İBNÜ’L-ESİR

1. CİLT

 İSLAM ÖNCESİ      ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

SÜLEYMAN İLE BELKIS ARASINDA GEÇENLER

 

Biz, önce söze Belkıs'ın nesebi ve krallığı hakkında söylenenlerden başlıyoruz, sonra da ikisi arasında geçen hadiselerden bahsedeceğiz. Alimler Belkıs'ın atalarının isimleri konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir görüşe göre, onun adı Belkama, babasının adı ise Lişarh (İlişarh)tır. Nesep şeceresi ise: Lişarh bin el-Haris bin Kays bin Sayfi bin Sebe' bin Yeşcub bin Ya'rub bin Kahtan'dır. Başka bir görüşe göre, onun adı Belkama, babasının adı Hadid'dir. Babasının asıl adı Lişarh olup nesebi Yemen tübba'larına (Yemen hükümdarlarına "tübba'" adı verilir) dayanmaktadır. Nesep şeceresi ise Uşarh bin Abd (Zü'l-ez'ar) bin Ebrehe (Zü'l-Menar) bin el-Haris (er-Rayiş)'tir! Belkıs'ın nesebi konusunda daha başka rivayetler ve görüşler de vardır. Fakat onların burada zikredilmesine gerek yoktur.

 

Diğer taraftan alimler, tübba'lar hakkında, onların öncelik ve sonralık konusunda, sayılarının azlığı ve çokluğu hususunda araştırıcılara fazla faydası olmayan bir takım farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Ayrıca alimler Belkıs'ın (anne tarafından) nesebi konusunda da değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Birçok ravi onun annesinin cinlerden Ravaha adında bir kadın olup babasının cinlerin kralı es-Sükker olduğunu söylemiştir. Bir rivayette ise Belkıs'ın annesinin adı Belkama olup, babasının Amr bin Ümeyr el-Cinni olduğu ve onun: "İnsanlar arasında benim dengim yoktur." diyerek cinlerden bir kız istediği ve cinlerin kendilerinden bir kızla onu evlendirdikleri ileri sürülmektedir. İşte Belkıs'ın annesi olan Belkama, Amr bin Umeyr'in cinlerden aldığı kadından dünyaya gelmiştir.

 

Amr bin Umeyr'in cinlere hangi yolla ulaştığı ve onlardan evlenmek için kız istediği konusunda da alimler ihtilaf etmişlerdir. Bir rivayete göre, Amr bin Umeyr ava düşkündü. Hatta çoğu zaman ceylan suretindeki cinleri avlar, sonra da onların cin olduklarını anlayınca onları serbest bırakırdı. Bunun üzerine cinlerin kralı ona görünüp bundan dolayı teşekkür etmiş ve onunla dost olmuştu. Bu arada Amr bin Umeyr cinlerin kralından kızını istemiş, o da Yebrin ile Aden arasındaki sahil kısmı kendisine vermesi şartıyla kızını ona vermeyi kabul etmişti.

 

Başka bir rivayete göre, bir gün Belkıs'ın babası Amr bin Umeyr ava gitmişti. Biri siyah, diğeri beyaz kavga eden iki yılan gördü. Siyah yılan beyaz yılana üstün gelmişti. O da siyah yılanın öldürülmesini emretti; beyaz yılanı alıp üzerine su döktü, hemen sonra beyaz yılan ayıldı. Onu serbest bıraktıktan sonra evine döndü ve tek başına otururken yanı başında güzel bir genç hasıl oldu. Amr ondan çok korkmuştu. Bunun üzerine o Amr'a: "Sakın korkma, ben senin kurtarıp serbest bıraktığın yılanım. Öldürdüğün siyah yılan ise bizim uşağımızdı. Bize karşı koydu ve ailemden birkaç kişiyi de öldürdü." dedi. Sonra Amr bin Umeyr'e mal vermek ve tıp ilmini öğretmek istedi. Fakat O: "Benim mala ve servete ihtiyacım yok, tıp ilmi ise krala yakışmaz. Eğer bir kızın varsa onu bana ver." dedi. O da kızını, yaptıklarına karışmamak, karıştığı takdirde kendisinden ayrılmak şartıyla nikahladı. Amr bin Umeyr onun bu teklifini kabul etti. Nihayet kadın ondan hamile kaldı ve bir oğlan çocuğu doğurdu, sonra bu çocuğu ateşe attı. Amr bin Umeyr buna üzülmekle beraber, kabul ettiği şarttan dolayı sesini çıkarmadı. Sonra kadın bir daha hamile kaldı; bu sefer bir kız çocuğu doğurdu, onu da bir dişi köpeğin önüne attı. Köpek onu alıp gitti. Bu da onun çok ağırına gitti; fakat kabul ettiği şart dolayısıyla yine sesini çıkarmadı. Daha sonra Amr bin Umeyr'e karşı çıkarak adamlarından birisi baş kaldırmış, o da askerlerini toplayıp onunla savaşmak üzere yola çıkmıştı. Bu sırada hanımı da yanında bulunuyordu. Nihayet onlar bir ovaya gelip burasını ortaladıklarında Amr bin Umeyr yanlarında bulunan azıklarının tümünün toprağa karıştırıldığını ve suların da kırba ve kaplarından boşaltıldıklarını gördü. Artık onlar kesinlikle helak olacaklarını ve bunu kadının emriyle cinlerin yaptığını anladılar. Nihayet Amr bin Umeyr buna dayanamadı ve karısının yanına gelerek oturdu, sonra yere işaret edip: "Ey yer, oğlumu yaktın, sabrettim. Kızımı dişi bir köpeğe yedirdin, sabrettim. Şimdi ise bizi, azığımızı ve suyumuzu yok etmek gibi bir facia ile karşı karşıya bırakıyorsun. Nerdeyse mahvolacağız." dedi. Bunun üzerine kadın: "Eğer sabretmiş olsaydın senin için daha iyi olurdu. Şimdi sana işin içyüzünü anlatayım: Senin düşmanın vezirini aldatıp onun vasıtasıyla, seni ve askerlerini öldürmek için azığınıza ve suyunuza zehir kattırdı. Vezirine emret de geriye kalan azıktan yesin ve sudan içsin." dedi. Amr bin Umeyr, vezirine yiyip içmesini emretti; fakat o buna yaklaşmadı. Bunun üzerine vezirini öldürdü. Sonra kadın onlara yakında bulunan suyu ve saklanmış erzakı gösterdi ve: "Oğluna gelince: Ben onu büyütüp terbiye etmesi için bir dadıya verdim, fakat o öldü. Kızın ise hayattadır." dedi. İşte hemen o anda bir kızcağız yerden çıkıverdi. Bu kızcağız ise Belkıs idi. Bundan sonra kadın Amr bin Umeyr'den ayrıldı, kendisi ise düşmanının üzerine yürüyüp onlara karşı zafer kazandı; Amr bin Umeyr'in cinlerden bir kadınla evlenmesi konusunda başka şeyler de söylenmiştir. Bunların hepsi de aslı astarı olmayan düzme hurafelerdir.

 

Belkıs'ın Yemen'e kraliçe olmasına gelince; bir rivayette babası onu veliaht göstermiş, o da babasından sonra tahta geçmişti. Diğer rivayette ise, babası kendisinden sonra tahta geçecek kimseyi vasiyet etmeden ölmüştü. Halk ise kralın oğlan kardeşinin oğlunu başlarına geçirmişlerdi. Bu kişi ahlaksız ve fasıkın biriydi; eşraftan birinin veya bir kralın güzel bir kızı olduğunu öğrendiği zaman onu getirtir, ırzına tecavüz ederdi. Nihayet sıra amcasının kızı Belkıs'a geldi. Aynı şeyi ona da yapmak istedi, fakat Belkıs kendi köşküne gelmesi kaydıyla ona söz verdi. Bu arada akrabalarından iki kişiyi hazırladı ve köşke gelip baş başa kaldıkları bir sırada onu öldürmelerini emretti. Neticede amcasının oğlu yanına girdiğinde bu iki kişi üzerine atılarak onu öldürdüler. Belkıs, onun öldürülmesi üzerine vezirlerini yanına getirtip: "İçinizde kendi kızının ve aşiretinin kızlarının namus ve şerefi için gayrete gelecek hamiyet sahibi hiç mi kimse yoktu?" diyerek azarladı, sonra onlara krallarının ölüsünü gösterip: "Başınıza bir kral seçin" dedi. Bunun üzerine onlar: "Senden başkasını istemeyiz." diyerek Belkıs'ı kraliçe yaptılar.

 

Bir başka rivayete göre, Belkıs'ın babası kral değil, vezirdi. Vezirliğini yaptığı kral ise gidişatı kötü, rezilin birisiydi. Soyluların, ileri gelenlerin kızlarını ellerinden alır, onların namuslarını lekelerdi. İşte Belkıs onu öldürdü, halk da onu başlarına geçirip kraliçe yaptı.

Yine ilim ehlinden bir kısım kimseler Belkıs'ın saltanatını ve ordusundaki askerlerin çokluğu konusunu çok abarttılar. Bir rivayette, onun eli altında dört yüz kralın ve her bir kralın bir bölgesi bulunduğu, bu kralların her birinin dört bin savaşçısının olduğu, ayrıca Belkıs'ın devlet işlerini yürütmek üzere üç yüz vezirinin bulunduğu, on iki kumandanı olup her birinin on iki bin savaşçıya hükmettiği ileri sürülmektedir.

 

Bazıları ise bu konuda o derece mübalağa yapmışlardır ki, bu onların ne derecede cahil ve zayıf akıllı olduklarını gösterir. Onlara göre, Belkıs'ın on iki bin kumandanı, her kumandanın eli altında yüz bin savaşçısı, her savaşçının yetmiş bin ordusu, her ordunun da yetmiş bin bahadır askeri vardı ve bunların yaşları ise yirmi beş idi. Şu anda bu büyük yalanı rivayet edip nakleden kişinin hesap bildiğini zannetmiyorum; çünkü hesap bilseydi cehaletinin ne miktarda olduğunu anlardı. Şayet verdiği rakamların ulaştığı meblağ ı bir bilseydi, bu tutarsız sözü cür'etli bir şekilde söylemekten geri dururdu. Çünkü bütün yeryüzü sakinleri genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla, kadınıyla bu sayıya ulaşamaz. O halde yalnız yirmi beş yaşında olanların sayısı nasıl bu kadar olabilir? Keşke yirmi beş yaşında olmayan diğer halkın, bütün tebaanın, meslek sahiplerinin, rençberlerin ve diğerlerinin sayısının ne kadar olduğunu bir bilseydim! Çünkü ordu mensupları ülke halkının bir kısmını teşkil eder. Aynı zamanda Yemen'in nüfusu günümüzde azalmış bile olsa, Yemen toprakları küçülmüş değildir. Bu topraklar, bu kadar kişiyi ayakta ve yan yana dursalar bile almaz.

 

Yine onlar, Belkıs'ın güneşe secde etmesini sağlamak için odasındaki güneşin girdiği deliğe (pencereye) üç yüz bin okka altın harcadığını ve daha başka şeyler yaptığını söylüyorlar. Ayrıca onlar, Belkıs'ın tahtı hakkında da ordusundaki askerlerin çokluğuna münasip bir takım şeyler anlatıyorlar. Biz, bunları zikrederek sözü uzatmayacağız. Onlar, yalan söylemek ve cahillerin akıllarıyla alayedip eğlenmek üzere anlaştılar; akıl sahibi kimselerin, cehaletle onları suçlamalarından doğacak neticeye hiç aldırış etmediler ve bunu küçümsediler. Bizim bunları çirkin olmalarına rağmen burada zikretmemizin sebebi, bu gibi kimselerin sözlerinin doğruluğuna inanan kişileri bunlara vakıf kılmak ve böylece doğruya ulaşmalarını sağlamak gayesine matuftur.

 

Belkıs'ın Hz. Süleyman'ın yanına gelip Müslüman olmasına gelince: Süleyman (A.S.) Hüdhüd kuşunu aramış, fakat onu görememişti. Hüdhüd, yerin altındaki suyu görür, orada suyun olup olmadığını, yakın mı uzak mı olduğunu bilirdi. İşte Hz. Süleyman onu bunun için aramıştı. Hz. Süleyman savaşlarından birisinde suya ihtiyaç duydu, yanında bulunanların hiç birisi suyun ne kadar uzakta olduğunu bilmiyordu. İşte bunu sormak için Hüdhüd kuşunu aradı, fakat göremedi. Rivayet edildiğine göre, onun Hüdhüd kuşunu aramasının sebebi şu idi: Kuşlar Hz. Süleyman'ı gölgelerdi. Bir ara Süleyman (A.S.) güneş ışığının yere vurmuş olduğunu gördü, ışığın nereden sızdığını görmek üzere baktığında Hüdhüd kuşunun yerinin boş olduğunu fark etti. Bunun üzerine: ''Ona çetin bir şekilde azab edeceğim, ya da onu keseceğim yahut da bana (mazeretini belirten) açık bir delil getirir.'' (Neml suresi, ayet 21) dedi.

 

Bu sırada Hüdhüd'ün yolu Belkıs'ın sarayına uğramıştı ve gözü sarayın arkasında bulunan bir bahçeye ilişmişti. Orada ise bir başka Hüdhüd gördü ve ona: "Sen neye Süleyman'dan ayrısın ve burada ne yapıyorsun?" diye sordu. O da: "Süleyman dediğin kimdir?" dedi. Bunun üzerine Süleyman'ın yanından gelen Hüdhüd ona, Hz. Süleyman'ın durumunu, kuşlardan ve başka yaratıklardan onun emrine verilenleri anlattı. Öbür Hüdhüd buna hayret etti. Bu defa Süleyman'ın Hüdhüd'ü ona: "Asıl hayret edilecek olan şeyise, bu kadar kalabalık olmalarına rağmen bu kavmin başında bir kadının kraliçe olması, Ona her şeyden verilip onun büyük bir tahtınınbulunması. (Nem suresi, ayet 23), Allah'a şükredecekleri yerde güneşe secde etmeleridir." dedi. Belkıs'ın tahtı altından yapılmıştı; bu taht ise yakut, zebercet ve inci gibi değerli mücevherlerle süslenmişti.

Bundan sonra Hüdhüd kuşu Hz. Süleyman'ın yanına döndü ve gecikmesinin sebebini bildirip özür beyan etti. Bunun üzerine Hz. Süleyman ona: "Şu mektubumu al, götürüp ona bırak", dedi. Hüdhüd, Belkıs sarayında iken ona yetişti ve mektubu odasına bıraktı. Belkıs mektubu okudu, daha sonra da kavminin ileri gelenlerini topladı ve onları: ''Ey ileri gelen kimseler! Bana çok değerli bir mektup bırakıldı. O, Süleyman'dan geliyor ve o, "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla" (başlıyor). "Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana teslim olarak yanıma gelin." (diye yazıyor). Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir rıkir verin. (Bilirsiniz ki) ben siz olmadıkça hiçbir şeyi (kendi başıma) kesip atmam.'' (Neml suresi, ayet 29-30) dedi. Bunun üzerine ileri gelen kimseler ona: ''Biz kuvvetliyiz, yaman savaşçılarız, ama ferman senindir. Bak (düşün), neyi emredersen (onu yapalım)'' (NemI suresi, ayet 33) dediler. Belkıs bu defa: ''Ben onlara bir hediye göndereyim, bakayım elçiler ne ile dönecekler.'' (Neml suresi, ayet 35). Eğer o bu hediyeyi kabul ederse, dünya hükümdarlarından birisidir. Biz ondan daha yüksek ve kuvvetliyiz. Şayet kabul etmezse, o Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir." dedi.

 

Nihayet hediye Hz. Süleyman'a ulaşınca, o Belkıs'ın elçilerine: ''Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Hediyeniz ile siz sevinirsiniz (ben değil). (Ey elçi!) Onlara dön ve (söyle): Onlara, kendilerinin asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları hor ve hakir bir durumda oradan sürer çıkarırım.'' (Neml suresi, ayet 36, 37) dedi. Nihayet elçiler Belkıs'ın yanına dönünce, o kavminin içerisinde bulunan kumandanlarım yanına alarak Hz. Süleyman'ın huzuruna gitmek üzere yola çıktı. Belkıs, kumandanlarıyla birlikte Hz. Süleyman'ın ülkesine gelip ona bir fersah kalıncaya kadar yaklaştığında, Hz. Süleyman adamlarına: ''"Ey ileri gelenler! Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce, hanginiz onun tahtını bana getirebilir?" dedi. (Bunun üzerine) cinlerden bir ifrit (kötü bir cin): "Sen makamından kalkmadan (öğle yemeğine gitmeden) önce ben onu sana getiririm." dedi.'' (Neml suresi, ayet 38, 39). Hz. Süleyman: ''"Daha erken istiyorum" deyince, yanında Kitab'dan bir ilim bulunan kimse (İsm-i a'zamı bilen veziri Asaf bin Berhıya): "Sen gözünü kırpmadan önce ben onu sana getiririm!" dedi.'' (Neml suresi, ayet 39). Sonra ona: "Devamlı surette gökyüzüne bak, onu yanına getirene kadar gözünü kırpma." dedikten sonra secdeye kapanıp dua etti. İşte bu sırada Hz. Süleyman Belkıs'ın tahtının kendi tahtının altından yukarı doğru çıktığını gördü. Bunun üzerine o: ''Bu, Rabb'imin lutfundandır. (Lutfuna) şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim? diye beni sınamak istiyor .. '' (NemI suresi, ayet 40) dedi. Yani Rabb'ime şükretmem gerekirdi; çünkü ben daha gözümü kırpmadan onun tahtını bana getirmişti. Rabb'ime karşı nankörlüğe düşmem de muhtemeldi, çünkü onun tahtını bana getirme hususunda benden daha muktedir birini benim elimin altına vermişti (Yani hasedlik ederek nankörlüğe düşebilirdim).

 

Nihayet Belkıs gelince kendisine: ''"Senin tahtın da böyle mi?" denildi. O: "Bu, tıpkı o" dedi.'' (NemI suresi, ayet 2). Sonra o: "Ben onu kaleler içerisinde bırakıp gelmiştim. Halbuki yanında onu koruyan askerler de vardı. Buraya nasıl gelebildi?" dedi.

 

Hz. Süleyman şeytanlara: "Bana, içinde Belkıs'ı huzuruma kabul edeceğim bir köşk yapın." dedi. Bu sırada şeytanlardan birisi: "Zaten Süleyman'ın emrine verilenler, verilmiş bulunuyor. Belkıs ise Sebe' kraliçesidir. Şimdi Süleyman onunla evlenir, bir de oğlan çocukları dünyaya gelirse, bundan sonra biz ebediyen kendimizi kulluktan kurtaramayız." dedi. Belkıs, bacakları kıllı bir kadındı. Bunun üzerine şeytanlardan biri diğerlerine: "Ona öyle bir bina yapınız ki, onun bacaklarının kıllı oluşunu görsün de onunla evlenmesin" dedi. Nihayet şeytanlar, zemini yeşil sırçadan ona bir köşk yaptılar, zemin kısmının üzerini ise beyaz sırçadan tabakalarla kapladılar. Böylece zemin kısım su gibi görünmeye başladı. Hatta yeşil ve beyaz sırça tabakalarının arasına balık ve benzeri diğer deniz hayvanlarının resimlerini yerleştirdiler. Bundan sonra Hz. Süleyman tahtına oturup Belkıs'ın huzuruna alınmasını emretti. Belkıs, Süleyman (A.S.)'ın huzuruna gelmek için köşke girdiğinde, zeminin altındaki balık ve diğer deniz hayvanlarının resimlerini görünce, onu dalgalanan bir su sandı ve içinden geçmek maksadıyla bacaklarını sıvadı. Hz. Süleyman Belkıs'ı bu vaziyette görünce başını başka tarafa çevirdi ve: ''O, sırçadan yapılmış cilab, şeffaf (bir zemindir).'' (NemI suresi, ayet 44) dedi. Bunun üzerine Belkıs: ''Ey Rabb'im! Gerçekten ben kendime zulmetmişim. (Artık) Süleyman'la beraber alemlerin Rabb'i Allah'a teslim oldum (Müslüman oldum).'' (NemI suresi, ayet 44) dedi.

Bundan sonra Hz. Süleyman, Belkıs'ın bacaklarındaki kılları giderecek ve vücuduna zarar vermeyecek bir şeyin olup olmadığını sorup istişarede bulundu. Bunun üzerine şeytanlar, kılları zararsız bir şekilde gidermek için hamam otunu imal ettiler. İşte hamam otu ilk defa imal edilip o gün kullanılmıştır. Hz. Süleyman Belkıs ile evlendi ve onu çok sevdi, sonra da onu Yemen'deki kraliçelik tahtına iade etti. Süleyman (A.S.) her ay onu ziyaret eder ve yanında üç gün kalırdı.

 

Rivayet edildiğine göre, Hz. Süleyman Belkıs'a kendi kavminden birisi ile evlenmesini emretmişti. Fakat o, bunu kabul etmedi ve bunu kendisi için bir şeref meselesi yaptı. Bunun üzerine Hz. Süleyman ona: "İslam'da bundan (evlenmekten) başka bir yol yoktur." dedi. Belkıs: "Eğer evlenmek kaçınılmaz bir şey ise, beni Hemdan kralı Zü Tubba' ile evlendir." dedi. Hz. Süleyman Belkıs'ı Zü Tubba' ile evlendirdi, sonra Belkıs'ı Yemen'e gönderdi ve kocasını da Yemen'e hükümdar yaptı. Ayrıca Yemen'deki cinlere Zü Tubba'ya itaat etmelerini emretti. Bunun üzerine Zü Tubba' onları hizmetinde kullandı ve cinler onun için Yemen'de Selhin, Meravıh, (Mervah?), Felyun, Hüneyde gibi bir takım kaleler yaptılar. Fakat Hz. Süleyman vefat edince, cinler Zü Tubba'nın itaatinden çıktılar. Böylece Hz. Süleyman'ın hükümdarlığının sona ermesiyle birlikte Zü Tubba'nın ve Belkıs'ın saltanat ve hükümdarlıkları da son buldu.

 

Bir rivayette ise Belkıs'ın Hz. Süleyman'dan önce Şam bölgesinde öldüğü, Hz. Süleyman'ın onu Tedmür'de defnedip kabrini kimseye söylemediği ileri sürülmektedir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

SÜLEYMAN'IN, EŞİ CERADE'NİN BABASINA SAVAŞ AÇMASI, CERADE İLE EVLENMESİ, EVİNDE PUT'A TAPILMASI, YÜZÜĞÜ (MÜHRÜ)NÜN KENDİSİNDEN ALINMASI ve TEKRAR ELİNE GEÇİRMESİ