SAHİH-İ MÜSLİM |
TEVBE |
10- İFK (AİŞE -R.ANHA- VALİDEMİZE İFTİRA) HADİSİ VE İFTİRA EDENİN TEVBESİNİN
KABULÜ HAKKINDA
6951-56/1- Bize Hibban
b. Musa tahdis etti, bize Abdullah b. el-Mübarek haber verdi, bize Yunus b.
Yezid el-Eyl! haber verdi. (H.) Bize İshak b. İbrahim el-Hanzali, Muhammed b.
Rafi' ve Abd b. Humeyd de tahdis etti. İbn Rafi' bize Abdurrezzak tahdis etti
derken diğer ikisi haber verdi dedi. Bize Ma'mer haber verdi -anlatım ise
Ma'mer'in Abd ve İbn Rafi"den rivayet ettiği hadisin anlatımıdır. Yunus ve
Ma'mer birlikte Zühri'den naklen dediler ki: Bana Said b. el-Müseyyeb, Urve b.
ez-Zubeyr, Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud, Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesine iftira edenler onun hakkında
söylediklerini söyleyip Allah'ın da onların söylediklerinden kendisini temize
çıkardığı vakite dair hadisini haber verdiler. Bunların hepsi hadisin birer
bölümünü bana tahdis etti. Bunların kimi diğerine göre hadisini daha iyi
bellemiş, anlatımı itibari ile de daha sağlam anlatmıştı. Ben de onların her
birinden bana tahdis ettiği hadisi iyice belledim. Aynı zamanda onların hadisi
nakletmeleri birbirini tasdik edici mahiyettedir. Zikrettiklerine göre Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Aişe dedi ki: Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kur'a
çekerdi. Kur'a hangisine çıkarsa Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu
beraber alarak çıkardı.
Aişe dedi ki: Çıktığı
bir gazada aramızda kur'a çekti. O gazada kur'a benim payıma çıktı. Bu sebeple
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte (sefere) ben çıktım. Bu
olay hicab (emrin)in indirilmesinden sonra olmuştu. Ben yolculuğumuz boyunca
hevdecin içinde olduğum halde taşınıyor ve yine onun içinde olduğum halde
indiriliyordum. Nihayet Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gazasını
bitirip geri döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımız bir sırada bir
(Aişe (r.anha) devamla
dedi ki: O sırada kadınlar hafifti. Kilo alarak ağırlaşmamış, et onları
kaplamamıştı. Ancak pek az yerlerdi. Bu sebeple hevdeci taşıyanlar onu kaldırıp
deveye yüklediklerinde ağırlığını yadırgamamışlardı. Ben de henüz yaşı küçük
bir kızdım. Görevliler deveyi kaldırıp yola koyuldular. Ordu yola devam
ettikten sonra gerdanlığımı buldum. Karargahlarına geldiğimde orada ne çağıran
vardı ne de cevap veren. (Oradan elin ayağın çekilmiş) olduğunu gördüm. Ben de
önceden kaldığım yere doğru gittim. Benim yokluğumu fark edip, beni almak için
geri döneceklerini anladım. Ben konaklamış olduğum yerde oturmakta iken gözüme
yenik düştüm ve uyudum. Safvan b. Muvattal es-Sülemi -sonra ez-Zekvani- ordunun
arkasından gecenin son vakitlerinde konaklamış sonra da yola koyulmuştu. Sabahı
da benim konakladığım yerde edince uyuyan bir insanın karartısını gördü. Yanıma
geldiğinde beni tanıdı. Ben hicabın arkasına alınmadan önce beni görürdü. Beni
tanıdığı zaman istircada bulunması (inna lillah ... demesi) üzerine uyandım.
Cilbabımla yüzümü örttüm. Allah'a yemin olsun ki ne benimle bir kelime konuştu
ne de istircaından başka ondan ben bir kelime işittim. Nihayet devesini
çöktürdü ve o da devenin ön ayağına bastı. Ben de deveye bindim. Bindiğim
devenin yularını çekerek yola koyuldu. Nihayet sıcak iyice bastırdıktan sonra
öğle vaktinde konaklamalarından sonra biz de orduya yetiştik. İşte benim
hakkımda helak olan kimseler de bunun sebebi ile helak oldu. Bu işin en büyük
payını Abdullah b. Ubey b. Selul yüklenmişti. Sonra Medine'ye geldik. Medine'ye
geldiğimiz zaman bir ay hasta yattım. insanlar ise o ifk ehlinin
(iftiracıların) sözlerini dillerine alabildiğine dolamışlardı. Bense bunların
hiç farkında değildim. Diğer taraftan bu hasta halimde Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den daha önceleri hastalandığım sırada gördüğüm şefkatli
ilgiyi bu hastalığımda görmediğim için şüpheleniyordum. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sadece bulunduğum yere girer, selam verir sonra da:
"Nasılsınız" diyordu. işte bu beni şüphelendiriyordu. Fakat kötülüğün
hiç farkında değildim. Nihayet nekaHatimden sonra menası tarafına dışarı çıktım
-burası bizim hela olarak kullandığımız yerdi- Um Mistah da benimle birlikte
çıkmışh. (ihtiyacımızı görmek için) ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise
evlerimize yakın yerde kenefler edinmeden önce idi. Bizlerin durumu ihtiyacımızı
görmek üzere dışarı çıkmak hususunda ilk arapların durumu ile aynı idi.
Evlerimizin yakınlarında kenef (hela) edinmekten rahatsızlanırdık. Ben ve
Mistah'ın annesi -ki o Ebu Rumh b. el-Muttalib b. Abdimenaf' ın kızı idi,
annesi ise Ebu Bekir es-Sıddik'in teyzesi Sahr b. Amir'in kızı idi, oğlu ise
Mistah b. Usase b. Abbad b. el-Muttalib idi- Çıktık. Sonra ben ve Ebu Rumh'un
kızı -ihtiyacımızı bitirdikten sonra- evime doğru döndüm. Mistah'ın annesi
çarşafına basarak tökezledi ve kahrolası Mistah dedi. Ben ona: Ne kötü bir söz
söyledin. Sen Bedir'e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söyledin dedim. O:
Ey kızcağızım! Ne söylediklerini duymadın mı dedi. Ben: Ne dedi ki dedim. Bunun
üzerine o da ifk ehlinin (iftiracıların) söylediklerini bana haber verince
hastalığıma hastalık katılarak daha da ağırlaştım. Evime döndüğüm zaman
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma girdi, selam verdi sonra da:
"Nasılsınız" buyurdu. Ben: Annem ve babamın yanına gitmem için bana
izin verir misin dedim. Bu sırada ise ben onlar tarafından bu haberden kesin
olarak emin olmak istiyordum. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana
izin verdi. Ben de anne babamın yanına gelerek anneme:
Anneciğim, insanlar
neden bahsediyorlar dedim. O şöyle dedi: Kızcağızım sakin ol. Kendisini seven
bir kocası olan kumaları da bulunan güzel bir kadın aleyhine çok söz
söylememeleri pek az rastlanılır bir durumdur dedi. Ben:
Subhanallah! insanlar
bunu da mı konuştular dedim. Sonra o
Ali b. Ebu Talib'e
gelince, o şöyle dedi: "Allah senin aleyhine olmak üzere işi
daraltmamıştır. Onun dışında da kadınlar pek çoktur. Eğer cariyeye sorarsan o
sana doğruyu söyleyecektir" dedi.
Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Berire'yi çağırdı ve: Ey Berire! Aişe’DEN seni
şüphelendiren bir şey gördün mü buyurdu.
Berire O'na: Seni hak
ile gönderene yemin ederim ki ondan kendisini ayıplayacağım hiç bir husus
görmüş değilim. Gördüğüm ise şundan ibarettir:
O henüz yaşı küçük bir
kızcağızdır. Ailesi için hamur yoğururken uyur da koyun gelir onu yer dedi.
Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), minber üzerinde ayakta durarak Abdullah b. Ubeyy
b. Selul'e yapacaklarından dolayı mazur görülmeyi istedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) minber üzerinde olduğu halde şunları söyledi:
''Aile halkıma eziyeti bu dereceye varmış bir adama hak ettiği muameleyi
yapmamdan ötürü kim beni mazur görmez? Allah'a yemin olsun ki ben ailem
hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine hakkında hayırdan başka bir
şey bilmediğim ve ailemin yanına ancak benimle beraber iken giren bir adamı
sözkonusu ettiler. "
Bunun üzerine Sa'd b.
Muaz el-Ensari ayağa kalktı ve: Ey Allah'ın Resulü! Ona karşı ben sana yardımcı
olurum. Eğer evslilerden ise onun boynunu vururuz. Eğer kardeşlerimiz
hazredilerden ise bize emir buyur emrettiğini yaparız dedi. Bunun üzerine
Hazredilerin efendisi olan Sa'd b. Ubade ayağa kalktı. Aslında kendisi salih
bir adamdı. Fakat hamiyet duygusu onu bilgisizce bir davranışa itti ve Sa'd b.
Muaz'a: Yalan söyledin. Allah'a and olsun ki onu öldürmeyeceksin, öldürmeye
gÜcün de yetmez dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muaz'ın amcasının oğlu olan Useyd
b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd b. Ubade'ye: Yalan söyledin. Allah'a yemin
ederiz ki andolsun biz onu öldüreceğiz. çünkü sen münafık birisisin, münafıklar
adına mücadele ediyorsun dedi. Böylelikle her iki kabile evsliler ve
hazrecliler galeyana geldi ve hatta birbirleri ile vuruşmak istediler.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de minber üzerinde ayakta duruyordu.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları teskin edip durdu. Sonunda
onlar da sustular, kendisi de sustu.
(Aişe devamla) dedi ki:
O günümde hep ağladım. Ne gözyaşım dindi ne de gözüme uyku girdi. Sonra ertesi
Aişe dedi ki: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözlerini bitirince gözyaşım dindi. Hatta ondan
bir damla dahi hissetmez oldum. Babama: Benim adıma söylediklerine karşılık
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e sen cevap ver dedim. O: Allah'a
yemin ederim ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ne söyleyeceğimi
bilmiyorum dedi. Bu sefer anneme: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
benim adıma sen cevap ver dedim. O da: Allah'a yemin ederim ki Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ne cevap vereceğimi bilemiyorum dedi. Bunun
üzerine henüz yaşı küçük bir kız olup Kur'an-ı Kerim'den fazla bir şey
bilmediğim halde şöyle dedim: Allah'a yemin ederim şüphesiz ben sizin bu
sözleri işittiğinizi ve nihayet bunu nefislerinizden yer edip onu tastik
ettiğinizi biliyorum. Eğer ben size kesinlikle suçsuzum -ki Allah benim
muhakkak suçsuz olduğumu biliyor- desem dahi siz böyle olduğumu doğru kabul
etmeyeceksiniz. Ve eğer size bir hususu itiraf edecek olursam -ki Allah benim
suçsuz olduğumu biliyor- muhakkak beni tasdik edeceksiniz. Ben ise Allah'a
yemin ederim ki benimle sizin için bulabildiğim tek örnek Yusuf'un babasının
söylediği şu sözler gibidir: Bana düşen güzelce sabretmektir. Söylediklerinize
karşı kendisinden yardım dilediğim Allah'tır dedim.
(Aişe devamla) dedi ki:
Sonra dönerek yatağıma yattım. Allah'a yemin ederim ki o zaman ben kesinlikle
suçsuz olduğumu biliyordum, suçsuz olmam sebebi ile Allah'ın da beni temize
çıkartacağını biliyordum. Allah'a yemin ederim benim hakkımda tilavet olunacak
bir vahiy indirileceğini sanmıyordum. Kendime göre benim durumumu aziz ve celil
olan Allah'ın benim hakkımda tHavet olunan buyruklar indirecek kadar değerli
görmüyordum. Ama Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Allah'ın beni
kendisi ile temize çıkartacağı bir rüya göreceğini ümit ediyordum. Allah'a
yemin olsun ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturduğu yerden daha
ayrılmadan ve aile halkından hiçkimse çıkmadan aziz ve celil Allah Nebisine
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) vahiy indirdi. Vahiy esnasında O'nu yakalayan
şiddetli hal O'nu yakaladı. Öyle ki O' na indirilen sözün ağırlığından ötürü
kış gününde dahi O' ndan inci taneleri gibi ter yuvarlanırdı. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in vahiy hali geçti. O ise gülüyordu. Söylediği
ilk söz de: "Müjde sana ey Aişe! Allah senin suçsuz olduğunu buyurdu"
dedi.
Bu sefer annem bana:
Kalk O'nun yanına git dedi. Ben: Allah'a yemin olsun kalkıp O'nun yanına
gitmem. Allah'tan başkasına da hamd etmem. Çünkü benim suçsuz olduğumu indiren
odur dedim. Aziz ve Celil Allah da:
"Şüphesiz o
iftirayı uyduranlar sizden bir topluluktur." (Nur, 11) den itibaren on
ayet-i kerime indirdi. Böylelikle Aziz ve Celil Allah, suçsuzluğum ile ilgili
bu ayetleri indirdi.
Ebu Bekir ise kendisine
akraba olduğu ve fakir olduğu için Mistah'a intakta bulunuyordu. Bunun üzerine:
Allah'a yemin ederim ki Aişe hakkında bu söylediklerini söyledikten sonra
ebediyyen ona bir şey harcamayacağım dedi. Bunun üzerine Aziz ve Celil Allah
da: "Sizden fazilet sahibi ve bolluk içerisinde olan kimseler akrabaya bir
şeyler vermeyeceklerine dair yemin etmesinler" (Nur, 22) ayetini
''Allah'ın size mağfiret buyurmasını arzu etmez misiniz" buyruğuna kadar
indirdi.
Hibban b. Musa dedi ki:
Abdullah b. el-Mübarek: Bu, Allah'ın kitabında en ümit verici ayettir dedi.
Bunun üzerine Ebu Bekir
dedi ki: Allah'a yemin olsun ki Allah'ın bana mağfiret buyurmasını severim dedi
ve daha önce Mistah'a verdiği nafakayı tekrar vermeye başladı ve: Bunu
ebediyyen ondan çekmeyeceğim dedi.
Aişe dedi ki: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Cahş
kızı Zeyneb'e de benim durumum hakkında: "Ne biliyorsun yahut ne
gördün" diye sormuştu da o: Ey Allah'ın Rasulü! Ben gözümü ve kulağımı
koruyorum. Allah'a yemin olsun ki hayırdan başka bir şey bilmiyorum dedi.
Aişe dedi ki: Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevceleri arasında benimle yarışabilecek kadın
o idi. Allah onu vera sayesinde korudu. Kızkardeşi Cahş kızı Hamne ise onun
lehine mücadele vermeye kalkışb ve bunun sonunda o da helak olanlarla helak
oldu.
Zühri dedi ki: İşte bu
sözünü ettiğimiz ravilerden bize ulaşan haber budur.
Yunus'un hadisinde ise
(Sa'd b. Ubade hakkında söylediği: hamiyet onu bilgisizce söz söylemeye iterek.
.. sözü yerine): hamiyet duygusu onu ... itti" demiştir.
Diğer tahric: Buhari,
4025, 4690, 4750, 6662, 6679, 7369, 2879, 7500, 7545;
6952-57/2- Bana Ebu
Rabi' el-Ateki de tahdis etti, bize Fuleyh b. Süleyman tahdis etti. (H.) Bize
Hasan b. Ali el-Hulvanİ ve Abd b. Humeyd de tahdis edip dedi ki: Bize Yakub b.
İbrahim b. Sa'd tahdis etti, bize babam Salih b. Keysan'dan tahdis etti, ikisi
Zühri'denYunus ve Ma'mer'in hadisinin aynısını kendi isnadları ile rivayet etti
..
Fuleyh'in hadisi
rivayetinde Ma'mer'in dediği gibi "hamiyet onu cahilce ... itti"
demiştir.
Salih'in hadisinde ise
Yunus'un dediği gibi hamiyet onu ... itti demiştir. Salih'in hadisinde de şu
ilave vardır: Urve dedi ki: Aişe huzurunda Hassan'a ağır söz söylenmesini hoş
görmez ve şöyle derdi: Şüphesiz ki o:
"Muhakkak benim
babam ve onun babası ve hem de benim ırzım -size karşı Muhammed'in ırzı için
bir kalkandır" demiştir.
Yine şunları ilave
etmiştir: Urve dedi ki: Aişe dedi ki: Allah'a yemin olsun ki kendisi hakkında o
söylenmiş sözlerin söylendiği o adam şöyle diyordu:
Subhanallah! Nefsim
elinde olana yemin ederim ki ben hiçbir zaman bir kadının elbisesini asla açmış
değilim derdi. (Aişe devamla) dedi ki: Sonra daha sonraları Allah yolunda şehid
olarak öldürüldü.
Yakub b. İbrahim'in
hadisinde
Abdurrezzak ise aynı
kelimeyi ayn harfi ile muirine diye rivayet etmiştir. Abd b. Humeyd dedi ki:
Abdurrezzak'a: "Muğirine" sözü ne demektir dedim. O: Veğra: Aşın
sıcak demektir dedi.
6953-58/3- Bize Ebu Bekr
b. Ebu Şeybe ve Muhammed b. el-Ala tahdis edip dedi ki: Bize Ebu Üsame, Hişam
b. Urve'den tahdis etti, o babasından, o Aişe’DEN şöyle dediğini rivayet etti:
Benim hakkımda o söylenenler söylenip de ben de onları öğrendiğim zaman
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbe vermek üzere ayağa kalktı.
Teşehhüd getirdikten sonra Allah'a layık olduğu vechi ile hamd-u senada bulundu
sonra şöyle buyurdu: "İmdi siz bana aileme iftirada bulunan bir takım
kimseler hakkında bana kanaatinizi belirtin, Ben ailem aleyhine asla kötülük
namına bir şey bilmiyorum. Onları kiminle itham ettiler, Allah'a yemin ederim
ki hakkımda hiçbir kötülük bilmediğim ve evime ben bulunmadıkça asla girmemiş
ve bir seferde bulunmadımsa mutlaka benimle birlikte bulunmamış bir kimse (ile
itham ettiler)." Sonra hadisi olayı ile zikretti. Rivayetinde şunlar da
vardır: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evime girdi ve cariyeme sordu.
O "Allah'a yemin olsun onun aleyhine kusur bilmiyorum. Ancak o koyun içeri
girip onun hamurunu yiyecek kadar uykuya dalardı" dedi. Yahut da: Mayasını
dedi. -Şüphe eden Hişam' dırBunun üzerine ashabından birisi ona kızdı ve:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru söyle dedi. Sonunda ona durumu
açıkladıklarında: Subhanallah! Allah'a yemin olsun ki ben onun aleyhine kuyumcu
kimsenin som kırmızı altın hakkında bildiklerinden başka bir şey bilmiyorum
dedi.
Bu husus, kendisi
hakkında (bunların) söylendiği o adama da ulaşmıştı da: Subhanallah! Allah'a
yemin ederim ki asla bir kadının elbisesini açmış değilim dedi.
Aişe: Allah yolunda da
şehid olarak öldürüldü dedi.
Yine bu rivayette şu
fazlalık vardır: Bu iftiraları dillerine dolayan kimseler Mistah, Hamne ve
Hassan idi. Münafık Abdullah b. Ubeyy'e gelince bu sözleri etrafa yayan ve
toplayan o idi. Onun büyük kısmını üzerine alan kendisi ve Hamne idi.
Diğer tahric: Buhari,
7369 -muaDak olarak-, 4757; Tirmizi, 3180
AÇIKLAMA: "Bize
Hibban b. Musa tahdis etti." Burada "Hibban" isminde ha harfi
kesrelidir. Müslim'in Sahihi'nde buradan başka bir yerde adı geçmemektedir.
Buhari ise Sahihi'nde ondan çokça rivayet etmiştir.
"Zühri dedi ki: ...
onların bir kısmının hadisi diğerininkini doğruluyor."
Zühri'nin burada sözünü
ettiği hadisi bu kimselerden toplaması caizdir ve bunun önünde bir mani yoktur,
mekruh da değildir. Çünkü kendisi birbirlerinden hadis naklettiklerini ve bir
kısmının diğerinden rivayet edildiğini açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca bu dört
zat, imam ve hafız ravilerdir, sikadırlar, tabiinin en üstünlerindendir. Bu
hadisteki bir lafız bundan mı öbüründen mi nakledildiğinde tereddüd olsa bile
bunun bir zararı olmaz ve onu delil olarak göstermek de caizdir. Çünkü her iki
ravi de sikadır. Nitekim ilim adamları da eğer: Bana Zeyd yahut Amr tahdis etti
dese ve her ikisi de sika bir ravi olup muhatab tarafından sika oldukları
biliniyorsa onu delil göstermenin caiz olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir.
"Onların bazısı
onun (Aişe'nin) hadisini diğerinden daha iyi bellemiş ve olayı daha sağlam
anlatmıştır" sözüne gelince daha iyi bellemiş, daha güzel hadisi zikredip
daha güzel bir şekilde serdetmiştir demiştir.
"Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sefere çıkmak istediği zaman zevceleri
arasında kur'a çekerdi." Bu eşler arasında köleleri hürriyete
kavuşturmakta, vasiyette, paylaştırmada ve buna benzer hususlarda kur'a ile amel
edilebileceğine dair Malik, Şafii, Ahmed ve ilim adamlarının çoğunluğunun
lehine bir delildir. Nitekim bu hususta sahihte meşhur çok sayıda hadis-i şerif
gelmiş bulunmaktadır. Ebu Ubeyd dedi ki: Nebilerden -Allah'ın salat ve
selamları hepsine olsun- üç kişi kur'a ile amel etmiştir. Yunus, Zekeriya ve
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem).
İbnu'l Munzir dedi ki:
Kur'an'ın kullanılabileceği adeta icma gibidir. Onu reddedenin görüşünün bir
anlamı yoktur. Ebu Hanife'den meşhur olan kanaat ise bunun batıl olduğudur.
Bunu caiz gördüğü de ondan rivayet edilmiştir.
İbnu'l Munzir ve
başkaları şöyle demektedir: Kıyas Kur'an'ın terk edilmesini gerektirir. Fakat
biz bu husustaki rivayetler dolayısı ile onunla amel etmekteyiz.
Yine bu hadiste birileri
ile sefere çıkılmak istenmesi halinde eşler arasında kur'a çekilebileceği ve
kur'asız onlardan birisini alıp götürmenin caiz olmadığı hükmü anlaşılmaktadır.
Mezhebimizin görüşü budur. Ebu Hanife ve başkaları da böyle demiştir. Bu aynı
zamanda Malik’DEN gelen bir rivayettir. Ondan gelen bir başka rivayete göre
kur'a çekmeksizin eşlerinden dilediği ile yolculuk yapabilir. Çünkü beraberinde
götüreceği, yolunda ona daha faydalı olabilir. Diğeri ise evinde ve malında (o
yokken kalması halinde) daha faydalı olabilir.
"Bir
"Zafar boncuğundan
gerdanlığım koptu." İbt (gerdanlık}ın ne olduğu bilinir. Cim harfi
fethalı, ze harfi sakin olarak "cez" ise bir Yemen boncuğudur. Zafar
ise Yemen' deki bir kasaba adıdır.
"Benim hevdecimi
taşıyanlar geldi. .. devemi yola koydular." Nüshaların bir çoğunda
"yerhalunei: hevdecimi taşıyanlar" nüshaların çoğunda "li"
ile gelmiş bazı nüshalarda ise be harfi ile "bi" kullanılmıştır. Lam
harfi ile kullanılması daha güzeldir. Maksat hevdeci devenin üzerine koyanlar
demektir. Zaten "onu deveye yüklediler" sözünden kasıt da odur.
"Raht: kimseler" ise ondan az topluluk hakkında kullanılır. Hevdec
ise kadınların içine bindikleri vasıtalardandır.
"O sırada kadınlar
hafifti ... Çok az yemek yerlerdi." Yühebbenne: et toplayarak kiloları
ağırlaşmamıştı" demektir. aynı kelimenin "yehbenne" okunuşu da
vardır, üçüncüsü ise "yehbulne" okuyuşudur. Dil bilginlerinin
dediklerine göre et ve yağ toplayıp ağırlaşmak halini anlatmak için kullan!lır.
Buhari'nin rivayetinde
ise "lemyeskunne: ağırlaşmamışlardı" şeklindedir. Bu da önceki ile
aynı anlamdadır. "Azıcık yerlerdi" yani ölmeyecek kadar (ya da zayıf
düşürmeyecek kadar) çok az yerlerdi.
"Safvan b.
el-Muattal" burada (Muattal isminde) tı harfinin fethalı okunacağında
ihtilaf yoktur. Ebu Hilal el-Askeri ve Kadı lyaz da el-Meşarik'de ve başkaları
bu şekilde zaptetmişlerdir.
"Ordunun arkasından
gecenin geç vaktinde konaklamış ve gecenin sonlarında yol almıştL" Bu
ibarede geçen ta'riz: seferde uyumak yahut dinlenmek için gecenin son
vakitlerinde inmek demektir. Ebu Zeyd dedi ki: Hangi vakit olursa olsun inip
konaklamaktır ama meşhur olan birincisidir.
"İddenece" dal
harfi şeddeli olarak gecenin son vakitlerinde yol almak demektir.
"Bir insan
karartısı" onun şahsını "gördü"
Onun istircada bulunması
üzerine uyandım." Yani onun inna lillah ve inna ileyhi raciun demesi
üzerine uyandım.
"Öğle sıcağında
indiler." Buradaki "muğir -ğayn harfi ile- aşırı sıcak zamanında inen
kimse" demektir. Nitekim bu kitapta bu hadisin sonunda bunu böylece
açıklamış ve orada ravilerden birinin bunu ayn harfi ile "muirin"
diye söylemiştir. Bu ise zayıf bir şekildir. "Öğle vakti" den kasıt
ise kaylule (öğle dinlenmesi) zamanı ve aşırı sıcak zamanı demektir.
Onun büyük bir kısmını
üstlenen kişi" onun Muazzam olan kısmını üstlenen kişi demektir. Buradaki
"kibr" kelimesi meşhur kıraate göre kesrelidir. Şaz kıraatlerde ise
"kubr" diye de okunmuştur. Bu da bir söyleyiştir.
"Abdullah b. Ubeyy
b. Seİill" buradaki "İbn SeKıi" lafzında "ibn" kelimesi
ref ile okunur ve başına elif yazılır. Abdullah'a sıfatlır. Buna dair açiklama
daha önce defalarca geçtiği gibi İman Kitabı'nda el-Mikdad'ın rivayet ettiği
hadiste benzerleri ile birlikte açıklaması da geçmiş bulunmaktadır.
İnsanlar ise ifk ehli
(denilen iftiracıların) sözlerini dillerine dolamışlardı."
Yani o sözlere dalıp
gitmişlerdi.
"İfk: iftira"
meşhur söyleyişe göre hemze kesreli fe harfi sakindir. Kadı lyaz her ikisinin
de fethalı "efek" söyleneceğini nakletmiş ve bunlar iki ayrı söyleyiştir
demiştir.
"Hastalığım
esnasında kendisinden görmeye alıştığım şefkat ve ilgiyi Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den görmeyişim beni şüpheye düşürüyordu. " Buradaki
"lutf" lam harfi ötreli tı harfi sakindir. Her ikisi fethalı (letaf)
da söylenebilir. İki ayrı söyleyiştir. İyilik ve yumuşaklık (şefkat)
anlamındadır.
"Sonra: Nasılsınız
derdi." Buradaki dişil ikinci çoğul şahısa işaret zamiri "tikum"
müennese işarettir. Müzekker için kullanılan "zalikum" gibidir.
"Nekahet" ise
hastalıktan iyileşmek ile birlikte henüz tam sağlığını kazanamamış kimse
demektir .
"Mistah'ın annesi
ile birlikte menasia doğru çıktım." Mistah isminde mim harfi kesrelidir.
Menasia da ise mim harfi fethalıdır. Burası he la ihtiyaçlarını görmek üzere
gittikleri Medine dışındaki yerlerin adıdır.
"Kenefleri
edinmeden önce" buradaki "künüf" kenif'in çoğuludur. Dil
bilginlerinin dediklerine göre kenif, kayıtsız ve şartsız olarak örtücü her bir
şeye denilir.
"İhtiyaçlarımızl
görmek hususunda durumumuz ilk arapların durumu gibi idi." Burada
"tenezzüh: ihtiyaçları görmek sahraya çıkmak sureti ile nezih olan hali
istemek demektir.
"O Ebu Ruhm'un kızı
idi, oğlu da Mistah b. Usase idi." "Ruhm" isminde re harfi
ötreli he sakindir. "Usase"de ise hemze ötrelidir. Mistah lakaptır.
Adı Amir' dir. Avf olduğu da söylenmiştir. Künyesi Ebu Abbad' dır. Ebu Abdullah
olduğu da söylenmiştir. 37 yılında vefat etmiştir. 34 yılında vefat ettiği de
söylenir. Mistah'ın annesinin adı ise Selma'dır.
"Mistah'ın annesi
çarşafına basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah dedi."
Bu ibaredeki
"aseret: tökezledi" kelimesi se fethalıdır. "Tease:
kahrolası" ise ayn harfi fethalı ve kesreli (taise) olmak üzere iki meşhur
söyleyişi vardır. Cevheri yalnızca fethalı söyleyişi, Kadı Iyaz kesreli
söyleyişi zikretmekle yetinmiş, bazıları kesreli bazıları fethalı söyleyişi
tercih etmiştir. Anlamı ise tökezlesin şeklindedir. Helak olsun anlamında şer
ondan ayrılmasın, uzak olsun, özel olarak da yüzü ile düşsün (itibarsızlaşsın)
anlamlarında olduğu söylenmiştir.
Mim harfi kesreli
"mırt: çarşaf" yünden bir örtüdür. Bazen başka malzemelerden de
yapılabilir.
"Ey hentah:
kızcağızım" lafzında nun sakin ve fethalı (henetah) diye söylenir, sakin
söyleyiş daha meşhurdur... Bu lafız özel olarak nida halinde kullanılır. Ey bu
demektir. Ey kadın anlamında olduğu, ey gafil anlamında olduğu da söylenmiştir.
Sanki insanların hileleri, kötülüklerini az bildiğini anlatmak istemiş gibidir.
Bu hususta bu lafzın zikredildiği rivayetlerden birisi de es-Subey b. Ma'bed
ile ilgili hadiste yer alan: Ey henah: eyadam ben cihad etmeyi de çok arzu
ediyorum dedi ifadesi de bu kabildendir. Allah en iyi bilendir.
"Kendisini seven
bir kocası olan kumaları da bulunan güzel bir kadın aleyhine çok söz
söylememeleri pek az rastlanılan bir şeydir." Buradaki -hemzeli ve medli
olarak- "vadie: güzel kitdın" demektir. Vedaet de güzellik
anlamındadır. İbn Mahan'ın rivayetinde "haziyye" diye geçmektedir ki
bu da değer vermek, itibar etmek, konumunun yüksek olması anlamındadır.
"Darre: Kuma"nın çoğulu ise darair diye gelir. Bu da kocanın diğer
zevceleri demektir. Kumaya darre denilmesinin sebebi birinin diğerinin
kıskançlığından, gün paylaşımından ve başka şeylerden zarar görmesi
dolayısıyladır. Bunun ismi ise dat harfi kesreli olarak "eddır" dir.
Ötreli olarak (eddur) söyleneceği de nakledilmiştir. Buradaki "aleyhine
çok söz söylemeleri" yani onu tenkit etmek ve eksikliğini söylemek
hususunda aleyhinde çokça söz söylerler demektir.
"Gözümün yaşı
dinmiyor" kesilmiyordu demektir.
"Gözüme uyku girmiyor
(hadis metnindeki lafzi anlamı: uyku sürmesini gözüme çekmiyordum)"
uyumuyordum demektir.
"Vahyin
gecikmesi" bu hususta vahyin inmemesi anlamındadır.
"Ali b. Ebu Talib
ise: Allah aleyhine olmak üzere işi daraltmamıştır. Onun dışında da kadınlar
pek çoktur" sözlerine gelince. Ali (radıyallahu anh)'ın söylediği bu
sözler kendi açısından doğru olan sözlerdi. Çünkü o bunun maslahat olduğunu ve
kendi kanaatine göre böylelikle Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e öğüt
verdiğine inanıyordu. Halbuki gerçekte durum böyle değildi. Onun böyle
davranmasının sebebi ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu işten dolayı
çok rahatsız ve huzursuz olduğunu görmesi idi. Onu rahatlatmak istemişti. Bu da
(ona göre) başka hususlardan daha önemli idi.
"Seni hak ile
gönderene yemin olsun ki: Kesinlikle onun aleyhinde onu tenkit edeceğim bir
husus görmüş değilim. Bütün gördüğüm ise onun yaşı küçük bir kız olmasından
ibarettir. O ailesinin hamurunu yoğururken uyur, koyun gelir onu yer."
Burada geçen dacin: eve alışan (evcil) ve meraya çıkmayan koyun demektir.
Sözlerin anlamı da şudur: Onda sizin hakkında soru sorduğunuz hususlarla
alakalı hiçbir kusur yoktur ve onda kusur diye bir şey varsa o da hamurunu
bırakıp uyumasından ibarettir.
"Bunun üzerine
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minbere Çıktı ve Abdullah b. Ubeyy b.
Selul'e yapacaklarından dolayı mazur görünmesini istedi." Buradaki
"Ubeyy" ismi tenvinlidir. "İbn Selul" deki "ibn"
lafzı başında elif ile yazılır, az önce açıklaması geçti. Buradaki "mazur
görmek"in anlamı da onun: Ailem hakkında bana eziyet veren bu kişi
hakkında beni kim mazur görür demektir. Nitekim hadiste bu hususta Beyan
edilmiştir. "Ben İ kİm mazur görür"ün anlamı ise eğer ben onun
yaptığı çirkin işe karşılık verecek olursam kim beni mazur görür, bundan dolayı
beni kınamaz. Bunun: Kim bana yardım eder anlamında olduğu da söylenmiştir.
Çünkü (aynı kökten gelen) azİr: yardım eden, destekleyen demektir.
"Bunun üzerine Sa'd
b. Muaz ayağa kalktı ve: Ona karşı ben sana yardımcı olurum dedi." Kadı
Iyaz dedi ki: Bu kimsenin hakkında söz söylemediği, açıklaması zor (müşgil) bir
ifadedir. Bu da Aişe (radıyallahu anha)'nın söylediği: "Bunun üzerine Sa'd
b. Muaz kalkarak: Ona karşı ben sana yardımcı olurum" demiş olmasıdır. Bu
olay Müreysi gazvesinde olmuştu. Bu da Mustalıkoğulları gazvesinin bir diğer
adıdır. İbn İshak'ın zikrettiğine göre altıncı yılda olmuştur. Oysa bilindiği
gibi Sa'd b. Muaz kendisine isabet eden bir oktan ötürü hendek gazasının
akabinde ölmüştü. Bu da siyer alimlerinin İcmaı ile dördüncü yılda
gerçekleşmişti. Bundan tek istisna yalnızca Vakidi'nin görüşüdür.
(Devamla) Kadı Iyaz dedi
ki: Bizim bazı üstadlarımız da şöyle demiştir:
Burada Sa'd b. Muaz'ın
adının geçmesi bir yanılmadır. Daha doğruya yakını bunun başkası olduğudur. Bu
sebeple İbn İshak siyerde bunu zikretmemiş sadece: İlk ve son olarak konuşan
kişinin Useyd b. Hudayı olduğunu belirtmiştir. (Yine) Kadı Iyaz dedi ki: Musa
b. Ukbe ise Mureysi gazvesinin dördüncü yılda olduğunu zikretmiştir. Bu da
Hendek gazvesinin meydana geldiği yıldır. Buhari ise İbn İshak ve İbn Ukbe'nin
ihtilafını zikretmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu durumda Müreysi gazvesi ile ifk
hadisesinin hendek olayından önce ve dördüncü yılda meydana gelmiş olma
ihtimali vardır.
Kadı Iyaz dedi ki:
Taberi de Vakidi'den Müreysi gazvesinin 5. yılda olduğunu zikretmiştir. Ayrıca
Kurayzaoğulları gazvesinin Hendek gazvesinden sonra olduğunu da ifade etmiştir.
Kadı Iyaz ise bu hususta ihtilaf olduğunu zikretmekte ve şunları söylemektedir:
Daha uygun olanı Müreysi gazvesinin hendek gazasından önce meydana gelmiş
olmasıdır. (Devamla) Kadı Iyaz dedi ki: Buna sebep ise ifk kıssasında Sa'd'ın
sözkonusu edilmesidir. İfk hadisesi ise Müreysi gazvesinde olmuştu. İşte buna
göre bu hadise de Sa'd b. Muaz'ın adının geçmesinde bir problem olmaz. Sahih'de
olan ifade de budur. İbn İshak’DAN başkalarının Müreysi gazvesi dışındakiler
hakkındaki söyledikleri daha sahihtir. Kadı Iyaz'ın açıklamaları bunlardır ve
bunlar doğru olandır.
"Ama hamiyet
duygusu onu cahilce bir davranışa itti." Müslim Sahihi'nin ravilerinin
çoğunluğuna göre ifade burada bu şekildedir. "İctehelethu: Cahilce
davranışa itti" şeklindedir. Yani onu acele hareket etmeye itti, kızdırdı
ve bilgisizce iş yapmaya itti. İbn Mahan'ın buradaki rivayeti ise
"ihtemelethu: onu böyle yapmaya itti" şeklindedir. Nitekim Müslim de
bundan sonra Yunus ve Salih'den gelen rivayet olarak böylece zikretmiştir.
Buhari de bu şekilde rivayet etmiştir. Bu da: onu kızdırdı anlamındadır. Her
iki rivayet de sahihtir .
"Bunun üzerine her
iki kabile evs ve hazrec galeyana geldi." Yani tartışmaya ve taassub ile
taraftarlık ederek birbirlerine karşı çıkmaya koyuldular. Nitekim:
"Neredeyse çarpışacaklardı" demiştir.
"Eğer bir günah
işledinse Allah'tan mağfiret dile" yani esasen senin böyle bir adetin
olmamakla birlikte bir günah işledinse (mağfiret dile) demektir. Çünkü lememin
asıl anlamı budur.
"Gözyaşlarım
kesildi" yani bana ayıp isnadında bulunan bu sözü çok büyük gördüğü için
gözyaşı kesildi.
Aişe (r.anha)'nın anne
babasına "adıma cevap verin" demesinden sözün büyüklere bırakılması
hükmü anlaşılmaktadır. Çünkü onlar söylenecek sözün maksatlarım ve daha uygun
ve konuma göre hangi sözün söyleneceğini daha iyi bilirler. Üstelik anne babası
onun durumunu da bilir. Anne babasının: Ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz
demelerinin anlamı da şudur: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
kendisine sorduğu durum ile ilgili olarak vahyin inişinden önce Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onun hakkında beslediği güzel zandan fazla bir
bilgiye sahip değildirler. Gizli durumları bilmek ise yüce Allah'a aittir.
"Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturduğu yerden daha ayrılmadan ... vahiy
esnasında onu alan şiddetli hal aldı." Buradaki "buraha: şiddetli
hal" be harfi ötreli re harfi fethalı ve sonu medlidir.
"Ondan inci
taneleri gibi ter dökülüyordu." Yetehadderu: dökülür, dökülüyor, cuman
-cim harfi ötreli, mim şeddesiz- inci demektir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in ter tanelerini berraklık ve güzelliği bakımından inci tanelerine
benzetmektedir.
"RasuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in O hali gidince" yani açılınca, ortadan
kalkınca demektir.
"Annem bana ona
kalk (git) dedi. Ben: Allah'a yemin ederim ... başkasına hamdetmem"
ibaresinin anlamı şudur: Annesi ona: Kalk O'nu hamd et, başını öp, sana
müjdelemiş olduğu Allah'ın nimeti sebebi ile O'na teşekkür et dedi. Aişe
(radıyallahu anha) ise o sözlerini ancak Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e nazlanmak için ve zalim bir topluluğun iftira edip uydurduğu herhangi
bir delili olmayan hatta şüpheyi gerektiren bir halin dahi bulunmadığı o
durumdan pek üstün olduğunu, izlediği yolunun ve hallerinin pek güzel olduğunu
bilmekle birlikte durumunda tereddüde düşmelerinden ötürü onlara sitem olmak
üzere söylemişti. Bunun için: Ben ancak benim suçsuzluğumu indiren ve hiç
beklemediğim böyle bir nimeti bana ihsan eden Şanı Yüce Rabbime hamd ederim
demişti. Nitekim "yüce Allah'ın benim hakkımda tilavet olunacak bir buyruk
ile halimi sözkonusu etmeye değmez görüyordum" demiştir.
Yüce Allah'ın:
':4ranızdan fazilet sahibi olan kimseler. .. yemin etmesin" buyruğunda
geçen "yemin etmesinler" anlamındaki fiilin kökü olan
"eleliyyetu" yemin demektir. Açıklaması daha önce geçti.
"Kulağımı ve gözümü
korurum." Yani ben duymadığım halde duydum, görmediğim halde gördüm
demekten kulağımı ve gözümükorurum, himaye ederim demektir.
"Benimle boy
ölçüşebilen oydu" yani bana karşı övünebilen güzelliği Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in nezdindeki konumu itibari ile bana yakın olan benzeyen
oydu demektir. Yükselmek, yükseğe çıkmak anlamındaki "sümu" den
mufaale veznindedir.
"Kızkardeşi Hamne
ise onun lehine mücadele vermeye kalkışb." Yani kızkardeşi Hamne onun
lehine taassuba kapılmaya ve ifk işine dalanların söylentilerini nakletmeye koyuldu.
(6952) "Hiçbir
kadının elbisesini açmadım." Burada kaf ve nun harfleri fethalı olarak
"kenef" örten elbise demektir. Bu sözleri ile hiçbir kadınla cima
etmemiş olduğunu, onlarla birlikte bulunmadığını kinayeli olarak anlatmaktadır.
"Yakub'un hadisinde
ise muirin şeklindedir." Bununla kastettiği muirin lafzının gayn yerine
(ayn ile) söylendiğini anlatmaklır. Daha önce açıklandı.
Abdurrezzak'ın bu
kelimeyi açıklaması ile ilgili olarak "vegra" aşırı derecede sıcak
demektir. İbaresinde ise gayn harfi sakindir. Açıklaması daha önce geçti.
(6953) ':4ilemi itham
eden kimseler hakkında bana görüşünüzü söyleyin" buyruğunda "ebene:
itham etti" demektir. Hemze fethalı olarak ebene muzariinde ötreli yebunu
ve kesreli yebini şekilleri kötü bir hasletle birisini ith am etmeyi anlatmak
için kullanılır. Böyle bir ithama ve iftiraya uğrayan kimseye de
"me'blin" denilir. Bunun hemze ötreli be fethalı (uben)den türemiş
olduğunu söylemişlerdir. Bu ise yaylarda olan, yayı bozan ve bundan dolayı
kusurlu kılan boğumlar anlamındadır.
"Sonunda ona durumu
açıkladılar. O: Subhanallah dedi." Bizim diyarımızdaki bütün nüshalarda bu
şekilde "lehabihi" diye harf-i cer olan be ve müzekker zamiri ile
zikretmişlerdir. Kadı Iyaz da el-Culudi’DEN rivayetinde böylece nakletmiş ve
şunları söylemiştir: İbn Mahan rivayetinde ise "lehatihe" diye te
iledir. Cumhur dedi ki: Bu ise bir yanlıştır ve tashiftir. Doğrusu da
birincisidir ve "ona durumu açıkça söylediler" demektir. Bundan
dolayı böyle bir işi pek büyük (bir iftira) gördüğünden subhanallah demiştir.
Bir diğer açıklamaya göre onlar ona soru sorarken düşük ifadeler kullandılar,
onu azarladılar. Çünkü "eskata: düşürdü" ve sekata: düştü, sakıt oldu
fiilleri konuşma esnasında değersiz ifadeler kullanmak hakkında kullanılır.
Konuşmasında hata ettiği anlamında olduğu da söylenmiştir. İbn Mahan'ın
rivayetine göre ise -eğer sahih ise- onu susturdular demek olur. Bu ise
zayıftır. Çünkü kendisi susmamış aksine: Subhanallah, Allah'a yemin ederim ki
ben onun aleyhinde kuyumcunun som altın hakkında bildiğinden başka bir şey
bilmiyorum" demiştir. Kibr (som) ise katıksız parça demektir.
"Münafık Abdullah
b. Ubeyy ise bu sözü yayan kişi idi." Yani araştırarak ve soruşturarak
bunu zorla çıkartıyor, sonra yayıp yaygınlaştırıyor, tahrik ediyor, dinmesine
fırsat vermemek için sürekli körüklüyordu. Allah en iyi bilendir ..
Hadisten Anlaşılan
Hükümler
Şunu bilelim ki ifk
hadisinden pek çok hüküm anlaşılmaktadır.
1. Bir hadisi bir topluluktan
her birisinden hangisi kesin olarak belli olmayan bir bölüm halinde rivayet
etmek caizdir. Bu her ne kadar tek başına Zühri'nin yaptığı bir uygulama ise de
müslümanlar bu rivayet şeklinin ondan kabul edileceğini ve bunun delil
gösterileceğini icma ile kabul etmişlerdir.
2. Kadınlar arasında
köleyi hürriyete kavuşturmakta ve bunun dışında hadisin baş tarafında sözünü
ettiğimiz şekilde -ilim adamlarının bu hususta görüş ayrılıkları bulunmakla
birlikte- kur'a çekmek sahihtir.
3. Birileri ile yolculuğa
çıkılmak istenmesi halinde zevceler arasında kur'a çekmek vaciptir.
4. Yolculuğa çıkmayan
kadınlar lehine yolculuk süresinin (hak ettikleri gecelemenin) kaza edilmesi
vacip değildir. Eğer yolculuk uzunsa hükmün bu olduğu icma ile kabul edilmiştir.
Sahih olan kanaate göre kısa yolculuğun hükmü de uzun yolculuğun hükmü gibidir.
Ama bazı mezhep alimlerimiz bu hususta muhalefet etmişlerdir.
5. Erkeğin zevcesi ile
yolculuk yapması caizdir.
6. Kadınların gaza
etmeleri caizdir.
7. Kadınların hevdec
içinde binmeleri caizdir.
8. Bu yolculuklar
esnasında erkeklerin kadınlara hizmet etmeleri caizdir.
9. Askerlerin
konakladıkları yerlerden yola koyulmaları, komutanın em-
rine bağlıdır.
10. Kadının insanın
ihtiyacını karşılaması için kocanın izni olmadan çıkması caizdir. Bu (izin
almayı gerektiren hususlardan) istisna olunanlardandır.
11. Kadınların yolculuk
esnasında da bpkı ikamet halinde olduğu gibi gerdanlik takmaları caizdir.
12. Kadını deveye ve
başkalarına bindirmekle görevli olan kimse mahrem değilse ihtiyaç olmadıkça
onunla konuşmaz. Çünkü burada bu görevliler hevdeci yüklemekle birlikte içinde
bulunduğu sandıkları kimse ile konuşmamışlardır.
13. Kadınların ve
başkalarının yemek hususunda az ile yetinmeleri ve kilo almalarına teşkil edecek
şekilde çokça yememeleri bir fazilettir. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in zamanında kadınların durumu bu idi. Şüphesiz onun zamanında olan
hususlar kamil, faziletli ve tercih edilen hususlardır.
14. Askerlerin
bazılarının karşı karşıya kalınan ihtiyaçlar sebebi ile eğer birlikte olmaları
için de bir zorunluluk yoksa ordudan bir süre geri kalmaları caizdir.
15. Çaresiz kalmış
kimseye yardımcı olmak, yolda kalmışa yardım etmek, kaybolmuş olanı kurtarmak, değerli
kimselere gerektiği gibi ikram etmek gerekir. Tıpkı bütün bu hususlarda Safvan
(r.a.)'ın yaptığı gibi.
16. Yabancı kadınlarla
özellikle çölde ya da başka bir yerde zaruret halinde onlarla başbaşa kalınması
(halvet) halinde güzel edep takınmak gerekir. Nitekim Safvan konuşmadan bir şey
sormadan deveyi çöktürürken böyle yapmıştır. Bu durumda kadının yanında ve
arkasında değil de önünde yürümesi gerekir.
17. Safvan'ın yaptığı
gibi binmek ve benzeri hususlarda diğerini kendisine tercih etmek müstehaptır.
18. İster din, ister
dünya hususunda ister kişinin kendi başına ister değerli bildiği kimsenin
başına gelmiş olsun musibetler esnasında istircada bulunmak (inna lillah ve
inna ileyhi raciun demek) müstehaptır.
19. Kadın, yabancı
kimsenin bakmasına karşın salih olsun ya da olmasın yüzünü örter.
20. Yemin teklif
edilmeden yemin etmek caizdir.
21. Zikredilmesinde bir
fayda bulunmaması halinde bir kimse hakkında söylenen şeyleri saklamak
müstehaptır. Nitekim Aişe (r.anha)'dan bu söylentileri bir ay saklayıp
söylememişlerdir. O bu süreden sonra ise bunu ancak arızi bir olay sebebi ile
duymuştur. O da Mistah'ın annesinin Mistah helak olsun sözüdür .
22. Erkeğin eşine
şefkatli davranması, onunla güzel geçinmesi müstehaptır.
23. Erkek, zevcesi hakkında
bir şeyler işittiği ya da buna benzer bir durum gibi arızi bir hal ortaya
çıkacak olursa, bu arızi durumu fark etmesi için zevcesine karşı olan şefkat ve
güzel davranışlarını ve benzeri hallerini azaltır. Böylelikle onun sebebini
sorup bu sebebi ortadan kaldırmasına zemin hazırlar.
24. Hasta olanın halini
sormak müstehaptır.
25. Kadının bir ihtiyaç
için dışarı çıkmayı istemesi halinde onunla birlikte yolunda teselli bulacağı
ve herhangi bir kimsenin ona sataşmaması için bir yol arkadaşı ile birlikte
çıkması da müstehaptır.
26. Bir kimse fazilet
ehli olan birisine eziyet edecek ya da buna benzer çirkin bir iş yapacak olursa
-Mistah'ın annesinin oğluna beddua etmesi halinde olduğu gibi- arkadaşının ve
yakınındaki kimsenin yaptığından hoşlanmadığını ortaya koyar.
27. Bedir'e katılanların
fazileti büyük olup onları savunmak gerekir. Nitekim Aişe'nin Mistah'ı
savunurken yaptığı budur.
28. Zevce, anne
babasının evine ancak kocasının izni ile gider.
29. Subhanallah lafzı
ile hayreti ifade etmek caizdir. Bu hadiste ve başkalarında tekraren geçmiştir.
30. Bir kimsenin yakın
sırdaşları ile aile halkı ve arkadaşları ile karşı karşıya kaldığı zor ve
sıkıntılı hallerde istişarede bulunması müstehaptır.
31. Bir kimsenin kendisi
ile alakası olan kimseler hakkında işittiği hususlara dair araştırıp
soruşturması caizdir. Başkası ile ilgili ise yasaklanmıştır. Bu bir tecessüsdür
ve fuzuli bir iştir.
32. Önemli bir durum ile
karşı karşıya kalınması halinde imam insanlara hitap eder.
33. Veliyyül emrin
(yöneticinin) kendisi, aile halkı ve başkalarına hücum eden kimselerin bu
hücumundan müslümanlara şikayet etmesi ve kendisine yapmak istediği eziyet
hususunda (ona yapacakları dolayısıyla) mazur görünmesini istemesi (uygundur,
yerindedir).
34. Safvan b. Muattal
{radıyallahu anh)'ın Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onun lehine yaptığı
şahitlik ve Aişe {radıyallahu anha)'ı deveye bindirmekteki güzel davranışı ve
genel olarak bu meselede güzel bir edeble hareket etmesi dolayısıyla açık
faziletleri görülmektedir.
35. Sa'd b. Muaz'ın ve
Useyd b. Hudayr {radıyallahu anhuma)'nın fazileti dile getirilmektedir.
36. Fitneleri
düşmanlıklan, anlaşmazlıkları sona erdirmek için ve kızgınlıklan sakinleştirmek
için eli çabuk tutmak gerekir.
37. Tevbenin kabulü ve
tevbeye teşvik.
38. Söz söylemeyi
küçüklere değil de büyüklere havale etmek yerindedir. Çünkü onlar daha iyi
bilirler.
39. Kur'an-ı
Azimuşşan'ın ayetlerini delil göstermek caizdir. Caiz olduğunda da görüş
ayrılığı yoktur.
40. Besbelli bir nimet
ile yeniden karşılaşan yahut apaçık bir bela kendisinden uzaklaştırılan kimseyi
müjdelemekte eli çabuk tutmak müstehaptır.
41. Aişe (radıyallahu
anha)'nın ifkten (iftiradan) uzak ve beri olduğu dile getirilmektedir. Bu ise
Kur'an-ı Azimuşşan'ın nassı ile kesin bir beraettir. Bir kimse bu hususta
-maazallah- şüphe ve tereddüde düşecek olursa müslümanların icmaı ile kMir ve
mürted olur. İbn Abbas ve başkalan: Nebilerden hiçbir nebinin -Allah'ın salat
ve selamları hepsine olsun- hanımı asla zina etmemiştir. Bu ise yüce Allah'ın
onlara bir ikramıdır.
42. Yeni nimetler ile
karşılaşılması halinde şanı yüce Allah'a da yeniden şükretmek sözkonusudur.
43. Ebu Bekr
(radıyallahu anh)'ın yüce Allah'ın: "Sizden fazilet sahibi olan kimseler.
.. yemin etmesin" (Nur, 22) buyruğu sebebi ile çeşitli faziletleri ortaya
konulmaktadır.
44. Kötülük yapsalar
dahi akrabalara iyilik yapmak, onların akrabalıkla-
rını gözetmek
müstehaptır.
45. Kötülük yapanı
affetmek, onu bağışlamak (müstehaptır).
46. Hayırlı yollarda
sadaka ve infak müstehaptır.
47. Bir hususa dair
yemin edip de başkasının ondan hayırlı olduğunu gören bir kimsenin hayırlı
olanı yapıp yemininin keffaretini yerine getirmesi müstehaptır.
48. Müminlerin annesi
Zeyneb (radıyallahu anha) 'nın fazileti ifade edilmektedir.
49. Şahitlik hususunda
oldukça emin olmak gerekir.
50. Sevilen kimsenin
arkadaşlarına hizmetinde bulunanlara yahut kendisine itaat edenlere gözkulak
olup onları gözetmesi sureti ile ikramda bulunmaya dikkat etmesi 'gerekir.
Nitekim Aişe (radıyallahu anha) Hassan'ı kollamış ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e ikram olmak üzere ona da ikramda bulunmuştur .
51. Hutbeye yüce Allah'a
layık olduğu şekilde hamd ve sena ile başlanır.
52. Hutbelerde hamd ve
senadan sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e salavat getirmek, kelime-i
şehadetleri getirmek ve emma bağdu (imdi) demek müstehaptır. Bu hususta sahih
hadisler pek çoktur.
53. Emirlerinin hürmet
edilmesi gereken haklarının çiğnenmesi halinde müslümanlar gazab eder ve bu
ithamlan önlemeyi ÇOKça önemserler.
54. Batıl peşinde olan
bir kimseye taassub göstererek bağlı kalan kimseye sebbetmek (ağır sözler
söylemek) caizdir. Nitekim Useyd b. Hudayr da münafık (İbn Ubeyy) lehine
taassub gösterip savunması üzerine Sa'd b. Ubade'ye ağır sözler söylemiş ve sen
münafık birisisin ve münafıkları savunuyorsun demiştir. Bu sözleri ile ise
münafıklara yakışan bir iş yapıyorsun demek istemiştir. Gerçek manada
münafıklığı kastetmemiştir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
11- NEBi
(S.A.V.)'İN HAREMİNİN HER TÜRLÜ ŞÜPHE'DEN UZAK OLDUĞU BABI