İBNÜ’L-ESİR

1. CİLT

 İSLAM ÖNCESİ      ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

YUSUF’UN (A.S.) KISSASI

 

Haber ehlinin anlattıklarına göre, Hz. İshak yüz altmış yaşında iken vefat etmiş ve iki oğlu Ya'kub ile İs tarafından Habrun mezrasında babası İbrahim (A.S.)'in yanına defnedilmiştir. Hz. Ya'kub da yüz kırk yedi yıl yaşamıştır.

 

Hz. Ya'kub'un oğlu Yusuf (A.S.)'a gelince, yeryüzü güzelliğinin yarısı annesiyle oğlu Yusuf arasında taksim edilmiştir. Hz. Ya'kub oğlu Yusuf'u kız kardeşinin terbiyesine bırakmıştı. Hz. Yusuf'u hem kız kardeşi hem de babası Ya'kub (A.S.) çok seviyorlardı. Bir gün Hz. Ya'kub kız kardeşine: "Ey hemşirem! Yusuf'u bana teslim et; Allah'a yemin ederim ki, yanımdan bir an bile olsa ayrılmasına tahammül edemiyorum." dedi. Kız kardeşi de O'na: "Allah'a yemin ederim ki, ben de bir an olsun O'nu yanımdan ayıramıyorum." diye cevap verdi. Hz. Ya'kub'un ısrarı üzerine kız kardeşi: "O'nu bir kaç gün benim yanımda bırak, belki bu beni teselli eder." dedi. Hz. Ya'kub'un ayrılmasından sonra kız kardeşi babası İshak (A.S.)'ın en büyük çocuğu olması hasebiyle yanında bulundurduğu babasının kuşağını alıp Yusuf'un beline bağladı, sonra da: "Kuşak kaybolmuştur, kimin aldığını araştırın." dedi. Nihayet onun isteği üzerine kuşak araştırıldı, fakat bulunamadı. Bunun üzerine: "Bir de hane hatkını araştırın." dedi. Hane halkı araştırıldığında kuşak Yusuf'un belinde bulundu. O zamanlar hakim olan şöyle bir usul vardı: Malı çalınan kişi hırsızı yakaladığı zaman malını çalan husıza malik olurdu ve hiç bir kimse ona müdahalede bulunmazdı. İşte bu sebeple Hz. Ya'kub'un kız kardeşi Yusuf'a sahip çıktı ve ölünceye kadar Yusuf'u elinde tuttu, öldükten sonra ise Ya'kub (A.s.) oğlu Yusuf'u yanına aldı. İşte Yusuf'un kardeşlerinin: ''Eğer o (Bünyamin) çaldıysa, daha önce kardeşi (Yusuf) de çalmıştı ... (Yusuf suresi, ayet 77) diye söyledikleri söz bu hadise ile ilgilidir. Yukarıda da zikredildiği üzere Hz. Yusuf'a isnat edilen husızlık konusunda bundan başka rivayetler de vardır.

 

Hz. Yusuf'un kardeşleri onun babaları tarafından sevildiğini ve babalarının ona karşı olan düşkünlüğünü görünce onu kıskandılar; hatta babalarının onu sevmesi kendilerine çok ağır geldi.

 

Sonra Hz. Yusuf rüyasında on bir yıldız ile güneş ve ayın kendisine secde ettiklerini gördü ve rüyasım babası Ya'kub (A.S.)'a anlattı. Bu sırada

 

Yusuf (A.S.) on iki yaşında bulunuyordu. Bunun üzerine babası ona: ''Oğulcağızım! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü Şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.'' (Yusuf suresi, ayet 5) dedi. Bundan sonra Hz. Ya'kub rüyasını tabir etti ve ona: ''Rabb'in seni öylece (rüyada gördüğün gibi) beğenip seçecek, sana rüya tabirine ait bilgi de verecek ... '' (Yusuf suresi, ayet 6) dedi.

 

Bu sırada Hz. Ya'kub'un hanımı Yusuf'un babasına söylediklerini işitmişti. Hz. Ya'kub hanımına: "Yusuf'un söylediklerini gizli tut, sakın diğer çocuklarına bu durumu bildirme." diye tembih etti. Hanımı ise: "Pekiyi söylemem" diye söz verdi. Fakat Hz. Ya'kub'un diğer çocukları hayvan otlatmadan döndüklerinde hanımı onlara durumu haber verdi. Bunun üzerine onlar Hz. Yusuf'a karşı nefret ve kıskançlıklarını artırdılar ve annelerine: "Bu rüyada güneşten babamızdan başkası, aydan ise senden başkası, yıldızlardan da bizden başkası kastedilmiş değildir. Rahil'in oğlu bizi hükmü altına almak istiyor ve: ''Ben sizin efendinizim'' diyor" dediler. Nihayet Hz. Yusuf'un kardeşleri kendi aralarında istişare ederek Yusuf ile babalarının arasını ayırmağa karar verdiler ve: ''Yusuf ile biraderi (Bünyamin) babamızın katında muhakkak bizden daha sevimlidir. Halbuki biz (birbirimizi destekleyen kuvvetli) bir cemaatiz. Babamız her halde (Yusuf'u ve kardeşi Bünyamin'i bize tercih etmek hususunda) açık bir hata içindedir. Yusuf'u öldürün. Yahut onu (uzak ve ıssız) bir yere atm ki babanızın teveccühü sadece size münhasır olsun ve siz ondan sonra salih (tövbe etmiş) bir zümre olasınız.'' (Yusuf suresi, ayet 8, 9) dediler.

 

Bunun üzerine onların en akıllı ve faziletlisi olan Yahuda (Yahuza) onlara: "Sakın Yusuf'u öldürmeyin. Zira öldürme işi büyük bir hadisedir ve vebali çok büyüktür. Siz onu bir kuyuya atın ki oradan geçen kafilelerden birisi o'nu alıp götürsün." dedi. Sonra da onlardan Yusuf'u öldürmeyeceklerine dair söz aldı. Yahuda'nın bu sözleri üzerine onlar, babaları Hz. Ya'kub'un huzuruna girip kardeşleri Yusuf'u kendileri ile birlikte kıra salmasını konuşup görüşmek için kendi aralarında karar alarak babalarının yanına gelip huzurunda durdular. Daha önceleri de onların babalarından bitecek bir işleri ve ihtiyaçları olduğu zaman huzurunda elpençe divan dururlardı. Hz. Ya'kub onları bu vaziyette görünce ihtiyaç ve isteklerini sordu. Onlar, babalarına hitaben: ''Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf'u bize emanet etmiyorsun! Oysa ki biz ona iyilik etmek isteyen kimseleriz (yani geri getirip sana teslim edinceye kadar onu koruruz): Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz.'' (Yusuf suresi, ayet 12) dediler. Bunun üzerine babaları Ya'kub (A.S.) onlara: ''Onu götürmeniz mutlaka beni üzer. Siz ondan habersiz iken onu bir kurd'un yemesinden korkarım.'' (Yusuf suresi, ayet 13) dedi.

 

Hz. Ya'kub'un bu sözü onlara söylemesi şundan ileri geliyordu: Güya bir gün Ya'kub (A.S.) rüyasında Yusuf'un bir dağın tepesinde durduğunu, on tane kurdun onu öldürmek için hücum ettiklerini, bu kurtlardan bir tanesinin onu koruduğunu, bu esnada yerin yarıldığını ve Yusuf'un buraya girdiğini, ancak üç gün sonra buradan çıktığını görmüştü. İşte bu yüzden kurtların Yusuf'u yiyeceklerinden korkmuştu.

 

Bunun üzerine Hz. Ya'kub'un oğulları babalarına: "Allah'a and olsun ki, eğer biz (kuvvetli) zümre olduğumuz halde kurt onu yerse, o zaman biz gerçekten hüsrana uğrayan aciz kimseler oluruz.'' (Yusuf suresi, ayet 14) dediler. Hz. Ya'kub da onların bu sözlerine itimat edip güvendi. Bu sırada Yusuf babasına hitaben: "Ey babacığım! Beni onlarla birlikte gönder." diye yalvardı. Hz. Ya'kub ise oğlu Yusuf'a: "Gerçekten onlarla birlikte gitmeyi arzu ediyor musun?" diye sordu. O da: "Evet istiyorum." diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ya'kub ona gitmesi için izin verdi. Bunun üzerine Yusuf hemen elbiselerini giyip onlarla birlikte yola çıktı; yolda giderlerken kardeşleri ona ikram ve izzet gösterdiler. Fakat onlar kır yerine gelince Yusuf'a karşı olan düşmanlıklarını açığa vurdular. Hatta kardeşlerinden birisi Yusuf'u dövmeğe başladığı zaman o diğer kardeşinden yardım isterdi; bu defa da kendisinden yardım istediği kardeşi kendisini dövmeğe başladı. Neticede Yusuf kardeşlerinin hiç birinden merhamet görmedi. Hatta kardeşleri onu öyle dövmüşlerdi ki, nerdeyse az kalsın öldürüyorlardı. Hz. Yusuf ise bu esnada: "Ey babacığım Ya'kub! Şu cariyelerin oğullarının senin oğluna ne yaptıklarını ah bir bilsen!" diye feryat ediyordu.

 

Yusuf'u öldürmek üzere oldukları bir sırada Yahuda kardeşlerine: "Siz bana Yusuf'u öldürmeyeceğinize dair söz vermemiş miydiniz?" diyerek verdikleri sözü hatırlattı. Bunun üzerine onlar Yusuf'u alıp kuyunun kenarına geldiler, gömleğini çıkardıktan sonra kollarını arkasına bağlayıp kuyuya attılar. Bu sırada Yusuf kardeşlerine: "Ey kardeşlerim! Gömleğimi bana geri verin, kuyuda iken onunla vücudumu örterim." dedi. Kardeşleri de ona: "Güneşe, aya ve on bir yıldıza yalvar. Zira bunlar seninle ünsiyet ederek yalnızlığını giderirler." dediler. Bunun üzerine Yusuf: "Ben böyle bir rüya falan görmedim." dedi. Neticede onlar Yusuf'u kuyuya sarkıttılar ve kuyunun yarısına gelince onu ölsün diye aşağıya bırakıverdiler. Yusuf'un atıldığı kuyuda birikmiş su vardı ve o kuyuya bırakıldığı zaman suyun içerisine düşmüştü. Sonra o bir taş parçasına sarılıp onun üzerine çıktı ve kendisini kurtardı. Bu arada kardeşleri Yusuf'u kuyuya bıraktıktan sonra ona seslendiler; Yusuf da onların kendisine acıyıp merhamete geldiklerini sanarak kuyudan onlara cevap verip seslendi. Bunun üzerine onlar taş atarak Yusuf'u kuyunun içerisinde öldürmek istediler; fakat onların bu hareketine kardeşleri Yahuda mani oldu.

 

Bundan sonra Allah (C.C.) Yusuf'a vahyederek: ''And olsun ki, sen onların bu işlerini onlar farkına varmaksızın (bir gün) kendilerine haber vereceksin.'' (Yusuf suresi, ayet 15) buyurdu. Bir rivayete göre bu ayetteki onlar farkına varmaksızın'' cümlesi ''senin Yusuf olduğunun farkına varamayacaklar'' şeklinde tefsir edilmiştir. Yusuf'un atıldığı kuyu Beytü'l-makdis (Kudüs) topraklarında bulunmaktadır ve herkesçe bilinmektedir.

Sonra Yusuf'un kardeşleri akşamleyin ağlayarak babalarının yanına döndüler ve ona: ''Ey babamız! Biz (atışta) yarışmak için (kıra) gittik, Yusuf'u da eşyamızın yanında bırakmıştık, (ne yazık ki) onu kurt yemiş .. '' (Yusuf suresi, ayet 17) dediler. Bunun üzerine babaları Ya'kub (A.S.) onlara: ''Belki nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır .. '' (Yusuf suresi, ayet 18) dedi. Bundan sonra Hz. Ya'küb onlara: ''Bana Yusuf'un gömleğini gösterin." dedi. Onlar da babaları Ya'küb (A.S.)'a O'nun gömleğini gösterdiler. Bunun üzerine Hz. Ya'küb: "Allah'a yemin ederim ki, bu kurttan daha halim selim bir kurt görmedim, oğlumu parçalayıp yemiş de gömleğini yırtmamış." dedi. Sonra haykırıp yere düştü ve bir müddet baygın vaziyette yattı. Hz. Ya'küb ayıldıktan sonra uzun müddet ağladı. Bu müddet içinde Ya'küb (A.S.) Yusuf'un gömleğini öper ve koklardı.

 

Hz. Yusuf kuyuda üç gün kaldı ve Allah tarafından gönderilen bir melek gelip onun arkasına bağlanmış olan kollarını çözdü. Bundan sonra: ''Bir kervan geldi. Bu kervan (önce) sucularını (kuyuya) gönderdi. O da (gidip) kovasını kuyuya saldı.'' (Yusuf suresi, ayet 19). Yusuf da sucunun saldığı kovaya tutundu ve kuyunun dışına çıkarıldı. Bunun üzerine sucu: ''Müjde, işte bir oğlan! dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar .. '' (Yusuf suresi, ayet 19). Yani sucu ve adamları biz bu oğlanı satın aldık demekten korktular ve onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Çünkü onlar, yanlarında bulunan tüccarların (Yusuf'u ucuza aldıklarını bildikleri takdirde) kendileriyle ortak olmağa kalkışacaklarından korkuyorlardı. Bu yüzden onlar: "Suyun sahipleri bu oğlanı bize ticaret malı olarak verdi." dediler.

 

Bu sırada Yahuda Yusuf'a yemek getirmişti. Yusuf'u kuyuda göremeyince sağa sola baktı ve bir evde Malik'in yanında olduğunu görüp kardeşlerine haber verdi. Onlar Malik'in yanına gelip: "Bu oğlan bizim kaçak kölemizdir." dediler. Yusuf kardeşlerinden korktuğu için halini anlatamadı. Bunun üzerine onlar, Yusuf'u kardeşlerinden çok düşük bir fiyata satın aldılar. Bir rivayete göre, onlar Yusuf'u yirmi, diğer bir rivayete göre ise kırk dirheme satın almışlardı.

 

Nihayet onlar Yusuf'u alıp Mısır'a götürdüler. Malik onu güzelce giydirdikten sonra satışa çıkardı. Mısır devlet hazinelerinin başında bulunan Kuttir (Kıtfir) veya İtfir (Etfir?) ismindeki Mısır Azız'i onu satın aldı. O sırada

 

Mısır'ın başında Amalika'dan Reyyan bin el-Velid adında birisi kral olarak bulunuyordu.

Rivayet edildiğine göre, bu kral Hz. Yusuf'a iman etmiş ve Yusuf hayatta iken ölmüştür. Sonra bu kralın yerine Kabus bin Mus'ab geçmiş, Hz. Yusuf kendisini imana davet etmiş ise de ona iman etmemiştir.

 

Mısır'ın hazine bakanı Aziz, Hz. Yusuf'u satın aldıktan sonra onu evine getirmiş ve hanımı Ra'il'e: ''Ona değer ver, güzel bak, (bu genç olgunluk çağına ve bizim görmekte olduğumuz bazı işleri anlayacak bir duruma geldiği zaman) belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz.'' (Yusuf suresi, ayet 21) demişti. Hazine bakanlığında bulunan Aziz ise bir kadınla cinsi münasebette bulunacak iktidara sahip değildi, hanımı Ra'il güzel bir kadındı, devlet ve dünya nimetleri (lüks) içerisinde yaşıyordu.

 

Hz. Yusuf otuz üç yaşını doldurduğu bir sırada Allah (C.C.) ona peygamberlikten önce ilim ve hikmet verdi. Aziz'in hanımı Ra'il ondan murad almak istedi ve kapıları iyice kapattıktan sonra onu kendisine yaklaşmağa davet etti. Fakat Hz. Yusuf: ''Böyle bir iş yapmaktan Allah'a sığınırım. Zira kocanız benim efendimdir; o bana güzel davrandı, zalimler hiçbir zaman felah bulmazlar.'' (Yusuf suresi, ayet 23) diyerek onun davetini reddetti. Hz. Yusuf bunları söylemekle, böyle bir işe giriştiği takdirde bunun efendisine karşı bir hıyanet olacağını, hıyanetin de bir zulüm olduğunu anlatmak istiyordu.

Aziz'in hanımı Ra'il ise Yusuf'un güzelliklerini sayıp dökmeğe devam etti ve onu kendisine çekmek için tahrik ederek ona: "Ey Yusuf! Ne güzel saçların var?" dedi. Hz. Yusuf ona: "Vücudumdan ilk önce dökülecek olan bu saçlarımdır." diye cevap verdi. Bu defa Ra'il: "Ey Yusuf! Ne güzel gözlerin var?" dedi. Hz. Yusuf: "Vücudumdan ilk önce gözlerim yere akacaktır." karşılığını verdi. Sonra Ra'il: "Ey Yusuf! Ne kadar güzel yüzün var?" dedi. Hz. Yusuf: "Bu güzel yüzüm toprak olmağa mahkumdur." diyerek karşılık verdi. Nihayet Ra'il devamlı surette Yusuf ile meşguloldu; hatta Ra'il O'na, O da Ra'il'e karşı niyet kurmuştu. Yusuf şalvarını çıkarmak üzere bir tarafa çekildiği zaman, babası Ya'kub'un suretini gördü ve dişiyle parmağım ısırmış vaziyette duran Hz. Ya'kub O'na: "Ey Yusuf! Sakın Ra'ile yaklaşma, zira O'na yaklaşmadığın müddetçe ufuktaki kuş gibi olursun, sana kimse el uzatamaz. Şayet O'na yaklaşır cinsi münasebette bulunursan, öldükten sonra yere yuvarlanmış kuş gibi olursun." dedi.

 

Bir rivayete göre Hz. Yusuf Ra'il'in ayakları arasına sokulduğu zaman duvarın üzerinde: ''Zinaya yaklaşmayın; çünkü o şüphesiz bir hayasızlıktır ve kötü bir yoldur.'' (İsra suresi, ayet 32) yazısını gördü. Yusuf, Rabb'inin burhanını görünce hemen ayağa kalktı ve bütün kuvvetiyle kapıya doğru koştu.

 

Hatta Yusuf kapıdan dışarı çıkmazdan önce Aziz'in hanımı Ra'il O'nun arkasından yetişti, gömleğinin arka kısmından tutup çekti ve gömleğini yırttı. Bu sırada Yusuf ve Ra'il: '' ...Kapının yanında onun efendisi ile karşılaştılar .. " (Yusuf suresi, ayet 25). Ra'il'in efendisinin yanında Ra'il'in amcasının oğlu da vardı. Ra'il efendisine hitaben: ''Ailene kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan yahut acıklı bir azaptan başka ne olabilir?'' (Yusuf suresi, ayet 25) dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf: ''Asıl o benden murad almak istedi..'' (Yusuf suresi, ayet 25) "Ben ondan kaçtım, fakat o benim peşimden yetişip gömleğimi yırttı." dedi. Ra'il'in amcasının oğlu ise: "Bu iddianın doğru olup olmadığını gömleğin hali gösterecektir. Eğer gömlek ön taraftan yırtılmış ise kadının dediği doğrudur. Eğer arkadan yırtılmış ise Yusuf'un söylediği doğrudur." dedi. Gömlek getirildiğinde, onun arkadan yırtılmış olduğu görüldü. Bunun üzerine Ra'il'in kocası Aziz ona: ''Şüphesiz ki bu, sizin (siz kadınların) fendindendir. Çünkü sizin fendiniz (hileniz) büyüktür.'' (Yusuf suresi, ayet 28) dedi.

 

Rivayet edildiğine göre, Hz. Yusuf'un (beratına) şahitlik edenin beşikte yatan bir sabi olduğu söylenir.

 

Bu hususla ilgili olarak İbn Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.): ''Dört kimse vardır ki, bunlar henüz beşikte ve küçük yaşta iken konuşmuşlardır. Bunlar Firavun'un karısının saçlarını taramakla görevli olan kadının oğlu, Hz. Yusuf'un şahidi, Cüreyc'in macerasına karışan çocuk ve Meryem'in oğlu Hz. İsa'dır.'' buyurmuşlardır.

Bu arada Ra'il'in kocası Aziz Hz. Yusuf'a: "''Sen bundan (bu meseleyi söylemekten) vazgeç .. " (Yusuf suresi, ayet 29) ve hiç bir kimseye bunu bahsetme." dedi. Sonra karısı Ra'il'e dönerek: ''Ey kadın! Sen de günahına istiğfar et. Çünkü sen cidden günahkarlardan oldun.'' (Yusuf suresi, ayet 29) diyerek onu uyardı.

 

Fakat çok geçmeden Yusuf ile Aziz'in hanımı Ra'il arasında cereyan eden bu hadise hemen duyuldu. Hatta kadınlar arasında bu hadise dilden dile dolaşmağa başladı. Bu hadisenin yayıldığını öğrenen Ra'il bu kadınlara haber salıp onları evine davet etti. Ayrıca Ra'il onlara dayanmaları ve üzerlerine oturmaları için yastık ve minderler hazırladı. Misafir hanımlar eve gelince onların her birinin eline bir bıçakla bir ağaç kavunu (ütrunc) verdi. Bu sırada Aziz'in hanımı Ra'il Yusuf'u kadın misafirlerin bulunduğu odanın dışında bir yere saklamıştı. Hanım misafirlerin bıçaklarım ellerine alıp ağaç kavununu kesmeğe başlayacakları bir sırada Ra'il Yusuf'a: "Çık karşılarına!" dedi. O da karşılarına çıktı. Nihayet: ''Onlar Yusuf'u görünce onu büyük bir varlık olarak tanıdılar, (hatta hayran kalıp kendilerinden geçerek bıçaklarla) kendi ellerini kestiler ve: "Allah'ı tenzih ederiz, bu bir beşer değildir, bu ancak şerefli ve üstün bir melektir." dediler.'' (Yusuf suresi, ayet 31).

 

Neticede Yusuf'u gören bu misafir kadınların kendilerinden geçip ellerini kesmelerinden ve Rail hakkında yapmış oldukları dedikodudaki hatalarını anlamalarından sonra Ra'il meselenin içyüzünü ikrar ederek onlara: ''İşte beni kendisi hakkında kınayıp ayıpladığınlZ (zat), şu gördüğünüzdür. Yemin ederim ki, ben ondan murad almak istedim de o, namuskarlık gösterip kendini korudu. Allah'a yemin ederim ki, eğer o, kendisine emredeceğimi yapmazsa, muhakkak zindana atılacak ve mutlaka ziyana uğrayanlardan olacaktır.'' (Yusuf suresi, ayet 32) dedi. Hz. Yusuf ise Allah'a isyan etmek yerine zindana girmeği tercih etti ve: ''Ey Rabb'im! Zindan bana bunların davet edegeldikleri şeyi (irtikap etmekten) daha sevimlidir. Eğer sen bunların tuzaklarını benden uzaklaştırıp döndürmezsen (belki) onlara meyleder, cahillerden olurum.'' (Yusuf suresi, ayet 33) dedi. Bunun üzerine: ''Rabb'i onun duasını kabul etti de onların tuzaklarını kendisinden savdı.'' (Yusuf suresi, ayet 34).

 

Ra'il'in kocası Aziz ise gömleğin arkadan yırtılmış olması, yüzünün tırmalanması ve kadınların bıçaklarla parmaklarını doğraması gibi delillere dayanarak Yusuf'u serbest bırakma kararına vardı.

 

Rivayet edildiğine göre, Ra'il kocasına şikayette bulunarak: "Bu köle beni halk arasında rezil, rüsva)' etti; benim kendisinden murad almak istediğimi onlara duyurdu." dedi. Bunun üzerine Aziz onu yedi yıl hapsetti.

 

Hz. Yusuf zindana atıldığı zaman Mısır Firavunu'nun adamlarından iki genç de onunla birlikte zindana atılmıştı. Bu gençlerden birisi Firavun'un yemeklerini hazırlayan ekmekçisi (aşçısı), diğeri ise onun içeceklerini hazırlayan sakisi idi. Bunların zindana atılmalarının sebebi ise onların firavunu zehirlemek istediklerine dair bir sözün Firavun'un kulağına gitmiş olmasıydı. Hz. Yusuf zindana girince: "Ben rüya tabirinden anlarım." dedi. Bunun üzerine gençlerden biri, diğerine: "Gel bu adamı deneyelim." dedi. Önce ekmekç' olan gençi söz aldı ve: ''Ben rüyamda kendimi başımın üzerinde ekmek taşıyor ve kuşları da bu ekmekten yiyor gördüm.'' Diğeri ise: ''Ben rüyamda kendimi şarap (üzüm) sıkıyor gördüm.'' (Yusuf suresi, ayet 36) dedi. Hz. Yusuf bu gençlere: ''Size gıda olmak üzere bir yiyecek geleceği zaman, ben onun ne olduğunu daha size gelmezden önce haber verebilirim .. '' (Yusuf suresi, ayet 37) diyerek kendisinden sorulan bu düşlerin ikisine de cevap vermekten çekindi ve sözü başka tarafa çekti: ''Ey hapishane arkadaşlarım! Darmadağınık bir çok düzme tanrılar mı daha hayırlıdır, yoksa hepsine ve her şeye galip gelen ve kahhar olan bir tek Allah mı?'' (Yusuf suresi, ayet 39) dedi.

 

Firavun'un ekmekçisinin adı Mahlet (Mahleb ?), sakisinin adı ise Nebu idi. Bu gençler sordukları rüyaların tabirlerini öğreninceye kadar Yusuf'un peşini bırakmadılar ve onu buna cevap vermeğe mecbur ettiler. Bunun üzerine Hz. Yusuf: ''Biriniz (yani rüyasında şarap sıktığını gören) efendisi krala şarap içirecek, diğeri (ekmekçi) ise asılıp kuşlar tepesinden yiyecektir.'' (Yusuf suresi, ayet 41) dedi. Hz. Yusuf onların rüyalarını yorumlayınca onlar: "Biz böyle bir rüya falan görmedik?" dediler. Bunun üzerine Yusuf: ''İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz rüya meselesi (böylece) olup bitmiş, (hükme bağlanmıştır)'' (Yusuf suresi, ayet 41) dedi. Sonra Hz. Yusuf, bu iki gençten kurtulacağını bildiği Nebu'ya: ''Beni efendinin (hükümdarın) yanında an.'' (Yusuf suresi, ayet 42). Ayrıca benim haksız yere zindana atıldığımı ona söyle, dedi. Ancak şeytan tarafından Yusuf'a arız olan bir gaflet sebebiyle: ''Şeytan ona (Yusuf'a) Rabb'ini anmayı (Rabb'inden yardım istemeyi) unutturdu. (Bu yüzden Yusuf) daha nice yıllar zindanda kaldı.'' (Yusuf suresi, ayet 42). Ayrıca Allah (C.C.) O'na vahyederek: ''Ey Yusuf! Sen benden başkasını kendine vekil (himayeci) edindin; bunun için senin mahpusluk müddetini uzatacağım.'' buyurdu. İşte bu yüzden Hz. Yusuf yedi yıl zindanda kaldı.

 

Bundan sonra Mısır hükümdarı firavun Reyyan bin el-Velid korkunç bir rüya gördü. Bu firavunun nesep şeceresi ise Reyyan bin el-Velid bin el-Hervan (Servan ?) bin Eraşe bin Faran bin Amr bin Imlak bin Laved bin Sam bin Nuh'tur. Bu Firavun rüyasında yedi zayıf sığırın yedi semiz sığırı yediğini, ayrıca yedi yeşil başağın yanında yedi tane kuru başak bulunduğunu gördü ve bu rüyasını tabir ettirmek için sihirbaz, kahin, falcı ve izeileri bir araya toplayıp rüyasını onlara anlattı. Bunun üzerine onlar: ''(Bunlar) karma karışık (ve yalancı) düşlerdir. Biz böyle düşlerin tabirini bilen (kimseler) değiliz.'' (Yusuf suresi, ayet 44) dediler. Ayrıca: ''(Zindandaki) iki (arkadaş)tan kurtulanı, nice zaman sonra (Yusuf'u) hatırladı ve: "Ben size onun tabirini haber vereyim. Hemen beni gönderin." dedi.'' (Yusuf suresi, ayet 45). Onlar, hemen Nebu'yu Hz. Yusuf'a gönderdiler ve Nebu, Firavun'un gördüğü bu rüyayı Yusuf'a anlattı. Hz. Yusuf bu rüyayı tabir etmek sadedinde: ''Yedi sene adetiniz veçhile ekin ekersiniz, yiyeceğinizden az bir ıniktar hariç olmak üzere biçtiklerinizi başağında bırakırsınız. Sonra bunun ardından yedi kurak (yıl) gelecek, 'tohumluk için) saklayacağınızdan az bir miktar hariç olmak üzere önceden biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek. Daha sonra bunun ardından da bir yıl gelecek, insanlar onda (yani o zaman) yağmura kavuşturulacak ve o yıl üzüm ve zeytin gibi mahsulleri, yahut süt hayvanlarını) sıkıp sağacaklar.'' Yusuf suresi, ayet 47-49) dedi. Rüyada görülen yedi semiz sığır bolluk yıllarını, zayıf olan yedi sığır ise kıtlık yıllarını temsil ediyordu. Keza rüyada görülen yedi yeşil başakla yedi kuru başak da aynı şekilde bolluk ve kıtlık yıllarını simgeliyordu.

 

Nihayet Nebu, Firavun'un yanına dönerek Yusuf'un yapmış olduğu bu tabiri ona anlattı ve Firavun Hz. Yusuf'un sözünün doğruluğunu anladı. Bunun üzerine Firavun: ''Onu bana getirin .. '' (Yusuf suresi, ayet 50) diye adamlarına emir verdi.

 

Firavun tarafından gönderilen elçi Yusuf'un yanına gelip onu Firavun'un huzuruna gitmesi için davet ettiği zaman, o elçiyle birlikte Firavun'un huzuruna çıkmadı ve ona: ''Efendine (firavuna) dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi? Bunu kendisine bir sor.'' (Yusuf suresi, ayet 50) dedi.

 

Nihayet elçi Hz. Yusuf'un yanından geri döndükten sonra Firavun bu kadınlara Yusuf'un teklif ettiği soruyu sordu. Onlar ise: ''Haşa, Allah için (söylemek gerekirse) biz onun üzerinde bir fenalık görmedik .. '' (Yusuf suresi, ayet 51). Fakat Aziz'in karısı bize kendisinin Yusuf'tan murad almak istediğini haber verdi, dediler. Bunun üzerine Aziz'in hanımı: ''Şimdi hak meydana çıktı. Ben ondan murad almak istedim. O ise şeksiz şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.'' (Yusuf suresi, ayet 51) dedi.

 

Elçi geri dönüp bu itirafı Hz. Yusuf'a naklettikten sonra o: ''Aziz'in gıyabında ona gerçekten hıyanet etmediğimi .. '' (Yusuf suresi, ayet 52) bilsin diye elçileri geri çevirdim, dedi. Hz. Yusuf bu sözü söyleyince Cebrail (A.S.) ona: ''Ra'il'e karşı niyet kurduğun zamanda da mı hiyanet etmedin?'' dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf (A.S.): ''Ben nefsimi terbiye etmem (temize çıkarmam). Çünkü nefis bütün şiddetiyle kötülüğü emreder .. '' (Yusuf suresi, ayet 53) dedi.

 

Nihayet Hz. Yusuf'un Firavun katında beratı ve emin bir kimse olduğu ortaya çıkınca o adamlarına: ''Onu (Yusuf'u) bana getirin, ben onu kendime has bir (müsteşar) edineyim.'' (Yusuf suresi, ayet 54) dedi.

 

Elçi tekrar Hz. Yusuf'un bulunduğu zindana geri dönünce, o elçi ile birlikte zindandan çıktı ve hapishanede kalanlar için dua ettikten sonra hapishanenin kapısının üzerine: "Burası dirilerin kabridir. Hüzünlerin toplandığı bir evdir. Dostların tecrübe edildiği, düşmanların sevindirildiği bir yerdir." cümlelerini yazdı. Bundan sonra Hz. Yusuf boy abdesti alıp elbiselerini giydi ve Firavun'un yanına gelmek üzere yola çıktı. Neticede Hz. Yusuf Firavun'un huzuruna gelip: ''Onunla konuşunca, Firavun: "Sen bugün(den itibaren) bizim nezdimizde mühim bir mevki sahibisin, emin (bir müsteşar)sın." dedi.'' (Yusuf suresi, ayet 54). Bunun üzerine Hz. Yusuf ona: ''Beni memleketin hazineleri üzerine (memur) et. Çünkü ben onları korumağa muktedirim ve bilenim.'' (Yusuf suresi, ayet 55) dedi. Fakat Firavun O'nu bir yıl sonra bu göreve tayin etti. Eğer Yusuf: "Beni memleketin hazineleri üzerine (memur) et." dememiş olsaydı, hemen bu göreve tayin edecekti. Neticede Firavun bir yıl sonra bütün hazinelerini O'na teslim edip hazineler üzerinde hüküm verme yetkisini devretti ve vereceği hükmü geçerli kabul etti. Ayrıca efendisi Kuttir (Kıttir?), yani Aziz öldükten sonra O'nun görevini Yusuf'a devretti. Kuttir'in vefatı ise bu hadiselerin cereyan ettiği gecelerin birinde meydana gelmişti. Bir rivayete göre ise firavun Kuttir'i azledip görevini Yusuf'a devretmişti. Birinci rivayet daha doğrudur. Çünkü ileride de bahsedeceğimize göre Yusuf Aziz Kuttir'in hanımı ile evlenmiştir.

 

Hz. Yusuf Mısır'ın idaresinde mühim bir görev üstlenince Firavun Reyyan bin el-Velid'i imana davet etti, O da iman etti, bundan sonra da vefat etti. Onun vefatından sonra yerine Mısır Firavunu olarak Kabus bin Mus'ab bin Mu'aviye bin Numeyr bin Selvas bin Faran bin Amr bin İmlak geçti. Hz. Yılsuf O'nu da imana davet etti; fakat o iman etmedi. İşte Hz. Yılsuf bu Firavun'un saltanatı döneminde vefat etti.

 

Bundan sonra Firavun Reyyan bin el-Velid, Hz. Yusuf'un efendisi olan Kuttir'in dul kalan hanımı Ra'il ile Yusuf'u evlendirdi. Hz. Yusuf Ra'il ile zifafa girdiği zaman ona: "Bugünkü kavuşmamız, o zamanki senin istediğin kavuşma tarzından daha hayırlı değil midir?" diye sordu. Ra'il de Hz. Yusuf'a: "Ey doğru sözlü arkadaş! O hareketten dolayı beni ayıplama. Gördüğün gibi ben devlet ve dünya servetleri içerisinde müreffeh bir şekilde yaşayan güzel bir kadınım. Kocam ise kadınlara yaklaşabilecek bir iktidara sahip değildi. Allah seni sonsuz derecede güzellikte yarattığından nefsime mağlup oldum." diye cevap verdi. Hz. Yusuf Ra'il ile zifafa girdiği zaman onu bakire buldu ve Ra'il'den Efrayim ve Minşa (Mişa ?) adlarında iki oğlu dünyaya geldi.

 

Hz. Yusuf Firavun tarafından hazinelerinin başına getirildi. Bu arada yedi bolluk yılı gelip geçti. Hz. Yusuf ise gelecek kıtlık yıllarına hazırlık olmak üzere biçilen ekinlerin tanelerini başaklarında bırakarak hazırlık yaptı. Derken kıtlık yılları gelip çattı, ahali de kıtlık yüzünden açlığa düştü. Bu sırada Yusuf'un babası Hz. Ya'küb'un yaşadığı memleketlerde de kıtlık hüküm sürüyordu. İşte bu sebeple Hz. Ya'küb anne bir kardeş olan Yusuf'un kardeşi Bünyamin'i yanında bırakıp diğer oğullarını (zahire getirmek üzere) Mısır'a gönderdi. Hz. Ya'küb'un oğulları Mısır'a gelip Yusuf'un yanına girdikleri zaman Yusuf onları tanımıştı; fakat onlar, aradan uzun bir müddetin geçmesi ve Hz. Yusuf'un giyim kuşamının değişmesi dolayısıyla onu tanıyamamışlardı. Çünkü Hz. Yusuf hükümdarlara layık olan elbiseler giyinmişti. Hz. Yusuf onlara baktı ve: "Buraya ne maksatla geldiniz? Bana söyleyin." dedi. Onlar: -Biz Şam'lıyız, yiyecek ve zahire almak üzere buraya geldik." dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf onlara: "Siz yalan söylüyorsunuz, sizler casuslarsınız, işin gerçek yüzünü bana söyleyin." dedi. Onlar: "Biz, doğru sözlü dürüst bir adamın on evladıyız, aslında biz on iki idik, bir kardeşimiz bizimle birlikte kıra çıkmıştı ve orada helak oldu, bu kardeşimiz ise babamıza bizden daha sevimli idi." dediler. Hz. Yusuf: "Pekala, bu kardeşiniz helak olduktan sonra babanız kime sevgi duyup teselli bulurdu?" diye sordu. Onlar: "Ondan daha küçük olan bir kardeşimiz var, onunla teselli bulurdu." diye cevap verdiler. Hz. Yusuf: "O halde onu görmek istiyorum, onu bana getirin. Aksi takdirde: ''Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size hiç bir kile (zahire) yoktur, boş yere bana yaklaşmayın.'' (Yusuf suresi, ayet 60)" diyerek onlara karşılık verdi. Onlar ise: ''Onu babasından istemeye çalışırız ve her halde (bunu) yaparız.'' (Yusuf suresi, ayet 61) dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf: "Öyle ise tekrar geri dönünceye kadar içinizden birini bana rehine olarak bırakın." dedi. Onlar da Şem'un'u rehine olarak bıraktılar. Çünkü çekilen kur'a ona isabet etmişti. Bundan sonra Hz. Yusuf onların zahirelerini hazırlattı ve zahire tartan memurlarına, onların zahire ve yiyecek karşılığında ödemiş oldukları sermayeyi (parayı) tekrar onların yüklerinin içine koymalarını söyledi. Hz. Yusuf böyle yapmakla onların tekrar geri döneceklerini umuyordu. Çünkü o Hz. Ya'kub'un oğullarının, yani kardeşlerinin emanete riayet, dinlerine olan bağlılıkları sebebiyle zahire karşılığında ödedikleri bedelin yüklerinde çıkması üzerine onu geri getireceklerini biliyordu ve bu sebeple onların geri dönmelerini sağlamak istiyordu.

 

Bir rivayete göre, Hz. Yusuf'un, kardeşlerinin zahire karşılığında ödedikleri bedeli yüklerinin içerisine bırakmasının sebebi, babalarının yanında ikinci kez onları geri gönderecek mali gücünün olmamasından kaynaklanmıştı. Hz. Ya'kub'un oğulları zahire bedeli olarak ödemiş oldukları sermayelerinin kendi yüklerinin içerisinde çıkması üzerine tekrar Mısır'a geldiler. Hz. Yusuf. ahalinin kıtlıktan zorluk çektiklerini görünce zahireyi eşitlik esasına göre dağıtmağa başladı. Bir kişiye ancak bir deve yükü zahire veriyordu.

Nihayet Hz. Ya'kub'un oğulları zahire yüklü hayvanlarıyla Mısır'dan dö-nüp babalarının yanına geldiklerinde onlar: "Ey babamız! Mısır ülkesinin hazi-nedarı olan Aziz bize öyle iltifat ve ikramda bulundu ki, eğer o. Ya'kub'un evladından birisi bile olsaydı, bize bu kadar ikram ve iltifatta bulunamazdı. Ayrıca o, kardeşimiz Şem'un'u yanında rehine olarak bıraktı ve bize de: ''Kırda helak olan kardeşinizden sonra babanızın en çok sevdiği ve şefkat gösterdiği kardeşinizi bana getirin.'' Aksi takdirde: ''Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size hiçbir kile (zahire) yoktur, boş yere bana yaklaşmayın.'' (Yusuf suresi, ayet 60) dedi." dediler.

 

Bunun üzerine Hz. Ya'kub onlara: ''Ben onu (Bünyamin'i) size nasıl güvenip emanet edebilirim? Nitekim bundan önce kardeşi (Yusuf) için sizlere güvendim de (başıma neler geldi).'' (Yusuf suresi, ayet 64) dedi. Diğer taraftan: ''Onlar, metalarını (zahire yüklerini) açtıkları zaman (zahire bedeli olan) sermayelerini kendilerine geri gönderilmiş buldular. (Bunun üzerine) onlar: "Ey babamız! Daha ne istiyoruz? İşte sermayemiz de bize iade edilmiş. (Biz onunla tekrar) ailemize zahire getiririz. Kardeşimizi korur, bir deve yükü zahire de artırmış oluruz" dediler.'' (Yusuf suresi, ayet 65). Hz. Ya'kub ise: ''Bu seferki aldığımız ölçek (zahire) pek azdır (bizi idare etmez)'' (Yusuf suresi, ayet 65) dedi ve: ''Etrafınız kuşatılıp (çaresiz kalmanız hariç) onu (Bünyamin'i) bana muhakkak surette geri getireceğinize dair Allah'tan bana sağlam bir taahhüt getirmedikçe onu sizinle beraber göndermem, diyerek onlara şart koştu. Nihayet: Onlar, babaları (Ya'kub'a) teminatlarını verince O: Allah benim ve sizin bu dediklerimize vekil (şahid olsun.'') (Yusuf suresi, ayet 66) dedi.

 

Hz. Ya'kub, kardeşleriyle birlikte Bünyamin'in gitmesine izin verdikten sonra, onlara tavsiyelerde bulunarak: ''Ey oğullarım! (Mısır'a vardığınızda) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin.'' (Yusuf suresi, ayet 67) dedi. Çünkü Hz. Ya'kub oğullarının toplu halde Mısır'a girmeleri halinde onlara nazar değmesinden korkmuştu. Onlar da babalarının bu öğüdünü yerine getirdiler.

 

Hz. Ya'kUb'un oğulları Mısır'a gelip: ''Yusuf'un huzuruna girdiklerinde O, kardeşini kendi yanına aldı .. '' (Yusuf suresi, ayet 69) ve onu tanıdı. Ayrıca Hz. Yusuf onları bir yere indirdi ve onlara yiyecekler hazırlatıp kendilerine takdim etti. Onları ikişer ikişer sofraya oturttu, Bünyamin ise tek başına kaldı ve ağlayarak: "Eğer kardeşim Yusuf hayatta olsaydı, o da beni kendisiyle birlikte oturturdu." dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf: "Kardeşiniz Bünyamin tek kaldı." dedi ve onu yanına oturtup birlikte yemek yedi. Gece olup yatmak zamanı gelince Hz. Yusuf onlara yataklar getirdi ve: "Her iki kardeş bir yatakta uyusun." dedi. Bünyamin ise yine tek kaldı. Bunun üzerine Yusuf (A.S.): "Bu da benimle beraber uyur." dedi ve Bünyamin Yusuf ile birlikte onun yatağında kaldı. Hz. Yusuf gece boyunca sabaha kadar kardeşi Bünyamin'i koklayıp bağrına bastı. Bu arada Bünyamin de kardeşi Yusuf'un kaybından duyduğu üzüntülerini ona anlattı. Bunun üzerine Yusuf ona: "Kaybolan (ölen) kardeşinin yerine beni kardeş olarak kabul edip sever misin?" dedi. Bünyamin ona: "Senin gibi bir kardeş nasıl bulunur? Fakat sen ne babam Ya'kub'dan ve ne de annem Rahil'den doğmuşsun." dedi. Bünyamin'in bu sözleri üzerine Hz. Yusuf ağlamağa başladı ve ayağa kalkıp onun boynuna sarıldı, sonra ona: "Ben senin kardeşin Yusuf'um, onların geçmişte bize yaptıklarına tasalanma; çünkü Allah (C.C.) bize ihsanda bulundu. Benim sana öğretip söylediklerimi sakın kardeşlerine duyurma." dedi.

 

Rivayet edildiğine göre, Yusuf'un kardeşleri onun yanına girdiklerinde, O elindeki ölçeğe hafifçe vurdu ve: "Bu bana sizin on iki erkek kardeş olduğunuzu, kardeşlerinizden birini de sattığınızı söylüyor." dedi. Bünyamin, Hz. Yusuf'un bu sözünü işitince hemen onun önünde secdeye kapandı ve: "Şu ölçekten kardeşim (Yusuf'un) hayatta olup olmadığını bir sor." diye ricada bulundu. Bunun üzerine Hz. Yusuf ölçeğe hafifçe vurdu, sonra: "Evet kardeşin hayattadır, onu pek yakında göreceksin. " dedi. Hz. Yusuf'un bu sözü karşısında Bünyamin: "Sen benim hakkımda ne istersen onu yap, zira kardeşim (Yusuf) benim burada olduğumu öğrenirse, pek yakında beni kurtarır." dedi. Bünyamin'in bu sözleri üzerine Yusuf odaya girip ağladı, abdest aldıktan sonra tekrar onların yanına geldi. Hz. Yusuf kardeşlerinin develerine gerekli erzak ve zahireyi yüklettikten sonra yanında bulunan gümüş zahire ölçeğini kardeşinin devesinin taşıdığı bir yükün içine gizlice yerleştirdi.

 

Bir rivayete göre bu gümüş kabın zahire ölçeği olmadığı, içinden su içilen bir maşrapa olduğu, söylenir.

 

Anlatıldığına göre, Bünyamin, Yusuf'un kendi kardeşi olduğunu öğrenince ona: "Asla senden ayrılmam." dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf ona: "Ben seni burada alıkorsam anne ve babamızın üzüntüye düşeceklerinden korkarım. Ben ancak seni ağır bir suçla teşhir ederek burada alıkoyabilirim." dedi. Bünyamın ona: "Nasıl istersen öyle yap." diye rızasını bildirdi. Bunun üzerine Hz. Yusuf ona: "Ben bu ölçeği senin devenin taşıdığı zahirenin içerisine gizlice yerleştirir, sonra tellal çıkarır, ölçeğin çalındığını ilan ederim. Ölçek senin yükünde bulunacağından seni hırsızlıkla itham edip onların elinden alırım." dedi. Bünyamin: "Pekala öyle yap." dedi.

 

Nihayet Yusuf'un kardeşleri kafile halinde Mısır'dan ayrılacakları bir sırada arkalarından bir münadi (tellal): "Ey kafıle (durun)!. Siz şüphesiz hırsızlarsınız.'' (Yusuf suresi, ayet 70) diye seslendi. Bunun üzerine onlar: ''Allah Allah! (Hüviyetimizi, ahlakımızı) siz de öğrenmişsinizdir. Biz bu yere, and olsun ki, fesad çıkarmak için gelmedik. Ayrıca biz hırsız kimseler de değiliz.'' (Yusuf suresi, ayet 73). "Çünkü biz aldığımız zahire ve yiyeceklerin bedelini Aziz'e ödedik, dediler. Onların bu sözleri üzerine, kafıleye seslenip durduranlar tekrar onlara: "Eğer yalancılar iseniz (çalanın) cezası nedir?"'' (Yusuf suresi, ayet 74) diye sordular. ''Onlar: "Onun cezası yükünde (hırsızlık malı) bulunan kimsenin kendisidir .. "'' (Yusuf suresi, ayet 75) dediler. Yani çaldığı mala karşılık kendisini alır, köle edinirsiniz demek istediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf, kardeşi Bünyamin'in kabından önce onların kaplarını aramağa başladı, sonra ölçeği (veya maşrapayı) kardeşinin kabından çıkarıp buldu. Hz. Ya'kub'un diğer oğulları hırsızın Bünyamin olduğunu görünce Yusuf'u kastederek: ''Eğer o (Bünyamin) çalmış bulunuyorsa onun daha önce bir kardeşi (Yusuf) de çalmıştı.'' (Yusuf suresi, ayet 77) dediler. Çünkü Hz. Yusuf küçük iken annesinin babasına ait olan bir putu çalıp kırmıştı. Bu yüzden onlar Yusuf'u bununla ayıplamağa çalıştılar.

 

Bir rivayete göre ise Yusuf için söz konusu edilen hırsızlık meselesi, bahsi yukarıdaki geçen kuşak (kemer) hadisesidir.

 

Neticede çalınan nesnenin çocuğun (Bünyamin'in) yükü arasından çıkması üzerine onlar: "Ey Rahil'in oğulları! Bütün belalar başımıza sizin yüzünüzden geliyor." dediler. Bunun üzerine Bünyamin de onlara: "Hayır, Rahil oğullarının başına gelen belalar, hep sizin yüzünüzden gelmiştir. Bu ölçeği (veya maşrapayı) benim yüküme sokan kimse, daha önce yüklerinize zahirenin bedeli olan dirhemleri sokan kimsedir." diye karşılık verdi.

Hz. Yusuf kardeşlerinin verdiği hükme ve karara dayanarak Bünyamin'i yanında alıkoydu. Nihayet onlar kardeşleri Bünyamin'i kurtarmak için bir çare bulamayınca, Yusuf'tan onu kendilerine bırakmasını istediler ve: ''Ey Aziz (Yusuf)! Gerçekten onun ihtiyar bir babası var. Onun yerine (bizden) birimizi alıkoy .. '' (Yusuf suresi, ayet 78) dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf onlara: ''Allah korusun! Biz, eşyamlzı kimin yanında (yükünde) bulduysak ancak onu tutarız.'' (Yusuf suresi, ayet 79) dedi. Nihayet onlar, Bünyamin'i kurtarmaktan ümitlerini kesince, yabancı bir kimseyi aralarına almadan kendi kendilerine baş başa görüşmek için bir tarafa çekildiler. Yaşça büyükleri olan Şem'un onlara hitaben: ''(Kuşatılıp çaresiz kalmadıkça Bünyamin'i getirip teslim etmek üzere) babanızın sizden Allah adına teminat almış olduğunu, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmediniz mi? Artık ben Mısır'dan çıkmama veya savaşmama) babam izin verinceye kadar buradan (Mısır'dan) kat'iyyen ayrılmam.'' (Yusuf suresi, ayet 80). "Babanızın yanına dönün, başınıza gelenleri ona haber verip anlatın." dedi.

 

Nihayet onlar babalarının yanına dönüp Bünyamin'in durumunu ve Şem'un'un orada kaldığını anlattılar. Bunun üzerine babaları Hz. Ya'kub onlara: ''Hayır, sizi nefisleriniz aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiştir.

 

Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Umarım ki Allah onların hepsini (Yusuf, Bünyamin ve Şem'un'u) birden bana getirip kavuşturacaktır.'' (Yusuf suresi, ayet 83) dedi.

 

Bundan sonra Hz. Ya'kub (A.S.) onlardan ayrıldı ve: '' "Vay Yusufum!" diye üzülüp ağlamağa başladı. Sonra: ... Üzüntüden iki gözüne ak düştü. Fakat (kalbini dolduran öfke ve üzüntüyü) yutup sakladı.'' (Yusuf suresi, ayet 84).

 

Bunun üzerine oğulları ona: ''Hala Yusuf'u anıp duruyorsun. And olsun ki, sonunda ya kederinden müzmin bir hastalığa yakalanıp eriyeceksin yahut da helake uğrayanlardan olacaksın.'' (Yusuf suresi, ayet 85) dediler.

 

Bunun üzerine Hz. Ya'kub onlara cevap vererek: ''Ben (taşan) kederimi, mahzunluğumu yalnız Allah'a şikayet ediyorum. Ben Allah tarafından sizin (Yusuf'un rüyasının doğruluğuna ait) bilmeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyorum.'' (Yusuf suresi, ayet 86) dedi.

Rivayet edildiğine göre, Hz. Ya'kub'un oğlu Yusuf için çektiği kaygı ve üzüntü, başında musibet bulunan yetmiş kişinin (veya yavrusunu kaybetmiş yetmiş annenin) kaygı ve üzüntüsü derecesine varmıştır. Bu üzüntüsüne karşılık olarak da kendisine yüz şehit mükafatı verilmiştir.

 

Anlatıldığına göre, bir gün Hz. Ya'kub'un bir komşusu yanına gelip ona: "Ya'kub! Babanın yaşına gelmediğin halde kuruyup tükendin." dedi. Hz. Ya'kub da ona: "Beni Allah'ın, Yusuf'un gam ve kederiyle müptelel kılması yiyip bitirdi." dedi.

 

Bunun üzerine Allah (C.C.) ona vahiy yoluyla: ''"Ey Ya'kub! Sen beni yaratıklarıma mı şikayet ediyorsun?" buyurdu. Hz. Ya'kub: "Ey Rabb'im! Hata yaptım, beni bağışla!" dedi. Bunun üzerine Allah (C.C.): "Senin bu hatanı bağışladım" buyurdu. Bundan sonra Hz. Ya'kub halini soranlara: "Ben (taşan) kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikayet ediyorum."'' (Yusuf suresi, ayet 86) derdi. Bunun üzerine Allah (C.C.) vahiy yoluyla Hz. Ya'kub'a: ''Eğer oğullarm Yusuf ve Bünyamin ölmüş olsalardı bile, onları senin için diriltirdim. Fakat ben seni onların kaygı ve üzüntüsüyle müptela kıldım. Çünkü sen bir defasında kebap yaptın, fakat cimrilik ederek komşuna ondan yedirmedin.'' buyurdu.

Bir rivayete göre, Hz. Ya'kub'un bu kaygı ve üzüntüye müptela olmasının sebebi şu idi: Hz. Ya'kub'un bir ineği, bu ineğin de birkaç tane buzağısı vardı. Hz. Ya'kub buzağıları, annelerinin böğürüşleri arasında ve gözünün önünde ona acımadan boğazlamıştI. İşte bu yüzden o, en kıymetli evladım (Yusuf'u) kaybetmekle müptela kılınıp imtihan edildi.

Diğer bir rivayette ise Hz. Ya'kub bir gün bir koyun kesmişti. Bu sırada kapısının önüne bir miskin (zavallı) kişi gelip durdu, fakat Ya'kub (A.S.) ona bu koyunun etinden yedirmedi. Allah (C.C.) ona bu hususta vahiyde bulunarak Yusuf'un kaybıyla müptela kılınmasının sebebinin bu olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ya'kub yemekler hazırlattı ve: "Oruçlu olanlar gelsinler, Ya'kub'un evinde iftar etsinler." diyerek bir münadi (tellell) vasıtasıyla ilan ettirdi.

 

Bundan sonra Hz. Ya'kub Mısır'dan gelen oğullarına tekrar Mısır'a dönmelerini ve Yusuf ile kardeşi Bünyamin hakkında soruşturmalarda bulunmalarını emretti. Hz. Ya'kub'un emri üzerine onlar tekrar Mısır'a döndüler ve Yusuf'un huzuruna girdiklerinde: ''Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı, biz az bir sermaye ile geldik, Bize yetecek olan miktarı tam ölçek olarak ver .. '' Yusuf Ysuresi, ayet 88) dediler.

 

Rivayet edildiğine göre, onların zahire bedeli olarak getirdikleri sermaye, kalp dirhemler (paralar) den, diğer bir rivayette ise yün ile sade yağdan ibaret maddelerdi. Bu hususta başka rivayetler de vardır. Ayrıca onlar: ''(Ayarı yüksek para ile ayarı düşük olan paranın arasındaki farkı) bize sadaka olarak ihsanda bulun.'' (Yusuf suresi, ayet 88) dediler. Bir rivayette ise ayetin bu cümlesi: ''Kardeşimiz Bünyamin'i bize iade etmek suretiyle ihsanda bulun.'' şeklinde tefsir edilmiştir.

 

Hz. Yusuf onların bu sözlerini işitince kendine hakim olamadı ve gözlerinden yaşlar boşanarak ağlamağa başladı, sonra da onlara saklamış olduğu sırrını açıkladı.

Bir rivayete göre, Hz. Yusuf'un onlara sırrını açıklamasının sebebi, Hz. Ya'kub'a, oğlu Bünyamin'in hırsızlık yapması yüzünden Mısır'da alıkonduğu söylendiğinde, onun, oğlu Yusuf'a bir mektup yazmış olmasıydı. Bu mektup şöyledir: ''Allah dostu İbrahim'in oğlu İshak, Allah'ın kurbanı İshak'ın oğlu ve Allah'ın kulu Ya'kub'dan adaletli Mısır Azizine, Allah'a hamd ve senadan, zatınıza selam ve saygılarımı sunduktan sonra şunu arzederim ki, biz bela ve musibetlerle iç içe yaşayan bir aileyiz. Dedem İbrahim (A.S.) elleri ve ayakları bağlanarak ateşe atıldı; fakat Allah (C.C.) ateşi ona serin ve selamet kıldı. Babam İshak da elleri ve ayakları bağlanarak yere yatırıldı ve kurban edilmek için bıçak boğazına dayandı; fakat Allah (C.C.) o anda bir kurban gönderip onu kurtardı. Bana gelince, benim bir oğlum vardı ve evladımın arasında bana en sevimlisi idi. Kardeşleri onu bir gün kıra götürdüler, kana bulanmış gömleği ile geri döndüler ve: "Onu kurt yedi." dediler. Ayrıca benim anne bir kardeş başka bir oğlum daha vardı. Kaybolan oğlumun yerine onunla teselli buluyordum, onu da Mısır'a götürdüler, geri döndüklerinde: "Onun hırsızlık yaptığını, bu yüzden sizin onu alıkoyduğunuzu." söylediler. Biz öyle bir aileyiz ki, neslimizden hırsız dünyaya gelmez. Eğer onu (Bünyamin'i) salıp geri gönderirseniz ne ala, aksi takdirde beddua ederim ve bu beddua yedinci çocuğuna isabet edip onu yakalar.''

 

Mısır azizliğinde bulunan Hz. Yusuf bu mektubu okuyunca kendine sahip olamadı, ağlamağa başladı. Nihayet kalbine sakladığı sırrını onlara açarak: ''Siz cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?'' (Yusuf suresi, ayet 89) dedi. Bu arada: ''Onlar: "Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?" dediler. O da: "(Evet) ben Yusuf'um, bu da kardeşim (Bünyamin), Allah (birbirimize kavuşmağı) bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükafatını zayi etmez." dedi.'' (Yusuf suresi, ayet 90). Onlar özür dileyerek: ''Allah'a and olsun ki, gerçekten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçek şu ki, biz elbette hata işlemiş olduk.'' (Yusuf suresi, ayet 91) dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf: ''Bugün sizi kınamak yok (yani suçunuzu size anlatmayacağım). Allah sizi affetsin! Çünkü O merhametlilerin en merhametlisidir.'' (Yusuf suresi, ayet 92) dedi.

 

Bundan sonra Hz. Yusuf onlara babasını sordu. Onlar, Bünyamİn'in de kaybolmasıyla üzüntüden gözlerinin kapandığını söylediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf onlara: ''Şu gömleğimi götürün ve babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ayrıca bütün ailenizi bana getirin.'' (Yusuf suresi. ayet 93) dedi. Hz. Yusuf'un bu sözleri üzerine Yahuda: "Bu gömleği babama ben götüreceğim; çünkü kana bulanmış gömleği babama ben getirip sunmuştum ve kurdun Yusuf'u yediğini ona ben söylemiştim. Bu gömleği götürerek Yusuf'un hayatta olduğunu ona haber vereceğim, daha önce nasılonu üzdüysem, bu defa öyle sevindireceğim." dedi. İşte bu yüzden müjdeci olarak Hz. Ya'kub'un yanına Yahuda gitti.

 

Kafile Mısır'dan ayrılınca rüzgar Hz. Ya'kub'a Yusuf'un kokusunu getirdi. Ya'kub (A.S.) ile Yusuf arasında seksen fersahlık bir mesafe bulunuyordu. Hz. Yusuf Mısır'da, Ya'kub (A.S.) ise Ken'an topraklarındaydı. Bunun üze-rine Hz. Ya'kub oğullarına: ''Eğer bana bunak demezseniz, inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum.'' (Yusuf suresi, ayet 94) dedi. O sırada yanında hazır bulunan oğulları da Hz. Ya'kub'a: ''Allah'a yemin ederiz ki, sen hala (Yusuf'u hatırlamak konusunda) eski sapıklık ve şaşkınlığındasın.'' (Yusuf suresi, ayet 95) dediler. Nihayet: ''Müjdeci (Yahuda Yusuf'un gömleğiyle) gelince onu Ya'kub'un yüzüne koydu ve (gözleri) görür duruma geldi. Bunun üzerine Ya'kub: "Ben size Allah tarafından (vahiy yoluyla Allah'ın Yusuf'un rüyasını doğru çıkarması konusunda) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi?" dedi." (Yusuf ayet 96).

Müjdeci Yahuda geldiğinde Hz. Ya'kub O'na: "Yusuf'u bırakıp geldiğinde O ne haldeydi?" diye sordu. Yahuda: "O Mısır'a hakim durumdaydı." diye cevap verdi. Hz. Ya'kub: "Ben mülk ve hakimiyeti ne yapayım? Onu bırakıp, geldiğin zaman o hangi din üzere idi?" diye sordu, Yahuda: "İslam dini üzere idi." deyince Hz. Ya'kub: "İşte şimdi Allah'ın bize verdiği nimet tamamlandı," dedi.

 

Hz. Ya'kub'un yanında bulunan oğulları Yusuf'un gömleğini görüp O'nun sağ olduğu haberini aldıklarında: ''Ey babamız! Allah'tan bizim günahlarımızın affını dile! Zira biz gerçekten günahkarlar idik.'' (Yusuf suresi, ayet 97) dediler. Hz. Ya'küb ise onlara: ''Sizin için Rabb'imden sonra af dilerim... '' (Yusuf suresi, ayet 98) dedi. Böylece Hz. Ya'küb duasını cuma gününün seher vaktine kadar tehir etti.

 

Bundan sonra Hz. Ya'küb ve ailesi oğullarıyla birlikte Mısır'a gitmek üzere yola çıktılar. Mısır'a yaklaştıkları bir sırada Yusuf ile Mısır halkı onları karşılamağa geldiler. Mısır halkı Hz. Yusuf'u sayıp, kendisine tazim gösterdiklerinden onlar da karşılamağa çıkmışlardı. Bu sırada Hz. Ya'küb bineğinden inmişti ve oğlu Yahuda'ya dayanarak yaya halde yürüyordu. Bir ara Hz. Ya'küb'un gözleri süvarilerle halka ilişti ve oğlu Yahüda'ya: "Yavrucuğum! Bu adam Mısır firavunu mu?" diye sordu! Yahuda: "Hayır, bu adam senin oğlun Yusuf'tur." diye cevap verdi. Hz. Ya'küb oğlu Yusuf'a yaklaşınca, önce Yusuf babasını selamlamak istedi; fakat onun selamlaması engellendi. Bunun üzerine Hz. Ya'küb: "Ey keder ve üzüntüleri dağıtan kişi! Selam sana olsun!" dedi. Çünkü Yusuf'un kaybolmasından bu yana Hz. Ya'küb'un üzüntü ve göz yaşları hiç dinmemişti.

 

Hz. Ya'küb ailesiyle birlikte Mısır'a geldiklerinde, Yusuf anne ve babasını yanına alıp tahta oturttu. Bir rivayete göre, Yusuf'un annesi ölmüş olduğundan teyzesi ile babasını yanına alıp tahta oturtmuştu. Bu arada Hz. Ya'küb ve Yusuf'un annesi ve kardeşleri Yusuf'a secde ettiler. O devirde halkın hükümdarları selamlaması secde şeklinde olurdu.

Buradaki secdeden alnı yere "koymak kastedilmemiştir. Çünkü alnı yere koyarak secde etmek ancak Allah için caiz olur. Buradaki secdeden maksat ise selamlama anında eğilmekten ve tevazu göstermekten ibarettir. Nitekim günümüzde de hükümdarlar bu şekilde selamlanırlar. Yusuf (A.S.), annesiyle babasının ve kardeşlerinin kendisini secde ederek selamladıklarını görünce: ''Ey babacığım! İşte bu, vaktiyle görmüş olduğum rüyamın tabiridir. Rabb'im onu doğru çıkardı...'' (Yusuf suresi, ayet 100) dedi.

 

Hz. Yusufun vaktiyle gördüğü rüya ile babası Ya'küb (A.S.)'un Mısır'a gelmesi arasından kırk yıl, bir rivayete göre ise seksen yıl geçmiştir. Hz. Yusuf kuyuya atıldığı zaman on

yedi yaşındaydı ve babası Ya'küb (A.s.) ile buluştuğunda doksan yedi yaşında bulunuyordu. Hz. Yusuf ailesini Mısır'a getirdikten sonra yirmi üç yıl daha yaşadı ve yüz yirmi yaşında iken vefat etti. vefatından sonra ise yerine kardeşi Yahuda'yı vası tayin etti.

 

Rivayet edildiğine göre, Yusuf, babası Ya'küb (A.S.)'tan ayrıldığında on sekiz yaşındaydı. Bir rivayete göre de, Yusuf Mısır'a geldiğinde on yedi yaşında bulunuyordu. Firavun onu Mısır'a geldikten on üç yıl sonra kendisine vezir edindi. Hz. Ya'küb ile oğlu Yusuf arasında geçen ayrılık süresi ise yirmi iki yıldır. Hz. Ya'küb ailesi ile birlikte Mısır'da on yedi yıl kalmıştır. Bu hususta daha başka rivayetler de vardır. Doğrusunu ise Allah bilir.

 

Hz. Ya'kub ölürken oğlu Yusuf'a kendisini babası İshak (A.S.)'ın yanına defnetmesini vasiyet etti. Hz. Yusuf da babasının bu vasiyetini yerine getirdi ve onu Şam'a götürüp babasının yanına defnetti. Bundan sonra Yusuf (A.S.) tekrar Mısır'a döndü, kendisi de, öldükten sonra Mısır'dan alınıp babalarının yanına defnedilmesini vasiyet etti. Yusuf (A.S.) öldüğü zaman Hz. Musa İsrailoğulları ile Mısır'dan çıkarken vasiyeti üzerine onu götürüp babasının yanına defnetti.

 

Hz. Yusuf'un Efrayim ve Minşa (Mişa?) adlarında iki oğlu oldu.

Efraim'in de Nün adında bir oğlu dünyaya geldi. Nun'dan ise Hz. Musa'nın yol arkadaşı olan Yuşa' doğdu. Minşa'dan Musa dünyaya geldi. Bir rivayete göre bu Musa, Hz. Musa bin İmran'dan önce peygamber olmuştu. Tevrat ehline göre ise Minşa'dan doğan Musa Hızır ile macerası olan Musa'dır. Bir görüşe göre, Hz. Eyyub (A.S.)'un hanımı Rahmet de Minşa'dan dünyaya gelmiştir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

ŞU'AYB (A.S.)'IN KlSSASI