SAHİH-İ MÜSLİM

SAHABE

 

14- ÜMMÜ ZER HADİSİ BABI

 

6255-92/1- Bize Ali b. Hucr es-Sa'di ve Ahmed b. Cenab ikisi İsa [b.

Yunus] 'dan -lafız İbn Hucr'a ait olmak üzere- tahdis etti, bize İsa b. Yunus tahdis etti, bize Hişam Urve'den tahdis etti, o kardeşi Abdullah b. Urve'den o Urve’DEN o Aişe’DEN şöyle dediğini rivayet etti: On bir kadın oturup birbirleri ile kocalarının haberlerinden hiçbir şey gizlemeyeceklerine dair ahitleştiler, akitleştiler.

Birincisi dedi ki: Kocam ulaşılması zor bir dağın tepesinde cılız sıska bir deve eti gibidir. Kolay değil ki ona çıkılsın, semiz değil ki alınıp götürülsün.

İkincisi dedi ki: Kocamın haberini yayamam. Çünkü ben, eğer onu anmaya başlayacak olursam onu tamamlayamadan bırakırım diye korkarım. Eğer anacak olursam da gizli açık ne varsa her şeyini anlatırım.

Üçüncüsü dedi ki: Kocam uzun mu uzundur. Konuşursam bana talak verilir, susarsam askıdaymışım gibi bırakılırım.

Dördüncüsü dedi ki: Kocam Tihame gecesi gibidir. Ne sıcaktır ne soğuk, ne korku vardır ne de usanç.

Beşincisi dedi ki: Kocam içeri girerse pars kesilir, dışarı çıkarsa aslan kesilir, Alışageldiği şeyi de hiç sormaz.

 

Altıncısı şöyle dedi: Kocam önüne geleni yer, içerse sonuna kadar içer.

Eğer uzanıp yatarsa elbiseye bürünür ama üzüntü veren şeyi oğrenmek maksadıyla da elini uzatınaz.

 

Yedinci kadın şöyle dedi: Kocam karanlık bir gölge -yahut aşılamayan bir ahmak-dır. Ne kadar hastalık varsa onda var. Kafanı yarar yahut bir tarafını kFar ya da her ikisini yapar.

 

Sekizincisi şöyle dedi: Kocam zerneb gibi hoş kokuludur. Dokunuşu da t3vşan dokunuşu gibi yumuşakur.

 

Dokuzuncusu şöyle dedi: Kocam yüksek direkler gibi şereflidir. Uzun boyludur. Cömert mi cömerttir. Evi de meclise (nedveye) yakındır.

 

Onuncu kadın dedi ki: Kocam maliktir. Malik ne maliktir. Malik ondan (söyleyeceklerimden) daha da hayırlıdır. Onun çokça çöken ama az yayılan develeri vardır. Bunlar ud nağmelerini duydular mı artık pek yakında helak olacaklarını kesinlikle anlarlar.

Onbirinci kadın dedi ki: Kocam Ebu Zer' dir. Ebu Zer ne iyi adamdır.

Kulaklarımı küpelerle şakırdattı, pazularımı yağla doldurdu, beni sevindirdiği gibi içimi de sevinçle doldurdu. Beni bir dağ başında bir kaç koyunu olan bir aile halkı arasında buldu da beni kişneyen atlara, böğüren develere, dövülen harmanlara, savrulan ekinlere sahip bir aile arasına kattı. Onun yanında söylediklerim sebep ile azarlanmıyorum, sabah uykuma da yatarım, içerim de, kanarım.

 

Ebu Zer'in annesi ne iyi bir annedir. Onun büyük kilerleri vardır, geniş bir evi vardır.

Ebu Zer'in oğlu ne iyi bir oğuldur. Onun yatağı ince hurma lifi gibidir, kendisini bir oğlak kolu dahi doyurur.

 

Ebu Zer'in kızı ne iyi bir kızdır. Babasına da çok itaatkardır, annesine de çok itaatkardır. Elbisesini doldurur, kumasını çatlatır.

 

Ebu Zer'in cariyesi ne iyi bir cariyedir. Konuştuklarımızı yaymaz, azığımızı darmadağın etmez ve saçmaz. Evimizi de kuş yuvası gibi işe yaramaz şeylerle doldurmaz.

(Um Zer') devamla dedi ki: Tulumlar sütle çalkalanırken Ebu Zer dışarı çıktığında beraberinde iki parsı andıran iki oğlu bulunan bir kadınla karşılaştı. Oğulları böğründe bulunan iki nar ile oynuyorlardı. Hemen beni boşadı, o kadını nikahladı. Ben de ondan sonra şerefli, efendi, iyi yürüyüşü olan bir ata binen, hatti mızrak kullanan birisi ile evlendim. Yanıma çok miktarda deve getirir, gidip gelen davarların her bir türünden bana bir çift verdi. Ey Um Zer'i Sen de ye, dedi. Akrabana da ihtiyaçlarını fazlası ile karşılayacak şekilde de dağıt, dedi. Ama yine de onun bana verdiklerinin hepsini toplasam Ebu Zer'in en küçük kabını dolduracak miktarı bulmaz.

 

Aişe dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Benim sana karşı durumum Ebu Zer'in Um Zer"e göre durumu gibidir" buyurdu.

 

Diğer tahric: Buhari, 5189

 

 

 

6256- .. ./2- Bunu bana Hasan b. Ali el-Hulvanı de tahdis etti, bize Musa b. İsmail tahdis etti, bize Said b. Seleme, Hişam b. Urve'den bu isnad ile tahdis etmekle birlikte o şüphe etmeksizin: "Aşılamayan bir ahmak", dedi. Ayrıca (o da) az yayılan", dedi ve: "Örtüsünün içi boş" gibi emsali kadınlarının en hayırlısı, kumasını çatlatandır", dedi. Yine: "Azığımızı saçıp savurmaz" ve: "Bana kesilecek her tür hayvandan birer çift verdi", dedi.

 

 

AÇIKLAMA:          (6255) "Ahmed b. Cenab" cim ve nun iledir.

 

Hafız Ebu Bekr Hatib el-Bağdadi, el-Mübhemat adlı eserinde şunları söylemektedir: Um Zer' hadisinde adı geçen kadınların ismini veren bir kimse olduğunu bilmiyorum. Bundan tek istisna biraz sonra zikredeceğim rivayet yoludur. Bu da oldukça garibdir. Sonra bu rivayeti zikretmektedir. Zikrettiği bu rivayette belirtildiği üzere ikinci kadının adı Amre b. Amr, üçüncüsünün adı Hubba bint Na'b, dördüncüsünün adı Mühedded bint Ebu Merzeme, beşincisinin adı Kebşe, altıncısının adı Hind, yedincisinin Hubba bint Alkame, sekincisi Evz b. Abd'ın kızı, onuncusu Kebşe bint el-Erkam, onbirincisi Um Zer' bint el-Ked b. Saide' dir.

"Onbir kadın oturdu" cümlesinde oturdu anlamındaki fiil nüshaların bir çoğunda "celese" şeklinde bazılarında sonunda nun ziyadesi ile "celesne" şeklindedir. Bu da az kullanılan bir söyleyiş olup buna dair açıklama daha önce bir kaç yerde geçmişti. Bu açıklamaların geçtiği yerlerden birisi de "Gece ve gündüz melekleri aranızda biri diğerini takip ederek bulunurlar" hadisidir.

 

"İhda aşrate -tis'a aşrete: on bir-on dokuz" ve aralarındaki sayılarda şin harfinin sakin kesreli ve fethalı okunması caizdir. Sakin okunması daha fasih ve daha meşhurdur.

 

"Kocam ulaşılması zor bir dağın tepesinde cılız sıska bir deve etidir ... " Ebu Ubeyd ile diğer garibul hadis alimleri ve şarihler dedi ki: gas zayıf cılız demektir. "Ulaşılması zor bir dağın tepesinde" ifadesinin anlamı da şudur: O, çeşitli bakımlardan hayrı ve faydası az bir kişidir. Evvela o deve etine benzer.

 

Koyun etine değiL. Diğer taraftan bununla birlikte o zayıf ve oldukça bayağıdır. Aynı zamanda o ancak pek büyük bir meşakkat ile kendisine ulaşılıp ele geçirilebilen zor elde edilir bir şeydir. Cumhur bunu böylece açıklamışlardır.

 

Hattabi de şöyle demektedir: "Bir dağın tepesinde" ifadesinden kastı kocam büyüklenir, kendisini üstün görür ve gerçek değerinden çok daha yukarılarda kendisini tutmaya çalışır. Yani o faydasının azlığı ile birlikte büyüklenen ve kötü huylu birisidir demektir.

 

Yine, dediklerine göre: "Alınıp götürülen semiz de değildir" sözü de insanlar onu yemek maksadı ile evlerine taşıyıp götürmezler. Aksine bayağı olduğundan ötürü ona iltifat etmeyip olduğu yerde bırakırlar.

 

Hattabi dedi ki: Bunun kötü geçimine katlanmayı gerektirecek bir faydası da yoktur.

Bundan başka bir rivayette bu ifade: "Vela seminun feyunteka: semiz de değildir ki iliği çıkartılsın" şeklinde rivayet edilmiştir. Yani onun iliği çıkartılıp (ondan yararlanılamaz).

 

"İkinci kadın dedi ki: Kocamın haberini yaymam ... " Onun haberini yaymam çünkü ben eğer haberini yaymaya kalkışacak olursam -İbnu's-Sikklt ve başkalarının yaptığı bu husustaki iki yorumdan birisine göre- anlamı: Onun haberlerini etraflı bir şekilde anlatmaya koyulacak olursam uzun sürer. Çokluğundan ötürü onu tamamlamaya gücüm yetmez şeklindedir. İkinci yoruma göre buradaki "Iamelif" harfi fazladan gelmiştir. Yüce Allah'ın: "Secde etmekten seni ne alıkoydu" (Araf, 12) buyruğundaki gibi olup, bu da ben eğer bunları anlatmaya kalkışacak olursam beni boşayacağından korkarım. Bu sebeple anlatmaktan vazgeçiyorum demek olur.

 

"Ucer bucer: gizli açık ne varsa" den kastedilen ise onun her türlü kusurudur. Hattabi ve başkalarının, dediklerine göre bu iki kelime ile gizli kusur ve ayıplarını ve saklı sırlarını kastetmiştir. Bilginlerin, dediklerine göre "ucer" sinirlerin ya da damarların vücuttan dışarıya doğru tümseklik teşkil edecek şekilde boğum boğum olmasıdır. Bucer de buna yakın bir anlam ifade eder. Ancak bu özel olarak karın için kullanılır. Nitekim bir kimsenin göbek bağı dışarı çıkmış ve büyük bir bağ ise ona ebcer denilir. Karnının büyük olması halinde de ebcer adam denilir. Kadın için de müennes olarak "becra" denilir. Çoğulu da bucer diye gelir. Herevi dedi ki: İbnu'I-PÜabi dedi ki: Ucre aslında sırttaki bir şişkinliktir. Eğer bu göbek bağında olursa buna bucre denilir.

 

"Üçüncüsü dedi ki: Kocam uzun mu uzundur ... " Aşannek uzun boylu kişi demektir. Yani onda faydasız bir uzun boydan başka bir şey yoktur. Onun kusurlarını anacak olursam beni boşar, eğer bunları söyleyemeyip susacak olursam beni askıdaymışım gibi bırakır. Yani beni öyle bir halde terkeder ki bekar mıyım evli miyim bilmem.

 

"Dördüncüsü dedi ki: Kocam tihame gecesi gibidir ... " Bu oldukça belagatli bir övgüdür. Anlamı da şudur: Onda rahatsız edecek bir şey yoktur. Aksine o tihame gecesi gibi rahat ve geçimi tatlı, mutedil ve dengeli birisidir. Onda rahatsız edici bir sıcaklık da yoktur, aşırı bir soğuk da yoktur. Ahlakı oldukça güzel olduğundan ötürü ondan bir kötülük gelecek diye korkmam, üstelik benden usanmaz, benimle sohbet etmekten bıkmaz.

 

"Beşincisi dedi ki: Kocam içeri girince pars kesilir, dışarı çıkınca aslan kesilir ... " Bu da oldukça belagatli bir övgüdür. O eve girdiği zaman çokça uyumakla ve evinin eşyalarından neyin gidip neyin kaldığına pek aldırmayan dikkat etmeyen bir hal ile nitelendirmektedir. Çokça uyumasından ötürü onu parsa benzetmiştir. Nitekim parstan daha uykucu deyimi kullanılır. Bu da: "Alışageldiği şeyi sormaz" sözlerinin anlamını ifade eder. Yani evde bulunduğunu bildiği, alıştığı, malını eşyasını sormaz. Dışarı çıktığı zaman arslan kesilir ifadesi de onu kahramanlık ile nitelemektedir. Yani insanlar arasında yahut savaşa katıldığı vakit arslan gibidir. Kadı İyaz dedi ki: İbn Ebu Uveys dedi ki: Burada pars kesilmesi eve girdiği zaman benim üzerime pars gibi atlar anlamındadır. Bu sözleri ile kendisini vurması ve kendisi ile cima etmekte elini çabuk tutmasını anlatmak istiyor gibidir. Ama doğru ve meşhur olan birinci açıklamadır.

 

"Altıncısı dedi ki: Kocam önüne geleni yer ... " İlim adamları der ki: Yemek hakkında "lef" çeşitli türleri karıştırarak hiçbir şey bırakmayacak şekilde pek çok yemek demektir. İçmek hakkında "iştifaf" ise kapta ne varsa hepsini içmek demektir. Bu da "şufafe" den alınmadır ki şufafe ise kapta bulunan içecek demektir. Kişi bu kalanı içtiği zaman bunu anlatmak üzere bu kökten fiil kullanılır.

 

"Üzüntü vereni anlatmak için elini uzatmaz" sözleri hakkında Ebu Ubeyd şunları söylemektedir: Sanırım vücudunda bir kusur yahut da bir hastalık vardı da bunu böyle kinaneli anlatmıştır. Çünkü bes: Üzüntü, keder demektir. O kendisini üzen o yere dokunmamak için böylelikle de bu zevcesine ağır gelmesin diye elini o yere sokmazdı. Böyleliklekarısı onu alicenablık ve güzel ahlakla nitelendirmiş olmaktadır.

Herevi de dedi ki: İbnu'l-A'rabi dedi ki: Bu kocası için bir yergidir. Şunu anlatmak istiyor eğer kocası yatıp uyuyacak olursa bir tarafta elbiselerine sanlır ve benim ona karşı sevgimi bilmesi için benimle birlikte yatmaz. Ortada kadının kocasına yakın olmayı sevmesi dışında bir üzüntüsü yoktur demektir.

 

Başkaları da şöyle demektedir: Kadın bu sözleri ile bu benim halimi ve ihtiyaçlarımı hiç düşünmez demek istemiştir. İbnul Enbari de dedi ki: İbn Kuteybe Ebu Ubeyd'in bu ibareyi yorumlamasını reddederek şunları söylemiştir: O sözlerinin başında onu yermişken burada nasıl onu övmüş olabilir? İbnul Enbari dedi ki: Fakat Ebu Ubeyd'in yorumunu reddetmeyi gerektirecek bir taraf yoktur: Çünkü kadınlar kocalarının haberlerinden herhangi bir şeyi gizlememek üzere akitleşmiş, ahitleşmişlerdi. Aralarından bazılarının kocasının bütün nitelikleri güzel idi böylece onu nitelendirdi. Bazılarının kocalarının nitelikleri çirkindi, kötü idi onları zikretti. Kimisinin niteliklerinin bir kısmı çirkindi o da her iki türünü zikretti ..

Hattabi ve başkaları İbnu'l-A'rabi ve İbn Kuteybe'nin görüşünü kabul ettiği gibi Kadı Iyaz da bunu tercih etmiştir.

 

"Yedincisi dedi ki: Kocam karanlık bir gölge yahut aşılamayan bir ahmaktır ... " Bu lafız bu rivayette gayn ile "gayaya (karanlık bir gölge)" yahut da ayn harfi ile ayaya: aşılamayan, aşılması zor diye kaydedilmiştir. Rivayetlerin çoğunluğunda da gayn iledir. Bununla birlikte Ebu Ubeyd ve başkaları gayn ile rivayeti kabul etmeyerek doğrusu ayn ile gelen rivayettir, demişlerdir. Bu da aşılamayan, aşı yapmayan demektir. Bunun kadınlarla birlikte olmaktan çok yorulan ve bundan acze düşen ennin (cima edemeyen, iktidarsız) anlamında olduğu da söylenmiştir. Kadı lyaz ve başkaları gayn harfi ile "gayaya" doğrudur ve bu karanlık ve kişiyi gölgelendiren her bir şey demek olan "gayaye" den alınmıştır. Bu da herhangi bir yolu bulamayan kişi anlamına gelir ya da onun ruhen ağır bir nitelikte olduğunu ve onun hiçbir aydınlığı bulunmayan kapkatanlık, kesif bir gölge gibi olduğunu anlatmak istemiştir. Ya da bu sözleri ile onun bir takım kusurlarını gizlediğini kastetmek istemiştir.

 

Yahut da bu kelime "gay" den gelmektedir ki bu da şerde, kötülükte aşırıya gitmek demektir. Yahut hüsran demek olan "gay"den de gelen bir kelime olabilir. Nitekim yüce Allah: "Onlar gay ile karşılaşacaklardır" (Meryem, 59) buyurmaktadır.

 

"Tibaka" ise ahmaklığından ötürü işleri üzerine yığılıp içlerinden çıkamayan kimse demektir. Konuşmaktan aciz olduğu için dudaklarını açamayan anlamında olduğu söylendiği gibi ahmak, aciz, çaresiz demek olduğu da söylenmiştir.

 

"Şecce: başta yara açtı" demektir. Nitekim şecac başta açılan yaralara, cirah ise hem başta hem de vücutta açılan yaralara denilir.

 

"Felle: kırdı, vurdu" demektir. Sözlerinin anlamı ise: Başın yarılması, dövmesi, bir organın kırılması sözkonusu olur ya da her ikisi birlikte olur. Burada "fel" den kasıt husumet, düşmanlık demektir.

 

"Ne kadar hastalık varsa onda var." insanlarda görülen bütün hastalıklar onda var demektir.

 

"Sekizinci kadın dedi ki: Kocam zerneb gibi hoş kokar ... " Zerneb bilinen hoş bir kokudur. Denildiğine göre o bu sözleri ile vücudunun hoş koktuğunu anlatmak istemiştir. insanlar arasında elbiselerinin hoş koktuğunu yahut da ahlakının yumuşak, geçiminin güzel olduğunu anlatmak istemiştir. "Tavşan dokunuşu" ise yumuşaklığı ve ahlakının kerim olduğu hususunda açık bir ifadedir.

 

"Dokuzuncu kadın dedi ki: Kocam yüksek direkler gibi şerefli..." buradaki "nadi: meclis (nedve)" kelimesi nüshalarda sonu ye iledir. Arapçadaki fasih söyleyiş de budur. Fakat rivayette meşhur olan sec'in tamamlanması için ye harfinin hazfedilmesidir.

 

ilim adamları der ki: "Direklerinin yüksek" olması onu şerefli ve kendisinden övülerek söz edilen bir kişi olmakla nitelendirmektir. Çünkü imad: direk'in asıl anlamı evin direğidir. Çoğulu umud diye gelir. Bunlar da evlerin kendileri ile desteklendiği uzun ağaçlardır. Bununla evinin (ailesinin) şeref itibari ile kavmi arasında yüksek olduğunu kastetmektedir. Mesken olarak kullandığı evin direklerinin yüksek olduğu anlamında olduğu da söylenmiştir. Böylelikle gelecek misafirler ihtiyaç sahipleri onu görüp o eve gelsinler. Nitekim cömert kimselerin evleri hep böyledir.

 

"Uzun boylu" ifadesi ile de kocasını uzun boylu olmakla nitelendirmektedir. Aslında "nİcad" kılıcı taşıyan kın ve sair şeylerdir. Uzun boylu olan bir kimsenin kılıcını taşıyan . kın ve diğer parçalarının uzun olmalarına ihtiyacı vardır. Araplar da bu niteliği övgü için kullanırlar.

 

"Azimurrimad: (kelime manası külü çok fazla) cömert mi cömert" bu sözleri ile onu cömertlikle, et ve ekmek çokça ikram etmekle onu nitelendirmektedir. Böylelikle onun evinde yakılan ateş çok olduğu için külü de çok olur. Bir diğer açıklamaya göre onun geceleyin gelen misafirler yollarını bulsunlar diye ateşi sönmediği için böyle, demiştir. Çünkü cömert insanlar gece karanlıklarında büyük ateşler yakar ve bunları tepelerde yüksek yerlerde yerleştirirler, misafirler yollarını bulsunlar diye çokça meşale taşıbrlar.

 

"Evi de meclise {nedveye} yakındır" sözü ile ilgili olarak dil bilginleri şunu söylemektedir: Nadi ve münteda kavmi n meclisi demektir. Onu cömertlikle ve efendilikle nitelendirmektedir. Çünkü ancak bu nitelikte olan bir kimsenin evi meclise yakın olur. Zira misafirler o meclise giderler. Mecliste bulunanlar da ihtiyaç duydukları şeyleri meclise yakın bir evden alıp getirirler. Bayağı adi kimseler ise meclisten uzak yerlerde kalırlar.

 

"Onuncu kadın dedi ki: Kocam maliktir ... " Onun bu sözleri şu demektir:

 

Onun çok devesi var ve bu develeri avlusunda çöküp durmaktadır. Onları ancak zaruret kadar az miktarda yayılmaya gönderir. Vakitlerinin çoğunluğunda onun avlusunda çöküp kalırlar. Yanına misafirleri geldiği zaman develer de orada hazır bulunur, misafirlerine develerin süt ve etlerinden ikram eder. Mim harfi kesreli olarak "mizher" çalınan ud demektir. Şunu söylemek istemiştir. Kocası develerini şuna alıştırmıştır. Kendisine misafirler geldiği taktirde o develerin bir kısmını onlara keser ve ud, diğer çalgı aletleri ve içecekler getirir. Develer ud sesini duydular mı misafirlerin geldiğini ve arbk kesilip helak olacaklarını anlarlar. Ebu Ubeyd'in ve cumhurun açıklaması budur.

 

Bir diğer açıklamaya göre bu develerden misafirlere çokça kesildiği için çöküşleri de çok olur. Eğer ilk açıklamayı yapanların, dedikleri gibi olsaydı bunların zayıflıktan ölmeleri gerekirdi.

 

Bunun böyle olması gerekmez. Çünkü develer ihtiyaçlarını alabilecekleri kadar bir süre meralara yayılır sonra da gelip avluya çökerdi.

 

Bir diğer açıklamaya göre: "Çökmeleri pek çok" ibaresi hakların yerine getirilmesi, bağış yapılması, başkalarının maddi sorumluluklarının yüklenilmesi için ve çok sayıda gelen misafirler için çokça çökerler, merada otlamaları da pek azdır. Çünkü bu develer bu belirtilen alanlarda harcanarak tüketilir. Bu açıklamayı İbnu's-Sikkit yapmıştır.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Ebu Said en-Neysaburi dedi ki: Durum şundan ibarettir. Develer -mim harfi ötreli olarak- müzhir'in -ki müzhir misafirler için ateş yakılan ocağa denilir- sesini işittikleri vakit {helak olacaklarını anlarlar}. Şunları da söylemektedir: Araplar ud denilen -kesreli mim ile- mizheri bilmezlerdi. Ancak medeni şehirlere gidip gelenler müstesnadır.

 

Kadı İyaz dedi ki: Bu onun bir hatasıdır. Çünkü hiçkimse bunu ötreli mim ile rivayet etmemiştir. Diğer taraftan kesreli mim ile "mizher" arap şiirlerinde meşhurdur. Ayrıca bu kadınların şehirlere gidip gelmiş şehirlerde yaşamayan kimselerden olmadıkları iddiası da kabul edilmez. Çünkü bir rivayette onların Yemen kasabalarından bir kasabadan oldukları belirtilmiştir .

 

"Onbirinci kadın dedi ki: ... " Bazı nüshalarda "el-hadi aşrate" bazılarında da "el-hadiyete aşrate" şeklindedir. Doğrusu birincisidir.

 

"Kulaklanmı küpelerle şakırdattı" ha harfi ötreli huli ve kesreli olmak üzere meşhur iki söyleyiştir. Nevs ise sarkan her bir şeye denilir. Nase yenusi nevsen fiili buradan gelmektedir. İfadesi de şu demektir: O bana pek çok küpe ve takılar alarak beni süsledi. İşte onlar çokluklarından dolayı hareket etmekte (şakırdamakta}dır.

 

"Pazularımı yağla doldurdu." İlim adamları der ki: Beni şişmanlattı, bedenimi yağla doldurdu. Kastı yalnızca pazularının yağlandığı değildir ama pazulan yağlanınca vücudunun diğer kısmı da kilo alır.

 

"Beni sevindirdiği gibi benim de içim sevinçle doldu." Beni sevindirdiği için ben de sevindim anlamında olmakla birlikte İbnul Enbari dedi ki: O beni ta'zim etti, ben de kendi gözümde büyüdüm demektir. Nitekim tebecceha: büyüklendi, böbürlendi anlamındadır.

 

"Bir dağ başında bir kaç koyuna sahip bir aile halkı arasında beni buldu ... " Guneyme: birkaç koyun demektir. Bu sözleri ile şunu demek istemiştir:

 

Onun ailesi at ve deve sahipleri değil koyun sahibi kimselerdi. Çünkü "sahil" atların çıkardığı sesler "atit" de develerin çıkardığı seslerdir. Araplar koyun sahiplerini pek önemsemezler. Onlar at ve deve sahiplerini önemserler.

 

"Şik: dağ başı" şin harfi kesreli de fethalı da (şek) söylenir. Ama hadis rivayetlerinde bilinen ve hadis ehli nezdinde meşhur olan kesreli söyleyiştir. Dil bilginleri nezdinde bilinen ise fethalı söyleyiştir. Ebu Ubeyd aslında fethalıdır fakat muhaddisler bunu kesreli okurlar, demiştir. Buranın bir yer adı olduğunu söylemiştir. Herevi ise doğrusu fethalı söyleyişidir, demiştir. İbnul Enbari hem kesreli hem fethalı söylenir. Bir yer adıdır, demiştir. İbn Ebu Uveys ve İbn Habib de hem kendilerinin hem koyunlarının azlığı sebebi ile bir dağın başında olduklan anlamına gelir. "Şikkul cebel" de dağın bir tarafı, bir yanı demektir.

 

el-Kubtini dedi ki: Şin harfi kesreli olarak "şık" orada darlık ve meşakkatli bir hayat sürerek geçinirler demektir.

 

Kadı İyaz dedi ki: Bu bana göre daha tercih edilir bir açıklamadır. Bunu başkası da tercih etmiştir. Böylelikle 'bu hususta üç görüş ortaya ablmış olmaktadır.

 

"Daiz: Harman döven" harmanda ekini döven kişiye denilir. Herevi ve başkalarının, dediklerine göre "dase et-taam: buğdayı dövdü" demektir. "Daiz"in bizzat harmanın kendisi olduğu da söylenmiştir .

 

"Munakkin: Ekin savuran" kelimesi mim harfi ötreli nun fethalı ve sondaki kaf şeddelidir. Mim harfini kesreli söyleyenleri de vardır (munikkin). Ama doğru ve meşhur olan fethalı söyleyiştir. Ebu Ubeyd: Doğrusu fathalıdır, demiştir. Ayrıca muhaddisler bunu kesreli okuyorlar fakat anlamının ne olduğunu bilmiyorum, demiştir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Bizim bu kelimeyi rivayetimiz nun harfi fethalıdır. Sonra Ebu Ubeyd'in açıklamalarını kaydederek kendisi de şunları söylemektedir:

 

İbn Ebu Uveys de bunun kesreli kullanıldığını ve bunun davarların çıkardığı sesler olan "nak*" demek olduğunu söylemiştir. Kadın böylelikle kocasını mallarının çok olması ile nitelendirmiş olmaktadır.

 

Cumhura göre sahih olan nun harfinin fethalı oluşudur. Bundan kasıt ise buğdayı ayıklayan kişidir. Yani onu kabuğundan ve başağından çıkartan kişiye denilir. Bu da Herevi'nin: Bu buğdayı elek ile eleyen kimsedir şeklindeki açıklamasından daha güzeldir. Maksat ise onun ekin sahibi olup ekinini dövdüğü ve ayıkladığını anlatmaktır.

 

"Onun yanında konuşurum da azarlanmam ... " Yani o benim konuşmamı çirkin bulmaz, konuştuğumu geri çevirmez. Aksine konuştuğumu kabul eder. "etesabbah: sabah uykusunu da yatarım." Yani sabahtan sonra uykumu uyurum demek istiyor. Bu sözleri ile de kendisinin ihtiyaç ve işlerinin hizmetçileri tarafından görüldüğünü, kendisinin çalışmasına ihtiyaç olmadığı için uyuduğunu anlatmak istemiştir.

 

"Etekannah: kanarım" kafdan sonra nun ile olup bütün nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz dedi ki: Biz Buhari ve Müslim'in Sahih'lerinde sadece nun ile rivayet ettik. Buhari dedi ki: Bazıları ise mim harfi ile "etekammah" diye kaydetmişlerdir. Bu da daha sahihtir. Ebu Ubeyd dedi ki: Bu kelime mim iledir. Bazı kimseler bunu nun ile rivayet ediyorlar ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum, demiştir. Başkaları ise nun ve mim rivayetleri sahih rivayetlerdir. Her ikisinin de manası iyice suya kandığım için onu bırakıncaya kadar suyumu içerim demektir. Nitekim suya doyduktan sonra devenin başını yukarıya kaldırmasını anlatmak için kullanılan "kamaha" fiili de buradan gelmektedir. Ebu Ubeyd: Görüşüme göre o bu sözü ancak onların yanında suyun oldukça az bulunmasından dolayı söylemiştir. Nun ile olduğunu söyleyenlerin kanaatine göre ise manası: Ben içeceğimi kesik kesik içerim, ağır ağır içeri m demektir, demiştir. Bunun suya kandıktan sonra içmek olduğu da söylenmiştir. Dil bilginleri der ki: Develer hakkında "kanaha ve tekannaha" fiilleri su içmeye zorlanmaları manasındadır.

 

"Kilerleri büyük" Ebu Ubeyd ve başkalarının, dediklerine göre "uklim: heybeler, yemeğin ve eşyanın içine saklandığı büyük kaplar" demektir. Tekili ayn harfi kesreli olarak "ikm" demektir. "Redah" da büyük ve muazzam anlamındadır. Nitekim büyük kalçalı kadına da "redah" denilir. Şayet redah müfred olarak kullanıldığı halde nasıl çoğul olan "ükum: kilerler" kelimesi sıfat olarak kullanılmıştır? Halbuki çoğul bir ismin tekil ile nitelendirilmesi caiz değildir denilecek olursa Kadı Iyaz cevabının şu olduğunu söylemiştir: O, onun her bir deposunun, kilerinin, kabının pek büyük olduğunu kastetmiştir. Yahut da burada "redah: zehab: gitmek" gibi mastar olabilir.

 

"Evi geniştir" geniş anlamındaki "fesah" fe harfi fethalı sin şeddesizdir.

 

Geniş demektir. Fesih de aynı anlamdadır. Cumhur bunu böylece açıklamıştır. Kadı Iyaz dedi ki: Bu sözleri ile hayırların ve nimetlerin pek çok olduğunu anlatmış olma ihtimali de vardır.

 

"Yatağı ince hurma lifi gibidir." Şatp: Hurma lifi, hurma dalından alınan incecik parçaya denilir. Çünkü hurma ağacı dalından ince ince çubuklar çıkar. Bundan maksadı da onun (Ebu Zer'in oğlunun) üzerinde pek et bulunmayan bir hurma lifi gibi ince olduğunu anlatmak istemiştir. Bu da erkek için övülecek bir niteliktir. Misel ise sıyrılmış demektir ki kabuğu alınmış dal anlamındadır. İbnu'l-A'rabi ve başkaları dedi ki: O bu sözleri ile kınından sıyrılmış kılıç gibi olduğunu anlatmak istemiştir.

 

"Kendisini bir oğlak kolu dahi doğurur." Cefre dişi küçük keçi yavrusu (oğlağı) demektir. Bunun koyun oğlağı anlamına olduğu da söylenir. Dört aylık olup annesinin sütünden kesilmiş olana denilir. Erkeğine de cef denilir. Buna sebep ise yan taraflarının kemik olmasından dolayıdır.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Ebu Ubeyd ve başkaları dedi ki: Cefre keçi yavrularındandır. İbnul Enbai ve İbn Dureyd de koyun yavrularındandır, demiştir. Kastettiği ise yemeğinin az olduğudur. Araplar bunu övgü olarak zikrederler.

 

"Babasına da itaatkardır, annesine de itaatkardır" her ikisine itaat edip emirlerine uyar.

"Elbisesini doldurur" yani vücudu dolgundur. Diğer rivayette ise "örtüsünün içi boş gibi" denilmektedir. Sad harfi kesreli olarak "sıfır" boş olan demektir. Herevi: Karnı küçük anlamındadır. Rida ise karna kadar inen elbiseye denilir. Bu onun vücudunun üst tarafının hafif olduğu anlarinndadır. Bu ise ridanın ulaştığı yere denilir. Fakat alt tarafı -ki burası da kisanın bağlandığı yerdir- dolgundur. Bunu da bir rivayette: "İzarı dolgundur" ifadesı desteklemektedir. Kadı Iyaz dedi ki: Daha uygunu bunun: Omuz taraflarının dolgun, göğüslerinin ridasını vücudundan yukarı kaldıracak ve böylelikle ona değmediği için -vücudunun alt tarafından farklı olarak- içi boş gibi duracak şekilde ridasını yüksek tutmaları demektir.

 

"Kumasını çatlatır.", dediklerine göre burada care (lafzi olarak: kadın komşu}den kastedilen onun kumasıdır. Yani onun kuması onun güzelliğini, iffetini ve edebini gördüğü için öfkelenir. Diğer rivayette ise: "Akru caretihe" şeklindedir. Nüshalarda bu şekilde ayn ve kaf harfi sakin olarak geçmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Biz bütün üstadlarımızdan bunu böylece zaptettik. Ama el-Ceyani bunu ötreli ayn ve sakin be ile olmak üzere "ubr" diye zaptetmiştir. İbnu'l-Arabı de böylece zikretmiştir. Sanki Ceyanı bunu el-Enbari'nin kitabından hareket ederek düzeltmiş gibidir. Enbari de bunu iki türlü açıklamıştır. Birincisine göre ibret almak (itibar) kökü ile alakalı bir anlamdır. Yani o onun ibret almasına sebep teşkil edecek şekilde güzel, iffetli ve akıllı olduğunu görür. İkinci anlam ise gözyaşı demek olan "abre" ile alakalıdır. Yani o onun bu halini görerek öfke ve kıskançlığından ötürü ağlar. Kaf ile rivayet edenlerin rivayetine göre anlamı ise onu öyle bir öfkelendirir ki neticede kesilmiş, boğazlanmış gibi bir hale gelir. Ya da arapların bu anlamdaki bir deyiminden hareketle: Onu dehşete düşürür demektir.

 

"Konuştuklarımızı yaymaz." Yani onu yayıp açıklamaz, aksine sırrımızı ve konuşmalarımızı tamamen gizler. Müslim'den başka kaynaklarda (tebussu kelimesi yerine) nun ile "tenüssü" diye rivayet edilmiştir. Bu da anlam itibari ile birincisine yakındır. Yani sözümüzü açığa vurmaz, açıklamaz.

 

"Azığımızı darmadağın etmez ve saçmaz." Mıre: azık başka yerden getirilen yiyecek demektir. Bu sözleri de bizim yiyeceğimizi berbat etmez, dağıtmaz, onu boşuna tüketmez. Bu da onun güvenilir olmakla nitelendirilmesi anlamındadır.

 

"Evimizi de kuş yuvası gibi işe yaramaz şeylerle doldurmaz." Yani çöpü ve kirleri kuş yuvası gibi ortada darmadağınık bir şekilde bırakmaz. Aksine o evi tertib edip düzenler, onun temiz olmasına itina gösterir.

 

Bunun şu anlama geldiği de söylenmiştir. Kuş yuvalarını andıran evin köşelerinde bizim erzakımız hususunda bize hainlik etmez.

 

Müslim'den başka kaynaklarda giş: aldatmaktan gelen "tağşişen: aldatarak" diye rivayet edilmiştir. Bu aldatması yemek ve erzak hakkındadır denildiği gibi bunun kovuculuk yapmak sureti ile aldatmadığı anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani o hiçbir şekilde kovuculuk mahiyetinde bir şey konuşmaz.

 

"Tulumlarda süt çalkalanırken" burada "evtab: tulumlar" kelimesi "vatb"in çoğuludur. Bu benzeri az görülen bir çoğul şeklidir. Müslim'den başkasında yer alan bir rivayette "vitab" diye kaydedilmiştir. Asla uygun çoğul şekli de budur. Bunlar da sütün içinde çalkalandığı kapların adıdır. Ebu Ubeyd ise evtabın vatbenin çoğulu olduğunu söylemiştir.

 

"Böğrünün altından iki nar ile oynuyorlardı." Ebu Ubeyd dedi ki: Yani bu kadın kalçası büyük bir kadındı. Sırtüstü yattığı zaman kalçaları onu yerden öyle bir yükseltir ki altında narların dahi gidip gelebileceği kadar bir boşluk meydana gelir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Kimisinin, dediğine göre burada iki nardan kasıt kadının memeleridir. Yani onun nar gibi küçük iki güzel memesi vardır. Kadı Iyaz dedi ki: Bu daha tercih edilir. Özellikle de "göğsünün altında ve üst gömleğinin altında" diye de rivayet edilmiştir. Çünkü çocukların annelerinin sırtlarının altından nar atmaları diye bir alışkanlık görülmediği gibi kadınların da aynı şekilde erkeklerin kendilerini bu halde görecekleri bir vaziyette sırtüstü yatmaları gibi bir adet de görülmemiştir.

 

"Ondan sonra iyi yürüyüşlü bir ata binen şerefli bir adam nikahladım."

 

Buradaki "serih: şerefli" lafzı meşhur olan kanaate göre sin harfi iledir. Kadı Iyaz'ın İbnu'sSikkit'den naklettiğine göre o bu kelimenin hem sin hem şin ile söylendiğini nakletmiş bulunmaktadır. İkinci kelime (şeri) ise şin iledir. Bunda görüş ayrılığı yoktur. Birincisinin anlamı şerefli bir efendidir. Bunun cömert anlamında olduğu da söylenmiştir. İkincisi ise hızlı, durmadan, yorulmadan ve yürüyüşünü bozmadan yürüyen at demektir. İbnu's-Sikkit ise bu üstün ve tercih edilen at demektir, demiştir.

 

"Hatti bir mızrak ald!." Hı harfi fethalı ve kesreli (hıtti) diye söylenir. Fethalı söyleyiş daha meşhurdur. Çoğunluk başka türlüsünü sözkonusu etmemiştir. Kesreli söyleyişi nakledenler arasında el-İşfak adlı kitabında Ebu'l-Feth el-Hemdani de vardır., dediklerine göre hatti Sifu'l-Bahr'ın yani Umman ve Bahreyn yakınlarında deniz sahilinde bir kasaba olan Hat denilen yere nisbet edilen bir mızraklır. Ebu'l-Feth dedi ki: Buna hat denilmesinin sebebi deniz kıyısında olması dolayısıyladır. Çünkü kıyıya da hat denilir. Böyle denilmesine sebep ise su ile toprağı birbirinden ayırmasıdır. Bu mızraklara hatti denilmesi ise mızrakların buraya getirilerek buralarda güzelce düzeltilmesinden dolayıdır. Kadı Iyaz dedi ki: Hat bu mızrakların yapıldığı asıl yerdir diyenlerin görüşleri doğru değildir.

 

"Yanıma çok miktarda deve getirdi." Yani bu develeri kalacakları yere getirdi. Çünkü "merah" davarların, develerin, ineklerin, koyunların gece kaldıkları yere denilir. Ama burada onların birilerinin kastedilme ihtimali vardır ki bu tür de deve türüdür. Kadı Iyaz'ın söylediğine göre dil bilginlerinin çoğunluğu "neam"in özel olarak develer hakkında kullanıldığı kanaatindedir. "Seriy" ise mal ve başka şeylerin çok miktarına denilir. Nitekim mal hakkında servet de mal çokluğu anlamındadır.

 

"Gidip gelen davarların her birinden bana bir çift verdi." Buradaki "raiha" gidip gelen develer, inekler, koyunlar, köleler demektir. "Zeve" ise iki demektir. Bununla sınıf ve tür kastetmiş olması ihtimali de vardır. Çünkü bu kelime sınıf hakkında kullanılır. Yüce Allah'ın: "Ve siz üç sınıf olduğunuzda" (Vakıa, 7) buyruğunda olduğu gibi. İkinci rivayette: "Bana kesilecek her tür hayvandan birer çift verdi" sözü de yani kesilecek her birisinden bir çift verdi. Bütün nüshalarda bu şekilde "zabiha: kesilecek" şeklindedir. Bu da kesilmesi caiz olan deve, koyun, inek ve diğerleri demektir. Meful anlamında olup fail veznindedir.

 

"Akrabana da ihtiyaçlarını fazlası ile karşılayacak şekilde dağıt." Yani onlara fazlası ile ver, onları kollayıp gözetle. İkinci rivayette de: Vela tenkusu miretana tenkisen: Azığımızı saçıp savurmaz" burada "tenkusu" fiilinden sonra onun gelmesi gereken mastar şeklinden farklı olarak "tenkisen" demesi caizdi. Yüce Allah'ın: "Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu ve onu gazel bir şekilde yetişen bir bitki gibi bitirdi." (Ali İmran, 37) buyruğunda da böyle gelmiştir.

 

Bundan kastı da şudur: Bu rivayet bizim zaptettiğimiz gibi şeddesiz olarak kaydedilmiştir. Halbuki önceki rivayette ise "tunekkisu" şeklinde te harfi ötreli, nun fethalı, şeddeli kaf kesreHdir. Her ikisi de sahihtir.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Aişe (r.anha)'ya: "Benim sana göre durumum Ebu Zer'in Um Zer"e göre durumu gibidir" buyruğu ile ilgili olarak ilim adamları der ki: Bu onun gönlünü hoş etmek ve onunla güzel geçimini anlatmak için söylenmiştir. Yani ben de sana Ebu Zer'in (Um Zer"e davrandığı) gibi davranıyorum. Buradaki "küntü: idim" lafzı ya Zaidedir yahut da devamlılık ifade eder. Yüce Allah'ın: "Allah gafurdur, rahimdir" (Nisa, 96,100 ... ve başka yerler) buyruğunda olduğu gibi. Yani yüce Allah geçmişte de böyleydi ve hep böyledir. Allah en iyi bilendir.

 

 

Um Zer' Hadisinden Çıkan Hükümler

 

İlim adamları Um Zer' ile ilgili bu hadisten çeşitli hükümler çıktığını söy-

lemişlerdir:

 

1. Aile fertleri ile (zevce ve çocuklarla) güzel geçinmek müstehaptır.

 

2. Geçmiş ümmetlerin haberlerini nakletmek caizdir.

 

3. Bir şeye benzetilenin bütün hususlarda onun ile aynı olması gerekmez.

 

4. Talak ile ilgili kinaye lafızlar ile talak ancak niyet ile gerçekleşir. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Aişe (radıyallahu anha)'ya: "Benim sana göre durumum Ebu Zer'in Um Zer "e göre durumu gibidir", demiştir. Ama Ebu Zer'in işlerinden birisi de onun -az önce geçtiği gibi- karısı Um Zer"i boşamış olduğudur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aleyhine bu benzetmesi ile boşama sözkonusu olmaz. Çünkü o boşamayı niyet etmemiştir.

 

5. el-Mazen dedi ki: Bazılarının, dediklerine göre burada kadınların hoşa gitmeyen şekilde kocalarını anmaları sözkonusu olmakla birlikte bu anışları gıybet sayılmazdı. Çünkü muayyen olarak kocaları ya da isimleri bilinmiyordu. Haram olan gıybet ise muayyen bir insanı yahut da muayyen bir topluluğu (hoşlanmayacakları şekilde) anmaktır. el-Mazeri dedi ki: Böyle bir mazerete ihtiyaç ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir kadının kim olduğu bilinmeyen kocasının gıybetini yaptığını işitip de onun bu yaptığına itiraz etmemesi halinde gerek duyulur. Bu meseleyi ise Aişe bilinmeyen ve hazır olmayan kadınlardan diye nakletmiştir. Ama bugün bir kadın kocasının hoşuna gitmeyecek şekilde kocasından söz edecek olup bunu dinleyenler tarafından da tanınan birisi ise bu haram bir gıybet olur. Eğer bilinmeyen birisi olup araştırma sonrası bile bilinmeyen bir kişi olarak kalırsa bazılarına göre -daha önce kaydettiğimiz gibi- vebal yoktur. Bunu da ilim meclisinde içen yahut hırsızlık yapan diye böyle birisinden söz eden kimse gibi değerlendirir. el-Mazerı dedi ki: Bu diyenin bu söyledikleri ihtimal dahilindedir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Bunu söyleyen kişi doğru söylemiştir. Çünkü dinleyen kişi sözkonusu edilen şahsı bilmiyorsa bu sözün kendisine ulaştığı kişi de onu bilmiyorsa gıybet olmaz. Çünkü ancak kişinin tayin edilmesi halinde rahatsız olması sözkonusu olur. İbrahim dedi ki: Sözkonusu edilen kişinin adını vermediği sürece yahut da kendisi ile tanınacak şekilde dikkat çeken bir ifade kullanmadıkça gıybet olmaz. İşte bu muayyen olarak bilinmeyen kadınlar ve kocaların da müslüman oldukları Sabit değildir ki bunlar muayyen olarak bilinmeleri halinde gıybet yaptıklarına hükm olunsun. Bunların kimlikleri bilinmezken nasıl gıybet hükmü verilebilir ki? Allah en iyi bilendir .

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

15- NEBİ (S.A.V.)'İN KIZI (A.S.)'IN FAZİLETLERİ BABI