SAHİH-İ MÜSLİM |
SAHABE |
28 - باب
من فضائل أبي
ذر، رضي الله
عنه
28- EBU ZER (R.A.)'IN
BAZI FAZİLETLERİ BABI
132 - (2473) حدثنا
هداب بن خالد
الأزدي. حدثنا
سليمان بن المغيرة.
أخبرنا حميد
بن هلال عن
عبدالله بن الصامت.
قال: قال أبو
ذر:
خرجنا
من قومنا غفار.
وكانوا يحلون
الشهر الحرام.
فخرجت أنا وأخي
أنيس وأمنا.
فنزلنا على
خال لنا.
فأكرمنا خالنا
وأحسن إلينا.
فحسدنا قومه
فقالوا: إنك
إذا خرجت عن
أهلك خالف
إليهم أنيس.
فجاء خالنا فنثا
علينا الذي
قيل له. فقلت:
أما ما مضى من
معروفك فقد
كدرته، ولا
جماع لك فيما
بعد. فقربنا
صرمتنا.
فاحتملنا
عليها. وتغطى
خالنا ثوبه
فجعل يبكي.
فانطلقنا حتى
نزلنا بحضرة مكة.
فنافر أنيس عن
صرمتنا وعن
مثلها. فأتيا
الكاهن. فخير
أنيسا. فأتانا
أنيس بصرمتنا
ومثلها معها.
قال:
وقد صليت، يا
ابن أخي! قبل
أن ألقى رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بثلاث سنين.
قلت: لمن؟ قال:
لله. قلت: فأين
توجه؟ قال: أتوجه
حيث يوجهني
ربي. أصلي
عشاء حتى إذا
كان من آخر
الليل ألقيت
كأني خفاء.
حتى تعلوني
الشمس.
فقال
أنيس: إن لي
حاجة بمكة
فاكفني.
فانطلق أنيس
حتى أتى مكة.
فراث علي. ثم
جاء فقلت: ما
صنعت؟ قال:
لقيت رجلا
بمكة على دينك.
يزعم أن الله
أرسله. قلت:
فما يقول
الناس؟ قال:
يقولون: شاعر،
كاهن، ساحر.
وكان أنيس أحد
الشعراء.
قال
أنيس: لقد
سمعت قول
الكهنة. فما
هو بقولهم. ولقد
وضعت قوله على
أقراء الشعر.
فما يلتئم على
لسان أحد
بعدي؛ أنه
شعر. والله!
إنه لصادق. وإنهم
لكاذبون.
قال:
قلت: فاكفني
حتى أذهب
فأنظر. قال
فأتيت مكة.
فتضعفت رجلا
منهم. فقلت:
أين هذا الذي
تدعونه الصابئ؟
فأشار إلي،
فقال: الصابئ.
فمال علي أهل
الوادي بكل
مدرة وعظم.
حتى خررت
مغشيا علي.
قال فارتفعت
حين ارتفعت،
كأني نصب
أحمر. قال
فأتيت زمزم
فغسلت عني
الدماء: وشربت
من مائها.
ولقد لبثت، يا
ابن أخي!
ثلاثين، بين
ليلة ويوم. ما
كان لي طعام
إلا ماء زمزم.
فسمنت حتى تكسرت
عكن بطني. وما
وجدت على كبدي
سخفة جوع. قال
فبينا أهل مكة
في ليلة قمراء
إضحيان، إذ ضرب
على أسمختهم.
فما يطوف
بالبيت أحد.
وامرأتين
منهم تدعوان
إسافا ونائلة. قال فأتتا
علي في
طوافهما فقلت:
أنكحا أحدهما
الأخرى. قال
فما تناهتا عن
قولهما. قال
فأتتا علي. فقلت:
هن مثل
الخشبة. غير
أني لا أكني.
فانطلقتا تولولان،
وتقولان: لو
كان ههنا أحد
من أنفارنا!
قال
فاستقبلهما
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
وأبو بكر.
وهما هابطان.
قال "ما لكما؟"
قالتا: الصابئ
بين الكعبة
وأستارها. قال
"ما قال
لكما؟" قالتا:
إنه قال لنا
كلمة تملأ
الفم. وجاء
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم حتى
استلم الحجر.
وطاف بالبيت
هو وصاحبه. ثم
صلى. فلما قضى
صلاته (قال
أبو ذر) فكنت
أنا أول من حياه
بتحية
الإسلام. قال
فقلت:
السلام
عليك يا رسول
الله! فقال
"وعليك ورحمة
الله". ثم قال
"من أنت؟" قال
قلت: من غفار.
قال فأهوى بيده
فوضع أصابعه
على جبهته.
فقلت في نفسي:
كره أن انتميت
إلى غفار.
فذهبت آخذ
بيده. فقدعني صاحبه.
وكان أعلم به
مني. ثم رفع
رأسه. ثم قال
"متى كنت
ههنا؟" قال
قلت:
قد
كنت ههنا منذ
ثلاثين، بين
ليلة ويوم.
قال "فمن كان
يطعمك؟" قال
قلت: ما كان لي
طعام إلا ماء
زمزم. فسمنت
حتى تكسرت عكن
بطني. وما أجد
على كبدي سخفة
جوع. قال "إنها
مباركة. إنها
طعام طعم".
فقال
أبو بكر: يا
رسول الله!
ائذن لي في
طعامه الليلة.
فانطلق رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
وأبو بكر.
وانطلقت
معهما. ففتح أبو
بكر بابا.
فجعل يقبض لنا
من زبيب
الطائف. وكان
ذلك أول طعام
أكلته بها. ثم
غبرت ما غبرت.
ثم أتيت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
فقال "إنه قد
وجهت لي أرض
ذات نخل. لا
أراها إلا
يثرب. فهل أنت
مبلغ عني
قومك؟ عسى
الله أن
ينفعهم بك
ويأجرك فيهم".
فأتيت أنيسا
فقال: ما
صنعت؟ قلت:
صنعت أني قد
أسلمت وصدقت.
قال: ما بي
رغبة عن دينك.
فإني قد أسلمت
وصدقت. فأتينا
أمنا. فقالت:
ما بي رغبة عن
دينكما. فإني
قد أسلمت
وصدقت.
فاحتملنا حتى
أتينا قومنا
غفارا. فأسلم
نصفهم. وكان
يؤمهم إيماء
بن رحضة
الغفاري. وكان
سيدهم. وقال
نصفهم: إذا قدم
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم المدينة
أسلمنا. فقدم
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم المدينة.
فأسلم نصفهم
الباقي. وجاءت
أسلم. فقالوا:
يا رسول الله!
إخوتنا. نسلم
على الذين
أسلموا عليه.
فأسلموا. فقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "غفار
غفر الله لها.
وأسلم سالمها الله".
6309-132/1-
Bize Haddab b. Halid el-Ezdi tahdis etti. Bize Süleyman b. el-Muğire tahdis
etti, bize Humeyd b. Hilal, Abdullah b. es-Samit'den şöyle dediğini haber
verdi: Ebu Zer dedi ki: Kavmimiz Ğifar arasından çıktık. Onlar haram ay'ı helal
kabul ediyorlardı. Bu sebeple ben ve kardeşim Uneys ile annemiz çıkhk. Bir
dayımızın yanında misafir olduk. Dayımız bize ikram etti, bize ihsanlarda
bulundu. Kavmi bizi kıskandıkları için: Sen, aile n yanından çıkıp gittiğin
zaman Uneys onlara muhalefet eder, dediler. Bunun üzerine dayımız geldi ve bize
kendisine söylenenleri açıkladı. Bu sefer ben: Senin şimdiye kadar yaptığın
iyilikleri şimdi berbat ettin. Artık bundan sonra seninle bir arada kalamayız,
dedim.
Hemen develerimizi
yaklaşhrdık (yüklerimizle) üzerine bindik. Dayımız da elbisesini üzerine
örterek ağlamaya koyuldu. Biz de yola koyulduk. Nihayet Mekke yakınlarında bir
yerde konakladık. Uneys, develerimizin sayısı kadar (başkaları ile) karşılıklı
şiir ahşması yarışına girdi. Sonra kahine gittiler. Kahin, Uneys'in daha iyi
olduğunu söyledi. Bu sefer Uneys hem develerimizi hem de onlarla birlikte bir
mislini getirerek geldi.
(Ebu Zer) dedi ki: Ve ey
kardeşimin oğlu! Ben, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
karşılaşmadan üç yıl önce namaz kılmışımdır.
Ben: Kime, dedim. O:
Allah'a, dedi. Ben: Peki hangi tarafa yöneliyordun, dedim. O: Rabbim beni hangi
tarafa çevirdi ise oraya doğru yöneliyordum. Yatsı vakti namaza durur nihayet
gecenin son vakti gelince bir örtü gibi -güneş üzerime yükselinceye kadar-
seriliyordum.
Uneys: Benim Mekke'de
bir işim var. Sen benim yerime göz kulak ol, dedi. Uneys Mekke'ye varıncaya
kadar gitti. Bize dönmesi gecikti. Sonra geldi. Ben: Ne yaptın, dedim. O:
Mekke'de senin dinin üzere Allah'ın kendisini elçi olarak gönderdiğini iddia
eden bir adam ile karşılaştım, dedi. Ben: İnsanlar ne diyor, dedim. O: Şairdir,
kahindir, sihirbazdır diyorlar, dedi. Uneys de şairlerden bir şairdi.
Uneys dedi ki: Andolsun
ben kahinlerin sözlerini dinledim. Onun söylediği kahinlerin sözü değildir.
Yine O'nun sözünü şiirin vezinleri ve türleri ile karşılaştırdım. Fakat benden
sonra hiçbir kimsenin dili ona şiir demeye varmaz. Allah'a yemin olsun ki O
kesinlikle doğru söylüyor ve muhakkak onlar yalancıdırlar.
(Ebu Zer) dedi ki: Ben:
O halde sen benim yerime göz kulak ol da ben de gidip bir bakayım, dedim.
Arkasından Mekke'ye geldim. Aralarından zayıf gördüğüm bir adamı gözüme
kestirerek: Sizin sabii (dininden dönen) diye çağırdığınız bu adam nerede,
dedim. O bana işaret ederek sabiiyi mi sordun deyip vadideki ahali, buldukları
bütün taş ve kemiklerle üzerime hücum ettiler. Sonunda bayılmış olarak yere
düştüm. Kalktığım zaman ise kıpkırmızı dikili taş gibi olmuştum. Zemzem'e
gittim, üzerimdeki kanları yıkadım.
Zemzem kuyusunun
suyundan içtim. Kardeşimin oğlu yemin ederim gece ve gündüzü ile otuz (gün)
boyunca Zemzem suyundan başka yiyecek bir şey bulmadım. Ama şişmanladım hatta
karnımın boğumları kıvrım kıvrım oldu. İçimde açlık hissi diye bir şey
duymadım.
Bir sefer Mekkeliler
ayın ortalığı aydınlattığı bir gecede ansızın kulaklarına vuruldu (uyudular).
Evi de kimse tavaf etmiyordu. Onlardan iki kadın ise isaf ve naileye dua
ediyorlardı. Tavafları sırasında benim yanımdan geçtiklerinde ben: Onların
birini diğerine nikahlayın, dedim. Ama onlar söylediklerinden vazgeçmedi.
Tekrar yanımdan geçtiklerinde tahta parçası gibi bir ferc, -şu kadar var ki ben
kinayeli konuşmuyorum- dedim. Onlar bağırıp çağırarak gittiler. Bu arada: Keşke
burada adamlarımızdan birisi de olsaydı, diyorlardı.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve Ebu Bekir yukarıdan aşağıya inerlerken karşılarına çıktı.
"Neyiniz var", dedi. İki kadın: Bu sabii Kabe ile örtüleri
arasındadır, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Size ne,
dedi" diye sordu. Onlar: O bize ağız dolusu bir söz (küfür) söyledi,
dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de gelip taşı istilam etti,
arkadaşı ile birlikte beyt'i tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını bitirdiği
zaman -Ebu Zer (devamla)dedi ki: İslam selamı ile O'na ilk selam veren kişi ben
oldum. Ona: Esselamu aleyke ya Rasulullah, dedim. O: "Ve aleyke ve
rahmetullah: Sana da ve Allah'ın rahmeti de olsun" buyurdu. Sonra:
"Sen kimsin" buyurdu. Ben: Gifar'danım, dedim. Derhal elini tutup
parmaklarını alnına koydu. İçimden Gifar'a mensup olduğumdan hoşlanmadı, dedim.
Ben gidip O'nun elini tutmak isteyince arkadaşı beni alıkoydu. O O'nu benden
iyi biliyordu. Sonra başını kaldırdı, arkasından: "Ne zamandan beri burada
idin" buyurdu. Ben:
Gecesi ile gündüzü otuz
günden beri buradaydım, dedim. O: "Sana kim yediriyordu" buyurdu.
Ben: Zemzem suyundan başka yiyecek bir şeyim yoktu ama kilo aldım hatta kamımın
boğumları kıvrım kıvrım oldu. Üstelik içimde açlık hissi diye bir şey duymadım,
dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"O mübarektir.
Şüphesiz o gerçekten doyurucu bir yemektir" buyurdu.
Bunun üzerine Ebu Bekir:
Ey Allah'ın Rasulü! Bu gece ona yemek yedireyim diye bana izin ver, dedi. Sonra
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Ebu Bekir yola koyuldu. Ben de
onlarla birlikte yola koyuldum. Ebu Bekir bir kapı açtı ve Taif üzümünden bize
avuçla ikram etmeye başladı. Bu benim Mekke'de yediğim ilk yemek oldu. Sonra
kaldığım kadar kaldım. Arkasından Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
yanına gittiğimde: "Durum şu ki bana hurmalıklı bir yer gösterildi.
Kanaatimce orası Yesrib'den başka bir yer değildir. Sen benim adıma kavmine
tebliğ eder misin? Umulur ki Allah seninle onlara fayda sağlar ve onlar
dolayısı ile sana edr verir" buyurdu.
Sonra Uneys'in yanına
gittim. O: Ne yaptın, dedi. Ben: Yaptığım şudur: Ben müslüman oldum ve tasdik
ettim, dedim. O: Ben de senin dininden yüz çeviren birisi değilim. Çünkü ben de
müslüman oldum ve tasdik ettim deyince annemize gittik. O da: Ben de sizin
dininizden yüz çevirecek değilim. Şüphesiz ben de müslüman oldum ve tasdik
ettim, dedi. Sonra bineklerimize bindik ve nihayet kavmimiz Gifar'a geldik.
Kavmimizin yarısı müslüman oldu. Ima b. Rahada el-Gifari onlara imamlık
yapıyordu. O onların efendisi idi.
Diğer yarıları da:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geleceği zaman müslüman
oluruz, dediler. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye
geldi, geri kalan yarıları da müslüman oldu. Eslemliler gelerek: Ey Allah'ın
Resulü! (Onlar) bizim kardeşlerimizdir. Onlar ne üzerine müslüman oldularsa biz
de onun üzerine müslüman olduk deyip müslüman oldular. Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gifar, Allah onlara mağfiret buyursun.
Eslem, Allah onunla silm yapsın (ona selamet ve barış versin)" bu!lurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
132-م - (2473)
حدثنا إسحاق
بن إبراهيم
الحنظلي.
أخبرنا النضر
بن شميل.
حدثنا سليمان
بن المغيرة. حدثنا
حميد بن هلال،
بهذا الإسناد.
وزاد بعد قوله
- قلت فاكفني
حتى أذهب
فأنظر - قال:
نعم. وكن على
حذر من أهل
مكة. فإنهم قد
شنفوا له
وتجهموا.
6310- .. ./2- Bize İshak
b. İbrahim el-Hanzall tahdise etti, bize en-Nadr b.
Şumeyl haber verdi, bize
Süleyman b. el-Muğire tahdis etti, bize Humeyd b. Hilal bu isnad ile tahdis
etti ve: "Ben gidip bakıncaya kadar benim yerime göz kulak ol, dedim"
sözlerinden sonra: "Evet ama Mekkelilere karşı tetikt'" ol. Çünkü
onlar O'ndan nefret ediyor ve O'ndan hoşlanmıyorlar, dedi" ibarelerini
ekledi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: (6309)
"Kendisine söylenen sözleri bize açıkladı." Nun ve (peltek) se ile
"nesa: açıkladı" yaydı, ifşa etti, demektir. "Biz de
develerimizi yaklaştırdık." Sırma, sad harfi kesreli olarak, bir miktar
deve demektir. Bir miktar koyun hakkında da kullanılır.
"Uneys, bizim
develerimiz üzerine ve onların bir misli üzerine şiir atışması yaptı ... "
Ebu Ubeyd ve başkaları bunu şerh ederken şöyle demiştir:
Munafere (şiir atışması)
muhahara (karşılıklı övünmek ve muhakeme etmek) demektir. İki şairden her biri
diğerine karşı övünür sonra hangisinin daha iyi ve taraftarları daha güçlüdür
diye hükmetsin diye bir adamın hükmüne başvururlar. Diğer rivayette açıkladığı
gibi bu karşılıklı övünme (atışma) hangisinin daha şair olduğu hususunda bir
övünme idi.
"Bizim develerimiz
ve onların bir misli karşılığında" yani o ve bir başkası hangileri daha
üstün (şairdir) diye bahse tutuştular. Bu bahiste de birisi kendi develerini
öbürü de kendi develerini koydu. Hangisi daha üstün gelirse o iki tarafın
develerini de alıp gidecekti. Sonra bir kahinin hükmüne başvurdular. Kahin,
Uneys'in daha üstün olduğuna hükmetti. İşte "Uneys'i daha hayırlı
buldu" sözünün anlamı budur. Yani onun daha iyi ve daha üstün olduğunu
söyledi.
"Nihayet gecenin
sonunda bir örtü gibi düşerdim." Burada "hifa: örtü" hı harfi
kesreli fe harfi de şeddesiz ve sonu medlidir. Çoğulu "ahfiye" diye
gelir. Kadı Iyaz dedi ki: Kimisi bunu İbn Mahan'dan ötreli cim ile "cufa"
diye rivayet etmiştir ki, bu da selin üzerindeki çerçöp demektir. Ama doğru ve
bilinen birincisidir.
"Şiirin vezinleri
ve türleri" buradaki "akra: şiirin yolları ve çeşitleri"
demektir. Kaf, re harfleri ve sonu med iledir.
"Mekke'ye geldim,
aralarından zayıf gördüğüm bir adamı gözüme kestirdim." Yani onların en
zayıfları kimdir diye baktım ve ona sordum. Çünkü çoğunlukla zayıfın kötülük
yapmayacağından emin olunur. İbn Mahan'ın rivayetinde ise ye harfi ile
"tedayyaftu: misafir etmesini istedim" şeklindedir. Kadı Iyaz ve
başkaları bunu kabul etmeyerek burada bunun uygun açıklaması yoktur,
demişlerdir.
"Kırmızıya boyanmış
bir dikili taş gibi idim." Bununla onu vurmaları neticesinde kendisinden
çokça kan aktığından ötürü bu hale geldiğini kastetmektedir.
Ötreli olarak
"nusub" ise cahiliye dönemindeki insanların diktikleri, yanında
kurban kestikleri için de kan ile kırmızı rengi alan taşlardı. Sad harfi ötreli
olarak da sakin olarak da (nusb) söylenir. Çoğulu ensab (dikili taşlar) diye
gelir. Yüce Allah'ın: "Dikili taşlar üzerine kesilen de ... " (Maide,
3) buyruğunda da bu lafız kullanılmıştır.
"Hatta karnımın
boğumları kıvrım kıvrım oldu." Yani çokça şişmanladığım için büklüm büklüm
oldu ..
"İçimde açlık hissi
diye bir şey duymadım." Sahfe: açlık hissi sin fethalı ve ötreli (suhfe)
hı harfi sakindir. Açlığın sebep olduğu rikkat, zayıflık ve bitkinlik demektir.
"Mekke'liler ayın olduğu aydınlık bir gecede ... " Burada
"kamra: ayın doğduğu gece" demektir. Adhayan ise aydınlık
anlamındadır. "Kulakları üzerine" ibaresi (ala esmihatihim) bütün
nüshalarda bu şekildedir. Kulakta olup başa doğru giden delik demek olan
(simah)in çoğuludur. Sad ile "simaah" ve sin ile "simah"
diye de söylenmekle birlikte sad söyleyişi daha fasih ve daha meşhurdur. Burada
kastedilen kulaklarıdır. Uykuya daldılar demektir. Nitekim yüce Allah da:
"Biz de kulaklarına vurduk." (Kehf, 11) buyruğunda onları uyuttuk
anlamındadır.
"İki kadın"
anlamındaki lafız, nüshaların bir çoğunda "ve'mraeteyni" şeklinde ye
ile bazılarında ise elif ile "ve'mraetani" şeklindedir. Birincisi
hazfedilmiş bir fiil ile nasb edilmiştir, iki kadın gördüm, demek olur.
"Ama onlar
söylediklerinden vazgeçmediler." Yani söylediklerinden vazgeçmeyip aksine
devam ettiler. Nüshaların bir çoğunda "an: ... den" lafzı yerine
"ala" kullanılmıştır. Bu da doğrudur. Sözlerine devam etmekten
vazgeçmediler, takdirindedir.
"Ben: Tahta parçası
gibi bir ferc, dedim ve kinayeli söz söylemiyorum."
Buradaki hen ve hene her
şey hakkında kinaye olmakla birlikte çoğunlukla ferc ve zeker hakkında kinayeli
kullanılır. Onlara: Tahta gibi bir şey fercin içinde olsun, dedi. Bununla İsaf
ve Naile'ye söverek kafirleri öfkelendirip kızdırmak istemiştir.
"Onlar da
bağrışarak ... gittiler." Velvele: Veyl diye dua etmektir. Enfar: Neferin
çoğuludur. Bu ise yardıma koşmak üzere harekete geçen kişi demektir. Bazıları
bunu (minenfarine yerine) min ansarine: yardımcılarımızdan diye rivayet
etmişlerdir ki bu da aynı manadadır. Yani burada bizim yardımcılarımızdan bir
kimse bulunmuş olsaydı bize yardım eder intikamımızı alırdı demektir.
Ağız dolusu bir söz
(küfür)" yani öyle büyük bir söz söyledi ki ondan daha çirkin bir
şeyolamaz. Tıpkı bir şeyi doldurup onunla birlikte başka bir şeyin sığmasına
imkan olmaması gibi. Öyle bir söz söyledi ki onu söylemek ve nakletmek
imkansızdır. Sanki onu nakledecek olanın ağzını kapatır ve büyüklüğünden ötürü
doldurur gibidir.
"Ona İslam selamı
ile ilk selam veren kişi ben oldum. O bana: Sana da Allah'ın rahmeti de
buyurdu." Bütün nüshalarda bu şekilde "selam" lafzı
zikredilmeksizin: "Ve aleyke: sana da" şeklindedir. Bu da bizim
mezhep alimlerimizin bu husustaki iki görüşünden birisine delildir. Bu görüşe
göre bir kimse selamı alırken "ve aleyke" derse onun için yeterli
olur. Çünkü atıf (ve bağlacı) cevap olması için yeterlidir. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile selefin hallerinden meşhur olan ise selamı
eksiksiz olarak aldıklarıdır. Ve aleykumselam ve rahmetullah yahut da ve
rahmetuhu ve berekatuhu diye selamı alırlardı. Bunun da izahı ilgili babında geçmiş
bulunmaktadır.
"Arkadaşı beni
alıkoydu." Yani beni engelledi.
Zemzem hakkında: "O
doyurucu bir yemektir" buyruğunda lı harfi ötreli ayn harfi sakin olarak
"tum" onu içeni yemeği n doyurduğu gibi doyurur anlamındadır.
"Bana hurmalıklı
bir yer gösterildi." Yani onun bulunduğu cihet bana gösterildi.
"Kanaatimce orası
Yesrib'den başkası değildir." Bu, Medine'ye Tabe ve Taybe isimleri
verilmeden önce idi. Bundan sonra ise ona "Yesrib" denilmesini
yasaklamaya dair bir hadis gelmiş bulunmaktadır. Yahut da O, o vakit insanlar
nezdinde bilinen adı ile onu anmış oldu.
"Ben dininizi kabul
etmiyor değilim." Yani ondan hoşlanmayan birisi değilim aksine ona
giriyorum.
"Bineklerimize
bindik." Yani hem kendimiz develerimize bindik hem eşyamızı yükledik ve
yola koyulduk.
"Ima b. Rahada
el-Gifari" Ima ismi sonu med'li olup başındaki hemze meşhur olan söyleyişe
göre kesreHdir. Kadı Iyaz aynı zamanda fethalı (Eyma) olarak da nakletmiş ve
tercih edileceğine işaret etmiş olmakla birlikte o tercih edilen bir söyleyiş değildir.
"Rahada" ise hepsi de fethalı re, ha ve dat harfleri iledir.
(6310) "Ona
buğzettilerve O'ndan hoşlanmadılar." Ona buğzettiler, O'na karşı tedbirH
davrandılar, yüzlerini ekşiterek hoşlanmayan kaba yüz ifadeleri ile onu
karşıladılar demektir .
132-م 2 - (2473)
حدثنا محمد بن
المثنى
العنزي. حدثني
ابن أبي عدي
قال: أنبأنا
ابن عون عن
حميد بن هلال،
عن عبدالله بن
الصامت، قال:
قال
أبو ذر: يا ابن
أخي! صليت
سنتين قبل
مبعث النبي
صلى الله عليه
وسلم. قال قلت:
فأين كنت توجه؟
قال: حيث
وجهني الله.
واقتص الحديث
بنحو حديث
سليمان بن
المغيرة. وقال
في الحديث:
فتنافروا إلى
رجل من
الكهان. قال
فلم يزل أخي،
أنيس يمدحه
حتى غلبه. قال
فأخذنا صرمته
فضممناها إلى
صرمتنا. وقال
أيضا في
حديثه: قال فجاء
النبي صلى
الله عليه
وسلم فطاف
بالبيت وصلى
ركعتين خلف
المقام. قال
فأتيته. فإني
لأول الناس
حياه بتحية
الإسلام. قال
قلت: السلام
عليك يا رسول
الله! قال
"وعليك
السلام. من
أنت". وفي
حديثه أيضا:
فقال "منذ كم
أنت ههنا؟"
قال قلت: منذ
خمس عشرة.
وفيه: فقال
أبو بكر:
أتحفني
بضيافته
الليلة.
6311-
.. ./3- Bize Muhammed b. el-Müsenna el-An ez! tahdis etti, bana İbn Ebu Adiyy
tahdis edip dedi ki: Bize İbn Avn, Humeyd b. Hilal'den bildirdi, o Abdullah b.
es-Sam if den şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Zer dedi ki: Kardeşimin oğlu ben
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden
önce iki yıl boyunca namaz kıldım. Ben: Hangi tarafa dönüyordun, dedim. O,
Allah'ın beni döndürdüğü tarafa deyip hadisi Süleyman b. el-Muğire'nin hadisine
yakın olarak nakletti. Hadiste şunu da söyledi: Kahinlerden bir adamın önünde
muhakeme oldular. Kardeşim Uneys onu övüp durdu ve nihayet ona galip geldi.
Bunun üzerine biz de onun develerini alıp kendi develerimize kattık.
Yine hadisi rivayetinde
şunları da söyledi: (Ebu Zer) dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
geldi, Beyt'i tavaf edip makam-ı İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kıldı.
Arkasından ben de O'nun yanına gittim. Gerçek şu ki O'na İslam selamı ile selam
veren ilk insan benim. Esselamu Aleyke ya Rasulallah, dedim. O: "Ve aleyke
selam sen kimsin", dedi.
Yine onun hadisi rivayetinde
şunlar da vardır: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ne zamandan
beri buradasın" buyurdu. Ben: On beş günden beri, dedim.
Bu rivayette ayrıca şu
da vardır: Ebu Bekir: Bu gece onu misafir etmemi lütfedip bana bırak, dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Nereye
yöneliyordun" burada "teveccehu: yöneliyordun" fiilinde te ve
cim harfleri fethalıdır. Bazı nüshalarda te harfi ötreli cim harfi kesreli
(tuviccihu) şeklindedir. Her ikisi de doğrudur.
Kahinlerden bir adamın
hükmüne başvurdular." Burada tenafur hükmüne başvurmaları anlamındadır.
"Onu misafir edip
ağırlamayı bana lütfet." Bunu özel olarak bana bırak ve bunu bana ikram
buyur demektir. Dil bilginlerinin, dediklerine göre hı harfi sakin ve fethalı
olmak üzere "tuhfe ve tahfe" insana kendisi ile ikram olunan şeydir.
Bu anlamda fiil ise (hadiste kullanıldığı gibi) "ethafe" şeklindedir.
133 - (2474) وحدثني
إبراهيم بن
محمد بن عرعرة
السامي ومحمد
بن حاتم
(وتقاربا في
سياق الحديث.
واللفظ لابن
حاتم) قالا:
حدثنا
عبدالرحمن بن
مهدي. حدثنا
المثنى بن
سعيد عن أبي
جمرة، عن ابن
عباس. قال:
لما
بلغ أبا ذر
مبعث النبي
صلى الله عليه
وسلم بمكة قال
لأخيه: اركب
إلى هذا
الوادي. فاعلم
لي علم هذا
الرجل الذي
يزعم أنه
يأتيه الخبر
من السماء.
فاسمع من قوله
ثم ائتني.
فانطلق الآخر
حتى قدم مكة.
وسمع من قوله.
ثم رجع إلى
أبي ذر فقال:
رأيته يأمر بمكارم
الأخلاق.
وكلاما ما هو
بالشعر. فقال:
ما شفيتني
فيما أردت.
فتزود وحمل
شنة له، فيها
ماء. حتى قدم
مكة. فأتى
المسجد
فالتمس النبي
صلى الله عليه
وسلم ولا
يعرفه. وكره
أن يسأل عنه.
حتى أدركه -
يعني الليل -
فاضطجع. فرآه
علي فعرف أنه
غريب. فلما
رآه تبعه. فلم
يسأل واحد
منهما صاحبه
عن شئ. حتى
أصبح ثم احتمل
قريبته وزاده
إلى المسجد.
فظل ذلك
اليوم. ولا يرى
النبي صلى
الله عليه
وسلم. حتى
أمسى. فعاد إلى
مضجعه. فمر به
علي. فقال: ما
أنى للرجل أن
يعلم منزله؟
فأقامه. فذهب
به معه. ولا
يسأل واحد
منهما صاحبه
عن شئ. حتى إذا
كان يوم
الثالث فعل
مثل ذلك.
فأقامه علي
معه. ثم قال له:
ألا تحدثني؟
ما الذي أقدمك
هذا البلد؟ قال:
إن أعطيتني
عهدا وميثاقا
لترشدني.
فعلت. ففعل.
فأخبره. فقال:
فإنه حق. وهو
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فإذا
أصبحت فاتبعني.
فإني إن رأيت
شيئا أخاف
عليك، قمت
كأني أريق
الماء. فإن
مضيت فاتبعني
حتى تدخل
مدخلي. ففعل.
فانطلق يقفوه.
حتى دخل النبي
صلى الله عليه
وسلم ودخل
معه. فسمع من
قوله. وأسلم
مكانه. فقال
له النبي صلى
الله عليه
وسلم "ارجع
إلى قومك
فأخبرهم حتى
يأتيك أمري".
فقال: والذي
نفسي بيده!
لأصرخن بها
بين ظهرانيهم
فخرج حتى أتى
المسجد. فنادى
بأعلى صوته:
أشهد أن لا
إله إلا الله،
وأن محمدا
رسول الله.
وثار القوم
فضربوه حتى
أضجعوه. فأتى
العباس فأكب عليه.
فقال: ويلكم!
ألستم تعلمون
أنه من غفار.
وأن طريق
تجارتكم إلى
الشام عليهم.
فأنقذه منهم.
ثم عاد من
الغد بمثلها.
وثاروا إليه
فضربوه. فأكب عليه
العباس
فأنقذه.
6312-133/4-
Bize İbrahim b. Muhammed b. Ar'ara es-Samı ve Muhammed b. Hatim tahdis etti.
Her ikisinin hadisi nakletmeleri birbirine yakın olmakla birlikte lafız İbn
Hatim'e ait olmak üzere, dediler ki: Bize Abdurrahman b. Mehdi tahdis etti,
bize el-Müsenna b. Said, Ebu Cemre'den tahdis etti, o İbn Abbas'dan şöyle
dediğini rivayet etti: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Mekke'de peygamber
olarak gönderildiği haberi Ebu Zer'e ulaşınca kardeşine: Devene bin ve şu
vadiye git de semadan kendisine haber geldiğini ileri süren bu adama dair
bilgiyi benim için öğren. Önce O'nun söylediklerine kulak ver sonra bana gel,
dedi.
Bunun üzerine o yola
koyulup Mekke'ye geldi. Onun söylediklerine kulak verdi. Sonra Ebu Zer'e dönüp
dedi ki: Ben O'nun mekarim-i ahlakı (güzel ahlaki değerleri) emrettiğini ve
şiirle ilgisi olmayan bir söz naklettiğini gördüm, dedi.
Ebu Zer: İstediğim
hususta beni rahatlatacak bilgi getirmedin deyip kendisi azığını hazırladı ve
içinde su bulunan bir kırbasını taşıdı. Nihayet Mekke'ye geldi. Mescid'e gitti.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'i aradı ama onu tanımıyordu. Kimseye O'nu
sormaktan da hoşlanmadı. Nihayet -geceyi kastederek- ona yetişince o da uzanıp
yattı. Ali (radıyallahu anh) onu görünce onun yabancı birisi olduğunu anladı. O
da onu görünce arkasından gitti. Onlardan biri diğerine bir şey sormadı.
Nihayet sabahı ettikten sonra kırbacığını ve azığını alıp mescide çekildi. O
gününü akşama kadar Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'i görmeksizin geçirdi.
Bu sefer yine yatacağı yere çekilince Ali onun yanından geçti ve: Bu adamın
nerede kalacağını bilme vakti gelmedi mi deyip onu kaldırıp onunla birlikte gitti.
Yine onlardan biri diğerine hiçbir şey sormuyordu.
Nihayet üçüncü gün
aynısını yaptı. Ali tekrar onu kaldırıp beraber götürdü. Sonra ona: Bana
anlatmaz mısın? Senin bu şehre gelmene sebep olan nedir, dedi. Ebu Zer: Eğer
bana doğruyu göstereceğine dair söz ve ant verirsen söylerim, dedi. Ali,
dediğini yapınca Ebu Zer de ona haber verdi. Ali bu sefer: Şüphesiz ki o haktır
ve o Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' dir. Sabahı edeceği n zaman
arkamdan gel. Ben senin için korkacak bir şey görürsem su döküyormuşum gibi
ayakta duracağım. Yoluma devam edersem sen de benim gireceğim yere girene kadar
arkamdan gel, dedi. O da, dediğini yaparak yola koyulup onun izini takip ederek
gitti. Nihayet (Ali) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna girdi, o da
onunla birlikte içeri girdi. Sözlerinin bir kısmını dinledi ve olduğu yerde
müslüman oldu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Kavmine geri dön
ve benim emrim sana gelinceye kadar onlara durumu haber ver" buyurdu.
Bunun üzerine Ebu Zer:
Nefsim elinde olana yemin ederim ki bunların ta ortasında bunu yüksek sesle
feryad ederek ilan edeceğim deyip dışarı Çıktı ve mescide gitti. En yüksek sesi
ile şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve şüphesiz Muhammed
Allah'ın Resulü'dür diye seslendi.
Müşrikler galeyana gelip
onu yere yıkıncaya kadar vurdular. Derken Abbas geldi, onun üzerine abandı ve:
Vay sizin halinize. Bunun Gifar'dan olduğunu ve sizin Şam'a giden
tüccarlarınızın yolunun onların bulunduğu yerden geçtiğini bilmiyor musunuz, dedi.
Ertesi gün tekrar aynısını yaptı. Yine onun üzerine üşüştüler ve onu dövdüler.
Tekrar Abbas üzerine abanarak onu kurtardı.
Diğer tahric: Buhari,
3522, 3861
AÇIKLAMA: "İbrahim
b. Muhammed b. Ar'ara es-Sami" sin ile Usame b. Luey'e mensubtur. Ar' ara
aralarında sakin re olmak üzere iki ayn iledir.
Bunun üzerine diğeri
yola koyuldu ve nihayet Mekke'ye geldi." Nüshaların çoğunda bu şekildedir.
Bazılarında ise "diğeri" yerine "o" denilmektedir. Her
ikisi de doğrudur.
"İstediğimi
öğrenmek hususunda beni rahatlatmadın" Müslim'in bütün nüshalarında bu
şekilde fe harfi ile "fıma" şeklindedir. Buhari'nin rivayetinde ise
mim ile "mimma" diye kaydedilmiştir. O daha güzeldir. Yani benim
maksadımı gerçekleştiremedin. Bu durumu açıklığa kavuşturmak hususundaki
tedirginliğimi gideremedin.
"Şen" şin
harfi fethalı olarak eski kırba demektir.
"Ali onu görünce
bir yabancı olduğunu anladı. .. Onu görünce onu takip etti." Müslim'in
bütün nüshalarında bu şekilde: "Tebiahu: Onu takip etti" şeklindedir.
Buharinin rivayetinde ise "etbaahu: ona peşinden gelmesini söyledi"
şeklindedir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu daha güzel ve ifadelerin bağlamına daha
uygundur. Bu durumda da te harfi sakin olur. Yani ona peşimden gel, dedi.
"Kırbacığını taşıdı." Burada "kuraybe: kırbacık" kaf harfi
ötreli olmak üzere küçültme ismidir. Bazı nüshalarda ise küçültme ismi olmayıp
"kırba" şeklindedir. Bu da daha önce sözü geçen "şenne:
yıpranmış eski kırba"nın kendisidir.
Yola koyulup onu takip
etti." Yani onu takip ederek arkasından gitti. "Aralarında bunu
yüksek sesle feryad ederek ilan edeceğim." Yani şehadet kelimesini yüksek
sesle söyleyeceğim. "Aralarında" anlamında "beyne
zahraneyhim" lafzında nun fethalıdır. "Beyne zahrayhim" de
denilir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
29- CERİR BİN
ABDULLAH (R.A.)'IN BAZI FAZİLETLERİ BABI