İBNÜ’L-ESİR

1. CİLT

 İSLAM ÖNCESİ      ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

MİNUÇİHR VE ONUN ZAMANINDA MEYDANA GELEN HADİSELER

 

Efridün bin Esgıyan bin Gav (Pergav ?)'dan sonra İrec bin Efridün'un oğullarından Minüçihr hükümdar olmuştur. Minüçihr Dünbavend'de, bir rivayette ise Rey şehrinde dünyaya gelmiştir. Minüçihr dünyaya geldiği zaman Tüc ve Selm tarafından öldürülmesinden korkulduğu için doğumu onlardan gizli tutulmuştur. Minüçihr büyüdükten sonra dedesi Efridün'un yanına gidip O'na intisap etmiştir. Dedesi Efridün O'nda hayır işaretleri gördüğünden asıl dedesi İrec'e verdiği memleketleri Minüçihr'e vermiş ve tacını giydirmiştir.

 

Bazıları Minüçihr'in, Minüçihr bin Şecer (Minşharner ?) bin İfrikiş bin İshak bin İbrahim olduğunu ileri sürerler ve hükümdarlığın kendisine Efridün'dan sonra geçtiğini söylerler. Bu iddialarına da Cerir bin Atıyye'nin aşağıdaki mısralarını şahid (delil) gösterirler:

 

"İshakoğulları ölüm kuşağını kuşanıp, demir silahları taktıklarında birer aslan kesilirler. Kendilerini tanıtmak maksadıyla neseplerini söylerken İspehbed, Kisra, Hürmüz ve Kayser'i zikrederler. Onlar, Allah'ın kitabına ve peygamberliğe nail oldukları gibi, Istahr ve Tüster'in de hükümdarları idiler. O parlak simalı Farsoğullarıyla bizi öylesine şerefli bir ata birleştirir ki, sonradan gelen nesiller ona nispet edilmek şerefini kazandıktan sonra alemde başka hiçbir şeye önem vermezler. Bizim atamız Allah dostu İbrahim (A.S.), Rabb'imiz ise Allah (C.C.)'tır. Biz Allah tarafından verilen ve takdir edilen kısmete razıyız." Farslar ise bu nesep şeceresini inkar ederler, ancak Efridün'un oğullarının kendilerine hükümdarlık ettiklerini kabul ederler, başkalarının kendilerine hükümdarlık yaptıklarını kabul etmezler.

 

Bana göre Farsların bu sözü doğrudur. Çünkü İskender'den önceki Fars

Acem) hükümdarlarının isimleri bilinmektedir. Ayrıca İskender'in Fars ülkesini istilasından sonra kurulan beylikler dönemindeki hükümdarlar da bilinmektedir. Minüçihr, Hz. Musa'nın zamanında yaşamış olduğuna göre, ayrıca Hz. Musa ile Hz. İshak'ın arasından bilinen beş ata geçtiğine ve bunların da Mısır'da yaşamış olduklarına göre, acaba bunlar ne zaman çoğalıp yer yüzüne dağılmışlar ve Fars memleketlerine hakim olmuşlardır? Diğer taraftan Cerir bin Atıyye bu bilgiyi nereden elde etmiştir ki, sözü bir hüccet (delil) teşkil etsin? Hatta Cerir özellikle bütün soyları Hz. İshak'ın oğullarının nesebinde birleştirmeğe çalışmıştır(!).

 

Hişam bin Muhammed el-Kelbi şunları söylüyor: "Tüc ve Selm, kardeşleri İrec 'ten sonra üç yüz yıl hükümdarlık yapmışlardır. Bundan sonra Minüçihr yüz yirmi yıl hükümdarlık etmiştir. Bundan sonra da Türk asıllı Tüc'un bir oğlu Minuçihr'in üzerine hücum edip saldırmış ve onu hükümdarlığının sekseninci yılının başında iken on iki yıl müddetle Irak beldelerinden sürüp çıkarmıştır. Fakat daha sonra Minüçihr'e talih yar olmuş. o da kendisini sürüp çıkaran Tuc'un oğlunu Irak beldelerinden sürmüş ve tekrar hükümdarlığa geçmiş, bundan sonra da yirmi sekiz yıl daha hükümdarlık etmiştir. "

 

"Minuçihr, adalet ve iyilikleriyle tanınmış bir hükümdardır. İlk önce hendekler kazdıran, savaş aletleri toplayan, muhtarlık meselesini ortaya atıp her köye bir muhtar tayin eden ve köylülere muhtara itaat etmelerini emreden odur. Bir rivayete göre, Hz. Musa onun hükümdarlığının altmışıncı yılında ortaya çıkmıştır. "

 

Hişam bin Muhammed el-Kelbi'den başkaları ise bu konuda şunları söylüyorlar:

"Minüçihr hükümdar olunca dedesi İrec bin Efridun'un öcünü almak üzere Türk memleketleri üzerine yürümüş, Efridun'un oğlu Tüc ile kardeş' Selm'i öldürmüştür. Bundan sonra Tık bin Efridun'un oğullarından Türklerin kendisine nispet edildiği Efrasiyab (Alp Er Tunga) bin Feşenc (Feşnec ?) b_ Rüstem bin Türk, Tüc 'un ölümünün üzerinden altmış yıl geçtikten sonra Minüçihr'e savaş açmış ve onu Taberistan'da muhasaraya almıştır. Daha sonra Efrasiyab ile Minuçihr aralarında sulh anlaşması yapmışlar, Minüçihr'in adamlarından kuvvetli bir atıcı olan İrşa (Erşisiyatir ?) adındaki bir kişinin fırlatıp atacağı bir okun düştüğü yeri kendi mülklerine sınır olarak tespit etmişlerdir. Nihayet İrşa'nın Taberistan'dan attığı ok Belli nehrine (Amuderya düşmüş, bundan böyle bu nehir Tüc'un oğulları olan Türklerle Minuçihr'in saltanat mülküne bir sınır teşkil etmiştir."

 

Bana göre bu, Farsların aralarında dolaştırdıkları en garip yalanlardan biridir. Çünkü bir adamın attığı bir ok nasıl olur da bu kadar mesafeyi katettikten sonra Taberistan'dan ta Belh'e ulaşabilir?

 

Rivayet edildiğine göre, yine Minliçihr Fırat, Dicle ve Belh nehirlerinden kanallar kazdırarak sular akıtmış ve büyük nehirler vücuda getirmiş. toprakların verimli ve bayındır hale getirilmesini emretmiştir.

 

Bir rivayete göre, Minuçihr'in hükümdarlığının üzerinden otuz beş yıl geçtikten sonra Türkler memleketinin sınırlarını ellerine geçirmiş ve orada yaşayan tebaasına el uzatmışlardır. Bundan dolayı o, tebaasını azarlamış ve onlara hitaben şunları söylemiştir: "Ey tebaam! İnsanların hepsini siz dünyaya getirmediniz, insanlar ancak kendilerini düşünüp korudukça ve düşmanlarını kendilerinden bertaraf edip uzaklaştırdıkları müddetçe insan sayılırlar. Türkler, memleketinizin sınırlarını ellerine geçirdiler; bu ise sizin düşmanlarınıza karşı savaşı terk etmenizden ileri gelmiştir. Allah (C.C.) bu mülk ve devleti bizi imtihan etmek, bu nimetlerine karşı şükredip etmediğimizi öğrenmek için ihsan etmiştir. Şayet şükredersek nimetlerini artıracak, nankörlük edersek devlet ve nimetlerini elimizden alarak bizi cezalandıracaktır. Biz savaşan ve kendimizi korumasını bilen bir kavimiz, yarın savaşa hazır olun. "

 

Mimlçhir'in bu daveti ve emri üzerine halk ve ileri gelen kimseler hazırlanıp toplandılar. Minuçihr konuşmak için ayağa kalkınca onlar da ayağa kalktılar. Bunun üzerine o: "Oturunuz! Ben sesimi size duyurmak için ayağa kalktım." dedi. Onlar da yerlerine oturdular. Bundan sonra şu konuşmasını yaptı: "Eyahali! Yaratıklar yaratanındır, nimet verene şükretmek, kudret sahibine teslim olmak gerekir. Olacak muhakkak olur, ister kendisi başkasını takip etsin, ister başkası kendisini takip etsin, yaratıktan daha aciz bir şey yoktur ve yaratanın kuvvetinden üstün bir kuvvet mevcut değildir. Aradığı kendi elinde olan kimseden daha güçlüsü olmadığı gibi, kendisi başkasının elinde olan insandan daha aciz ve zayıf kimse de yoktur. Tefekkür bir nurdur, gaflet bir karanlıktır, sapıklık ise bir cehalettir. Bizden önce yaşayanlar gelip geçtiler, sonradan gelenler de onlara iltihak edip muhakkak katılacaklardır. Bize bu mülk ve saltanatı bağışladığı için Allah'a hamd eder, kendisinden bize doğruluk, yakin ve doğru iş görmeyi ilham etmesini isteriz. Hükümdarın memleket halkı üzerinde hakları olduğu gibi, halkın da hükümdar üzerinde hakları vardır. Hükümdarın memleket halkından beklediği, halkın hükümdara itaatleri, ona güzel öğütlerde bulunmaları ve düşmanlarıyla savaşmalarıdır. Halkın hükümdardan beklediği ise, onların yiyecek ve erzakını vaktinde temin edip vermesidir. Çünkü ahalinin devletten başka başvuracağı bir desteği yoktur. Aynı zamanda hükümdar ahalinin hazinedarıdır. Ahalinin hükümdar üzerindeki haklarından olarak o, ahaliye merhametle bakmalı, mülayim davranmalı ve onlara güç ve kudretlerinin haricinde takat getiremeyecekleri vazifeleri yüklememelidir. Herhangi bir afat sebebiyle ahalinin meyvelerinde bir eksilme meydana gelirse, hükümdar bu eksilme nispetinde onların vergilerini düşürmelidir. Ahalinin mallarına herhangi bir tabii afat sebebiyle bir zarar isabet ederse, hükümdar bu zararı karşılamalı ve onları eski hallerine getirip üretimi devam ettirmelerini sağlamak için desteklemeli, sonra da fazla sıkmadan verdiklerini bir veya iki sene içerisinde geri almalıdır."

 

"Bir hükümdarda üç meziyet bulunmalıdır: O, doğru sözlü olmalı, yalan söylememelidir. Cömert olmalı, cimrilikten sakınmalıdır. Öfkelendiği zaman kendine hakim olmalıdır. Çünkü hükümdar saltanat makamında olduğundan eli her yere ulaşır (istediğini yapabilir). Vergiler hükümdarın hazinesinde toplanır; o toplanan malları kendisine tahsis etmemeli, ehliyet ve istihkak derecelerine göre asker ve tebaasına sarf etmelidir. "

"Hükümdar affetmesini bilmeli ve çok defa af ile muamele etmelidir; çünkü hükümdarın affından başka devleti kuvvetli ve baki kılan hiçbir şey yoktur. Aynı zamanda hükümdarın afta yanılması, cezada yanılmasından daha hayırlıdır. "

"Dikkatli olun! Türkler, memleketinize ve size göz dikmişlerdir.

Onların saldırılarım önlemek için bana yardımcı olun; zira siz bana yardım etmekle kendinizi korumuş olacaksınız. Size silaha sarılmanızı ve hazırlanmanızı emrettim, fikir ve tedbir almak hususunda sizinle beraberim. Bu devlette bana ait olan cihet, sizin bana itaat etmeniz sebebiyle hükümdarlık adını taşımamdır. Hükümdar, tebaası kendisine itaat ettiği takdirde ancak hükümdar olur; tebaası tarafından emirleri dinlenmeyen hükümdar, hükümdar değil, ancak köle olur. Musibet ve felaket anında en mükemmel silah sabırlı olmak ve yakine başvurmaktır. Düşmanla savaşırken ölenler için Allah'ın rızasını kazanmalarını umarım. Bu dünya, insanlar için bir seferden (yolculuktan) ibarettir; onlar, yüklerini bu dünyanın dışında başka bir yerde çözeceklerdir."

 

Minüçihr'in bu konuşması bir hayli uzundur ve bu üslupta devam etmektedir.

Bundan sonra Minüçihr yemeklerin getirilmesini emretti; orada hazır bulunanlar yiyip içtiler, sonra da ona bağlılıklarını gösterip teşekkür ederek huzurundan ayrıldılar. Minüçihr'in hükümdarlığı yüz yirmi yıl sürmüştür.

 

Hişam bin Muhammed el-Kelbi Rayiş hakkında şunları söylüyor: "Rayiş'in asıl adı Haris'tir. Neseb şeceresi ise Haris bin Kays bin Sayfi bin Sebe' bin Ya'rub bin Kahtau'dır. Rayiş, Minüçihr'in hükümdarlığı döneminde Ya'rub bin Kahtan'dan sonra Yemen hükümdarı olmuştur. Ona Rayiş lakabı, bir kavimden aldığı ganimetleri Yemen'e getirmiş olmasından dolayı verilmiştir. Daha sonra Rayiş Hindistan üzerine yürüyüp ahalisinin bir kısmını öldürmüş. bir hayli ganimet ve esir alarak tekrar Yemen'e dönmüştür. Bundan sonra tekrar Rayiş Tay'da bulunan iki dağın, hemen bunların ardından Enhar ve Musul'un üzerine yürümüş, süvari birliklerinin başına adamlarından Şemir bin el-Attafı tayin ettikten sonra buralardan hareket ederek Azerbaycan topraklarında bulunan Türklerin üzerine gelmiş ve Türklerin savaş erlerini öldürüp çoluk çocuklarını esir almıştır. Ayrıca Rayiş, bu sefer esnasında olup bitenleri iki taşın üzerine yazdırmıştır. Bu iki taş Azerbaycan'da bulunmakta ve yerleri bilinmektedir. "

 

Rayiş'ten sonra Yemen hükümdarlığına ''Zü'l-Menar'' lakabıyla bilinen oğlu Ebrehe geçmiştir. Ona bu lakabın verilmesinin sebebi şudur: Ebrehe Mağrib (Kuzey Afrika) memleketlerine savaşa çıktığı zaman karadan ve denizden bu memleketlerin iç kısımlarına kadar girmiş, geri dönüşü sırasında ordusunun yolunu şaşırmasından endişe ederek yollarını kolayca bulabilmelerini sağlamak için geçtiği yerlere nişanlar (kuleler) diktirmiştir. İşte bu sebeple kendisine bu lakap verilmiştir.

 

Yemenlilerin iddialarına göre, Ebrehe, oğlu Abd'i bu savaşta Mağrib ülkesinin en uzak köşelerinden birisine göndermiş, o da burada ganimetler elde etmiş ve garip davranışlı, yadırganan esirler (nesnas cinsi maymunlar) alarak geri dönmüştür. Halk bu esirlerden korktuğu için kendisine korku salan manasına gelen ''Zü'l-Ez'ar'' ismini vermiştir. Ebrehe, muhtelif ülkeler ele geçiren gayretli ve hareketli bir Yemen hükümdarıdır.

Benim burada Yemen hükümdarlarından bazılarını zikretmenin sebebi ise, Rayiş'in Minuçihr'in saltanatı döneminde hükümdarlıkta bulunduğu ve Yemen hükümdarlarının Fars (Acem) hükümdarlarına bağlı birer ilmil (vali) oldukları yolundaki birisinin iddiasından kaynaklanmaktadır.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

MUSA (A.S.)'NIN KISSASI, NESEBİ ve ZAMANINDAKİ HADİSELER