İBNÜ’L-ESİR |
1. CİLT |
HÜRMÜZ BİN
ENUŞİRVAN'IN HÜKÜMDARLIĞI
Hürmüz'ün
babası Kisra Enüşirvan, annesi ise büyük Hakan'ın kızı idi. Hürmüz bin Kisra,
edip ve zayıflara karşı iyilik yapma konusunda iyi niyet sahibi bir kişi idi.
Ülkenin ileri gelen eşrafına ise pek yüz vermezdi. Bu yüzden ona darılıp düşman
kesilmişlerdi. Hürmüz de onlara karşı aynı duyguları taşıyordu. Aslında Hürmüz
adil bir kişiydi; hatta onun adaleti ile ilgili olarak şöyle bir hadise
anlatılır: Bir gün Hürmüz, Medain yakınlarında bulunan Sabat (Pelasabad)'a
giderken yolu üzüm bağına uğramıştı. Timarlı sipahilerden birisi, bir üzüm
bağına girip bir kaç salkım koruk üzüm almış, bağ bekçisi de peşine takılıp
bağırmağa başlamıştı. Kisra Hürmüz'ün cezalandırma korkusu sipahinin içine
öylesine yerleşmişti ki, aldığı bir kaç salkım koruk üzüm karşılığında altın
ile süslenmiş olan kemerini bekçiye verip kendisini kurtar-mak mecburiyetinde
kaldı. Bunun üzerine bekçi onu serbest bıraktı.
Rivayet
edildiğine göre, Hürmüz daima muzaffer olan bir hükümdardı, neye el atsa
mutlaka onu elde ederdi. Bazı yönleriyle Türk olan dayılarına çekmişti.
Alimlerden, hanedan ve asilzadelerden on üç bin altı yüz kişiyi öldürtmüştü.
Onun tek düşüncesi sefil kimselerle uyuşmak ve onların durumlarını
iyileştirmekti. Bu arada ülkenin ileri gelen büyüklerinden pek çok kimseyi
hapse attırıp görevlerinden uzaklaştırmış, rütbe ve derecelerini indirmişti.
Diğer taraftan askerlerin maddi durumunu da ihmal etmişti. Dolayısıyla
çevresinde bulunan pek çok kimse aleyhine dönmüştü. Yine bu sırada Hürmüz'ün
hükümdarlığının on altıncı yılında Türk hükümdarı Şaye (Şabe ?) üç yüz bin
kişilik savaş erleriyle birlikte onun üzerine yürüyüp Herat ve Bazeğis'a kadar
geldi. Buradan Hürmüz ve Fars ahalisine bir mektup göndererek Bizans ülkesine
geçebilmesi için güzergahındaki yolları düzeltmelerini istedi. Bu arada Bizans
hükümdarı, Hürmüz'ü kastederek seksen bin kişilik bir orduyla ülkenin kenar
kısımlarına kadar geldi. Diğer taraftan Hazar hükümda rı da büyük bir ordu ile
Bab ve Ebvab (Demirkapı)'a kadar ilerledi. Araplardan meydana gelen bir grup da
Sevad bölgesine her taraftan baskınlar yaptılar. Bu durum karşısında Hürmüz, ''Çübin''
adıyla bilinen Behram-Huşenş'in komutasında askerlerinin arasından seçtiği on
iki bin cengaver savaşçıyı harekete geçirdi. Nihayet on iki bin askerle
birlikte hızla yoluna devam eden Behram Türk hükümdarı Şaye ile karşılaşıp
savaşa tutuştu ve attığı bir okla onu öldürdü, askerlerini ise yok etti. Bundan
sonra Behram'ın karşısına Şaye'nin oğlu Bermüda çıktı, fakat savaş neticesinde
Behram onu da hezimete uğrattı ve teslim oluncaya kadar bir kalede muhasara
altında tuttu, sonra esir edip Hürmüz'e gönderdi. Bu arada kalede bulunanları
ganimet olarak aldı. Ganimet malları ise çok yüklüydü.
Bundan
sonra Behram ve beraberindeki askerler, Hürmüz'ün kahrından korktukları için
ona karşı baş kaldırdılar ve Medain tarafına gittiler. Bu arada oğlu Perviz'in
babası Hürmüz'den hükümdarlığa daha layık olduğunu açığa vurdular. Hürmüz'ün
maiyetinde bulunan bazı kişiler de bu hususta onları desteklediler. Behram'ın
maksadı ise, Hürmüz ile oğlu Perviz'in arasına soğukluk sokmak suretiyle
onların arasını açmaktı. Böylece Perviz babasına üstün gelip kazanırsa
Behram'ın işi Perviz'e karşı kolaylaşacak, şayet Hürmüz oğlu Perviz'e karşı
üstün gelirse, aralarındaki ihtilaf sebebiyle yine Behram kolayca kurtulacaktı.
Dolayısıyla Behram Hürmüz'e karşı maksat ve gayesine ulaşmış olacaktı. Nihayet
Perviz durumu öğrenince babası Hürmüz'den korkarak Azerbaycan'a kaçtı. Buraya
geldiğinde etrafına bir kısım merzuban (beylerbeyi) ve ispehbed (baş kumandan
veya hükümdar) toplandı. Bu arada içlerinde Perviz'in dayıları Bistam ve Pinduye'nin
de bulunduğu ülkenin ileri gelen büyükleri harekete geçerek Medain'e yürüdüler,
Kisra Hürmüz'ü tahttan indirip gözlerine mil çektiler ve öldürmeyi günah
sayarak onu bu halde bıraktılar. Perviz bu durumu öğrenince hemen
Azerbaycan'dan ayrılıp başkente hareket etti.
Hürmüz'ün
hükümdarlığı on bir yıl dokuz ay sürdü. Bir rivayette on iki yıl sürdüğü
söylenir. Hürmüz'den önce veya sonra, Hürmüz hariç, hiç bir Fars hükümdarının
gözlerine mil çekilmemiştir.
Hürmüz'ün
iyi hareketlerinden biri şöyle anlatılır: O Medain'in karşısında Dicle'ye bakan
sarayının inşasını tamamladıktan sonra büyük bir ziyafet tertip edip etraftan
pek çok insan davet etmişti. Hürmüz yemekten sonra davetlilere sarayın
inşasında bir kusur olup olmadığını sordu, bunun üzerine orada bulunan bütün
davetliler sarayın inşasında her hangi bir kusur olmadığını söylediler. Ancak
içlerinden birisi ayağa kalkıp sarayın üç büyük kusurunun olduğunu söyledi.
"1)
İnsanlar evlerini dünyaya yaparlar, halbuki sen dünyayı sarayının içine
koymuşsun, genişliği ve odaların büyüklüğü hususunda ifrata kaçmışsın. Bu
durumda saray yazın çok güneş ve yel alır, kışın ise çok soğuk olur, bu da
sakinlerini rahatsız eder.
2)
Hükümdarlar sulara bakarak keder ve efkarlarını dağıtmak, havayı nemli tutmak
ve göz nurlarını artırmak için saraylarını nehir kenarlarına inşa ederler. Sen
ise Dicle'yi bırakıp sarayını otsuz, susuz bir kıra inşa ettirmişsin.
3)
Kadınların odalarını erkeklerin kaldıkları yerin kuzeyine yaptırmışsın, halbuki
bu taraf devamlı olarak rüzgar aldığından, kadınların seslerini ve güzel
kokularını erkeklerin tarafına götürür. Bu ise gayret ve hamiyete aykırı
düşer."
Hürmüz
onun bu tenkitlerini şu şekilde cevaplandırdı: "Sahanlıkların ve
salonların genişliğine gelince: Meskenlerin en iyisi temaşa edilecek kadar
geniş olan meskendir. Şiddetli sıcak ve soğuk ise keten bez (hayş), elbise ve
ateşle giderilebilir. Sarayımı bir su kenarına inşa ettirmemem hususuna
gelince: Bir gün babamın yanında bulunuyordum. Babam sarayından Dicle'yi
seyrediyordu. Bu sırada Dicle'de gözünün önünde bir gemi batmıştı. İçindekiler
babamdan yardım istiyorlardı, babam da telaş ve üzüntü içerisinde yetişip
onları kurtarmaları için sarayının altında bulunan gemilere sesleniyordu; fakat
gemiler yardıma gelinceye kadar onların hepsi boğulmuştu. İşte o zaman kendi
kendime: ''Bundan sonra kendimden daha güçlü olan bir sultana komşu olmam.''
dedim. Kadınların odalarını kuzey tarafına yaptırmama gelince: Kuzey kısmının
havasının ağır olmadığını, hatta daha yumuşak olduğunu düşünüp devamlı surette
kadınların evde bulunacaklarını göz önüne aldım. Bu sebeple onların odalarını
Kuzey kısmına inşa ettirdim. Mahremiyet ve gayret meselesine gelince:
Kadınlarla erkekler bir arada bulunmayacaklar, hem bu saraya girip çıkanlar bir
kayyimin nezareti altında bulunan köle ve hizmetçiler olacaktır. Sana gelince,
bu söylediklerini mutlaka bana olan bir kin yüzünden söylemiş olmalısın. Bana
bunun sebebini anlat."
Bunun
üzerine adam şunları söyledi: "Benim mülk olarak bir köyüm vardı, bu köyümün
gelirini aileme harcardım, fakat Merzuban (beylerbeyi) bana üstün gelip köyümü
elimden aldı. Tam iki yıldan beri bu haksızlığı size şikayet etmek istiyorum,
fakat bir türlü size ulaşamadım. Bu durum karşısında gidip vezirinize şikayet
ettim, lakin veziriniz bana insaf etmedi. Köyün bana ait olduğuna dair ismimin
devam etmesini sağlamak için hala köyün vergisini ben ödüyorum. Gelirini
başkası alsın, vergisini ben ödeyeyim, işte bu zulmün son merhalesi ve ta
kendisidir. "
Bunun
üzerine Hürmüz vezirine durumu sordu, o da adamın söylediklerini tasdik edip:
"Merzubanın kötülük etmesinden korktuğum için durumu size
bildirmedim." dedi. Bu durum karşısında Hürmüz Merzuban'dan aldığının iki
katının geri alınmasını ve köyün sahibi olan bu adamın onu dilediği işte iki
yıl müddetle çalıştırmasını emretti. Bu arada vezirini azledip kendi kendine:
''Eğer vezir zalim i gözetip korursa, başkasının da veziri murakabe etmesi
gayet tabiidir.'' dedi. İşte bundan sonra Hürmüz bir kutu edindi ve kutuyu
kendi mührüyle mühürleyip kilitledikten sonra sarayının kapısına bıraktı.
Kutunun üzerinde ise haksızlığa uğrayan halkın şikayet dilekçelerini
atabilecekleri bir delik vardı. Hürmüz, her hafta bu kutuyu açar, haksızlığa
uğrayan halkın meselelerini hallederdi. Bir gün Hürmüz kendi kendine düşünüp
halka yapılan haksızlıkları an be an öğrenmek istediğini söyledi ve bir zincir
edindi. Bu zincirin bir ucunu oturduğu yerin tavanına, diğer ucunu ise sarayın
dışındaki bir pencereye bağladı. Zincirin tavana bağlı olan kısmının ucunda ise
bir çan takılıydı. Haksızlığa uğrayan kimse gelip zinciri salladığı zaman çan
sallanıp ses veriyordu. Bunun üzerine Hürmüz derhal haksızlığa uğrayan kimseyi
huzuruna getirtiyor ve yapılan haksızlığı anında hallediyordu.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
PERVİZ BİN
HÜRMÜZ'ÜN HÜKÜMDARLIĞI