SAHİH-İ MÜSLİM

TEVBE

 

10- İFK (AİŞE -R.ANHA- VALİDEMİZE İFTİRA) HADİSİ VE İFTİRA EDENİN TEVBESİNİN KABULÜ HAKKINDA

 

6951-56/1- Bize Hibban b. Musa tahdis etti, bize Abdullah b. el-Mübarek haber verdi, bize Yunus b. Yezid el-Eyl! haber verdi. (H.) Bize İshak b. İbrahim el-Hanzali, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd de tahdis etti. İbn Rafi' bize Abdurrezzak tahdis etti derken diğer ikisi haber verdi dedi. Bize Ma'mer haber verdi -anlatım ise Ma'mer'in Abd ve İbn Rafi"den rivayet ettiği hadisin anlatımıdır. Yunus ve Ma'mer birlikte Zühri'den naklen dediler ki: Bana Said b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zubeyr, Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesine iftira edenler onun hakkında söylediklerini söyleyip Allah'ın da onların söylediklerinden kendisini temize çıkardığı vakite dair hadisini haber verdiler. Bunların hepsi hadisin birer bölümünü bana tahdis etti. Bunların kimi diğerine göre hadisini daha iyi bellemiş, anlatımı itibari ile de daha sağlam anlatmıştı. Ben de onların her birinden bana tahdis ettiği hadisi iyice belledim. Aynı zamanda onların hadisi nakletmeleri birbirini tasdik edici mahiyettedir. Zikrettiklerine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Aişe dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kur'a çekerdi. Kur'a hangisine çıkarsa Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu beraber alarak çıkardı.

 

Aişe dedi ki: Çıktığı bir gazada aramızda kur'a çekti. O gazada kur'a benim payıma çıktı. Bu sebeple Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte (sefere) ben çıktım. Bu olay hicab (emrin)in indirilmesinden sonra olmuştu. Ben yolculuğumuz boyunca hevdecin içinde olduğum halde taşınıyor ve yine onun içinde olduğum halde indiriliyordum. Nihayet Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gazasını bitirip geri döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımız bir sırada bir gece yola koyulmak üzere ilan verdi. Onların yolculuğa çıkılması ilanını verdikleri zamanda ben de kalktım ve ordu karargahının dışına çıkıncaya kadar yürüdüm. İşimi gördükten sonra hevdecime geri döndüm. Göğsüme dokunduğum zaman zafar boncuğumdan gerdanlığımın kopmuş olduğunu gördüm. Hemen geri dönüp gerdanlığımı aradım. Onu arayışım beni (onlarla birlikte gitmekten) alıkoydu. Benim hevdecimi taşıyan kimseler gelip hevdecimi taşıyıp onu yolculuğumda bindiğim deveme yüklediler. Benim de içinde olduğumu sanıyorlardı.

 

(Aişe (r.anha) devamla dedi ki: O sırada kadınlar hafifti. Kilo alarak ağırlaşmamış, et onları kaplamamıştı. Ancak pek az yerlerdi. Bu sebeple hevdeci taşıyanlar onu kaldırıp deveye yüklediklerinde ağırlığını yadırgamamışlardı. Ben de henüz yaşı küçük bir kızdım. Görevliler deveyi kaldırıp yola koyuldular. Ordu yola devam ettikten sonra gerdanlığımı buldum. Karargahlarına geldiğimde orada ne çağıran vardı ne de cevap veren. (Oradan elin ayağın çekilmiş) olduğunu gördüm. Ben de önceden kaldığım yere doğru gittim. Benim yokluğumu fark edip, beni almak için geri döneceklerini anladım. Ben konaklamış olduğum yerde oturmakta iken gözüme yenik düştüm ve uyudum. Safvan b. Muvattal es-Sülemi -sonra ez-Zekvani- ordunun arkasından gecenin son vakitlerinde konaklamış sonra da yola koyulmuştu. Sabahı da benim konakladığım yerde edince uyuyan bir insanın karartısını gördü. Yanıma geldiğinde beni tanıdı. Ben hicabın arkasına alınmadan önce beni görürdü. Beni tanıdığı zaman istircada bulunması (inna lillah ... demesi) üzerine uyandım. Cilbabımla yüzümü örttüm. Allah'a yemin olsun ki ne benimle bir kelime konuştu ne de istircaından başka ondan ben bir kelime işittim. Nihayet devesini çöktürdü ve o da devenin ön ayağına bastı. Ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yola koyuldu. Nihayet sıcak iyice bastırdıktan sonra öğle vaktinde konaklamalarından sonra biz de orduya yetiştik. İşte benim hakkımda helak olan kimseler de bunun sebebi ile helak oldu. Bu işin en büyük payını Abdullah b. Ubey b. Selul yüklenmişti. Sonra Medine'ye geldik. Medine'ye geldiğimiz zaman bir ay hasta yattım. insanlar ise o ifk ehlinin (iftiracıların) sözlerini dillerine alabildiğine dolamışlardı. Bense bunların hiç farkında değildim. Diğer taraftan bu hasta halimde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den daha önceleri hastalandığım sırada gördüğüm şefkatli ilgiyi bu hastalığımda görmediğim için şüpheleniyordum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sadece bulunduğum yere girer, selam verir sonra da: "Nasılsınız" diyordu. işte bu beni şüphelendiriyordu. Fakat kötülüğün hiç farkında değildim. Nihayet nekaHatimden sonra menası tarafına dışarı çıktım -burası bizim hela olarak kullandığımız yerdi- Um Mistah da benimle birlikte çıkmışh. (ihtiyacımızı görmek için) ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerde kenefler edinmeden önce idi. Bizlerin durumu ihtiyacımızı görmek üzere dışarı çıkmak hususunda ilk arapların durumu ile aynı idi. Evlerimizin yakınlarında kenef (hela) edinmekten rahatsızlanırdık. Ben ve Mistah'ın annesi -ki o Ebu Rumh b. el-Muttalib b. Abdimenaf' ın kızı idi, annesi ise Ebu Bekir es-Sıddik'in teyzesi Sahr b. Amir'in kızı idi, oğlu ise Mistah b. Usase b. Abbad b. el-Muttalib idi- Çıktık. Sonra ben ve Ebu Rumh'un kızı -ihtiyacımızı bitirdikten sonra- evime doğru döndüm. Mistah'ın annesi çarşafına basarak tökezledi ve kahrolası Mistah dedi. Ben ona: Ne kötü bir söz söyledin. Sen Bedir'e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söyledin dedim. O: Ey kızcağızım! Ne söylediklerini duymadın mı dedi. Ben: Ne dedi ki dedim. Bunun üzerine o da ifk ehlinin (iftiracıların) söylediklerini bana haber verince hastalığıma hastalık katılarak daha da ağırlaştım. Evime döndüğüm zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma girdi, selam verdi sonra da: "Nasılsınız" buyurdu. Ben: Annem ve babamın yanına gitmem için bana izin verir misin dedim. Bu sırada ise ben onlar tarafından bu haberden kesin olarak emin olmak istiyordum. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana izin verdi. Ben de anne babamın yanına gelerek anneme:

 

Anneciğim, insanlar neden bahsediyorlar dedim. O şöyle dedi: Kızcağızım sakin ol. Kendisini seven bir kocası olan kumaları da bulunan güzel bir kadın aleyhine çok söz söylememeleri pek az rastlanılır bir durumdur dedi. Ben:

 

Subhanallah! insanlar bunu da mı konuştular dedim. Sonra o gece sabah oluncaya kadar hep ağladım. Ne gözümün yaşı dindi ne de gözüme uyku girdi. Sonra ağlayarak sabahı ettim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise vahyin gelmesi gecikince Ali b. Ebu Talib'i ve Üsame b. Zeyd'i ailesinden ayrılmak hususunda ikisi ile danışmak üzere davet etti. (Aişe) dedi ki: Üsame b. Zeyd, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ailesinin tertemiz oluşu ile ilgili bildiklerini söyleyerek ve kendi içinde onlara beslediği sevgiye uygun kanaat belirterek şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü! Onlar senin ailendir. Ve biz hayırdan başka bir şey bilmiyoruz.

 

Ali b. Ebu Talib'e gelince, o şöyle dedi: "Allah senin aleyhine olmak üzere işi daraltmamıştır. Onun dışında da kadınlar pek çoktur. Eğer cariyeye sorarsan o sana doğruyu söyleyecektir" dedi.

 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Berire'yi çağırdı ve: Ey Berire! Aişe’DEN seni şüphelendiren bir şey gördün mü buyurdu.

Berire O'na: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki ondan kendisini ayıplayacağım hiç bir husus görmüş değilim. Gördüğüm ise şundan ibarettir:

O henüz yaşı küçük bir kızcağızdır. Ailesi için hamur yoğururken uyur da koyun gelir onu yer dedi.

 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), minber üzerinde ayakta durarak Abdullah b. Ubeyy b. Selul'e yapacaklarından dolayı mazur görülmeyi istedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minber üzerinde olduğu halde şunları söyledi: ''Aile halkıma eziyeti bu dereceye varmış bir adama hak ettiği muameleyi yapmamdan ötürü kim beni mazur görmez? Allah'a yemin olsun ki ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine hakkında hayırdan başka bir şey bilmediğim ve ailemin yanına ancak benimle beraber iken giren bir adamı sözkonusu ettiler. "

 

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz el-Ensari ayağa kalktı ve: Ey Allah'ın Resulü! Ona karşı ben sana yardımcı olurum. Eğer evslilerden ise onun boynunu vururuz. Eğer kardeşlerimiz hazredilerden ise bize emir buyur emrettiğini yaparız dedi. Bunun üzerine Hazredilerin efendisi olan Sa'd b. Ubade ayağa kalktı. Aslında kendisi salih bir adamdı. Fakat hamiyet duygusu onu bilgisizce bir davranışa itti ve Sa'd b. Muaz'a: Yalan söyledin. Allah'a and olsun ki onu öldürmeyeceksin, öldürmeye gÜcün de yetmez dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muaz'ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd b. Ubade'ye: Yalan söyledin. Allah'a yemin ederiz ki andolsun biz onu öldüreceğiz. çünkü sen münafık birisisin, münafıklar adına mücadele ediyorsun dedi. Böylelikle her iki kabile evsliler ve hazrecliler galeyana geldi ve hatta birbirleri ile vuruşmak istediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de minber üzerinde ayakta duruyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları teskin edip durdu. Sonunda onlar da sustular, kendisi de sustu.

 

(Aişe devamla) dedi ki: O günümde hep ağladım. Ne gözyaşım dindi ne de gözüme uyku girdi. Sonra ertesi gece de ağladım. Yine göz yaşım dinmiyor, gözüme uyku girmiyordu. Annem babam ise ağlayışımın ciğerimi parçalayacak sanıyorlardı. Her ikisi yanımda oturuyorken ve ben de ağlıyorken ensardan bir kadın yanıma girmek için izin istedi. Ben de ona izin verdim. Oturup ağlamaya başladı. Bizler bu durumda iken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanımıza girdi. Selam verdikten sonra oturdu. Bana dair söylenenlerin söylendiğinden bu yana yanımda oturmamıştı. Bir ay geçtiği halde benim hakkımda ona hiçbir vahiy gelmemişti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturunca teşehhüdde bulundu, sonra şöyle buyurdu: "İmdi ey Aişe! Senin hakkında bana şunlar şunlar ulaştı. Eğer suçsuz iken Allah pek yakında suçsuz olduğunu bildirecektir. Ve eğer bir günah işledinse Allah'tan mağfiret dile ve O'na tevbe et. Çünkü şüphesiz kul bir günahı itiraf ettikten sonra tevbe ederse Allah da tevbesini kabul eder. "

 

Aişe dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözlerini bitirince gözyaşım dindi. Hatta ondan bir damla dahi hissetmez oldum. Babama: Benim adıma söylediklerine karşılık Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e sen cevap ver dedim. O: Allah'a yemin ederim ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ne söyleyeceğimi bilmiyorum dedi. Bu sefer anneme: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e benim adıma sen cevap ver dedim. O da: Allah'a yemin ederim ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ne cevap vereceğimi bilemiyorum dedi. Bunun üzerine henüz yaşı küçük bir kız olup Kur'an-ı Kerim'den fazla bir şey bilmediğim halde şöyle dedim: Allah'a yemin ederim şüphesiz ben sizin bu sözleri işittiğinizi ve nihayet bunu nefislerinizden yer edip onu tastik ettiğinizi biliyorum. Eğer ben size kesinlikle suçsuzum -ki Allah benim muhakkak suçsuz olduğumu biliyor- desem dahi siz böyle olduğumu doğru kabul etmeyeceksiniz. Ve eğer size bir hususu itiraf edecek olursam -ki Allah benim suçsuz olduğumu biliyor- muhakkak beni tasdik edeceksiniz. Ben ise Allah'a yemin ederim ki benimle sizin için bulabildiğim tek örnek Yusuf'un babasının söylediği şu sözler gibidir: Bana düşen güzelce sabretmektir. Söylediklerinize karşı kendisinden yardım dilediğim Allah'tır dedim.

 

(Aişe devamla) dedi ki: Sonra dönerek yatağıma yattım. Allah'a yemin ederim ki o zaman ben kesinlikle suçsuz olduğumu biliyordum, suçsuz olmam sebebi ile Allah'ın da beni temize çıkartacağını biliyordum. Allah'a yemin ederim benim hakkımda tilavet olunacak bir vahiy indirileceğini sanmıyordum. Kendime göre benim durumumu aziz ve celil olan Allah'ın benim hakkımda tHavet olunan buyruklar indirecek kadar değerli görmüyordum. Ama Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Allah'ın beni kendisi ile temize çıkartacağı bir rüya göreceğini ümit ediyordum. Allah'a yemin olsun ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturduğu yerden daha ayrılmadan ve aile halkından hiçkimse çıkmadan aziz ve celil Allah Nebisine (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vahiy indirdi. Vahiy esnasında O'nu yakalayan şiddetli hal O'nu yakaladı. Öyle ki O' na indirilen sözün ağırlığından ötürü kış gününde dahi O' ndan inci taneleri gibi ter yuvarlanırdı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in vahiy hali geçti. O ise gülüyordu. Söylediği ilk söz de: "Müjde sana ey Aişe! Allah senin suçsuz olduğunu buyurdu" dedi.

 

Bu sefer annem bana: Kalk O'nun yanına git dedi. Ben: Allah'a yemin olsun kalkıp O'nun yanına gitmem. Allah'tan başkasına da hamd etmem. Çünkü benim suçsuz olduğumu indiren odur dedim. Aziz ve Celil Allah da:

 

"Şüphesiz o iftirayı uyduranlar sizden bir topluluktur." (Nur, 11) den itibaren on ayet-i kerime indirdi. Böylelikle Aziz ve Celil Allah, suçsuzluğum ile ilgili bu ayetleri indirdi.

Ebu Bekir ise kendisine akraba olduğu ve fakir olduğu için Mistah'a intakta bulunuyordu. Bunun üzerine: Allah'a yemin ederim ki Aişe hakkında bu söylediklerini söyledikten sonra ebediyyen ona bir şey harcamayacağım dedi. Bunun üzerine Aziz ve Celil Allah da: "Sizden fazilet sahibi ve bolluk içerisinde olan kimseler akrabaya bir şeyler vermeyeceklerine dair yemin etmesinler" (Nur, 22) ayetini ''Allah'ın size mağfiret buyurmasını arzu etmez misiniz" buyruğuna kadar indirdi.

 

Hibban b. Musa dedi ki: Abdullah b. el-Mübarek: Bu, Allah'ın kitabında en ümit verici ayettir dedi.

 

Bunun üzerine Ebu Bekir dedi ki: Allah'a yemin olsun ki Allah'ın bana mağfiret buyurmasını severim dedi ve daha önce Mistah'a verdiği nafakayı tekrar vermeye başladı ve: Bunu ebediyyen ondan çekmeyeceğim dedi.

 

Aişe dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Cahş kızı Zeyneb'e de benim durumum hakkında: "Ne biliyorsun yahut ne gördün" diye sormuştu da o: Ey Allah'ın Rasulü! Ben gözümü ve kulağımı koruyorum. Allah'a yemin olsun ki hayırdan başka bir şey bilmiyorum dedi.

 

Aişe dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevceleri arasında benimle yarışabilecek kadın o idi. Allah onu vera sayesinde korudu. Kızkardeşi Cahş kızı Hamne ise onun lehine mücadele vermeye kalkışb ve bunun sonunda o da helak olanlarla helak oldu.

Zühri dedi ki: İşte bu sözünü ettiğimiz ravilerden bize ulaşan haber budur.

Yunus'un hadisinde ise (Sa'd b. Ubade hakkında söylediği: hamiyet onu bilgisizce söz söylemeye iterek. .. sözü yerine): hamiyet duygusu onu ... itti" demiştir.

 

Diğer tahric: Buhari, 4025, 4690, 4750, 6662, 6679, 7369, 2879, 7500, 7545;

 

 

 

6952-57/2- Bana Ebu Rabi' el-Ateki de tahdis etti, bize Fuleyh b. Süleyman tahdis etti. (H.) Bize Hasan b. Ali el-Hulvanİ ve Abd b. Humeyd de tahdis edip dedi ki: Bize Yakub b. İbrahim b. Sa'd tahdis etti, bize babam Salih b. Keysan'dan tahdis etti, ikisi Zühri'denYunus ve Ma'mer'in hadisinin aynısını kendi isnadları ile rivayet etti ..

Fuleyh'in hadisi rivayetinde Ma'mer'in dediği gibi "hamiyet onu cahilce ... itti" demiştir.

Salih'in hadisinde ise Yunus'un dediği gibi hamiyet onu ... itti demiştir. Salih'in hadisinde de şu ilave vardır: Urve dedi ki: Aişe huzurunda Hassan'a ağır söz söylenmesini hoş görmez ve şöyle derdi: Şüphesiz ki o:

 

"Muhakkak benim babam ve onun babası ve hem de benim ırzım -size karşı Muhammed'in ırzı için bir kalkandır" demiştir.

Yine şunları ilave etmiştir: Urve dedi ki: Aişe dedi ki: Allah'a yemin olsun ki kendisi hakkında o söylenmiş sözlerin söylendiği o adam şöyle diyordu:

Subhanallah! Nefsim elinde olana yemin ederim ki ben hiçbir zaman bir kadının elbisesini asla açmış değilim derdi. (Aişe devamla) dedi ki: Sonra daha sonraları Allah yolunda şehid olarak öldürüldü.

Yakub b. İbrahim'in hadisinde öğle vakti aşın sıcakta (ibaresinde muğirine yerine ayn harfi ile muirine) denilmektedir.

Abdurrezzak ise aynı kelimeyi ayn harfi ile muirine diye rivayet etmiştir. Abd b. Humeyd dedi ki: Abdurrezzak'a: "Muğirine" sözü ne demektir dedim. O: Veğra: Aşın sıcak demektir dedi.

 

 

 

6953-58/3- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe ve Muhammed b. el-Ala tahdis edip dedi ki: Bize Ebu Üsame, Hişam b. Urve'den tahdis etti, o babasından, o Aişe’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Benim hakkımda o söylenenler söylenip de ben de onları öğrendiğim zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbe vermek üzere ayağa kalktı. Teşehhüd getirdikten sonra Allah'a layık olduğu vechi ile hamd-u senada bulundu sonra şöyle buyurdu: "İmdi siz bana aileme iftirada bulunan bir takım kimseler hakkında bana kanaatinizi belirtin, Ben ailem aleyhine asla kötülük namına bir şey bilmiyorum. Onları kiminle itham ettiler, Allah'a yemin ederim ki hakkımda hiçbir kötülük bilmediğim ve evime ben bulunmadıkça asla girmemiş ve bir seferde bulunmadımsa mutlaka benimle birlikte bulunmamış bir kimse (ile itham ettiler)." Sonra hadisi olayı ile zikretti. Rivayetinde şunlar da vardır: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evime girdi ve cariyeme sordu. O "Allah'a yemin olsun onun aleyhine kusur bilmiyorum. Ancak o koyun içeri girip onun hamurunu yiyecek kadar uykuya dalardı" dedi. Yahut da: Mayasını dedi. -Şüphe eden Hişam' dırBunun üzerine ashabından birisi ona kızdı ve: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru söyle dedi. Sonunda ona durumu açıkladıklarında: Subhanallah! Allah'a yemin olsun ki ben onun aleyhine kuyumcu kimsenin som kırmızı altın hakkında bildiklerinden başka bir şey bilmiyorum dedi.

Bu husus, kendisi hakkında (bunların) söylendiği o adama da ulaşmıştı da: Subhanallah! Allah'a yemin ederim ki asla bir kadının elbisesini açmış değilim dedi.

Aişe: Allah yolunda da şehid olarak öldürüldü dedi.

Yine bu rivayette şu fazlalık vardır: Bu iftiraları dillerine dolayan kimseler Mistah, Hamne ve Hassan idi. Münafık Abdullah b. Ubeyy'e gelince bu sözleri etrafa yayan ve toplayan o idi. Onun büyük kısmını üzerine alan kendisi ve Hamne idi. 

 

 

Diğer tahric: Buhari, 7369 -muaDak olarak-, 4757; Tirmizi, 3180

 

AÇIKLAMA:          "Bize Hibban b. Musa tahdis etti." Burada "Hibban" isminde ha harfi kesrelidir. Müslim'in Sahihi'nde buradan başka bir yerde adı geçmemektedir. Buhari ise Sahihi'nde ondan çokça rivayet etmiştir.

 

"Zühri dedi ki: ... onların bir kısmının hadisi diğerininkini doğruluyor."

Zühri'nin burada sözünü ettiği hadisi bu kimselerden toplaması caizdir ve bunun önünde bir mani yoktur, mekruh da değildir. Çünkü kendisi birbirlerinden hadis naklettiklerini ve bir kısmının diğerinden rivayet edildiğini açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca bu dört zat, imam ve hafız ravilerdir, sikadırlar, tabiinin en üstünlerindendir. Bu hadisteki bir lafız bundan mı öbüründen mi nakledildiğinde tereddüd olsa bile bunun bir zararı olmaz ve onu delil olarak göstermek de caizdir. Çünkü her iki ravi de sikadır. Nitekim ilim adamları da eğer: Bana Zeyd yahut Amr tahdis etti dese ve her ikisi de sika bir ravi olup muhatab tarafından sika oldukları biliniyorsa onu delil göstermenin caiz olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir.

 

"Onların bazısı onun (Aişe'nin) hadisini diğerinden daha iyi bellemiş ve olayı daha sağlam anlatmıştır" sözüne gelince daha iyi bellemiş, daha güzel hadisi zikredip daha güzel bir şekilde serdetmiştir demiştir.

 

"Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kur'a çekerdi." Bu eşler arasında köleleri hürriyete kavuşturmakta, vasiyette, paylaştırmada ve buna benzer hususlarda kur'a ile amel edilebileceğine dair Malik, Şafii, Ahmed ve ilim adamlarının çoğunluğunun lehine bir delildir. Nitekim bu hususta sahihte meşhur çok sayıda hadis-i şerif gelmiş bulunmaktadır. Ebu Ubeyd dedi ki: Nebilerden -Allah'ın salat ve selamları hepsine olsun- üç kişi kur'a ile amel etmiştir. Yunus, Zekeriya ve Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem).

 

İbnu'l Munzir dedi ki: Kur'an'ın kullanılabileceği adeta icma gibidir. Onu reddedenin görüşünün bir anlamı yoktur. Ebu Hanife'den meşhur olan kanaat ise bunun batıl olduğudur. Bunu caiz gördüğü de ondan rivayet edilmiştir.

 

İbnu'l Munzir ve başkaları şöyle demektedir: Kıyas Kur'an'ın terk edilmesini gerektirir. Fakat biz bu husustaki rivayetler dolayısı ile onunla amel etmekteyiz.

 

Yine bu hadiste birileri ile sefere çıkılmak istenmesi halinde eşler arasında kur'a çekilebileceği ve kur'asız onlardan birisini alıp götürmenin caiz olmadığı hükmü anlaşılmaktadır. Mezhebimizin görüşü budur. Ebu Hanife ve başkaları da böyle demiştir. Bu aynı zamanda Malik’DEN gelen bir rivayettir. Ondan gelen bir başka rivayete göre kur'a çekmeksizin eşlerinden dilediği ile yolculuk yapabilir. Çünkü beraberinde götüreceği, yolunda ona daha faydalı olabilir. Diğeri ise evinde ve malında (o yokken kalması halinde) daha faydalı olabilir.

 

"Bir gece yolculuğa çıkılacağını ilan etti." Azene: İlan etti" med ile ve zel harfi şeddesiz olarak rivayet edildiği gibi kasr ile ve zel harfi şeddeli (ezzene) diye de rivayet edilmiştir ki bildirdi, ilan etti demektir.

 

"Zafar boncuğundan gerdanlığım koptu." İbt (gerdanlık}ın ne olduğu bilinir. Cim harfi fethalı, ze harfi sakin olarak "cez" ise bir Yemen boncuğudur. Zafar ise Yemen' deki bir kasaba adıdır.

 

"Benim hevdecimi taşıyanlar geldi. .. devemi yola koydular." Nüshaların bir çoğunda "yerhalunei: hevdecimi taşıyanlar" nüshaların çoğunda "li" ile gelmiş bazı nüshalarda ise be harfi ile "bi" kullanılmıştır. Lam harfi ile kullanılması daha güzeldir. Maksat hevdeci devenin üzerine koyanlar demektir. Zaten "onu deveye yüklediler" sözünden kasıt da odur. "Raht: kimseler" ise ondan az topluluk hakkında kullanılır. Hevdec ise kadınların içine bindikleri vasıtalardandır.

 

"O sırada kadınlar hafifti ... Çok az yemek yerlerdi." Yühebbenne: et toplayarak kiloları ağırlaşmamıştı" demektir. aynı kelimenin "yehbenne" okunuşu da vardır, üçüncüsü ise "yehbulne" okuyuşudur. Dil bilginlerinin dediklerine göre et ve yağ toplayıp ağırlaşmak halini anlatmak için kullan!lır.

 

Buhari'nin rivayetinde ise "lemyeskunne: ağırlaşmamışlardı" şeklindedir. Bu da önceki ile aynı anlamdadır. "Azıcık yerlerdi" yani ölmeyecek kadar (ya da zayıf düşürmeyecek kadar) çok az yerlerdi.

 

"Safvan b. el-Muattal" burada (Muattal isminde) tı harfinin fethalı okunacağında ihtilaf yoktur. Ebu Hilal el-Askeri ve Kadı lyaz da el-Meşarik'de ve başkaları bu şekilde zaptetmişlerdir.

"Ordunun arkasından gecenin geç vaktinde konaklamış ve gecenin sonlarında yol almıştL" Bu ibarede geçen ta'riz: seferde uyumak yahut dinlenmek için gecenin son vakitlerinde inmek demektir. Ebu Zeyd dedi ki: Hangi vakit olursa olsun inip konaklamaktır ama meşhur olan birincisidir.

 

"İddenece" dal harfi şeddeli olarak gecenin son vakitlerinde yol almak demektir.

"Bir insan karartısı" onun şahsını "gördü"

 

Onun istircada bulunması üzerine uyandım." Yani onun inna lillah ve inna ileyhi raciun demesi üzerine uyandım.

 

"Öğle sıcağında indiler." Buradaki "muğir -ğayn harfi ile- aşırı sıcak zamanında inen kimse" demektir. Nitekim bu kitapta bu hadisin sonunda bunu böylece açıklamış ve orada ravilerden birinin bunu ayn harfi ile "muirin" diye söylemiştir. Bu ise zayıf bir şekildir. "Öğle vakti" den kasıt ise kaylule (öğle dinlenmesi) zamanı ve aşırı sıcak zamanı demektir.

 

Onun büyük bir kısmını üstlenen kişi" onun Muazzam olan kısmını üstlenen kişi demektir. Buradaki "kibr" kelimesi meşhur kıraate göre kesrelidir. Şaz kıraatlerde ise "kubr" diye de okunmuştur. Bu da bir söyleyiştir.

 

"Abdullah b. Ubeyy b. Seİill" buradaki "İbn SeKıi" lafzında "ibn" kelimesi ref ile okunur ve başına elif yazılır. Abdullah'a sıfatlır. Buna dair açiklama daha önce defalarca geçtiği gibi İman Kitabı'nda el-Mikdad'ın rivayet ettiği hadiste benzerleri ile birlikte açıklaması da geçmiş bulunmaktadır.

 

İnsanlar ise ifk ehli (denilen iftiracıların) sözlerini dillerine dolamışlardı."

Yani o sözlere dalıp gitmişlerdi.

 

"İfk: iftira" meşhur söyleyişe göre hemze kesreli fe harfi sakindir. Kadı lyaz her ikisinin de fethalı "efek" söyleneceğini nakletmiş ve bunlar iki ayrı söyleyiştir demiştir.

 

"Hastalığım esnasında kendisinden görmeye alıştığım şefkat ve ilgiyi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den görmeyişim beni şüpheye düşürüyordu. " Buradaki "lutf" lam harfi ötreli tı harfi sakindir. Her ikisi fethalı (letaf) da söylenebilir. İki ayrı söyleyiştir. İyilik ve yumuşaklık (şefkat) anlamındadır.

 

"Sonra: Nasılsınız derdi." Buradaki dişil ikinci çoğul şahısa işaret zamiri "tikum" müennese işarettir. Müzekker için kullanılan "zalikum" gibidir.

 

"Nekahet" ise hastalıktan iyileşmek ile birlikte henüz tam sağlığını kazanamamış kimse demektir .

 

"Mistah'ın annesi ile birlikte menasia doğru çıktım." Mistah isminde mim harfi kesrelidir. Menasia da ise mim harfi fethalıdır. Burası he la ihtiyaçlarını görmek üzere gittikleri Medine dışındaki yerlerin adıdır.

 

"Kenefleri edinmeden önce" buradaki "künüf" kenif'in çoğuludur. Dil bilginlerinin dediklerine göre kenif, kayıtsız ve şartsız olarak örtücü her bir şeye denilir.

 

"İhtiyaçlarımızl görmek hususunda durumumuz ilk arapların durumu gibi idi." Burada "tenezzüh: ihtiyaçları görmek sahraya çıkmak sureti ile nezih olan hali istemek demektir.

"O Ebu Ruhm'un kızı idi, oğlu da Mistah b. Usase idi." "Ruhm" isminde re harfi ötreli he sakindir. "Usase"de ise hemze ötrelidir. Mistah lakaptır. Adı Amir' dir. Avf olduğu da söylenmiştir. Künyesi Ebu Abbad' dır. Ebu Abdullah olduğu da söylenmiştir. 37 yılında vefat etmiştir. 34 yılında vefat ettiği de söylenir. Mistah'ın annesinin adı ise Selma'dır.

"Mistah'ın annesi çarşafına basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah dedi."

 

Bu ibaredeki "aseret: tökezledi" kelimesi se fethalıdır. "Tease: kahrolası" ise ayn harfi fethalı ve kesreli (taise) olmak üzere iki meşhur söyleyişi vardır. Cevheri yalnızca fethalı söyleyişi, Kadı Iyaz kesreli söyleyişi zikretmekle yetinmiş, bazıları kesreli bazıları fethalı söyleyişi tercih etmiştir. Anlamı ise tökezlesin şeklindedir. Helak olsun anlamında şer ondan ayrılmasın, uzak olsun, özel olarak da yüzü ile düşsün (itibarsızlaşsın) anlamlarında olduğu söylenmiştir.

 

Mim harfi kesreli "mırt: çarşaf" yünden bir örtüdür. Bazen başka malzemelerden de yapılabilir.

 

"Ey hentah: kızcağızım" lafzında nun sakin ve fethalı (henetah) diye söylenir, sakin söyleyiş daha meşhurdur... Bu lafız özel olarak nida halinde kullanılır. Ey bu demektir. Ey kadın anlamında olduğu, ey gafil anlamında olduğu da söylenmiştir. Sanki insanların hileleri, kötülüklerini az bildiğini anlatmak istemiş gibidir. Bu hususta bu lafzın zikredildiği rivayetlerden birisi de es-Subey b. Ma'bed ile ilgili hadiste yer alan: Ey henah: eyadam ben cihad etmeyi de çok arzu ediyorum dedi ifadesi de bu kabildendir. Allah en iyi bilendir.

"Kendisini seven bir kocası olan kumaları da bulunan güzel bir kadın aleyhine çok söz söylememeleri pek az rastlanılan bir şeydir." Buradaki -hemzeli ve medli olarak- "vadie: güzel kitdın" demektir. Vedaet de güzellik anlamındadır. İbn Mahan'ın rivayetinde "haziyye" diye geçmektedir ki bu da değer vermek, itibar etmek, konumunun yüksek olması anlamındadır. "Darre: Kuma"nın çoğulu ise darair diye gelir. Bu da kocanın diğer zevceleri demektir. Kumaya darre denilmesinin sebebi birinin diğerinin kıskançlığından, gün paylaşımından ve başka şeylerden zarar görmesi dolayısıyladır. Bunun ismi ise dat harfi kesreli olarak "eddır" dir. Ötreli olarak (eddur) söyleneceği de nakledilmiştir. Buradaki "aleyhine çok söz söylemeleri" yani onu tenkit etmek ve eksikliğini söylemek hususunda aleyhinde çokça söz söylerler demektir.

 

"Gözümün yaşı dinmiyor" kesilmiyordu demektir.

 

"Gözüme uyku girmiyor (hadis metnindeki lafzi anlamı: uyku sürmesini gözüme çekmiyordum)" uyumuyordum demektir.

 

"Vahyin gecikmesi" bu hususta vahyin inmemesi anlamındadır.

 

"Ali b. Ebu Talib ise: Allah aleyhine olmak üzere işi daraltmamıştır. Onun dışında da kadınlar pek çoktur" sözlerine gelince. Ali (radıyallahu anh)'ın söylediği bu sözler kendi açısından doğru olan sözlerdi. Çünkü o bunun maslahat olduğunu ve kendi kanaatine göre böylelikle Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e öğüt verdiğine inanıyordu. Halbuki gerçekte durum böyle değildi. Onun böyle davranmasının sebebi ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu işten dolayı çok rahatsız ve huzursuz olduğunu görmesi idi. Onu rahatlatmak istemişti. Bu da (ona göre) başka hususlardan daha önemli idi.

 

"Seni hak ile gönderene yemin olsun ki: Kesinlikle onun aleyhinde onu tenkit edeceğim bir husus görmüş değilim. Bütün gördüğüm ise onun yaşı küçük bir kız olmasından ibarettir. O ailesinin hamurunu yoğururken uyur, koyun gelir onu yer." Burada geçen dacin: eve alışan (evcil) ve meraya çıkmayan koyun demektir. Sözlerin anlamı da şudur: Onda sizin hakkında soru sorduğunuz hususlarla alakalı hiçbir kusur yoktur ve onda kusur diye bir şey varsa o da hamurunu bırakıp uyumasından ibarettir.

 

"Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minbere Çıktı ve Abdullah b. Ubeyy b. Selul'e yapacaklarından dolayı mazur görünmesini istedi." Buradaki "Ubeyy" ismi tenvinlidir. "İbn Selul" deki "ibn" lafzı başında elif ile yazılır, az önce açıklaması geçti. Buradaki "mazur görmek"in anlamı da onun: Ailem hakkında bana eziyet veren bu kişi hakkında beni kim mazur görür demektir. Nitekim hadiste bu hususta Beyan edilmiştir. "Ben İ kİm mazur görür"ün anlamı ise eğer ben onun yaptığı çirkin işe karşılık verecek olursam kim beni mazur görür, bundan dolayı beni kınamaz. Bunun: Kim bana yardım eder anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü (aynı kökten gelen) azİr: yardım eden, destekleyen demektir.

 

"Bunun üzerine Sa'd b. Muaz ayağa kalktı ve: Ona karşı ben sana yardımcı olurum dedi." Kadı Iyaz dedi ki: Bu kimsenin hakkında söz söylemediği, açıklaması zor (müşgil) bir ifadedir. Bu da Aişe (radıyallahu anha)'nın söylediği: "Bunun üzerine Sa'd b. Muaz kalkarak: Ona karşı ben sana yardımcı olurum" demiş olmasıdır. Bu olay Müreysi gazvesinde olmuştu. Bu da Mustalıkoğulları gazvesinin bir diğer adıdır. İbn İshak'ın zikrettiğine göre altıncı yılda olmuştur. Oysa bilindiği gibi Sa'd b. Muaz kendisine isabet eden bir oktan ötürü hendek gazasının akabinde ölmüştü. Bu da siyer alimlerinin İcmaı ile dördüncü yılda gerçekleşmişti. Bundan tek istisna yalnızca Vakidi'nin görüşüdür.

 

(Devamla) Kadı Iyaz dedi ki: Bizim bazı üstadlarımız da şöyle demiştir:

Burada Sa'd b. Muaz'ın adının geçmesi bir yanılmadır. Daha doğruya yakını bunun başkası olduğudur. Bu sebeple İbn İshak siyerde bunu zikretmemiş sadece: İlk ve son olarak konuşan kişinin Useyd b. Hudayı olduğunu belirtmiştir. (Yine) Kadı Iyaz dedi ki: Musa b. Ukbe ise Mureysi gazvesinin dördüncü yılda olduğunu zikretmiştir. Bu da Hendek gazvesinin meydana geldiği yıldır. Buhari ise İbn İshak ve İbn Ukbe'nin ihtilafını zikretmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu durumda Müreysi gazvesi ile ifk hadisesinin hendek olayından önce ve dördüncü yılda meydana gelmiş olma ihtimali vardır.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Taberi de Vakidi'den Müreysi gazvesinin 5. yılda olduğunu zikretmiştir. Ayrıca Kurayzaoğulları gazvesinin Hendek gazvesinden sonra olduğunu da ifade etmiştir. Kadı Iyaz ise bu hususta ihtilaf olduğunu zikretmekte ve şunları söylemektedir: Daha uygun olanı Müreysi gazvesinin hendek gazasından önce meydana gelmiş olmasıdır. (Devamla) Kadı Iyaz dedi ki: Buna sebep ise ifk kıssasında Sa'd'ın sözkonusu edilmesidir. İfk hadisesi ise Müreysi gazvesinde olmuştu. İşte buna göre bu hadise de Sa'd b. Muaz'ın adının geçmesinde bir problem olmaz. Sahih'de olan ifade de budur. İbn İshak’DAN başkalarının Müreysi gazvesi dışındakiler hakkındaki söyledikleri daha sahihtir. Kadı Iyaz'ın açıklamaları bunlardır ve bunlar doğru olandır.

 

"Ama hamiyet duygusu onu cahilce bir davranışa itti." Müslim Sahihi'nin ravilerinin çoğunluğuna göre ifade burada bu şekildedir. "İctehelethu: Cahilce davranışa itti" şeklindedir. Yani onu acele hareket etmeye itti, kızdırdı ve bilgisizce iş yapmaya itti. İbn Mahan'ın buradaki rivayeti ise "ihtemelethu: onu böyle yapmaya itti" şeklindedir. Nitekim Müslim de bundan sonra Yunus ve Salih'den gelen rivayet olarak böylece zikretmiştir. Buhari de bu şekilde rivayet etmiştir. Bu da: onu kızdırdı anlamındadır. Her iki rivayet de sahihtir .

 

"Bunun üzerine her iki kabile evs ve hazrec galeyana geldi." Yani tartışmaya ve taassub ile taraftarlık ederek birbirlerine karşı çıkmaya koyuldular. Nitekim: "Neredeyse çarpışacaklardı" demiştir.

 

"Eğer bir günah işledinse Allah'tan mağfiret dile" yani esasen senin böyle bir adetin olmamakla birlikte bir günah işledinse (mağfiret dile) demektir. Çünkü lememin asıl anlamı budur.

 

"Gözyaşlarım kesildi" yani bana ayıp isnadında bulunan bu sözü çok büyük gördüğü için gözyaşı kesildi.

 

Aişe (r.anha)'nın anne babasına "adıma cevap verin" demesinden sözün büyüklere bırakılması hükmü anlaşılmaktadır. Çünkü onlar söylenecek sözün maksatlarım ve daha uygun ve konuma göre hangi sözün söyleneceğini daha iyi bilirler. Üstelik anne babası onun durumunu da bilir. Anne babasının: Ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz demelerinin anlamı da şudur: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisine sorduğu durum ile ilgili olarak vahyin inişinden önce Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onun hakkında beslediği güzel zandan fazla bir bilgiye sahip değildirler. Gizli durumları bilmek ise yüce Allah'a aittir.

 

"Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturduğu yerden daha ayrılmadan ... vahiy esnasında onu alan şiddetli hal aldı." Buradaki "buraha: şiddetli hal" be harfi ötreli re harfi fethalı ve sonu medlidir.

 

"Ondan inci taneleri gibi ter dökülüyordu." Yetehadderu: dökülür, dökülüyor, cuman -cim harfi ötreli, mim şeddesiz- inci demektir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ter tanelerini berraklık ve güzelliği bakımından inci tanelerine benzetmektedir.

"RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in O hali gidince" yani açılınca, ortadan kalkınca demektir.

 

"Annem bana ona kalk (git) dedi. Ben: Allah'a yemin ederim ... başkasına hamdetmem" ibaresinin anlamı şudur: Annesi ona: Kalk O'nu hamd et, başını öp, sana müjdelemiş olduğu Allah'ın nimeti sebebi ile O'na teşekkür et dedi. Aişe (radıyallahu anha) ise o sözlerini ancak Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e nazlanmak için ve zalim bir topluluğun iftira edip uydurduğu herhangi bir delili olmayan hatta şüpheyi gerektiren bir halin dahi bulunmadığı o durumdan pek üstün olduğunu, izlediği yolunun ve hallerinin pek güzel olduğunu bilmekle birlikte durumunda tereddüde düşmelerinden ötürü onlara sitem olmak üzere söylemişti. Bunun için: Ben ancak benim suçsuzluğumu indiren ve hiç beklemediğim böyle bir nimeti bana ihsan eden Şanı Yüce Rabbime hamd ederim demişti. Nitekim "yüce Allah'ın benim hakkımda tilavet olunacak bir buyruk ile halimi sözkonusu etmeye değmez görüyordum" demiştir.

 

Yüce Allah'ın: ':4ranızdan fazilet sahibi olan kimseler. .. yemin etmesin" buyruğunda geçen "yemin etmesinler" anlamındaki fiilin kökü olan "eleliyyetu" yemin demektir. Açıklaması daha önce geçti.

 

"Kulağımı ve gözümü korurum." Yani ben duymadığım halde duydum, görmediğim halde gördüm demekten kulağımı ve gözümükorurum, himaye ederim demektir.

 

"Benimle boy ölçüşebilen oydu" yani bana karşı övünebilen güzelliği Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in nezdindeki konumu itibari ile bana yakın olan benzeyen oydu demektir. Yükselmek, yükseğe çıkmak anlamındaki "sümu" den mufaale veznindedir.

 

"Kızkardeşi Hamne ise onun lehine mücadele vermeye kalkışb." Yani kızkardeşi Hamne onun lehine taassuba kapılmaya ve ifk işine dalanların söylentilerini nakletmeye koyuldu.

(6952) "Hiçbir kadının elbisesini açmadım." Burada kaf ve nun harfleri fethalı olarak "kenef" örten elbise demektir. Bu sözleri ile hiçbir kadınla cima etmemiş olduğunu, onlarla birlikte bulunmadığını kinayeli olarak anlatmaktadır.

 

"Yakub'un hadisinde ise muirin şeklindedir." Bununla kastettiği muirin lafzının gayn yerine (ayn ile) söylendiğini anlatmaklır. Daha önce açıklandı.

 

Abdurrezzak'ın bu kelimeyi açıklaması ile ilgili olarak "vegra" aşırı derecede sıcak demektir. İbaresinde ise gayn harfi sakindir. Açıklaması daha önce geçti.

 

(6953) ':4ilemi itham eden kimseler hakkında bana görüşünüzü söyleyin" buyruğunda "ebene: itham etti" demektir. Hemze fethalı olarak ebene muzariinde ötreli yebunu ve kesreli yebini şekilleri kötü bir hasletle birisini ith am etmeyi anlatmak için kullanılır. Böyle bir ithama ve iftiraya uğrayan kimseye de "me'blin" denilir. Bunun hemze ötreli be fethalı (uben)den türemiş olduğunu söylemişlerdir. Bu ise yaylarda olan, yayı bozan ve bundan dolayı kusurlu kılan boğumlar anlamındadır.

 

"Sonunda ona durumu açıkladılar. O: Subhanallah dedi." Bizim diyarımızdaki bütün nüshalarda bu şekilde "lehabihi" diye harf-i cer olan be ve müzekker zamiri ile zikretmişlerdir. Kadı Iyaz da el-Culudi’DEN rivayetinde böylece nakletmiş ve şunları söylemiştir: İbn Mahan rivayetinde ise "lehatihe" diye te iledir. Cumhur dedi ki: Bu ise bir yanlıştır ve tashiftir. Doğrusu da birincisidir ve "ona durumu açıkça söylediler" demektir. Bundan dolayı böyle bir işi pek büyük (bir iftira) gördüğünden subhanallah demiştir. Bir diğer açıklamaya göre onlar ona soru sorarken düşük ifadeler kullandılar, onu azarladılar. Çünkü "eskata: düşürdü" ve sekata: düştü, sakıt oldu fiilleri konuşma esnasında değersiz ifadeler kullanmak hakkında kullanılır. Konuşmasında hata ettiği anlamında olduğu da söylenmiştir. İbn Mahan'ın rivayetine göre ise -eğer sahih ise- onu susturdular demek olur. Bu ise zayıftır. Çünkü kendisi susmamış aksine: Subhanallah, Allah'a yemin ederim ki ben onun aleyhinde kuyumcunun som altın hakkında bildiğinden başka bir şey bilmiyorum" demiştir. Kibr (som) ise katıksız parça demektir.

 

"Münafık Abdullah b. Ubeyy ise bu sözü yayan kişi idi." Yani araştırarak ve soruşturarak bunu zorla çıkartıyor, sonra yayıp yaygınlaştırıyor, tahrik ediyor, dinmesine fırsat vermemek için sürekli körüklüyordu. Allah en iyi bilendir ..

 

Hadisten Anlaşılan Hükümler

 

Şunu bilelim ki ifk hadisinden pek çok hüküm anlaşılmaktadır.

 

1. Bir hadisi bir topluluktan her birisinden hangisi kesin olarak belli olmayan bir bölüm halinde rivayet etmek caizdir. Bu her ne kadar tek başına Zühri'nin yaptığı bir uygulama ise de müslümanlar bu rivayet şeklinin ondan kabul edileceğini ve bunun delil gösterileceğini icma ile kabul etmişlerdir.

 

2. Kadınlar arasında köleyi hürriyete kavuşturmakta ve bunun dışında hadisin baş tarafında sözünü ettiğimiz şekilde -ilim adamlarının bu hususta görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte- kur'a çekmek sahihtir.

 

3. Birileri ile yolculuğa çıkılmak istenmesi halinde zevceler arasında kur'a çekmek vaciptir.

 

4. Yolculuğa çıkmayan kadınlar lehine yolculuk süresinin (hak ettikleri gecelemenin) kaza edilmesi vacip değildir. Eğer yolculuk uzunsa hükmün bu olduğu icma ile kabul edilmiştir. Sahih olan kanaate göre kısa yolculuğun hükmü de uzun yolculuğun hükmü gibidir. Ama bazı mezhep alimlerimiz bu hususta muhalefet etmişlerdir.

 

5. Erkeğin zevcesi ile yolculuk yapması caizdir.

 

6. Kadınların gaza etmeleri caizdir.

 

7. Kadınların hevdec içinde binmeleri caizdir.

 

8. Bu yolculuklar esnasında erkeklerin kadınlara hizmet etmeleri caizdir.

 

9. Askerlerin konakladıkları yerlerden yola koyulmaları, komutanın em-

rine bağlıdır.

 

10. Kadının insanın ihtiyacını karşılaması için kocanın izni olmadan çıkması caizdir. Bu (izin almayı gerektiren hususlardan) istisna olunanlardandır.

 

11. Kadınların yolculuk esnasında da bpkı ikamet halinde olduğu gibi gerdanlik takmaları caizdir.

 

12. Kadını deveye ve başkalarına bindirmekle görevli olan kimse mahrem değilse ihtiyaç olmadıkça onunla konuşmaz. Çünkü burada bu görevliler hevdeci yüklemekle birlikte içinde bulunduğu sandıkları kimse ile konuşmamışlardır.

 

13. Kadınların ve başkalarının yemek hususunda az ile yetinmeleri ve kilo almalarına teşkil edecek şekilde çokça yememeleri bir fazilettir. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zamanında kadınların durumu bu idi. Şüphesiz onun zamanında olan hususlar kamil, faziletli ve tercih edilen hususlardır.

 

14. Askerlerin bazılarının karşı karşıya kalınan ihtiyaçlar sebebi ile eğer birlikte olmaları için de bir zorunluluk yoksa ordudan bir süre geri kalmaları caizdir.

 

15. Çaresiz kalmış kimseye yardımcı olmak, yolda kalmışa yardım etmek, kaybolmuş olanı kurtarmak, değerli kimselere gerektiği gibi ikram etmek gerekir. Tıpkı bütün bu hususlarda Safvan (r.a.)'ın yaptığı gibi.

 

16. Yabancı kadınlarla özellikle çölde ya da başka bir yerde zaruret halinde onlarla başbaşa kalınması (halvet) halinde güzel edep takınmak gerekir. Nitekim Safvan konuşmadan bir şey sormadan deveyi çöktürürken böyle yapmıştır. Bu durumda kadının yanında ve arkasında değil de önünde yürümesi gerekir.

 

17. Safvan'ın yaptığı gibi binmek ve benzeri hususlarda diğerini kendisine tercih etmek müstehaptır.

 

18. İster din, ister dünya hususunda ister kişinin kendi başına ister değerli bildiği kimsenin başına gelmiş olsun musibetler esnasında istircada bulunmak (inna lillah ve inna ileyhi raciun demek) müstehaptır.

 

19. Kadın, yabancı kimsenin bakmasına karşın salih olsun ya da olmasın yüzünü örter.

 

20. Yemin teklif edilmeden yemin etmek caizdir.

 

21. Zikredilmesinde bir fayda bulunmaması halinde bir kimse hakkında söylenen şeyleri saklamak müstehaptır. Nitekim Aişe (r.anha)'dan bu söylentileri bir ay saklayıp söylememişlerdir. O bu süreden sonra ise bunu ancak arızi bir olay sebebi ile duymuştur. O da Mistah'ın annesinin Mistah helak olsun sözüdür .

 

22. Erkeğin eşine şefkatli davranması, onunla güzel geçinmesi müstehaptır.

23. Erkek, zevcesi hakkında bir şeyler işittiği ya da buna benzer bir durum gibi arızi bir hal ortaya çıkacak olursa, bu arızi durumu fark etmesi için zevcesine karşı olan şefkat ve güzel davranışlarını ve benzeri hallerini azaltır. Böylelikle onun sebebini sorup bu sebebi ortadan kaldırmasına zemin hazırlar.

 

24. Hasta olanın halini sormak müstehaptır.

 

25. Kadının bir ihtiyaç için dışarı çıkmayı istemesi halinde onunla birlikte yolunda teselli bulacağı ve herhangi bir kimsenin ona sataşmaması için bir yol arkadaşı ile birlikte çıkması da müstehaptır.

 

26. Bir kimse fazilet ehli olan birisine eziyet edecek ya da buna benzer çirkin bir iş yapacak olursa -Mistah'ın annesinin oğluna beddua etmesi halinde olduğu gibi- arkadaşının ve yakınındaki kimsenin yaptığından hoşlanmadığını ortaya koyar.

 

27. Bedir'e katılanların fazileti büyük olup onları savunmak gerekir. Nitekim Aişe'nin Mistah'ı savunurken yaptığı budur.

 

28. Zevce, anne babasının evine ancak kocasının izni ile gider.

 

29. Subhanallah lafzı ile hayreti ifade etmek caizdir. Bu hadiste ve başkalarında tekraren geçmiştir.

 

30. Bir kimsenin yakın sırdaşları ile aile halkı ve arkadaşları ile karşı karşıya kaldığı zor ve sıkıntılı hallerde istişarede bulunması müstehaptır.

 

31. Bir kimsenin kendisi ile alakası olan kimseler hakkında işittiği hususlara dair araştırıp soruşturması caizdir. Başkası ile ilgili ise yasaklanmıştır. Bu bir tecessüsdür ve fuzuli bir iştir.

 

32. Önemli bir durum ile karşı karşıya kalınması halinde imam insanlara hitap eder.

 

33. Veliyyül emrin (yöneticinin) kendisi, aile halkı ve başkalarına hücum eden kimselerin bu hücumundan müslümanlara şikayet etmesi ve kendisine yapmak istediği eziyet hususunda (ona yapacakları dolayısıyla) mazur görünmesini istemesi (uygundur, yerindedir).

 

34. Safvan b. Muattal {radıyallahu anh)'ın Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onun lehine yaptığı şahitlik ve Aişe {radıyallahu anha)'ı deveye bindirmekteki güzel davranışı ve genel olarak bu meselede güzel bir edeble hareket etmesi dolayısıyla açık faziletleri görülmektedir.

 

35. Sa'd b. Muaz'ın ve Useyd b. Hudayr {radıyallahu anhuma)'nın fazileti dile getirilmektedir.

 

36. Fitneleri düşmanlıklan, anlaşmazlıkları sona erdirmek için ve kızgınlıklan sakinleştirmek için eli çabuk tutmak gerekir.

 

37. Tevbenin kabulü ve tevbeye teşvik.

 

38. Söz söylemeyi küçüklere değil de büyüklere havale etmek yerindedir. Çünkü onlar daha iyi bilirler.

 

39. Kur'an-ı Azimuşşan'ın ayetlerini delil göstermek caizdir. Caiz olduğunda da görüş ayrılığı yoktur.

 

40. Besbelli bir nimet ile yeniden karşılaşan yahut apaçık bir bela kendisinden uzaklaştırılan kimseyi müjdelemekte eli çabuk tutmak müstehaptır.

 

41. Aişe (radıyallahu anha)'nın ifkten (iftiradan) uzak ve beri olduğu dile getirilmektedir. Bu ise Kur'an-ı Azimuşşan'ın nassı ile kesin bir beraettir. Bir kimse bu hususta -maazallah- şüphe ve tereddüde düşecek olursa müslümanların icmaı ile kMir ve mürted olur. İbn Abbas ve başkalan: Nebilerden hiçbir nebinin -Allah'ın salat ve selamları hepsine olsun- hanımı asla zina etmemiştir. Bu ise yüce Allah'ın onlara bir ikramıdır.

 

42. Yeni nimetler ile karşılaşılması halinde şanı yüce Allah'a da yeniden şükretmek sözkonusudur.

 

43. Ebu Bekr (radıyallahu anh)'ın yüce Allah'ın: "Sizden fazilet sahibi olan kimseler. .. yemin etmesin" (Nur, 22) buyruğu sebebi ile çeşitli faziletleri ortaya konulmaktadır.

 

44. Kötülük yapsalar dahi akrabalara iyilik yapmak, onların akrabalıkla-

rını gözetmek müstehaptır.

 

45. Kötülük yapanı affetmek, onu bağışlamak (müstehaptır).

 

46. Hayırlı yollarda sadaka ve infak müstehaptır.

 

47. Bir hususa dair yemin edip de başkasının ondan hayırlı olduğunu gören bir kimsenin hayırlı olanı yapıp yemininin keffaretini yerine getirmesi müstehaptır.

 

48. Müminlerin annesi Zeyneb (radıyallahu anha) 'nın fazileti ifade edilmektedir.

 

49. Şahitlik hususunda oldukça emin olmak gerekir.

 

50. Sevilen kimsenin arkadaşlarına hizmetinde bulunanlara yahut kendisine itaat edenlere gözkulak olup onları gözetmesi sureti ile ikramda bulunmaya dikkat etmesi 'gerekir. Nitekim Aişe (radıyallahu anha) Hassan'ı kollamış ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ikram olmak üzere ona da ikramda bulunmuştur .

 

51. Hutbeye yüce Allah'a layık olduğu şekilde hamd ve sena ile başlanır.

 

52. Hutbelerde hamd ve senadan sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e salavat getirmek, kelime-i şehadetleri getirmek ve emma bağdu (imdi) demek müstehaptır. Bu hususta sahih hadisler pek çoktur.

 

53. Emirlerinin hürmet edilmesi gereken haklarının çiğnenmesi halinde müslümanlar gazab eder ve bu ithamlan önlemeyi ÇOKça önemserler.

 

54. Batıl peşinde olan bir kimseye taassub göstererek bağlı kalan kimseye sebbetmek (ağır sözler söylemek) caizdir. Nitekim Useyd b. Hudayr da münafık (İbn Ubeyy) lehine taassub gösterip savunması üzerine Sa'd b. Ubade'ye ağır sözler söylemiş ve sen münafık birisisin ve münafıkları savunuyorsun demiştir. Bu sözleri ile ise münafıklara yakışan bir iş yapıyorsun demek istemiştir. Gerçek manada münafıklığı kastetmemiştir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

11- NEBi (S.A.V.)'İN HAREMİNİN HER TÜRLÜ ŞÜPHE'DEN UZAK OLDUĞU BABI