SAHİH-İ MÜSLİM

TEVBE

 

9- KA'B BİN MALİK'İN VE İKİ ARKADAŞININ TEVBE ETMESİ HADİSİ BABI

 

6947-5S/1- Bana Ebu't-Tahir Ahmed b, Amr b, Abdullah b. Amr b. Ferruh -Umeyyeoğulları'nın azadlısı- tahdis etti, bana İbn Vehb haber verdi, bana Yunus İbn Şihab’DAN şöyle dediğini haber verdi: Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tebuk gazvesine çıktı. O, RumIann ve Şam' daki hristiyan arapların üzerine gitmek istiyordu.

İbn Şihab dedi ki: Bana Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'in haber verdiğine göre Abdullah b. Ka'b gözlerini kaybettikten sonra oğulları arasında Ka'b, yedicisi (onu elinden tuturup gezdiren kişi) idi. Dedi ki: Ka'b b. Malik'i Tebuk gazvesinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den geri kaldığı zaman ile ilgili başından geçenleri tahdis ederken dinledim.

Ka'b b. Malik dedi ki: Tebuk gazvesi dışında Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çıktığı hiçbir gazadan geri kalmış değilim. Ancak Bedir gazvesine de kablmamışbm. Fakat kendisinden geri kalan kimseye bundan dolayı sitem etmemişti. Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlar, ancak Kureyş kervanını ele geçirmek maksadı ile çıkmışlardı. Nihayet Allah onları bu hususta herhangi bir sözleşme olmadan düşmanları ile bir araya getirdi. Hem ben, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Akabe gecesinde İslam üzere ahitleştiğimiz zaman tanık olmuştum. Bunun yerine Bedir'e kablmış olmayı tercih etmem. Her ne kadar Bedir insanlar arasında ondan daha ünlü ise de. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den Tebuk Gazvesinde geri kaldığım zaman benim ile ilgili haberlerin bir kısmı şu idi: Ben, Tebuk gazvesinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den geri kaldığım zaman o gazvede O'ndan geri kaldığım vakittekine göre asla daha önce ne güçlü ne de varlıklı olmamışbm. O gazveden önce hiç bir zaman aynı anda iki deveye sahip olmamıştım. Ama o gazvede bir arada iki deveye sahiptim.

 

Derken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aşırı sıcak bir zamanda o gazaya çıktı. Karşısında pek uzun bir yolculuk oldukça tehlikeli yollar ve geçitler vardı. Sayısı kalabalık düşmanla karşılaşacaktı. Bunun için müslümanlara bu gazaları için hakkı ile hazırlanmalan maksadıyla durumlarını açık seçik onlara gösterdi ve gitmek istediği istikameti onlara haber verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte olan müslümanlar ise sayıca pek çoktu. Herhangi bir belleyicinin kitabı onları bir arada toplamıyordu -bununla divanı kastetmektedir-.

 

(Devamla) Ka'b dedi ki: Bu gazadan kaçmak isteyip de bunun -bu hususta aziz ve celil Allah'tan kendisine bir vahiy inmediği sürece- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gizli [kalmayacağınl] sanan adam sayısı oldukça azdı. Derken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) meyvelerin olgunlaştığı gölgelerin hoş olduğu bir zamanda bu gazaya çıktı. Ben de ona meyilli idim. Bu sebeple Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de teçhizatını hazırladı, O'nunla birlikte müslümanlar da. Ben de sabah erkenden onlarla birlikte teçhizatımı hazırlamak istedim. Fakat hiçbir şey yapmadan geri döndüm. Kendi kendime de: Ben istersem buna gücüm yeter diyordum. Benim bu şekilde işi savsaklayışım sürüp gitti. Nihayet insanlar da gayretlerini devam ettirdi ve bir sabah Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müslümanlar da O'nunla birlikte olduğu halde yola çıktı. Ben ise henüz teçhizatlanma namına hiçbir şey yapmamıştım. Sonra yine çıktım tekrar hiçbir şey yapmadan geri döndüm.

 

Benim bu halim sürüp gitti. Nihayet onlar hızlandılar ve (gaziler) gaza yolunda ilerlediler. Bineğimi hazırlayıp onlara yetişmek geçti içimden. Keşke yapmış olsaydım. Sonra bunu yapmak benim için mukadder olmadı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çıkıp gitmesinden sonra ben de insanlar arasına çıktığım vakit aleyhinde münafıklık ithamı bulunan yahut Allah'ın mazeretli kabul ettiği zayıflardan bir adam dışında benim gibi hiçbir kimseyi görmemek beni üzüyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Tebuk'e varıncaya kadar beni anmadı. Gaziler arasında Tebuk'de oturuyorken: "Ka'b b. Malik ne yaptı acaba" dedi. Selimeoğullarından bir adam: Ey Allah'ın Resulü! Onu iki elbisesi ve (kibirli bir şekilde) yanlarına bakması alıkoydu dedi. Bunun üzerine Muaz b. Cebel o adama: Ne kötü bir söz söyledin. Allah'a yemin olsun ey Allah'ın Resulü! Biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmedik dedi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise sustu. O bu halde iken serapta hareket eden beyaz elbiseli bir adam gördü. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Ebu Hayseme olasın" buyurdu. Gerçekten ensardan Ebu Hayseme olduğunu gördüler. O ise münafıkların kendisini ayıpladıkları sırada bir avuç hurma tasadduk eden kişi idi.

 

Ka'b b. Malik dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in artık Tebuk'den Medine'ye doğru geri geldiği haberini aldığım zaman tasam her yanımı sardı.

 

Bu sefer söyleyeceğim yalanı hatınma getirmeye koyuldum ve (kendi kendime) yarın O'nun gazabından nasıl kurtulabilirim demeye başladım. Bunun için de yakınlarımdan sağlam görüş sahibi herkesin yardımını istedim. Bana artık Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi gelecek denilince batıl da benden uzaklaşıp gitti ve böylelikle ben ebediyyen hiçbir şeyle kendisinden kurtulamayacağımı anladım. Bu sebeple O'na doğru söylemeyi kararlaştırdım. Derken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye gelmiş olarak sabahı etti. O bir yolculuktan döndü mü önce mescide gider orada iki rekat namaz kılar sonra insanlar için otururdu. Bu adeti gereği oturunca geri bırakılanlar huzuruna geldi, O'na mazeretlerini söylemeye, O'na yemin etmeye başladılar. Seksen küsür kişi idiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onların açıkladıkları hallerini kabul etti, onlarla beyatleşti, onlar için mağfiret diledi. İçlerinde gizlediklerini de Aİlah'a havale etti. Nihayet ben de geldim, selam verince kızgın bir kimsenin gülümseyişi ile gülümsedikten sonra "gel" buyurdu. Ben de önünde oturuncaya kadar yürüyerek geldim. Bana: "Geri kalmana sebep nedir. Daha önce bineğini satın almamış mıydın" buyurdu.

 

(Ka'b devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Ey Allah'ın Resulü! Gerçek şu ki Allah'a yemin ederim eğer senden başka dünya ehlinden birisinin yanında otursam ve bir mazeret belirterek onun gazabından kurtulacağımı görsem -esasen bana bir tartışma gücü'de verilmiştir- (bunu yapardım). Ama ben Allah'a yemin ederim ki gerçekten şunu biliyorum: Eğer bugün ben kendisi sebebi ile benden hoşnut olacağın yalan bir söz söyleyecek olursam aradan fazla zaman geçmeden kesinlikle Allah senin bana gazab etmeni sağlayacaktır. Ve eğer ben sana doğru bir söz söyleyip bundan dolayı bana kızacaksan şüphesiz bu hususta Allah'tan benim için güzel bir akıbet takdir edeceğini ümit ederim. Allah'a yemin ederim ki hiçbir mazeretim yoktu. Vallahi senden geri kaldığım zamandan daha geniş imkanlı bir halde ve daha güçlü asla olmadım.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Buna bakın. Bu doğru söyledi. Allah hakkında hüküm verinceye kadar kalk (git)" buyurdu. Ben de kalktım. Selimeoğulları'ndan bazı kimseler derhal ayağa kalkarak arkamdan geldiler ve bana: Allah'a yemin olsun ki biz bundan önce senin bir günah işlediğini bilmedik. Şimdi de geri bırakılanların ileri sürdükleri gibi bir mazeret sürerek Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}!e mazeretini açıklamakta acze düştün. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in senin için mağfiret dilemesi bu günahına karşılık sana yeterdi dediler.

 

(Ka'b devamla) dedi ki: Allah'a yemin olsun bana öyle sitem edip durdular ki nihayet Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geri dönüp kendimi yalanlamak istedim. Sonra onlara: herhangi bir kimse benimle bu durumla karşılaştı mı dedim. Onlar: Evet seninle birlikte iki adam daha bu durumla karşılaştı. Onlar da senin dediklerinin aynısını söylediler. Kendilerine de sana söylenenin aynısı söylendi dediler. Ben: Bu iki kişi kimdir dedim. Bana:

 

Murara b. Rabia el-Amiri ile Hilal b. Umeyye el-Vakıfi'dir dediler. Böyle diyerek bana Bedir'e katılmış ve durumları benim gibi olan (ve bana örnek olabilecek) salih iki adamın adını verdiler. Bu ikisinin adını bana söyledikleri zaman ben de yoluma devam ettim.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), müslümanlara bizlerle yani O'ndan geri kalanlar arasından biz bu üç kişi ile konuşmayı yasakladı.

 

Bu sebeple insanlar bizden uzak durdular. Bize karşı değiştiler. Öyle ki kendi içimde yeryüzünü dahi tanımaz oldum. Benim bildiğim yer değildi artık. Bu halde elli gün devam ettik. Diğer iki arkadaşım ise boyun eğdiler, evlerinde oturup ağlamaya başladılar. Ben ise onların en gençleri ve en güçlüleri idim. Bu sebeple dışarı çıkar, namaza iştirak eder, çarşı pazarlarda dolaşırdım. Ama kimse de benimle konuşmuyordu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gider, namazdan sonra O oturduğu yerde iken O'na selam verirdim de kendi içimden: Selamımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı derdim. Sonra O'na yakın bir yerde namaz kılar, gizliden O'na bakardım. Ben namazıma yönelince O'da bana bakardı. Kendisine dönüp baktığım zaman yüzünü benden çevirirdi. Nihayet müslümanların benden uzak durmaları benim için uzadı. Yürüyüp gittim ve Ebu Katade'nin bahçe duvarına tırmandım. O benim amcaoğlu olur. En sevdiğim insandır. Ona selam verdim vallahi selamımı almadı. Bunun üzerine ona: Ey Ebu Katade! Allah adına sana ant veriyorum. Gerçekten benim Allah'ı ve Rasulü'nü sevdiğimi biliyor musun dedim. O sustu. Tekrar ona aynı şekilde ant verdim yine sustu. Bir daha ona aynı andı verdim bu sefer: Allah ve Rasulü daha iyi bilir dedi. Gözlerimden yaş boşaldı. Sonra gerisin geri dönüp tekrar duvarı aştım (ve oradan ayrıldım).

 

Bir ara Medine çarşısında yürürken, Medine'de satmak üzere yiyecek (buğday) getirmiş olanlar arasından Şam halkı nabatilerden bir nabatinin: Ka'b b. Malik'i kim gösterir diyordu. İnsanlar ona beni işaret etmeye başladılar. Nihayet yanıma geldi ve bana Gassan Hükümdarından bir mektup uzattı. Ben (okur), Yatar idim. Mektubu okudum. Mektupta şunların yazılı olduğunu gördüm: Imdi bize senin arkadaşının sana cefa ettiği (seni dışladığı) haberi ulaştı. Halbuki Allah seni aşağılanacağın ve hakkının kaybolacağı bir yurtta (kalmak zorunda) bırakmamıştır. Bize gel katıL. Seninle sahip olduklarımızı paylaşalım diyordu. Bunu okuduğum zaman bu daaynı şekilde beladan (sınavdan) bir parçadır dedim ve derhal onu alıp tandıra yöneldim ve o mektubu tandırda yaktım. Derken elli günün kırk günü geçti. Vahyin gelmesi de gecikti. Bir de baktım ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elçisi bana gelerek: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sana zevcenden uzak durmanı emrediyor dedi. Ben: Onu boşayayım mı yoksa ne yapayım dedim. O hayır ondan uzak dur, ona sakın yaklaşma dedi.

 

(Devamla Ka'b) dedi ki: Benim diğer iki arkadaşıma da bunun aynısını haber olarak gönderdi. Ben de zevceme: Ailenin yanına git, Allah bu iş hakkında hüküm verinceye kadar onların yanında kal dedim.

 

Hilal b. Umeyye'nin hanımı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelip O'na: Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz Hilal b. Umeyye aciz bir ihtiyardır. Onun bir hizmetçisi yoktur. Benim ona hizmet etmemi hoş karşılamaz mısın dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır (hizmet edebilirsin) ama sakın sana yaklaşmasın" buyurdu. Hanımı: Gerçek şu ki Allah'a yemin ederim onda hiçbir şeye karşı bir hareket yoktur: Allah'a yemin ederim ki başına gelenlerin geldiğinden beri bugüne kadar hep ağlayıp duruyor dedi.

 

Bunun üzerine benim de bir yakınım bana: Hanımın hakkında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den izin istesen (nasıl olur) çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hilal b. Umeyye'nin hanımının ona hizmet etmesine izin verdi dedi. Ben: Hanımımın bana hizmet etmesi için Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den izin istemem. Hem onun için izin isteyecek olursam -ve ben genç bir adam olduğum halde- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ne söyleyeceğini nereden bileyim dedim.

 

Bu şekilde on gün daha geçti. Böylelikle bizimle konuşmanın yasaklandığı zamandan itibaren elli gün tamamlanmış oldu.

 

Sonra ellinci günün sabahında sabah namazını evlerimizden (odalarımızdan) birisinin damı üzerinde kıldım. Ben, aziz ve celil Allah'ın hakkımızda sözünü ettiği o halde oturmakta iken hem nefsim bana dar gelmişken hem de bütün genişliği ile yer bana daralmışken Selh tepesine çıkmış bir kişinin avazı çıktığı kadar yüksek sesle: Ey Ka'b b. Malik! Müjde diyordu. Ben derhal secdeye kapandım ve artık kurtuluşun geldiğini anladım.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de sabah namazını kıldığı zaman insanlara Allah'ın tevbemizi kabul ettiğini ilan ettiğinden insanlar da bizleri müjdelemeye gittiler. Diğer iki arkadaşıma doğru da müjdeciler gitti. Bir adam da bineği üzerinde bana doğru koşturup geldi. Eslemlilerden birisi de koşup geldi ve dağın tepesine çıktı. Böylelikle ses attan daha hızlı ulaştı. Bana müjdeyi veren sesini işittiğim kişi yanıma gelince üzerimdeki iki elbiseyi çıkartıp onları kendisine müjdelik olarak verdim. Allah'a yemin olsun o gün onlardan başka bir elbisem yoktu. Emaneten iki elbise alıp onları giyindim ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gitmek maksadıyla yola koyuldum. İnsanlar kalabalıklar halinde beni karşılıyor, tevbemin kabul edilmesi dolayısı ile beni tebrik ederek Allah'ın tevbemi kabul etmesi dolayısı ile sana ne mutlu diyorlardı. Nihayet mescide girdim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in insanlar etrafında olduğu halde mescitte oturmakta olduğunu gördüm. Talha b. Ubeydullah kalktı ve koşarak geldi. Benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Allah'a yemin ederim muhacirler arasından ondan başka kalkan olmadı.

 

(Ka'b'ın oğlu) dedi ki: Ka'b, Talha'nın bu yaptığını hiç unutmadı. (Devamla) Ka'b dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e selam verdiğimde -ki yüzü de sevinçten parıldıyordu- şöyle buyurdu: ''Annenin seni doğurduğu günden bu yana gördüğün en hayırlı günün müjdesini sana veriyorum" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Senden mi yoksa Allah'tan mı dedim. O: "Hayır hayır Allah'tan" buyurdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sevindiği zaman yüzü nurlanırdı. Adeta bir ay parçasını andımdı. Ve biz bunu görüp arıIardık.

 

Önüne oturunca: Ey Allah'ın Rasulü! Tevbemin bir kısmı da Allah'a ve Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sadaka olmak üzere malımı elimden çıkarmaktır dedim. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Malının bir kısmını (elinde) tut. O senin için daha hayırlıdır" buyurdu. Bu sefer ben de: O halde Hayber' deki payımı tutuyorum dedim. Yine şurıIan söyledim: Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz Allah beni ancak doğrulukla kurtardı ve yine tevbemin bir gereği de hayatta kaldığım sürece doğrudan başka bir söz söylememektir. (Ka'b devamla) dedi ki: Allah'a yemin ederim ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e O sözlerimi söylediğimden bu yana bugünüme kadar doğru sözlülükten ötürü Allah'ın beni sınadığından daha güzel bir şekilde hiçkimseyi sınamış olduğunu bilmiyorum. Allah'a yemin ederim ki ben o sözleri Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e söylediğimden itibaren bu günüme kadar bir defa dahi kasten yalan söylemeye kalkışmadım. Hayatımın geri kalan kısmında da Allah'ın beni korumasını ümit ederim.

 

(Devamla) Ka'b dedi ki: Bunun üzerine aziz ve celil Allah: ''Andolsun ki Allah peygamberini de içlerinden bir grubun gönülleri az kalsın eğrilmek üzere iken dar zamanda O'na tabi olan muhacirlerle ensan da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü o onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır.

 

Geri bırakılan üç kişinin de (tevbesini kabul buyurdu). Öyle ki yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı." (Tevbe, 117-118) buyruklarını "ey İman edenler Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun" (Tevbe, 119) ayetine kadar indirdi.

 

Ka'b dedi ki: Allah'a yemin ederim ki Allah beni İslam hidayeti ile şereflendirdikten sonra bana göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğruyu söylemekten daha büyük bir nimet ihsan buyurmamıştır. Çünkü O'na yalan söylemiş olsaydım yalan söyleyenlerin helak olduğu gibi helak olacaktım. Gerçek şu ki Allah da vahyi indirdiği zaman yalan söyleyen kimselere herhangi bir kimseye söylediklerinin en kötüsünü söylemiştir. Yüce Allah:

"Vanlarına döndüğünüzde onlar(ı azarlamak)dan vazgeçmeniz için önünüzde Allah'a yemin edeceklerdir. O halde siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Kazandıklarının cezası olarak varacaklan yer de cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız da şüphesiz Allah o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz" (Tevbe, 95-96) buyurdu.

 

(Devamla) Ka'b dedi ki: Bizler ise yani bu üç kişi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yemin ettikleri zaman yeminlerini kabul edip kendileri ile beyatleştiği, kendileri için mağfiret dilediği o kimselerin durumuna göre geri bırakıldık ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizim durumumuzu Allah hakkında hüküm verinceye kadar geciktirdi. İşte bundan dolayı aziz ve celil Allah: "Geri bırakılan üç kişinin de (tevbesini kabul buyurdu)" buyurmuştur. Yoksa burada Allah'ın sözünü ettiği bizim geri bırakılmamız gazadan geri ka!ışımız değildir. Bu O'nun bizi kendisine yemin edip özür açıklayıp da özrünü kabul ettiği kişilerden ayrı olarak işimizi geri bırakması ve ertelemesidir.

 

 

 

6948- .. ./2- Bunu bana Muhammed b. Rafi'de tahdis etti, bize Huceyn b. el-Müsenna tahdis etti, bize Leys, Ukayl'den tahdis etti, o İbn Şihab'dan Yunus'un ez-Zühri'den isnadı ile aynı şekilde rivayet etti.

 

 

 

6949-54/3- Bana Abd b. Humeyd de tahdis etti, bize Yakub b. İbrahim b. Sa'd tahdis etti, bize ez-Zühri'nin kardeşinin oğlu Muhamemd b. Abdullah b. Müslim, amcası Muhammed b. Müslim ez-Zühri’DEN tahdis etti, bana Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'in haber verdiğine göre Ubeydullah b. Ka'b b. Malik -ki Ka'b'ın gözleri kör olduğu zaman onu yeden kişi o idi- haber verip dedi ki: Ben, Ka'b b. Malik'i Tebuk gazvesinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den geri kaldığı zaman ile ilgili hadisini tahdis ederken dinledim deyip hadisi zikretti ve hadisinde Yunus'un rivayetindekine göre fazladan şunları ekledi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir gazaya çıkmak istediği zaman başka bir yere gidecekmiş gibi bir izlenim vermediği pek azdı. Ta ki bu gazve oluncaya kadar.

 

Zühri'nin kardeşinin oğlunun rivayet ettiği hadiste de Ebu Hayseme'yi ve onun Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yetişmesini zikretmedi.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

 

6950-55/4- Bana Seleme b. Şebib de tahdis etti, bize Hasan b. A'yen tahdis etti, bize Makil -ki o b. Ubeydullah'dır- Zühri'den tahdis etti, bana Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik amcası Ubeydullah b. Ka'b'dan tahdis etti. -ki o gözlerini kaybettiği zaman Ka'b'ın yedidsi idi ve kavmi arasında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabının hadislerini en iyi bilen ve en çok belleyen o idi- dedi ki: Ben, babam Ka'b b. Malik'i -ki o tevbeleri kabul edilen üç kişiden biri idi- şunu tahdis ederken dinledim: O Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kalılmış olduğu hiçbir gazadan -iki gaza dışında- geri kalmamışlı deyip hadisi rivayet etti ve rivayetinde şunları da söyledi: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir belleyicinin divanının hepsini toplu olarak kaydetmediği onbin kişiden fazla sayıda çok kimse ile gazaya katıldı.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          (6947) "Akabe gecesinde İslam üzere ahitleştiğimiz zaman Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte bulundum." Yani İslam üzere beyatleştiğimiz ve ahidleştiğimiz zaman Akabe gecesinde O'nunla beraber bulundum. Akabe gecesi ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ensar ile İslam üzere onu barındırıp ona yardım etmek üzere bey'atleştiği gecedir. Burası ise Akabe cemresinin kendisine izafe edildiği Mina tarafındaki akabedir. Akabe bey'ati iki yılda iki defa gerçekleşmişti. Birinci yılda on iki kişi, ikinci yılda ise hepsi ensar (radıyallahu an h) olmak üzere yetmiş kişi idiler.

 

"Bedir daha çok biliniyor ise de" yani fazileti insanlar arasında daha meşhur olmakla birlikte.

 

"Uzak ve tehlikeli geçitleri olan bir yola çıkacaktı." Yani helak olma korkusu bulunan suyu az, uzun bir çölde yolculuk yapacaktı. Az önce böyle bir yere (ölümcül geçitlere) neden mefaze ve mefaz adlarının verildiği ile alakalı farklı açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

,"Bu sebeple müslümanlara durumlarını açıkça gösterdi." Yani durumlarını açıkça gösterdi, Beyan etti, açıkladı. Herhangi bir farklı istikamete gidilecek izlenimini vermeden gideceği yolu onlara bildirdi.

 

"Gazaları için gerekli hazırlıkları yapmaları için" hemze ötreli he harfi sakin olmak üzere "uhbe: hazırlık" diye kullanılır. Yani bu yolculuklarında ihtiyaç duyacakları şeyleri hazırlamak için böyle yaptı.

 

Onlara gidecekleri istikameti haber verdi" nereye gitmek istediklerini gösterdi.

"Bununla divanı kastediyor." Divan kelimesi meşhur olan söyleyişe göre dal harfi kesrelidir. Fethalı söyleyiş (deyvan) da nakledilmiştir. Arapçalaştırılmış farsça bir kelimedir. Arapça olduğu da söylenir.

 

"Bu gazadan kaçmak isteyip de bunun -bu hususta aziz ve celil Allah'tan kendisine bir vahiy indirmediği sürece- Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gizli (kalmayacağını) adam sayısı oldukça azdı." Kadı Iyaz dedi ki: Müslim'in bütün nüshalarında bu şekildedir. Doğrusu ise araya "ella" lafzının kaydedilmesidir. Nitekim Buhari de bunu böylece rivayet etmiştir. "Teçhizatımdan hiçbir şey hazırlamadan" buradaki teçhizat (cihaz) cim harfi fethalı (cehaz diye) ve kesreli olarak söylenir. Sefer için gerekli hazırlıklar demektir.

 

"(Gaziler) gazada durmadan ilerlediler." Yani gaziler ilerlediler ve bizi oldukça geride bıraktılar.

 

"Münafıklıkla itham edilen bir adam." "Mağmuı: itham edilen" gayn ve sad harfi iledir.

 

"Tebuk'e varıncaya kadar beni anmadı." Nüshaların çoğunda "Tebuken" diye nasb ile kaydedilmiştir. Buhari nüshalarında da böyledir. Sanki bölge değil de belli bir yeri kastettiği için bunu munsarıf zikretmiş gibidir.

 

"İki yanına bakması" bu onun kendisini ve elbisesini beğendiğine bir işarettir.

Muaz b. Cebel ona: Ne kötü söyledin dedi." Bu açıktan açığa batılı işlemeyen müslümanın gıybetinin red olunacağına bir delildir. Böyle bir tutum da en önemli edeplerden ve İslam'ın haklarındandır.

 

"Serapta hareket eden beyaz elbiseli bir adam gördü." Mubeyyid: Be harfi kesreli olmak üzere beyaz elbise giyen demektir. Mubeyyida ve müsevvide de beyaz ve siyah elbise giyenler için kullanılır.

 

"Serapta hareket eden" hareket eden, yürüyen demektir. Serap ise çöllerde sıcak öğle vakitlerinde insana su gibi görünen şeydir.

 

"Ebu Hayseme olasın." Bunun, sen Ebu Hayseme'sin anlamında olduğu söylenmiştir. Sa'leb dedi ki: Araplar: "Zeyd olasın" diyerek sen Zeyd' sin demek isterler. Kadı lyaz dedi ki: Bana göre daha doğru görünen burada "kün: olasın" tahkik ve varlık anlamındadır. Yani ey gelen şahıs sen gerçekten Ebu Hayseme 01. Kadı lyaz'ın bu açıklaması doğru olandır. Nitekim et-Tahrir sahibinin sözlerinin anlamı da budur. Ona göre ifadenin takdiri şudur: Allah'ım bu Ebu Hayseme olsun şeklindedir. Burada adı geçen Ebu Hayseme'nin adı da Abdullah b. Hayseme'dir. Malik b. Kays olduğu da söylenmiştir. Bazı hafızlar: Ashab-ı kiram arasında Ebu Hayseme künyeli sadece iki kişi vardır. Onlardan biri budur ikincisi ise Abdurrahman b. Ebu Sebre el-Cufi'dir.

 

"Münafıkların ayıpladığı. .. " yani münafıkların kendisini (Ebu Hayseme'yi) ayıplayıp hakir gördükleri, küçümsedikleri kişi demektir.

 

"Tasam her yanımı sardı." En ileri derecede kederlendim.

"Artık geri dönmeye başladı denilince batıl da benden uzaklaştı." Burada ezalle: döndü, adeta gölgesini bırakmış gibi yaklaştı demektir.

 

"Ona doğru söylemeyi kararlaştırdım." Bunu azmettim. Nitekim ecmae emrehu ecmae ala emrihi ve azeme aleyhi aynı anlamda olmak üzere bir şeyi kararlaştırdı, bir şeye azmetti demektir.

 

"Bana bir tartışma gücü verildi." Yani bana bir fesahat, güçlü söz söyleme ve meramımı açık anlatma imkanı öyle verildi ki eğer istersem bana nisbet edilenlerin sorumluluğunun altından kalkabilirim."

 

Kendisinden dolayı bana kızacağın (bir doğru söz söylemek)" buradaki "tecidu" cim harfi kesreli, dal şeddesiz kızacağın anlamındadır.

 

Ben bu hususta Allah'tan güzel akıbeti ümit ediyorum" yani sonunda Allah'ın bana hayır vereceğini ve bu hayır üzerinde bana sebat vereceğini ümit ediyorum.

"Allah'a yemin ederim ki bana öyle sitem edip durdular ki..." yani olabildigi kadar ağır bir şekilde beni kınadılar, sitem ettiler.

 

Kab ile aynı durumda olan iki arkadaşından birisinin "Murare b. Rabia el-Amiri" olduğu belirtilmektedir. Müslim'in bütün nüshalarında bu şekilde nisbeti "el-Amiri"dir. Ama ilim adamları bunu kabul etmeyerek şöyle demişlerdir: Bu yanlıştır. Doğrusu ayn harfi fethalı, mim sakin olarak el-Amri olduğudur. Çünkü o Amr b. Avfoğullarındandır. Nitekim Buhari de onu böylece zikrettiği gibi Muhammed b. İshak, İbn Abdilberr ve onlardan başka diğer imamlar da onun nisbetini böylece zikretmişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Her ne kadar el-Kab isi ben onun nisbetinin ancak el-Amiri olduğunu biliyorum demiş ise de doğrusu budur (el-Amri nisbetidir). Çünkü ondan başkaları olan cumhurun söylediği daha sahihtir.

 

"Murare b. Rabia" adına gelince, Müslim'in nüshalarında da bu şekilde kaydedilmiştir. Kadı Iyaz da Müslim nüshalarından böylece nakletmiştir. Fakat Buhari'de b. er-Rabi diye geçmektedir. İbn Abdilberr dedi ki: Her iki şekilde de söylenir.

 

Murare ise mim harfi ötreli ve iki re iledir.

 

Hilal b. Umeyye el-Vakıfi" ise "Vakıf"e mensuptur. Ensar'ın bir koludur. Adı Hilal b. Umeyye b. Amir b. Kays b. Abdula'la b. Amir b. Ka'b b. Vakıf'dır. Vakıf'ın adı da Malik b. İmriu'l-Kays b. Malik b. Evs'dir. el-Ensarı nisbetlidir.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizlerle yani bizim üçümüzle konuşmayı nehyetti." Kadı Iyaz dedi ki: Buradaki "eyyuha" lafzan merfu olmakla birlikte ihtisas olarak nasb mahallindedir. Sibeveyh araplardan naklen: "Allahummağfirlena eyyetuhel isabe: Allah'ım bize yani şu topluluğa mağfiret buyur" dediklerini nakletmektedir. Bu da onun gibidir.

 

Bu ifadeden bid'at ve masiyet ehlinden dargın durmak hükmü anlaşılmaktadır.

"Öyle ki kendi içimde yeri dahi tanımaz oldum. Bilip tanıdığım yer değildi artık." Yani yere varıncaya kadar her şey bana değişik görünmeye başladı. Yer benim için yabanileşti. Hepsi adeta bana yabancı göründüğü için tanımadığım bir yere dönüştü.

 

"Diğer iki arkadaşım ise boyun eğdiler." Denileni kabullenip uydular. "Onların en genci ve en güçlüleri idim." Yaşça en küçükleri idim, hepsinden kuvvetli idim.

 

"Ebu Katade'nin bahçe duvarını aştım." "Tesevvertuhu: Üstüne çıktım" demektir. Buradan bir kimsenin nazının geçtiği, rahatsız olmayacağını bildiği arkadaşının ve yakınının bahçesine izni olmadan girmesinin caiz olduğuna delil vardır. Ancak orada üstü başı açık bir kadının -ve benzerlerinin- bulunmadığını bilmesi de şarttır.

"Ona selam verdim. Allah'a yemin ederim selamımı almad!." Çünkü onlarla konuşma yasağı genel idi. Buradan da bid'atçilere ve benzeri durumdakilere selam verilmeyeceğine, selamın da bir söz olduğuna, bir kimse ile konuşmayacağına dair yemin edip ona selam verse yahut selamını alsa yeminini bozmuş olacağına delil vardır.

 

"Sana Allah adına ant veriyorum." Yani Allah adına sana soruyorum demektir.

"Allah ve Resulü daha iyi bilir." Kadı Iyaz dedi ki: Muhtemelen Ebu Katade onunla konuşmayı kastetmemiş olabilir. Çünkü onunla konuşmak yasaklanmıştı. O kendisine Allah adına ant verince bu sözü kendi kendisine söylemiş olmalıdır. Bundan dolayı Ebu Katade de onun işitmesi için değil de kendi inandığını, kanaatini açığa vurmak için bu sözü söylemiştir. Bir kimse, bir kimse ile konuşmamak üzere yemin etse o adam da kendisine herhangi bir hususa dair soru sorarsa o da ona sesini işittirmek ve cevap vermek maksadıyla Allahu alem: Allah en iyi bilir derse yeminini bozmuş olur.

 

"Şam ahilisi nabatilerinden bir nabati" nabat enbat ve nabit arap olmayanların çiftçilerine denilir.

 

"Allah seni aşağılanacağın bir yerde ve kaybolacağın bir yerde kılmamıştır. Bize katıl, biz seni görüp gözetiriz." "Madyaa: kaybolunulacak yer" lafzının iki türlü söyleyişi vardır. Birisi dat harfi kesreli, ye harfi sakin (madia) ikincisi ise dat harfi sakin ye harfi fethalı (madyaa) şeklidir. Bu da hakkının zayi olacağı bir yer ve bir durumda değilsin demektir .

 

"Seni kollar gözetiriz" anlamındaki lafız bazı nüshalarda "nuvasik" şeklinde, bazılarında da sinden sonra ye harfi ziyadesi ile nuvasik şeklindedir. Bu da sahihtir. Seni kollarız gözetiriz demektir. Ye harfinin yazılmaması ise emrin cevabı olması halinde sözkonusu olur. Yanımızda bulunanları seninle paylaşınz demektir.

 

"Ben de onu alıp tandıra gittim ve onu yaktım." Diyarımızdaki bütün nüshalarda "teyamentu: gittim" şeklindedir. Bu da "teyemmemtu"in bir söyleyişidir. Kastettim, yöneldim anlamındadırlar. "Onu yaktım" fiilinde müennes zamir kullarıması mektup ile "sahife"yi kastetmiş olmasından dolayıdır.

 

"Ben de eşime ailenin yanına git, Allah bu hususta hüküm verinceye kadar onların yanında kal dedim." Bu, bu lafzın talak hususunda sarih olmadığına bir kinaye olduğuna, bu sözleri ile talakı niyet etmediğine ve bundan dolayı talakın gerçekleşmediğine delildir.

 

"ve ben genç bir adamım" yani kendi işimi görebilecek durumdayım. Bununla birlikte gençlik halim dolayısı ile kendimi tutamayıp eşime yaklaŞa'bilirim. Halbuki bu bana yasaklanmış bulunuyor demek istemiştir.

 

"Bütün genişliğine rağmen yer bana dar geldi." Yani yer oldukça geniş olmakla birlikte bana dar geldi.

 

"Selh tepesine çıkmış birisinin yüksek sesle bağırdığını işittim." Selh sin harfi fethalı lam harfi sakindir. Medine'de bilinen bir dağdır.

 

"Ey Ka'b b. Malik müjde sana" ile "insanlar bizi müjdelemeye başladılar" ifadelerinde görünür yeni bir nimete mazhar olan yahut ağır bir sıkıntısı kalkan ve buna benzer durumlarla karşı karşıya kalan kimseleri müjdeleyip tebrik etmenin müstehap olduğuna delildir. Bu müstehaplık elde edilen her bir nimet ve dağılan her bir sıkıntı dolayısıyla geneldir. İster din ile ilgili bir husus olsun ister dünya ile farketmez.

 

"Derhal secdeye kapandım." Meydana gelen yeni her bir nimet yahut da bertaraf olan her bir sıkıntı sebebi ile şükür secdesi yapmanın müstehap olduğu hususunda Şafii'ye ve ona muvafakat edenlere bir delildir.

 

"Buna karşılık ona iki elbisemi çıkardım ve bana getirdiği müjde dolayısı ile o iki elbiseyi giymesi için ona verdim." Bu da bir armağan ile -yoksa başka bir şey' ile- ödüllendirmenin müstehap olduğuna delildir. Ama bir armağan vermek daha güzeldir çünkü alışılagelen de budur.

 

"Emanet iki elbise alıp onları giydim." Buradan da ariyet (emanet almaklin caiz olduğuna, giyinmek üzere elbiseyi emanet vermenin caiz olduğuna delil vardır .

 

"Ben de Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru gittim. İnsanlar kalabalıklar (gruplar) halinde beni karşılıyorlardı." Burada "feve: cemaat, topluluk" demektir.

 

"Hemen Talha b. Ubeydullah kalkıp koştu ve nihayet benimle tokalaştı ve beni tebrik etti." Yeni gelen ile tokalaşmanın, ona ikram olmak üzere ayağa kalkmanın, güler bir yüzle ve sevinçle onu karşılamak üzere hızlıca yürümenin müstehap olduğuna delil vardır.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Annenin seni doğurduğu günden bu yana üzerinden geçen en hayırlı gün ile müjdeliyorum. " Bu da senin müslüman olduğun günün dışındaki gün anlamındadır. Onu istisna etmeyişinin sebebi zorunlu olarak bilinen bir husus olduğundan dolayıdır.

 

"Tevbemin bir gereği olarak Allah'a ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir sadaka olmak üzere malımı elimden çıkarmaktır ... " Malımı elimden çıkarmaktan kastı onu tasadduk etmektir. Buradan yeni karşılaşılan nimetler dolayısı ile şükür olmak üzere sadaka vermenin müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Özellikle karşı karşıya kalınan bu yeni nimet büyük ise. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ona malının bir kısmını sadaka vermek ile yetinmesini emretmesi, fakirlikten dolayı zarar görmesinden ve darlığa katlanamayacağından korkmasından dolayıdır. Durumun böyle olması Ebu Bekr (r.a.)'ın malının tamamını tasadduk etmesine aykırı değildir. Çünkü o sabreden haline rıza gösteren birisi idi.

 

Eğer: Daha önce ben elbisemi çıkarıp verdim, Allah'a yemin olsun onlardan başkasına da sahip değildim" demiş olmakla birlikte malımın tümünü elimden çıkarıyorum deyip kendisinin bir malı olduğunu nasıl söylemiştir denilecek olursa cevap şudur: Burada malımı elimden çıkartmak istiyorum derken kastettiği arazi ve akar (taşınmaz) mallarıdır. Bundan dolayı "Hayber' deki payımı alıkoyuyorum" demiştir. "Onlardan başkasına sahip değildim" sözünden maksat ise elbise ve buna benzer armağan olarak ve müjdeciye verilebilecek elbise ve benzeri şeyleri kastetmiştir.

 

Bu ifadede yeminin niyet ile tahsis edilebileceğine (anlamının özelleştiritip daraltılabileceğine) delil vardır. Bizim mezhebimizin görüşü de budur. Bir kimse malının olmadığına dair yemin ederse ve bu arada bir tür malı niyet ederse başka türden sahip olduğu mal sebebi ile yemini yalan olmaz. Yahut da yememeye yemin edip hurma yemiyeceğini niyet ederse ekmek yediği taktirde yeminini bozmuş olmaz.

 

"Allah'a yemin ederim ki ben Allah'ın doğru sözlülük sebebi ile beni sınadığından daha güzel müslümanlardan kimseyi sınamış olduğunu bilmiyorum." sözleri de şu demektir: Yani bu hususta Allah'ın bana verdiği nimet gibi bir nimeti kimseye verdiğini bilmiyorum. Burada bela ve ibla (sınav ve sınamak) hayır ve şer için de kullanılır. Ama mutlak olarak kullanılırsa çoğunlukla şer hakkında kullanılır. Eğer bu lafız ile hayır kastedilecek olursa burada olduğu gibi onu kayıtlı olarak zikreder. Nitekim burada da: Beni sınadığından daha güzel" demiştir.

"Allah bana islam'a hidayet verdikten sonra kendi kanaatime göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yalan söyleyip de helake maruz kalmamış olmaktan daha büyük bir nimet vermemiştir." ibare Müslim'in bütün nüshalarında ve Buhari rivayetlerinin bir çoğunda bu şekildedir. ilim adamları der ki: Buradaki "enlaekune" deki "la" lafzı zaiddir. Yani O'na yalan söyleyip de helak olmamak demektir. Bu da yüce Allah'ın: "Sana emrettiğim zaman secde etmene ne engel oldu" (Araf, 12) buyruğunda zikredilen ve zaid olan "la" gibidir.

 

(6949) "ez-Zühri'nin kardeşinin oğlunun amcasından o Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b'dan, o Ubeydullah b. Ka'b'dan" diye naklettiği rivayetine gelince, bu rivayette bu şekilde ayn harfi ötreli olarak küçültme ismi olmak üzere "Ubeydullah" demiştir. Yine bundan sonraki (6950) Makil b. Ubeydullah'ın, ez-Zühri'den, onun Abdurrahman b. Ubeydullah b. Ka'b'dan rivayetinde de bu şekilde küçültme ismidir. Halbuki bu iki rivayetten önce hadisin baş tarafında zikredilen Yunus'un Zühri'den rivayetinde o Abdullah b. Ka'b" demiş ve ayn harfi fethalı olarak büyüItme ismi şeklinde zikretmiştir. Nitekim Ukayl'in Zühri'den, o Abdullah b. Ka'b'dan rivayetinde de bu şekilde büyüItme ismidir. Darakumi dedi ki: Dpğrusu ayn harfi fethalı olarak büyüItme ismi diye "Abdullah" diyenlerin rivayetidir. Buhari Sahih'de ise "Abdullah" 'ın rivayetini hadisi tekrar etmekle birlikte hep büyüItme ismi olarak zikretmiştir.

(6949) "Bir gazaya çıkmak isteyip de başka bir yere gitmek istiyormuş gibi izlenimini vermediği pek azdı." Yani başka bir yere gidecekmiş gibi bir izlenim verirdi.

 

(6950) "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabının hadislerini en iyi bilenleri idi." Yani bu hadisleri en iyi hıfzedenleri idi.

 

"Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gazvelerden iki gazve dışında hiç geri kalmamıştır." (Ka'b b. Malik'in) geri kaldığı söylenen iki gazveden kasıt Bedir gazvesi ile Tebuk gazvesidir. Birinci rivayette açıkça ifade ettiği gibi.

 

"Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onbin kişiden fazla çok sayıda insanla gazaya çıktı." Burada bu şekilde "onbin kişiden fazla" diye kaydedilmiş ve fazlalığın ne kadar olduğunu Beyan etmemiştir. Ebu Zür'a er-Razi ise: Yetmiş bin kişi olduklarını söylerken İshak otuzbin kişi idiler demiştir. Bu daha meşhurdur. Bazı imamlar ise bu iki rivayeti Ebu Zür'atabi olanı da kendisine tabi olunanı da saymışhr. İbn İshak ise sadece kendisine tabi olunanı saymışhr diyerek cem ve telif etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

Şunu da bilelim ki Ka'b b. Malik (r.a.)'ın bu hadis-i şerifinden çıkartılacak pek çok hüküm vardır:

 

1. Ganimet bu ümmete mübah kılınmıştır. Çünkü "müslümanlar Bedir'de Kureyş kervanını ele geçirmek isteği ile çıkmıştı" demiştir.

 

2. Bedir'e ve Akabe beyatine kahlanların üstün bir fazileti vardır.

 

3. Kadı nezdindeki davaların dışındaki durumlarda yemin istenmeden yemin etmek caizdir.

 

4. Ordu komutanı gazaya çıkmak istediği vakit, casusları ve benzeri kimselerin karşı tarafı erken davranıp uyarmamaları için başka bir yere gidiyormuş izlenimi vermesi gerekir. Ancak gidilecek yolculuk eğer uzak ise o taktirde gerektiği gibi hazırlanabilmeleri için onlara yolun uzaklığını bildirmesi müstehap olur.

 

5. Elden kaçırılan, yapılamayan hayır için üzülmek ve üzülen kimsenin keşke yapsaydım demesi caizdir. Çünkü burada: Keşke yapmış olsaydım demiştir.

 

6. Muaz'ın: Ne kötü söyledin demesinden ötürü müslümanın gıybetini reddedip (gıybet yapana) cevap vermek gerekir.

 

7. Doğruluğun ve doğruluğa devamlı bağlı kalmanın fazileti büyüktür.

Bunda zorluk olsa dahi şüphesiz akıbeti hayırlıdır ve elbette doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Sahih hadiste Sabit olduğu gibi.

 

8. Yolculuktan gelen bir kimsenin her şeyden önce gelir gelmez mahallesinin mesddinde iki rekat namaz kılması müstehaptır.

 

9. Yolculuktan gelen bir kimsenin eğer insanların kendisine selam vermek maksadıyla gelip karşılayacakları meşhur bir kimse ise onlar için ulaşılmaları kolay görünür bir yerde oturması müstehaptır.

 

10. Hüküm zahire göre verilir. Gizliliklerden dolayı hesaba çekmek Allah'a aittir. Münafıkların ve benzerlerinin mazeretleri de bundan dolayı bir kötülük doğmadığı sürece kabul edilir.

 

11. Bid'atçi kimseler ile açıktan masiyet işleyen kimselerden darılmak, onlara selam vermemek, onlarla ilişkiyi koparmak -onları küçük düşürmek ve bu işten vazgeçmelerini sağlamak için- darılmak müstehaphr .

 

12. Bir kimsenin kendisi musibet sayılacak bir hata işleyecek olursa, kendisi için ağlaması müstehaptır.

 

13. Namaz esnasında gizlice bakmak ve hafifçe yan bakmak namazı bozmaz.

 

14. Selama da "söz" denildiği gibi selamı almak da böyledir. Bir kimse bir başkası ile konuşmayacağına yemin edip de ona selam verse yahut selamını alsa yeminini bozmuş olur.

 

15. Yüce Allah'a ve Rasulü'ne itaati arkadaşın, yakının ve benzerlerinin sevgisinden üstün tutmak gerekir. Nitekim Ebu Katade'ye Ka'b selam verdiği zaman böyle yapmış ve onunla konuşması yasak olduğu zaman da selamını almamıştır.

 

16. Bir kimse bir başkası ile konuşmayacağına yemin etse ve onunla konuşmak kasb ile değil de başkası ile konuşmak maksadı ile konuşursa ve kendisi ile konuşmayacağına dair yemin ettiği kişi de onun bu konuşmasını işitirse, yemin eden kişi yeminini bozmuş olmaz. Çünkü "Allahu a'lem: Allah daha iyi bilir" demesi bunu gösterir. Bu sözü, onun daha önce geçtiği gibi onunla konuşmayı kastettiği şeklinde yorumlanır.

 

17. Bir maslahat için yüce Allah'ın zikrinin yazılı olduğu bir kağıdı yakmak caizdir. Nitekim Osman ve ashab-ı kiram (radıyallahu anhum), ashab-ı kiramın üzerinde icma ettiği kendi mushafı dışındaki mushafları böylece yakmışlardır. Bu ise mushafı tam olarak korumak maksadıyla yapılmışb. Bu sebeple bu bir ihtiyaçdır. Ka'b'ın hadisinden buna delil olan kısım ise onun iç'inde "Allah seni aşağılanacağın bir yerde bırakmamıştır" ibaresi olduğu halde mektubu yakmasıdır.

 

18. Açıklanmasının kötülüğe sebep olmasından korkulan bir şeyi gizlemek ve telef etmek uygundur.

 

19. Hanımına: "Ailenin yanına git" demesi açık bir talak sözü değildir.

Talak niyeti yoksa hiçbir şeyolmaz.

 

20. Kadının kendi rızası ile kocasına hizmet etmesi de kocanın bunu kabul etmesi de icma ile caizdir. Bu hizmeti yapmak için onu zorlaması ise caiz değildir.

 

21. Kadınlar ile ve benzeri şeylerle yararlanmak ile ilgili lafızlar hususunda kinayeli lafızları kullanmak müstehaptır.

 

22. Yasak olan bir işe götürmesinden korkulan herhangi bir husustan uzak kalmak sureti ile ihtiyatlı olmak ve vera göstermek de müstehaptır. Çünkü o, eşinin kendisine hizmet etmesine izin vermeyerek kendisinin genç olduğunu buna gerekçe göstermiştir. Yani karısına yaklaşması yasaklanmış olduğu halde ona yaklaşmaktan emin olamazdı.

 

23. Açık bir nimetin yeni elde edilmesi yahut açık bir belanın uzaklaşması halinde şükür secdesi müstehaptır. Bu da Şafii'nin ve bir kesimin benimsediği bir görüştür. Ebu Hanife ve bir başka kesim ise bunun meşru olmadığını söylemişlerdir.

 

24- Hayır ile müjdelemek müstehaptır.

 

25. Allah'ın kendisine açık bir hayır nasip ettiği yahut kendisinden açık bir şerri uzaklaştırdığı kimseleri tebrik etmek müstehaptır.

 

26. Müjde veren kimseyi bir armağan ve benzeri bir şey ile taltif etmek müstehaptır.

 

27. Niyet ile yeminin tahsis edilmesi (özelleştirilmesi) caizdir. Malının olmadığına dair yemin etse ve bu arada belli bir türü niyet etse, sahip olduğu başka mallar dolayısı ile yeminini bozmuş olmaz. Ekmek yemiyeceği niyeti ile yemin etse et, hurma ve diğer yenilecek şeyleri yemekle yeminini bozmuş olmaz. Ancak o niyet ettiği türü yerse yeminini bozmuş olur. Aynı şekilde Zeyd ile konuşmamaya niyet etse ve bu arada özel bir konuşmayı niyet etse özel olarak niyet ettiği sözden başka sözler ile onunla konuşursa yeminini bozmuş olmaz. Bütün bu hususlar bizim mezhep alimlerimiz arasında ittifakla kabul edilmiştir. Bunların bu hadisten delili iki elbisesi hakkında: "Allah'a yemin olsun bunlardan başkasına sahip değildim" demesi bundan sonra ise bir vakitte "malımı sadaka olmak üzere elimden çıkarmak tevbenin kısmıdır / gereğidir" demesi ondan sonra da Hayber' deki payımı elimde tutuyorum demesi delildir.

 

29. Ariyet (emanet almak) caizdir.

 

30. Giyinmek maksadıyla ariyet (emanet) elbise almak caizdir.

 

30. İstişare, müjde ve buna benzer önemli işler dolayısı ile insanların imamlarının ve büyük saydıkları zatın yanında toplanmaları müstehaptır.

 

31. Dışarıdan gelene ikram olmak üzere ayağa kalkmak -eğer hangi türden olursa olsun fazilet ehli bir kimse ise- müstehaptır. Bu hususta çeşitli hadisler gelmiş bulunmaktadır. Ben bunları bu hususta ruhsat bulunduğunu ortaya koymak üzere bağımsız bir cüzde bir araya getirip topladım. Ayrıca buna aykırı sanılan diğer hususlara da cevap verdim.

 

32. Karşılaşmak esnasında musafahalaşmak (tokalaşmak) müstehaptır.

Bunun sünnet olduğunda görüş ayrılığı yoktur.

 

33. İmamın ve kavmin büyüğü olan zatın, arkadaşlarını ve kendisine tabi olanları sevindiren hususlar sebebi ile sevinmesi müstehaptır.

 

34. Açık bir nimete mazhar olan yahut üzerinden açık bir sıkıntının uzaklaştığı kimsenin uygun olan malından yüce Allah'a bu ihsanı dolayısı ile şükür olmak üzere bir şeyler tasadduk etmesi müstehaptır. Mezhep alimlerimiz böyle bir kimsenin şükür secdesi de yapmasının sadaka vermesinin de birlikte müstehap olduğunu söylemişlerdir. Bu iki husus da hadiste bir arada sözkonusu olmuştur.

 

35. Darlığa sabredemeyeceğinden korkan kimsenin malının tamamını sadaka olarak vermemesi müstehaptır. Hatta bunu yapması onun için mekruhtur.

 

36. Malının tamamını tasadduk etmek isteyen bir kimseyi gören kimse, eğer darlığa sabredemeyeceğinden korkarsa bu işi yapmamasını söylemesi ve bir kısmını sadaka olarak dağıtmasını ona yol göstermek üzere belirtınesi müstehaptır.

 

37. Hayırlı bir sebep dolayısı ile tevbe eden bir kimsenin o hayırlı sebebi sürdürmesi müstehaptır. Çünkü bu, Allah'ın haramlarını ta'zim bakımından daha ileridir. Nitekim doğru söylemek hususunda Ka'b (r.a.) böyle yapmıştır. Allah en iyi bilendir .

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

10- İFK (AİŞE -R.ANHA- VALİDEMİZE İFTİRA) HADİSİ VE İFTİRA EDENİN TEVBESİNİN KABULÜ HAKKINDA