SAHİH-İ MÜSLİM |
TEVBE |
9- KA'B BİN MALİK'İN VE
İKİ ARKADAŞININ TEVBE ETMESİ HADİSİ BABI
6947-5S/1- Bana
Ebu't-Tahir Ahmed b, Amr b, Abdullah b. Amr b. Ferruh -Umeyyeoğulları'nın azadlısı-
tahdis etti, bana İbn Vehb haber verdi, bana Yunus İbn Şihab’DAN şöyle dediğini
haber verdi: Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tebuk gazvesine
çıktı. O, RumIann ve Şam' daki hristiyan arapların üzerine gitmek istiyordu.
İbn Şihab dedi ki: Bana
Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'in haber verdiğine göre Abdullah b.
Ka'b gözlerini kaybettikten sonra oğulları arasında Ka'b, yedicisi (onu elinden
tuturup gezdiren kişi) idi. Dedi ki: Ka'b b. Malik'i Tebuk gazvesinde
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den geri kaldığı zaman ile ilgili
başından geçenleri tahdis ederken dinledim.
Ka'b b. Malik dedi ki:
Tebuk gazvesi dışında Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çıktığı
hiçbir gazadan geri kalmış değilim. Ancak Bedir gazvesine de kablmamışbm. Fakat
kendisinden geri kalan kimseye bundan dolayı sitem etmemişti. Çünkü Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlar, ancak Kureyş kervanını ele
geçirmek maksadı ile çıkmışlardı. Nihayet Allah onları bu hususta herhangi bir
sözleşme olmadan düşmanları ile bir araya getirdi. Hem ben, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Akabe gecesinde İslam üzere ahitleştiğimiz
zaman tanık olmuştum. Bunun yerine Bedir'e kablmış olmayı tercih etmem. Her ne
kadar Bedir insanlar arasında ondan daha ünlü ise de. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den Tebuk Gazvesinde geri kaldığım zaman benim ile ilgili
haberlerin bir kısmı şu idi: Ben, Tebuk gazvesinde Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den geri kaldığım zaman o gazvede O'ndan geri kaldığım
vakittekine göre asla daha önce ne güçlü ne de varlıklı olmamışbm. O gazveden
önce hiç bir zaman aynı anda iki deveye sahip olmamıştım. Ama o gazvede bir
arada iki deveye sahiptim.
Derken Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) aşırı sıcak bir zamanda o gazaya çıktı.
Karşısında pek uzun bir yolculuk oldukça tehlikeli yollar ve geçitler vardı.
Sayısı kalabalık düşmanla karşılaşacaktı. Bunun için müslümanlara bu gazaları
için hakkı ile hazırlanmalan maksadıyla durumlarını açık seçik onlara gösterdi
ve gitmek istediği istikameti onlara haber verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ile birlikte olan müslümanlar ise sayıca pek çoktu. Herhangi bir
belleyicinin kitabı onları bir arada toplamıyordu -bununla divanı
kastetmektedir-.
(Devamla) Ka'b dedi ki:
Bu gazadan kaçmak isteyip de bunun -bu hususta aziz ve celil Allah'tan
kendisine bir vahiy inmediği sürece- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
gizli [kalmayacağınl] sanan adam sayısı oldukça azdı. Derken Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) meyvelerin olgunlaştığı gölgelerin hoş olduğu bir
zamanda bu gazaya çıktı. Ben de ona meyilli idim. Bu sebeple Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de teçhizatını hazırladı, O'nunla birlikte
müslümanlar da. Ben de
Benim bu halim sürüp
gitti. Nihayet onlar hızlandılar ve (gaziler) gaza yolunda ilerlediler.
Bineğimi hazırlayıp onlara yetişmek geçti içimden. Keşke yapmış olsaydım. Sonra
bunu yapmak benim için mukadder olmadı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in çıkıp gitmesinden sonra ben de insanlar arasına çıktığım vakit
aleyhinde münafıklık ithamı bulunan yahut Allah'ın mazeretli kabul ettiği
zayıflardan bir adam dışında benim gibi hiçbir kimseyi görmemek beni üzüyordu.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Tebuk'e varıncaya kadar beni
anmadı. Gaziler arasında Tebuk'de oturuyorken: "Ka'b b. Malik ne yaptı
acaba" dedi. Selimeoğullarından bir adam: Ey Allah'ın Resulü! Onu iki
elbisesi ve (kibirli bir şekilde) yanlarına bakması alıkoydu dedi. Bunun
üzerine Muaz b. Cebel o adama: Ne kötü bir söz söyledin. Allah'a yemin olsun ey
Allah'ın Resulü! Biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmedik dedi.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ise sustu. O bu halde iken serapta hareket eden beyaz
elbiseli bir adam gördü. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Ebu
Hayseme olasın" buyurdu. Gerçekten ensardan Ebu Hayseme olduğunu gördüler.
O ise münafıkların kendisini ayıpladıkları sırada bir avuç hurma tasadduk eden
kişi idi.
Ka'b b. Malik dedi ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in artık Tebuk'den Medine'ye doğru
geri geldiği haberini aldığım zaman tasam her yanımı sardı.
Bu sefer söyleyeceğim
yalanı hatınma getirmeye koyuldum ve (kendi kendime) yarın O'nun gazabından nasıl
kurtulabilirim demeye başladım. Bunun için de yakınlarımdan sağlam görüş sahibi
herkesin yardımını istedim. Bana artık Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
geldi gelecek denilince batıl da benden uzaklaşıp gitti ve böylelikle ben
ebediyyen hiçbir şeyle kendisinden kurtulamayacağımı anladım. Bu sebeple O'na
doğru söylemeyi kararlaştırdım. Derken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Medine'ye gelmiş olarak sabahı etti. O bir yolculuktan döndü mü önce mescide
gider orada iki rekat namaz kılar sonra insanlar için
otururdu. Bu adeti gereği oturunca geri bırakılanlar huzuruna geldi, O'na
mazeretlerini söylemeye, O'na yemin etmeye başladılar. Seksen küsür kişi
idiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onların açıkladıkları
hallerini kabul etti, onlarla beyatleşti, onlar için mağfiret diledi. İçlerinde
gizlediklerini de Aİlah'a havale etti. Nihayet ben de geldim, selam verince
kızgın bir kimsenin gülümseyişi ile gülümsedikten sonra "gel"
buyurdu. Ben de önünde oturuncaya kadar yürüyerek geldim. Bana: "Geri
kalmana sebep nedir. Daha önce bineğini satın almamış mıydın" buyurdu.
(Ka'b devamla) dedi ki:
Ben dedim ki: Ey Allah'ın Resulü! Gerçek şu ki Allah'a yemin ederim eğer senden
başka dünya ehlinden birisinin yanında otursam ve bir mazeret belirterek onun
gazabından kurtulacağımı görsem -esasen bana bir tartışma gücü'de verilmiştir-
(bunu yapardım). Ama ben Allah'a yemin ederim ki gerçekten şunu biliyorum: Eğer
bugün ben kendisi sebebi ile benden hoşnut olacağın yalan bir söz söyleyecek
olursam aradan fazla zaman geçmeden kesinlikle Allah senin bana gazab etmeni
sağlayacaktır. Ve eğer ben sana doğru bir söz söyleyip bundan dolayı bana
kızacaksan şüphesiz bu hususta Allah'tan benim için güzel bir akıbet takdir
edeceğini ümit ederim. Allah'a yemin ederim ki hiçbir mazeretim yoktu. Vallahi
senden geri kaldığım zamandan daha geniş imkanlı bir halde ve daha güçlü asla
olmadım.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Buna bakın. Bu doğru söyledi. Allah hakkında hüküm
verinceye kadar kalk (git)" buyurdu. Ben de kalktım. Selimeoğulları'ndan
bazı kimseler derhal ayağa kalkarak arkamdan geldiler ve bana: Allah'a yemin
olsun ki biz bundan önce senin bir günah işlediğini bilmedik. Şimdi de geri
bırakılanların ileri sürdükleri gibi bir mazeret sürerek Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}!e mazeretini açıklamakta acze düştün. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'in senin için mağfiret dilemesi bu günahına karşılık sana
yeterdi dediler.
(Ka'b devamla) dedi ki:
Allah'a yemin olsun bana öyle sitem edip durdular ki nihayet Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geri dönüp kendimi yalanlamak istedim. Sonra
onlara: herhangi bir kimse benimle bu durumla karşılaştı mı dedim. Onlar: Evet
seninle birlikte iki adam daha bu durumla karşılaştı. Onlar da senin
dediklerinin aynısını söylediler. Kendilerine de sana söylenenin aynısı
söylendi dediler. Ben: Bu iki kişi kimdir dedim. Bana:
Murara b. Rabia el-Amiri
ile Hilal b. Umeyye el-Vakıfi'dir dediler. Böyle diyerek bana Bedir'e katılmış
ve durumları benim gibi olan (ve bana örnek olabilecek) salih iki adamın adını
verdiler. Bu ikisinin adını bana söyledikleri zaman ben de yoluma devam ettim.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), müslümanlara bizlerle yani O'ndan geri kalanlar arasından
biz bu üç kişi ile konuşmayı yasakladı.
Bu sebeple insanlar
bizden uzak durdular. Bize karşı değiştiler. Öyle ki kendi içimde yeryüzünü
dahi tanımaz oldum. Benim bildiğim yer değildi artık. Bu halde elli gün devam
ettik. Diğer iki arkadaşım ise boyun eğdiler, evlerinde oturup ağlamaya
başladılar. Ben ise onların en gençleri ve en güçlüleri idim. Bu sebeple dışarı
çıkar, namaza iştirak eder, çarşı pazarlarda dolaşırdım. Ama kimse de benimle
konuşmuyordu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gider,
namazdan sonra O oturduğu yerde iken O'na selam verirdim de kendi içimden:
Selamımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı derdim. Sonra
O'na yakın bir yerde namaz kılar, gizliden O'na bakardım. Ben namazıma
yönelince O'da bana bakardı. Kendisine dönüp baktığım zaman yüzünü benden
çevirirdi. Nihayet müslümanların benden uzak durmaları benim için uzadı.
Yürüyüp gittim ve Ebu Katade'nin bahçe duvarına tırmandım. O benim amcaoğlu
olur. En sevdiğim insandır. Ona selam verdim vallahi selamımı almadı. Bunun üzerine
ona: Ey Ebu Katade! Allah adına sana ant veriyorum. Gerçekten benim Allah'ı ve
Rasulü'nü sevdiğimi biliyor musun dedim. O sustu. Tekrar ona aynı şekilde ant
verdim yine sustu. Bir daha ona aynı andı verdim bu sefer: Allah ve Rasulü daha
iyi bilir dedi. Gözlerimden yaş boşaldı. Sonra gerisin geri dönüp tekrar duvarı
aştım (ve oradan ayrıldım).
Bir ara Medine
çarşısında yürürken, Medine'de satmak üzere yiyecek (buğday) getirmiş olanlar
arasından Şam halkı nabatilerden bir nabatinin: Ka'b b. Malik'i kim gösterir
diyordu. İnsanlar ona beni işaret etmeye başladılar. Nihayet yanıma geldi ve
bana Gassan Hükümdarından bir mektup uzattı. Ben (okur), Yatar idim. Mektubu
okudum. Mektupta şunların yazılı olduğunu gördüm: Imdi bize senin arkadaşının
sana cefa ettiği (seni dışladığı) haberi ulaştı. Halbuki Allah seni
aşağılanacağın ve hakkının kaybolacağı bir yurtta (kalmak zorunda)
bırakmamıştır. Bize gel katıL. Seninle sahip olduklarımızı paylaşalım diyordu.
Bunu okuduğum zaman bu daaynı şekilde beladan (sınavdan) bir parçadır dedim ve
derhal onu alıp tandıra yöneldim ve o mektubu tandırda yaktım. Derken elli
günün kırk günü geçti. Vahyin gelmesi de gecikti. Bir de baktım ki Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elçisi bana gelerek: Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) sana zevcenden uzak durmanı emrediyor dedi. Ben: Onu boşayayım mı
yoksa ne yapayım dedim. O hayır ondan uzak dur, ona sakın yaklaşma dedi.
(Devamla Ka'b) dedi ki:
Benim diğer iki arkadaşıma da bunun aynısını haber olarak gönderdi. Ben de
zevceme: Ailenin yanına git, Allah bu iş hakkında hüküm verinceye kadar onların
yanında kal dedim.
Hilal b. Umeyye'nin
hanımı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelip O'na: Ey Allah'ın
Rasulü! Şüphesiz Hilal b. Umeyye aciz bir ihtiyardır. Onun bir hizmetçisi
yoktur. Benim ona hizmet etmemi hoş karşılamaz mısın dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır (hizmet edebilirsin) ama sakın sana
yaklaşmasın" buyurdu. Hanımı: Gerçek şu ki Allah'a yemin ederim onda
hiçbir şeye karşı bir hareket yoktur: Allah'a yemin ederim ki başına gelenlerin
geldiğinden beri bugüne kadar hep ağlayıp duruyor dedi.
Bunun üzerine benim de
bir yakınım bana: Hanımın hakkında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
izin istesen (nasıl olur) çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hilal
b. Umeyye'nin hanımının ona hizmet etmesine izin verdi dedi. Ben: Hanımımın
bana hizmet etmesi için Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den izin
istemem. Hem onun için izin isteyecek olursam -ve ben genç bir adam olduğum
halde- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ne söyleyeceğini nereden
bileyim dedim.
Bu şekilde on gün daha
geçti. Böylelikle bizimle konuşmanın yasaklandığı zamandan itibaren elli gün
tamamlanmış oldu.
Sonra ellinci günün
sabahında
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de
(Ka'b'ın oğlu) dedi ki:
Ka'b, Talha'nın bu yaptığını hiç unutmadı. (Devamla) Ka'b dedi ki: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e selam verdiğimde -ki yüzü de sevinçten
parıldıyordu- şöyle buyurdu: ''Annenin seni doğurduğu günden bu yana gördüğün
en hayırlı günün müjdesini sana veriyorum" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın
Rasulü! Senden mi yoksa Allah'tan mı dedim. O: "Hayır hayır
Allah'tan" buyurdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sevindiği
zaman yüzü nurlanırdı. Adeta bir ay parçasını andımdı. Ve biz bunu görüp
arıIardık.
Önüne oturunca: Ey
Allah'ın Rasulü! Tevbemin bir kısmı da Allah'a ve Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) sadaka olmak üzere malımı elimden çıkarmaktır dedim. Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Malının bir kısmını (elinde) tut. O senin
için daha hayırlıdır" buyurdu. Bu sefer ben de: O halde Hayber' deki
payımı tutuyorum dedim. Yine şurıIan söyledim: Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz
Allah beni ancak doğrulukla kurtardı ve yine tevbemin bir gereği de hayatta
kaldığım sürece doğrudan başka bir söz söylememektir. (Ka'b devamla) dedi ki:
Allah'a yemin ederim ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e O sözlerimi
söylediğimden bu yana bugünüme kadar doğru sözlülükten ötürü Allah'ın beni
sınadığından daha güzel bir şekilde hiçkimseyi sınamış olduğunu bilmiyorum.
Allah'a yemin ederim ki ben o sözleri Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e söylediğimden itibaren bu günüme kadar bir defa dahi kasten yalan
söylemeye kalkışmadım. Hayatımın geri kalan kısmında da Allah'ın beni
korumasını ümit ederim.
(Devamla) Ka'b dedi ki:
Bunun üzerine aziz ve celil Allah: ''Andolsun ki Allah peygamberini de
içlerinden bir grubun gönülleri az kalsın eğrilmek üzere iken dar zamanda O'na
tabi olan muhacirlerle ensan da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların bu
tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü o onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır.
Geri bırakılan üç
kişinin de (tevbesini kabul buyurdu). Öyle ki yeryüzü bunca genişliğine rağmen
onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı." (Tevbe,
117-118) buyruklarını "ey İman edenler Allah'tan korkun ve doğrularla
beraber olun" (Tevbe, 119) ayetine kadar indirdi.
Ka'b dedi ki: Allah'a
yemin ederim ki Allah beni İslam hidayeti ile şereflendirdikten sonra bana göre
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğruyu söylemekten daha büyük bir
nimet ihsan buyurmamıştır. Çünkü O'na yalan söylemiş olsaydım yalan
söyleyenlerin helak olduğu gibi helak olacaktım. Gerçek şu ki Allah da vahyi
indirdiği zaman yalan söyleyen kimselere herhangi bir kimseye söylediklerinin
en kötüsünü söylemiştir. Yüce Allah:
"Vanlarına
döndüğünüzde onlar(ı azarlamak)dan vazgeçmeniz için önünüzde Allah'a yemin
edeceklerdir. O halde siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar.
Kazandıklarının cezası olarak varacaklan yer de cehennemdir. Kendilerinden
hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız da şüphesiz
Allah o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz" (Tevbe, 95-96) buyurdu.
(Devamla) Ka'b dedi ki:
Bizler ise yani bu üç kişi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yemin
ettikleri zaman yeminlerini kabul edip kendileri ile beyatleştiği, kendileri
için mağfiret dilediği o kimselerin durumuna göre geri bırakıldık ve Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizim durumumuzu Allah hakkında hüküm verinceye
kadar geciktirdi. İşte bundan dolayı aziz ve celil Allah: "Geri bırakılan
üç kişinin de (tevbesini kabul buyurdu)" buyurmuştur. Yoksa burada
Allah'ın sözünü ettiği bizim geri bırakılmamız gazadan geri ka!ışımız değildir.
Bu O'nun bizi kendisine yemin edip özür açıklayıp da özrünü kabul ettiği
kişilerden ayrı olarak işimizi geri bırakması ve ertelemesidir.
6948- .. ./2- Bunu bana
Muhammed b. Rafi'de tahdis etti, bize Huceyn b. el-Müsenna tahdis etti, bize
Leys, Ukayl'den tahdis etti, o İbn Şihab'dan Yunus'un ez-Zühri'den isnadı ile
aynı şekilde rivayet etti.
6949-54/3- Bana Abd b.
Humeyd de tahdis etti, bize Yakub b. İbrahim b. Sa'd tahdis etti, bize
ez-Zühri'nin kardeşinin oğlu Muhamemd b. Abdullah b. Müslim, amcası Muhammed b.
Müslim ez-Zühri’DEN tahdis etti, bana Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b.
Malik'in haber verdiğine göre Ubeydullah b. Ka'b b. Malik -ki Ka'b'ın gözleri
kör olduğu zaman onu yeden kişi o idi- haber verip dedi ki: Ben, Ka'b b.
Malik'i Tebuk gazvesinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den geri
kaldığı zaman ile ilgili hadisini tahdis ederken dinledim deyip hadisi zikretti
ve hadisinde Yunus'un rivayetindekine göre fazladan şunları ekledi: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir gazaya çıkmak istediği zaman başka bir
yere gidecekmiş gibi bir izlenim vermediği pek azdı. Ta ki bu gazve oluncaya
kadar.
Zühri'nin kardeşinin
oğlunun rivayet ettiği hadiste de Ebu Hayseme'yi ve onun Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e yetişmesini zikretmedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
6950-55/4- Bana Seleme
b. Şebib de tahdis etti, bize Hasan b. A'yen tahdis etti, bize Makil -ki o b.
Ubeydullah'dır- Zühri'den tahdis etti, bana Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b.
Malik amcası Ubeydullah b. Ka'b'dan tahdis etti. -ki o gözlerini kaybettiği
zaman Ka'b'ın yedidsi idi ve kavmi arasında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in ashabının hadislerini en iyi bilen ve en çok belleyen o idi- dedi
ki: Ben, babam Ka'b b. Malik'i -ki o tevbeleri kabul edilen üç kişiden biri
idi- şunu tahdis ederken dinledim: O Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in kalılmış olduğu hiçbir gazadan -iki gaza dışında- geri kalmamışlı
deyip hadisi rivayet etti ve rivayetinde şunları da söyledi: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir belleyicinin divanının hepsini toplu
olarak kaydetmediği onbin kişiden fazla sayıda çok kimse ile gazaya katıldı.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: (6947)
"Akabe gecesinde İslam üzere ahitleştiğimiz zaman Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte bulundum." Yani İslam üzere beyatleştiğimiz
ve ahidleştiğimiz zaman Akabe gecesinde O'nunla beraber bulundum. Akabe gecesi
ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ensar ile İslam üzere onu
barındırıp ona yardım etmek üzere bey'atleştiği gecedir. Burası ise Akabe
cemresinin kendisine izafe edildiği Mina tarafındaki akabedir. Akabe bey'ati
iki yılda iki defa gerçekleşmişti. Birinci yılda on iki kişi, ikinci yılda ise
hepsi ensar (radıyallahu an h) olmak üzere yetmiş kişi idiler.
"Bedir daha çok
biliniyor ise de" yani fazileti insanlar arasında daha meşhur olmakla
birlikte.
"Uzak ve tehlikeli
geçitleri olan bir yola çıkacaktı." Yani helak olma korkusu bulunan suyu
az, uzun bir çölde yolculuk yapacaktı. Az önce böyle bir yere (ölümcül
geçitlere) neden mefaze ve mefaz adlarının verildiği ile alakalı farklı
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
,"Bu sebeple
müslümanlara durumlarını açıkça gösterdi." Yani durumlarını açıkça
gösterdi, Beyan etti, açıkladı. Herhangi bir farklı istikamete gidilecek
izlenimini vermeden gideceği yolu onlara bildirdi.
"Gazaları için
gerekli hazırlıkları yapmaları için" hemze ötreli he harfi sakin olmak
üzere "uhbe: hazırlık" diye kullanılır. Yani bu yolculuklarında
ihtiyaç duyacakları şeyleri hazırlamak için böyle yaptı.
Onlara gidecekleri
istikameti haber verdi" nereye gitmek istediklerini gösterdi.
"Bununla divanı
kastediyor." Divan kelimesi meşhur olan söyleyişe göre dal harfi
kesrelidir. Fethalı söyleyiş (deyvan) da nakledilmiştir. Arapçalaştırılmış
farsça bir kelimedir. Arapça olduğu da söylenir.
"Bu gazadan kaçmak
isteyip de bunun -bu hususta aziz ve celil Allah'tan kendisine bir vahiy
indirmediği sürece- Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gizli
(kalmayacağını) adam sayısı oldukça azdı." Kadı Iyaz dedi ki: Müslim'in
bütün nüshalarında bu şekildedir. Doğrusu ise araya "ella" lafzının
kaydedilmesidir. Nitekim Buhari de bunu böylece rivayet etmiştir.
"Teçhizatımdan hiçbir şey hazırlamadan" buradaki teçhizat (cihaz) cim
harfi fethalı (cehaz diye) ve kesreli olarak söylenir. Sefer için gerekli
hazırlıklar demektir.
"(Gaziler) gazada
durmadan ilerlediler." Yani gaziler ilerlediler ve bizi oldukça geride
bıraktılar.
"Münafıklıkla itham
edilen bir adam." "Mağmuı: itham edilen" gayn ve sad harfi
iledir.
"Tebuk'e varıncaya
kadar beni anmadı." Nüshaların çoğunda "Tebuken" diye nasb ile
kaydedilmiştir. Buhari nüshalarında da böyledir. Sanki bölge değil de belli bir
yeri kastettiği için bunu munsarıf zikretmiş gibidir.
"İki yanına
bakması" bu onun kendisini ve elbisesini beğendiğine bir işarettir.
Muaz b. Cebel ona: Ne
kötü söyledin dedi." Bu açıktan açığa batılı işlemeyen müslümanın
gıybetinin red olunacağına bir delildir. Böyle bir tutum da en önemli
edeplerden ve İslam'ın haklarındandır.
"Serapta hareket
eden beyaz elbiseli bir adam gördü." Mubeyyid: Be harfi kesreli olmak
üzere beyaz elbise giyen demektir. Mubeyyida ve müsevvide de beyaz ve siyah
elbise giyenler için kullanılır.
"Serapta hareket
eden" hareket eden, yürüyen demektir. Serap ise çöllerde sıcak
"Ebu Hayseme
olasın." Bunun, sen Ebu Hayseme'sin anlamında olduğu söylenmiştir. Sa'leb
dedi ki: Araplar: "Zeyd olasın" diyerek sen Zeyd' sin demek isterler.
Kadı lyaz dedi ki: Bana göre daha doğru görünen burada "kün: olasın"
tahkik ve varlık anlamındadır. Yani ey gelen şahıs sen gerçekten Ebu Hayseme
01. Kadı lyaz'ın bu açıklaması doğru olandır. Nitekim et-Tahrir sahibinin
sözlerinin anlamı da budur. Ona göre ifadenin takdiri şudur: Allah'ım bu Ebu
Hayseme olsun şeklindedir. Burada adı geçen Ebu Hayseme'nin adı da Abdullah b.
Hayseme'dir. Malik b. Kays olduğu da söylenmiştir. Bazı hafızlar: Ashab-ı kiram
arasında Ebu Hayseme künyeli sadece iki kişi vardır. Onlardan biri budur
ikincisi ise Abdurrahman b. Ebu Sebre el-Cufi'dir.
"Münafıkların
ayıpladığı. .. " yani münafıkların kendisini (Ebu Hayseme'yi) ayıplayıp
hakir gördükleri, küçümsedikleri kişi demektir.
"Tasam her yanımı
sardı." En ileri derecede kederlendim.
"Artık geri dönmeye
başladı denilince batıl da benden uzaklaştı." Burada ezalle: döndü, adeta
gölgesini bırakmış gibi yaklaştı demektir.
"Ona doğru
söylemeyi kararlaştırdım." Bunu azmettim. Nitekim ecmae emrehu ecmae ala
emrihi ve azeme aleyhi aynı anlamda olmak üzere bir şeyi kararlaştırdı, bir
şeye azmetti demektir.
"Bana bir tartışma
gücü verildi." Yani bana bir fesahat, güçlü söz söyleme ve meramımı açık
anlatma imkanı öyle verildi ki eğer istersem bana nisbet edilenlerin
sorumluluğunun altından kalkabilirim."
Kendisinden dolayı bana
kızacağın (bir doğru söz söylemek)" buradaki "tecidu" cim harfi
kesreli, dal şeddesiz kızacağın anlamındadır.
Ben bu hususta Allah'tan
güzel akıbeti ümit ediyorum" yani sonunda Allah'ın bana hayır vereceğini
ve bu hayır üzerinde bana sebat vereceğini ümit ediyorum.
"Allah'a yemin
ederim ki bana öyle sitem edip durdular ki..." yani olabildigi kadar ağır
bir şekilde beni kınadılar, sitem ettiler.
Kab ile aynı durumda
olan iki arkadaşından birisinin "Murare b. Rabia el-Amiri" olduğu
belirtilmektedir. Müslim'in bütün nüshalarında bu şekilde nisbeti
"el-Amiri"dir. Ama ilim adamları bunu kabul etmeyerek şöyle
demişlerdir: Bu yanlıştır. Doğrusu ayn harfi fethalı, mim sakin olarak el-Amri
olduğudur. Çünkü o Amr b. Avfoğullarındandır. Nitekim Buhari de onu böylece
zikrettiği gibi Muhammed b. İshak, İbn Abdilberr ve onlardan başka diğer
imamlar da onun nisbetini böylece zikretmişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Her ne
kadar el-Kab isi ben onun nisbetinin ancak el-Amiri olduğunu biliyorum demiş
ise de doğrusu budur (el-Amri nisbetidir). Çünkü ondan başkaları olan cumhurun
söylediği daha sahihtir.
"Murare b.
Rabia" adına gelince, Müslim'in nüshalarında da bu şekilde kaydedilmiştir.
Kadı Iyaz da Müslim nüshalarından böylece nakletmiştir. Fakat Buhari'de b.
er-Rabi diye geçmektedir. İbn Abdilberr dedi ki: Her iki şekilde de söylenir.
Murare ise mim harfi
ötreli ve iki re iledir.
Hilal b. Umeyye
el-Vakıfi" ise "Vakıf"e mensuptur. Ensar'ın bir koludur. Adı
Hilal b. Umeyye b. Amir b. Kays b. Abdula'la b. Amir b. Ka'b b. Vakıf'dır.
Vakıf'ın adı da Malik b. İmriu'l-Kays b. Malik b. Evs'dir. el-Ensarı
nisbetlidir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bizlerle yani bizim üçümüzle konuşmayı nehyetti." Kadı
Iyaz dedi ki: Buradaki "eyyuha" lafzan merfu olmakla birlikte ihtisas
olarak nasb mahallindedir. Sibeveyh araplardan naklen: "Allahummağfirlena
eyyetuhel isabe: Allah'ım bize yani şu topluluğa mağfiret buyur"
dediklerini nakletmektedir. Bu da onun gibidir.
Bu ifadeden bid'at ve
masiyet ehlinden dargın durmak hükmü anlaşılmaktadır.
"Öyle ki kendi
içimde yeri dahi tanımaz oldum. Bilip tanıdığım yer değildi artık." Yani
yere varıncaya kadar her şey bana değişik görünmeye başladı. Yer benim için
yabanileşti. Hepsi adeta bana yabancı göründüğü için tanımadığım bir yere
dönüştü.
"Diğer iki
arkadaşım ise boyun eğdiler." Denileni kabullenip uydular. "Onların
en genci ve en güçlüleri idim." Yaşça en küçükleri idim, hepsinden kuvvetli
idim.
"Ebu Katade'nin
bahçe duvarını aştım." "Tesevvertuhu: Üstüne çıktım" demektir.
Buradan bir kimsenin nazının geçtiği, rahatsız olmayacağını bildiği arkadaşının
ve yakınının bahçesine izni olmadan girmesinin caiz olduğuna delil vardır. Ancak
orada üstü başı açık bir kadının -ve benzerlerinin- bulunmadığını bilmesi de
şarttır.
"Ona selam verdim.
Allah'a yemin ederim selamımı almad!." Çünkü onlarla konuşma yasağı genel
idi. Buradan da bid'atçilere ve benzeri durumdakilere selam verilmeyeceğine,
selamın da bir söz olduğuna, bir kimse ile konuşmayacağına dair yemin edip ona
selam verse yahut selamını alsa yeminini bozmuş olacağına delil vardır.
"Sana Allah adına
ant veriyorum." Yani Allah adına sana soruyorum demektir.
"Allah ve Resulü
daha iyi bilir." Kadı Iyaz dedi ki: Muhtemelen Ebu Katade onunla konuşmayı
kastetmemiş olabilir. Çünkü onunla konuşmak yasaklanmıştı. O kendisine Allah
adına ant verince bu sözü kendi kendisine söylemiş olmalıdır. Bundan dolayı Ebu
Katade de onun işitmesi için değil de kendi inandığını, kanaatini açığa vurmak
için bu sözü söylemiştir. Bir kimse, bir kimse ile konuşmamak üzere yemin etse
o adam da kendisine herhangi bir hususa dair soru sorarsa o da ona sesini
işittirmek ve cevap vermek maksadıyla Allahu alem: Allah en iyi bilir derse
yeminini bozmuş olur.
"Şam ahilisi
nabatilerinden bir nabati" nabat enbat ve nabit arap olmayanların
çiftçilerine denilir.
"Allah seni
aşağılanacağın bir yerde ve kaybolacağın bir yerde kılmamıştır. Bize katıl, biz
seni görüp gözetiriz." "Madyaa: kaybolunulacak yer" lafzının iki
türlü söyleyişi vardır. Birisi dat harfi kesreli, ye harfi sakin (madia)
ikincisi ise dat harfi sakin ye harfi fethalı (madyaa) şeklidir. Bu da hakkının
zayi olacağı bir yer ve bir durumda değilsin demektir .
"Seni kollar
gözetiriz" anlamındaki lafız bazı nüshalarda "nuvasik" şeklinde,
bazılarında da sinden sonra ye harfi ziyadesi ile nuvasik şeklindedir. Bu da
sahihtir. Seni kollarız gözetiriz demektir. Ye harfinin yazılmaması ise emrin cevabı
olması halinde sözkonusu olur. Yanımızda bulunanları seninle paylaşınz
demektir.
"Ben de onu alıp
tandıra gittim ve onu yaktım." Diyarımızdaki bütün nüshalarda
"teyamentu: gittim" şeklindedir. Bu da "teyemmemtu"in bir
söyleyişidir. Kastettim, yöneldim anlamındadırlar. "Onu yaktım"
fiilinde müennes zamir kullarıması mektup ile "sahife"yi kastetmiş
olmasından dolayıdır.
"Ben de eşime
ailenin yanına git, Allah bu hususta hüküm verinceye kadar onların yanında kal
dedim." Bu, bu lafzın talak hususunda sarih olmadığına bir kinaye
olduğuna, bu sözleri ile talakı niyet etmediğine ve bundan dolayı talakın
gerçekleşmediğine delildir.
"ve ben genç bir
adamım" yani kendi işimi görebilecek durumdayım. Bununla birlikte gençlik
halim dolayısı ile kendimi tutamayıp eşime yaklaŞa'bilirim. Halbuki bu bana
yasaklanmış bulunuyor demek istemiştir.
"Bütün genişliğine
rağmen yer bana dar geldi." Yani yer oldukça geniş olmakla birlikte bana
dar geldi.
"Selh tepesine
çıkmış birisinin yüksek sesle bağırdığını işittim." Selh sin harfi fethalı
lam harfi sakindir. Medine'de bilinen bir dağdır.
"Ey Ka'b b. Malik
müjde sana" ile "insanlar bizi müjdelemeye başladılar"
ifadelerinde görünür yeni bir nimete mazhar olan yahut ağır bir sıkıntısı
kalkan ve buna benzer durumlarla karşı karşıya kalan kimseleri müjdeleyip
tebrik etmenin müstehap olduğuna delildir. Bu müstehaplık elde edilen her bir
nimet ve dağılan her bir sıkıntı dolayısıyla geneldir. İster din ile ilgili bir
husus olsun ister dünya ile farketmez.
"Derhal secdeye
kapandım." Meydana gelen yeni her bir nimet yahut da bertaraf olan her bir
sıkıntı sebebi ile şükür secdesi yapmanın müstehap olduğu hususunda Şafii'ye ve
ona muvafakat edenlere bir delildir.
"Buna karşılık ona
iki elbisemi çıkardım ve bana getirdiği müjde dolayısı ile o iki elbiseyi
giymesi için ona verdim." Bu da bir armağan ile -yoksa başka bir şey' ile-
ödüllendirmenin müstehap olduğuna delildir. Ama bir armağan vermek daha
güzeldir çünkü alışılagelen de budur.
"Emanet iki elbise
alıp onları giydim." Buradan da ariyet (emanet almaklin caiz olduğuna,
giyinmek üzere elbiseyi emanet vermenin caiz olduğuna delil vardır .
"Ben de Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru gittim. İnsanlar kalabalıklar (gruplar)
halinde beni karşılıyorlardı." Burada "feve: cemaat, topluluk"
demektir.
"Hemen Talha b.
Ubeydullah kalkıp koştu ve nihayet benimle tokalaştı ve beni tebrik etti."
Yeni gelen ile tokalaşmanın, ona ikram olmak üzere ayağa kalkmanın, güler bir
yüzle ve sevinçle onu karşılamak üzere hızlıca yürümenin müstehap olduğuna
delil vardır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: ''Annenin seni doğurduğu günden bu yana üzerinden geçen
en hayırlı gün ile müjdeliyorum. " Bu da senin müslüman olduğun günün
dışındaki gün anlamındadır. Onu istisna etmeyişinin sebebi zorunlu olarak
bilinen bir husus olduğundan dolayıdır.
"Tevbemin bir
gereği olarak Allah'a ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir sadaka
olmak üzere malımı elimden çıkarmaktır ... " Malımı elimden çıkarmaktan
kastı onu tasadduk etmektir. Buradan yeni karşılaşılan nimetler dolayısı ile
şükür olmak üzere sadaka vermenin müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır.
Özellikle karşı karşıya kalınan bu yeni nimet büyük ise. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in ona malının bir kısmını sadaka vermek ile yetinmesini
emretmesi, fakirlikten dolayı zarar görmesinden ve darlığa katlanamayacağından
korkmasından dolayıdır. Durumun böyle olması Ebu Bekr (r.a.)'ın malının
tamamını tasadduk etmesine aykırı değildir. Çünkü o sabreden haline rıza gösteren
birisi idi.
Eğer: Daha önce ben
elbisemi çıkarıp verdim, Allah'a yemin olsun onlardan başkasına da sahip
değildim" demiş olmakla birlikte malımın tümünü elimden çıkarıyorum deyip
kendisinin bir malı olduğunu nasıl söylemiştir denilecek olursa cevap şudur:
Burada malımı elimden çıkartmak istiyorum derken kastettiği arazi ve akar
(taşınmaz) mallarıdır. Bundan dolayı "Hayber' deki payımı
alıkoyuyorum" demiştir. "Onlardan başkasına sahip değildim"
sözünden maksat ise elbise ve buna benzer armağan olarak ve müjdeciye
verilebilecek elbise ve benzeri şeyleri kastetmiştir.
Bu ifadede yeminin niyet
ile tahsis edilebileceğine (anlamının özelleştiritip daraltılabileceğine) delil
vardır. Bizim mezhebimizin görüşü de budur. Bir kimse malının olmadığına dair
yemin ederse ve bu arada bir tür malı niyet ederse başka türden sahip olduğu
mal sebebi ile yemini yalan olmaz. Yahut da yememeye yemin edip hurma
yemiyeceğini niyet ederse ekmek yediği taktirde yeminini bozmuş olmaz.
"Allah'a yemin
ederim ki ben Allah'ın doğru sözlülük sebebi ile beni sınadığından daha güzel
müslümanlardan kimseyi sınamış olduğunu bilmiyorum." sözleri de şu
demektir: Yani bu hususta Allah'ın bana verdiği nimet gibi bir nimeti kimseye
verdiğini bilmiyorum. Burada bela ve ibla (sınav ve sınamak) hayır ve şer için
de kullanılır. Ama mutlak olarak kullanılırsa çoğunlukla şer hakkında
kullanılır. Eğer bu lafız ile hayır kastedilecek olursa burada olduğu gibi onu
kayıtlı olarak zikreder. Nitekim burada da: Beni sınadığından daha güzel"
demiştir.
"Allah bana islam'a
hidayet verdikten sonra kendi kanaatime göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e yalan söyleyip de helake maruz kalmamış olmaktan daha büyük bir nimet
vermemiştir." ibare Müslim'in bütün nüshalarında ve Buhari rivayetlerinin
bir çoğunda bu şekildedir. ilim adamları der ki: Buradaki "enlaekune"
deki "la" lafzı zaiddir. Yani O'na yalan söyleyip de helak olmamak
demektir. Bu da yüce Allah'ın: "Sana emrettiğim zaman secde etmene ne
engel oldu" (Araf, 12) buyruğunda zikredilen ve zaid olan "la"
gibidir.
(6949)
"ez-Zühri'nin kardeşinin oğlunun amcasından o Abdurrahman b. Abdullah b.
Ka'b'dan, o Ubeydullah b. Ka'b'dan" diye naklettiği rivayetine gelince, bu
rivayette bu şekilde ayn harfi ötreli olarak küçültme ismi olmak üzere
"Ubeydullah" demiştir. Yine bundan sonraki (6950) Makil b.
Ubeydullah'ın, ez-Zühri'den, onun Abdurrahman b. Ubeydullah b. Ka'b'dan
rivayetinde de bu şekilde küçültme ismidir. Halbuki bu iki rivayetten önce
hadisin baş tarafında zikredilen Yunus'un Zühri'den rivayetinde o Abdullah b.
Ka'b" demiş ve ayn harfi fethalı olarak büyüItme ismi şeklinde
zikretmiştir. Nitekim Ukayl'in Zühri'den, o Abdullah b. Ka'b'dan rivayetinde de
bu şekilde büyüItme ismidir. Darakumi dedi ki: Dpğrusu ayn harfi fethalı olarak
büyüItme ismi diye "Abdullah" diyenlerin rivayetidir. Buhari Sahih'de
ise "Abdullah" 'ın rivayetini hadisi tekrar etmekle birlikte hep
büyüItme ismi olarak zikretmiştir.
(6949) "Bir gazaya
çıkmak isteyip de başka bir yere gitmek istiyormuş gibi izlenimini vermediği pek
azdı." Yani başka bir yere gidecekmiş gibi bir izlenim verirdi.
(6950) "Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabının hadislerini en iyi bilenleri
idi." Yani bu hadisleri en iyi hıfzedenleri idi.
"Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gazvelerden iki gazve dışında hiç geri
kalmamıştır." (Ka'b b. Malik'in) geri kaldığı söylenen iki gazveden kasıt
Bedir gazvesi ile Tebuk gazvesidir. Birinci rivayette açıkça ifade ettiği gibi.
"Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onbin kişiden fazla çok sayıda insanla gazaya
çıktı." Burada bu şekilde "onbin kişiden fazla" diye kaydedilmiş
ve fazlalığın ne kadar olduğunu Beyan etmemiştir. Ebu Zür'a er-Razi ise: Yetmiş
bin kişi olduklarını söylerken İshak otuzbin kişi idiler demiştir. Bu daha meşhurdur.
Bazı imamlar ise bu iki rivayeti Ebu Zür'atabi olanı da kendisine tabi olunanı
da saymışhr. İbn İshak ise sadece kendisine tabi olunanı saymışhr diyerek cem
ve telif etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
Şunu da bilelim ki Ka'b
b. Malik (r.a.)'ın bu hadis-i şerifinden çıkartılacak pek çok hüküm vardır:
1. Ganimet bu ümmete
mübah kılınmıştır. Çünkü "müslümanlar Bedir'de Kureyş kervanını ele
geçirmek isteği ile çıkmıştı" demiştir.
2. Bedir'e ve Akabe beyatine
kahlanların üstün bir fazileti vardır.
3. Kadı nezdindeki
davaların dışındaki durumlarda yemin istenmeden yemin etmek caizdir.
4. Ordu komutanı gazaya
çıkmak istediği vakit, casusları ve benzeri kimselerin karşı tarafı erken
davranıp uyarmamaları için başka bir yere gidiyormuş izlenimi vermesi gerekir.
Ancak gidilecek yolculuk eğer uzak ise o taktirde gerektiği gibi
hazırlanabilmeleri için onlara yolun uzaklığını bildirmesi müstehap olur.
5. Elden kaçırılan,
yapılamayan hayır için üzülmek ve üzülen kimsenin keşke yapsaydım demesi
caizdir. Çünkü burada: Keşke yapmış olsaydım demiştir.
6. Muaz'ın: Ne kötü
söyledin demesinden ötürü müslümanın gıybetini reddedip (gıybet yapana) cevap
vermek gerekir.
7. Doğruluğun ve
doğruluğa devamlı bağlı kalmanın fazileti büyüktür.
Bunda zorluk olsa dahi
şüphesiz akıbeti hayırlıdır ve elbette doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de
cennete götürür. Sahih hadiste Sabit olduğu gibi.
8. Yolculuktan gelen bir
kimsenin her şeyden önce gelir gelmez mahallesinin mesddinde iki rekat namaz
kılması müstehaptır.
9. Yolculuktan gelen bir
kimsenin eğer insanların kendisine selam vermek maksadıyla gelip
karşılayacakları meşhur bir kimse ise onlar için ulaşılmaları kolay görünür bir
yerde oturması müstehaptır.
10. Hüküm zahire göre
verilir. Gizliliklerden dolayı hesaba çekmek Allah'a aittir. Münafıkların ve
benzerlerinin mazeretleri de bundan dolayı bir kötülük doğmadığı sürece kabul
edilir.
11. Bid'atçi kimseler
ile açıktan masiyet işleyen kimselerden darılmak, onlara selam vermemek,
onlarla ilişkiyi koparmak -onları küçük düşürmek ve bu işten vazgeçmelerini
sağlamak için- darılmak müstehaphr .
12. Bir kimsenin kendisi
musibet sayılacak bir hata işleyecek olursa, kendisi için ağlaması müstehaptır.
13. Namaz esnasında
gizlice bakmak ve hafifçe yan bakmak namazı bozmaz.
14. Selama da
"söz" denildiği gibi selamı almak da böyledir. Bir kimse bir başkası
ile konuşmayacağına yemin edip de ona selam verse yahut selamını alsa yeminini
bozmuş olur.
15. Yüce Allah'a ve Rasulü'ne
itaati arkadaşın, yakının ve benzerlerinin sevgisinden üstün tutmak gerekir.
Nitekim Ebu Katade'ye Ka'b selam verdiği zaman böyle yapmış ve onunla konuşması
yasak olduğu zaman da selamını almamıştır.
16. Bir kimse bir
başkası ile konuşmayacağına yemin etse ve onunla konuşmak kasb ile değil de
başkası ile konuşmak maksadı ile konuşursa ve kendisi ile konuşmayacağına dair
yemin ettiği kişi de onun bu konuşmasını işitirse, yemin eden kişi yeminini
bozmuş olmaz. Çünkü "Allahu a'lem: Allah daha iyi bilir" demesi bunu
gösterir. Bu sözü, onun daha önce geçtiği gibi onunla konuşmayı kastettiği
şeklinde yorumlanır.
17. Bir maslahat için
yüce Allah'ın zikrinin yazılı olduğu bir kağıdı yakmak caizdir. Nitekim Osman
ve ashab-ı kiram (radıyallahu anhum), ashab-ı kiramın üzerinde icma ettiği
kendi mushafı dışındaki mushafları böylece yakmışlardır. Bu ise mushafı tam
olarak korumak maksadıyla yapılmışb. Bu sebeple bu bir ihtiyaçdır. Ka'b'ın
hadisinden buna delil olan kısım ise onun iç'inde "Allah seni aşağılanacağın
bir yerde bırakmamıştır" ibaresi olduğu halde mektubu yakmasıdır.
18. Açıklanmasının
kötülüğe sebep olmasından korkulan bir şeyi gizlemek ve telef etmek uygundur.
19. Hanımına:
"Ailenin yanına git" demesi açık bir talak sözü değildir.
Talak niyeti yoksa
hiçbir şeyolmaz.
20. Kadının kendi rızası
ile kocasına hizmet etmesi de kocanın bunu kabul etmesi de icma ile caizdir. Bu
hizmeti yapmak için onu zorlaması ise caiz değildir.
21. Kadınlar ile ve
benzeri şeylerle yararlanmak ile ilgili lafızlar hususunda kinayeli lafızları
kullanmak müstehaptır.
22. Yasak olan bir işe
götürmesinden korkulan herhangi bir husustan uzak kalmak sureti ile ihtiyatlı
olmak ve vera göstermek de müstehaptır. Çünkü o, eşinin kendisine hizmet
etmesine izin vermeyerek kendisinin genç olduğunu buna gerekçe göstermiştir.
Yani karısına yaklaşması yasaklanmış olduğu halde ona yaklaşmaktan emin
olamazdı.
23. Açık bir nimetin
yeni elde edilmesi yahut açık bir belanın uzaklaşması halinde şükür secdesi
müstehaptır. Bu da Şafii'nin ve bir kesimin benimsediği bir görüştür. Ebu
Hanife ve bir başka kesim ise bunun meşru olmadığını söylemişlerdir.
24- Hayır ile müjdelemek
müstehaptır.
25. Allah'ın kendisine
açık bir hayır nasip ettiği yahut kendisinden açık bir şerri uzaklaştırdığı
kimseleri tebrik etmek müstehaptır.
26. Müjde veren kimseyi
bir armağan ve benzeri bir şey ile taltif etmek müstehaptır.
27. Niyet ile yeminin
tahsis edilmesi (özelleştirilmesi) caizdir. Malının olmadığına dair yemin etse
ve bu arada belli bir türü niyet etse, sahip olduğu başka mallar dolayısı ile
yeminini bozmuş olmaz. Ekmek yemiyeceği niyeti ile yemin etse et, hurma ve
diğer yenilecek şeyleri yemekle yeminini bozmuş olmaz. Ancak o niyet ettiği
türü yerse yeminini bozmuş olur. Aynı şekilde Zeyd ile konuşmamaya niyet etse
ve bu arada özel bir konuşmayı niyet etse özel olarak niyet ettiği sözden başka
sözler ile onunla konuşursa yeminini bozmuş olmaz. Bütün bu hususlar bizim
mezhep alimlerimiz arasında ittifakla kabul edilmiştir. Bunların bu hadisten
delili iki elbisesi hakkında: "Allah'a yemin olsun bunlardan başkasına
sahip değildim" demesi bundan sonra ise bir vakitte "malımı sadaka
olmak üzere elimden çıkarmak tevbenin kısmıdır / gereğidir" demesi ondan
sonra da Hayber' deki payımı elimde tutuyorum demesi delildir.
29. Ariyet (emanet
almak) caizdir.
30. Giyinmek maksadıyla
ariyet (emanet) elbise almak caizdir.
30. İstişare, müjde ve
buna benzer önemli işler dolayısı ile insanların imamlarının ve büyük saydıkları
zatın yanında toplanmaları müstehaptır.
31. Dışarıdan gelene
ikram olmak üzere ayağa kalkmak -eğer hangi türden olursa olsun fazilet ehli
bir kimse ise- müstehaptır. Bu hususta çeşitli hadisler gelmiş bulunmaktadır.
Ben bunları bu hususta ruhsat bulunduğunu ortaya koymak üzere bağımsız bir
cüzde bir araya getirip topladım. Ayrıca buna aykırı sanılan diğer hususlara da
cevap verdim.
32. Karşılaşmak
esnasında musafahalaşmak (tokalaşmak) müstehaptır.
Bunun sünnet olduğunda
görüş ayrılığı yoktur.
33. İmamın ve kavmin
büyüğü olan zatın, arkadaşlarını ve kendisine tabi olanları sevindiren hususlar
sebebi ile sevinmesi müstehaptır.
34. Açık bir nimete
mazhar olan yahut üzerinden açık bir sıkıntının uzaklaştığı kimsenin uygun olan
malından yüce Allah'a bu ihsanı dolayısı ile şükür olmak üzere bir şeyler
tasadduk etmesi müstehaptır. Mezhep alimlerimiz böyle bir kimsenin şükür
secdesi de yapmasının sadaka vermesinin de birlikte müstehap olduğunu
söylemişlerdir. Bu iki husus da hadiste bir arada sözkonusu olmuştur.
35. Darlığa
sabredemeyeceğinden korkan kimsenin malının tamamını sadaka olarak vermemesi
müstehaptır. Hatta bunu yapması onun için mekruhtur.
36. Malının tamamını
tasadduk etmek isteyen bir kimseyi gören kimse, eğer darlığa sabredemeyeceğinden
korkarsa bu işi yapmamasını söylemesi ve bir kısmını sadaka olarak dağıtmasını
ona yol göstermek üzere belirtınesi müstehaptır.
37. Hayırlı bir sebep
dolayısı ile tevbe eden bir kimsenin o hayırlı sebebi sürdürmesi müstehaptır.
Çünkü bu, Allah'ın haramlarını ta'zim bakımından daha ileridir. Nitekim doğru
söylemek hususunda Ka'b (r.a.) böyle yapmıştır. Allah en iyi bilendir .
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
10- İFK (AİŞE
-R.ANHA- VALİDEMİZE İFTİRA) HADİSİ VE İFTİRA EDENİN TEVBESİNİN KABULÜ HAKKINDA