İBNÜ’L-ESİR |
1. CİLT |
BEREDAN
VAK'ASI
Bu
vak'anın meydana gelişi şöyledir: Ziyad bin Hebüle Suriye bölgesine hükümdar
olmuştu. Kendisi Selih bin Hulvan bin Imran bin Elhaf bin Kuda'a kabilesindendi.
Ziyad bin Hebule, Necid ve Irak civarındaki Arapların hükümdarı olan ve
''Akilü'l-mürar'' (mürar, yani acı ot yiyen) lakabıyla bilinen Hucr bin Amr bin
Mu'aviye bin Haris el-Kindi'ye baskın yaptı. Bu sırada Hucr bin Amr, Rabi'a ve
Kinde kabileleriyle birlikte Bahreyn'e baskın yapıp saldırmıştı. Bunu haber
alan Ziyad bin Hebule, erkekleri adı geçen baskında oldukları için gerilerinde
bıraktıkları Hucr ve Rabi'anın aile ve mallarının üzerine yürüdü ve onların
aile ve çocuklarını esir alıp mallarına el koydu. Bu arada Zalim bin Vehb bin
Haris bin Mu'aviye'in kızı Hind'i de esir etti.
Hucr,
Kinde ve Rabia Ziyad'ın bu saldırısını haber alır almaz hemen yaptıkları savaş
ve baskından vazgeçip Ziyad bin Hebule'nin peşine düştüler. Rabi'a kabilesinin
ileri gelen eşrafından Avf bin Muhallim bin Zühl bin Şeyban ile Amr bin Ebu
Rabi'a bin Zühl bin Şeyban ve diğerleri Hucr'un yanında bulunuyorlardı. Nihayet
onlar Ayn-ı Uhağ'ın aşağısında bulunan Beredan'da Amr'a (doğrusu Ziyad olacak
?) yetiştiler. Halbuki o arandığının farkında değildi. Hucr dağın eteğine indi.
Hucr ile birlikte bulunan Bekr, Tağlib ve Kinde kabileleri ise dağın alt
kısmında Sahsahan'da bulunan Hafir adındaki suyun başına indiler. Avf bin
Muhallİm ile Amr bin Ebu Rabi'a acele ederek Hucr'a:
"Ziyad'ı
çabucak yakalamak istiyoruz, belki bizden aldıklarının bir kısmını
kurtarabiliriz." dediler ve Ziyad'a doğru yürüdüler. Ziyad ile Avf bin
Muhallim arasında eskilere dayanan bir dostluk vardı. Nihayet Avf bin Muhallim
Ziyad'ın yanına girip: "Ey yiğitlerin hayırlısı! Karım Ümame'yi geri
ver." dedi; bunun üzerine Ziyad Ümame'yi geri verdi, fakat Ümame Ziyad'dan
hamile idi. Neticede kadın bir kız çocuğu doğurdu ve Avf bu çocuğu diri diri
gömmek istedi, fakat Amr bin Ebu Rabi'a bu çocuğu kendisine bağışlamasını
istedi ve:
"Belki
ondan başka insanlar doğar." dedi. İşte bu sebeple bu kıza ''Ümmü Ünas''
adı verildi. Daha sonra bu kızla Haris bin Amr bin Hucr Akilü'l-mürar evlendi
ve bu kız Amr adında bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi. Bundan dolayı Amr ''İbn
Ümmü Ünas'' adıyla tanınır.
Daha
sonra Amr bin Ebu Rabi'a, Ziyad'a: "Ey yiğitlerin hayırlısı! Aldığın
develerimi geri ver." dedi, bunun üzerine Ziyad develerini geri verdi. Bu
develerin arasında erkeği de bulunuyordu. Bu erkek deve diğerlerinin arasına
girmeyip direnince Amr bin Rabi'a onu alıp yere vurdu. Bunun üzerine Ziyad ona:
"Ey Amr, ey Şeybanoğulları! Eğer develeri yere vurduğunuz gibi karşınıza
çıkan erkekleri de yere vursaydınız işte o zaman yiğitliğiniz belli
olurdu." dedi. Onun bu sözü üzerine Amr: "Verdiğin kadar konuş.
Başınabüyük bir bela aldın, bunun cezasını çekeceksin. And olsun ki, buradan
ayrılmadan mızrağımın demirini kanına kandıracağım.'' dedi ve atını mahmuzlayıp
hemen Hucr'un yanına geldi, fakat durumu ona açmadı. Bunun üzerine Hucr,
Ziyad'dan haber getirmek ve askerinin durumunu öğrenmek üzere Sedus bin Şeyban
bin Zühl ile Suley' bin Abdu Ganm'i gönderdi. Bunlar Hucr'un yanından
ayrıldılar ve bir gece ansızın Ziyad'ın karargahına geldiler. Bu sırada Ziyad
aldığı ganimetleri askerleri arasında taksim etmiş, onlara mum ışığında
tereyağı ile hurma ikram ediyordu. Nihayet bunlar yendikten sonra Ziyad
askerlerine: "Kim bir bağ odun getirirse ona bir çömlek dolusu hurma
vereceğim." diye seslendi. Bunun üzerine Sedus ile Suley' bir bağ odun
getirip iki çömlek dolusu hurmayı aldılar ve Ziyad'ın çadırının yakınına gelip
oturdular. Sonra Suley', Hucr'un yanına geri dönüp Ziyad'ın karargahı hakkında
ona bilgi verdi ve Ziyad'dan aldığı hurmaları ona gösterdi.
Sedus
ise: "Hucr için açık seçik, sağlam bir bilgi edininceye kadar buradan
ayrılmayacağım." dedi ve Ziyad'ın kavminin arasına girip onları dinlemeğe
başladı. Hucr'un karısı ise Ziyad'ın arkasında bulunuyordu ve Ziyad'a: "Bu
hurmalar Hecer'den, tereyağı ise Dumetü'l-Cendel'den Hucr'a hediye
edilmişti." dedi. Sonra Ziyad'ın adamları çevresinden ayrıldılar. Bu
sırada Sedus yanında oturan adama hafifçe elini vurarak: "Sen
kimsin?" diye sordu, o da: "Falan'ın oğlu falanım." diye cevap
verdi. Sedus, yanında bulunan adama bu soruyu kendisinin yabancılığını anlayıp
anlamadığını yoklamak için sormuştu. Bunun üzerine Sedus Ziyad'ın çadırına
konuşmalarını duyabileceği bir yere kadar yaklaştı. Ziyad ise Hucr'un karısına
yaklaşıp onu öptü ve onunla şakalaşmağa başladı. Bu arada ona: "Şu anda
Hucr hakkındaki kanaatin nedir?" diye sordu. Hucr'un karısı: "Onun
hakkında bu söyleyeceklerim bir zan ve kanaat değil, yakin derecesinde bir
bilgidir ki, sen kırmızı sarayları, yani Suriye'nin saraylarını görünceye kadar
o senin peşini bırakmayacaktır. Şimdi onun Şeybanoğullarının süvarileri arasına
girip birbirlerini teşvik ve tahrik ettiklerini görür gibiyim. Şimdi şer
damarları kabarmış, mürare (acı ot) yiyen deve gibi dudakları köpürmüş
vaziyettedir. Çabuk ol, kurtulmağa bak; zira arkanda aceleci bir takipçi, büyük
bir kalabalık, güçlü bir tuzak ve keskin bir görüş seni beklemektedir."
diye cevap verdi. Kadının bu sözlerine öfkelenen Ziyad ona bir tokat vurdu ve:
"Sen bunları sırf onu beğenip sevdiğin için söylüyorsun." dedi, bunun
üzerine kadın: "Allah'a and olsun ki, onun kadar hiç bir kimseye buğz
etmedim, uyurken de uyanık iken de ondan daha temkinli ve tedbirli birini
görmedim. Gözleri uyusa dahi vücudunun bazı organları uyanık durur. Uyumak
istediği zaman, yanına büyük kap ile süt koymamı emrederdi. Bir gece uyurken
yakınında bulunuyordum ve ona bakıyordum. Tam bu sırada kabuğundan soyulmuş
büyük bir siyah yılan başucuna doğru ilerledi ve başını yılanın bulunduğu
taraftan öbür tarafa çevirdi. Sonra yılan eline doğru uzandı, fakat o elini
çekti. Bu defa yılan ayakucuna doğru ilerledi, fakat aynı şekilde ayağını da
kıvırarak kendine doğru çekti. Bundan sonra yılan süt kabına doğru ilerledi ve
gelip sütü içti, sonra da ağzına aldığı sütü tekrar kabın içerisine bıraktı
(zehirini attı). Bunun üzerine ben kendi kendime: ''Uyanır, bu sütü iç er ve
ölür; böylece ben de ondan kurtulurum.'' dedim. Nihayet uykusundan uyandı, süt
kabını istedi, ben de alıp kendisine götürdüm. Eline alıp kokladı, sonra
elinden bıraktı ve süt döküldü. Bundan sonra bana: ''Siyah yılan nereye
gitti?'' diye sordu, ben de görmediğimi söyledim; bunun üzerine bana: ''And
olsun ki, yalan söylüyorsun.'' dedi." İşte onların arasında geçen bütün bu
konuşmaları Sedus duydu ve hemen harekete geçip Hucr'un yanına geldi. Hucr'un
huzuruna girdiğinde: "Yalan haber taşıyanlar dehşet içerisinde sana gelip
şüpheli bir haber getirdiler. Ben de yakin derecesinde size bir haber getirdim.
Başkası sana şüpheli ve karışık haber getirirken ben apaçık bir haberle geldim.
" mealindeki mısraları söyledi, sonra duyduklarını ona anlattı. Hucr ise
bu esnada mürare (acı ot) ile oynuyor, öfke ve üzüntüsünden dolayı mürareden
yiyor, fakat kızgınlığından yediğinin farkına varmıyordu. Nihayet Sedus sözünü
bitirince Hucr mürare yediğinin farkına vardı. İşte o gün kendisine ''Akilü'l-mürar''
adı verildi. Mürar, çok acı ve zehirli bir bitkidir ki, yiyen hayvanı mutlaka
öldürür.
Bundan
sonra Hucr'un emriyle halk savaşa çağırıldı ve Hucr harekete geçip Ziyad'ın
üzerine yürüdü. Neticede taraflar arasında şiddetli bir savaş meydana geldi,
Ziyad ve Suriye halkı hezimete uğrayıp büyük çapta zayiat verdi ve pek çok kişi
öldürüldü. Bekr ve Kinde kabileleri bu vesile ile Ziyad ve askerlerinin elinde
ganimet olarak bulunan mallarını ve ellerinde esir olarak tuttukları adamlarını
kurtardılar. Bu esnada Sedus, Ziyad'ı tanıdı ve üzerine atılıp boynundan
yakaladı, sonra yere vurup onu esir aldı. Amr bin Ebu Rabi'a, Sedus'un Ziyad'ı
esir aldığını görünce onu kıskandı ve okunun ucunu dürtüp Ziyad'ı öldürdü.
Sedus buna çok kızdı ve ona: "Esirimi öldürdün, onun diyeti bir hükümdar
diyetidir." dedi, bunun üzerine Sedus ve Amr, Hucr'un hakemliğine
başvurdular. Hucr ise Sedus'un lehine, Amr bin Ebu Rabi'a ile kavminin aleyhine
hükmetti ve hükümdar diyeti ödenmesine karar verdi. Diyet bedeli için ayrıca
kendi malından onlara yardımda bulundu. Sonra Hucr karısı Hind'i alıp onu iki
ata bağlattı ve atları mahmuzlayıp onu parçalattı. Bir rivayette onu ateşte
yaktığı da söylenir. Bundan sonra Hucr Hire'ye döndü. Bu arada karısı Hind
hakkında şu mealdeki mısraları söyledi:
"Karım
Hind 'in başından geçen bu tecrübeden sonra, kadınların kandırdığı bir kişi
şüphesiz aldanmış bir cahildir. Kadının göze hoş gelmesi ve tatlı sözlü olması
bir yana, içinde sakladığı her şey çok acıdır. Bütün kadınlarda görülen sevgi alameti
ise devamlı değil, geçicidir. "
Bazı
alimler, Suriye hükümdarı olan Ziyad bin Hebule es-Sellhi'nin Hucr ile
savaştığını söylüyorlar. Bana göre bu doğru değildir, çünkü Selili kabilesi
hükümdarları, karadan olmak üzere Filistin'den Kınnesrin ve Bizans
memleketlerine kadar uzanan Suriye taraflarında hüküm sürmüşlerdir. Gassaniler
bu memleketleri onlardan almışlardır. Gerek Gassani hükümdarları ve gerekse
Filistin'den Kınnesrin ve Bizans memleketlerine kadar uzanan Suriye
bölgelerindeki Selih kabilesi hükümdarları, aslında Bizans hükümdarlarına bağlı
birer vali idiler. Nitekim Filistin'den Bizans memleketlerine kadar uzanan kara
bölgesindeki halk ile Arapların başında bulunan Hlre hükümdarları da Fars
hükümdarlarının valileri idiler, Esasında ne Selih kabilesi hükümdarları ve ne
de Gassani hükümdarları Suriye toprakları üzerinde hiç bir zaman müstakil bir
hakimiyet sürmemişlerdir. Hatta müstekilen bir karış toprağa bile sahip
olamamışlardır.
Bu
alimlerin Ziyad hakkındaki ''Suriye hükümdarı'' tabiri de doğru değildir; çünkü
''Meşarifü'ş-Şam'' denilen Suriyenin yüksek bölgelerinin hükümdarı olan Ziyad
bin Hebule es-Selihi, ''Akilü'l-murar'' lakabıyla bilinen Hucr'dan çok önce
yaşamıştır. Ayrıca Hucr, Enuşirvan'ın babası Kubad'ın döneminde Hire ve Irak
Araplarının hükümdarı olan Haris bin Amr'ın da dedesidir. Kubad'ın hükümdarlık
dönemi ile Hicret arasında yaklaşık yüz otuz yıllık bir zaman farkı vardır.
Halbuki Gassaniler, Suriye'nin kenar bölgelerini Selihilerden altı yüz yıl,
diğer bir rivayette ise beş yüz yıl sonra ele geçirmişlerdir. Gassaniler ile
Selihiler arasındaki müddet farkı hususunda duyduğum en asgari müddet, üç yüz
on altı yıldır. Hulasa Gassaniler, Selihilerden sonra ortaya çıkmışlardır. Aynı
zamanda Ziyad, Selihi hükümdarlarının sonuncusu da değildir. Buna göre aradaki
müddet farkı daha da artmaktadır. Bu büyük farka rağmen nasılolur da hükümdar
olan Ziyad bin Hebule Hucr'un zamanında bulunabilir ve ona baskın yapıp
saldırabilir? Arap Ravileri bu savaşın vukuu hakkında ittifak ettiklerine göre,
bu tenakuzu bertaraf edip izah etmek gerekir. Bu hususta söylenebilecek en
uygun söz şudur: Bu rivayetin doğru olabilmesi için, Hucr'a muasır olan Ziyad
bin Hebule'nin ya bir kabilenin reisi, ya da Suriye'nin kenar kısmından küçük
bir bölgeyi ele geçiren bir mütegallibe olması gerekir. Doğrusunu ise Allah
bilir.
Yine
alimlerin "Hucr'un sonra Hlre'ye; döndüğü" sözü de doğru değildir;
çünkü Adiyy bin Nasr el-Lahmi'nin soyundan gelen Hire hükümdarlarının
saltanatları, Kubad'ın dönemi hariç, hiç bir zaman kesintiye uğramamıştır.
Yukarıda da zikrettiğimiz üzere, Kubad bu kesinti döneminde Hire hükümdarlığına
Haris bin Amr bin Hucr Akilü'l-murar'ı tayin etmişti. Nihayet Enuşirvan tahta
çıkıp hükümdar olunca, Haris bin Amr'ı azledip tekrar hükümdarlığı Adiyy bin
Nasr el-Lahmi soyuna iade etti. Hucr'un tekrar Hire'ye döndüğü sözünü, taasuba
kapılan bazı Kindelilerin söylemiş olacağı şüpheden uzak değildir. Doğrusunu
ise Allah bilir.
Ebu
Ubeyde ise bu vak'adan bahsediyor, fakat Hucr ile savaşan kişinin Selihi
kabilesinden olan Ziyad bin Hebule olmadığını, onun Gassani hükümdarlarından
bir hükümdar olan Galib bin Hebule olduğunu söylüyor. Ayrıca Hucr'un Rire'ye
döndüğünden bahsetmiyor. Böylece bu konudaki vehim de izale edilmiş oluyor.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA