşı karşıya geldiklerinde Hamza O'nu öldürdü. Vahşi der ki: "Allah'a yemin ederim, Hamza'yı gözetleyip duruyordum. İnsanlardan kime rastladıysa kılıcıyla onu biçiyor ve herkesi öldürüyordu. Siba' bin Abduluzza'yı öldürdü. Harbemi sallayıp üzerine attım. Harbem Hamza'nın kasıklarından isabet aldı ve bacaklarının arasından çıktı. Bana doğru gelmeye başladı ve fakat yetişemeyip düştü. Ölünceye kadar yanına yaklaşmadım. Harbemi alıp askerlerin olduğu tarafa doğru gittim. Allah Hamza'dan razı olsun ve onu da razı etsin."

 

Asım bin Sabit Musafi' bin Talha ile kardeşi Kilab bin Talha'yı iki ayrı ok ile öldürdü. Bu iki kardeş, anneleri Sülafe'ye götürüldü ve ona Asım'ın bunları öldürdüğünü söylediler. Sülafe, "Eğer Allah Asım'ın başını eline geçirecek olursa onun kafatasıyla şarap içeceğini" söyledi.

Abdurrahman bin Ebu Bekir, müşriklerle beraberdi. Meydana atılıp, karşısına er diledi. Hz. Ebu Bekir ona karşı çıkmak istediyse de, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kılıcını yerine koy, ve bizi kendinden mahrum etme" diyerek bundan alıkoydu.

 

Enes bin Malik'in amcası, Enes bin en-Nadr, Ömer ve Talha'nın yanına muhacirlerden birkaç kişi ile birlikte vardı, onların savaştan el çekmiş olduklarını gördü. Onlara: "Neye böyle duruyorsunuz?" diye sorunca: "Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürüldü" dediler. O: "Peki, ondan sonra yaşayıp ne yapacaksınız? O, neyin uğrunda öldüyse, siz de onun için ölünüz" diyerek, Kureyş'lilere doğru yürüdü. Öldürülünceye kadar savaştı. Daha sonra vücudunda yetmiş ayrı yara tespit edildi ve O'nu ancak kız kardeşi parmak uçlarının güzelliğinden tanıdı.

 

Denildiğine göre, Enes bin en-Nadr, Nebi'in öldürüldüğünü haber alan bir grup Müslümanın şöyle dediğini duydu: "Keşke birisi Abdullah bin Übeyy bin Selul'ün yanına gitse de, gelip hepimizi öldürmeden önce Ebu Süfyan'dan bizim için eman istese ... " Bunu işiten Enes onlara şöyle söyledi: "Ey kavm, eğer Muhammed öldürülmüş bulunuyorsa, Muhammed'in Rabbi öldürülmemiştir. Haydi, Muhammed ne için savaşmışsa onun için savaşınız. Allah'ım, ben bunların söylediklerinden dolayı sana özür beyan ediyorum ve bunların yaptıklarından uzak olduğumu bildiriyorum." Daha sonra şehit düşünceye kadar savaşmaya devam etti.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hayatta olduğunu ilk olarak Ka'ab bin Malik anladı.

Der ki: "Sesimizin çıktığı kadar ey Müslümanlar müjdeler olsun, işte Resulullah hayattadır, öldürülmedi, diye seslendim." Resulullah O'na: "Sesini çıkarma" anlamında bir işaret yaptı. Müslümanlar bunu öğrenince yolun kenarına doğru geldiler. Onunla birlikte Ali, Ebu Bekir, Ömer, Talha, Zübeyr, el-Haris bin es-Simme ve başkaları da vardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğrultulup yaslandırılınca Ubeyy bin Halef O'na yaklaşıp: "Ya Muhammed, sen kurtulursan, ben kurtulmayayım." diye söyleyince Nebi, O'na doğru eğilerek elindeki harbeyi boynuna vurdu. Ubeyy, Mekke'de iken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e şöyle diyordu: "Benim yaşlı bir devem var, hergün ona bir kile yem veriyorum, o devenin sırtına binip seni öldüreceğim." Nebi ise: "İnşallah sen değil, ben seni öldüreceğim" diyerek cevap veriyordu. Ubeyy, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in açtığı ve büyük sayılmayan yarasıyla Kureyş'e doğru giderken: "Muhammed beni öldürdü" diye söylüyordu. Onu görenler: "Senin bir şeyin yok, vallahi" dediyseler de o şöyle cevap verdi: "O, bana: Seni öldüreceğim, demiştir. Allah'a yemin ederim, bana tükürecek olsa, beni öldürecek." Allah'ın bu düşmanı Serif denilen yerde öldü.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Uhud günü çok çetin bir şekilde çarpıştı. Okları tükeninceye kadar ok attı. Yayı kırıldı ve yay'ının teli koptu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaralanınca Hz. Ali, kalkanıyla el-Mihras adıyla bilinen yerden su taşımaya ve yarasını yıkamaya başladıysa da kam kesilmedi. Hz. Fatıma ağlayarak Peygamberimizin boynuna sarıldı. Bir çul yakarak yaraya onun külünü bastırdı ve böylece Peygamberin kanı kesildi.

 

Malik bin Züheyr el-Haşimi, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir ok attı. Talha bu oka karşı elini dikti, ok onun başparmağına isabet etti. Denildiğine göre ona bu oku atan Hibban bin el-Araka'dir. Bu sefer "Hiss" diye söyledi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer bunun yerine, bismillah diyecek olursa insanların gözü önünde Cennete girecekti." Denildiğine göre, işaret parmağı ile orta parmağı hariç bütün eli felç olmuştu. Fakat birinci rivayet daha sağlamdır.

 

Ebu Süfyan, yanında bir grup müşrikle dağa çıktı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Onlar bizden daha yüksek yere çıkamamalıdır." Bunun üzerine Ömer ve bir grup muhacir onlarla çarpışıp aşağı indirdiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerine çıkmak için bir kayalığa doğru yürüdü. İki tane zırh giyinmişti. Bu bakımdan oraya çıkamadı, Talha, onun önüne eğildi, Peygamberimiz de sırtı üzerinde kayaya çıktı. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Talha üzerine düşen görevi gerçekten yaptı" diye buyurdu.

 

Aralarında Osman bin Affan ve başkalarının da bulunduğu bir grup Müslüman bozguna uğradı ve A'vas denilen yere vardılar. Osman üç gün kaldıktan sonra peygamberin yanına geldiklerinde Nebi onları görünce: "Orada uzun bir süre kaldınız" diye söyledi.

 

Meleklerin yıkadığı Hanzala bin Ebi Amr ile Ebu Süfyan bin Harb karşılaştılar. Hanzala, Ebu Süfyan'ın üstüne çıkmışken Şeddad bin el-Esved, -ki İbn Şaub'dur- O'nu gördü. Ebu Süfyan, yardıma çağırınca Şeddad geldi ve Hanzala 'ya indirdiği darbe ile şehit etti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hiç şüphesiz melekler onu yıkayacaktır" diye buyurdu. "Arzu ederseniz, ailesine sorunuz." Bunun üzerine, hanımına soruldu, hanımı şöyle dedi: "O, cünüp iken, dışarı çıktı. Savaşa çıkılmakta olduğunu haber aldı." Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İşte melekler bunun için onu yıkadılar" diye buyurdu. Ebu Süfyan da Hanzala karşısında (direnmesini ve İbn Şaub'un kendisine Hanzala'yı öldürmek konusundaki yardımı dile getiren bir şiir söylemiş buna karşılık Hassan ona şöyle cevap vermiştir:

 

''Haşimoğullarından SÖZ ettin. Söylediğin yalandır, doğrusu yoktur Hamza'ya isabet ettirdiniz diye -ki sen ona zaten soylu demişsinAmr'ı Utbe'yi ve oğlunu, sonra da

Şeybe, Haccac ve İbn Habib'i öldürmedik mi? el-Ası, Ali 'yi çağırdığında

Bir darbeyle onları kana boyamadık mı?''

 

Hind ve diğer kadın arkadaşları şehit edilen Müslümanların üzerine, yürüdüler ve onların ellerini, kulaklarını ve benzeri organlarını kesmeye başladılar. Hind, kestiği kulak ve burunlardan kendisine halhallar ve gerdanlıklar yaptı. Ayrıca, bu gerdanlıkları Vahşi'ye verdi. Hamza'nın ciğerinden bir parça alarak onu çiğnemek istediyse de çiğneyemeyince ağzından dışarıya fırlattı.

 

Ebu Süfyan Müslümanlara yaklaşıp şöyle bağırdı: "Aranızda Muhammed var mıdır?" Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanındakilere: "Ona cevap vermeyin." diye tembihledi. Ebu Süfyan, daha sonra: "Aranızda İbn Ebi Kuhafe (Ebu Bekir) var mıdır?" diye üç defa yine bağırdı. Ondan sonra bu sefer: "Aranızda İbnu'l-Hanab (Ömer) var mı?" diye bağırdı. Ebu Süfyan arkadaşlarına dönerek: "İşte bunların hepsi öldürülmüş bulunuyor." dedi. Buna dayanamayan Hz. Ömer: "Ey Allah'ın düşmanı, yalan söylüyorsun. Allah seni rezil ve rüsvay edecek şekilde bunların hepsini hayatta bıraktı." Ebu Süfyan: "Hübel yücelsin, Hübel yücelsin." diye haykırınca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Siz de ona: Allah daha yüce ve daha üstündür diye cevap veriniz." dedi. Ebu Süfyan, tekrar: "Bizim Uzza diye tanrımız vardır, sizin ise Uzza'nız yoktur." Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Siz de şöyle söyleyin: "Allah bizim mevlamızdır, sizin mevlanız yoktur" Ebu Süfyan: "Allah aşkına söyle ya Ömer, biz Muhammed'i öldürdük mü?" diye sorunca Hz. Ömer: "Vallahi hayır. O şu anda senin konuştuklarını işitiyor." deyince Ebu Süfyan: "Sen İbn Kamia'dan daha doğrusun" diyerek şunları ekledi: "Bugün, Bedir'e karşılık olsun. Savaşta zafer bazen o tarafa, bazen beriki tarafa olur, size gelince, sizin ölüleriniz arasında burunları, kulakları kesilmiş kimseler göreceksiniz. Vallahi, bundan hoşnut da olmadım, kızmadım da. Ne yasakladım, ne de emrettim."

 

Ebu Süfyan mızrağının ucuyla, Hz. Hamza'nın ağzına vurmakta iken, Ehabişlerin reisi olan el-Huleys bin Zebban onun yanından geçti. O sırada Ebu Süfyan şunları söylüyordu: "Al sana vefasız." Bunu gören el-Huleys: "Ey Kinaneoğulları, bu Kureyş'in efendisi olacak adam amcasının oğluna işte gördüğünüz muameleyi yapıyor" deyince, Ebu Süfyan: "Bunu gizle, zayıf bulundum ve yanıldım" dedi.

 

Nebi'in dadısı Ümmü Eymen ve Ensar'dan bazı kadınlar mücahitlere su götürüyordu. Hibban bin el-Araka, ona bir ok attı ve onun eteğine isabet ettirdi ve Hibban bundan dolayı güldü. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Sa'ad bin Ebi Vakkas'a bir ok vererek: "Bunu ona at." diye emretti. Sa'ad attığı okla Hibban'ı vurdu. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gülmeye başladı ve şunları söyledi: "Sa'ad onun intikamını aldı. Ya Sa'ad Allah senin duanı kabul etsin ve oklarını da hedefe isabet ettirsin. "

 

Daha sonra Ebu Süfyan ve beraberindekiler geri dönerken Ebu Süfyan: "Gelecek sene bir daha karşılaşalım." diyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali'yi peşlerinden göndererek şunları söyledi: "Dikkat et bakalım, eğer atları bırakıp develere binerlerse Mekke'ye gidecekler. Yok, eğer atlara binecek olurlarsa Medine'ye gitmek istedikleri anlamına gelecektir. Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, eğer Medine'ye gitmek istiyorlarsa, onlarla mutlaka savaşacağız." Hz. Ali, anlatıyor: "Peşlerine takıldım, develerine bindiklerini ve atları yanlarına alarak Mekke'ye gitmek istediklerini gördüm. Ben de durumu mümkün olduğu kadar gizlemeye çalışıyordum. " Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona, işi gizli tutmasını emretmişti.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birisine emrederek, öldürülenler arasında dolaşmasını emretmiş idi. Ensar'dan Sa'ad bin er-Rabi'i son nefesIerini vermekteyken buldu. Sa'ad kendisini gören şahsa şunları söyledi: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e benden selam söyle ve de ki: Allah sana bir peygambere ümmeti yerine en hayırlı şekilde nasıl mükafat veriyorsa seni de öylece mükafatlandırsın. Kavmime de selam söyleyerek de ki: Eğer gözünüzü kırpacak kadar bir haliniz varsa, buna rağmen Resulullah'a bir şey isabet edecek olursa Allah'ın yanında kabul edilecek hiçbir özrünüz olamaz." ve akabinde vefat etti.

 

Vadinin orta taraflarında karnı delinmiş ve ciğerleri alınmış, burnu, kulakları kesilmiş bir şekilde Hz. Hamza'yı buldular. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O'nu görünce, şunları söyledi: "Eğer Safiye üzülmeyecek ya da benden sonra uyulacak bir sünnet olmasından çekinmeseydim, Hamza'yı bu şekilde bırakır ve vahşi hayvanların karnına veyahut da kuşların kursağına bırakırdım. Yemin ederim Allah, Kureyş'e karşı bana zafer nasip edecek olursa, onlardan otuz kişinin burun ve kulaklarını keseceğim." dedi. Müslümanlar da: "Araplardan hiçbir kimsenin şimdiye kadar yapmadığı bir şekilde kulak ve burun gibi organları keseceklerine" yemin ettiler. Bunun üzerine yüce Allah'tan: ''Eğer size bir kötülük yapılmışsa, siz de size yapılan kötülüğün benzerini aynı şekilde yapınız'' (Nahl suresi, 126) mealindeki buyruk nazil oldu. Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu bağışladı, sabretti ve müsle (öldürülenlerin kulak, burun ve benzeri organlarını kesmek) den vazgeçti.

 

Abdülmuttalib'in kızı Safiyye'ye gelince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oğlu ez-Zübeyr'e onu geri çevirmesini ve böylece kız kardeşinin Hamza'nın halini görmemesini istedi. ez-Zübeyr yolda O'nu karşıladı ve Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in emrini bildirince Safiye şöyle dedi: "Ben, kardeşime müsle yapıldığı haberini aldım. Bu ise Allah yolunda çok az bir musibettir. Biz bu konuda çok razıyız. Allah'a yemin ederim, bunun ecrini Allah'tan umacak ve sabırla katlanacağım" deyince ez-Zübeyr bunu Peygambere haber verdi. Bu sefer Nebi: "Onu bırakabilirsin" dedi. Safiye, O'nun yanına vardı, dua etti ve: "İnna lillah ve İnna ileyhi raci'un" diyerek istircada bulundu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emir verdi, Hz. Hamza defnedildi.

 

Müslümanlar arasında adı Kuzman olan bir adam vardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O cehennemliktir" diyordu. Kuzman Uhud günü çok şiddetli bir şekilde çarpıştı. Müşriklerden sekiz kişi öldürdükten sonra yaralandı ve evine götürüldü. Müslümanlar ona: "Müjdeler olsun, ya Kuzman" deyince: "Neyin müjdesinden söz ediyorsunuz? Ben yalnızca kavmimin şerefi için çarpışmış bulunuyorum" dedi. Arkasından da yarası ağırlaştı, bir ok alıp kolunun damarlarını kesti ve kan akmaya başladı. Bunun sonucunda öldü. Durum Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e haber verilince Resulullah şöyle dedi: "Şehadet ederim ki ben Allah'ın Resulüyüm."

 

Uhud Günü'nde öldürülenler arasında Yahudi Muhayrik de vardı. Muhayrik o gün, Yahudilere şöyle demişti: "Ey Yahudiler, biliyorsunuz ki Muhammed'e yardım etmek sizin için bir görevdir." Onlar: "Ama bugün cumartesi günüdür" demelerine rağmen, O: "Artık cumartesi yoktur" deyip silah ve savaş aletlerini alıp şunları ekledi: "Öldürülecek olursam, malım Muhammed'indir, onunla istediği şekilde tasarruf etsin." Daha sonra savaşta öldürülünce, Resulullah şöyle buyurdu: "Muhayrik, Yahudilerin hayırlısıdır." Huzeyfe'nin babası el-Yeman da öldürüldü. O'nu Müslümanlar öldürmüştü: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O'nu Sabit bin Kays bin Vakas ile birlikte hanımların yanında bırakmıştı. İkisi de yaşlı idi. Birisi diğerine şunları söyledi: "Ne bekliyoruz, kılıçlarımızı alalım, Resulullah'ın yanına varalım, umulur ki Allahü Teala bize şahadeti nasip eder." Dediklerini de yaptılar. İnsanlar arasına karıştılar. Onların askerler arasına katıldıklarından kimsenin haberi yoktu. Sabit'i müşrikler öldürdü. Yeman ise Müslümanlardan çeşitli kimselerin kılıç darbeleriyle öldürüldü. Kimse de O'nun kim olduğunu tanımadı. Huzeyfe: "Babam! Babam!" diye bağırınca; Müslümanlar: "Allah'a yemin ederiz ki, tanımadık." dediler. Bu sefer Huzeyfe: "Allah sizi affetsin," diye cevap verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diyet vermek istedi. Huzeyfe ise babasının diyetini Müslümanlara sadaka olarak bağışladı.

 

Bazıları şehit düşen yakınlarını alıp Medine'ye getirmek istediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara öldürüldükleri yerde defnedilmelerini emretti. Ayrıca iki veya üç kişinin bir tek kabirde defnedilmelerini, aralarında Kur'an'ı daha çok ezberlemiş olanların kıble tarafına öne geçirilmesini buyurdu. Ondan sonra onların namazım kıldı. Nebie getirilen her şehitle birlikte Hamza'yı alır ve onunla birlikte her ikisinin namazını kılardı. Denildiğine göre dokuz şehidi bir araya getirir, Hamza'yı onuncusu yapar, namazlarını öylece kılardı. Hz. Hamza'nın kabrine Ali, Ebu Bekir, Ömer ile Zübeyr indiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de kabrinin başında durdu ve: "Amr bin Cemuh ile Abdullah bin Haram'ın aynı kabre gömülmesini emretti ve onlar hakkında: Onlar dünyada iken de birbirlerine karşı çok samimi idiler" dedi.

 

Şehitler defnedilince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaş alanından ayrıldı. Hamne bint Cahş ile karşılaşınca, kardeşi Abdullah'ın öldürüldüğü haberi verildi. Bunun için istircada bulundu. (Yani "İnna lillah ... " dedi). Sonra O'na dayısı Hamza'nın ölüm haberi verildi. O'na da Allah'tan mağfiret istedi. Arkasından kocası Mus'ab bin Umeyr'in şahadet haberi verilince feryat ve figana başladı. Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kadının kocasının işgal ettiği yer bambaşkadır" diye buyurdu.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ensar evlerinden birisinin yanından geçerken orada ağlaşıp ağıt yakıldığını işitti. Ağlayarak şöyle buyurdu: "Fakat Hamza için ağlayan kimse yoktur." Bunun üzerine Sa'ad bin Mu'az, Abdu'l-Eşheloğulları'nın evine vararak, hanımlarına gidip Hamza için ağlamalarını emretti.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yine bir kadının yanından geçti. Bu kadın Ensar'dandı. Babası ve kocası şehit edilmişti. Ona bunların şehit edildikleri haberi verilince, kadın: "Resulullah ne yaptı?" diye sordu. "Allah'a hamdolsun istediğin gibidir" denildi. Bu sefer kadın: "O zaman O'nu bana gösteriniz" dedi. Resulullah'ı görünce: "Ya Resulullah senden sonra her musibet küçük kalır" dedi.

 

Resulullah'ın Medine'ye dönüşü savaşın olduğu gün olan cumartesi günü olmuştu.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

HAMRAU'L-ESED GAZVESİ