İBNÜ’L-ESİR

1. CİLT

 İSLAM ÖNCESİ      ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

MUHAMMED (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)'İN DOGUMU

 

Kays bin Mahrame, Kabas bin Eşyem, İbn Abbas ve İbn İshak'ın söylediklerine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Fil yılı''nda dünyaya gelmiştir. İbn el-Kelbi ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babası Abdullah bin Abdülmuttalib'in Kisra Enuşirvan'ın hükümdarlığının yirmi dördüncü yılında, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de onun hükümdarlığının kırk ikinci yılında dünyaya geldiğini ve Nebi'in Allah tarafından Kisra Perviz bin Kisra Hürmüz bin Kisra. Enuşirvan'ın hükümdarlığının üzerinden yirmi iki yıl geçtikten sonra peygamber olarak gönderildiğini, Perviz'in hükümdarlığının üzerinden otuz iki yıl geçtikten sonra da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın Mekke'den Medine'ye hicret ettiğini söylüyor.

 

İbn İshak şöyle diyor: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), on iki Rebiülevvel pazartesi günü ''Dar İbn Yusuf'' denilen evde dünyaya geldi. Bir rivayette bu evi Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Akil bin Ebu Talib'e bağışladığı, hatta ölünceye kadar bu evin onun elinde kaldığı, sonra Akil'in oğlu tarafından Haccac'ın kardeşi Muhanımed bin Yusuf'a satıldığı, onun da ''Dar İbn Yusuf'' adını verdiği binayı yaparken bu evi onun içine aldığı, sonra Hayzuran'ın (Harun er-Reşid'in annesinin) bu evi o binadan ayırıp içinde namaz kılınan bir mescid haline getirdiği söylenir. Bir rivayette Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Rebiulevvel'in onunda, diğer bir rivayette ise ikisinde dünyaya geldiği ifade edilir. "

 

Yine İbn İshak anlatıyor: "Amine Nebi'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hamile kaldığı zaman bir rüya görmüş ve rüyasında O'na: ''Sen bu ümmetin efendisine hamilesin; O doğduğu zaman: 'Bütün hasetçilerin şerrinden O'nu bir olan Allah'a sığındırırım.' de, sonra O'na Muhammed adını ver.'' denilmişti. Yine Amine Nebi'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hamile kaldığı zaman, kendisinden çıkan bir nur ile Suriye topraklarındaki Busra saraylarını görmüştü. Amine, oğlu Nebi'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dünyaya getirdiğinde, dedesi Abdülmuttalib'e birisini gönderip: ''Senin için bir oğlan çocuğu dünyaya getirdim; gel, gör.'' dedi. Abdülmuttalib de gelip gördü ve bu sırada Amine ona, hamile iken rüyasında gördüklerini, rüyasında kendisine söylenenleri ve doğacak olan bu çocuğun adının Muhammed konulmasına dair kendisine verilen emri anlattı."

 

Osman bin Ebi'l-As şöyle diyor: "Annem bana Vehb'in kızı Amine'nin Nebi'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dünyaya getirdiği zaman O'nun yanında hazır bulunduğunu, evde bulunan her şeyin nur saçtığını ve yıldızlara baktığında, onların kendisinin üzerine düşecekmiş gibi yaklaşmış olduklarını gördüğünü söylemişti."

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i ilk olarak Ebu Leheb'den doğma Mesruh adında bir oğlu ile birlikte onun cariyesi Süveybe emzirdi. Süveybe, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den önce amcası Hamza bin Abdülmuttalib'i, kendisinden sonra da Ebu Seleme bin Abdü'l-Esed el-Mahzumi'yi emzirmişti. Süveybe, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hicret etmezden önce Mekke'de bulunduğu sırada O'nun yanına gelir ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile hanımı Hz. Hatice ona ikramda bulunurlardı. Hz. Hatice Ebu Leheb'e haber göndererek, Süveybe'yi azat etmesi için kendisine satmasını istemiş, fakat Ebu Leheb onun istediğini kabul etmemiş ve ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Ebu Leheb onu azat etmişti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hayber dönüşü Süveybe'nin vefat haberini öğreninceye kadar ona ihsanda bulunup ilgilenmişti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Süveybe'nin vefatından sonra oğlu Mesruh'u sormuş ve kendisine annesinden önce Mesruh'un öldüğü söylenmişti. Bu defa bir akrabasının bulunup bulunmadığını soran Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e, yakınlarından hiç kimsenin kalmadığı söylerunişti.

 

Süveybe'den sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i, Sa'ad bin Bekr bin Hevazinoğullarından asıl adı Abdullah bin Haris bin Şicne olan Ebu Züeyb'in kızı Halime emzirdi. Halime'nin kocasının adı ise Haris bin Abdü'l-Uzza idi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Halime'den olan süt kardeşleri Abdullah, Üneyse ve Şeyma adıyla bilinen Cüzame idi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i annesi Halime ile birlikte Şeyma büyütmüşlerdi.

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hatice ile evlendikten sonra sütannesi Halime yanına gelmiş ve ona ikram ve ihsanda bulunmuştu. Halime, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'yi fethetmezden önce vefat etmişti. Mekke'nin fethinden sonra Halime'nin bir kız kardeşi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın yanına gelmiş, sütannesi Halime'yi sorduğunda vefat ettiğini haber vermişti. Bunun üzerine gözleri yaşaran Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geride bıraktığı kimseleri sordu; o da bu hususta Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'a bildiklerini haber verdi. Sonra Halime'nin kız kardeşi Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den yardım talebinde bulundu ve hacetinin yerine getirilmesini istedi. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihsanda bulunup hacetini yerine getirdi.

 

Abdullah bin Ca'fer bin Ebu Talib'in nakline göre Halime şunları anlatıyor: "Hiç bir şey bulunmayan bir kıtlık yılında emzirecek çocuk aramak üzere bir grup kadınla birlikte memleketimizden çıktık. Ben beyaz dişi eşeğime binerek yola çıkmıştım, yanımızda da yaşlı bir devemiz vardı. Allah'a yemin ederim ki, memesinden bir damla olsun süt çıkmıyordu. Yanımda bulunan çocuğum açlık yüzünden ağladığı için hepimiz geceyi uykusuz geçirmiştik. Ne yaşlı devede ve ne de memelerimde çocuğu doyuracak süt vardı. Fakat biz bereketli bir yağmur, bir ferahlık ve kurtuluş bekliyorduk. Bu sırada arıklık ve zafiyet yüzünden huysuzluk gösteren merkebim arkadaşlarımı güç durumda bırakmıştı. Nihayet Mekke'ye geldiğimizde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emzirilmek üzere teker teker hepimize verilmek istendi, fakat onun yetim olduğunu duyan her kadın onu kabul etmekten çekindi, çünkü biz emzireceğimiz çocuğun babasından bir şeyler umuyorduk ve: ''Bir yetim için anne ve dedesi ne yapabilir?'' diyorduk. Benimle birlikte gelen her kadın kendisine emzirecek bir çocuk bulmuştu, fakat ben bulamamıştım. Nihayet geri dönmeğe karar verdiğimizde yanımda bulunan kocama: ''Ben arkadaşlarımın arasında eli boş geri dönmek istemiyorum, henüz emzirecek bir çocuk da bulamadım. Allah'a yemin ederim ki, gidip o yetim çocuğu alacağım ve onu götüreceğim.'' dedim. Bunun üzerine kocam bana: ''Pek iyi, al, belki Allah bu çocuk sayesinde bize bereket ihsan edeL'' dedi, ben de gidip onu aldım. çocuğu kucağıma aldığım zaman memelerim sütle doldu ve sütkardeşiyle birlikte doyuncaya kadar emdiler, sonra her ikisi de uykuya daldılar. Halbuki yammda bulunan kendi oğlan çocuğum bundan önce uyumuyordu. Bu sırada kocam yaşlı devemizin yanına gidip baktığında onun memelerinin sütle dolmuş olduğunu gördü. Sonra kocam deveyi sağıp sütünü kana kana içti; kendisi içtikten sonra bana da sundu, ben de içtim, her ikimiz de doyduk. Bu arada kocam bana: ''Ey Halime! Mübarek ve uğurlu bir çocuk aldığının farkında mısın?'' dedi, ben de: ''Allah'a yemin ederim ki, öyle olmasını umuyorum.'' diye karşılık verdim. Bundan sonra Mekke' den ayrıldık. Ben çocuğu yanıma alıp dişi merkebime bindiğim zaman kadın arkadaşlarımın merkepIerinden hiç biri bana yetişemedi. Bana: ''Ey Ebu Zü'eyb'in kızı Halime! Üzerine binmiş olduğun bu merkep Mekke'ye giderken bindiğin merkebin aynı değil mi? Dur, biraz bizi bekle.'' dediler. Ben de: ''Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, evet o, aynı merkeptiL'' diye cevap verdim. Bunun üzerine onlar: ''Bu merkebe bir haloldu.'' diyerek hayıflanmağa başladılar. Bundan sonra Sa'ad oğulları diyarındaki çadırlarımıza geldik. Allah'a yemin ederek söylüyorum, yeryüzünde buradan daha kurak bir yer yoktu. Böyle olduğu halde biz buraya geldikten sonra koyunlarım akşam vakti geri dönerken karınları tok ve memeleri sütlenmiş olarak dönüyorlardı. Halbuki başkalarının koyunlarından bir damla olsun süt çıkmıyordu. Bizim bu durumumuzu görenler çobanlarına: ''Yazıklar olsun size! Siz de koyunlarınızı Ebu Zü'eyb'in kızı Hallme'nin çobanının otlattığı yerlerde otlatsanız ya!'' diyorlardı. Buna rağmen onların koyunları akşam vakti aç ve sütsüz, benim koyunlarım ise tok ve sütlü olarak dönüyorlardı."

 

"Biz Allah (C.C.)'ın bu çocuk sayesinde bize karşı bolluk ve bereketini artırdığını her zaman biliyorduk. Böylece iki yıl geçtikten sonra onu memeden kestim. Ayrıca onun büyümesi diğer çocuklara benzemiyordu, iki yıl geçmeden etine dolgun bir oğlan çocuğu haline gelmişti. Nihayet onu alıp annesinin yanına götürdük. Halbuki onun sayesinde gördüğümüz bolluk ve bereketten dolayı onun yanımızda kalmasını daha çok arzu ediyorduk. Bu yüzden onu bizim yanımızda bırakması için annesiyle görüşüp konuştuk. Nihayet annesi Amine'nin teklifimizi kabul etmesi üzerine çocuğu alıp geri döndük. Allah'a yemin ederim ki, dönüşümüzden bir kaç ay sonra, sütkardeşiyle birlikte evimizin arka tarafında bulunan koyunlarımızın yanında bulundukları bir sırada sütkardeşi olan oğlum koşarak telaş içerisinde yanımıza geldi ve: ''Şu Kureyşli kardeşimin yanına beyaz elbiseli iki kişi geldi, yere yatırıp karnını yardılar ve hala karnının içerisini karıştırıyorlar.'' dedi. Bunun üzerine kocam ve ben telaşla koşup çocuğun yanına geldik; geldiğimizde çocuk ayakta ve yüzü sararmış bir halde bulunuyordu. Hemen onu kucaklayıp bağrımıza bastık ve: ''Ey yavrucuğumuz! Sana ne oldu?'' diye sorduk, O da: ''Beyaz elbiseli iki kişi yanıma gelip beni sırt üstü yatırdılar, sonra karnımı yardılar ve karmmda bilmediğim bir şeyi aradılar.'' diyerek olup bitenleri anlattı. Sonra çadırımıza döndük, bu sırada süt babası olan kocam bana: ''Allah'a yemin ederim ki, çocuğun başına bir kötülük gelmesinden korkuyorum. Böyle bir şeyolmadan götürüp onu ailesine teslim et.'' dedi."

 

"Nihayet çocuğu alıp annesine götürdük. Bunun üzerine annesi: ''Ey sütannesi olan Halime! Onu yanından ayırmak istemiyordun, neden erken getirdin?'' dedi. Ben de: ''Artık Allah (C.C.) oğlumu yetiştirdi ve ben üzerime düşeni yaptım, başına bir kötülük gelmesinden korktuğum için gördüğün gibi onu sağ salim sana teslim etmek istiyorum.'' dedim. Bunun üzerine: ''Hayır, teslim etmenin sebebi bu değildir, doğrusunu söyle, beni inandır.'' dedi ve işin içyüzünü anlatıp doğruyu söyleyinceye kadar beni yanından bırakmadı. Sonra bana: ''Yoksa şeytanın O'na musallat olmasından mı korktun?'' dedi. Ben de: ''Evet'' diye cevap verdim. Bunun üzerine: ''Hayır! Şeytan asla O'na musallat olamaz, çünkü oğlumun fevkalade bir durumu var, istersen sana bunu anlatayım.'' dedi, ben de: ''Evet, haydi anlat.'' dedim. Bunun üzerine Amine şunları anlattı: ''Ben O'na hamile kaldığım zaman, benden bir nur çıktığını ve bu nurun Suriye bölgesindeki Busra'da bulunan sarayları aydınlattığını gördüm. Ayrıca Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, O'nun hamileliğinden daha hafif ve kolay bir hamilelik görmedim. Sonra ben O'nu dünyaya getirdiğim zaman, ellerini yere koyup başını semaya doğru kaldırmış bir vaziyette doğmuştu.'' Sonra bana: ''Şimdi sen çocuğu bana bırak, kendin de sağ salim geri dön.'' dedi."

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in süt emme müddeti iki yıl sürmüştü. Bir rivayete göre, sütannesi Halime O'nu dedesi Abdülmuttalib'e ve annesi A-mine'ye teslim ettiği zaman beş yaşındaydı.

 

Şeddad bin Evs anlatıyor: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın yanında bulunuyorduk. Tam bu sırada A-miroğullarından yaşlı bir zat geldi. Kavminin reisi ve efendisi olan bu zat asasına dayanarak ayakta durdu ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e hitaben: ''Ey Abdülmuttalib'in oğlu (torunu)! Duyduğuma göre Allah'ın elçisi olduğunu ve İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberleri gönderdiği şeyle seni de elçi olarak gönderdiğini iddia ediyormuşsun. Dikkatli ol, çok büyük konuşuyorsun. Bilmelisin ki, peygamberler İsrailOğullarından gelmektedir. Halbuki sen, şu taşlara ve putlara tapan bir kavimden gelmektesin. Peygamberlik kim, sen kimsin. Her sözün bir hakikati olmalıdır. Acaba bu sözünün aslını ve elçilik hadisesinin nasıl başladığını anlatır mısın?'' dedi."

 

"Bu yaşlı zatın sorusu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hoşuna gitti ve O'na: ''Ey Amiroğullarının kardeşi! Gel, otur!'' dedi. Nihayet bu adam deve çöker gibi çömelip oturduktan sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şunları söyledi: ''Sözümün hakikatine ve peygamberliğimin başlangıcına gelince: bir defa ben atam İbrahim (A.S.)'in duasının mahsulü ve kardeşim İsa (A.S.)'ın bir müjdesi ve annemin ilk çocuğuyum. Diğer kadınların en ağır biçimde taşıdıkları hamilelik yükünü bana hamile kalınca annem de taşıdı. Sonra annem rüyasında, karnındakinin nur olduğunu görmüş, gözüyle bu nuru takip ettiği zaman gözünden daha önde giderek yeryüzünün doğusunu ve batısını aydınlatıp ona göstermiştir. Nihayet annem beni dünyaya getirdi ve ben büyüyüp yetiştim. Büyüdüğüm zaman ise şiir ve putlara karşı bende fıtraten bir nefret meydana geldi. Bir gün Sa'ad bin Bekroğullarının ülkesinde sütannemin terbiyesinde bulunurken diğer çocuklarla birlikte oynamak üzere ailemden ayrılıp uzaklaştım. İşte bu sırada yanlarında içerisi karla doldurulmuş altın bir tas bulunan üç kişi yanıma geldi. Nihayet onlar arkadaşlarımın arasından beni yakaladılar ve arkadaşlarım kaçıp vadinin kenarına geldiler. Sonra onlara dönüp: 'Sizin bu çocuğa ne ihtiyacınız var? Onun babası yok ve hem onu öldürmek size bir şey kazandırmaz.' diye seslendiler. Çocuklar, bu adamların kendilerine cevap vermediklerini görünce benim durumumu haber vermek ve bu adamlara karşı yardım talebinde bulunmak üzere koşarak kabileye geldiler. Bu sırada adamlardan birisi beni tutup yavaşça yere yatırdı, sonra göğsümün ortasından kasığıma kadar yardı. Onun yardığını görüyordum, fakat elinin dokunduğunu hissetmiyordum. Bundan sonra karnımın içerisinde bulunan iç organları çıkardı ve tasın içindeki karla güzelce yıkadıktan sonra yerine yerleştirdi. Sonra kalbimi çıkarıp yardı ve içinden siyah bir et parçası alıp dışarı attı. Bu arada bir şeyalıyormuş gibi sağ tarafına elini uzattı. Bir de baktım ki, elinde nurdan bir mühür vardı ve bakanları hayrete düşürecek derecede parlıyordu. Bu adam kalbimi bu mühürle mühürledi ve kalbim nurla doldu. İşte bu peygamberlik ve hikmet nurudur. Bundan sonra kalbimi eski yerine koydu ve ben uzun müddet bu mührün serinliğini kalbimde hissettim. Sonra üçüncü adam arkadaşına uzaklaşmasını söyledi, o da hemen benden uzaklaştı. Bu defa üçüncü adam göğsümün ortasından kasığımın nihayetine kadar yarılmış olan yerlere elini sürerek uğrattı ve Allah'ın izniyle yarılan yer iyileşip kapandı. Sonra elimden tutup beni yavaşça ayağa kaldırdı. Bundan sonra üçüncü adam karnımı yaran birinci arkadaşına: 'Onu ümmetinden on tanesiyle tart.' dedi. Beni on kişiyle tarttılar ve onlardan ağır geldim. Sonra arkadaşına: 'Onu, ümmetinden yüz tanesiyle tart.' diye söyledi. Beni yüz kişiyle tarttılar ve yine onlara ağır geldim. Son olarak: 'Ümmetinden bin kişiyle tartın.' dedi, bin kişiyle tarttıklarında ben yine onlara galip gelip ağır bastım. Bunun üzerine: 'Onu bırakın, eğer onu bütün ümmetiyle tartsam yine de ağır gelecek.' dedi. Bundan sonra beni kucaklayıp başımdan ve alnımdan öptüler ve bana: 'Ey dost! Korkma, eğer Allah (CC)'ın senin hakkında ne murad ettiğini bilseydin, gözlerin aydın olur, gönlün rahat ederdi. ''' dediler."

 

"Biz bu durumda iken toplu halde yanımıza gelen kabile ile karşılaştık.

Kabilenin önünde ise sütannem bulunuyordu ve yüksek sesle: ''Vay zavallı yavrucak.'' diye feryat ediyordu. Bu sırada yanımdaki adamlar beni kucaklarına bastılar, başımdan ve alnımdan öpmeğe başladılar. Sonra bana: ''Güçsüz ve zayıf olmana rağmen ne kadar hoş ve sevimlisin.'' dediler. Bu defa sütannem: ''Ah tek başına kalan yavrucak!'' diye seslendi. Bunun üzerine beni yine kucaklarına bastırdılar ve alnımdan öptüler, sonra bana: ''Tek başına yalnız da olsan, ne kadar hoş ve sevimlisin. Aslında sen yalnız değilsin, çünkü Allah seninle beraberdir.'' dediler. Bundan sonra sütannem bana: ''Ah yetim yavrucak! Kimsesiz ve arkasız olduğun için seni arkadaşlarının arasından alıp öldürdüler.'' dedi. Yine beni bağırlarına basıp kucakladılar ve alnımdan öptüler, sonra: ''Sen ne güzel yetimsin! Allah katında ne kadar değerlisin! Senin için murad edilen hayır ve iyiliği ah bir bilsen!'' dediler ve beni derenin kenarına kadar getirdiler. Sütannem beni görünce: ''Ey oğulcağızım! Seni henüz böyle sağ olarak görebilecek miydim?'' dedi ve yanıma gelip beni bağrına bastı. Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, beni bağrına basan sütannemin kucağında bulunduğum sırada bir elim karnımı yaran adamlardan (meleklerden) birinin elinde bulunuyordu ve ben onlara iltifat edip bakıyordum ve sütannemle birlikte gelen kabile halkının onları gördüklerini sanıyordum. Halbuki onlar yammda bulunan bu adamları görememişlerdi. Bu sırada kabile halkından birisi: ''Bu çocuğa cinnet gelmiş veya onu cin çarpmıştır; hemen onu bakıp tedavi etmesi için kahinimize götürelim.'' dedi. Bunun üzerine ben: ''Ey kişi! Bende senin dediğin hallerden hiç birisi yoktur. İradem yerinde, aklım başımdadır; ayrıca hiç bir hastalığım da yoktur.'' dedim. Bu defa sütbabam, yani sütannemin kocası araya girdi ve: ''Konuşmasının düzgünlüğünü görmüyor musunuz? Oğlumda sakıncalı her hangi bir şeyin bulunmadığını umuyorum.'' dedi. Fakat onlar beni kahine götürmeğe karar verdiler ve beni alıp götürdüler. Başımdan geçenleri kahine anlattıkları zaman o: ''Susunuz, çocuk halini kendisi anlatsın, çünkü kendi durumunu sizden daha iyi bilir.'' dedi. Bunun üzerine ben olup bitenleri baştan sona kadar kahine anlattım. Bu sözlerimi işiten kahin hemen üzerime atıldı ve beni kucağına bastırdıktan sonra yüksek bir sesle: ''Ey Araplar! Bu çocuğu öldürün, onunla birlikte beni de öldürün. Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, eğer onu sağ olarak bırakır, büyüyüp yetişmesine fırsat ve imkan verirseniz, sizin dininizi mutlaka değiştirecek, işinize karşı çıkacak ve benzerini hiç bir zaman duymadığınız yeni bir din getirecektir.'' dedi."

 

"Kahin bu sözlerini söyledikten sonra sütannem yanıma geldi ve beni onun kucağından çekip aldı, sonra ona: ''Sen benim bu oğlumdan daha delisin ve daha bunaksın. Sen kendini öldürecek birisini bul, biz onu öldürmeyeceğiz.'' dedi. "

 

"Bundan sonra beni aileme teslim ettiler. Başıma gelenlerden dolayı korku içerisinde sabahladım. Göğsümden kasığıma kadar yarılan iz bir ayakkabı bağı gibi belliydi. Ey Amiroğulları'nın kardeşi! İşte benim halim böyle başladı ve sözümün aslı da budur."

"Bu sözlerim üzerine Amiroğulları'nın reisi olan bu zat: ''Kendisinden başka mabud bulunmayan Allah'a şahadet ederim ki, senin üzerinde bulunduğun iş (peygamberlik) haktır. Sana soracağım bir kısım şeyleri bana anlat.'' dedi, ben de: ''Soracaklarınızı sorun.'' dedim, bunun üzerine ''İlmi artıran şey nedir?'' diye sordu, ben de: ''Öğrenmektir.'' diye cevap verdim. Sonra: ''Kişinin ilim sahibi olduğunu gösteren şey nedir?'' diye sordu, ben: ''Soru sormaktır.'' diye karşılık verdim. Bundan sonra: ''Bir şey nasıl ilerletilir?(1)'' diye sordu, ben: ''Devamlı surette yapmakla ilerletilir.'' diye cevap verdim.

 

(1) Bu cümle Taberi'nin Tarih'inde: ''Şer nasıl çoğalır?'' şeklinde geçmektedir. Bak. ilgili bölüm (Mütercim).

 

Bu defa: ''Kötülüklerle beraber yapılan iyiliğin faydası olur mu?'' diye sordu, ben: ''Evet, olur. Tövbe günahları temizler, iyilikler de kötülükleri siler. Kul rahat zamanında Allah'ı zikreder, hatırlarsa, sıkıntılı zamanlarında Allah da ona yardım eder.'' diye cevap verdim. O: ''Bu nasılolur?'' diye sordu, ben: ''Allah (C.C.) bir kudsi hadiste şöyle buyurur: 'İzzet ve celalim'e andolsunki, ben kulumda iki emniyet ve iki korkuyu bir arada bulundurmam. Eğer kulum dünyada iken benden korkarsa, kullarımı cennette topladığım gün onu emniyet içerisinde bulundururum ve onun emniyeti devam eder. Ayrıca onu yok edileceklerle birlikte yok etmem. Şayet dünyada iken benden korkmaz ve emniyet içerisinde bulunursa, kıyamet günü kullarımı hesap için topladığım zaman benden korkar ve korkusu devam eder.' diye cevap verdim.'' Bunun üzerine: ''Ey Abdülmuttalib'in oğlu (torunu)! Davette bulunduğun şeyin ne olduğunu bana anlatır mısın?'' dedi, ben de: ''Ortağı olmayan ve bir olan Allah'a ibadet etmeğe, Allah'a benzetilen ilahlar ile Lat ve Uzza'ya tapmaktan vazgeçmeğe, Allah tarafından peygamber ve kitap vasıtasıyla gönderilen şeylere inanmağa, şartlarını yerine getirerek beş vakit namaz kılmağa, senede bir ay oruç tutmağa, Allah'ın seni temizleyip arındırması ve malının sana temiz ve helal olması için zekatını vermeğe, imkan bulduğun takdirde hacca gitmeğe, cenabetten yıkanmağa, ölüme ve öldükten sonra dirilmeğe, cennet ve cehenneme inanmağa davet ediyorum.'' diyerek anlattım. Bu defa: ''Ey Abdülmuttalib'in oğlu! Eğer bunları yaparsam karşılığında bana ne var?'' diye sordu, ben de: ''Altlarından ırmaklar akan ve içinde temelli kalacakları Adin cennetleri vardır. İşte (günahlardan) arınanların mükafatı budur.'' (Ta Ha suresi, ayet 76) mealindeki ayetle karşılık verdim. Bunun üzerine: ''Ben hayatta rahat ve bolluğu seven bir adamım; acaba ahiretteki bu mükafatın yanısıra dünyada da bir faydası var mı?'' diye sordu, ben de: ''Evet vardır. Zafer ve ülkelerde iktidar sahibi olmaktır.'' diye cevap verdim. Nihayet Amiroğullarının reisi olan bu zat, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in davetini kabul edip Müslüman oldu ve günahlarından tövbe etti. "

 

İbn İshak, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babası Abdullah bin Abdülmuttalib'in Vehb bin Abd-Menaf bin Zühre'nin kızı Amine'nin Resulullah'a hamile iken vefat ettiğini söylüyor.

 

Hişam bin Muhammed ise, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babası Abdullah bin Abdülmuttalib'in Resulullah yirmi sekiz günlük iken(2) vefat ettiğini söylüyor.

 

 (2) Taberi'nin Tarih'inde, "yirmi sekiz günlük" cümlesi "yirmi sekiz ay" şeklinde geçmektedir. Bak. ilgili bölüm (Mütercim).

 

Vakıdi de bu hususta şunları söylüyor: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babası Abdullah bin Abdülmuttalib Kureyş'in bir ticaret kervanıyla Suriye'den dönerken hasta halde Medine'ye gelmiş ve bir müddet kaldıktan sonra burada vefat etmiştir. Sonra Daru'n-Nabiğa adındaki konağın avlusunda bulunan küçük bir binanın odasında defnedilmiştir."

 

Bana göre doğru olan da budur.

 

İbn İshak anlatıyor: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) altı yaşında iken annesi Amine Mekke ile Medine arasında bulunan Ebva'da vefat etmiştir. Amine, oğlu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i Neccaroğullarından Medine'deki dayılarını ziyarete getirmiş ve geri dönerken yolda vefat etmiştir. Bir rivayette ise Amine'nin Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve mürebbiyesi (dadısı) Ümmü Eymen ile birlikte kocası Abdullah'ın kabrini ziyaret etmek için Medine'ye geldiği ve geri dönerken ''Ebva'' denilen yerde vefat ettiği söylenmektedir.

 

Diğer bir rivayette de Abdülmuttalib'in Resuıullah ile annesi Amine'yi yanına alıp Resulullah'ın Neccaroğullarından olan dayılarını ziyarete götürdüğü, ziyaretten döndükten sonra Amine'nin Mekke'de vefat ettiği ve ''Şı'bu Ebu Zerr'' denilen yerde defnedildiği söylenir. Fakat birinci rivayet daha doğrudur. "

 

"Kureyşliler Uhud üzerine yürüdükleri zaman Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in annesi Amine'yi kabrinden çıkarmağa yeltendiler; ancak içlerinden birisinin: ''Kadınlar mahrem varlıklardır; hem bizim kadınlarımızın Muhammed'in eline geçmesi daha çok muhtemel ve mümkündür.'' demesi üzerine, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in annesi Amine'ye bir ikram ve hürmet olsun diye Allah (C.C.) onları bundan vazgeçirdi."

 

İbn İshak'a göre Abdülmuttalib Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sekiz, bir rivayette on yaşında iken vefat etmiştir. Abdülmuttalib, Ebu Talib'in Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e karşı yaptığı iyiliği ve gösterdiği şefkat ve merhameti bildiği için kendisinden sonra Resulullah'ın ona bırakılmasını vasiyet etmişti. Dedesi Abdülmuttalib'in vefatı üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcası Ebu Talib'in himayesine bırakıldı. Ebu Talib'in, yeğeni Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e karşı olan ilgisinin bir eseri olarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabahleyin yağlanıp kokulanmış olduğu halde kalkarken, kendi çocukları gözlerinin çapaklarıyla kalkıyorlardı.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

TEMİMOĞULLARININ MUŞAKKAR KALESİ'NDE ÖLDÜRÜLMESİ