SAHİH-İ MÜSLİM |
ZÜHD |
باب حديث
جابر الطويل،
وقصة أبي
اليسر
19- CABİR (R.A.)'IN
UZUNCA HADİSİ VE EBU'L-YESER KISSASI BABI
74 - (3006) حدثنا
هارون بن
معروف ومحمد
بن عباد
(وتقاربا في
لفظ الحديث)
والسياق
لهارون. قالا:
حدثنا حاتم بن
إسماعيل عن
يعقوب بن مجاهد،
أبي حزرة، عن
عبادة بن
الوليد بن
عبادة بن
الصامت، قال:
خرجت
أنا وأبي نطلب
العلم في هذا
الحي من الأنصار،
قبل أن
يهلكوا. فكان
أول من لقينا
أبا اليسر،
صاحب رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
ومعه غلام له.
معه ضمامة من
صحف. وعلى أبي
اليسر بردة
ومعافري. وعلى
غلامه بردة
ومعافري. فقال
له أبي: يا عم!
إني أرى في
وجهك سفعة
من
غضب. قال: أجل.
كان لي على
فلان بن فلان
الحرامي مال.
فأتيت أهله
فسلمت. فقلت:
ثم هو؟ قالوا:
لا. فخرج علي
ابن له جفر.
فقلت له: أين
أبوك؟ قال: سمع
صوتك فدخل
أريكة أمي.
فقلت: اخرج
إلي. فقد علمت
أين أنت. فخرج.
فقلت: ما حملك
على أن اختبأت
مني؟ قال:
أنا، والله!
أحدثك.
ثم لا أكذبك.
خشيت، والله!
أن أحدثك فأكذبك.
وأن أعدك
فأخلفك. وكنت
صاحب رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
وكنت، والله
معسرا. قال
قلت: آلله! قال:
الله! قلت:
آلله! قال:
الله. قلت:
آلله! قال:
الله. قال
فأتى بصحيفته
فمحاها بيده.
فقال: إن وجدت قضاء
فاقضني. وإلا،
أنت في حل.
فأشهد بصر
عيني هاتين
(ووضع إصبعيه
على عينيه)
وسمع أذني
هاتين، ووعاه
قلبي هذا
(وأشار إلى
مناط قلبه)
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وهو يقول
"من أنظر معسرا،
أو وضع عنه،
أظله الله في
ظله".
7437-74/1- Bize Harun b. Marufve Muhammed
b. Abbad -hadisin lafzı itibari ile ifadeleri
birbirine yakın olup anlatım Harun'a aittir- tahdis
edip dediler ki: Bize Hatim b. İsmail, Yakub b. Mücahid Ebu Hazre'den
tahdis etti, o Ubade b. el-Velid b. Ubade b. es-Samid’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Ben ve babam ensardan şu kabile arasında -ölüp gitmeden önce- ilim
öğrenelim diye çıktık. İlk karşılaştığımız kişi Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ashabından Ebu'l Yeser
oldu. Beraberinde de bir kölesi vardı. Onunla birlikte sahifelerden bir tomar
vardı. Ebu'l Yeser üzerinde
bir burde ve' bir maafiri
vardı. Kölesi üzerinde de aynı şekilde bir burde ve
bir maafiri vardı. Babam ona: Amcacığım ben senin
yüzünde kızgınlığın izlerini görüyorum dedi. O, evet benim filanoğlu
filan el-Harami'nin üzerinde bir mal alacağım vardı. Onun aile halkına gittim
selam verdim ve: O burada mı dedim. Onlar hayır dediler. Yanına büluğ yaşına yaklaşmış bir oğlu çıktı. Ona baban nerede
dedim. O: Senin sesini işitince annemin karyolasına giriverdi dedi. Bunun
üzerine ben: Yanıma çık, nerede olduğunu öğrendim dedim. Ben: Benden saklanmana
seni iten sebep ne dedim. O: Ben Allah'a yemin ederim sana anlatacağım sonra da
yalan söylemeyeceğIm. Allah'a yemin olsun ki seninle
konuşup sana yalan söylemekten, sana söz verip verdiğim sözde durmamaktan Allah'tan
korkarım. Sen Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in ashabından idin. Allah'a yemin
olsun ki ben ödeme imkanına sahip değilim dedi.
Ben: Allah adına yemin
eder misin dedim. O: Allah adına yemin ederim dedi. Ben: Allah adına yemin eder
misin dedim. O: Allah adına yemin ederim dedi. Ben: Allah adına yemin eder
misin dedim. O: Allah adına yemin ederim dedi.
Sonra sayfasını
(senedini) getirdi, babam onu eli ile sildi. Sonra da: Eğer ödeyecek bir
şeylerin olursa bana öde dedi. Değilse sana helal olsun -iki parmağını
gözlerinin üzerine koyarak- şu iki gözümün gördüğüne, şu iki kulağımın
işittiğine ve -kalbinin damarına da işaret ederek- bu kalbimin de bunu
bellediğine şahitlik ederek söylüyorum ki Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i
şöyle buyururken dinledim: "Kim ödeme zorluğu çeken birisine mühlet verse
yahut ondan (borcunu) indirse Allah onu kendi gölgesinde gölgelendirir. "
(3007) قال
فقلت له أنا
: يا
عم! لم أنك
أخذت بردة
غلامك
وأعطيته
معافريك،
وأخذت
معافريه
وأعطيته
بردتك، فكانت
عليك حلة
وعليه حلة.
فمسح رأسي
وقال: اللهم!
بارك فيه. يا
ابن أخي! بصر
عيني هاتين،
وسمع إذني هاتين،
ووعاه قلبي
هذا (وأشار
إلى مناط
قلبه) رسول
الله صلى الله
عليه وسلم وهو
يقول "أطعموهم
مما تأكلون.
وألبسوهم مما
تلبسون". وكان
أن أعطيته من
متاع الدنيا
أهون علي من
أن يأخذ من
حسناتي يوم
القيامة.
(Ubade)
dedi ki: Bunun üzerine ona ben şöyle dedim: Amcacığım. Sen kölenin burdesini alıp ona maafiri elbise
ni versen yahut onun maafiri
elbisesini alıp ona kendi burdeni versen böylelikle
senin üzerinde de bir hulle (altlı üstlü bir takım),
onun üzerinde de bir hulle olurdu dedim. Bunun
üzerine başımı sildi ve şöyle dedi: Allah'ım sen bunu Mübarek kıL. Kardeşimin oğlu şu iki gözüm gördü: şu iki kulağım
işitti, şu kalbim de -kalbinin ana damarına işaret ederek- şunu belledi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Onlara yediklerinizden
yedirin, onlara giydiklerinizden giydirin" benim ona dünya metaından
verdiğim benim için onun kıyamet gününde hasenatımdan almasından daha hafiftir.
(3008) ثم
مضينا حتى
أتينا جابر بن
عبدالله في
مسجده، وهو
يصلي في ثوب
واحد، مشتملا
به. فتخطيت القوم
حتى جلست بينه
وبين القبلة.
فقلت: يرحمك الله!
أتصلي في ثوب
واحد ورداؤك
إلى جنبك؟
قال: فقال
بيده في صدري
هكذا. وفرق
بين أصابعه
وقوسها: أردت
أن يدخل علي
الأحمق مثلك،
فيراني كيف
أصنع، فيصنع
مثله.
أتانا
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم في مسجدنا
هذا. وفي يده
عرجون ابن
طاب. فرأى في
قبلة المسجد
نخامة فحكها
بالعرجون. ثم
أقبل علينا
فقال "أيكم
يحب أن يعرض
الله عنه؟"
قال فخشعنا.
ثم قال "أيكم
يحب أن يعرض
الله عنه؟"
قال فخشعنا.
ثم قال "أيكم
يحب أن يعرض
الله عنه؟"
قلنا: لا
أينا، يا رسول
الله! قال "فإن
أحدكم إذا قام
يصلي، فإن
الله تبارك
وتعالى قبل وجهه.
فلا يبصقن قبل
وجهه. ولا عن
يمينه. وليبصق
عن يساره، تحت
رجله اليسرى.
فإن عجلت به
بادرة فليقل
بثوبه هكذا"
ثم طوى ثوبه
بعضه على بعض
فقال "أروني
عبيرا" فقام
فتى من الحي
يشتد إلى
أهله. فجاء
بخلوق في
راحته. فأخذه
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم فجعله
على رأس
العرجون. ثم
لطخ به على
أثر النخامة.
فقال
جابر: فمن
هناك جعلتم
الخلوق في
مساجدكم.
Sonra kalkıp gittik.
Nihayet Cabir b. Abdullah'a kendi mescidinde iken bir elbise ile giyinmiş ona
bürünmüş olduğu halde namaz kılınmakta iken . gittik. Orada bulunanları geçtim
ve nihayet kendisi ile kıble arasında oturdum ve: Allah'ın rahmeti üzerine
olsun. Senin ridan yanıbaşında
duruyorken bir elbiseye bürünmüş olduğun halde mi namaz kılıyorsun dedim. O eli
ile göğsüme şöyle yaptı ve parmaklarının arasını açarak genişletti: Senin gibi
bir ahmakın yanıma girip benim nasıl yaptığımı
görmesi onun da bunun aynısını yapmasını istediğim için böyle yaptım dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu mescidimizde bize gelmişti. Elinde de İbn Tab hurmasından bir sopa
vardı. Mescidin kıblesinde bir balgam gördü. Elindeki değnek ile onu kazıdı.
Sonra bize dönerek: "Hanginiz Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini arzu
eder" dedi. Biz: Gerçekten korktuk. Sonra yine: "Hanginiz Allah'ın
kendisinden yüz çevirmesini arzu eder." Biz korktuk. Tekrar:
"Hanginiz Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini arzu eder" buyurdu.
Biz: Hiçbirimiz ey Allah'ın Rasulü dedik. Şöyle
buyurdu: "Biriniz kalkıp namaza durduğu zaman şüphesiz şanı Mübarek ve
yüce Allah da onun yüzünün karşısındadır. Bu sebeple kimse yüzünün
doğrultusunda da sağına da sakın tükürmesin. Sol tarafına, sol ayağının altına
tükürsün. Eğer tükürüğünü (yahut balgamını) alıkoyamayacak olursa elbisesi ile
şöyle yapsın" buyurdu. Sonra da elbisesinin bir kısmını diğerinin üzerine
katladı ve: "Bana bir abir (zaferan)
gösterin" buyurdu. Oradakilerden bir genç kalkıp hızlıca ailesinin yanına
koşarak gitti ve avucunda zaferan karışımı bir koku
getirip geldi. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) O kokuyu alıp değneğin ucuna koydu.
Sonra da onu o balgamın izi üzerine sürdü.
(3009) سرنا
مع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم في غزوة
بطن بواط. وهو
يطلب المجدي
بن عمرو
الجهني. وكان
الناضح يعقبه
منا الخمسة
والستة
والسبعة. فدارت
عقبة رجل من
الأنصار على
ناضح له.
فأناخه فركبه.
ثم بعثه فتلدن
عليه بعض
التلدن. فقال
له: شأ. لعنك الله.
فقال رسول
الله
صلى الله عليه
وسلم "من هذا
اللاعن بعيره؟"
قال: أنا. يا
رسول الله!
قال "انزل عنه.
فلا تصحبنا
بملعون. لا
تدعوا على
أنفسكم، ولا
تدعوا على
أولادكم، ولا
تدعوا على
أموالكم، لا
توافقوا من
الله ساعة يسأل
فيها عطاء،
فيستجيب لكم".
Cabir dedi ki: Sizin
mescitlerinize zaferanlı koku sürmeniz oradandır. Batnı Buvat gazvesinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola gittik. O sırada kendisi el-Mecdi b. Amr el-Cüheni'yi takip ediyordu. Su taşıyan deveye bizden beş, alb ve yedi kişi nöbetleşe biniyordu. Derken ensardan bir adamın sırası kendisinin su taşıyan devesine
döndü. Onu çöktürüp ona bindi. Sonra onu çöktüğü yerden kaldırınca bir süre
durakladı, gitmek istemedi. Bunun üzerine deveye: "Deh, Allah'ın laneti
üzerine olsun" dedi.
Bu sefer Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Devesine lanet okuyan bu kişi kim"
buyurdu. Adam: Benim ey Allah'ın Rasulü deyince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ondan in. Lanetlenmiş birisi ile bizimle
birlikte arkadaşlık etme. Kendinize beddua etmeyin, çocuklarınıza beddua
etmeyin, mallarınıza beddua etmeyin. Böylelikle Allah'ın bir şeyin verilmesinin
istendiği bir ana denk gelirsiniz de sizin duanız kabul olunmuş olur"
buyurdu.
(3010) سرنا
مع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم. حتى إذا
كانت عشيشة
ودنونا ماء من
مياه العرب،
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "من رجل
يتقدمنا
فيمدر الحوض
فيشؤب
ويسقينا؟"
قال جابر:
فقمت فقلت:
هذا رجل، يا
رسول الله!
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم "أي
رجل مع جابر؟"
فقام جبار بن
صخر. فانطلقنا
إلى البئر.
فنزعنا في
الحوض سجلا أو
سجلين. ثم
مدرناه. ثم
نزعنا فيه حتى
أفهقناه. فكان
أول طالع
علينا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
فقال
"أتأذن؟"
قلنا: نعم. يا
رسول الله!
فأشرع ناقته
فشربت. شنق
لها فشجت
فبالت. ثم عدل
بها فأناخها.
ثم جاء رسول
الله صلى الله
عليه وسلم إلى
الحوض فتوضأ
منه. ثم قمت
فتوضأت من
متوضإ رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
فذهب جبار بن
صخر يقضي
حاجته. فقام
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم ليصلي.
وكانت علي بردة
ذهبت أن أخالف
بين طرفيها
فلم تبلغ لي. وكانت
لها ذباذب
فنكستها ثم
خالفت بين
طرفيها. ثم
تواقصت عليها.
ثم جئت حتى
قمت عن يسار
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فأخذ
بيدي فأدارني
حتى أقامني عن
يمينه. ثم جاء
جبار بن صخر
فتوضأ. ثم جاء
فقام عن يسار
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فأخذ
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم بيدنا
جميعا. فدفعنا
حتى أقامنا
خلفه. فجعل
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يرمقني
وأنا لا أشعر.
ثم فطنت به.
فقال هكذا، بيده.
يعني شد وسطك.
فلما فرغ رسول
الله صلى الله
عليه وسلم قال
"يا جابر!" قلت:
لبيك. يا رسول
الله! قال "إذا
كان واسعا
فخالف بين
طرفيه. وإذا
كان ضيقا
فاشدده على
حقوك".
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yürüdük. Nihayet yatsı vakti geİince Arap sularından bir suya yaklaştık. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bizden önce gidip
de havzı ıslah edip düzeltecek, kendisi de oradan su
içip bizim de içmemizi sağlayacak bir adam var mı" buyurdu. Cabir dedi ki:
Ben ayağa kalkarak işte bir adam ey Allah'ın Rasulü
dedim. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Cabir ile birlikte hangi
adam gider" buyurdu. Bu sefer Cebbar b. Saht
ayağa kalktı. Böylelikle kuyuya gittik. Havza bir ya da iki kova çekip
boşalttıktan sonra etrafını taşla ördük. Sonra da onu dolduruncaya kadar su
çektik. Yanımıza ilk çıkıp gelen Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
oldu. O: "İzin verir misiniz" buyurdu. Biz evet ey Allah'ın Rasulü dedik. O da devesinin yularını gevşetince deve su
içti. Sonra yularını kıstı. O da bacaklarını açıp bevletti.
Sonra onu başka tarafa götürürek çöktürdü. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) havza gelip ondan abdest aldı. Sonra ben de kalkıp Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in abdest aldığı yerden abdest aldım. Cebbar b. Sahr ise ihtiyacını görmek için gitti. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
namaz kılmak üzere ayağa kalktı. Benim üzerimde bir burde
vardı. İki ucunu çaprazlama üzerime atmak istedim. Fakat bana yetişmedi. Onun
saçakları vardı. Onu ters çevirdikten sonra yine uçlarını çaprazlama attım.
Sonra da onu boynumla tuttum. Arkasından geldim ve Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
solunda durdum. O elimden tutup beni çevirdi ve sağ tarafına durdurdu. Sonra
Cebbar b. Sahr gelip abdest aldı. O da gelip Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in solunda durdu. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
her ikimizin elinden tutup bizi geri itti ve arkasında bizi durdurdu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ben fark etmeden beni gözetlemeye başladı. Sonra
beni gözetlediğini farkettim. Eli ile şu şekilde
yaptı. Yani belini bağla demek istedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
namazı bitirince: "Ey Cabir!" buyurdu. Ben: buyur ey Allah'ın Rasulü, emrine hazırım dedim. O: "Eğer elbisen geniş
ise uçlarını çaprazlama at. Şayet dar ise onu beline bağla" buyurdu.
(3011) سرنا
مع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم.
وكان قوت كل
رجل منا، في
كل يوم، تمرة.
فكان يمصها ثم
يصرها في
ثوبه. وكنا
نختبط بقسينا
ونأكل. حتى
قرحت أشداقنا.
فأقسم أخطئها
رجل منا يوما.
فانطلقنا به
ننعشه. فشهدنا
أنه لم يعطها. فأعطيها
فقام فأخذها.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola koyulduk. Bizden her bir adamın
günlük yiyeceği tek bir hurma idi. Onu emer sonra elbisesinin bir tarafına
bağlardı. Yaylarımızla yaprak silker ve yerdik. Hatta ağızlarımız yara oldu.
Yemin ederim bir gün hurma paylaştırdırken bir adama
sehven verilmedi. Biz de gidip onu ayakta durdurmaya çalıştık. Ona payının
verilmediğine tanıklık edince, payı ona verildi ve kalkıp onu aldı.
(3012) سرنا
مع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم حتى نزلنا
واديا أفيح.
فذهب رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
يقضي حاجته.
فاتبعته
بإداوة من
ماء. فنظر
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم فلم ير
شيئا يستتر
به. فإذا
شجرتان بشاطئ
الوادي. فانطلق
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم إلى إحداهما
فأخذ بغصن من
أغصانها. فقال
"انقادي علي
بإذن الله"
فانقادت معه
كالبعير
المخشوش،
الذي يصانع
قائده. حتى
أتى الشجرة
الأخرى. فأخذ
بغصن من
أغصانها. فقال
"انقادي علي
بإذن الله"
فانقادت معه
كذلك. حتى إذا
كان بالمنصف مما
بينهما، لأم
بينهما (يعني
جمعهما) فقال
"التئما علي
بإذن الله"
فالتأمتا. قال
جابر: فخرجت
أحضر مخافة أن
يحش رسول الله
صلى الله عليه
وسلم بقربي
فيبتعد (وقال
محمد بن عباد:
فيتبعد) فجلست
أحدث نفسي.
فحانت مني
لفتة، فإذا
أنا برسول
الله صلى الله
عليه وسلم
مقبلا. وإذا
الشجرتان قد
افترقتا.
فقامت كل
واحدة منهما
على ساق.
فرأيت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم وقف
وقفة. فقال
برأسه هكذا
(وأشار أبو إسماعيل
برأسه يمينا
وشمالا) ثم
أقبل. فلما
انتهى إلي قال
"يا جابر! هل
رأيت مقامي؟"
قلت: نعم. يا
رسول الله!
قال "فانطلق
إلى الشجرتين
فاقطع من كل
واحدة منهما
غصنا. فأقبل
بهما. حتى إذا
قمت مقامي
فأرسل غصنا عن
يمينك وغصنا
عن يسارك".
قال
جابر: فقمت
فأخذت حجرا
فكسرته
وحسرته. فانذلق
لي. فأتيت
الشجرتين
فقطعت من كل
واحدة منهما
غصنا. ثم
أقبلت أجرهما
حتى قمت مقام
رسول الله صلى
الله عليه وسلم.
أرسلت غصنا عن
يميني وغصنا
عن يساري. ثم
لحقته فقلت:
قد فعلت. يا
رسول الله!
فعم ذاك؟ قال
"إني مررت
بقبرين
يعذبان.
فأحببت،
بشفاعتي، أن يرفه
عنهما، ما دام
الغصنان
رطبين".
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yürüdük. Nihayet genişçe bir vadide
konakladık. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ihtiyacını görmek üzere gitti. Ben
de bir matara su ile arkasından gittim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
etrafına bakındı ama arkasında gizleneceği bir şey görmedi. Derken vadinin
kıyılarında iki ağaç görüverdi. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki
ağaçtan birisinin yanına gitti ve dallarından bir dalı yakalayıp:
"Allah'ın izni ile
bana uy" buyurdu. Burnuna halka takınmış kendisini çekene itaat eden bir
deve gibi ona uydu. Sonra öbür ağacın yanına gitti. Onun da dallarından bir dal
alıp: "Yüce Allah'ın izni ile bana uy" buyurdu. Ağaç da O'na aynı
şekilde itaat etti. Nihayet her ikisi arasında tam orta yere gelince ikisini
bir araya getirdi. -Yani onları bir araya topladı- ve: "Allah'ın izni ile
benim üzerime kapanın" buyurdu. Her biri diğerine kapandı.
Cabir dedi ki: ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), benim yakın oluşumu fark edince uzaklaşıp
-Muhammed b. Abbad: feyebtaide
yerine feyetebe'ade dedi- hızlıca koşmaya başladım.
Sonra oturup kendi kendime (içimden) konuşmaya başladım. Tesadüfen gözüm bir
yere bakınca ResuluIlah -(Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in gelmekte olduğunu görüverdim.
İki ağacın da ayrıldıklarını gördüm. O ağaçların her biri kendi gövdesi
üzerinde doğruldu. ResuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in de bir duruş durduğunu gördüm.
Başı ile şöyle dedi -Ebu İsmail başı ile sağa ve sola
işaret etti- sonra bana doğru geldi. Yanıma varınca: "Ey Cabir! Benim
durduğum yeri gördün mü" buyurdu. Ben:
Evet ey Allah'ın Resulü dedim. O: "O iki ağaca git, her birisindenbir dal kopar ve onları bana getir. Nihayet benim
durduğum yerde durunca sağındaki bir dalı ve solundaki bir dalı bırak"
buyurdu.
Cabir dedi ki: Ben de
kalkıp bir taş alıp o taşı kırdım ve onu keskinleştirdim. O da keskinleşti. İki
ağacın yanına gittim. Her bir ağaçtan bir dal kopardım. Sonra onları
sürükleyerek geldim ve nihayet ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
durduğu yere geldim. Sağımdaki dalı da solumdaki dalı da bırakıverdim. Sonra
O'na yetiştim ve: Yaptım ey Allah'ın Resulü! Bunun sebebi neydi dedim. O:
"Ben azap gören iki kabrin yanından geçtim. Şefaatim sayesinde o dallar
yaş kaldıkları sürece kabirde bulunanların rahata kavuşturulmasını arzu
ettim" buyurdu.
(3013) قال
فأتينا
العسكر. فقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "يا جابر!
ناد بوضوء"
فقلت: ألا
وضوء؟ ألا
وضوء؟ ألا
وضوء؟ قال
قلت: يا رسول
الله! ما وجدت
في الركب من
قطرة. وكان
رجل من
الأنصار يبرد
لرسول الله
صلى الله عليه
وسلم الماء،
في أشجاب له،
على حمارة من
جريد. قال
فقال لي
"انطلق إلى
فلان بن فلان
الأنصاري،
فانظر هل في
أشجابه من
شئ؟" قال
فانطلقت إليه
فنظرت فيها
فلم أجد فيها
إلا قطرة في
عزلاء شجب
منها، لو أني
أفرغه لشربه
يابسه. فأتيت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم فقلت: يا
رسول الله!
إني لم أجد
فيها إلا قطرة
في عزلاء شجب
منها. لو أني
أفرغه لشربه
يابسه. قال
"اذهب فأتني
به" فأتيته به.
فأخذه بيده
فجعل يتكلم بشيء
لا أدري ما هو.
ويغمزه بيديه.
ثم أعطانيه فقال
"يا جابر! ناد
بجفنة" فقلت:
يا جفنة
الركب! فأتيت
بها تحمل.
فوضعتها بين
يديه. فقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم بيده في
الجفنة هكذا.
فبسطها وفرق
بين أصابعه.
ثم وضعها في
قعر الجفنة.
وقال "خذ. يا
جابر! فصب علي.
وقل: باسم
الله" فصببت
عليه وقلت:
باسم الله.
فرأيت الماء
يفور من بين
أصابع رسول
الله صلى الله
عليه وسلم. ثم
فارت الجفنة
ودارت حتى
امتلأت. فقال
"يا جابر! ناد
من كان له حاجة
بماء" قال
فأتى الناس
فاستقوا حتى
رووا. قال
فقلت: هل بقي
أحد له حاجة.
فرفع رسول
الله صلى الله
عليه وسلم يده
من الجفنة وهي
ملأى.
(Cabir devamla) dedi ki:
Sonra ordunun yanına geldik. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Ey Cabir! Abdest suyu diye seslen" buyurdu. Ben de: Haydi abdest
suyu, haydi abdest suyu, haydi abdest suyu diye seslendim. Ey Allah'ın Resulü!
Ben kafile içerisinde bir damla su bulamadım dedim. Ensardan
bir adam da hurma dalından bir askı üzerinde kendisine ait eski tulumlarda su
soğuturdu. ResuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de bana:
"Ensardan filan oğlu filanın yanına git. Bir bak onun eski
tulumlarında bir şey var mı" buyurdu. Ben de o adamın yanına gittim.
Tulumlara baktım, orada da ancak o tulumlardan birisinin ağzında sadece bir
damla buldum. Onu boşaltmaya kalkacak olsam onu tulumun kuru tarafi içerdi. Bu sebeple RasUluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
gidip: "Ey Allah'ın RasUlü! Ben o tulumlarda
ancak onlardan birisinin ağzında tek bir damla su buldum. Eğer onu boşaltacak
olsam tulumun kuru kısmı onu içer dedim. O: "Git onu bana getir"
buyurdu. Ben de o tulumu O'na getirdim. Onu eline aldı. Ne olduğunu bilmediğim
bir şeyler söylemeye koyuldu. Bu arada elleri ile de onu sıkıştırıyordu. Sonra
onu bana verdi ve: "Ey Cabir! Büyük bir çanak getirilmesini söyle"
buyurdu. Ben de: Ey kafilenin büyük çanağı dedim. Derken taşınarak bana
getirildi. Ben de o çanağı O'nun önüne koydum. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
elini çanağa şöyle koydu. Elini yayıp parmaklarının arasını da açtı. Sonra onu
çanağın dibine koydu ve: ''Al ey Cabir! Üzerine dök ve bismillah de"
buyurdu. Ben de ona döktüm ve: Bismillah dedim. Suyun RasUluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
parmakları arasından kaynadığını gördüm. Sonra çanak taşb
ve doluncaya kadar döndü. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Ey Cabir! Suya ihtiyacı olan var mı diye seslen" buyurdu. İnsanlar
gelip kanıncaya kadar su içtiler. Sonra ihtiyacı olan kimse kaldı mı dedim.
Sonra ResuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) elini çanktan,
çanak dolu olduğu halde kaldırdı.
(3014) وشكا
الناس إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم الجوع.
فقال "عسى
الله أن
يطعمكم"
فأتينا سيف البحر.
فزخر البحر
زخرة. فألقى
دابة. فأورينا
على شقها
النار.
فاطبخنا
واشتوينا،
وأكلنا حتى
شبعنا. قال
جابر: فدخلت
أنا وفلان
وفلان، حتى عد
خمسة، في حجاج
عينها. ما
يرانا أحد.
حتى خرجنا.
فأخذنا ضلعا
من أضلاعه
فقوسناه. ثم
دعونا بأعظم
رجل في الركب،
وأعظم جمل في
الركب، وأعظم
كفل في الركب،
فدخل تحته ما
يطأطئ رأسه.
İnsanlar, ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e açlıktan da şikayet
edince O: ''Allah'ın sizi doyurocağı umulur"
buyurdu. Derken deniz kıyısına geldik. Deniz bir dalgalandı ve bir hayvan atlı.
Biz bu hayVanın yansı üzerine ateş yakbk. Hem pişirdik hem kızartlık.
Doyuncaya kadar da yedik.
Cabir dedi ki: Ben filan
ve filan -ta ki beş kişi saydı- bu hayvanın göz çukurunun içine girdik de kimse
bizi göremedi. Nihayet oradan çıkbk. Onun kaburga
kemiklerinden birisini aldık. Onu kavislendirdik. Sonra da kafilede en iri adam
ile yine kafiledeki en iri deveyi ve yine kafiledeki en büyük örtüyü istedik.
Onun albndan başını eğmeden geçti.
Diğer tahric: Ubade b. el-Velid b. Ubade b. es-Samit'in Cabir'den rivayet ettiği hadisi yalnız Müslim
rivayet etmiştir; Ka'b b. Amr
b. Abbad Ebu'l-Yeser'in hadisini İbn Mace, 2419'da -muhtasar- rivayet etmiştir
AÇIKLAMA: "Yakub b. Mücahid Ebu Hazre'den" Hazre isminde ha fethalı sonra ze
sonra re sonra yuvarlak te' dir.
Ebu'I-Yeser isminde ye harfi fethalı ve
sin iledir. Adı Ka'b b. Amr
olup Akabe beyatinde ve yirmi yaşında iken Bedir'de
bulunmuştur. Bedir'e kablanlardan en son vefat eden
kişi odur (radıyallahu anhum).
Medine'de 55 yılında vefat etmiştir.
"Bir tomar
sayfa" dımame: tomar dat
harfi kesreli olup biri diğerine kablmış tomar anlamındadır. Müslim'in bütün
nüshalarında bu şekilde kaydedildiği gibi Kadı İyaz
da bütün nüshalardan böylece nakletmiştir. Ayrıca bazı üstadlarımızın
dediklerine göre bunun doğru şekli dat harfinden önce
kesreli bir hemze ile "idbame" dir.
Kadı İyaz
dedi ki: Burada rivayette gelen bu şeklin doğru olması bana göre uzak bir
ihtimal değildir. Nitekim kitaplar için "sırarı
ve ısnare" denildiği gibi içine bir şeyin
sarıldığı şeye de "yifafe" denilir. Kadı Iyaz'ın açıklamaları bunlardır.
en-Nihaye
fi Garibi'l-Hadis'in müellifi ise "dimame" söyleyişinin idmame lahının bir söyleyişi olduğunu, sözlükte meşhur söyleyişin
hemzeli olarak "ıdmame" olduğunu
belirtmiştir.
"Ebu'l-Yeser üzerinde bir bürde ve bir meafiri vardı."
Bürde çizgili elbisedir. Bir parça küçük dörtgen bir
giyecek olduğu, bedevilerin giyindiği elbise olduğu da söylenmiştir. Çoğulu burud diye gelir.
Maafiri ise mim harfi fethalı olup o da maafir
adinda bir kasabada dokunan bir tür giyecektir. Bunun
o kasabada yerleşmiş bir kabileye nisbet olarak böyle
anıldığı da söylenir. Başındaki "mim" harfi fazla (zaid)dir.
"Kızgınlık
izleri"nde geçen "sefa: izler" sin harfi fethalı da (suf'a olarak) ötreli de söylenir. İki ayrı söyleyiştir. Fe harfi sakindir. Belirti, alamet ve değişiklik anlamına
gelir.
"Filan oğlu filan
el-Harami'nin üzerinde alacağım vardı." Kadı İyaz
dedi ki: Çoğunluk bu nisbeti ha ve ra harfleri "el-harami" diye haramoğullarına
nisbet olarak rivayet etmişlerdir. Taberi ve başkaları ise bunu ha kesreli ve ze ile (el-hizami diye) rivayet
etmiştir. İbn Mahan ise
ötreli cim ve zel ile "elcüzami"
diye rivayet etmiştir.
"Büluğa yaklaşmış bir oğlu vardı." Buradaki el-cef: büluğa yaklaşmış kişi
demektir. Yemek yiyebilecek güce sahip olan kişi olduğu, beş yaşında çocuk
olduğu da söylenmiştir.
"Annemin
karyolasına yattı." Sa'leb dedi ki: Erike: karyola cibinlik içerisindeki yatağa denilir. Tek
başına yatağa denilmez. el-Ezheri ise üzerine
yaslanıp uzandığın her bir şey erikedir demiştir.
"Ben Allah adına
yemin eder misin dedim, o Allah adına yemin ederim dedi." Birinci
"Allah" lafzının başında soru edab olmak
üzere medli bir hemze vardır. İkincisi medsizdir. Her ikisinde de son harf olan he harfi
kesrelidir, meşhur olan budur. Kadı Iyaz dedi ki: Biz
hem kesreli hem fethalı olarak birlikte rivayet etmiş bulunuyoruz. Ama Arap dil
bilginlerinin çoğunluğu kesreli söyleyişten başkasını caiz kabul etmezler
demiştir.
"Şu iki gözüm
gördü, şu iki kulağım işitti." Ve kalbinin damarına işaret etti. Buradaki
"medat" lafzında mim harfi fethalıdır. Bazı
itimad olunur nüshalarda ise bu kesreli nun ile "niyat" diye
rivayet edilmiştir. Her ikisinin de anlamı aynı olup kalbe bağlı bir damar
demektir.
"Ben ona: Amcacığım
... böylelikle senin de üzerinde bir hulle, onun da
üzerinde bir hulle olurdu dedim." Bütün
nüshalarda bu şekilde "ve alsan" diye vav
iledir. Kadı Iyaz da bütün nüshalardan ve
rivayetlerden böylece nakletmiştir. Ama ifadenin uygun ve doğru şekli "ev:
yahut" ile "evehazte: yahut alsan"
diye gelmesidir. Çünkü maksat onlardan birinin üzerine iki bürde,
diğerinin üzerinde de iki maafiri bulunmasıdır.
Hulle ise izar ve rida
olmak üzere iki örtüden ibaret olur. Dil bilginleri der ki: Hulle
ancak iki örtü (elbise)den meydana gelir. Çünkü bunların biri diğerinin üzerine
gelir. Ancak katlanmış ve dürülmüş halinden çözülen yeni elbiseye bu ismin
verileceği de söylenmiştir.
"Tek bir elbiseye
çaprazlama bürünmüş olarak namaz kılıyordu." Yani yasaklanmış olan "iştimalul samma" denilen
şekilde değil de mübah olan surette ona bürünmüştü.
Buradan, daha başka
elbiselerin bulunması ile birlikte tek bir elbise içerisinde namaz kılmanın
caiz olduğuna delil vardır. Ama daha faziletli olan imkan varsa birden
fazlasını giyinmesidir. Cabir'in bu işi yapması kendisinin de yaptığı gibi
öğretmek içindir.
"Benim yanıma senin
gibi bir ahmak kişinin girmesini istedim." Burada ahmaktan kasıt bilgisiz
demektir. Ahmakın gerçek anlamı ise çirkin olduğunu
bilmekle birlikte kendisine zarar veren iş yapan kişidir. Bu ifadelerde de
azarlamak, te' dib etmek,
öğreneni azarlayıp uyarmak için bu gibi lafızları kullanmanın caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü ahmak ve zalim lafzının ihtiva ettiği niteliklerden
büsbütün uzak kalabilen kimseler çok azdır. Bu lafızlar ise takva ve vera sahibi kimselerin te' dib edilmeyi, azarlanmayı ve ağır sözlerle hitab olunmayı hak eden kimseleri te'
dib etmek için kullandıkları lafızlardır. Onlar
başkalarının kullandıkları beyinsizce lafızlarla bu işi yapmazlar.
"İbn Tab ağacından bir
değnek" az önce şerhi geçtiği gibi defalarca daha önceden de geçmişti. Bu
da bir hurma türüdür. Urcun ise (sopa, değnek) dal demektir ..
"Korktuk" deki
"haşeana" hı harfi iledir. Cumhurun
rivayeti bu şekildedir. Bir topluluk ise bunu cim ile ceşa'ne
diye rivayet etmişlerdir. Her ikisi de sahihtir. Birincisi huşudan gelir. O da
zilletle boyun eğmek ve itaat göstermek demektir. Aynı şekilde gözleri önüne
dikmek, korkmak anlamına da gelir. İkincisi ise korkmak, irkilmek anlamına
gelir.
"Şüphesiz Allah
yüzünün karşısındadır." İlim adamları der ki: Bu, ta'zim
ettiği cihet yahut da yüzünün karşısında ta'zim
ettiği Kabe diye te'vil edilir.
"Tükürüğünü yahut
balgamını alıkoyamazsa" yani istemeyerek tükürüğü ya da balgamını
tutamazsa ...
"Bana bir abir (zaferan) gösterin ... zaferan karışımı bir koku getirdi."
Ebu Ubeyd dedi ki: Ayn harfi fethalı
be, kesreli olarak abir Araplara göre yalnızca zaferan demektir. Asmai ise zaferan ile bir araya getirilip toplanan karışık bir
kokudur. İbn Kuteybe dedi
ki: Görüşüme göre doğru açıklama ancak Asmai' nin söylediğidir.
Hı harfi fethalı
"haluk" ise zaferan ile bir araya getirilen
çeşitli kokulardan yapılan bir kokudur. Asmai'nin
açıklamasına göre abirin kendisidir. Hadisin
zahirinden anlaşılan da budur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) abir getirilmesini emir buyurmuş, haluk getirilmiştir. Eğer
aynı şeyolmasaydı emir yerine getirilmiş olmazdı.
"Koşarak
gitti" yani hızlıca koşup gitti. Bu hadiste mescitlerin ta'zim edilmesi, mescitlerin kirlerden ve benzeri şeylerden
korunması, mescitlerin kokulandırılmasının müstehap
olduğu hükümleri ile gücü yeten kimse için münkeri
eli ile değiştirmesi ve böyle bir işi dil ile de
takbih edip çirkin
olduğunu söylemesi gerektiği anlaşılmaktadır.
"Batnı Buvad gazvesi" Buvad isminde be harfi ötreli ve fethalı (bevad) diye söylenir. Vav da
şeddesizdir. Kadı Iyaz -yüce Allah'ın Rahmeti ona-
dil bilginleri der ki: Bu be harfi ötreli olarak söylenir. Muhaddislerin
çoğunluğunun rivayeti de bu şekildedir. el-Bekri de böyle kaydetmiştir. Bu da Cüheyne diyarı dağlarından bir dağdır. el-Üzri ise -yüce Allah'ın rahmeti ona- bu ismi be harfi
fethalı (bevat) diye rivayet etmiş, İbn Serrac da bunun sahih
olduğunu söylemiştir.
"el-Mecdi b. Amr'ı takib ediyordu." el-Mecdi nisbetinde mim harfi fethalı, cim sakindir. Bizdeki bütün
nüshalarda böyledir. Kadı Iyaz da genel olarak ravilerden ve nüshalardan böylece nakletmiş ve: Bazılarında
ise mim yerine nun ile "en-Necdi"
diye geçmekte ise de bilinen birinci şekildir. Hattabi'nin
ve başkalarının zikrettiği de odur demiştir.
"Nadıh: su çeken deve" üzerine su yükletilen deve
demektir.
Ukbe: nöbetleşmek de ayn harfi ötrelidir. Bu da birisinin bir süre diğerinin bir
süre nöbetleşe binmek anlamındadır. Kitabul Ayn sahibi ise bu iki fersahlık bir mesafe binmeye denilir.
"Su çeken bir
deveye bizden beş ... nöbetleşe binerdi." Bu şekilde çoğunluğun
rivayetinde ye harfi fethalı, kaf ötreli "ye'kubuhu: o deveye nöbetleşe binerdi" şeklindedir.
Bazılarında ise te harfi ziyadesi ve kesreli kaf ile "ye'tekibuhu"
diye kaydedilmiştir. Her ikisi de doğrudur. Çünkü akabe
ve i'takebe ve teakebe
şekillerinin hepsini kullanmak doğrudur.
"Deh, Allah'ın
laneti sana olsun:.' buradaki "şe: deh"
lafzı şin ve sonrasında hemze iledir. Diyarımızdaki nüshalarda
bu şekildedir. Kadı Iyaz -yüce Allah'ın rahmeti ona- ravilerin bunda ihtilaf ettiklerini, bazılarının burada
zikrettiğimiz gibi "şin" ile rivayet
ederken bazıları da mim ile rivayet etmişler ve her ikisi de develere söylenen
bir sözdür demişlerdir. Nitekim devenin yürütülmek istenmesi halini anlatmak
için "şe şee" ve
-sin harfi ile "se see"
denilir. el-Cevheri dedi ki: Eşeği çağırdım anlamında sesetu
bil himar denilir. Aynı zamanda te
harfi ve şin ile tuşu tuşu
de denilir.
Bu hadiste hayvanlara lanet
okumak nehyedilmektedir. Bunun ile Egili açıklama sahibi tarafından lanetlenen deveden ayrılma
emri ile birlikte daha önce geçmiş bulunmaktadır.
"Nihayet yatsı
vakti olunca" burada (yatsı vakti anlamında) rivayet küçültme ismi birinci
ye sakin, son ye şeddesiz olmak üzere "uşey şiyeh" diye kaydedilmiştir. Sibeveyh
dedi ki: Bu küçültme ismini büyüitme ismine uygun
olmayan bir şekilde yapmışlardır. Aslı ise "uşeyye"
gelmesi gerekirken bu iki ye’DEN birisini şin'e değiştirmişlerdir.
"Havzı düzeltmek" den kasıt, çamur ile sıvayıp onu
ıslah etmek demektir. "Havza bir kova su çektik." Buradaki "secn" sin harfi fethalı, cim harfi sakin, dolu kova
demektir. Daha önce defalarca açıklandı.
"Onu dolduruncaya
kadar" bu şekilde bütün nüshalarımızda "efhaknahu"
şeklindedir. Kadı Iyaz da bunu cumhurdan böylece
zikretmiş ve şöyle demiştir: Semerkandi'nin
rivayetinde sad ile esfaknahu
şeklindedir. el-Humeydi de el-Cem Beyne Sahihayn'de Müslim'in rivayetinden böylece zikretmiştir.
Her ikisi de onu doldurduk anlamındadır.
"Bana izin veriyor
musunuz buyurdu. Biz evet dedik." Bu onun tarafından ümmetine şer'i adabı veraı ihtiyatı ve benzer durumlarda izin istemeyi
öğretmektir. Bununla birlikte ikisinin de razı olduğunu, onlar da zaten
öncelikle Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) için, sonra da arkasından
gelecekler için bunu beklediklerini de biliyordu.
"Devesini saldı, o
da su içti. Sonra yularını çekti, bacaklarını dikti ve bevletti."
Burada "eşraa: içmesi için başını suya
götürmesine müsaade etti. Şenaka ve eşnaka ise devenin üzerinde bulunan kimsenin yularını çekip
alıkoyması anlamındadır. İbn Dureyd
dedi ki: Bu, başı deve üzerindeki semerin ön tarafına yaklaşıncaya kadar
yularını çekmek demektir.
"Feşeccet: Bacaklarını açtı" hepsi de fethalı ve
şeddesiz fe, şin ve cim
harfleri iledir. Burada fe harfi asli bir harfiir. Nitekim deve bevletmek
için bacaklarını açtığı zaman "feşecel bair" denilir. Şin harfi
şeddeli olarak "feşşece" ise şeddesiz
halinden daha fazla açmayı anlatır. Bu açıklamayı el-Ezheri
ve başkaları yapmıştır. Bizim sözünü ettiğimiz bu şekli ile bu kelimenin zaptı
sahih olan ve bütün nüshalarda bulunan şekildir. Hattabi,
Herevı ve onların dışında Garibu'l-hadis
alimlerinin zikrettikleri şekilde budur. el-Humeydi
ise el-Cem Beyne Sahihayn adlı eserinde cim harfi
şeddeli olarak "feşeccet" diye rivayet
etmiştir. Bu durumda fe harfi atıf için fazladan
gelmiş olur. elHumeydi ise Garibul
Cem Beyne Sahihayn adlı eserinde bunu açıklayarak bu:
İçmesini kesti demektir. Bu da Arapların yürüyerek tehlikeli bir geçidin
geçilmesi halinde kullanılan şecectu el-nefazete: geçidi geçtim ifadelerinden alınmıştır.
Kadı Iyaz
dedi ki: el-Uzri'nin rivayetinde peltek se ve cim ile "fesecet"
diye kaydedilmiş ve bu rivayetinde Humeydi'nin
rivayetinin de bir anlamı yoktur. Hatta bazıları şin
ve cim harflerinin aynı kelimede arka arkaya gelmelerini kabul etmemiş, doğru
halinin "feşehat" olduğunu söylemişlerdir.
Bu da arapların ağzını açtı anlamında "şeha fahu" tabirlerinden
alınmıştır. Bu da {bacaklarını} açtı anlamına gelir. Kadı Iyaz'ın
açıklamaları bunlardır. Ama sahih olan bizim genel olarak nüshalardan
kaydettiğimiz şekildir. Aynı za- . manda el-Humeydi'nin zikrettiği şekil de doğrudur, Allah en iyi
bilendir.
"Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) havza geldi ve ondan abdest aldı." Burada
develerin ve benzeri temiz hayvanların içtiği sudan abdest almanın caiz olup
bunda kerahet bulunmadığına delildir. Velev ki iki kulleden
az olsun. Mezhebimizde de hüküm böyledir.
"Saçakları
olan" yani etrafında çevresinde saçakları bulunan demektir.
Bunun tekili zel harfleri kesreli olarak "zibzib"
diye gelir. Çünkü kişi yürüdüğü yani hareket ettiği zaman onun üzerinde bu
saçaklar hareket eder ve sallanır.
"Onu boynumla
tuttum." Yani üzerinden düşmemesi için boynumu üzerine eğdim.
"RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sol tarafında durdum ... " Hadisin bu
kısmından çeşitli hükümler anlaşılmaktadır:
1. Namazda az işin caiz
olduğu ve ihtiyaç için yapılması halinde mekruh olmadığı, ihtiyaç yoksa da
mekruh olduğu anlaşılmaktadır.
2. İmama uyan bir kişi
ise imamın sağında durur. Solunda durursa imam onu sağına getirir.
3. İmama uyanlar iki
kişi olurlarsa üç kişi ya da daha fazla oldukları gibi imamın arkasında bir saf
olurlar. İbn Mesud ve iki
arkadaşı dışında bütün ilim adamlarının görüşü budur. Orilar
ise iki kişi, onun yanlarında durur demişlerdir.
"O da beni
gözlüyordu." Yani ardı arkasına bana bakıyordu.
"Eğer dar ise onu
belin üzerine bağla." Buradaki "hakveke:
beline" ha harfi fethalı ve kesreli "hiku"
diye kullanılır. İzarın (peştemalin)
bağlandığı yerdir. Burada maksat ise göbeğe ulaşmasıdır.
Burada tek bir elbise
ile namaz kılmanın caiz olduğu ve peştemalini
bağlamış olması halinde onunla namaz kılabileceği anlaşılmaktadır. Yeterki bu peştemal göbek çukuru
ile diz kapakları arasını örtsün. Bu durumda namazı sahihtir. Bir damın
üzerinde ve benzeri bir yerde olması halinde olduğu gibi alt taraftan avreti
görülecek dahi olsa, bunun ona zararı olmaz.
"Her gün her
birimizin gıdası bir hurma idi. Onu emerdi." Buradan da Ashab-ı Kiram'ın çektikleri geçim
darlığı, Allah yolunda ve O'na itaat uğrunda buna ne kadar sabrettikleri
anlaşılmaktadır.
"Yaylarımızla
yaprak silkelerdik." Kisi: kevs:
yayın çoğuludur. Nehtebitu: yaprak silkelerdik"
yapraklarını düşürüp onları yiyelim diye ağaçlara vururduk.
"Ağızlarımız yara
oldu." Yaprakların sertliğinden ve hararetinden yaralar açıldı.
"Yemin ederim bir
gün hurmalar payedilince bir gün bir adama sehven payı
verilmedL" Burada "uksimu:
yemin ederim" demektir.
"Uhtiehe: sehven ona verilmedi" yani payını alamadı. Bu
da şu demektir: Hurmaları aralarında paylaştıran bir paylaştırıcı vardı. Her
gün her bir kişiye bir hurma veİiyordu. Günlerden
birisinde paylaştırırken birisini unuttu. Ona hakkı olan hurmayı vermedi. Ona
payını verdiğini zannetmişti. Bu hususta anlaşmazlığa düştüler. Biz de onun
lehine payının verilmediğine dair şahitlik edince bundan sonra payı ona
verildi.
"Nemaşuhu: Onu aşırı zayıflıktan ve yorgunluktan ötürü
kaldırıp ayakta durdurduk" demektir. Bana göre bunun anlamı iddiasında onu
tuttuk ve onun lehine şahitlik ettik olması daha uygundur.
Bu ifadelerden onların
ne kadar sabırlı olduklarına dair delil bulunduğu gibi etrafı kuşatılmış bir kimsenin
olumsuz iddiasına dair şahitlikte bulunmanın caiz olduğu da anlaşılmaktadır.
"Geniş bir vadiye
konakladık." Efyah fe
harfi ile geniş demektir. "Boynuna halka takılmış deve gibi onunla
birlikte gitti. Burada "mahşuş: halka
takılmış" hı ve şin harfleri iledir. Burnuna hişaş takılan demektir ki bu da zaptedilmesi
zor olan devenin burnuna bir çubuk takılıp boyun eğmesi ve uyması için o çubuğa
da ip bağlanması demektir. Bazen de serkeş olduğundan dolayı dirençli olabilir.
İşte bu çubuk ona sert gelip acı verecek olursa bir dereceye kadar itaatkarlık
eder. Bundan dolayı "kendisini çekene itaat eden" demiştir.
Bu anlatılanlarda Resulutlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu apaçık mucizeleri vardır.
"Nihayet her iki
ağacın ortasına gelince onları birbirlerine yaklaştırdı." Mim ve sad harfleri fethalı olmak üzere "mensaf"
mesafenin ortası demektir. Fethalı söyleneceklerini açıkça ifade edenler
arasında Cevheri ve başkaları vardır.
"Leeme" maksur ve memdub hemze ile söylenir. Her ikisi de sahihtir.
İkisini bir araya
getirdi, bir araya topladı demektir. Bazı nüshalarda ise hemzesiz
"lame" şeklindedir. Kadı Iyaz ve başkaları
bu bir tashiftir demişlerdir.
"Hızlıca
koştum." Buradaki uhdiru hemze ötreli, ha sakin,
dat kesreli olup koştum ve oldukça hızlı yürüdüm
demektir.
"Bir ara O'na doğru
baktım" lefte bir tarafa bakmak demektir. Lam harfi fethalıdır. Bazı raviler "fehanet"
lafzını lam ile "fehMet" diye rivayet
etmişlerdir. Meşhur olan rivayet nun iledir. Her
ikisi de zaman, hal, vakit anlamındadır. Yani gördüm, denk geldi, oldu gibi
anlamları vardır.
"Ebu İsmail işaret etti." Bazı nüshalarda İbn İsmail'dir. İkisi de sahihtir.
Çünkü o Hatim b.
İsmail'dir, künyesi Ebu İsmail'dir.
"Bir taş alıp onu
kırdım ve keskinleştirdim. O da keskinleşti..." Burada hasera:
keskinleştirmek ve keskinliğini engelleyen şeyleri ondan uzaklaştırmak ve
böylelikle onunla ağaç dallarını kesme imkanını verecek hale getirmek demektir.
Aynı zamanda "fenzeleka" lafzının anlamı da
budur. Yani o da keskin bir hale geldi.
el-Herevı
ve ona tabi olanlar "haseltühü: onu
keskinleştirdim" fiilindeki zamirin dal'a ait olduğUnu
söylemişlerdir. Yani ben ağaç dallarından bir ağacı hasr
ettim. Bu da taş ile onun kabuğunu soydum anlamındadır. Kadı İyaz el-Herevi'nin ve ona tabi
olanların bu açıklamalarını kabul etmeyerek ifadelerin akışı buna uygun
değildir. Çünkü o önce taşı keskinleştirmiş sonra ağacın yanına gidip iki dal
koparmıştır. Bu da hadisin lafzında gayet açıktır. Ayrıca o: "Ben onu
keskinleştirdim o da keskinleşti" demiştir. Bu durumda keskinleşmek ile
nitelendirilen dal değil taştır. Doğrusu ise bu fiilin "haseral hacİ': taşı
keskinleştirdi" tabirinden gelmesidir. Hattabi
de böyle demiştir.
Şunu da bilelim ki
"fehasertuhu: onu keskinleştirdim" ifadesi
sin iledir.
Bütün nüshalarda bu
şekildedir. Aynı şekilde el-Cem Beyne Sahihayn'de Hattabi'nin ve Herevi'nin kitabı
ile bütün garibu'l-hadis kitaplarında böyledir. Kadı Iyaz bunun bütün üstadlarının bu
kelimeyi şin harfi ile rivayet ettiklerini ileri
sürmüş, bunun daha sahih olduğunu iddia etmiş olmakla birlikte durum dediği
gibi değildir. Allah en iyi bilendir.
"Ensardan bir adam, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e su
serinletiyordu ... " Burada geçen "eşcab"
şecb'in çoğulu olup bu da oldukça eskimiş ve
yıpranmış su kırbası demektir. Kuru anlamında "şacib"
denilir. Kelime helak anlamındaki "eşşecb"den
gelmektedir. İbn Abbas (radıyallahu
anhuma)'nın:
"Bir şecbe: eskimiş bir kırbaya kalktı ve ondan su döküp abdest
aldı" şeklindeki hadisinde de bu anlamdadır. Yine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Onun eski
kırbalarında herhangi bir şey var mı bir bak" buyruğu da bunun gibidir.
el-Mazeri ve başkalarının söyledikleri burada "eşcab" den kasıt ise kırbanın üzerine asıldığı
değneklerdir şeklindeki açıklaması burada geçen "hurma dalından bir sopa
üzerinde ... soğuttuğu" ifadesi dolayısıyla yanlıştır.
Hı harfi kesreli, mim
şeddeli ve re harfi ile "elhimare" ise su
kırbalarının üzerine asıldığı çubuklara / sopalara denilir.
Kadı Iyaz
dedi ki: Bazı raviler bu kelimeyi sonunda yuvarlak te olmaksızın "himar"
diye kaydetmişlerdir. Cumhurun rivayeti ise sonunda yuvarlak te iledir. Her ikisi de sahihtir. Her ikisinin de anlamı
dediğimiz gibidir.
"Ben o kırbalarda
ancak ... buldum." Katreden kasıt çok az miktar demektir. Ayn harfi fethalı ze sakin ve
sonu medli olarak "el-azla" ise kırbanın
ağzı anlamındadır. "Kuru kısmı onu içer" ifadesi de şu demektir. O su
oldukça azdır. Oldukça az olmakla birlikte kırbanın diğer kısmı kurudur. O suyu
boşaltmaya kalkacak olursak kırbanın kuru kısmı onu içer ve ondan hiçbir şeyaşağıya inmez.
"Elleri ile onu
sıkıştırıyordu." Bazı nüshalarda ise "elleri ile" değil de tekil
olarak "eli ile" kaydedilmiştir.
"Bir çömleğin
getirilmesini iste ... " Yani ey kafilenin çömleğinin sorumlusu, getir.
Bilindiğinden ötürü muzaf hazfedilmiştir. Cefnenin kendisine ise seslenilmez. Bu da ey kafile yi
doyuran çömleğin sorumlusu kişi onu getir demektir. Bunun da anlamı yanında bu
niteliğe sahip çömlek bulunan kişi onu getirsin demektir.
"Denizin kıyısına
vardık. .. " sifulbahr: denizin kıyısı, sahili
demektir. Zehara ise yüksek dalgalarla dalgalandı
demektir.
"Hicac" hı harfi kesreli ve fethalı (hacac) diye de söylenir. Gözünün etrafındaki yuvarlak kemik
demektir ..
"Sonra kafiledeki
en iri adam!. .. çağırdık." Kaf harfi kesreli, fe
harfi sakin "kifl" burada cumhurun dediğine
göre deveye binen kimsenin düşmemesi için devenin hörgücü üzerine koyduğu ve
böylelikle biniciyi koruyan örtüdür.
el-Herevı
dedi ki: el-Ezheri dedi ki: Yüce Allah'ın: "Size
rahmetinden iki kat (kifleyn) versin" (Hadid, 28) buyruğu da buradan türemiştir ki sizi helak
olmaktan koruyacak iki pay demektir. Tıpkı kifl
denilen örtünün deve binicisini koruduğu gibi. Yine aynı kökten gelmek üzere
"tekeffeltülbair ve ekfeltuhu"
denilir ki bu da böyle bir örtüyü devenin hörgücü etrafında çevirip sonra
binmeyi anlatmak için kullanılır. Bu örtüye de kaf
harfi kesreli, fe harfi sakin olarak "kifl" denilir.
Kadı Iyaz
dedi ki: bazı raviler bunu "kef"
ve "ve" harfleri fethalı olarak (kefel
diye) zaptetmiş iseler de sahih olanı birincisidir.
"En iri adam"
ifadesine gelince çoğunluğun rivayetinde "racul"
kelimesi cim iledir. Daha sahih olan da budur. Bazıları ise bunu ha ile "rahı" diye rivayet etmişlerdir. Nitekim Buhari'nin ravileri de bu
kelimeyi bu iki şekilde rivayet etmiştir. (Rahl
devenin üzerinde eğer takımının bulunması halidir).
Bu hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çok açık mucizeleri vardır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
20- HİCRET HADİSİ
-Kİ BUNA GÖç HADİSİ DE DENİLİR- HAKKINDA BİR BAB