İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT İSLAM’IN DOĞUŞU MEKKE... ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi |
RESULULLAH
(S.A.V.)'İN MİRACI
Mirac'ın
ne zaman olduğunda, ilgilenen alimler farklı şeyler söylemişlerdir. Hicretten üç
yıl önce olmuştur, denildiği gibi, bir yıl önce olmuştur diyenler de vardır.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in nereden alınıp miraca götürüldüğü
konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Mescid-i Haram'ın Hicr denilen
yerinde uyumaktayken, oradan alınıp geceleyin yürütüldü (İsra), denildiği gibi,
Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'nin evinde uyumakta iken olmuştur da denildi. Bu
görüşü söyleyenler, "Haremin tümü mescittir" derler.
Mirac
ile ilgili hadisleri, sahabelerden bir topluluk, sahih senetlerle rivayet
etmişlerdir.
Dediler
ki: ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Cebrail ile
Mikail yanıma gelerek şöyle sordular: ''Biz, hangilerini (almak üzere)
emredildik?'' Dediler ki: ''Onların efendilerini (almakla) emredildik.'' Sonra
gidip ön taraftan geldiler. Bu sefer üç kişi idiler. Uyumakta olduğunu
gördüler. Onu sırt üstü çevirip karnını yardılar. Zemzem Suyu ile içini
yıkayarak hile ve benzeri şeylerden temizlediler. İman ve hikmetle dolu bir
leğen getirip kalbini ve içini iman ve hikmetle doldurdular. Nebi devamla
buyurdu: Cebrail beni Mescid (-i Haram) dan dışarıya çıkarttı. Aniden karşımda
bir binek gördüm. Bu, Burak'tı. Eşekten yüksek ve katırdan alçak idi. Adımını,
gözünün son gördüğü noktaya atardı. Cebrail bana: ''Bin'' dedi. Elimi onun
üzerine koyduğumda kabul etmeyip zorluk çıkardı. Bu sefer Cebrail ona: ''Ey
Burak, dedi. Senin sırtına, Allah'ın yanında Muhammed'den daha değerli bir
kimse binmiş değildir.'' Burak'tan bu sefer terler boşandı ve önüme eğildi. Ben
de sırtına bindim. Cebrail de beni alıp Mescid-i Aksa taraflarına götürdü. Bana
iki kap getirildi. Birisinde süt, diğerinde şarap vardı. Bana: ''Bunlardan
birisini seç'' denildi. Ben de sütü alıp içtim. Bunun üzerine bana: ''Fıtrata
uygun olanı seçtin, denildi. Şayet şarabı seçmiş olsaydın, senin ümmetin senden
sonra azıp yoldan çıkardı.''"
Sonra
yolumuza devam ettik, Bana: "Aşağı in, namaz kıl" dedi. Ben de inip
namaz kıldım. Cebrail bana: "Burası Taybe'dir, dedi. Buraya hicret
edilecek."
Yine
yolumuza devam ettik. Bana: "İn ve namaz kıl" dedi. Ben de inip namaz
kıldım. Bana: "Burası Tur-i Sina'dır. Allah'ın Musa ile konuştuğu
yerdir." dedi. .• Yine yolumuza devam ettik. Bana: "İn ve namaz
kıl" dedi. Ben de inip namaz kıldım. Bana: "Burası Beyt Lahm'dır,
dedi. İsa'nın doğduğu yer." Sonra Beytü'l-Makdis'e varıncaya kadar
yürüdük. Mescit'in kapısına vardığımızda, Cebrail beni indirdi ve Burak'ı,
(peygamberlerin bineklerini bağladığı) halkaya bağladı. Mescide girdiğimde,
etrafımı peygamberlerin sarmış olduğunu gördüm. "Benden önce Allah'ın
peygamber olarak gönderdiği kimselerin ruhlarının çevremi sarmış olduğunu
gördüm" de denilmiştir. Hepsi bana selam verdi. Ben: "Ey Cebrail,
bunlar kimdir?" dedim. Bana: "Bunlar senin Peygamber kardeşlerindir.
Kureyş, Allah'ın ortağı olduğunu ileri sürdü. Hıristiyanlar da Allah'ın çocuğu
vardır, dediler. Bu peygamberlere sor bakalım, aziz ve celil Allah'ın herhangi
bir ortağı ya da çocuğu var mıdır? İşte Yüce Allah'ın: ''Bir de senden önce
göndermiş olduğumuz resullerimize sor: Biz, Rahman (olan Allah)'ın dışında
kendilerine ibadet edilen tanrılar mı kılmışız?'' (Zuhruf suresi, 43/45)
şeklindeki buyruğunda anlatılan durum budur. Hepsi, aziz ve celil Allah'ın
birliğini ikrar ettiler. Sonra Cebrail onları topladı, beni önlerine geçirdi. Ben
de onlara iki rekat namaz kıldırdım.
Daha
sonra Cebrail, benimle malum kayanın yanına vardı, oraya çıkardı. Baktım ki,
göğe kadar bir miraç (merdiven) yükseliyor. Hiç kimsenin gözü ondan daha güzel
birşey görmemiştir. Melekler de oradan (göklere) yükselir. Bu Miraç'ın
başlangıcı Beytü'l-Makdis'deki kayada, öbür ucu ise göklere bitişiktir. Cebrail
beni kaldırıp kanadı üzerine koydu, dünya semasına kadar çıkardı. (Kapısının)
açılmasını istedi. "Kim o?" diye soruldu. O da: "Cebrail"
dedi. "Ya beraberinde olan kim?" diye sorulunca, "Muhammed"
diye cevap verdi. Bu sefer: "O'na peygamberlik verildi mi?" diye
soruldu. O da: "Evet" deyince, "Merhabalar olsun O'na. Gelen ne
iyi birisidir!" dediler ve kapı açıldı, içeri girdik. Karşımızda, herşeyi
yerli yerinde, eksiksiz bir adam gördük. Sağında, içerisinden güzel kokular
gelen bir kapı, solunda pis kokular gelen bir başka kapı vardı. Sağında bulunan
kapıya baktığında gülüyor, solundaki kapıya baktığında ağlıyordu. Ben:
"Bu, kimdir ve bu iki kapı ne oluyor?" diye sorunca, Cebrail bana:
"Bu senin atan Adem'dir. Sağındaki kapı Cennet'in kapısı, olup soyundan
gelenlerden oraya girenlere baktığı zaman gülüyor; solundaki kapı ise
Cehennem'in kapısıdır ve soyundan gelip de oraya girenleri gördüğü zaman da
ağlıyor ve üzülüyor" diye cevap verdi.
Daha
sonra beni alıp ikinci semaya çıkardı. Kapının açılmasını istedi. "Kim
o?" diye sorulunca, "Cebrail'im" diye cevap verdi. Bu sefer:
"Beraberinde kim var?" diye soruldu. O da: "Muhammed" dedi.
"Peki ona peygamberlik verildi mi?" diye sorduklarında da, Cebrail:
"Evet" diye cevaplandırdı. Bu sefer: "Allah'ın selamı üzerine
olsun, merhabalar olsun ona. Bu gelen ne iyi birisidir!" denilerek, kapı
açıldı. İçeri girdiğimizde iki genç ile karşılaştık. Ben: "Ey Cebrail,
bunlar kim?" diye sordum. Cebrail: "Bunlar Meryemoğlu İsa ile Yahya
bin Zekeriyya'dır." diye cevaplandırdı.
Arkasından
beni alarak üçüncü semaya çıkardı. Kapının açılmasını isteyince: "Kim
o?" diye soruldu. "Ben Cebrail'im" diye cevap verdi. Bu sefer:
"Peki beraberinde kim var?" denilince: "Beraberimdeki
Muhammed'dir" dedi. Bu sefer: "Kendisine Nebilik verildi mi?"
diye soruldu, O da: "Evet" dedi. Bunun üzerine: "Merhabalar
olsun ona. Hoş sefa geldi" dediler. İçeri girdik. Karşımda başkalarından
daha güzel birisini gördüm. Ben: "Bu kim, ey Cebrail?" diye sordum.
Cebrail: "Bu, kardeşin Yusuf'tur" dedi.
Arkasından
beni alarak dördüncü semaya çıktı ve kapısının açılmasını istedi. "Kim
o?" diye soruldu. Cebrail: "Yanımdaki Muhammed'dir" diye cevap
verince: "Ona Nebilik verildi mi?" diye soruldu: "Evet"
dedi. Bunun üzerine: "Merhabalar olsun O'na, hoş sefa geldi" denildi
ve biz de içeri girdik. Karşımızda bir adam duruyordu. Ben: "Bu
kimdir?" diye sordum. Cebrail: "Bu İdris'tir, dedi. Allah, O'nu
yüksek bir mekana çıkartmıştır."
Daha
sonra beni beşinci kat semaya çıkarttı ve kapının açılmasını istedi. "Kim
o?" diye sorulunca: "Ben Cebrail'im" diye cevap verdi. Bu sefer:
"Beraberindeki kim? diye soruldu. O da: "Muhammed'dir" deyince:
"Peki, O'na Nebilik verildi mi?" diye soruldu. Cebrail:
"Evet." dedi. "Merhabalar olsun O'na, Hoş, sefa geldi"
denildi. Biz de içeri girdik. Karşımızda oturan birisi vardı ve etrafındaki
topluluğa birşeyler anlatıyordu. "Bu kim?" diye sordum. Cebrail bana:
"Bu, Harun'dur. Etrafındakiler de İsrailoğulları ' dır." diye cevap
verdi.
Arkasından
beni alıp altıncı semaya çıkarttı. Kapının açılmasını isteyince, "Kim
o?" diye soruldu. "Ben Cebrail'im" diye cevap verdi. Bu sefer:
"Yanında kim var?" denilince, "Yanımdaki Muhammed'dir."
diye cevaplandırdı. Tekrar: "Peki kendisine Nebilik verildi mi?" diye
soruldu. O da: "Evet" dedi. Bunun üzerine: "Merhabalar olsun
O'na; hoş sefa geldi" dediler. Oradan da içeri girdik. Karşımızda
oturmakta olan bir adam gördüm. Onu geçip geride bıraktık. Bunun üzerine bu
adam ağlamaya başlayınca: "Bu adam kim, ey Cebrail?" diye sordum.
"Bu Musa'dır" dedi. "Peki niye ağlıyor?" diye sorunca şöyle
dedi: "İsrailoğulları, beni Allah'ın yanında Ademoğulları'nın en değerlisi
sanıyor. Ademoğulları'ndan olan bu adam ise, beni geride bıraktı."
Hz.
Nebi anlatmasına devam ederek: Sonra beni alarak yedinci semaya çıkarttı.
Kapının açılmasını istedi. "Kim o?" diye sorulunca:
"Cebrail" diye cevap verdi. Bu sefer: "Peki yanında kim
var?" dediler. O: "Muhammed" diye cevaplandırdı. "Peki
kendisine peygamberlik verildi mi?" diye sorulunca: "Evet" dedi.
Bunun üzerine: "Merhabalar olsun O'na. Hoş sefa geldi." dediler ve
biz de içeri girdik. Karşımızda, Cennet'in kapısı önünde, bir kürsi üzerinde
oturmuş, saçları yer yer kırlaşmış ve çevresinde de beyaz kağıtları andıran
beyaz yüzlü bir toplulukla, renklerine bir parça siyahlık karışmış bir takım
kimselerin yer aldığı bir adam gördük. Renklerinde bir parça siyahlık bulunan o
kimseler kalkıp bir nehirde yıkandılar. Nehirden çıktıklarında, onların yüzleri
de öbür arkadaşlarının yüzleri gibi bembeyaz olmuştu. Bunun üzerine: "Kim
bu?" diye sordum. Cebrail: "Bu senin atan İbrahim'dir. Şu gördüğün
beyaz yüzlü kimseler ise, imanlarına zulüm katmamış kimselerdir. Yüzlerinin
renklerinde bir parça siyahlık bulunan o kimselere gelince, onlar iyi
amelleriyle birlikte bir kısım kötü ameller de karıştırmışlar, daha sonra tövbe
edip, Allah'ın tövbelerini kabul ettiği kimselerdir." Bir de baktım ki
İbrahim, bir eve yaslanmış şöyle söylüyor: "Şu el-Beyt el-Ma'mur'a hergün
yetmiş bin melek giriyor ve aynı melekler bu eve bir daha dönmüyor. "
Nebi
devamla buyurdu: Cebrail, beni alarak götürdü ve Sidretu'l-Münteha'ya vardık.
Oradaki ağacın meyveleri Hecer testilerini andırıyordu. Onun dibinden dört
nehir kaynıyordu: İkisi gizli, ikisi açıkta idi. Gizli olan iki nehir
cennettedir; açık olanları ise, biri Nil'dir, diğeri Fırat'tır. O ağacı
Allah'ın nurundan bir örtü kaplamıştı. Onun etrafında bulunan melekler,
Allah'ın haşyetinden altından çekirgelere benziyordu. Onlar öyle bir değişik
hal almışlardı ki, bunu hiç kimse nitelendiremez. Cebrail, onların tam
ortasında dikilerek, şöyle dedi: "İlerle ya Muhammed!" Cebrail de
benimle birlikte olduğu halde, bir Hicaba doğru ilerIedim. Beni bir başka melek
aldı ve Cebrail, benden geriye çekildi. Ben: "Nereye?" diye sordum.
Bana: ''Her birimizin bilinen bir makamı vardır.'' (Saffat suresi, 37/164) diye
cevap verdi. İşte bu mahlukatın varabildiği son noktadır.
Ben
bu halimde, Arş'a varıncaya kadar devam ettim. Arş'ın yanında her şey küçüldü,
alçaldı. Rahman olan Allah'ın heybetinden dilim tutuldu. Derken Allah, nutkumu
çözdü ve: "et-Tehiyyatü el-Mübarekatü vessalavatu't-Tayyibatü lillahi ...
(Bütün dualar, senalar, bedeni ve mali ibadetler, yalnız Allah'ındır)" deyiverdim.
Allah da, bana ve ümmetime bir gün ve gecede elli vakit namaz kılmayı farz
kıldı. Sonra Cebrail'in yanına döndüm. Elimden tutup beni Cennet'e soktu. Orada
inciden, yakuttan ve zebercedden evler gördüm. Orada bir nehir gördüm ki, onun
suyunun rengi sütten ak ve baldan daha tatlı idi. O nehirin dibindeki
çakılları, inci yakut ve miskten idi. Cebrail bana: "İşte bu, Rabbinin
sana vermiş olduğu Kevser'dir." dedi. Daha sonra bana ateş gösterildi.
Oradaki zincirlere, prangalara, yılanlara, akreplere ve ondaki türlü, çeşitli
azaplara baktım.
Daha
sonra beni oradan çıkarttı ve yolumuza Musa'ya rastlayıncaya kadar devam ettik.
Musa bana: "Sana ve ümmetine ne farz kılındı?" diye sordu. Ben:
"Elli vakit namaz" dedim. Bunun üzerine Musa: "Ben, senden önce
İsrailoğullarını iyice sınadım ve onları en zorlu şartlar altında tedavi etmeye
çalıştım. Onlardan istenenlerse bunlardan daha azdı. Fakat yine de yapmadılar.
Rabbine geri git ve bunu hafifletmesini iste." Rabbimin yanına geri dönüp
ondan bu mükellefiyeti hafifletmesini istedim. Onunu kaldırarak hafifletti.
Tekrar Musa'ya geri döndüm ve onu durumdan haberdar edince: "Geri dön ve
hafifletmesini iste" dedi. Tekrar geri döndüm, bu sefer on vakit daha
kaldırarak hafifletti. Bu şekilde Rabbim ile Musa arasında gide gele, sonunda
beş vakit kaldı. Musa yine bana: "Geri dön, hafifletmesini dile"
dediyse de ben: "Artık Rabbim'den utanmaya başladım, geri
dönmeyeceğim." dedim. Bunun üzerine şöyle bir nida işittim: "Ben
senin ümmetin üzerine elli vakit namaz farz kıldım .. Beş vakit, elli vakite
bedeldir. Ben farz kıldığım hükmü yerine getirdim ve aynı zamanda da kullarımın
yükünü hafiflettim. "
Daha
sonra Cebrail ile birlikte yatağıma geri döndüm ve bütün bunlar bir gece içinde
olup bitmişti."
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Mekke'ye geri döndüğünde, insanların kendisine
inanmayacaklarını bildiğinden, Mescid-i Haram'da üzgün üzgün oturdu. Önünden
''Ebu Cehil geçti ve alayedici bir üslupla: "Nasıl bu gece işe yarar
birşey yapabildin mi?" diye sordu. Hz. Nebi: "Evet, dedi. Bu gece
Beytü'lMakdis'e götürüldüm." ''Ebu Cehil: "Sonra da sabah olunca
aramıza geliverdin, öyle mi?" dedi. Hz. Nebi: "Evet" diye cevap
verdi. Bunun üzerine ''Ebu Cehil: "Ey Ka'ab bin Lüeyyoğulları, gelin
buraya, gelin." diye halkı çağırdı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de
onlara durumu anlattı. Onların kimi anlatılanları doğruluyor, kimi yalanlıyor,
kimisi alkış tutuyor, bir başkası elini şakağına koyup düşünüyordu. İman
etmeyenler O'na iman edip söylediklerini doğrulayanların yanından uzaklaşıp gidiyordu.
Müşriklerden
bir takım kimseler koşup Hz. ''Ebu Bekir'in yanına vararak: "Senin
arkadaşın, şunu şunu söylüyor." dediler. O da: "Eğer o bunları
söylüyorsa, kesinlikle doğru söylüyor." diye cevap verir. Devamla:
"Ben, bunun ötesinde olan konularda bile doğru söylediğine inanıyorum;
O'nun gökten gece gündüz almış olduğu haberlerini de doğruluyorum." Bunun
üzerine O'na; o günden itibaren: "''Ebu Bekir es-Sıddik" denilmeye
başlandı.
Mekke'li
müşrikler, bunun üzerine Hz. Nebi'e: "O halde bize Mescid-i Aksa'nın
niteliklerinden söz et" dediler. Hz. Nebi (dediki): "Ben de onlara
anlatmaya koyuldum. Fakat sonunda bazı noktalarda benim için karışıklık
oldu." dedi. "Bunun üzerine Mescid, alınıp gözümün önüne getirildi.
Ben de ona bakıp niteliklerini sayıp dökmeye başladım." Bu sefer bana:
"Bize kervanımızın durumunu bildir" dediler. Nebi: "Ravha
denilen yerde, filanların kervanına rastladım. Bir develerini kaybetmişler ve
onu arıyorlardı. Sonra içinde su bulunan bir bardak aldım ve onu içtim. Onlara
bu durumu sorabilirsiniz. Daha sonra filan, filan ve filan oğullarının
kervanlarına rast geldim. Zü Murr denilen yerde, kimilerini binmiş, kimilerini
yerde oturmuş gördüm. Onların genç devesi benden ürküp filan kişi sırtından
düştü ve elini kırdı. Onlara sorabilirsiniz." buyurduktan sonra, kendi
kervanları hakkında da onlara şu bilgiyi verdi: "Sizin kervanınızı da
Ten'im denilen yerde buldum. Kervanın önünde kül renkli bir deve gidiyor ve bu
devenin üzerinde de iki tane elle dikilmiş hurç yerleştirilmişti. Güneşin
doğmasıyla birlikte size ulaşacaklar. "
Bunun
üzerine Mekkeli müşrikler, yolun gözlendiği tepeye çıktılar ve onu
yalanlayabilmek amacıyla güneşin doğmasını beklediler. Onlardan birisi şöyle
dedi: "Aha işte güneş doğdu." Tam bu sırada da bir başkası: "Allah'a
yemin ederim. İşte kervan da göründü. En önünde de onun dediği şekilde kül
rengi bir deve geliyor" dedi. Böylelikle müşrikler, istedikleri şeyi elde
edemeyince, bu sefer: "Muhakkak bu, apaçık bir sihirdir" demeye
başladılar.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
İLK MÜSLÜMAN
OLANLAR ve BU KONUDAKİ FARKLI GÖRÜŞLER