|
İBNÜ’L-ESİR |
1. CİLT |
Şİ'BU
CEBELE VAK'ASI
Lakit
bin Zürare, kardeşi Ma'bed bin Zürare'nin intikamını almak için Amir bin
Sa'sa'aoğulları'na savaş açmayı kararlaştırmıştı. Ma'bed bin Zürare'nin Amiroğulları'nın
elinde esir iken öldüğünü daha yukarıda zikretmiştik. Lakit bin Zürare savaş
hazırlığı ile meşgulolduğu bir sırada, Absoğulları ile Amiroğullarının ittifak
ettikleri haberi kendisine ulaştı. Bu durum karşısında Lakit bin Zürare onların
üzerine yürümeğe cesaret edemeyip Absoğullarıyla aralarında intikam ve
düşmanlık bulunan bütün kabileIere elçiler göndererek onları Abs ve
Amiroğullarıyla yapacağı savaşta kendisi ile ittifak ve yardımlaşmağa çağırdı.
Bunun üzerine Esed, Gatafan kabileleri ile Amr bin Cevn ve Muaviye bin Cevn
Lakit'ın etrafında toplandılar. Sonra çoğalıp güçlendiler ve savaş için
harekete geçtiler. Sancak işlerini ise Muaviye bin Cevn üstlendi. Esed ve
Fezareoğulları Muaviye bin Cevn ile beraber bir sancak altında toplandılar.
Hacib bin Zürare ile Amr bin Temim'e de bir sancak verildi. Hassan bin Hemmam
ile beraber Ribab Kabilesi de bir sancak altında toplandılar. Amr bin Udes ile
beraber Temim Kabilesi boylarından bir cemaat de başka bir sancak altında
birleştiler. Bu arada Lakit bin Zürare ile beraber Hanzala'ya da bir sancak
verildi. Lakit'in yanında kızı Dahtenus da yer aldı; çünkü Lakit kızı
Dahtenus'u kendisiyle birlikte savaşlara götürür ve ondan görüş alırdı.
Sonra
büyük bir ordu halinde, Amir ile Absoğullarını öldürüp intikamlarını
alacaklarından son derece emin olarak harekete geçtiler. Lakit bin Zürare yolda
giderken eşraftan Kerib bin Safvan bin Hubab es-Sa'adi'ye rastladı ve ona:
"Aramıza katılıp bizimle beraber savaşmana engelolan nedir?" diye
sordu. Kerib bin Safvan: "Şu anda devemi aramakla meşgulüm." diye
cevap verdi. Bunun üzerine Lakit bin Zürare: "Hayır, sen bizim gelmekte
olduğumuzu karşı tarafa haber verip onları uyarmak istiyorsun; gelişimizi
onlara haber vermeyeceğine dair yemin etmedikçe seni bırakmam." dedi. Bu
durum karşısında Kerib söylemeyeceğine dair yemin edip söz verdi, fakat
Lakit'in yanından öfkeli bir şekilde ayrıldı. Nihayet Kerib bin Safvan
Amiroğulları'na yaklaşınca, bir bez parçası alıp içine bir Ebu Cehil karpuzu,
bir diken, biraz toprak, iki Yemen hırkası, bir kırmızı hırka ve on siyah taş
koyup bu bez parçasını onların su aldıkları yere attı ve hiç konuşmadı. Nihayet
bu bohçayı Muaviye bin Kuşeyr alıp Ahvas bin Ca'fer'in yanına geldi ve bunu su
aldıkları bir sırada adamın birisinin getirip attığını söyledi. Bunun üzerine
Ahvas bin Ca'fer Kays bin Züheyr elAbsi'ye: "Bu bohça konusunda ne
düşünüyorsun." diye sordu. Kays bin Züheyr: "Bu, Allah'ın bize bir
lutfudur, bu adam ise sizinle konuşmağa yemin ettirilmiş birisidir. Size
savaşmak için gelen düşmanlarınızın topraktaki toz tanecikleri kadar çok,
kuvvetlerinin diken kadar sert olduğunu haber vermek istiyor. Ebu Cehil karpuzu
gelen kabile-Ierin reisIerini, iki Yemen hırkası Yemenli iki kabilenin onlarla
beraber olduklarını, kırmızı hırka Hacib bin Zürare'nin gelen orduda olduğunu,
taşlar ise bu ordunun on günden beri size doğru gelmekte olduğunu gösteriyor.
Sizi uyarıyorum; hür ve şerefli olun, hür kimselerin sabrettikleri gibi
sabredip sebat gösterin." şeklinde yorumlayıp cevap verdi.
Bunun
üzerine Ahvas bin Ca'fer, Kays'a: "Senin bu görüşünü kabul edeceğiz ve
buna göre davranacağız; çünkü sen karşılaştığın sıkıntı ve zorluklardan mutlaka
bir çıkış yolu bulmuş bir kişisin." dedi. Kays: "Madem ki benim bu
görüşüme göre hareket edeceksiniz, o halde develerinizi Şi'bu Cebele'ye (Cebele
Geçidine) sürüp götürün, sonra onları bu günlerde hiç suya indirmeyin, susuz
bırakın. Düşmanlarınız geldiği zaman bu develeri, kılıç ve mızraklarla dürterek
onların üzerine salın. Bu develer susuzluktan korkunç sesler çıkarıp onları
oyalayacak ve topluluklarını dağıtacaktır. İşte bundan sonra onların peşine
düşün ve intikamınızı alarak yüreklerinizi soğutun." dedi. Onlar da
Kays'ın bu tavsiyelerine aynen uydular.
Kerib
bin Safvan geri dönerken tekrar Lakit ile karşılaştı ve Lakit ona: "Karşı
tarafa haber verip onları uyardın mı?" diye sordu. Kerib bin Safvan
onlardan hiç bir kimse ile konuşmadığına dair tekrar yemin etti, bunun üzerine
Lakit de onun gitmesine müsaade etti. Bu sırada Lakit'in kızı Dahtenus, babasına:
"Beni ailemizin yanına gönder, Abs ve Amiroğulları'na karşı beni hedef
yapma, zira bu adam mutlaka onları haberdar edip uyarmıştır." dedi. Lakit,
kızı Dahtenus'un bu sözlerini beğenmedi ve onu ahmaklıkla suçlayıp geri
gönderdi. Bundan sonra Lakit yoluna devam ederek kalabalık bir askerle at
kişnemeleri arasında Şı'bu Cebele'nin ağız kısmına gelip konakladı. Onların tek
derdi su idi ve bu yüzden hemen suya doğru yönelmişlerdi. İşte bu sırada Kays
kendi adamlarına: "Develeri şimdi onların üzerine salın." dedi.
Kays'ın sözünü tuttular ve develeri saldılar. Develer ise susuzluktan
kudurmuşçasına korkunç sesler çıkararak onların arasına daldılar. Bir kısmı
develerin arkasında, bir kısmı da yanıbaşlarında kaldılar. Neticede develer
Temimoğullarını ve beraberlerindekileri çiğneyip dağıttılar. Bu sırada Şi'bu
Cebele denilen geçitte bulunuyorlardı ve develer onları hazırlıksız bir halde
iken yakalayıp düzlüğe çıkarmıştı. Böylelikle sancaklarının altında
toplanmaları engellendi. Abs ve Amiroğulları ise bu durumdan yararlanıp onların
üzerine saldırdılar. Taraflar şiddetli bir şekilde savaştılar ve bu savaş
esnasında Temimoğullarından çok sayıda insan öldürüldü. Karşı tarafın
reisIerinden ilk öldürülen kişi ise Amr bin Cevn oldu. Bu arada Muaviye bin
Cevn ile Hacib bin Zürare ve Lakit'in kızı Dahtenus'un kocası Amr bin Amr bin
Udes esir edildi. Lakit bin Zürare ise kendini toparlayıp dağılmış bulunan
kavmini tekrar yanına çağırdı; fakat çok az sayıda kişi toplandı. Bu durum
karşısında Lakit bayrağını alıp bir uçurumun kenarına dikti, sonra saldırıya
geçip vuruştuktan sonra geri döndü ve: "Ben Lakit'im." diye
adamlarına seslendi. Aynı şekilde ikinci defa saldırıya geçti ve bir hayli
kişiyi öldürüp yaraladıktan sonra geri döndü. Artık çevresinde toplananların sayısı
hayli artmıştı. İşte bu sırada atının üzerinde iken uçurumun çökmesiyle Antere
üzerine saldırdı ve vurduğu bir darbe ile Lakit'in belini kırdı. Sonra Kays
gelip kılıcıyla vurdu ve O'nu kanlar içerisinde bıraktı. İşte bu esnada Lakit
kızı Dahtenus'u hatırlayıp şu mealdeki mısraları söyledi:
"Ey
Dahtenus! Keşke bilseydim ve bu haber sana geldiğinde seni dinleseydim. Sen
saçlarını mı kesiyorsun, yoksa salına salına mı yürüyorsun? Hayır, sen bir
gelinsin ve salına salına yürüyorsun. "
Sonra
Lakit bin Zürare öldü ve Temim ile Gatafan kabilelerinin hezimetleri
tamamlanmış oldu. Bundan sonra Hacib bin Zürare'yi beş yüz, Amr bin Amr'ı iki
yüz deve fidye karşılığında kurtardılar. Bu arada sağ salim kurtulanlar da
ailelerine geri döndüler.
Dahtenus
ise babasının arkasından kasideler halinde mersiyeler söyledi.
Söylediği
mersiyelerden biri şu mealdeki kasidesidir:
"Ulu
ve şerefli olan kişi, Hındif'in güzel ve hayırlı hasletlerine, yani Hındif'in
gencine, yaşlısına, düşmanlarına karşı en zararlı olanına, esarettekilerini en
çok azat edip hürriyetlerine kavuşturana, yer altı mahzenlerindeki asil, ulu ve
efendilerine, hitap günündeki süsüne ve hükümdarlar katındaki reisine,
neseplerine müracaat edildiği zaman, nesep bakımından en mükemmel olanına vakıf
ve muttali oldu. O ki, aşiretin asaletini yükseltip dayanağı olan reis ve
efendisini gözetti. O aşiretinin ihtiyaçlarını giderip kolluyor, zararlı
şeylerden onları koruyor, asalet ve şereflerini müdafaa ediyor. Yürünmesi
mümkün olmayan düşmanların topraklarına tıpkı ölümü gelmiş karayılanın
küstahlığı gibi ayak basıp giriyor. O bulutsuz açık bir havada parlayan bir
yıldız gibidir, fakat ulu ve değerli olan kişi onun canıyla oynadı. Ne var ki
bütün ölümler ezelde takdir edilip yazılmıştır. Esedoğulları kuşların
sahiplerinden kaçtıkları gibi kaçtılar; Hevazin Kabilesi 'nin adamları ise
kuyruklarının yanında (yani kuyrukları kıstırılmış) fare gibiydiler. "
Muhammed
bin İshak Cebele vak'asını bizim zikrettiğimiz gibi anlatmıyor, bizden farklı
zikrediyor ve şöyle diyor: "Bu vak'anın asıl sebebi şudur:
Hındifoğullarının ku'duduna(3) Kays yemek vermek
mecburiyetindeydi ve bu ku'dud sırayla Hındifoğulları arasında dolaşırdı.
Nihayet sıra Temim Kabilesi'ne, sonra Amr bin Temimoğulları'na gelmişti. Amr
bin Temimoğulları ise Hındifoğulları'nın sayıca en az, zayıf ve perişan bir
boyu idi. Sıra bunlara gelince Kays ku'duda yemek vermekten imtina etti ve
karşı koydu; bunun üzerine Temim Kabilesi bir araya toplandı ve diğer Arap
kabileleriyle ittifak anlaşması yaptı. Bundan sonra Kays'ın üzerine yürüdüler.
"
(3) Ku'dud,
babası muammerinden (uzun ömürlülerden) olması hasebiyle, en büyük atası ve
babası arasındaki nesep vasıtası az olan kişiye denir. (Mütercim).
Muhammed
bin İshak, kıssanın bundan sonrasını bizim zikrettiğimiz gibi anlatıyor, fakat
bazı kısımlarında bizden ayrılıyor. Bunların burada zikredilmesine gerek
görmüyorum.
Amir
bin Tufeyl el-Amiri, bu vak'anın cereyan ettiği günde dünyaya gelmiştir.
Bazı
alimler, Bahreyn'deki bir kısım Arapların Mecusiliği kabul ettiklerini, Zürare
bin Udes ile iki oğlu Hacib ve Lakit'in, Akra' bin Habis ve diğerlerinin Mecusi
olduklarını, Lakit'in kendi kızı Dahtenus ile evlendiğini ve ona Farsça olan bu
''Dahtenus'' adını verdiğini, hatta Lakit öldürüldüğünde kızı Dahtenus ile evli
bulunduğunu ve bu hususta: "Ey Dahtenus! Keşke bilseydim!" mealindeki
mısralarla başlayan beyitleri söylediğini zikrederler. Fakat doğru olan birinci
rivayettir. En doğrusunu ise Allah bilir.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA