İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT İSLAM’IN DOĞUŞU MEKKE... ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi |
YÜCE
ALLAH'IN, PEYGAMBERİ (S.A.V.)'E DAVETİNİ AÇIKLAMASINI EMRETMESİ
Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e peygamberlik verildikten üç yıl sonra, Allahu
Teala ona, emrolunduğunu açıklamasını emretti. Bundan önceki üç yıl süresince
Peygamber Efendimiz davetini gizliyor, ancak güvendiği kimselere açıklıyordu.
Onun ashabı da namaz kılmak istediklerinde, mahalle aralarına (ya da vadilere)
giderek gizlice namaz kılarlardı. Bir seferinde Sa'ad bin -Ebi Vakkas, Ammar,
İbn Mes'üd, Habbab ile Said bin -Zeyd namaz kılarlarken, müşriklerden bir grup
onları gördü. Onları gören bu müşrikler arasında Ebü Süfyan bin -Harb, Ahnes
bin -Şerik ve başkaları da vardı. Onlara hakaret etmeye, ayıplamaya başladılar
ve sonunda kavgaya tutuştular. Sa'ad, onlardan birisinin kafasına, bir devenin
çene kemiği ile vurarak yardı. Bir kavle göre İslam Tarihi'nde dökülen ilk kan
budur.
İbn
Abbas anlatıyor: ''Aşiretinden yakın olanları İnzar et (Allah'ın azabı ile
korkut).'' (Şuara suresi, 26/214) ayeti nazil olunca, Resülullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Sofu Tepesine çıkarak: "Ya sababah"(1) diye seslendi. Bunun üzerine halk yanına gelip toplandı. Onlara:
"Ey filanoğulları, ey falanoğulları, ey Abdülmuttaliboğulları, ey Abd
Menafoğulları" diye seslenince, bunlar bir araya geldiler.
(1) Araplar,
savaş tehlikesi, ya da düşmanın hücum etmesi gibi bir tehlike karşısında, bu
şekilde seslenip tehlikeyi haber verirlerdi. (Çev.)
O
da onlara şöyle sordu: "Size şu dağın arka yamacında bir grup atlı var,
size doğru geliyor, diyecek olursam, benim bu sözlerime inanır mısınız?"
Onlar: "Tabii çünkü senin yalan söylediğine şahit olmadık" dediler.
Bu sefer Nebi: "O halde, şunu bilin ki, ben sizlere çok şiddetli bir
azabın gelmesinden önceki korkutucuyum. " dedi.
Ebü
Leheb ise: "Yazıklar olsun sana, bunun için mi bizleri buraya
topladın?" diye çıkıştı, arkasından da çekip gitti. Bunun üzerine: ''Ebi
Leheb'in iki eli kurusun.'' diye başlayan sure (Tebbet suresi) nazil oldu.
Ca'fer
bin Abdullah bin Ebi'l-Hakem de der ki: Yüce Allah, Resulü'ne:
"Aşiretinden yakın olan kimseleri İnzar et." buyruğunu indirince, bu
mükellefiyet O'na oldukça ağır geldi ve bunu yerine getirememek endişesiyle
oldukça sıkıntıya düştü. Bir hasta gibi evinden dışarı çıkamadı. Halaları,
yanına ziyaret amacıyla geldiklerinde, onlara şöyle dedi: "Benim hiçbir
rahatsızlığım yoktur. Fakat Allah, bana aşiretimden yakın olan kimseleri,
azabıyla korkutmamı emretti." Bunun üzerine halaları: "Sen onları
çağır, fakat ''Ebu Leheb onlarla birlikte olmasın. Çünkü o, senin davetini
kabul etmeyecektir." dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onları çağırdı. Bunlar arasında Muttaliboğulları ile Abd Menafoğulları'ndan bir
grup da vardı ve hepsi kırk beş kişi idi. Sözü önce ''Ebu Leheb alarak:
"Bunlar senin amcaların ve amca çocuklarındır, dedi. Konuş. Fakat
atalarının dininden sapmış kimseleri de bırak. Şunu bil ki, Araplar senin
kavmine asla güç yetiremez. Seni alıp hapsetmek hakkına en çok sahip olanlar
senin dedenin çocukları (amcaların)dır. Senin üzerinde bulunduğun husus üzere
kalmaya devam etmen, onlar için Kureyş'in kollarının, diğer Araplar'ın da yardımını
alarak sana hücum etmelerinden daha kolaydır. Ben, senin getirdiğinden daha
kötüsünü, amcalarına karşı getirmiş bir başka kimse görmedim." Fakat
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu toplantıda sustu ve hiçbir şey
konuşmadı. Daha sonra onları ikinci bir defa davet etti ve şöyle konuştu:
"Hamd, Allah'a mahsustur. Ben O'na hamdeder, O'ndan yardım ister, O'na
iman eder ve yalnız O'na tevekkül ederim. Şahitlik ederim ki Allah'tan başka
hiçbir ilah yoktur, O, birdir ve hiçbir ortağı da yoktur." dedikten sonra
şöyle devam etti: "Kesinlikle biliniz ki, ileriye gönderilen bir gözcü,
kendisini görevlendirmiş kimselere karşı asla yalan söylemez. Kendisinden başka
hiçbir ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim, ben, özelolarak sizlere ve
genelolarak da bütün insanlara, Allah'ın göndermiş olduğu elçisiyim. Allah'a
yemin ederim, uyur gibi öleceksiniz ve uyanır gibi de öldükten sonra
diriltileceksiniz, yaptıklarınızdan kesinlikle hesaba çekileceksiniz; ondan
sonra ya ebedi olarak Cennette, ya da ebedi olarak Cehennem'de olursunuz."
Bunun
üzerine ''Ebu Talib: "Sana yardımcı olmak, bizim için çok sevdiğimiz bir
şeydir. Senin öğüdünü biz kabul ediyoruz. Senin söylediklerini herkesten çok
biz tasdik etmek istiyoruz. İşte bunlar, senin atanın oğulları, bir arada
bulunuyorlar. Ben de onlardan birisiyim. Ben onlardan senin istediğine hızlıca
koşmalarını istiyorum. Sen, emrolunduğun işe devam et. Allah'a yemin ederim,
hep senin yanında olacak ve seni gelecek zararlardan koruyacağım. Fakat,
Abdülmuttalib'in dinini bırakmak da bir türlü içimden gelmiyor." diye
konuşunca; ''Ebu Leheb: "Allah'a yemin ederim, bu çok büyük bir
musibettir. Sizden başkaları onu alıkoymadan, sizler onu alıkoymalısınız."
diye atılır.
Ebu
Talib ise şöyle cevap verir: "Allah'a yemin ederim, hayatta kaldığımız
sürece, onu koruyacağız."
Ali
bin -Ebu Talib der ki: Yüce Allah'ın: ''Aşiretinden yakın olan kimseleri,
Allah'ın azabıyla korkut.'' emri nazil olunca, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) beni çağırıp: "Ey Ali, dedi. Allah, bana aşiretimden yakın
olanları inzar etmemi emretti. Ben bu yükün altından kalkamadım ve onlara bu
işi açıklayacak olursam, onlardan hoşuma gitmeyecek şeylerle karşılaşacağımı
biliyordum. Onun için sesimi çıkarmayıp sustum. Fakat sonunda Cebrail bana
gelerek: ''Ya Muhammed, eğer emrolunduğun şeyi yerine getirmeyecek olursan,
Allah seni azaplandıracaktır'' dedi. Bunun için sen bize bir kap yemek yap,
onun üzerine bir koyun ayağı atıver. Bir kap da süt doldur. Sonra da
Abdülmuttaliboğullarını onlarla konuşmak ve emredildiğimi onlara tebliğ etmek
üzere yanıma toplantıya çağır." Bana verdiği emri yerine getirdim ve daha
sonra da onları toplantıya davet ettim. O gün, o toplantıya gelenler kırk kişi,
ya da bir fazla, yahut bir kişi eksik idiler. Bu kişiler arasında amcaları Ebu
Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb de vardı. Hepsi bir araya gelince,
hazırladığım yemeği getirmemi söyledi. Yaptığım yemeği yere bırakınca,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), etten bir parça alarak dişleriyle
parçaladı ve parçalarını kabın çeşitli yerlerine bıraktıktan sonra onlara:
"Allah'ın adıyla alınız" dedi. Hazır bulunanlar, doyuncaya kadar
yedi. Fakat ben kapta, onların ellerinin uzandıkları yerlerdeki izlerden başka
birşey görmüyordum. Ali'nin nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim
ki, onların tümünün önüne koyduğum yemeği, tek bir kişi yiyebilirdi. Daha sonra
Resulullah bana: "Şimdi de gelenlere süt içir!" dedi. Ben de süt
kabını alıp geldim. Hepsi de kanıncaya kadar içtiler. Allah'a yemin ederim, bir
kişi tek başına onun kadarını içip bitirebilirdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), onlarla konuşmak isteyince, Ebu Leheb ondan önce davranarak:
"Sizin adamınızın sizleri ne de müthiş büyüledi!" deyince, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), kendileriyle konuşamadan, dağıldılar. Daha sonra
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bana: "Yarın, bir daha
çağırırsın ya Ali, o malum adam, senin işittiğin şekilde benden önce davranıp
konuşmaya başladı, onlar da ben konuşamadan dağılıverdiler." deyip şöyle
devam etti: "Şu yaptığın gibi bir daha bizlere yemek hazırla, sonra da
onları yanıma toplayıver. "
Herkes
toplanıp gelince, bir önceki gün yaptığı gibi yaptı ve onlara aynı kaptan bir
daha süt içirdi. Hepsi de kana kana içtiler ve doyuncaya kadar da yediler. Daha
sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözü alarak şöyle dedi: "Ey
Abdulmuttaliboğulları, Allah'a yemin ederim ki, ben hiç bir Arap gencinin size
getirdiğimden daha değerli birşeyi kavmine getirmiş olduğunu bilmiyorum. Ben
sizlere dünyanın da, ahiretin de hayrını getirmiş bulunuyorum. Yüce Allah da
bana, sizleri bu hayra çağırmamı emretmiştir. Bu işte kim bana kardeşim, vasim
ve halifem olmak üzere yardımcı olur?"
Hazır
bulunanların tümü bu işe yanaşmadı. Bense, aralarında yaşça en küçük, gözleri hapsinden
çapaklı, karını hepsinden büyük, bacakları tümünden ince olduğum halde:
"Ey Allah'ın Nebii, bu işte ben senin yardımcın ve destekçin
olacağım." dedim. Bunun üzerine Resulullah, boynumdan tutup: "İşte
bu, benim kardeşim, vasim ve benden sonra aranızdaki halifemdir; onu dinleyip
itaat edeceksiniz." dedi. Bundan sonra orada bulunanlar, gülüşerek kalkıp
gittiler. Giderken de babam ''Ebu Talib'e: "Oğlunun dediklerini dinleyip
itaat etmen için sana emir verdi." diye takılıyorlardı.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Allah'tan kendisine gelen emirleri açıklamakla
ve insanlara bu işi bildirip onları Allah'a imana çağırmakla emredildi. Ona
Nebilik verilir verilmez, üç yıl süreyle, davetini açık açık bildirmekle
emrolununcaya kadar, gizli yaptı. Fakat bu üç yıl geçtikten sonra, Allah'ın
emirlerini açık açık bildirmeye ve kavmini İslam'dan haberdar etmeye başladı.
Fakat bu merhalede O'ndan tam anlamıyla uzaklaşmadılar ve tanrılarını diline
dolayıp onları küçümseyinceye kadar kısmi bir takım tepkilerin dışında, onu red
etmediler. Fakat tanrılarını diline dolayıp onları küçümsemeye başlayınca,
Allah'ın, İslam dinini kabul etmekle koruduğu kimseler dışındakiler, O'na
muhalefet etmekte birlik oldular. O zamana kadar Müslüman olmuş olanlar da
zaten hem az, hem de gizli idiler. Kavminin muhalefetine karşı ''Ebu Talib,
O'nu himayesine aldı, korudu ve kendisine zarar verilmesine imkan bırakmadı.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Allah'ın kendisine emir verdiği
şekilde, hiç bir engel tanımaksızın Allah'ın buyruklarını açık açık tebliğ
etmeye devam etti.
Kureyş,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın söylediklerinin hoşlarına gidip
gitmediğine aldırış etmediğini, ''Ebu Talib'in de O'nu koruyup kendilerine
teslim etmediğini görünce, ileri gelenlerinden bazı kimseler ''Ebu Talib'e
gittiler. Bunlar arasında Rebia'nın iki oğlu Utbe ile Şeybe, Hişam'ın oğlu
''Ebu'lBahteri, Muttalib'in oğlu Esved, ''Ebu Cehil bin Hişam As bin Vail,
Haccac'ın oğlu Nubeyh, Münebbih ve başkaları da vardı. ''Ebu Talib'e: "Ya
Ebu Talib! Senin yeğenin tanrılarımıza küfretmiş, dinimizi ayıplamış,
düşüncelerimizi kafasızca olmakla nitelemiş, babalarımızı sapıklar olarak ilan
etmiş bulunuyor. Ya onu bize bu şekilde saldırmaktan alıkoyarsın, ya da bizi
onunla başbaşa bırakırsın. Çünkü sen de bizim gibi onun dediklerine karşı
bulunuyorsun." deyince, ''Ebu Talib onlara, güzel sözler söyleyip yumuşak
bir şekilde geri çevirdi. Böylece yanından ayrılıp gittiler. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), eskisi gibi yoluna devam etti.
Fakat
Resulullah ile Kureyş'in müşrikleri arasında durum gittikçe daha bir sarpa
sarıyordu. Herkes ondan uzaklaşıyordu ve Kureyş, Resulullah'tan daha çok söz
etmeye başlamıştı. Onu daha çok kınamaya koyulmuşlar ve ona karşı gerekirse
savaşmaya birbirlerini teşvik etmeye bile başlamışlardı. ''Ebu Talib'in yanına
bir daha giderek: "Ya Eba Talib, senin hem yaşın, hem de şerefin var. Biz,
senden kardeşinin oğlunu alıkoymanı beklerdik, fakat sen böyle bir şey
yapmadın. Bizlerse, Allah'a yemin ederiz ki, artık tanrılarımıza
küfredilmesine, babalarımıza hakaret edilmesine, düşüncelerimizin kafasızlıkla
nitelendirilmesine tahammül edemiyoruz. Artık ya O'nu bize bu şekilde
saldırmaktan alıkoyarsın ya da sana ve O'na karşı iki taraftan birisi yok
oluncaya kadar savaş açarız." yollu sözler söylediler, sonra da çekip
gittiler.
Kavminden
bu şekilde uzak bırakılmak ve onların kendisine bu şekilde düşmanlık etmeleri,
Ebu Talib'in gözünde oldukça büyüdü. Fakat bununla birlikte de Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i onlara teslim etmek ve yardımsız bırakmak da
hoşuna gitmiyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e haber göndererek,
Kureyş'in kendisine söylediklerini bildirdikten sonra, şunları ekledi:
"Beni ve kendini düşün. Bu konuda bana kaldırabileceğimden fazlasını
yükleme." Bunu işitince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
amcasının yeni bir durumla karşı karşıya kaldığını, artık kendisini yalnız
bıraktığını ve yardım edemeyecek bir duruma geldiğini sanmaya başladı. Bunun
üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), O'na şöyle dedi:
"Amcacığım,
güneşi sağ elime, ayı da sol elime vererek bu işten vazgeçmemi isteseler,
kesinlikle vazgeçmeyeceğim. Ya Allah bu dini yükseltir, ya da ben bu uğurda
helak olur, giderim."
Böyle
dedikten sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ağlayıp yanından
ayrıldı.
Peygamber
Efendimiz bu şekilde gitmekte iken Ebu Talib, arkasından yetişerek:
"Ey
kardeşimin oğlu, git ve istediğin gibi konuş. Allah'a yemin ederim, ne olursa
olsun seni bırakmayacağım." dedi.
Kureyş,
Ebu Talib'in Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i bırakmayacağını ve
kendilerine karşı düşmanlık edeceğini öğrenince, Umare bin Velid'le birlikte
yanına gidip: "Ya Eba Talib, dediler. Bu, Kureyş'in yiğidi, şairi ve en
yakışıklı genci Umare'dir. Bunu aL. Aklı ve desteği senin olsun. O'nu evlat
edin. Buna karşılık bizleri kafasızlıkla nitelendiren, senin de, atalarının da
dinine ters düşen, kavminin birliğini bozan kardeşinin oğlunu bize teslim et,
öldürelim. Bu, karşılıklı olarak adam adama değiştirmekten ibarettir."
Ebu
Talib de onlara şu cevabı verdi: "Allah'a yemin ederim, bana çok kötü bir
alış veriş teklif edıyorsunuz. Siz bana kendi oğlunuzu besleyeyim diye
veriyorsunuz ve buna karşılık oğlumu öldürmeniz için size teslim etmemi
isliyorsunuz? Allah'a yemin ederim böyle bir şey ebediyyen olmaz."
Mut'im
bin Adiyy bin Nevfel bin Abdu Menaf O'na şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim
ki, senin kavmin sana çok adaletli bir çözüm teklif ettiği halde, gördüğüm
kadarıyla sen onların hiçbir teklifini kabul etmek istemiyorsun. "
Buna
Ebu Talib'in cevabı şu oldu: "Hayır, Allah'a yemin ederim onlar, bana
adaletli bir çözüm teklif etmiyorlar. Fakat sen, benim etrafımı boşaltmakta ve
kavmimi bana karşı kışkırtmakta kararlısın. Dilediğini yapabilirsin. "
Bunun
üzerine iş daha çetin bir hal aldı, karşılıklı olarak birbirleriyle çekişmeye
başladılar. Kureyş müşrikleri, çeşitli kabilelerden Müslüman olan sahabeleri
gittikçe sıkıştırmaya başladılar. Bu sefer her kabile kendi arasından Müslüman
olan kimselere çullanmaya, onlara işkence yapmaya ve onları dinlerinden
vazgeçirmek için çalışmaya başladılar. Allah, Peygamberini de amcası Ebu Talib
sayesinde korudu. Ebu Talib, Haşimoğullarını Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i korumaya çağırdı, onlar da bu çağrıyı kabul ederek, bu işe karar
kıldılar. Fakat Ebu Leheb, bu işe katılmadı.
Ebu
Talib, kavminin sevindirici bir şekilde bir araya geldiklerini görünce,
onlardan övgüyle söz etmeye ve aralarında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'ın üstünlüğünü dile getirmeye başladı. Kureyşliler, ölüm döşeğinde iken
Ebu Talib'in yanına gidip: "Sen bizim büyüğümüzsün, efendimizsin. İnsafa
gel de bizleri kardeşinin oğlundan kurtar. O'na emret de bizim putlarımıza,
ilahlarımıza küfretmekten vazgeçsin, biz de kendisini ilahı ile başbaşa
bırakalım." teklifini yaptılar.
Bunun
üzerine Ebu Talib, Hz. Peygamber'e haber gönderip çağırtır. Yanına gelince der
ki: "Bunlar kavminin ileri gelenleridir. Kendi ilahlarına küfretmekten
vazgeçmen karşılığında seni de ilah'ınla başbaşa bırakmayı teklif
ediyorlar."
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) O'na: "Amcacığım, peki ya ben onları bundan
daha hayırlı bir söze çağırsam nasıl olur? Onlar bu sözü söyleyecek olurlarsa, tüm
Araplar, onlara boyun eğecek, Arap olmayanların da her şeylerini ellerine
geçireceklerdir." teklifinde bulundu.
Bunu
duyan Ebu Cehil atılıp: "Neymiş bu? Babanın başı hakkı için biz bunu sana
on katıyla geri vermeye hazırız" dedi.
Bu
sefer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "La ilahe illallah
deyiveriniz" dedi. Fakat hepsi de bunu nefretle reddedip farklı şeyler
söylediler. Sonra da: "Bizden başka bir şey iste!" dediler.
Resulullah'ın
cevabı şu oldu: "Eğer güneşi indirip ellerime verecek olsanız bile, sizden
başka bir şey istemeyeceğim."
Bu
cevap onları kızdırdı ve kızgınlıkla kalkıp giderken şöyle dediler:
"Allah'a yemin ederiz, sana da, sana bunu emreden ilahına da küfür edip
duracağız. "
Sad
suresinin 6, 7 ve 8. ayetleri bu olayı ve orada söylenenleri haber vermektedir.
Onlar
çekip gittikten sonra Hz. Peygamber, amcasına yönelerek: "Bir kelimecik
(Tevhit) söyle. Kıyamet gününde bu kelimeyi söylediğine şahitlik edeyim."
dediyse de, amcası Ebu Talib: "Şayet Araplar, sizleri bununla ayıplayıp
ölüm korkusuyla söyledi demeyecek olsalardı, senin istediğin bu sözü söylerdim.
Fakat hayır, yaşlıların dini üzerine kalmak istiyorum." diye cevap verir.
İşte:
''Şüphe yok ki sen, sevdiğin kimselere hidayet veremezsin.'' (Kasas suresi,
28/56) anlamındaki İlahi buyruk, bunun üzerine nazil olur.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
ZAYIF
MÜSLÜMANLARA YAPILAN İŞKENCELER