SAHİH-İ MÜSLİM |
SAHABE |
14 - باب
ذكر حديث أم
زرع
14- ÜMMÜ ZER HADİSİ BABI
92 - (2448) حدثنا
علي بن حجر
السعدي وأحمد
بن جناب.
كلاهما عن
عيسى (واللفظ
لابن حجر).
حدثنا عيسى بن
يونس. حدثنا
هشام بن عروة
عن أخيه،
عبدالله بن عروة،
عن عروة، عن
عائشة؛ أنها قالت:
جلس
إحدى عشرة
امرأة.
فتعاهدن
وتعاقدن أن لا
يكتمن من
أخبار
أزواجهن شيئا.
قالت
الأولى: زوجي
لحم جمل غث.
على رأس جبل
وعر. ولا سهل
فيرتقى. ولا
سمين فينتقل.
قالت
الثانية: زوجي
لا أبث خبره.
إني أخاف أن لا
أذره. إن
أذكره أذكر
عجره وبجره.
قالت
الثالثة: زوجي
العشنق. إن
أنطق أطلق.
وإن أسكت أعلق.
قالت
الرابعة: زوجي
كليل تهامة.
لا حر ولا قر. ولا
مخافة ولا
سآمة.
قالت
الخامسة: زوجي
إن دخل فهد.
وإن خرج أسد.
ولا يسأل عما
عهد.
قالت
السادسة: زوجي
إن أكل لف. وإن
شرب اشتف. وإن
اضطجع التف.
ولا يولج
الكف. ليعلم
البث.
قالت
السابعة: زوجي
غياياء أو
عياياء
طباقاء. كل داء
له داء. شجك أو
فلك. أو جمع
كلالك.
قالت
الثامنة:
زوجي، الريح
ريح زرنب.
والمس مس أرنب.
قالت
التاسعة: زوجي
رفيع العماد.
طويل النجاد.
عظيم الرماد.
قريب البيت من
النادي.
قالت
العاشرة: زوجي
مالك. وما
مالك؟ مالك
خير من ذلك. له
إبل كثيرات
المبارك.
قليلات
المسارح. إذا
سمعن صوت
المزهر أيقن
أنهن هوالك.
قالت
الحادية عشرة:
زوجي أبو زرع.
فما أبو زرع؟
أناس من حلي
أذني. وملأ من
شحم عضدي.
وبجحني فبجحت
إلي نفسي.
وجدني في أهل
غنيمة بشق
فجعلني في أهل
صهيل وأطيط،
ودائس ومنق.
فعنده أقول
فلا أقبح.
وأرقد فأتصبح.
وأشرب فأتقنح.
أم
أبي زرع. فما
أم أبي زرع؟
عكومها رداح.
وبيتها فساح.
ابن
أبي زرع. فما
ابن أبي زرع؟
مضجعه كمسل
شطبة. ويشبعه
ذراع الجفرة.
بنت
أبي زرع. فما
بنت أبي زرع؟
طوع أبيها
وطوع أمها.
وملء كسائها
وغيظ جارتها.
جارية
أبي زرع. فما
جارية أبي
زرع؟ لا تبث
حديثنا
تبثيثا. ولا
تنقث ميرتنا
تنقيثا. ولا
تملأ بيتنا
تعشيشا.
قالت:
خرج أبو زرع
والأوطاب
تمخض. فلقي
امرأة معها
ولدان لها
كالفهدين.
يلعبان من تحت
خصرها
برمانتين.
فطلقني
ونكحها. فنكحت
بعده رجلا سريا.
ركب شريا.
وأخذ خطيا.
وأراح علي نعما
ثريا. وأعطاني
من كل رائحة
زوجا. قال: كلي
أم زرع وميري
أهلك. فلو
جمعت كل شيء
أعطاني ما بلغ
أصغر آنية أبي
زرع.
قالت
عائشة: قال لي
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
"كنت لك كأبي
زرع لأم زرع".
6255-92/1-
Bize Ali b. Hucr es-Sa'di ve Ahmed b. Cenab ikisi İsa [b.
Yunus] 'dan -lafız İbn
Hucr'a ait olmak üzere- tahdis etti, bize İsa b. Yunus tahdis etti, bize Hişam
Urve'den tahdis etti, o kardeşi Abdullah b. Urve'den o Urve’DEN o Aişe’DEN
şöyle dediğini rivayet etti: On bir kadın oturup birbirleri ile kocalarının haberlerinden
hiçbir şey gizlemeyeceklerine dair ahitleştiler, akitleştiler.
Birincisi dedi ki: Kocam
ulaşılması zor bir dağın tepesinde cılız sıska bir deve eti gibidir. Kolay
değil ki ona çıkılsın, semiz değil ki alınıp götürülsün.
İkincisi dedi ki: Kocamın
haberini yayamam. Çünkü ben, eğer onu anmaya başlayacak olursam onu
tamamlayamadan bırakırım diye korkarım. Eğer anacak olursam da gizli açık ne
varsa her şeyini anlatırım.
Üçüncüsü dedi ki: Kocam
uzun mu uzundur. Konuşursam bana talak verilir, susarsam askıdaymışım gibi
bırakılırım.
Dördüncüsü dedi ki:
Kocam Tihame gecesi gibidir. Ne sıcaktır ne soğuk, ne korku vardır ne de usanç.
Beşincisi dedi ki: Kocam
içeri girerse pars kesilir, dışarı çıkarsa aslan kesilir, Alışageldiği şeyi de
hiç sormaz.
Altıncısı şöyle dedi:
Kocam önüne geleni yer, içerse sonuna kadar içer.
Eğer uzanıp yatarsa
elbiseye bürünür ama üzüntü veren şeyi oğrenmek maksadıyla da elini uzatınaz.
Yedinci kadın şöyle
dedi: Kocam karanlık bir gölge -yahut aşılamayan bir ahmak-dır. Ne kadar
hastalık varsa onda var. Kafanı yarar yahut bir tarafını kFar ya da her ikisini
yapar.
Sekizincisi şöyle dedi:
Kocam zerneb gibi hoş kokuludur. Dokunuşu da t3vşan dokunuşu gibi yumuşakur.
Dokuzuncusu şöyle dedi:
Kocam yüksek direkler gibi şereflidir. Uzun boyludur. Cömert mi cömerttir. Evi
de meclise (nedveye) yakındır.
Onuncu kadın dedi ki:
Kocam maliktir. Malik ne maliktir. Malik ondan (söyleyeceklerimden) daha da
hayırlıdır. Onun çokça çöken ama az yayılan develeri vardır. Bunlar ud nağmelerini
duydular mı artık pek yakında helak olacaklarını kesinlikle anlarlar.
Onbirinci kadın dedi ki:
Kocam Ebu Zer' dir. Ebu Zer ne iyi adamdır.
Kulaklarımı küpelerle
şakırdattı, pazularımı yağla doldurdu, beni sevindirdiği gibi içimi de sevinçle
doldurdu. Beni bir dağ başında bir kaç koyunu olan bir aile halkı arasında
buldu da beni kişneyen atlara, böğüren develere, dövülen harmanlara, savrulan
ekinlere sahip bir aile arasına kattı. Onun yanında söylediklerim sebep ile
azarlanmıyorum, sabah uykuma da yatarım, içerim de, kanarım.
Ebu Zer'in annesi ne iyi
bir annedir. Onun büyük kilerleri vardır, geniş bir evi vardır.
Ebu Zer'in oğlu ne iyi
bir oğuldur. Onun yatağı ince hurma lifi gibidir, kendisini bir oğlak kolu dahi
doyurur.
Ebu Zer'in kızı ne iyi
bir kızdır. Babasına da çok itaatkardır, annesine de çok itaatkardır.
Elbisesini doldurur, kumasını çatlatır.
Ebu Zer'in cariyesi ne
iyi bir cariyedir. Konuştuklarımızı yaymaz, azığımızı darmadağın etmez ve
saçmaz. Evimizi de kuş yuvası gibi işe yaramaz şeylerle doldurmaz.
(Um Zer') devamla dedi
ki: Tulumlar sütle çalkalanırken Ebu Zer dışarı çıktığında beraberinde iki
parsı andıran iki oğlu bulunan bir kadınla karşılaştı. Oğulları böğründe
bulunan iki nar ile oynuyorlardı. Hemen beni boşadı, o kadını nikahladı. Ben de
ondan sonra şerefli, efendi, iyi yürüyüşü olan bir ata binen, hatti mızrak
kullanan birisi ile evlendim. Yanıma çok miktarda deve getirir, gidip gelen
davarların her bir türünden bana bir çift verdi. Ey Um Zer'i Sen de ye, dedi. Akrabana
da ihtiyaçlarını fazlası ile karşılayacak şekilde de dağıt, dedi. Ama yine de
onun bana verdiklerinin hepsini toplasam Ebu Zer'in en küçük kabını dolduracak
miktarı bulmaz.
Aişe dedi ki: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Benim sana karşı durumum Ebu Zer'in
Um Zer"e göre durumu gibidir" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
5189
92-م - (2448)
وحدثنيه
الحسن بن علي
الحلواني.
حدثنا موسى بن
إسماعيل.
حدثنا سعيد بن
سلمة عن هشام
بن عروة، بهذا
الإسناد. غير
أنه قال:
عياياء طباقاء.
ولم يشك. وقال:
قليلات
المسارح.
وقال: وصفر
ردائها. وخير
نسائها. وعقر
جارتها. وقال:
ولا تنقث
ميرتنا
تنقيثا. وقال:
وأعطاني
من كل ذابحة
زوجا.
6256- .. ./2- Bunu bana
Hasan b. Ali el-Hulvanı de tahdis etti, bize Musa b. İsmail tahdis etti, bize
Said b. Seleme, Hişam b. Urve'den bu isnad ile tahdis etmekle birlikte o şüphe
etmeksizin: "Aşılamayan bir ahmak", dedi. Ayrıca (o da) az
yayılan", dedi ve: "Örtüsünün içi boş" gibi emsali kadınlarının
en hayırlısı, kumasını çatlatandır", dedi. Yine: "Azığımızı saçıp
savurmaz" ve: "Bana kesilecek her tür hayvandan birer çift
verdi", dedi.
AÇIKLAMA: (6255)
"Ahmed b. Cenab" cim ve nun iledir.
Hafız Ebu Bekr Hatib
el-Bağdadi, el-Mübhemat adlı eserinde şunları söylemektedir: Um Zer' hadisinde
adı geçen kadınların ismini veren bir kimse olduğunu bilmiyorum. Bundan tek
istisna biraz sonra zikredeceğim rivayet yoludur. Bu da oldukça garibdir. Sonra
bu rivayeti zikretmektedir. Zikrettiği bu rivayette belirtildiği üzere ikinci
kadının adı Amre b. Amr, üçüncüsünün adı Hubba bint Na'b, dördüncüsünün adı
Mühedded bint Ebu Merzeme, beşincisinin adı Kebşe, altıncısının adı Hind,
yedincisinin Hubba bint Alkame, sekincisi Evz b. Abd'ın kızı, onuncusu Kebşe
bint el-Erkam, onbirincisi Um Zer' bint el-Ked b. Saide' dir.
"Onbir kadın
oturdu" cümlesinde oturdu anlamındaki fiil nüshaların bir çoğunda
"celese" şeklinde bazılarında sonunda nun ziyadesi ile
"celesne" şeklindedir. Bu da az kullanılan bir söyleyiş olup buna
dair açıklama daha önce bir kaç yerde geçmişti. Bu açıklamaların geçtiği
yerlerden birisi de "Gece ve gündüz melekleri aranızda biri diğerini takip
ederek bulunurlar" hadisidir.
"İhda aşrate -tis'a
aşrete: on bir-on dokuz" ve aralarındaki sayılarda şin harfinin sakin
kesreli ve fethalı okunması caizdir. Sakin okunması daha fasih ve daha meşhurdur.
"Kocam ulaşılması
zor bir dağın tepesinde cılız sıska bir deve etidir ... " Ebu Ubeyd ile
diğer garibul hadis alimleri ve şarihler dedi ki: gas zayıf cılız demektir.
"Ulaşılması zor bir dağın tepesinde" ifadesinin anlamı da şudur: O, çeşitli
bakımlardan hayrı ve faydası az bir kişidir. Evvela o deve etine benzer.
Koyun etine değiL. Diğer
taraftan bununla birlikte o zayıf ve oldukça bayağıdır. Aynı zamanda o ancak
pek büyük bir meşakkat ile kendisine ulaşılıp ele geçirilebilen zor elde edilir
bir şeydir. Cumhur bunu böylece açıklamışlardır.
Hattabi de şöyle
demektedir: "Bir dağın tepesinde" ifadesinden kastı kocam büyüklenir,
kendisini üstün görür ve gerçek değerinden çok daha yukarılarda kendisini
tutmaya çalışır. Yani o faydasının azlığı ile birlikte büyüklenen ve kötü huylu
birisidir demektir.
Yine, dediklerine göre:
"Alınıp götürülen semiz de değildir" sözü de insanlar onu yemek
maksadı ile evlerine taşıyıp götürmezler. Aksine bayağı olduğundan ötürü ona
iltifat etmeyip olduğu yerde bırakırlar.
Hattabi dedi ki: Bunun
kötü geçimine katlanmayı gerektirecek bir faydası da yoktur.
Bundan başka bir
rivayette bu ifade: "Vela seminun feyunteka: semiz de değildir ki iliği
çıkartılsın" şeklinde rivayet edilmiştir. Yani onun iliği çıkartılıp (ondan
yararlanılamaz).
"İkinci kadın dedi
ki: Kocamın haberini yaymam ... " Onun haberini yaymam çünkü ben eğer
haberini yaymaya kalkışacak olursam -İbnu's-Sikklt ve başkalarının yaptığı bu
husustaki iki yorumdan birisine göre- anlamı: Onun haberlerini etraflı bir
şekilde anlatmaya koyulacak olursam uzun sürer. Çokluğundan ötürü onu
tamamlamaya gücüm yetmez şeklindedir. İkinci yoruma göre buradaki
"Iamelif" harfi fazladan gelmiştir. Yüce Allah'ın: "Secde
etmekten seni ne alıkoydu" (Araf, 12) buyruğundaki gibi olup, bu da ben
eğer bunları anlatmaya kalkışacak olursam beni boşayacağından korkarım. Bu
sebeple anlatmaktan vazgeçiyorum demek olur.
"Ucer bucer: gizli
açık ne varsa" den kastedilen ise onun her türlü kusurudur. Hattabi ve
başkalarının, dediklerine göre bu iki kelime ile gizli kusur ve ayıplarını ve
saklı sırlarını kastetmiştir. Bilginlerin, dediklerine göre "ucer"
sinirlerin ya da damarların vücuttan dışarıya doğru tümseklik teşkil edecek
şekilde boğum boğum olmasıdır. Bucer de buna yakın bir anlam ifade eder. Ancak
bu özel olarak karın için kullanılır. Nitekim bir kimsenin göbek bağı dışarı
çıkmış ve büyük bir bağ ise ona ebcer denilir. Karnının büyük olması halinde de
ebcer adam denilir. Kadın için de müennes olarak "becra" denilir. Çoğulu
da bucer diye gelir. Herevi dedi ki: İbnu'I-PÜabi dedi ki: Ucre aslında
sırttaki bir şişkinliktir. Eğer bu göbek bağında olursa buna bucre denilir.
"Üçüncüsü dedi ki:
Kocam uzun mu uzundur ... " Aşannek uzun boylu kişi demektir. Yani onda
faydasız bir uzun boydan başka bir şey yoktur. Onun kusurlarını anacak olursam
beni boşar, eğer bunları söyleyemeyip susacak olursam beni askıdaymışım gibi
bırakır. Yani beni öyle bir halde terkeder ki bekar mıyım evli miyim bilmem.
"Dördüncüsü dedi
ki: Kocam tihame gecesi gibidir ... " Bu oldukça belagatli bir övgüdür.
Anlamı da şudur: Onda rahatsız edecek bir şey yoktur. Aksine o tihame gecesi
gibi rahat ve geçimi tatlı, mutedil ve dengeli birisidir. Onda rahatsız edici
bir sıcaklık da yoktur, aşırı bir soğuk da yoktur. Ahlakı oldukça güzel
olduğundan ötürü ondan bir kötülük gelecek diye korkmam, üstelik benden
usanmaz, benimle sohbet etmekten bıkmaz.
"Beşincisi dedi ki:
Kocam içeri girince pars kesilir, dışarı çıkınca aslan kesilir ... " Bu da
oldukça belagatli bir övgüdür. O eve girdiği zaman çokça uyumakla ve evinin
eşyalarından neyin gidip neyin kaldığına pek aldırmayan dikkat etmeyen bir hal
ile nitelendirmektedir. Çokça uyumasından ötürü onu parsa benzetmiştir. Nitekim
parstan daha uykucu deyimi kullanılır. Bu da: "Alışageldiği şeyi
sormaz" sözlerinin anlamını ifade eder. Yani evde bulunduğunu bildiği,
alıştığı, malını eşyasını sormaz. Dışarı çıktığı zaman arslan kesilir ifadesi
de onu kahramanlık ile nitelemektedir. Yani insanlar arasında yahut savaşa
katıldığı vakit arslan gibidir. Kadı İyaz dedi ki: İbn Ebu Uveys dedi ki:
Burada pars kesilmesi eve girdiği zaman benim üzerime pars gibi atlar
anlamındadır. Bu sözleri ile kendisini vurması ve kendisi ile cima etmekte
elini çabuk tutmasını anlatmak istiyor gibidir. Ama doğru ve meşhur olan
birinci açıklamadır.
"Altıncısı dedi ki:
Kocam önüne geleni yer ... " İlim adamları der ki: Yemek hakkında
"lef" çeşitli türleri karıştırarak hiçbir şey bırakmayacak şekilde
pek çok yemek demektir. İçmek hakkında "iştifaf" ise kapta ne varsa
hepsini içmek demektir. Bu da "şufafe" den alınmadır ki şufafe ise
kapta bulunan içecek demektir. Kişi bu kalanı içtiği zaman bunu anlatmak üzere
bu kökten fiil kullanılır.
"Üzüntü vereni
anlatmak için elini uzatmaz" sözleri hakkında Ebu Ubeyd şunları
söylemektedir: Sanırım vücudunda bir kusur yahut da bir hastalık vardı da bunu
böyle kinaneli anlatmıştır. Çünkü bes: Üzüntü, keder demektir. O kendisini üzen
o yere dokunmamak için böylelikle de bu zevcesine ağır gelmesin diye elini o
yere sokmazdı. Böyleliklekarısı onu alicenablık ve güzel ahlakla nitelendirmiş
olmaktadır.
Herevi de dedi ki:
İbnu'l-A'rabi dedi ki: Bu kocası için bir yergidir. Şunu anlatmak istiyor eğer
kocası yatıp uyuyacak olursa bir tarafta elbiselerine sanlır ve benim ona karşı
sevgimi bilmesi için benimle birlikte yatmaz. Ortada kadının kocasına yakın
olmayı sevmesi dışında bir üzüntüsü yoktur demektir.
Başkaları da şöyle
demektedir: Kadın bu sözleri ile bu benim halimi ve ihtiyaçlarımı hiç düşünmez
demek istemiştir. İbnul Enbari de dedi ki: İbn Kuteybe Ebu Ubeyd'in bu ibareyi
yorumlamasını reddederek şunları söylemiştir: O sözlerinin başında onu
yermişken burada nasıl onu övmüş olabilir? İbnul Enbari dedi ki: Fakat Ebu
Ubeyd'in yorumunu reddetmeyi gerektirecek bir taraf yoktur: Çünkü kadınlar
kocalarının haberlerinden herhangi bir şeyi gizlememek üzere akitleşmiş,
ahitleşmişlerdi. Aralarından bazılarının kocasının bütün nitelikleri güzel idi
böylece onu nitelendirdi. Bazılarının kocalarının nitelikleri çirkindi, kötü
idi onları zikretti. Kimisinin niteliklerinin bir kısmı çirkindi o da her iki
türünü zikretti ..
Hattabi ve başkaları
İbnu'l-A'rabi ve İbn Kuteybe'nin görüşünü kabul ettiği gibi Kadı Iyaz da bunu
tercih etmiştir.
"Yedincisi dedi ki:
Kocam karanlık bir gölge yahut aşılamayan bir ahmaktır ... " Bu lafız bu
rivayette gayn ile "gayaya (karanlık bir gölge)" yahut da ayn harfi
ile ayaya: aşılamayan, aşılması zor diye kaydedilmiştir. Rivayetlerin
çoğunluğunda da gayn iledir. Bununla birlikte Ebu Ubeyd ve başkaları gayn ile
rivayeti kabul etmeyerek doğrusu ayn ile gelen rivayettir, demişlerdir. Bu da
aşılamayan, aşı yapmayan demektir. Bunun kadınlarla birlikte olmaktan çok
yorulan ve bundan acze düşen ennin (cima edemeyen, iktidarsız) anlamında olduğu
da söylenmiştir. Kadı lyaz ve başkaları gayn harfi ile "gayaya"
doğrudur ve bu karanlık ve kişiyi gölgelendiren her bir şey demek olan
"gayaye" den alınmıştır. Bu da herhangi bir yolu bulamayan kişi
anlamına gelir ya da onun ruhen ağır bir nitelikte olduğunu ve onun hiçbir
aydınlığı bulunmayan kapkatanlık, kesif bir gölge gibi olduğunu anlatmak
istemiştir. Ya da bu sözleri ile onun bir takım kusurlarını gizlediğini
kastetmek istemiştir.
Yahut da bu kelime
"gay" den gelmektedir ki bu da şerde, kötülükte aşırıya gitmek
demektir. Yahut hüsran demek olan "gay"den de gelen bir kelime
olabilir. Nitekim yüce Allah: "Onlar gay ile karşılaşacaklardır"
(Meryem, 59) buyurmaktadır.
"Tibaka" ise
ahmaklığından ötürü işleri üzerine yığılıp içlerinden çıkamayan kimse demektir.
Konuşmaktan aciz olduğu için dudaklarını açamayan anlamında olduğu söylendiği
gibi ahmak, aciz, çaresiz demek olduğu da söylenmiştir.
"Şecce: başta yara
açtı" demektir. Nitekim şecac başta açılan yaralara, cirah ise hem başta
hem de vücutta açılan yaralara denilir.
"Felle: kırdı,
vurdu" demektir. Sözlerinin anlamı ise: Başın yarılması, dövmesi, bir
organın kırılması sözkonusu olur ya da her ikisi birlikte olur. Burada
"fel" den kasıt husumet, düşmanlık demektir.
"Ne kadar hastalık
varsa onda var." insanlarda görülen bütün hastalıklar onda var demektir.
"Sekizinci kadın
dedi ki: Kocam zerneb gibi hoş kokar ... " Zerneb bilinen hoş bir kokudur.
Denildiğine göre o bu sözleri ile vücudunun hoş koktuğunu anlatmak istemiştir.
insanlar arasında elbiselerinin hoş koktuğunu yahut da ahlakının yumuşak,
geçiminin güzel olduğunu anlatmak istemiştir. "Tavşan dokunuşu" ise
yumuşaklığı ve ahlakının kerim olduğu hususunda açık bir ifadedir.
"Dokuzuncu kadın
dedi ki: Kocam yüksek direkler gibi şerefli..." buradaki "nadi:
meclis (nedve)" kelimesi nüshalarda sonu ye iledir. Arapçadaki fasih
söyleyiş de budur. Fakat rivayette meşhur olan sec'in tamamlanması için ye
harfinin hazfedilmesidir.
ilim adamları der ki:
"Direklerinin yüksek" olması onu şerefli ve kendisinden övülerek söz
edilen bir kişi olmakla nitelendirmektir. Çünkü imad: direk'in asıl anlamı evin
direğidir. Çoğulu umud diye gelir. Bunlar da evlerin kendileri ile
desteklendiği uzun ağaçlardır. Bununla evinin (ailesinin) şeref itibari ile kavmi
arasında yüksek olduğunu kastetmektedir. Mesken olarak kullandığı evin
direklerinin yüksek olduğu anlamında olduğu da söylenmiştir. Böylelikle gelecek
misafirler ihtiyaç sahipleri onu görüp o eve gelsinler. Nitekim cömert
kimselerin evleri hep böyledir.
"Uzun boylu"
ifadesi ile de kocasını uzun boylu olmakla nitelendirmektedir. Aslında
"nİcad" kılıcı taşıyan kın ve sair şeylerdir. Uzun boylu olan bir
kimsenin kılıcını taşıyan . kın ve diğer parçalarının uzun olmalarına ihtiyacı
vardır. Araplar da bu niteliği övgü için kullanırlar.
"Azimurrimad:
(kelime manası külü çok fazla) cömert mi cömert" bu sözleri ile onu
cömertlikle, et ve ekmek çokça ikram etmekle onu nitelendirmektedir. Böylelikle
onun evinde yakılan ateş çok olduğu için külü de çok olur. Bir diğer açıklamaya
göre onun geceleyin gelen misafirler yollarını bulsunlar diye ateşi sönmediği
için böyle, demiştir. Çünkü cömert insanlar gece karanlıklarında büyük ateşler
yakar ve bunları tepelerde yüksek yerlerde yerleştirirler, misafirler yollarını
bulsunlar diye çokça meşale taşıbrlar.
"Evi de meclise
{nedveye} yakındır" sözü ile ilgili olarak dil bilginleri şunu
söylemektedir: Nadi ve münteda kavmi n meclisi demektir. Onu cömertlikle ve
efendilikle nitelendirmektedir. Çünkü ancak bu nitelikte olan bir kimsenin evi
meclise yakın olur. Zira misafirler o meclise giderler. Mecliste bulunanlar da
ihtiyaç duydukları şeyleri meclise yakın bir evden alıp getirirler. Bayağı adi
kimseler ise meclisten uzak yerlerde kalırlar.
"Onuncu kadın dedi
ki: Kocam maliktir ... " Onun bu sözleri şu demektir:
Onun çok devesi var ve
bu develeri avlusunda çöküp durmaktadır. Onları ancak zaruret kadar az miktarda
yayılmaya gönderir. Vakitlerinin çoğunluğunda onun avlusunda çöküp kalırlar.
Yanına misafirleri geldiği zaman develer de orada hazır bulunur, misafirlerine
develerin süt ve etlerinden ikram eder. Mim harfi kesreli olarak
"mizher" çalınan ud demektir. Şunu söylemek istemiştir. Kocası
develerini şuna alıştırmıştır. Kendisine misafirler geldiği taktirde o
develerin bir kısmını onlara keser ve ud, diğer çalgı aletleri ve içecekler
getirir. Develer ud sesini duydular mı misafirlerin geldiğini ve arbk kesilip
helak olacaklarını anlarlar. Ebu Ubeyd'in ve cumhurun açıklaması budur.
Bir diğer açıklamaya
göre bu develerden misafirlere çokça kesildiği için çöküşleri de çok olur. Eğer
ilk açıklamayı yapanların, dedikleri gibi olsaydı bunların zayıflıktan ölmeleri
gerekirdi.
Bunun böyle olması
gerekmez. Çünkü develer ihtiyaçlarını alabilecekleri kadar bir süre meralara yayılır
sonra da gelip avluya çökerdi.
Bir diğer açıklamaya
göre: "Çökmeleri pek çok" ibaresi hakların yerine getirilmesi, bağış
yapılması, başkalarının maddi sorumluluklarının yüklenilmesi için ve çok sayıda
gelen misafirler için çokça çökerler, merada otlamaları da pek azdır. Çünkü bu
develer bu belirtilen alanlarda harcanarak tüketilir. Bu açıklamayı
İbnu's-Sikkit yapmıştır.
Kadı Iyaz dedi ki: Ebu
Said en-Neysaburi dedi ki: Durum şundan ibarettir. Develer -mim harfi ötreli
olarak- müzhir'in -ki müzhir misafirler için ateş yakılan ocağa denilir- sesini
işittikleri vakit {helak olacaklarını anlarlar}. Şunları da söylemektedir:
Araplar ud denilen -kesreli mim ile- mizheri bilmezlerdi. Ancak medeni
şehirlere gidip gelenler müstesnadır.
Kadı İyaz dedi ki: Bu
onun bir hatasıdır. Çünkü hiçkimse bunu ötreli mim ile rivayet etmemiştir.
Diğer taraftan kesreli mim ile "mizher" arap şiirlerinde meşhurdur.
Ayrıca bu kadınların şehirlere gidip gelmiş şehirlerde yaşamayan kimselerden
olmadıkları iddiası da kabul edilmez. Çünkü bir rivayette onların Yemen
kasabalarından bir kasabadan oldukları belirtilmiştir .
"Onbirinci kadın
dedi ki: ... " Bazı nüshalarda "el-hadi aşrate" bazılarında da
"el-hadiyete aşrate" şeklindedir. Doğrusu birincisidir.
"Kulaklanmı küpelerle
şakırdattı" ha harfi ötreli huli ve kesreli olmak üzere meşhur iki
söyleyiştir. Nevs ise sarkan her bir şeye denilir. Nase yenusi nevsen fiili
buradan gelmektedir. İfadesi de şu demektir: O bana pek çok küpe ve takılar
alarak beni süsledi. İşte onlar çokluklarından dolayı hareket etmekte
(şakırdamakta}dır.
"Pazularımı yağla
doldurdu." İlim adamları der ki: Beni şişmanlattı, bedenimi yağla
doldurdu. Kastı yalnızca pazularının yağlandığı değildir ama pazulan yağlanınca
vücudunun diğer kısmı da kilo alır.
"Beni sevindirdiği
gibi benim de içim sevinçle doldu." Beni sevindirdiği için ben de sevindim
anlamında olmakla birlikte İbnul Enbari dedi ki: O beni ta'zim etti, ben de
kendi gözümde büyüdüm demektir. Nitekim tebecceha: büyüklendi, böbürlendi anlamındadır.
"Bir dağ başında
bir kaç koyuna sahip bir aile halkı arasında beni buldu ... " Guneyme:
birkaç koyun demektir. Bu sözleri ile şunu demek istemiştir:
Onun ailesi at ve deve
sahipleri değil koyun sahibi kimselerdi. Çünkü "sahil" atların
çıkardığı sesler "atit" de develerin çıkardığı seslerdir. Araplar
koyun sahiplerini pek önemsemezler. Onlar at ve deve sahiplerini önemserler.
"Şik: dağ
başı" şin harfi kesreli de fethalı da (şek) söylenir. Ama hadis
rivayetlerinde bilinen ve hadis ehli nezdinde meşhur olan kesreli söyleyiştir.
Dil bilginleri nezdinde bilinen ise fethalı söyleyiştir. Ebu Ubeyd aslında
fethalıdır fakat muhaddisler bunu kesreli okurlar, demiştir. Buranın bir yer
adı olduğunu söylemiştir. Herevi ise doğrusu fethalı söyleyişidir, demiştir.
İbnul Enbari hem kesreli hem fethalı söylenir. Bir yer adıdır, demiştir. İbn
Ebu Uveys ve İbn Habib de hem kendilerinin hem koyunlarının azlığı sebebi ile
bir dağın başında olduklan anlamına gelir. "Şikkul cebel" de dağın
bir tarafı, bir yanı demektir.
el-Kubtini dedi ki: Şin
harfi kesreli olarak "şık" orada darlık ve meşakkatli bir hayat
sürerek geçinirler demektir.
Kadı İyaz dedi ki: Bu
bana göre daha tercih edilir bir açıklamadır. Bunu başkası da tercih etmiştir.
Böylelikle 'bu hususta üç görüş ortaya ablmış olmaktadır.
"Daiz: Harman
döven" harmanda ekini döven kişiye denilir. Herevi ve başkalarının,
dediklerine göre "dase et-taam: buğdayı dövdü" demektir.
"Daiz"in bizzat harmanın kendisi olduğu da söylenmiştir .
"Munakkin: Ekin
savuran" kelimesi mim harfi ötreli nun fethalı ve sondaki kaf şeddelidir.
Mim harfini kesreli söyleyenleri de vardır (munikkin). Ama doğru ve meşhur olan
fethalı söyleyiştir. Ebu Ubeyd: Doğrusu fathalıdır, demiştir. Ayrıca
muhaddisler bunu kesreli okuyorlar fakat anlamının ne olduğunu bilmiyorum,
demiştir.
Kadı Iyaz dedi ki: Bizim
bu kelimeyi rivayetimiz nun harfi fethalıdır. Sonra Ebu Ubeyd'in açıklamalarını
kaydederek kendisi de şunları söylemektedir:
İbn Ebu Uveys de bunun
kesreli kullanıldığını ve bunun davarların çıkardığı sesler olan
"nak*" demek olduğunu söylemiştir. Kadın böylelikle kocasını
mallarının çok olması ile nitelendirmiş olmaktadır.
Cumhura göre sahih olan
nun harfinin fethalı oluşudur. Bundan kasıt ise buğdayı ayıklayan kişidir. Yani
onu kabuğundan ve başağından çıkartan kişiye denilir. Bu da Herevi'nin: Bu
buğdayı elek ile eleyen kimsedir şeklindeki açıklamasından daha güzeldir.
Maksat ise onun ekin sahibi olup ekinini dövdüğü ve ayıkladığını anlatmaktır.
"Onun yanında
konuşurum da azarlanmam ... " Yani o benim konuşmamı çirkin bulmaz,
konuştuğumu geri çevirmez. Aksine konuştuğumu kabul eder. "etesabbah:
sabah uykusunu da yatarım." Yani sabahtan sonra uykumu uyurum demek
istiyor. Bu sözleri ile de kendisinin ihtiyaç ve işlerinin hizmetçileri
tarafından görüldüğünü, kendisinin çalışmasına ihtiyaç olmadığı için uyuduğunu
anlatmak istemiştir.
"Etekannah:
kanarım" kafdan sonra nun ile olup bütün nüshalarda bu şekildedir. Kadı
Iyaz dedi ki: Biz Buhari ve Müslim'in Sahih'lerinde sadece nun ile rivayet
ettik. Buhari dedi ki: Bazıları ise mim harfi ile "etekammah" diye
kaydetmişlerdir. Bu da daha sahihtir. Ebu Ubeyd dedi ki: Bu kelime mim iledir.
Bazı kimseler bunu nun ile rivayet ediyorlar ama bunun ne anlama geldiğini
bilmiyorum, demiştir. Başkaları ise nun ve mim rivayetleri sahih rivayetlerdir.
Her ikisinin de manası iyice suya kandığım için onu bırakıncaya kadar suyumu
içerim demektir. Nitekim suya doyduktan sonra devenin başını yukarıya
kaldırmasını anlatmak için kullanılan "kamaha" fiili de buradan
gelmektedir. Ebu Ubeyd: Görüşüme göre o bu sözü ancak onların yanında suyun
oldukça az bulunmasından dolayı söylemiştir. Nun ile olduğunu söyleyenlerin
kanaatine göre ise manası: Ben içeceğimi kesik kesik içerim, ağır ağır içeri m
demektir, demiştir. Bunun suya kandıktan sonra içmek olduğu da söylenmiştir.
Dil bilginleri der ki: Develer hakkında "kanaha ve tekannaha"
fiilleri su içmeye zorlanmaları manasındadır.
"Kilerleri
büyük" Ebu Ubeyd ve başkalarının, dediklerine göre "uklim: heybeler,
yemeğin ve eşyanın içine saklandığı büyük kaplar" demektir. Tekili ayn
harfi kesreli olarak "ikm" demektir. "Redah" da büyük ve
muazzam anlamındadır. Nitekim büyük kalçalı kadına da "redah"
denilir. Şayet redah müfred olarak kullanıldığı halde nasıl çoğul olan "ükum:
kilerler" kelimesi sıfat olarak kullanılmıştır? Halbuki çoğul bir ismin
tekil ile nitelendirilmesi caiz değildir denilecek olursa Kadı Iyaz cevabının
şu olduğunu söylemiştir: O, onun her bir deposunun, kilerinin, kabının pek
büyük olduğunu kastetmiştir. Yahut da burada "redah: zehab: gitmek"
gibi mastar olabilir.
"Evi geniştir"
geniş anlamındaki "fesah" fe harfi fethalı sin şeddesizdir.
Geniş demektir. Fesih de
aynı anlamdadır. Cumhur bunu böylece açıklamıştır. Kadı Iyaz dedi ki: Bu
sözleri ile hayırların ve nimetlerin pek çok olduğunu anlatmış olma ihtimali de
vardır.
"Yatağı ince hurma
lifi gibidir." Şatp: Hurma lifi, hurma dalından alınan incecik parçaya
denilir. Çünkü hurma ağacı dalından ince ince çubuklar çıkar. Bundan maksadı da
onun (Ebu Zer'in oğlunun) üzerinde pek et bulunmayan bir hurma lifi gibi ince
olduğunu anlatmak istemiştir. Bu da erkek için övülecek bir niteliktir. Misel
ise sıyrılmış demektir ki kabuğu alınmış dal anlamındadır. İbnu'l-A'rabi ve
başkaları dedi ki: O bu sözleri ile kınından sıyrılmış kılıç gibi olduğunu
anlatmak istemiştir.
"Kendisini bir
oğlak kolu dahi doğurur." Cefre dişi küçük keçi yavrusu (oğlağı) demektir.
Bunun koyun oğlağı anlamına olduğu da söylenir. Dört aylık olup annesinin
sütünden kesilmiş olana denilir. Erkeğine de cef denilir. Buna sebep ise yan
taraflarının kemik olmasından dolayıdır.
Kadı Iyaz dedi ki: Ebu
Ubeyd ve başkaları dedi ki: Cefre keçi yavrularındandır. İbnul Enbai ve İbn
Dureyd de koyun yavrularındandır, demiştir. Kastettiği ise yemeğinin az
olduğudur. Araplar bunu övgü olarak zikrederler.
"Babasına da
itaatkardır, annesine de itaatkardır" her ikisine itaat edip emirlerine
uyar.
"Elbisesini
doldurur" yani vücudu dolgundur. Diğer rivayette ise "örtüsünün içi
boş gibi" denilmektedir. Sad harfi kesreli olarak "sıfır" boş
olan demektir. Herevi: Karnı küçük anlamındadır. Rida ise karna kadar inen
elbiseye denilir. Bu onun vücudunun üst tarafının hafif olduğu anlarinndadır.
Bu ise ridanın ulaştığı yere denilir. Fakat alt tarafı -ki burası da kisanın
bağlandığı yerdir- dolgundur. Bunu da bir rivayette: "İzarı
dolgundur" ifadesı desteklemektedir. Kadı Iyaz dedi ki: Daha uygunu bunun:
Omuz taraflarının dolgun, göğüslerinin ridasını vücudundan yukarı kaldıracak ve
böylelikle ona değmediği için -vücudunun alt tarafından farklı olarak- içi boş
gibi duracak şekilde ridasını yüksek tutmaları demektir.
"Kumasını
çatlatır.", dediklerine göre burada care (lafzi olarak: kadın komşu}den
kastedilen onun kumasıdır. Yani onun kuması onun güzelliğini, iffetini ve
edebini gördüğü için öfkelenir. Diğer rivayette ise: "Akru caretihe"
şeklindedir. Nüshalarda bu şekilde ayn ve kaf harfi sakin olarak geçmiştir.
Kadı Iyaz dedi ki: Biz bütün üstadlarımızdan bunu böylece zaptettik. Ama
el-Ceyani bunu ötreli ayn ve sakin be ile olmak üzere "ubr" diye
zaptetmiştir. İbnu'l-Arabı de böylece zikretmiştir. Sanki Ceyanı bunu
el-Enbari'nin kitabından hareket ederek düzeltmiş gibidir. Enbari de bunu iki
türlü açıklamıştır. Birincisine göre ibret almak (itibar) kökü ile alakalı bir
anlamdır. Yani o onun ibret almasına sebep teşkil edecek şekilde güzel, iffetli
ve akıllı olduğunu görür. İkinci anlam ise gözyaşı demek olan "abre"
ile alakalıdır. Yani o onun bu halini görerek öfke ve kıskançlığından ötürü
ağlar. Kaf ile rivayet edenlerin rivayetine göre anlamı ise onu öyle bir
öfkelendirir ki neticede kesilmiş, boğazlanmış gibi bir hale gelir. Ya da
arapların bu anlamdaki bir deyiminden hareketle: Onu dehşete düşürür demektir.
"Konuştuklarımızı
yaymaz." Yani onu yayıp açıklamaz, aksine sırrımızı ve konuşmalarımızı
tamamen gizler. Müslim'den başka kaynaklarda (tebussu kelimesi yerine) nun ile
"tenüssü" diye rivayet edilmiştir. Bu da anlam itibari ile
birincisine yakındır. Yani sözümüzü açığa vurmaz, açıklamaz.
"Azığımızı
darmadağın etmez ve saçmaz." Mıre: azık başka yerden getirilen yiyecek
demektir. Bu sözleri de bizim yiyeceğimizi berbat etmez, dağıtmaz, onu boşuna
tüketmez. Bu da onun güvenilir olmakla nitelendirilmesi anlamındadır.
"Evimizi de kuş yuvası
gibi işe yaramaz şeylerle doldurmaz." Yani çöpü ve kirleri kuş yuvası gibi
ortada darmadağınık bir şekilde bırakmaz. Aksine o evi tertib edip düzenler,
onun temiz olmasına itina gösterir.
Bunun şu anlama geldiği
de söylenmiştir. Kuş yuvalarını andıran evin köşelerinde bizim erzakımız
hususunda bize hainlik etmez.
Müslim'den başka
kaynaklarda giş: aldatmaktan gelen "tağşişen: aldatarak" diye rivayet
edilmiştir. Bu aldatması yemek ve erzak hakkındadır denildiği gibi bunun
kovuculuk yapmak sureti ile aldatmadığı anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani
o hiçbir şekilde kovuculuk mahiyetinde bir şey konuşmaz.
"Tulumlarda süt
çalkalanırken" burada "evtab: tulumlar" kelimesi
"vatb"in çoğuludur. Bu benzeri az görülen bir çoğul şeklidir.
Müslim'den başkasında yer alan bir rivayette "vitab" diye
kaydedilmiştir. Asla uygun çoğul şekli de budur. Bunlar da sütün içinde
çalkalandığı kapların adıdır. Ebu Ubeyd ise evtabın vatbenin çoğulu olduğunu
söylemiştir.
"Böğrünün altından
iki nar ile oynuyorlardı." Ebu Ubeyd dedi ki: Yani bu kadın kalçası büyük
bir kadındı. Sırtüstü yattığı zaman kalçaları onu yerden öyle bir yükseltir ki
altında narların dahi gidip gelebileceği kadar bir boşluk meydana gelir.
Kadı Iyaz dedi ki:
Kimisinin, dediğine göre burada iki nardan kasıt kadının memeleridir. Yani onun
nar gibi küçük iki güzel memesi vardır. Kadı Iyaz dedi ki: Bu daha tercih
edilir. Özellikle de "göğsünün altında ve üst gömleğinin altında"
diye de rivayet edilmiştir. Çünkü çocukların annelerinin sırtlarının altından nar
atmaları diye bir alışkanlık görülmediği gibi kadınların da aynı şekilde
erkeklerin kendilerini bu halde görecekleri bir vaziyette sırtüstü yatmaları
gibi bir adet de görülmemiştir.
"Ondan sonra iyi
yürüyüşlü bir ata binen şerefli bir adam nikahladım."
Buradaki "serih:
şerefli" lafzı meşhur olan kanaate göre sin harfi iledir. Kadı Iyaz'ın
İbnu'sSikkit'den naklettiğine göre o bu kelimenin hem sin hem şin ile
söylendiğini nakletmiş bulunmaktadır. İkinci kelime (şeri) ise şin iledir.
Bunda görüş ayrılığı yoktur. Birincisinin anlamı şerefli bir efendidir. Bunun
cömert anlamında olduğu da söylenmiştir. İkincisi ise hızlı, durmadan,
yorulmadan ve yürüyüşünü bozmadan yürüyen at demektir. İbnu's-Sikkit ise bu
üstün ve tercih edilen at demektir, demiştir.
"Hatti bir mızrak
ald!." Hı harfi fethalı ve kesreli (hıtti) diye söylenir. Fethalı söyleyiş
daha meşhurdur. Çoğunluk başka türlüsünü sözkonusu etmemiştir. Kesreli
söyleyişi nakledenler arasında el-İşfak adlı kitabında Ebu'l-Feth el-Hemdani de
vardır., dediklerine göre hatti Sifu'l-Bahr'ın yani Umman ve Bahreyn
yakınlarında deniz sahilinde bir kasaba olan Hat denilen yere nisbet edilen bir
mızraklır. Ebu'l-Feth dedi ki: Buna hat denilmesinin sebebi deniz kıyısında
olması dolayısıyladır. Çünkü kıyıya da hat denilir. Böyle denilmesine sebep ise
su ile toprağı birbirinden ayırmasıdır. Bu mızraklara hatti denilmesi ise
mızrakların buraya getirilerek buralarda güzelce düzeltilmesinden dolayıdır.
Kadı Iyaz dedi ki: Hat bu mızrakların yapıldığı asıl yerdir diyenlerin
görüşleri doğru değildir.
"Yanıma çok
miktarda deve getirdi." Yani bu develeri kalacakları yere getirdi. Çünkü
"merah" davarların, develerin, ineklerin, koyunların gece kaldıkları
yere denilir. Ama burada onların birilerinin kastedilme ihtimali vardır ki bu
tür de deve türüdür. Kadı Iyaz'ın söylediğine göre dil bilginlerinin çoğunluğu
"neam"in özel olarak develer hakkında kullanıldığı kanaatindedir.
"Seriy" ise mal ve başka şeylerin çok miktarına denilir. Nitekim mal
hakkında servet de mal çokluğu anlamındadır.
"Gidip gelen
davarların her birinden bana bir çift verdi." Buradaki "raiha"
gidip gelen develer, inekler, koyunlar, köleler demektir. "Zeve" ise
iki demektir. Bununla sınıf ve tür kastetmiş olması ihtimali de vardır. Çünkü bu
kelime sınıf hakkında kullanılır. Yüce Allah'ın: "Ve siz üç sınıf
olduğunuzda" (Vakıa, 7) buyruğunda olduğu gibi. İkinci rivayette:
"Bana kesilecek her tür hayvandan birer çift verdi" sözü de yani
kesilecek her birisinden bir çift verdi. Bütün nüshalarda bu şekilde
"zabiha: kesilecek" şeklindedir. Bu da kesilmesi caiz olan deve,
koyun, inek ve diğerleri demektir. Meful anlamında olup fail veznindedir.
"Akrabana da
ihtiyaçlarını fazlası ile karşılayacak şekilde dağıt." Yani onlara fazlası
ile ver, onları kollayıp gözetle. İkinci rivayette de: Vela tenkusu miretana
tenkisen: Azığımızı saçıp savurmaz" burada "tenkusu" fiilinden
sonra onun gelmesi gereken mastar şeklinden farklı olarak "tenkisen"
demesi caizdi. Yüce Allah'ın: "Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu
ve onu gazel bir şekilde yetişen bir bitki gibi bitirdi." (Ali İmran, 37)
buyruğunda da böyle gelmiştir.
Bundan kastı da şudur:
Bu rivayet bizim zaptettiğimiz gibi şeddesiz olarak kaydedilmiştir. Halbuki
önceki rivayette ise "tunekkisu" şeklinde te harfi ötreli, nun
fethalı, şeddeli kaf kesreHdir. Her ikisi de sahihtir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in Aişe (r.anha)'ya: "Benim sana göre durumum Ebu Zer'in
Um Zer"e göre durumu gibidir" buyruğu ile ilgili olarak ilim adamları
der ki: Bu onun gönlünü hoş etmek ve onunla güzel geçimini anlatmak için
söylenmiştir. Yani ben de sana Ebu Zer'in (Um Zer"e davrandığı) gibi
davranıyorum. Buradaki "küntü: idim" lafzı ya Zaidedir yahut da
devamlılık ifade eder. Yüce Allah'ın: "Allah gafurdur, rahimdir"
(Nisa, 96,100 ... ve başka yerler) buyruğunda olduğu gibi. Yani yüce Allah
geçmişte de böyleydi ve hep böyledir. Allah en iyi bilendir.
Um Zer' Hadisinden Çıkan
Hükümler
İlim adamları Um Zer'
ile ilgili bu hadisten çeşitli hükümler çıktığını söy-
lemişlerdir:
1. Aile fertleri ile
(zevce ve çocuklarla) güzel geçinmek müstehaptır.
2. Geçmiş ümmetlerin
haberlerini nakletmek caizdir.
3. Bir şeye benzetilenin
bütün hususlarda onun ile aynı olması gerekmez.
4. Talak ile ilgili
kinaye lafızlar ile talak ancak niyet ile gerçekleşir. Çünkü Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in Aişe (radıyallahu anha)'ya: "Benim sana göre durumum
Ebu Zer'in Um Zer "e göre durumu gibidir", demiştir. Ama Ebu Zer'in
işlerinden birisi de onun -az önce geçtiği gibi- karısı Um Zer"i boşamış
olduğudur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aleyhine bu benzetmesi ile boşama
sözkonusu olmaz. Çünkü o boşamayı niyet etmemiştir.
5. el-Mazen dedi ki:
Bazılarının, dediklerine göre burada kadınların hoşa gitmeyen şekilde kocalarını
anmaları sözkonusu olmakla birlikte bu anışları gıybet sayılmazdı. Çünkü
muayyen olarak kocaları ya da isimleri bilinmiyordu. Haram olan gıybet ise
muayyen bir insanı yahut da muayyen bir topluluğu (hoşlanmayacakları şekilde)
anmaktır. el-Mazeri dedi ki: Böyle bir mazerete ihtiyaç ancak Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in bir kadının kim olduğu bilinmeyen kocasının gıybetini
yaptığını işitip de onun bu yaptığına itiraz etmemesi halinde gerek duyulur. Bu
meseleyi ise Aişe bilinmeyen ve hazır olmayan kadınlardan diye nakletmiştir.
Ama bugün bir kadın kocasının hoşuna gitmeyecek şekilde kocasından söz edecek
olup bunu dinleyenler tarafından da tanınan birisi ise bu haram bir gıybet
olur. Eğer bilinmeyen birisi olup araştırma sonrası bile bilinmeyen bir kişi
olarak kalırsa bazılarına göre -daha önce kaydettiğimiz gibi- vebal yoktur.
Bunu da ilim meclisinde içen yahut hırsızlık yapan diye böyle birisinden söz
eden kimse gibi değerlendirir. el-Mazerı dedi ki: Bu diyenin bu söyledikleri
ihtimal dahilindedir.
Kadı Iyaz dedi ki: Bunu
söyleyen kişi doğru söylemiştir. Çünkü dinleyen kişi sözkonusu edilen şahsı
bilmiyorsa bu sözün kendisine ulaştığı kişi de onu bilmiyorsa gıybet olmaz.
Çünkü ancak kişinin tayin edilmesi halinde rahatsız olması sözkonusu olur.
İbrahim dedi ki: Sözkonusu edilen kişinin adını vermediği sürece yahut da
kendisi ile tanınacak şekilde dikkat çeken bir ifade kullanmadıkça gıybet
olmaz. İşte bu muayyen olarak bilinmeyen kadınlar ve kocaların da müslüman
oldukları Sabit değildir ki bunlar muayyen olarak bilinmeleri halinde gıybet
yaptıklarına hükm olunsun. Bunların kimlikleri bilinmezken nasıl gıybet hükmü
verilebilir ki? Allah en iyi bilendir .
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
15- NEBİ (S.A.V.)'İN
KIZI (A.S.)'IN FAZİLETLERİ BABI