SAHİH-İ MÜSLİM |
ZÜHD |
19- CABİR (R.A.)'IN
UZUNCA HADİSİ VE EBU'L-YESER KISSASI BABI
7437-74/1- Bize Harun b. Marufve Muhammed b. Abbad -hadisin lafzı
itibari ile ifadeleri birbirine yakın olup anlatım Harun'a aittir- tahdis edip
dediler ki: Bize Hatim b. İsmail, Yakub b. Mücahid Ebu Hazre'den tahdis etti, o
Ubade b. el-Velid b. Ubade b. es-Samid’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Ben ve
babam ensardan şu kabile arasında -ölüp gitmeden önce- ilim öğrenelim diye
çıktık. İlk karşılaştığımız kişi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ashabından Ebu'l Yeser oldu. Beraberinde de bir kölesi vardı. Onunla birlikte
sahifelerden bir tomar vardı. Ebu'l Yeser üzerinde bir burde ve' bir maafiri
vardı. Kölesi üzerinde de aynı şekilde bir burde ve bir maafiri vardı. Babam
ona: Amcacığım ben senin yüzünde kızgınlığın izlerini görüyorum dedi. O, evet
benim filanoğlu filan el-Harami'nin üzerinde bir mal alacağım vardı. Onun aile
halkına gittim selam verdim ve: O burada mı dedim. Onlar hayır dediler. Yanına
büluğ yaşına yaklaşmış bir oğlu çıktı. Ona baban nerede dedim. O: Senin sesini
işitince annemin karyolasına giriverdi dedi. Bunun üzerine ben: Yanıma çık,
nerede olduğunu öğrendim dedim. Ben: Benden saklanmana seni iten sebep ne
dedim. O: Ben Allah'a yemin ederim sana anlatacağım sonra da yalan
söylemeyeceğIm. Allah'a yemin olsun ki seninle konuşup sana yalan söylemekten,
sana söz verip verdiğim sözde durmamaktan Allah'tan korkarım. Sen Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından idin. Allah'a yemin olsun ki ben
ödeme imkanına sahip değilim dedi.
Ben: Allah adına yemin
eder misin dedim. O: Allah adına yemin ederim dedi. Ben: Allah adına yemin eder
misin dedim. O: Allah adına yemin ederim dedi. Ben: Allah adına yemin eder
misin dedim. O: Allah adına yemin ederim dedi.
Sonra sayfasını
(senedini) getirdi, babam onu eli ile sildi. Sonra da: Eğer ödeyecek bir
şeylerin olursa bana öde dedi. Değilse sana helal olsun -iki parmağını
gözlerinin üzerine koyarak- şu iki gözümün gördüğüne, şu iki kulağımın
işittiğine ve -kalbinin damarına da işaret ederek- bu kalbimin de bunu
bellediğine şahitlik ederek söylüyorum ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Kim ödeme zorluğu çeken birisine
mühlet verse yahut ondan (borcunu) indirse Allah onu kendi gölgesinde
gölgelendirir. "
(Ubade) dedi ki: Bunun
üzerine ona ben şöyle dedim: Amcacığım. Sen kölenin burdesini alıp ona maafiri
elbise ni versen yahut onun maafiri elbisesini alıp ona kendi burdeni versen
böylelikle senin üzerinde de bir hulle (altlı üstlü bir takım), onun üzerinde
de bir hulle olurdu dedim. Bunun üzerine başımı sildi ve şöyle dedi: Allah'ım
sen bunu Mübarek kıL. Kardeşimin oğlu şu iki gözüm gördü: şu iki kulağım
işitti, şu kalbim de -kalbinin ana damarına işaret ederek- şunu belledi ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Onlara
yediklerinizden yedirin, onlara giydiklerinizden giydirin" benim ona dünya
metaından verdiğim benim için onun kıyamet gününde hasenatımdan almasından daha
hafiftir.
Sonra kalkıp gittik.
Nihayet Cabir b. Abdullah'a kendi mescidinde iken bir elbise ile giyinmiş ona
bürünmüş olduğu halde namaz kılınmakta iken . gittik. Orada bulunanları geçtim
ve nihayet kendisi ile kıble arasında oturdum ve: Allah'ın rahmeti üzerine
olsun. Senin ridan yanıbaşında duruyorken bir elbiseye bürünmüş olduğun halde
mi namaz kılıyorsun dedim. O eli ile göğsüme şöyle yaptı ve parmaklarının
arasını açarak genişletti: Senin gibi bir ahmakın yanıma girip benim nasıl
yaptığımı görmesi onun da bunun aynısını yapmasını istediğim için böyle yaptım
dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu mescidimizde bize gelmişti.
Elinde de İbn Tab hurmasından bir sopa vardı. Mescidin kıblesinde bir balgam
gördü. Elindeki değnek ile onu kazıdı. Sonra bize dönerek: "Hanginiz
Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini arzu eder" dedi. Biz: Gerçekten
korktuk. Sonra yine: "Hanginiz Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini arzu
eder." Biz korktuk. Tekrar: "Hanginiz Allah'ın kendisinden yüz
çevirmesini arzu eder" buyurdu. Biz: Hiçbirimiz ey Allah'ın Rasulü dedik.
Şöyle buyurdu: "Biriniz kalkıp namaza durduğu zaman şüphesiz şanı Mübarek
ve yüce Allah da onun yüzünün karşısındadır. Bu sebeple kimse yüzünün
doğrultusunda da sağına da sakın tükürmesin. Sol tarafına, sol ayağının altına
tükürsün. Eğer tükürüğünü (yahut balgamını) alıkoyamayacak olursa elbisesi ile
şöyle yapsın" buyurdu. Sonra da elbisesinin bir kısmını diğerinin üzerine
katladı ve: "Bana bir abir (zaferan) gösterin" buyurdu. Oradakilerden
bir genç kalkıp hızlıca ailesinin yanına koşarak gitti ve avucunda zaferan
karışımı bir koku getirip geldi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O
kokuyu alıp değneğin ucuna koydu. Sonra da onu o balgamın izi üzerine sürdü.
Cabir dedi ki: Sizin
mescitlerinize zaferanlı koku sürmeniz oradandır. Batnı Buvat gazvesinde
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola gittik. O sırada
kendisi el-Mecdi b. Amr el-Cüheni'yi takip ediyordu. Su taşıyan deveye bizden
beş, alb ve yedi kişi nöbetleşe biniyordu. Derken ensardan bir adamın sırası
kendisinin su taşıyan devesine döndü. Onu çöktürüp ona bindi. Sonra onu çöktüğü
yerden kaldırınca bir süre durakladı, gitmek istemedi. Bunun üzerine deveye:
"Deh, Allah'ın laneti üzerine olsun" dedi.
Bu sefer Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Devesine lanet okuyan bu kişi kim"
buyurdu. Adam: Benim ey Allah'ın Rasulü deyince Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Ondan in. Lanetlenmiş birisi ile bizimle birlikte arkadaşlık
etme. Kendinize beddua etmeyin, çocuklarınıza beddua etmeyin, mallarınıza
beddua etmeyin. Böylelikle Allah'ın bir şeyin verilmesinin istendiği bir ana
denk gelirsiniz de sizin duanız kabul olunmuş olur" buyurdu.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte yürüdük. Nihayet yatsı vakti geİince Arap
sularından bir suya yaklaştık. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bizden önce gidip
de havzı ıslah edip düzeltecek, kendisi de oradan su içip bizim de içmemizi
sağlayacak bir adam var mı" buyurdu. Cabir dedi ki: Ben ayağa kalkarak işte
bir adam ey Allah'ın Rasulü dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Cabir ile birlikte hangi adam gider" buyurdu. Bu sefer Cebbar b.
Saht ayağa kalktı. Böylelikle kuyuya gittik. Havza bir ya da iki kova çekip
boşalttıktan sonra etrafını taşla ördük. Sonra da onu dolduruncaya kadar su
çektik. Yanımıza ilk çıkıp gelen Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oldu.
O: "İzin verir misiniz" buyurdu. Biz evet ey Allah'ın Rasulü dedik. O
da devesinin yularını gevşetince deve su içti. Sonra yularını kıstı. O da
bacaklarını açıp bevletti. Sonra onu başka tarafa götürürek çöktürdü. Sonra
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) havza gelip ondan abdest aldı. Sonra
ben de kalkıp Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in abdest aldığı yerden
abdest aldım. Cebbar b. Sahr ise ihtiyacını görmek için gitti. RasUlullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaz kılmak üzere ayağa kalktı. Benim üzerimde
bir burde vardı. İki ucunu çaprazlama üzerime atmak istedim. Fakat bana
yetişmedi. Onun saçakları vardı. Onu ters çevirdikten sonra yine uçlarını
çaprazlama attım. Sonra da onu boynumla tuttum. Arkasından geldim ve Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in solunda durdum. O elimden tutup beni çevirdi
ve sağ tarafına durdurdu. Sonra Cebbar b. Sahr gelip abdest aldı. O da gelip
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in solunda durdu. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) her ikimizin elinden tutup bizi geri itti ve
arkasında bizi durdurdu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ben fark
etmeden beni gözetlemeye başladı. Sonra beni gözetlediğini farkettim. Eli ile
şu şekilde yaptı. Yani belini bağla demek istedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) namazı bitirince: "Ey Cabir!" buyurdu. Ben: buyur ey
Allah'ın Rasulü, emrine hazırım dedim. O: "Eğer elbisen geniş ise uçlarını
çaprazlama at. Şayet dar ise onu beline bağla" buyurdu.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola koyulduk. Bizden her bir adamın günlük
yiyeceği tek bir hurma idi. Onu emer sonra elbisesinin bir tarafına bağlardı.
Yaylarımızla yaprak silker ve yerdik. Hatta ağızlarımız yara oldu. Yemin ederim
bir gün hurma paylaştırdırken bir adama sehven verilmedi. Biz de gidip onu
ayakta durdurmaya çalıştık. Ona payının verilmediğine tanıklık edince, payı ona
verildi ve kalkıp onu aldı.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte yürüdük. Nihayet genişçe bir vadide konakladık.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihtiyacını görmek üzere gitti. Ben de
bir matara su ile arkasından gittim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
etrafına bakındı ama arkasında gizleneceği bir şey görmedi. Derken vadinin
kıyılarında iki ağaç görüverdi. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki
ağaçtan birisinin yanına gitti ve dallarından bir dalı yakalayıp:
"Allah'ın izni ile
bana uy" buyurdu. Burnuna halka takınmış kendisini çekene itaat eden bir
deve gibi ona uydu. Sonra öbür ağacın yanına gitti. Onun da dallarından bir dal
alıp: "Yüce Allah'ın izni ile bana uy" buyurdu. Ağaç da O'na aynı
şekilde itaat etti. Nihayet her ikisi arasında tam orta yere gelince ikisini
bir araya getirdi. -Yani onları bir araya topladı- ve: "Allah'ın izni ile
benim üzerime kapanın" buyurdu. Her biri diğerine kapandı.
Cabir dedi ki:
ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), benim yakın oluşumu fark edince
uzaklaşıp -Muhammed b. Abbad: feyebtaide yerine feyetebe'ade dedi- hızlıca
koşmaya başladım. Sonra oturup kendi kendime (içimden) konuşmaya başladım.
Tesadüfen gözüm bir yere bakınca ResuluIlah -(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
gelmekte olduğunu görüverdim. İki ağacın da ayrıldıklarını gördüm. O ağaçların
her biri kendi gövdesi üzerinde doğruldu. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in de bir duruş durduğunu gördüm. Başı ile şöyle dedi -Ebu İsmail başı
ile sağa ve sola işaret etti- sonra bana doğru geldi. Ya-
. nıma varınca: "Ey
Cabir! Benim durduğum yeri gördün mü" buyurdu. Ben:
Evet ey Allah'ın Resulü
dedim. O: "O iki ağaca git, her birisindenbir dal kopar ve onları bana
getir. Nihayet benim durduğum yerde durunca sağındaki bir dalı ve solundaki bir
dalı bırak" buyurdu.
Cabir dedi ki: Ben de
kalkıp bir taş alıp o taşı kırdım ve onu keskinleştirdim. O da keskinleşti. İki
ağacın yanına gittim. Her bir ağaçtan bir dal kopardım. Sonra onları
sürükleyerek geldim ve nihayet ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
durduğu yere geldim. Sağımdaki dalı da solumdaki dalı da bırakıverdim. Sonra
O'na yetiştim ve: Yaptım ey Allah'ın Resulü! Bunun sebebi neydi dedim. O:
"Ben azap gören iki kabrin yanından geçtim. Şefaatim sayesinde o dallar
yaş kaldıkları sürece kabirde bulunanların rahata kavuşturulmasını arzu
ettim" buyurdu.
(Cabir devamla) dedi ki:
Sonra ordunun yanına geldik. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey
Cabir! Abdest suyu diye seslen" buyurdu. Ben de: Haydi abdest suyu, haydi
abdest suyu, haydi abdest suyu diye seslendim. Ey Allah'ın Resulü! Ben kafile
içerisinde bir damla su bulamadım dedim. Ensardan bir adam da hurma dalından
bir askı üzerinde kendisine ait eski tulumlarda su soğuturdu. ResuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de bana:
"Ensardan filan
oğlu filanın yanına git. Bir bak onun eski tulumlarında bir şey var mı"
buyurdu. Ben de o adamın yanına gittim. Tulumlara baktım, orada da ancak o
tulumlardan birisinin ağzında sadece bir damla buldum. Onu boşaltmaya kalkacak
olsam onu tulumun kuru tarafi içerdi. Bu sebeple RasUluIlah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e gidip: "Ey Allah'ın RasUlü! Ben o tulumlarda ancak onlardan
birisinin ağzında tek bir damla su buldum. Eğer onu boşaltacak olsam tulumun
kuru kısmı onu içer dedim. O: "Git onu bana getir" buyurdu. Ben de o
tulumu O'na getirdim. Onu eline aldı. Ne olduğunu bilmediğim bir şeyler
söylemeye koyuldu. Bu arada elleri ile de onu sıkıştırıyordu. Sonra onu bana
verdi ve: "Ey Cabir! Büyük bir çanak getirilmesini söyle" buyurdu.
Ben de: Ey kafilenin büyük çanağı dedim. Derken taşınarak bana getirildi. Ben
de o çanağı O'nun önüne koydum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elini
çanağa şöyle koydu. Elini yayıp parmaklarının arasını da açtı. Sonra onu
çanağın dibine koydu ve: ''Al ey Cabir! Üzerine dök ve bismillah de"
buyurdu. Ben de ona döktüm ve: Bismillah dedim. Suyun RasUluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in parmakları arasından kaynadığını gördüm. Sonra çanak taşb
ve doluncaya kadar döndü. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Cabir!
Suya ihtiyacı olan var mı diye seslen" buyurdu. İnsanlar gelip kanıncaya
kadar su içtiler. Sonra ihtiyacı olan kimse kaldı mı dedim. Sonra ResuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) elini çanktan, çanak dolu olduğu halde kaldırdı.
İnsanlar, ResuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e açlıktan da şikayet edince O: ''Allah'ın sizi
doyurocağı umulur" buyurdu. Derken deniz kıyısına geldik. Deniz bir
dalgalandı ve bir hayvan atlı. Biz bu hayVanın yansı üzerine ateş yakbk. Hem
pişirdik hem kızartlık. Doyuncaya kadar da yedik.
Cabir dedi ki: Ben filan
ve filan -ta ki beş kişi saydı- bu hayvanın göz çukurunun içine girdik de kimse
bizi göremedi. Nihayet oradan çıkbk. Onun kaburga kemiklerinden birisini aldık.
Onu kavislendirdik. Sonra da kafilede en iri adam ile yine kafiledeki en iri
deveyi ve yine kafiledeki en büyük örtüyü istedik. Onun albndan başını eğmeden
geçti.
Diğer tahric: Ubade b.
el-Velid b. Ubade b. es-Samit'in Cabir'den rivayet ettiği hadisi yalnız Müslim
rivayet etmiştir; Ka'b b. Amr b. Abbad Ebu'l-Yeser'in hadisini İbn Mace,
2419'da -muhtasar- rivayet etmiştir
AÇIKLAMA: "Yakub
b. Mücahid Ebu Hazre'den" Hazre isminde ha fethalı sonra ze sonra re sonra
yuvarlak te' dir.
Ebu'I-Yeser isminde ye
harfi fethalı ve sin iledir. Adı Ka'b b. Amr olup Akabe beyatinde ve yirmi
yaşında iken Bedir'de bulunmuştur. Bedir'e kablanlardan en son vefat eden kişi
odur (radıyallahu anhum). Medine'de 55 yılında vefat etmiştir.
"Bir tomar
sayfa" dımame: tomar dat harfi kesreli olup biri diğerine kablmış tomar
anlamındadır. Müslim'in bütün nüshalarında bu şekilde kaydedildiği gibi Kadı
İyaz da bütün nüshalardan böylece nakletmiştir. Ayrıca bazı üstadlarımızın
dediklerine göre bunun doğru şekli dat harfinden önce kesreli bir hemze ile
"idbame" dir.
Kadı İyaz dedi ki:
Burada rivayette gelen bu şeklin doğru olması bana göre uzak bir ihtimal
değildir. Nitekim kitaplar için "sırarı ve ısnare" denildiği gibi
içine bir şeyin sarıldığı şeye de "yifafe" denilir. Kadı Iyaz'ın
açıklamaları bunlardır.
en-Nihaye fi
Garibi'l-Hadis'in müellifi ise "dimame" söyleyişinin idmame lahının
bir söyleyişi olduğunu, sözlükte meşhur söyleyişin hemzeli olarak
"ıdmame" olduğunu belirtmiştir.
"Ebu'l-Yeser
üzerinde bir bürde ve bir meafiri vardı." Bürde çizgili elbisedir. Bir
parça küçük dörtgen bir giyecek olduğu, bedevilerin giyindiği elbise olduğu da
söylenmiştir. Çoğulu burud diye gelir.
Maafiri ise mim harfi
fethalı olup o da maafir adinda bir kasabada dokunan bir tür giyecektir. Bunun
o kasabada yerleşmiş bir kabileye nisbet olarak böyle anıldığı da söylenir.
Başındaki "mim" harfi fazla (zaid)dir.
"Kızgınlık
izleri"nde geçen "sefa: izler" sin harfi fethalı da (suf'a
olarak) ötreli de söylenir. İki ayrı söyleyiştir. Fe harfi sakindir. Belirti,
alamet ve değişiklik anlamına gelir.
"Filan oğlu filan
el-Harami'nin üzerinde alacağım vardı." Kadı İyaz dedi ki: Çoğunluk bu
nisbeti ha ve ra harfleri "el-harami" diye haramoğullarına nisbet
olarak rivayet etmişlerdir. Taberi ve başkaları ise bunu ha kesreli ve ze ile
(el-hizami diye) rivayet etmiştir. İbn Mahan ise ötreli cim ve zel ile
"elcüzami" diye rivayet etmiştir.
"Büluğa yaklaşmış
bir oğlu vardı." Buradaki el-cef: büluğa yaklaşmış kişi demektir. Yemek
yiyebilecek güce sahip olan kişi olduğu, beş yaşında çocuk olduğu da
söylenmiştir.
"Annemin
karyolasına yattı." Sa'leb dedi ki: Erike: karyola cibinlik içerisindeki
yatağa denilir. Tek başına yatağa denilmez. el-Ezheri ise üzerine yaslanıp
uzandığın her bir şey erikedir demiştir.
"Ben Allah adına
yemin eder misin dedim, o Allah adına yemin ederim dedi." Birinci
"Allah" lafzının başında soru edab olmak üzere medli bir hemze
vardır. İkincisi medsizdir. Her ikisinde de son harf olan he harfi kesrelidir,
meşhur olan budur. Kadı Iyaz dedi ki: Biz hem kesreli hem fethalı olarak
birlikte rivayet etmiş bulunuyoruz. Ama Arap dil bilginlerinin çoğunluğu
kesreli söyleyişten başkasını caiz kabul etmezler demiştir.
"Şu iki gözüm
gördü, şu iki kulağım işitti." Ve kalbinin damarına işaret etti. Buradaki
"medat" lafzında mim harfi fethalıdır. Bazı itimad olunur nüshalarda
ise bu kesreli nun ile "niyat" diye rivayet edilmiştir. Her ikisinin
de anlamı aynı olup kalbe bağlı bir damar demektir.
"Ben ona: Amcacığım
... böylelikle senin de üzerinde bir hulle, onun da üzerinde bir hulle olurdu
dedim." Bütün nüshalarda bu şekilde "ve alsan" diye vav iledir.
Kadı Iyaz da bütün nüshalardan ve rivayetlerden böylece nakletmiştir. Ama
ifadenin uygun ve doğru şekli "ev: yahut" ile "evehazte: yahut
alsan" diye gelmesidir. Çünkü maksat onlardan birinin üzerine iki bürde,
diğerinin üzerinde de iki maafiri bulunmasıdır.
Hulle ise izar ve rida
olmak üzere iki örtüden ibaret olur. Dil bilginleri der ki: Hulle ancak iki
örtü (elbise)den meydana gelir. Çünkü bunların biri diğerinin üzerine gelir.
Ancak katlanmış ve dürülmüş halinden çözülen yeni elbiseye bu ismin verileceği
de söylenmiştir.
"Tek bir elbiseye
çaprazlama bürünmüş olarak namaz kılıyordu." Yani yasaklanmış olan
"iştimalul samma" denilen şekilde değil de mübah olan surette ona
bürünmüştü.
Buradan, daha başka
elbiselerin bulunması ile birlikte tek bir elbise içerisinde namaz kılmanın
caiz olduğuna delil vardır. Ama daha faziletli olan imkan varsa birden
fazlasını giyinmesidir. Cabir'in bu işi yapması kendisinin de yaptığı gibi
öğretmek içindir.
"Benim yanıma senin
gibi bir ahmak kişinin girmesini istedim." Burada ahmaktan kasıt bilgisiz
demektir. Ahmakın gerçek anlamı ise çirkin olduğunu bilmekle birlikte kendisine
zarar veren iş yapan kişidir. Bu ifadelerde de azarlamak, te' dib etmek,
öğreneni azarlayıp uyarmak için bu gibi lafızları kullanmanın caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü ahmak ve zalim lafzının ihtiva ettiği niteliklerden
büsbütün uzak kalabilen kimseler çok azdır. Bu lafızlar ise takva ve vera sahibi
kimselerin te' dib edilmeyi, azarlanmayı ve ağır sözlerle hitab olunmayı hak
eden kimseleri te' dib etmek için kullandıkları lafızlardır. Onlar başkalarının
kullandıkları beyinsizce lafızlarla bu işi yapmazlar.
"İbn Tab ağacından
bir değnek" az önce şerhi geçtiği gibi defalarca daha önceden de geçmişti.
Bu da bir hurma türüdür. Urcun ise (sopa, değnek) dal demektir ..
"Korktuk" deki
"haşeana" hı harfi iledir. Cumhurun rivayeti bu şekildedir. Bir
topluluk ise bunu cim ile ceşa'ne diye rivayet etmişlerdir. Her ikisi de
sahihtir. Birincisi huşudan gelir. O da zilletle boyun eğmek ve itaat göstermek
demektir. Aynı şekilde gözleri önüne dikmek, korkmak anlamına da gelir.
İkincisi ise korkmak, irkilmek anlamına gelir.
"Şüphesiz Allah
yüzünün karşısındadır." İlim adamları der ki: Bu, ta'zim ettiği cihet
yahut da yüzünün karşısında ta'zim ettiği Kabe diye te'vil edilir.
"Tükürüğünü yahut
balgamını alıkoyamazsa" yani istemeyerek tükürüğü ya da balgamını
tutamazsa ...
"Bana bir abir
(zaferan) gösterin ... zaferan karışımı bir koku getirdi."
Ebu Ubeyd dedi ki: Ayn
harfi fethalı be, kesreli olarak abir Araplara göre yalnızca zaferan demektir.
Asmai ise zaferan ile bir araya getirilip toplanan karışık bir kokudur. İbn
Kuteybe dedi ki: Görüşüme göre doğru açıklama ancak Asmai' nin
söylediğidir.
Hı harfi fethalı
"haluk" ise zaferan ile bir araya getirilen çeşitli kokulardan
yapılan bir kokudur. Asmai'nin açıklamasına göre abirin kendisidir. Hadisin
zahirinden anlaşılan da budur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) abir
getirilmesini emir buyurmuş, haluk getirilmiştir. Eğer aynı şeyolmasaydı emir
yerine getirilmiş olmazdı.
"Koşarak
gitti" yani hızlıca koşup gitti. Bu hadiste mescitlerin ta'zim edilmesi,
mescitlerin kirlerden ve benzeri şeylerden korunması, mescitlerin
kokulandırılmasının müstehap olduğu hükümleri ile gücü yeten kimse için münkeri
eli ile değiştirmesi ve böyle bir işi dil ile de
takbih edip çirkin
olduğunu söylemesi gerektiği anlaşılmaktadır.
"Batnı Buvad
gazvesi" Buvad isminde be harfi ötreli ve fethalı (bevad) diye söylenir.
Vav da şeddesizdir. Kadı Iyaz -yüce Allah'ın Rahmeti ona- dil bilginleri der
ki: Bu be harfi ötreli olarak söylenir. Muhaddislerin çoğunluğunun rivayeti de
bu şekildedir. el-Bekri de böyle kaydetmiştir. Bu da Cüheyne diyarı dağlarından
bir dağdır. el-Üzri ise -yüce Allah'ın rahmeti ona- bu ismi be harfi fethalı
(bevat) diye rivayet etmiş, İbn Serrac da bunun sahih olduğunu söylemiştir.
"el-Mecdi b. Amr'ı
takib ediyordu." el-Mecdi nisbetinde mim harfi fethalı, cim sakindir.
Bizdeki bütün nüshalarda böyledir. Kadı Iyaz da genel olarak ravilerden ve
nüshalardan böylece nakletmiş ve: Bazılarında ise mim yerine nun ile
"en-Necdi" diye geçmekte ise de bilinen birinci şekildir. Hattabi'nin
ve başkalarının zikrettiği de odur demiştir.
"Nadıh: su çeken
deve" üzerine su yükletilen deve demektir.
Ukbe: nöbetleşmek de ayn
harfi ötrelidir. Bu da birisinin bir süre diğerinin bir süre nöbetleşe binmek
anlamındadır. Kitabul Ayn sahibi ise bu iki fersahlık bir mesafe binmeye denilir.
"Su çeken bir
deveye bizden beş ... nöbetleşe binerdi." Bu şekilde çoğunluğun
rivayetinde ye harfi fethalı, kaf ötreli "ye'kubuhu: o deveye nöbetleşe
binerdi" şeklindedir. Bazılarında ise te harfi ziyadesi ve kesreli kaf ile
"ye'tekibuhu" diye kaydedilmiştir. Her ikisi de doğrudur. Çünkü akabe
ve i'takebe ve teakebe şekillerinin hepsini kullanmak doğrudur.
"Deh, Allah'ın
laneti sana olsun:.' buradaki "şe: deh" lafzı şin ve sonrasında hemze
iledir. Diyarımızdaki nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz -yüce Allah'ın
rahmeti ona- ravilerin bunda ihtilaf ettiklerini, bazılarının burada
zikrettiğimiz gibi "şin" ile rivayet ederken bazıları da mim ile
rivayet etmişler ve her ikisi de develere söylenen bir sözdür demişlerdir.
Nitekim devenin yürütülmek istenmesi halini anlatmak için "şe şee" ve
-sin harfi ile "se see" denilir. el-Cevheri dedi ki: Eşeği çağırdım
anlamında sesetu bil himar denilir. Aynı zamanda te harfi ve şin ile tuşu tuşu
de denilir.
Bu hadiste hayvanlara
lanet okumak nehyedilmektedir. Bunun ile Egili açıklama sahibi tarafından
lanetlenen deveden ayrılma emri ile birlikte daha önce geçmiş bulunmaktadır.
"Nihayet yatsı
vakti olunca" burada (yatsı vakti anlamında) rivayet küçültme ismi birinci
ye sakin, son ye şeddesiz olmak üzere "uşey şiyeh" diye
kaydedilmiştir. Sibeveyh dedi ki: Bu küçültme ismini büyüitme ismine uygun
olmayan bir şekilde yapmışlardır. Aslı ise "uşeyye" gelmesi
gerekirken bu iki ye’DEN birisini şin'e değiştirmişlerdir.
"Havzı
düzeltmek" den kasıt, çamur ile sıvayıp onu ıslah etmek demektir.
"Havza bir kova su çektik." Buradaki "secn" sin harfi
fethalı, cim harfi sakin, dolu kova demektir. Daha önce defalarca açıklandı.
"Onu dolduruncaya
kadar" bu şekilde bütün nüshalarımızda "efhaknahu" şeklindedir.
Kadı Iyaz da bunu cumhurdan böylece zikretmiş ve şöyle demiştir: Semerkandi'nin
rivayetinde sad ile esfaknahu şeklindedir. el-Humeydi de el-Cem Beyne
Sahihayn'de Müslim'in rivayetinden böylece zikretmiştir. Her ikisi de onu
doldurduk anlamındadır.
"Bana izin veriyor
musunuz buyurdu. Biz evet dedik." Bu onun tarafından ümmetine şer'i adabı
veraı ihtiyatı ve benzer durumlarda izin istemeyi öğretmektir. Bununla birlikte
ikisinin de razı olduğunu, onlar da zaten öncelikle Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) için, sonra da arkasından gelecekler için bunu beklediklerini
de biliyordu.
"Devesini saldı, o
da su içti. Sonra yularını çekti, bacaklarını dikti ve bevletti." Burada
"eşraa: içmesi için başını suya götürmesine müsaade etti. Şenaka ve eşnaka
ise devenin üzerinde bulunan kimsenin yularını çekip alıkoyması anlamındadır.
İbn Dureyd dedi ki: Bu, başı deve üzerindeki semerin ön tarafına yaklaşıncaya
kadar yularını çekmek demektir.
"Feşeccet:
Bacaklarını açtı" hepsi de fethalı ve şeddesiz fe, şin ve cim harfleri iledir.
Burada fe harfi asli bir harfiir. Nitekim deve bevletmek için bacaklarını
açtığı zaman "feşecel bair" denilir. Şin harfi şeddeli olarak
"feşşece" ise şeddesiz halinden daha fazla açmayı anlatır. Bu
açıklamayı el-Ezheri ve başkaları yapmıştır. Bizim sözünü ettiğimiz bu şekli
ile bu kelimenin zaptı sahih olan ve bütün nüshalarda bulunan şekildir.
Hattabi, Herevı ve onların dışında Garibu'l-hadis alimlerinin zikrettikleri
şekilde budur. el-Humeydi ise el-Cem Beyne Sahihayn adlı eserinde cim harfi
şeddeli olarak "feşeccet" diye rivayet etmiştir. Bu durumda fe harfi
atıf için fazladan gelmiş olur. elHumeydi ise Garibul Cem Beyne Sahihayn adlı
eserinde bunu açıklayarak bu: İçmesini kesti demektir. Bu da Arapların
yürüyerek tehlikeli bir geçidin geçilmesi halinde kullanılan şecectu
el-nefazete: geçidi geçtim ifadelerinden alınmıştır.
Kadı Iyaz dedi ki:
el-Uzri'nin rivayetinde peltek se ve cim ile "fesecet" diye
kaydedilmiş ve bu rivayetinde Humeydi'nin rivayetinin de bir anlamı yoktur.
Hatta bazıları şin ve cim harflerinin aynı kelimede arka arkaya gelmelerini
kabul etmemiş, doğru halinin "feşehat" olduğunu söylemişlerdir. Bu da
arapların ağzını açtı anlamında "şeha fahu" tabirlerinden alınmıştır.
Bu da {bacaklarını} açtı anlamına gelir. Kadı Iyaz'ın açıklamaları bunlardır.
Ama sahih olan bizim genel olarak nüshalardan kaydettiğimiz şekildir. Aynı za-
. manda el-Humeydi'nin zikrettiği şekil de doğrudur, Allah en iyi bilendir.
"Sonra Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) havza geldi ve ondan abdest aldı." Burada
develerin ve benzeri temiz hayvanların içtiği sudan abdest almanın caiz olup
bunda kerahet bulunmadığına delildir. Velev ki iki kulleden az olsun.
Mezhebimizde de hüküm böyledir.
"Saçakları
olan" yani etrafında çevresinde saçakları bulunan demektir.
Bunun tekili zel
harfleri kesreli olarak "zibzib" diye gelir. Çünkü kişi yürüdüğü yani
hareket ettiği zaman onun üzerinde bu saçaklar hareket eder ve sallanır.
"Onu boynumla
tuttum." Yani üzerinden düşmemesi için boynumu üzerine eğdim.
"RasUlullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in sol tarafında durdum ... " Hadisin bu kısmından
çeşitli hükümler anlaşılmaktadır:
1. Namazda az işin caiz
olduğu ve ihtiyaç için yapılması halinde mekruh olmadığı, ihtiyaç yoksa da
mekruh olduğu anlaşılmaktadır.
2. İmama uyan bir kişi
ise imamın sağında durur. Solunda durursa imam onu sağına getirir.
3. İmama uyanlar iki
kişi olurlarsa üç kişi ya da daha fazla oldukları gibi imamın arkasında bir saf
olurlar. İbn Mesud ve iki arkadaşı dışında bütün ilim adamlarının görüşü budur.
Orilar ise iki kişi, onun yanlarında durur demişlerdir.
"O da beni
gözlüyordu." Yani ardı arkasına bana bakıyordu.
"Eğer dar ise onu
belin üzerine bağla." Buradaki "hakveke: beline" ha harfi
fethalı ve kesreli "hiku" diye kullanılır. İzarın (peştemalin)
bağlandığı yerdir. Burada maksat ise göbeğe ulaşmasıdır.
Burada tek bir elbise
ile namaz kılmanın caiz olduğu ve peştemalini bağlamış olması halinde onunla
namaz kılabileceği anlaşılmaktadır. Yeterki bu peştemal göbek çukuru ile diz
kapakları arasını örtsün. Bu durumda namazı sahihtir. Bir damın üzerinde ve
benzeri bir yerde olması halinde olduğu gibi alt taraftan avreti görülecek dahi
olsa, bunun ona zararı olmaz.
"Her gün her
birimizin gıdası bir hurma idi. Onu emerdi." Buradan da Ashab-ı Kiram'ın
çektikleri geçim darlığı, Allah yolunda ve O'na itaat uğrunda buna ne kadar
sabrettikleri anlaşılmaktadır.
"Yaylarımızla
yaprak silkelerdik." Kisi: kevs: yayın çoğuludur. Nehtebitu: yaprak
silkelerdik" yapraklarını düşürüp onları yiyelim diye ağaçlara vururduk.
"Ağızlarımız yara
oldu." Yaprakların sertliğinden ve hararetinden yaralar açıldı.
"Yemin ederim bir
gün hurmalar payedilince bir gün bir adama sehven payı verilmedL" Burada
"uksimu: yemin ederim" demektir.
"Uhtiehe: sehven
ona verilmedi" yani payını alamadı. Bu da şu demektir: Hurmaları
aralarında paylaştıran bir paylaştırıcı vardı. Her gün her bir kişiye bir hurma
veİiyordu. Günlerden birisinde paylaştırırken birisini unuttu. Ona hakkı olan
hurmayı vermedi. Ona payını verdiğini zannetmişti. Bu hususta anlaşmazlığa
düştüler. Biz de onun lehine payının verilmediğine dair şahitlik edince bundan
sonra payı ona verildi.
"Nemaşuhu: Onu
aşırı zayıflıktan ve yorgunluktan ötürü kaldırıp ayakta durdurduk"
demektir. Bana göre bunun anlamı iddiasında onu tuttuk ve onun lehine şahitlik
ettik olması daha uygundur.
Bu ifadelerden onların
ne kadar sabırlı olduklarına dair delil bulunduğu gibi etrafı kuşatılmış bir
kimsenin olumsuz iddiasına dair şahitlikte bulunmanın caiz olduğu da anlaşılmaktadır.
"Geniş bir vadiye
konakladık." Efyah fe harfi ile geniş demektir. "Boynuna halka
takılmış deve gibi onunla birlikte gitti. Burada "mahşuş: halka
takılmış" hı ve şin harfleri iledir. Burnuna hişaş takılan demektir ki bu
da zaptedilmesi zor olan devenin burnuna bir çubuk takılıp boyun eğmesi ve
uyması için o çubuğa da ip bağlanması demektir. Bazen de serkeş olduğundan
dolayı dirençli olabilir. İşte bu çubuk ona sert gelip acı verecek olursa bir
dereceye kadar itaatkarlık eder. Bundan dolayı "kendisini çekene itaat
eden" demiştir.
Bu anlatılanlarda
Resulutlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu apaçık mucizeleri vardır.
"Nihayet her iki
ağacın ortasına gelince onları birbirlerine yaklaştırdı." Mim ve sad
harfleri fethalı olmak üzere "mensaf" mesafenin ortası demektir.
Fethalı söyleneceklerini açıkça ifade edenler arasında Cevheri ve başkaları
vardır.
"Leeme" maksur
ve memdub hemze ile söylenir. Her ikisi de sahihtir.
İkisini bir araya
getirdi, bir araya topladı demektir. Bazı nüshalarda ise hemzesiz
"lame" şeklindedir. Kadı Iyaz ve başkaları bu bir tashiftir
demişlerdir.
"Hızlıca
koştum." Buradaki uhdiru hemze ötreli, ha sakin, dat kesreli olup koştum
ve oldukça hızlı yürüdüm demektir.
"Bir ara O'na doğru
baktım" lefte bir tarafa bakmak demektir. Lam harfi fethalıdır. Bazı
raviler "fehanet" lafzını lam ile "fehMet" diye rivayet
etmişlerdir. Meşhur olan rivayet nun iledir. Her ikisi de zaman, hal, vakit
anlamındadır. Yani gördüm, denk geldi, oldu gibi anlamları vardır.
"Ebu İsmail işaret etti."
Bazı nüshalarda İbn İsmail'dir. İkisi de sahihtir.
Çünkü o Hatim b.
İsmail'dir, künyesi Ebu İsmail'dir.
"Bir taş alıp onu
kırdım ve keskinleştirdim. O da keskinleşti..." Burada hasera:
keskinleştirmek ve keskinliğini engelleyen şeyleri ondan uzaklaştırmak ve
böylelikle onunla ağaç dallarını kesme imkanını verecek hale getirmek demektir.
Aynı zamanda "fenzeleka" lafzının anlamı da budur. Yani o da keskin
bir hale geldi.
el-Herevı ve ona tabi
olanlar "haseltühü: onu keskinleştirdim" fiilindeki zamirin dal'a ait
olduğUnu söylemişlerdir. Yani ben ağaç dallarından bir ağacı hasr ettim. Bu da
taş ile onun kabuğunu soydum anlamındadır. Kadı İyaz el-Herevi'nin ve ona tabi
olanların bu açıklamalarını kabul etmeyerek ifadelerin akışı buna uygun
değildir. Çünkü o önce taşı keskinleştirmiş sonra ağacın yanına gidip iki dal
koparmıştır. Bu da hadisin lafzında gayet açıktır. Ayrıca o: "Ben onu
keskinleştirdim o da keskinleşti" demiştir. Bu durumda keskinleşmek ile
nitelendirilen dal değil taştır. Doğrusu ise bu fiilin "haseral hacİ':
taşı keskinleştirdi" tabirinden gelmesidir. Hattabi de böyle demiştir.
Şunu da bilelim ki
"fehasertuhu: onu keskinleştirdim" ifadesi sin iledir.
Bütün nüshalarda bu
şekildedir. Aynı şekilde el-Cem Beyne Sahihayn'de Hattabi'nin ve Herevi'nin
kitabı ile bütün garibu'l-hadis kitaplarında böyledir. Kadı Iyaz bunun bütün
üstadlarının bu kelimeyi şin harfi ile rivayet ettiklerini ileri sürmüş, bunun
daha sahih olduğunu iddia etmiş olmakla birlikte durum dediği gibi değildir.
Allah en iyi bilendir.
"Ensardan bir adam,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e su serinletiyordu ... " Burada
geçen "eşcab" şecb'in çoğulu olup bu da oldukça eskimiş ve yıpranmış
su kırbası demektir. Kuru anlamında "şacib" denilir. Kelime helak
anlamındaki "eşşecb"den gelmektedir. İbn Abbas (radıyallahu
anhuma)'nın:
"Bir şecbe: eskimiş
bir kırbaya kalktı ve ondan su döküp abdest aldı" şeklindeki hadisinde de
bu anlamdadır. Yine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Onun eski
kırbalarında herhangi bir şey var mı bir bak" buyruğu da bunun gibidir.
el-Mazeri ve başkalarının söyledikleri burada "eşcab" den kasıt ise
kırbanın üzerine asıldığı değneklerdir şeklindeki açıklaması burada geçen
"hurma dalından bir sopa üzerinde ... soğuttuğu" ifadesi dolayısıyla
yanlıştır.
Hı harfi kesreli, mim
şeddeli ve re harfi ile "elhimare" ise su kırbalarının üzerine
asıldığı çubuklara / sopalara denilir.
Kadı Iyaz dedi ki: Bazı
raviler bu kelimeyi sonunda yuvarlak te olmaksızın "himar" diye
kaydetmişlerdir. Cumhurun rivayeti ise sonunda yuvarlak te iledir. Her ikisi de
sahihtir. Her ikisinin de anlamı dediğimiz gibidir.
"Ben o kırbalarda
ancak ... buldum." Katreden kasıt çok az miktar demektir. Ayn harfi
fethalı ze sakin ve sonu medli olarak "el-azla" ise kırbanın ağzı
anlamındadır. "Kuru kısmı onu içer" ifadesi de şu demektir. O su
oldukça azdır. Oldukça az olmakla birlikte kırbanın diğer kısmı kurudur. O suyu
boşaltmaya kalkacak olursak kırbanın kuru kısmı onu içer ve ondan hiçbir
şeyaşağıya inmez.
"Elleri ile onu
sıkıştırıyordu." Bazı nüshalarda ise "elleri ile" değil de tekil
olarak "eli ile" kaydedilmiştir.
"Bir çömleğin
getirilmesini iste ... " Yani ey kafilenin çömleğinin sorumlusu, getir.
Bilindiğinden ötürü muzaf hazfedilmiştir. Cefnenin kendisine ise seslenilmez.
Bu da ey kafile yi doyuran çömleğin sorumlusu kişi onu getir demektir. Bunun da
anlamı yanında bu niteliğe sahip çömlek bulunan kişi onu getirsin demektir.
"Denizin kıyısına
vardık. .. " sifulbahr: denizin kıyısı, sahili demektir. Zehara ise yüksek
dalgalarla dalgalandı demektir.
"Hicac" hı
harfi kesreli ve fethalı (hacac) diye de söylenir. Gözünün etrafındaki yuvarlak
kemik demektir ..
"Sonra kafiledeki
en iri adam!. .. çağırdık." Kaf harfi kesreli, fe harfi sakin
"kifl" burada cumhurun dediğine göre deveye binen kimsenin düşmemesi
için devenin hörgücü üzerine koyduğu ve böylelikle biniciyi koruyan örtüdür.
el-Herevı dedi ki:
el-Ezheri dedi ki: Yüce Allah'ın: "Size rahmetinden iki kat (kifleyn)
versin" (Hadid, 28) buyruğu da buradan türemiştir ki sizi helak olmaktan
koruyacak iki pay demektir. Tıpkı kifl denilen örtünün deve binicisini koruduğu
gibi. Yine aynı kökten gelmek üzere "tekeffeltülbair ve ekfeltuhu"
denilir ki bu da böyle bir örtüyü devenin hörgücü etrafında çevirip sonra
binmeyi anlatmak için kullanılır. Bu örtüye de kaf harfi kesreli, fe harfi
sakin olarak "kifl" denilir.
Kadı Iyaz dedi ki: bazı
raviler bunu "kef" ve "ve" harfleri fethalı olarak (kefel
diye) zaptetmiş iseler de sahih olanı birincisidir.
"En iri adam"
ifadesine gelince çoğunluğun rivayetinde "racul" kelimesi cim iledir.
Daha sahih olan da budur. Bazıları ise bunu ha ile "rahı" diye
rivayet etmişlerdir. Nitekim Buhari'nin ravileri de bu kelimeyi bu iki şekilde
rivayet etmiştir. (Rahl devenin üzerinde eğer takımının bulunması halidir).
Bu hadiste Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çok açık mucizeleri vardır. Allah en iyi
bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
20- HİCRET HADİSİ
-Kİ BUNA GÖç HADİSİ DE DENİLİR- HAKKINDA BİR BAB