İBNÜ’L-ESİR |
1. CİLT |
ZU-NUVAS'IN
HÜKÜMDARLIĞI ve ESHAB-I UHDUD'UN KlSSASI
Hükümdar
çocuklarından Zür'a Zu-Nuvas adında birisi vardı ve nesep şeceresi ise Zür'a Zu-Nuvas
bin Tübban Es'ad bin Kerib idi. Zür'a Zu-Nuvas kardeşi Hassan bin Tübban
öldürüldüğü zaman çocuk yaşta bulunuyordu; sonra büyüyüp güzel, yakışıklı ve
akıllı bir genç oldu. Lahti'a, diğer hükümdar oğullarına yaptığı gibi onu da
kirletmek istedi ve bir adam gönderdi, fakat Zür'a kapısına gelen adamın
maksadını anladığından ayakkabısının içerisine şık ve keskin bir bıçak
saklayarak onunla birlikte Lahti'a'nın yanına geldi. Lahti'a onu eyvamna alıp
kapıları kapattıktan sonra üzerine atıldı, fakat Zür'a onu bıçakla öldürüp
kafasını gövdesinden ayırdıktan sonra ağzına misvakını koyup muhafız ve
askerlerine göründüğü eyvanının penceresine bıraktı, sonra da dışarı çıktı. Bu
sırada halk: "Acaba Zür'a Zu-Nuvas yaş mı, kuru mu?" kabilinden
sözler söylemeğe başladı, bunun üzerine Zür'a: "Siz bunu Lahti'a'nın
kellesinden öğrenin, bende bir şey yok." diyerek karşılık verdi.
Zü-Nuvas'ın bu sözü üzerine halk Lahti'a'nın halini görmek için gittiklerinde
gövdesinden ayrılmış başı ile karşılaştılar. Bu durumu gören Himyerliler ve
Lahtl'a'nın muhafızları hemen Zu-Nuvas'ın peşinden çıkıp ona yetiştiler ve
kendilerini Lahti'a'nın elinden kurtarıp rahata kavuşturduğu için çevresinde
toplanarak başlarına geçirip hükümdar yaptılar. Zu-Nuvas Yahudi idi. O zamanlar
Necran'da Hz. İsa (A.S.)'ın dinine bağlı samimi, dürüst bir miktar Hıristiyan
yaşıyordu, başlarında ise Abdullah bin Samir adında birisi bulunuyordu ve
Hıristiyanlığın bozulmamış aslı ise Necran'da idi.
Vehb
bin Münebbih anlatıyor: "Hz. İsa (A.S.)'ın dinine intisap edenlerin
kalıntılarından Fimiyun adında zühd sahibi, salih, gayretli ve duası makbul bir
zat vardı. Fimiyun seyyah bir kişiydi ve gittiği bir beldede tanınacak kadar
kalmadan bir başka beldeye geçerdi. Aynı zamanda elinin emeğiyle geçinir,
meslek olarak da usta olduğundan kerpiç dökerdi. Pazar gününü mukaddes
saydığından o gün çalışmaz ve kıra çıkarak bütün gündüzü namaz kılarak
geçirirdi. Şam (/ Suriye) kasabalarından birine gelen Fimiyun burada hüviyetini
belli etmeden ustalık işini yürütüyor ve ibadetini sürdürüyordu; fakat çok
geçmeden Salih adında birisi farkına vardı ve O'nu çok sevdi. Nereye giderse
takip eder, peşine takılırdı; fakat Fimiyun bunun farkında değildi. Yine bir
pazar günü Fimiyun ibadet maksadıyla kıra çıktığında Salih hissettirmeden peşine
takıldı ve onu görebileceği bir yere gelip oturdu. Fimiyun ayağa kalkıp namaza
durunca bir ejderha ona doğru gelmeğe başladı. Ejderhanın kendisine doğru
gelmekte olduğunu görünce dua etti ve ejderha öldü. Bu arada ejderhanın
Fimiyun'a doğru yürüdüğünü gören, fakat bedduasıyla onun öldüğünü fark etmeyen
Salih Fimiyun'un hayatından endişe ederek: ''Ey Fimiyun! Üzerine ejderha
geliyor'' diye bağırdı; fakat Fimiyun istifini bozmadan akşam vaktine kadar
namazına devam etti. Bu sırada Fimiyun Salih'in kendisini tanıdığını anladı.
Salih ise O'na: ''Allah bilir ki, seni her şeyden çok seviyorum, nerede
bulunursan bulun, seninle kalmak ve seninle birlikte bulunmak istiyorum.''
dedi. Bunun üzerine Fimiyun O'na: ''Dilediğin gibi yap'' dedi, bundan sonra
Salih bir daha O'nun yanından ayrılmadı. Fimiyun ayağına kadar gelen bir hasta
için dua ettiği zaman derhal hasta şifa bulur, fakat sıkıntıya düşen veya
hastalanan birisinin ayağına çağrıldığında gitmezdi. Bir gün kasaba halkından
ama bir oğlu olan birisi Fimiyun'un çağırmakla kimsenin evine gitmediğini
öğrenince, a'ma / köt oğlunu bir odaya kapatıp üzerine bir örtü örttükten sonra
Fimiyun'un yanına gelip: ''Evimde yapılacak bir tamir işi var, gel sana
göstereyim.'' dedi. Birlikte eve gelip odaya girdiklerinde adam oğlunun
üzerindeki örtüyü kaldırıp aldı ve Fimiyun'dan a'ma oğlunun gözlerinin açılması
için dua etmesini istedi. Fimiyun dua etti ve ama çocuğun gözleri açıldı."
"Fimiyun
kasaba halkı tarafından tanındığını öğrenince Salih ile birlikte kasabadan
ayrıldı ve yolda giderken Suriye toprakları sınırı içerisinde bulunan büyük bir
ağaca rastladı. Bu sırada ağaçtan birisi ona seslenerek: ''Ben çoktan beri seni
bekliyordum. Sakın yerinden ayrılma, ben şimdi öleceğim, başımda bulun.'' dedi
ve adam hemen öldü. Fimiyun onu defnettikten sonra Salih ile birlikte hareket
ederek yollarına devam ettiler ve Arap topraklarından birine geldiler. Neticede
Araplar onları yakalayıp Necran'a götürdüler ve onları burada sattılar. Necran
ahalisi ise o zaman Arapların dininde olduklarından civarda bulunan uzun bir
hurma ağacına tapıyorlardı ve her yıl bu ağaç için tertip ettikleri bayram
gününde bütün kıymetli süs eşyalarım ve sahip oldukları güzel elbiseleri
getirip bu ağacın üzerine asıyorlardı. Böylece halk bir gün ağacın yanında kalır
ve oradan ayrılmazlardı. İşte bu sırada Necranlıların ileri gelenlerinden
birisi Fimiyun'u, bir başkası da Salih'i satın aldı. Fimiyun efendisi
tarafından kendisine verilen odada geceleri ibadete kalkar, namaz kılar ve
sabaha kadar hiç bir lamba yakılmadığı halde oda aydınlanırdı. Nihayet bu
durumu gören efendisi hayrete kapılarak ona hangi dine inandığını sordu.
Fimiyun ise efendisine inanmış olduğu dinini açıkladı ve efendisinin dinini
yerip ayıpladıktan sonra ona: ''Eğer kendisine taptığım Allah'a dua edersem,
tapmış olduğunuz hurma ağacını ortadan kaldırıp yok eder.'' dedi. Bunun üzerine
efendisi: ''Haydi yap! Eğer bu dediğini yaparsan, dinimizi bırakır senin dinine
gireriz.'' dedi. Fimiyun hemen kalkıp namaza durdu ve hurma ağacını yok etmesi
için Allah'a dua etti. Bunun üzerine Allah (C.C.) hurma ağacı üzerine bir
rüzgar gönderdi ve bu rüzgar ağacı kuruttuktan sonra kökünden koparıp yere
attı. Bu durum karşısında Necran ahalisi Fimiyun'un dinine tabi oldu ve böylece
Fimiyun onları Hz. İsa (A.S.)'nın dininden olan bir şeriata teşvik etti. İşte
bundan sonra her yerdeki dindaşları gibi onlar da bir takım felaketlere maruz
kaldılar. Böylece Hıristiyanlık dini Necran'da yayılmış oldu."
Muhammed
bin Ka'ab el-Kurazı anlatıyor: "Necran ahalisi putlara tapardı. Buraya
bağlı kasabalarından birisinde bir sihirbaz vardı, ahali sihir öğretmesi için
çocuklarını ona gönderirlerdi. Nihayet Hz. İsa'nın dini üzere olan ve Allah'a
ibadet eden Fimiyun Necran'a geldi. Aslında Fimiyun bir kasabada tanındığı
zaman burasını terk eder, bir başkasına giderdi. O, duası kabulolan, hastaları
iyileştiren ve kerametleri bulunan bir zat idi. Necran'a gelen Fimiyun önce
sihirbazın bulunduğu kasaba ile Necran arasında bir çadır kurup burada kaldı.
Samir adında birisi oğlu Abdulah'ı diğer çocuklarla birlikte sihir öğrenmesi
için sihirbaza göndermişti. Abdullah adındaki bu çocuk çadırın yanından
geçerken Fimiyun'a uğrar, onun kıldığı namazı ve yaptığı ibadetleri beğendiği
için oturur, onun sözlerini dinlerdi. Sonunda Abdullah Müslüman olup Allah'ın
birliğini tasdik ederek O'na ibadet etmeğe başladı; Abdullah devamlı surette
Fimiyun'dan ''İsm-i Azam''ı soruyor ve öğrenmek istiyordu. Fimiyun ise ''İsm-i
Azam''ı biliyordu ve ondan saklayarak: ''Sen buna tahammül edemezsin'' diyordu.
Abdullah'ın babası olan Samir de oğlunun diğer çocuklarla birlikte sihirbazın
yanına gidip geldiğini sanıyordu. Abdullah, hocası Fimiyun'un kendisine ''İsm-i
Azam''ı öğretmek istemediğini görünce, fal oklarının üzerine bütün Allah'ın
isimlerini yazdı, sonra bunları teker teker ateşe attı. Nihayet sıra ''İsm-i
Azam''ın yazılı olduğu oka gelince, ateşten sıçrayıp çıktı ve ateşten hiç bir
zarar görmedi. Bunun üzerine Abdullah ''İsm-i Azam''ın yazılı olduğu oku alıp
Fimiyun'un yanına geldi ve durumu ona anlattı. Fimiyun O'na: ''Bunu bir sır
olarak sakla; fakat bunu yapabileceğini de sanmıyorum.'' dedi. Bundan sonra
Abdullah Necran'a geldiğinde her karşılaştığı sıkıntılı kişiye: ''Ey Allah'ın
kulu! Dinime girmek ister misin? Senin için Allah'a dua edeyim de içinde bulunduğu
n felaket ve sıkıntıdan seni kurtarsın!'' derdi, o da: ''Evet'' diyerek
teklifini kabul eder, Allah'ın birliğini tasdik edip Müslüman olur, Fimiyun da
onun için Allah'a dua eder ve Allah duasını kabul edip o kişinin sıkıntısını
giderirdi. Hatta Necran ahalisinden başında hastalık ve felaket bulunan herkes
gelip O'na tabi oldular ve duasını alıp sıkıntı ve hastalıklardan kurtuldular.
"
"Nihayet
Abdullah'ın durumu Necran hükümdarına ulaştırıldı ve O'nu huzuruna çağırıp:
''Kasaba halkımı bana karşı ifsad edip bozdun ve dinime karşı geldin. Seni
başkalarına ibret olacak bir cezaya çarptıracağım.'' dedi. Abdullah ise O'na:
''Buna senin gücün yetmez.'' diye cevap verdi. Bunun üzerine hükümdar O'nu
yüksek bir dağın tepesine gönderip tepeden aşağıya attırdı, fakat yere
düşmesine rağmen hiç bir şeyolmadı. Bu defa hükümdar O'nu Necran civarındaki
derin sulara attırdı. Bu sular ki içine düşen mutlaka helak olur, kurtulmazdı.
Abdullah içerisine atıldığı bu sulardan sağ salim yine kurtuldu. Abdullah bin
Samir hükümdara galip gelince O'na: ''Allah'ın birliğini tasdik edip benim iman
ettiğim gibi iman etmedikçe beni öldürmeğe gücün yetmeyecektir. Eğer dediğimi
yaparsan beni öldürebilirsin.'' dedi. Bunun üzerine hükümdar Allah'ın birliğini
tasdik etti, sonra elindeki asasını Abdullah'a vurup başını hafifçe yardı ve
böylece O'nu öldürdü. Bunu müteakip hükümdar da olduğu yerde can verdi. İşte bu
hadiseden sonra Necran ahalisi Abdullah bin Samir'in dinine girdiler."
Muhammed
bin Ka'ab el-Kurazi sözlerine devam ederek şunları söylüyor:
"Bundan
sonra Necranlıların üzerine ordusuyla birlikte Zu-Nuvas yürüdü ve Yahudiliğe
davet ederek onları ölümle Yahudilik arasında muhayyer bıraktı, fakat
Hıristiyanlık dinini kabul eden Necranlılar ölümü seçtiler. Bunun üzerine
Zu-Nuvas derin çukur ve hendekler kazdırıp onları çukurlara attırdı ve ateşle
yaktırdı, bir kısmını da kılıçtan geçirdi. Böylece Zu-Nuvas yaklaşık yirmi bin
kişiyi öldürdü."
İbn
Abbas anlatıyor: "Necran'da Zu-Nuvas adında Himyer hükümdarlarından bir
hükümdar vardı. Asıl adı Yusuf bin Şurahbil olan bu hükümdar, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in doğumundan yetmiş yıl önce yaşamıştı. Onun çok maharetli bir
sihirbazı vardı. Bu hünerli sihirbaz yaşlanınca hükümdar Zu-Nuvas'a: ''Ben
artık yaşlandım, bir genç gönder de ona sihir öğreteyim.'' dedi. Bunun üzerine
hükümdar ona sihir öğretmesi için Abdullah bin Samir adındaki genci gönderdi.
Abdullah sihir öğrenmek için sihirbazın yanına gidip geliyordu. Yolu üzerinde
ibadetiyle meşgulolan güzel okuyuşlu bir rahip vardı. Bir defasında bu genç
onun yanına gelip oturmuş ve halini çok beğenmişti. Hocası sihirbazın yanına
giderken önce rahibin yanına uğrar, bir müddet yanında kalır, sonra yanına
geldiğinde hocası olan sihirbaz: ''Niçin geç kaldın?'' diyerek onu döverdi.
Yine o, babasının yanına dönerken de rahibe uğrar ve bir müddet yanında
kalırdı. Babasının yanına geldiğinde: ''Neden geç kaldın?'' diye bu defa babası
sorar ve döverdi. Nihayet Abdullah adındaki bu genç durumu rahibe anlatıp
şikayet etti. Bunun üzerine rahip: ''Hocan sihirbazın yanına geldiğin zaman:
'Beni babam bekletti', babanın yanına geldiğin zaman da: 'Hocam sihirbaz beni
yanında fazla tuttu' dersin.'' diyerek ona yol gösterdi. Bu sıralarda o beldede
halkın yolunu kesen büyük bir yılan vardı; bu genç yılanın yanından geçerken
attığı bir taşla onu öldürmüş ve gelip durumu rahibe haber vermişti. Bunun
üzerine rahip O'na: ''Başına bir hal gelecek ve pek yakında bir belaya maruz
kalıp imtihan edileceksin. Bu bela ile karşılaştığın zaman sakın beni kimseye
söyleme.'' diyerek tembihte bulundu. Bu genç anadan doğma körlerin gözlerini
açıyor, abraşlık hastalığını iyileştiriyordu; insanlara şifa dağıtır hale
gelmişti. Bu hükümdarın amcasının gözleri görmeyen kör bir oğlu vardı ve o bu
gencin halini, yılanı nasıl öldürdüğünü duymuştu. Bir gün gencin yanına gelerek
ondan: ''Gözlerimi geri vermesi için Allah'a dua et.'' diye ricada bulunmuştu.
Onun bu ricası üzerine genç: ''Eğer Allah gözlerini geri verip iyileştirirse
O'na iman eder misin?'' diye sordu. O da: ''Evet, iman ederim'' karşılığını
verdi. Bunun üzerine genç: ''Allah'ım! Eğer o sözünde sadık ise gözlerini geri
ver!'' diyerek dua etti. Allah duasını kabul buyurdu ve hemen adamın gözleri
görmeye başladı. Sonra bir gün hükümdarın yanına geldi, hükümdar onun
gözlerinin açılmış olduğunu görünce şaşırıp kaldı ve ona gözlerinin nasıl
açıldığını sordu, fakat amcasının oğlu hükümdarın bu sorusunu cevapsız bıraktı
ve gözlerinin açılması hususunda hiç bir şey söylemedi. Ancak daha sonra
hükümdarın ısrarı üzerine gözlerini açan kişinin bu genç olduğunu söyledi.
Nihayet emriyle bu genç huzuruna getirildiğinde hükümdar ona: ''Gördüğüm
kadarıyla sihirbazlıkta bir hayli ilerlemişsin.'' dedi. Bunun üzerine genç:
''Ben kimseye şifa vermiyorum; ancak Allah dilediği kimseye şifa verir.''
diyerek karşılık verdi. Bundan sonra hükümdar gence işkenceye başladı ve rahibi
söyleyinceye kadar yapmağa devam etti. Bu defa hükümdarın huzuruna rahip
getirildi ve ona dininden dönmesini teklif etti, fakat rahip onun bu teklifini
reddetti. Bunun üzerine hükümdarın emriyle bir testere ile rahibin başının
ortasından gövdesi ikiye ayrılıp öldürüldü. Bundan sonra huzuruna gözleri
açılan amcasının oğlu getirildi ve hükümdar ona da dininden dönmesini teklif
etti, ancak bu teklifi kabul etmeyince onun da gövdesi aynen ikiye ayrılıp
öldürüldü. Daha sonra hükümdarın huzuruna Abdullah adındaki bu genç getirildi
ve hükümdar ona da dininden dönmesini teklif etti, fakat genç bu teklifini
reddetti. Bunun üzerine hükümdar onu öldürmek için yüksek bir dağın tepesine
gönderdi ve buradan aşağıya atılmasını emretti. Gencin: ''Allah'ım! Onların
hakkından gel!'' diye dua etmesiyle birlikte dağ sarsılıp sallanmağa başladı ve
genci dağın tepesine çıkaranlar oldukları yerde helak oldular. Bundan sonra
genç sağ salim hükümdarın yanına geri döndü ve hükümdar ondan adamlarının
durumunu sordu. Bunun üzerine genç ona: ''Allah onların hakkından geldi.'' diye
cevap verdi. Buna öfkelenen hükümdar, bu defa onu denize atmaları için bir
gemiye bindirip gönderdi. Alıp götürdüler, denize atmak istediklerinde genç:
''Allah'ım! Onların hakkından gel!'' diye yalvardı. Yanındakiler boğuldular,
genç yine kurtuldu ve tekrar hükümdarın yanına geldi. Bunun üzerine hükümdar
onun kılıçla öldürülmesini emretti. Vurmalarıyla birlikte kılıcın ağzı tersine
dönüp kesmedi. Böylece gencin durumu Yemen'de yayıldı, halkın arasında saygı ve
değeri arttı. Bu arada halk onun doğru yolda olduğunu da anladı. Nihayet genç
son olarak hükümdara: ''Sen beni öldürmeğe güç yetiremezsin; ancak
memleketindeki ahaliyi toplayıp onların gözleri önünde: 'Bu gencin Rabb'i olan
Allah'ın adıyla' diyerek bana bir ok atarsan o zaman öldürebilirsin.'' dedi.
Hükümdar onun bu dediğini yaptı ve genci öldürdü. Bu manzara karşısında orada
toplanan ahali hep birlikte: ''Biz, bu gencin Rabb'ine inandık.'' dediler. İşte
bu sırada hükümdara: ''Korktuğun başına geldi.'' denildi. Bunun üzerine
hükümdar şehrin kapılarını kapattı ve çukurlar kazdırıp içlerini ateşle
doldurdu, sonra ahaliyi ateşe atıp dininden dönenleri serbest bıraktı,
dönmeyenleri ise çukurlara atıp yaktı."
"Bu
sırada iman eden ahalinin arasında bir de kadın vardı ve bu kadının üç oğlan
çocuğu bulunuyordu. Bunlardan bir tanesi küçüktü ve süt emme çağında idi.
Hükümdar bu kadına: ''Dininden dön, yoksa seni ve oğullarını öldürürüm.''
diyerek tehdit etti, fakat kadın dininden dönmedi. Bunun üzerine hükümdar iki
büyük oğlunu çukura atıp ateşte yaktı, fakat kadın imanında sebat gösterip
dininden dönmedi. Bu defa hükümdar kucağındaki küçük oğlunu alıp ateş çukuruna
atmak istedi. Bu durum karşısında kadın bir an dininden dönmeyi aklından
geçirdi, fakat küçük çocuk annesine: ''Anneciğim! Sakın dininden dönme, benim
ateşe atılmamın sana bir zararı yok.'' dedi. Bu durum karşısında hükümdar
Zu-Nuvas önce çocuğu, sonra hemen arkasından annesini ateş çukuruna atıp yaktı.
İşte küçük yaşta konuşanlardan bir tanesi de bu çocuktur. "
Rivayet
edildiğine göre, Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği döneminde adamın birisi
Necran'da bir harabeyi kazmış. Bu sırada elini başının üzerindeki bir darbe
yarasının üzerine koymuş vaziyette bulunan Abdullah bin Samir'in cesediyle
karşılaşmıştı. Cesedi oturur vaziyetteydi ve eli başındaki yaranın üzerinden
çekildiğinde kan akıyor, serbest bırakıldığında ise tekrar elini başının
üzerindeki yaranın üstüne koyuyordu. Nihayet harabeyi kazan adam bir mektup
yazarak durumu Hz. Ömer (R.A.)'e bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer de yazdığı
bir mektupta, cesedi olduğu gibi bırakmalarını ve üzerini kapatmalarını
emretti.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
HABEŞLİLERİN
YEMEN'İ İSTİLA ETMELERİ