İBNÜ’L-ESİR

1. CİLT

 İSLAM ÖNCESİ      ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

FİL VAK'ASI

 

Ebrehe yerini sağlamlaştırıp Yemen valiliğini sürdürdüğü bir sırada San'a şehrinde ''Kulleys'' denilen ve yer yüzünün hiç bir yerinde benzeri görülmeyen bir kilise yaptırdı. Sonra Necaşi'ye bir mektup yazarak: "Ben senin için eşi ve benzeri görülmemiş bir kilise yaptırdım, Arap hacıları bu kiliseye çevirinceye kadar bu işin peşini bırakmayacağım." dedi.

 

Araplar arasında bu kiliseden bahsedilince, Fukaymoğullarından ve haram aylarım erteleyenler (neşe'e)den birisi öfkelenerek çıkıp bu kiliseye geldi ve def-i hacetini yapıp burasını kirlettikten sonra ailesinin yanına geri döndü. Bu durum Ebrehe'ye bildirildiği gibi ayrıca ona bunu yapan kimsenin Arapların hac maksadıyla Mekke'de ziyaret ettikleri Kabe taraftarı birisi olduğunu ve hacıların Kabe' den buraya çevrileceğini duyduğu için öfkelenerek bunu yaptığını, söylediler.

 

Bunun üzerine Ebrehe öfkelendi ve Mekke'ye gidip Kabe'yi yıkacağına dair yemin etti. Diğer taraftan Habeşlilere hazırlanmalarını emretti, onlar da hemen hazırlandılar. Böylece Ebrehe yanında bulunan Mahmud adındaki fil ile beraber yola çıktı. Bir rivayete göre, Mahmud adlı filin peşinden giden on üç fil daha vardı. Kur'an-ı Kerim'de ''til'' kelimesinin müfred (tekil) olarak zikredilmesi, bu fillerin büyükleri olan Mahmud adındaki filin kastedilmesinden ileri gelmiştir. Fillerin sayısı konusunda daha başka rivayetler de vardır.

 

Araplar Ebrehe'nin yola çıktığını duyunca bunu büyük bir hadise sayarak onunla savaşmayı üzerlerine bir vazife telakki ettiler. Bu sırada Yemen'in ileri gelen eşrafından ve hükümdarlarından Zu-Nifr adında birisi Ebrehe'ye karşı koydu ve onunla savaşa tutuştu; fakat Ebrehe onu hezimete uğratıp esir aldı ve öldürmek istedi; ancak daha sonra öldürmekten vazgeçerek yanında mahpus olarak tutmağa karar verdi. Bundan sonra Ebrehe yoluna devam etti. Bu defa Nüfeyl bin Habib el-Has'ami ona karşı koydu ve savaşa tutuştu. Neticede Nüfeyl bin Habib yenildi ve esir edildi. Ebrehe onu da öldürmek istedi, fakat Nüfeyl'in Arap topraklarında kendisine kılavuzluk edeceğine dair söz vermesi üzerine onu serbest bıraktı ve kılavuz olarak yanında götürdü. Nihayet Ebrehe Taife gelince, Sakif kabilesi yol gösterip kılavuzluk etmesi için Ebrehe ile birlikte Ebu Riğfıl'i gönderdi ve o da Ebrehe'yi Muğammis'e kadar getirdi. Ebu Rigal buraya gelince öldü. Araplar, Habeşlilere yol gösterdiği için onun kabrini taşladılar. İşte taşlanan kabir budur.

Ebrehe, Muğammis'e vardıktan sonra önce Esved bin Maksud'u Mekke'ye gönderdi, o da Mekkelilerin mallarını (hayvanlarını) sürüp Ebrehe'nin yanına götürdü. Bu malların arasında Abdülmuttalib bin Haşim'in iki yüz devesi de bulunuyordu. Bundan sonra Ebrehe, Hunata el-Himyeri'yi Mekke'ye gönderdi ve ona: "Git, Kureyş'in efendisini (reisini) bul ve ona benim onlarla harbetmek için gelmediğimi, sadece Kabe'yi yıkmak için geldiğimi, buna engel olmadıkları takdirde kendileriyle savaşmayacağımı söyle." dedi.

 

Ebrehe'nin bu sözleri Hunata tarafından AbdÜımuttalib'e ulaştırıldığında Hunata'ya: "Allah'a yemin ederim ki, biz de onunla harbetmek istemiyoruz. Burası Allah'ın ve dostu İbrahim'in evidir. Eğer evinin ve hareminin yıkılmasına mani olmak isterse, ancak O mani olur. Şayet O, evi Kabe ile Ebrehe arasından engelleri kaldıracak olursa, bizim yapacak bir şeyimiz yoktur. " dedi. Bunun üzerine Hunata: "Benimle gel, hükümdarın yanına gideceğiz." dedi. Hunata ile beraber Abdülmuttalib yola çıktı ve Ebrehe'nin karargahına gelince Zu-Nifr'i sordu. Zu-Nifr AbdÜımuttalib'in eski dostlarındandı. Bir kılavuz vasıtasıyla Abdülmuttalib Ebrehe'nin yanında tutuklu bulunan Zu-Nifr'in yanına götürüldü ve ona: "Başımıza gelen bu felakete karşı bir yardımın dokunur mu?" diye sordu. Zu-Nifr: "Hükümdarın elinde esir bulunan ve sabah akşam ölümünü bekleyen birisinin nasıl yardımı dokunabilir? Ancak filin seyisi olan Üney s benim dostumdur. Seni ona tavsiye eder ve büyük bir zat olduğunu söylerim; ayrıca istediklerinizi konuşabilmeniz için hükümdarın huzuruna girmenizi temin etmesini, yapabilirse hükümdarın katında senin için şefaatçi olmasını rica ederim." dedi. Abdülmuttalib de: "Bu kadarı benim için yeter." diye karşılık verdi. Bunun üzerine Zu-Nifr birisini gönderip Üneys'i yanına çağırttı ve ona AbdÜımuttalib'i tavsiye edip Kureyş'in efendisi ve ulusu olduğunu bildirdi. Bu tavsiye üzerine Üneys Abdülmuttalib'i yanına alıp hükümdar Ebrehe'nin huzuruna geldi ve ona: "Dışarda bekleyen kişi Kureyş'in efendisi ve büyüğüdür, huzurunuza girmek için sizden izin bekliyor." dedi, Ebrehe de girmesi için izin verdi.

 

Abdülmuttalib, iri yapılı, heybetli ve güzel yüzlü bir zattı. Ebrehe onu görünce saygı gösterip ikramda bulundu, tahtından inip bir sergi üzerine oturdu, Abdülmuttalib'i de yanına oturttu. Sonra tercümanına dönerek: "Sor bakalım, ihtiyacı ne imiş?" dedi. Tercüman Ebrehe'nin bu sözünü Abdülmuttalib'e aktardı, bunun üzerine Abdülmuttalib: "Benim isteğim almış olduğu iki yüz devemi geri vermesidir." dedi. Ebrehe de tercüman vasıtasıyla ona: "Gerçekten seni ilk gördüğüm zaman beni hayret ve şaşkınlığa düşürmüştün. Şimdi bu sözlerini işittikten sonra sana karşı saygım azaldı. Benden develerini istiyorsun, hem senin ve hem de atalarının dininin bir sembolü olan Kabe'den hiç söz etmiyorsun. Halbuki ben onu yıkmak için geldim." dedi. Bunun üzerine Abdülmuttalib: "Ben develerin sahibiyim, Kabe'nin de Sahibi var ve O, onu korur." diye cevap verdi. Ebrehe de onun bu sözlerine karşı: "Orasını benden koruyacak kimse yoktur." dedi ve develerin Abdülmuttalib'e iade edilmesini emretti. Abdülmuttalib develerini alınca, bu develer yüzünden Allah'ı gazaba getirip başlarına bir zarar gelmesinden korktuğu için onların boyunlarına kurbanlık nişam takarak Harem'e sevk etti. Sonra Kureyş'in yanına gelip durumu haber verdi ve Ebrehe ordusunun eza ve cefasından korktuğu için kendisiyle birlikte Mekke'yi terk edip dağ başlarına çıkıp sığınmalarım istedi. Bundan sonra Abdülmuttalib bir grup Kureyşli ile birlikte Kabe'ye geldi ve Kabe kapısının halkasından tutup Kureyşlilerle beraber Ebrehe ordusuna karşı kendilerine yardım etmesi için Allah'a dua edip yalvardı. Ayrıca Abdülmuttalib Kabe kapısının halkasından tutup şu mealdeki mısralarla da Allah'a yalvarıp dua etti: "Ey Rabb'im! Onlara karşı senden başka kimseden yardım istemiyorum.

Ey Rabb'im! Kendi himayende bulunan bu evini onların zararından koru. Kabe'ye düşman olan, senin de düşmanındır. Kendi ihsanın olan bu evi onlara karşı koru."

Yine Abdülmuttalib şu mealdeki mısralarla da Allah'a dua edip yalvardı:

"Ey Allah'ım! Kulun bile kendi meskenini ve eşyalarını korur, sen de insanların toplanma yeri olan evini koru ki, onların hac ve kuvvetleri gaddarlık yoluyla senin kuvvet ve kudretine galip gelmesin. Bunu yaptığın takdirde işlerini tamamlayacak olan önemli bir işi yapmış olursun. Bir zalim üzerimize geldiği zaman ona karşı yardım ümidini beklediğimiz tek varlık sensin. Böylece onlar zilletten ve rüsvaylıktan başka bir şey kazanmadan çekilip giderler. İstersen onları orada helak edip yok edersin. Bu güne kadar seninle savaşmak arzusuyla harp çığlıkları atan bunlardan daha cüretkar birisini duymadım. Onlar, senin iyalini (kullarını) esir almak için filleri ve ülkelerindeki askerleri gruplar halinde çekip buraya getirdiler. Cehaletlerinden dolayı hileye başvurarak himayende olan mübarek evinin üzerine yürüdüler, zavallılar senin kudret ve azametini hiç düşünmediler."

 

Abdülmuttalib sonra Kabe kapısının halkasını bıraktı ve beraberindeki Kureyşlilerle birlikte dağların tepelerine çıktı. Böylece kendilerini koruma altına alıp Ebrehe'nin Mekke'ye girdiği zaman yapacağı şeyleri gözlemeğe başladılar.

 

Ertesi gün Ebrehe Mekke'ye girmek üzere hazırlandı ve Mahmud adındaki filini de hazırladı. Ebrehe Kabe'yi yıkıp tekrar Yemen'e dönmeğe kararlıydı. Nihayet fili Mekke'ye doğru çevirip sürdükleri bir sırada Nüfeyl bin Habib el-Has'ami gelip filin kulağından tuttu ve ona: "Ey Mahmud! Çök, sonra sağ salim geldiğin yere geri dön; çünkü Allah'ın beldesi Haram'da bulunuyorsun." diyerek filin kulağını bıraktı. Bunun üzerine fil kendisini yere bırakıverdi. Nüfeyl bin Habib ise bütün gücüyle koşup dağın tepesine çıktı. Habeşli askerler, çöken fili kaldırmak için bir hayli dövdüler, fakat fil yine de yerinden kalkmadı. Bu defa fili Yemen tarafına doğru çevirdiler ve fil koşmağa başladı. Aynı şekilde fil Suriye tarafına çevrilince yine koşmasını sürdürdü. Bu defa filin yönü doğuya çevrildi ve fil yine koştu. Fakat Mekke tarafına çevrilince tekrar yere çöktü ve yerinden kıpırdamadı. Bu sırada Allah (C.C.) onların üzerine deniz tarafından kırlangıç kuşuna benzeyen sürüler halinde kuşlar gönderdi; bu kuşların her birinin gagasında bir, ayaklarında ikişer taş bulunuyordu. Mercimek ve nohut tanesi büyüklüğünde olan bu taşları kuşlar getirip üzerlerine bıraktılar. Bu taşlar kime isabet ettiyse öldürdü, fakat atılan taşlar hepsine isabet etmemişti. Bu defa Allah (C.C.) bir sel gönderip onları denize sürükledi. Bu sırada Ebrehe ile birlikte kurtulanlar geldikleri yola doğru koşuşmağa ve Yemen'e giden yolu göstermesi için Nüfeyl bin Habib'i aramağa başladılar. Nüfeyl bin Habib Allah'ın onların üzerine indirdiği bu felaketi görünce şu mealdeki mısraları söyledi: "Allah (C.C.), peşini bırakmadıktan sonra nereye kaçıp kurtulacaksın. Artık Ebrehe el-Eşrem galip değil, mağlup durumdadır."

 

Nüfeyl bin Habib diğer mısralarında mealen şöyle diyor: "Ey Rudeyne!

Sana bizden selam olsun. Biz sabahleyin erkenden sizi sevindirdik. Sizden birisi akşam vakti ateş parçası almak için yanımıza geldi, fakat ateşi alamadı. Ey Rudeyne! Eğer Muhassab vadisinin yakınında cereyan eden ve gözümüzle gördüğümüz hadiseyi görmüş olsaydın, şaşırıp kalır, beni mazur görürdün; hatta fikrimi beğenir, geçmişte kalan ayrılıklarımıza esef ve kaygı duymazdın. Ben Ebrehe ordusunu yok eden kuşları gördüğüm zaman Allah'a hamd ettim ve onu övdüm, fakat üzerimize taşlar atıldığı zaman çok korktum. Sanki Habeşlilere yol göstermek boynumun borcu imiş gibi, kaçarlarken kendilerine yol göstersin diye Nüfeyl'i arıyorlardı."

 

Ebrehe'nin cesedi öyle bir hale geldi ki, bütün uzuvları tek tek döküldü; öyle ki San'a'ya getirdiklerinde kuş kadar kalmıştı. Ölmezden önce göğsü yarılıp kalbi dışarı çıktı ve bundan sonra öldü.

 

Ebrehe ölünce yerine oğlu Yeksılm hükümdar oldu. Babası Ebrehe bu oğluna izafetle ''Ebu Yeksum'' künyesini almıştı. Y eksum hükümdar olunca, Himyerliler ile Yemenliler ona boyun eğdiler. Bu arada Habeşliler, onların erkeklerini öldürüp kadınlarını kendilerine nikahladılar ve oğlan çocuklarını da Araplarla kendi aralarında tercüman olarak kullandılar.

 

Allah (CC.), Habeşlileri helak ettikten ve Ebrehe ile birlikte diğer kurtulanlar geri döndükten sonra, ertesi gün Abdülmuttalib ile Ebu Mes'ud es-Sakafi Habeşlilerin ne yaptıklarına bakmak üzere Mekke'ye indiler; fakat hiç bir ses işitmediler ve karargahlarına geldiklerinde Habeşlilerin ölmüş olduklarını gördüler. Bunun üzerine Abdülmuttalib iki çukur kazdırdı, bu çukurlara Ebu Mes'ud ile kendisi için bir hayli altın ve mücevher doldurdu, sonra diğer insanları çağırdı, onlar da bu çağrı üzerine geldiler ve artan altın ve mücevherleri aldılar. İşte Abdülmuttalib çukura doldurduğu bu mallar sayesinde ölünceye kadar bolluk ve zenginlik içerisinde yaşadı.

 

Allah (CC), gönderdiği bir sel ile Habeşlileri denize sürükleyip döktü.

Habeşlileri Kabe'den uzaklaştırıp başlarına bu felaketi musallat edince, Arapların katında Kureyşlilerin itibarı arttı. Bu yüzden Araplar Kureyşliler için: "Onlar Ehlullah'tır (Allah'ın yakınlarıdır), bu yüzden Allah Habeşlileri helak edip onların başından uzaklaştırdı." dediler. Sonra Y eksum öldü, yerine kardeşi Mesruk hükümdar oldu.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

YEMEN'İN HİMYERİLERİN ELİNE GEÇMESİ VE HABEŞLİLERİN BURADAN ÇIKARILMALARI