SAHİH-İ MÜSLİM |
SAHABE |
4- ALİ BİN EBİ TALİB
(R.A.)'IN FAZİLETLERİNDEN BAZISINA DAİR BİR BAB
6167-30/1- Bize Yahya b.
Yahya et-Temimı, Ebu Cafer Muhammed b. es-Sabbah, Ubeydullafı el-Kavariri ve
Sureye b. Yunus hepsi Yusuf b. elMacişun'dan -Iafız İbnus Sabbah'a ait olmak
Uzere- tahdis etti. Bize Yusuf Ebu Seleme el-Macişun tahdis etti, bize Muhammed
b. el-Munkedir, Said b. el-Müseyyeb’DEN tahdis etti, o Amir b. Sa'd b. Ebu
Vakkas'dan, o babasından şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Ali'ye: "Senin bana göre konumun Harun'un Musa'ya göre
konumu gibidir. Ancak benden sonra nebi yoktur" buyurdu.
Said dedi ki: Ben bunu
bizzat Sa'd'ın ağzından dinlemek istedim. Bunun için Sa'd ile karşılaştım ve
ona Amir'in bana tahdis ettiğini nakledince o: Bunu ben işittim, dedi. Ben: Sen
mi işitti n deyince o iki parmağını kulaklarının üzerine koyarak evet işitmedi
isem sağır olsunlar, dedi.
Diğer tahric: Tirmizi,
3731
6168-3112- Bize Ebu
Bekir b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Gunder, Şu'be'den tahdis etti. (H.)
Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar da tahdis edip dedi ki: Bize Muhammed
b. Cafer tahdis etti, bize Şu'be, Hakem'den tahdis etti, o Musab b. Sa'd b. Ebi
Vakkas'dan, o Sa'd b. Ebi Vakkas’DAN şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tebük gazvesinde Ali b. Ebu Talib'i (Medine'de)
bıraktı. Ali: Ey Allah'ın Rasulü! Beni kadınlar ve çocuklar arasında mı
bırakıyorsun deyince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bana göre
senin konumunun Harun'un Musa'ya göre konumu gibi olmasına razı olmaz mısın? Şu
kadar var ki benden sonra nebi yoktur" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
4416
6169- .. ./3- Bize
Ubeydullah b. Muaz tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Şu'be bu isnad ile
tahdis etti.
AÇIKLAMA: (6167)
"Yusuf b. el-Macişun" bazı nüshalarda "İbn"olafzı
kaydedilmeyerek sadece "Yusuf el-Macişun" denilmiştir. Her ikisi de
sahihtir. Çünkü o Ebu Seleme Yusuf b. Yakub b. Abdullah b. Ebu Seleme'dir. Ebu
Seleme'nin adı ise Dinar'dır. el-Macişun da Yakub'un lakabıdır. Bu hem onun hem
de çocuklarının hem de kardeşlerinin oğullarının hakkında lakap olarak
kullanılmıştır. Bu kelime cim harfi kesreli, şin de ötrelidir. Farsça bir
lafızdır. Gül gibi kırmızı beyaz demektir. Yüzünün teninin kırmızı ve beyaz
olduğundan dolayı Yakub'a bu lakab verilmiştir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in Ali (radıyallahu anh)'a: "Sen bana göre Musa'nın
Harun'a konumu gibisin. Ancak benden sonra Nebi yoktur" buyruğu ile ilgili
olarak Kadı Iyaz şunları söylemektedir: Bu hadis Rafi'zilerin, İmamilerin ve
diğer Şia fırkalarının halifelik Ali'nin bir hakkıdır ve halifelik ona vasiyet
olarak verilmiştir diyenlerin sarıldıkları delillerden birisidir. Bundan sonra
bu fırkalar kendi aralarında ihtilaf ederek Rafi'ziler Ali'den başkasını öne
geçirmeleri sebebi ile sair sahabilerin kafir olduğunu ileri sürmüşler,
bazıları daha da aşırıya giderek Ali'nin de kafir olduğunu söylemişlerdir. Buna
sebep ise kendi kanaatlerine göre onun hakkını istememesidir. Bunlar ise mezhep
itibari ile en değersiz, akıl itibari ile ise sözlerine cevap verilmeyecek
yahut tartışılmayacak kadar bozuk kimselerdir. Böyle diyen bir kimsenin kafir
olduğunda şüphe yoktur. Çünkü o ümmetin tamamının ve asr-ı saadet insanların
kafir olduklarını söylemiş, şeriatin naklini iptal etmiş, İslam'ı yıkmış olur.
Bunların dışındaki aşırılar (gulat) ise bu yolu takip etmezler.
İmamiye ve Mutezile'nin
bazıları şöyle der: Bunlar Ali'den başkasını öne geçirmekle hata etmişlerdir.
Kafir değildirler. Bazı Mutezile mensupları da kendilerine göre daha az
faziletlinin öne geçirilmesinin caiz olduğunu kabul etmeleri sebebi ile hata
ettiklerini dahi kabul etmezler.
Bu hadiste onlardan
hiçbirisinin lehine bir delil yoktur. Aksine bu hadis ile Ali (radıyallahu
anh)'ın fazileti tesbit edilmektedir. Bu hadiste onun başkalarından daha
faziletli ya da başkası ile aynı fazilette olduğu sözkonusu edilmemiştir. Aynı
şekilde hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den halifelik makamına
geçirileceğine dair bir delalet de yoktur. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bu sözü Ali'ye ancak Tebük gazvesinde Medine'de onu kendisinin yerine
bıraktığı zaman söylemiştir. Nitekim bu kanaati, kendisine benzetilen kişi olan
Harun (aleyhisselam)'ın durumu da pekiştirmektedir. Çünkü o Musa'dan sonra
halife olmamıştı. Aksine Ahbar ve kıssalara dair bilgi sahibi olanlar nezdinde
meşhur olduğuna göre Musa hayatta iken ve yaklaşık Musa’DAN kırk yıl kadar önce
vefat etmiştir. Bunların söyledikleri de Musa, Harun (aleyhisselam)'ı yalnızca
Rabbi ile münacaatta buluşmak üzere gittiği zaman kendi yerine vekil (halife)
bırakmıştı derler. Allah en iyi bilendir.
İlim adamları der ki: Bu
hadis-i şerifte, Meryem oğlu İsa (aleyhisselam)'ın ahir zamanda ineceği
taktirde bu ümmetin hakemlerinden bir hakem olarak inip nebimiz Muhammed
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şeriati ile hükmedeceğine, ayrıca bir nebi
olarak inmeyeceğine delil vardır, dediğimiz bu hususu açıkça ifade eden
hadisler daha önce İman Kitabı'nda geçmiş bulunmaktadır.
6170-32/4- Bize Kuteybe
b. Said ve Muhammed b. Abbad -lafızları birbirine yakın olmak üzere- tahdis
edip dedi ki: Bize Hatim -ki o b. İsmail'dirBukeyr b. Mismar'dan tahdis etti, o
Amir b. Sa'd b. Ebu Vakkas'dan, o babasından şöyle dediğini rivayet etti:
Muaviye b. Ebu Süfyan Sa'd'a emrederek:
Ebu Turab'a sövmekten
seni alıkoyan nedir, dedi. O: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ona
söylemiş olduğu şu üç hususu hatırladığım sürece ona asla sövmeyeceğim (hatta)
onlardan birisinin benim hakkımda söylenmiş olmasını bile kırmızı tüylü
develerden daha çok severim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Ali
(radıyallahu anh)'1 gazalarından birisinde (kendisinin yerine) geride bıraktığı
bir seferinde Ali'nin O'na: Ey Allah'ın Resulü! Beni kadınlarla ve çocuklarla birlikte
geride bıraktın demesi üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ona:
"Senin bana göre konumuntın Harun'un Musa'ya göre konumu gibi olmasına
razı gelmez misin? Şu kadar var ki benden sonra nübüvvet yoktur" buyurdu.
Yine onu Hayber gününde: "Bu sancağı Allah'ı ve Resulü'nü seven, Allah'ın
ve Resulü'nün de kendisini sevdiği bir adama vereceğim" buyururken
dinledim. (Sa'd) dedi ki: Hepimiz kendi adımıza bunu ümit ettik. Ama Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bana Ali'yi çağırın" buyurdu. Gözleri
rahatsız olduğu halde getirildi. Gözüne tükürdü. Sancağı ona teslim etti. Allah
ona fetih nasib etti. Bir de şu: "De ki gelin, bizim oğullarımızı ve sizin
oğullarınızı çağıralım ... " (Ali İmran, 93) ayeti nazil olunca Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali'yi Fatıma'yı Hasan'ı ve Hüseyin'i çağırdı ve:
"Allah'ım benim aile halkım bunlardır" buyurdu.
Diğer tahric: Tirmizi,
3724
6171- .. ./5- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti, bize Gunder Şu'be'den tahdis etti. (H) Bize
Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar da tahdis edip, dediler ki: Bize Muhammed
b. Cafer tahdis etti, bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den tahdis etti: Ben İbrahim
b. Sa'd'ı, Sa'd'dan diye rivayet ederken dinledim. O Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den Ali (radıyallahu anh)'a: "Harun'un Musa'ya konumu ne ise bana
göre aynı konumda olmaya razı değil misin" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
3706; İbn Mace, 115
(6170) "Muaviye,
Sa'd b. Ebu Vakkas'a: Ali'ye sövmekten seni ne alıkoydu, dedi." İlim
adamları der ki: Herhangi bir sahabi hakkında zahiri itibari ile olumsuz bir
mana ihtiva ederek varid olmuş hadislerin te'vil edilmesi gerekir. İlim
adamları der ki: Diğer taraftan sika ravilerin rivayetlerinde ancakte'vili
mümkün olan hususlar yer alır. Muaviye'nin bu söylediklerinde Sa'd'a Ali'ye
sövmesini emrettiğine dair açık bir ifade yoktur. Ona sadece sövmekten
kendisini alıkoyan sebebin ne olduğunu sormuştur. Şöyle demiş gibi olur: Sen
vera ve takvadan dolayı mı, korkudan dolayı mı yoksa başka bir sebepten dolayı
mı bu işi yapmadın, demiş gibidir. Eğer veradan dolayı ve ona sövmeyi büyük bir
yanlışlık gördüğünden dolayı sövmemişsen sen isabet etmişsin, doğru yapıyorsun.
Şayet başka bir sebepten dolayı ise bunun da başka bir sebebi vardır.
Muhtemelen Sa'd, söven bir grup arasında bulunuyor fakat onlarla birlikte
kendisi sövmüyor ancak karşı da çıkamıyordu. Bunun üzerine Muaviye de ona bu
soruyu sormuştur. İlim adamlarının, dediklerine göre bunun bir başka şekilde
te'vil edilme ihtimali de vardır. O da anlam olarak şöyledir: İçtihad ve
görüşünde hata ettiğini söylemene ve insanlara bizim görüşümüzün ve
içtihidamızın güzel, onunkinin hatalı olduğunu söylemekten seni alıkoyan nedir?
6172-33/6- Bize Kureybe
b. Said tahdis etti, bize Yakub -yani b. Abdurrahman el-Kari- Süheyl'den tahdis
etti, o babasından, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber günü: ''Yemin olsun bu sancağı Allah'ı ve
Resulünü seven bir adama vereceğim. Allah onun eli ile fetih nasib edecek''
buyurdu. Ömer b. el-Hattab: Komutanlığı ancak o gün sevdim ve bunun için
çağrılırım ümidi ile onun bana verilmesini arzu ettim.
(Ebu Hureyre) dedi ki:
Fakat Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali b. Ebu Talib'i çağırdı ve
sancağı ona verip: "Yürü ve Allah sana fetih edinceye kadar etrafına
bakma" buyurdu. Ali de biraz yürüdükten sonra durdu ama etrafına bakmadan
yüksek sesle: Ey Allah'ın Resulü! İnsanlar ile ne uğruna savaşayım, dedi. Allah
Resulü: "Onlarla Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın
Rasulü olduğuna şehadet getirinceye kadar savaş. Bunu yapacak olurlarsa
kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar. Onun hakkı ile olması
müstesnadır. Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Bana
verilmesini ümit ettim." Bu işi arzuladım demektir. Nitekim diğer
rivayette bunu açıkça ifade etmiştir. Yani bana verilmesini çokça arzu ettim.
Bunun için kendimi gösterdim ve beni hatırlaması için de bu işi istediğimi
hissettirmeye çalıştım.
"Komutanlığı ancak
o gün sevdim." Onun komutanlığı sevmesinin sebebi bu şekildeki bir
komutanlığın yüce Allah'ın ve Resulü'nün sevgisine, onların da o kimseyi
seveceklerine ve eli ile fetihin gerçekleşeceğine delil olmasından dolayı idi.
"Yürü ve Allah sana
zafer edinceye kadar etrafına bakma ... İnsanlarla ne için savaşayım."
Burada etrafa bakmanın iki anlama gelme ihtimali vardır. Birincisi zahir
anlamına göredir, yani gözün sağa sola bakmasın. Aksine gittiğin yere dosdoğru
yürü demektir. İkincisi ise bundan maksat bu işe gitmek ve bunun için elini
çabuk tutmaya teşvik etmek içindir. Ali (radıyallahu anh) bu ifadeyi, zahir
anlamı üzere kabul ederek gerek duyduğu zamanda gözünü başka tarafa çevirmeden
etrafına bakmadan sormuştur.
Bu hadisten, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in emrinin zahir anlamına göre yorumlanması
gerektiği anlaşılmaktadır.
Bir diğer görüşe göre
bundan maksat sen düşmanınla karşılaştıktan sonra Allah sana fetih ve zafer
nasib edinceye kadar dönme anlamında da olabilir. Bu hadis-i şerifte, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sözlü ve fiili apaçık mucizeleri vardır. Sözlü
mucizeleri şanı yüce Allah'ın eli ile fethi gerçekleştireceğini ona
bildirmesidir" dediği gibi olmuştur. Fiili mucizesi ise gözüne
tükürmesidir. O sırada Ali (radıyallahu anh)'ın gözleri rahatsızdı, derhal
iyileşti. Ayrıca bu hadiste Ali (radıyallahu anh)'ın açıkça görülen
faziletleri, kahramanlığının Beyanı, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in emrine güzel bir şekilde riayet etmesi, Allah'a ve Resulüne sevgisi,
Allah'ın ve Resulü'nün de onu sevdiği Beyan edilmektedir.
"Bunu yaptıkları
taktirde ... onun hakkı ile olması müstesna hesaplarını görmek ise Allah'a
aittir." Diğer rivayette (6173) "Onları İslam'a davet et"
buyurulmaktadır. Bu hadiste savaştan önce İslam'a davet hükmü yer almaktadır.
Bir taife kayıtsız ve şartsız olarak bunu vacip kabul etmiştir. Bizim ve
diğerlerinin mezhebine göre ise eğer kendileri ile savaşılacaklar İslam
davetinin kendilerine ulaşmadığı kimselerden iseler, savaşmadan önce onları uyarmak
gerekir. Aksi taktirde icab etmez ama müstehaptır. Mesele Cihad Kitabı'nın baş
taraflarında geniş bir şekilde açıklanmış bulunmaktadır.
Bu hadiste, cizye ve
onların bunu vermek istemeleri halinde bu isteklerinin kabul edileceği
sözkonusu edilmemektedir. Muhtemelen bu hadise, cizye ayetinin inmesinden önce
olmuştur. Ayrıca hadiste ister savaş halinde ister başka bir halde olsun
müslüman olmanın kabul edileceğine delil bulunmaktadır.
Bu şekilde müslüman olan
kimsenin hesabının Allah'a ait olması da bizim zahiren ona ilişmememizdir.
Kendisi ile Allah arasında ise eğer kalbi ile samimi bir mümin ise bunun
ahirette de ona faydası olacaktır. Ateştende kurtulacaktır. Tıpkı dünyada bu
imanının ona fayda verdiği gibi. Aksi taktirde böyle bir imanın ona faydası
olmayacaktır. Aksine cehennem ehlinden bir münafık olur.
Yine hadisten
anlaşıldığına göre İslam'ın sahih kabul edilmesi için şehadet kelimelerinin
sözlü olarak söylenmesi şarttır. Eğer müslüman olacak kişi dilsiz ise yahut bu
durumda ise bunlara işareti yeterli olur. Allah en iyi bilendir.
6173-34/7- Bize Kuteybe
b. Said tahdis etti, bize Abdulaziz -yani b. Ebu Hazim- Ebu Hazim'den tahdis
etti, o Sehl'den rivayet etti. (H.) Bize Kuteybe b. Said de -ki lafız buna
aittir- tahdis etti, bize Yakub -yani b. Abdurrahman- Ebu Hazim'den şöyle
dediğini tahdis etti: Bana Sehl b. Sa'd'ın haber verdiğine göre ResuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hayber günü: ''Andolsun bu sancağı Allah'ın eli
ile fetih nasib edeceği Allah'ı ve Rasulünü seven, Allah'ın ve Rasulü'nün de
kendisini sevdiği bir adama vereceğim" buyurdu. İnsanlar geceyi sancak
hangilerine verilecek diye konuşarak geçirdiler. (Sehl) dedi ki: İnsanlar
sabahı edince erkenden ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in yanına
gittiler. Hepsi sancağın kendisine verileceğini ümit ediyordu. O: ''Ali b. Ebi
Talib nerede" buyurdu. Ashab: Ey Allah'ın Resulü! O gözlerinden rahatsız,
dediler. (SehI) dedi ki: Bunun üzerine ona birisini gönderdiler. Ali
getirilince ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözlerine tükürdü ve ona
dua etti, hiçbir rahatsızlığı yokmuş gibi derhal iyileşti. Sancağı ona verdi.
Bunun üzerine Ali:
Ey Allah'ın Rasulü!
Onlar tıpkı bizim gibi oluncaya kadar mı onlarla savaşacağım, dedi. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onların alanlarına ininceye kadar ağır
ağır git. Sonra onları İslam'a çağır ve bu hususta Allah'ın hakkı olarak onlara
ne gibi görevler düştüğünü haber ver. Allah'a yemin ederim ki Allah'ın senin
vasıtanla bir tek adama bile hidayet vermesi kırmızı tüylü develerin senin
olmasından senin için hayırlıdır" buyurdu.
Diğer tahric: Kuteybe
b. Said'in Abdulaziz'den rivayet ettiği hadisi Buhari, 2942, 3701, 4713'de;
Kuteybe b. Said'in Yakub'dan hadisini Buhari, 3009, 4210'da rivayet etmiştir;
6174-35/8- Bize Kuteybe
b. Said tahdis etti, bize Hatim -yani b. İsmail- Yezid b. Ebu Ubeyd'den tahdis
etti, o Seleme b. el-Ekva'dan şöyle dediğini rivayet etti: Ali (radıyallahu
anh) Hayber gazasında Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den geride kalmıştı.
Gözlerinden rahatsızlanmıştı. Sonra: Ben, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den geri kalacakmışım ha, dedi. Sonra Ali çıkıp Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e yetişti. Allah'ın, sabahında fethi nasib ettiği
Diğer tahric:
Buhari,2975,3702,4209,4543
AÇIKLAMA: (6173)
"İnsanlar o gecelerini sancak hangilerine verilecek diye konuşarak geçirdiler."
Nüshaların ve rivayetlerin çoğunluğunda bu şekilde ötreli dal ve vav ile
"yedukune" diye kaydedilmiştir. Bu da bu hususta konuşuyorlar,
dalıyodardı demektir. Bazı nüshalarda ise sakin zel ve re ile "yezkurune:
zikrediyorlardı" şeklindedir.
'Yıllah'a yemin olsun ki
Allah'ın senin vasıtanla bir adama dahi hidayet vermesi kırmızı tüylü develere
sahip olmandan senin için hayırlıdır." Kırmızı tüylü develer Arapların en
değerli malları idi. Bir şeyin oldukça değerli ve ondan daha büyük olmadığını
anlatmak için bunu örnek verirler.
Ahiret ile ilgili
hususların dünya arazına benzetilmesinin ancak anlamayı kolaylaştırmak için
yapıldığına dair açıklama daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Çünkü ebedi olan
ahiretteki bir zerre, yeryüzünÜn tamamından ve eğer düşünülebilecek olursa onun
gibi pek çok mislinden daha hayırlıdır.
Bu hadiste ilmin
fazileti, hidayete davet etmek ve güzel işler yaparak yol göstermenin fazileti
Beyan edilmektedir.
6175-36/9- Bana Züheyr
b. Harb ve Şuca' b. Mahled birlikte İbn Uleyye'den tahdis etti, Züheyr dedi ki:
Bize İsmail b. İbrahim tahdis etti, bana Ebu Hayyan tahdis etti, bana Yezid b.
Hayyan tahdis edip dedi ki: Ben, Husayn b. Sebre ve Ömer b. Müslim, Zeyd b.
Erkam'ın yanına gittik. Yanına oturunca Husayn ona: Ey Zeyd! Sen pek çok
hayırla karşılaşmış bulunuyorsun. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i
gördün. Onun hadisini dinledin. Onunla beraber gazaya gittin, arkasında namaz
kıldın. Ey Zeyd! gerçekten sen pek çok hayır ile karşılaşmış bulunuyorsun. Ey
Zeyd! Bize Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den dinlemiş olduğun bir
hadis naklet, dedi.
Zeyd: Kardeşimin oğlu!
Allah'a yemin olsun ki yaşım büyüktür. Aradan da uzun zaman geçmiş bulunuyor.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bellemiş olduğum bazı hususları da
unuttum. Bu sebeple size tahdis ettiklerimi kabul edin (onunla yetinin)
etmediklerimi anlatayım diye de bana külfet yüklemeyin, dedi. Sonra şunları
ekledi: Bir gün Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke ile Medine
arasında Hum diye bilinen bir suyun yakınında hutbe vermek üzere ayağa kalktı.
Allah'a ham d ve senada bulundu, öğüt verdi, hatırlattı. Sonra şöyle buyurdu:
"İmdi ey insanlar! Ben ancak bir beşerim. Fazla zaman geçmeden Rabbimin
elçisi gelecek ve ben onun çağrısına icabet edeceğim. Ve ben aranızda iki ağır
yük bırakacağım. Bunların birincisi Allah'ın kitabıdır. Hidayet ve nur ondadır.
Bu sebeple Allah'ın kitabını alın ve ona sımsıkı sarılın." Sonra yüce
Allah'ın kitabına sarılmayı teşvik etti ve buna rağbetleri artırdı. Arkasından
şöyle buyurdu: "Bir de ehl-i beytimi (bırakıyorum). Ehl-i beytim hakkında
size Allah'ı hatırlatırım, ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım,
ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım."
Bunun üzerine Husayn
ona: Peki ey Zeyd! O'nun ehli beyti kimlerdir?
Zevceleri ehl-i
beytinden değil midir, dedi? Zevceleri O'nun ehl-i beytindendir ama O'nun ehl-i
beyti O'ndan sonra kendilerine sadaka (ve zekat) verilmesi haram olan
kimselerdir, dedi. Husayn: Peki onlar kimdir deyince Zeyd:
Onlar Ali' nin ali,
Akil'in ali, Cafer'in ali, Abbas'ın ali' dir, dedi. (Husayn): Peki bütün bunlar
sadaka almaktan mahrum mu edilmişler, deyince (Zeyd): Evet, dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
6176- .. ./10- Bize
Muhammed b. Bekkar b. er-Reyyan da tahdis etti, bize Hassan -yani b. İbrahim-
Said b. Mesruk'dan tahdis etti, o Yezid b. Hayyan'dan, o Zeyd b. Erkam'dan, o
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diyerek hadisi buna yakın olarak
Zuheyr'in hadisi ile aynı manada rivayet etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
6177- .. ./11- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti, bize Muhammed b.
Fudayl tahdis etti. (H.)
Bize İshak b. İbrahim de tahdis etti, bize Cerir haber verdi (Muhammed ile)
ikisi Ebu Hayyan'dan bu isnad ile İsmail'in hadisine yakın olarak rivayet etti
ve Cerir'in hadisinde şu ziyadeyi ekledi: "Allah'ın kitabı, onda hidayet
ve nur vardır. Ona sımsıkı sarılıp onun emirlerinİ yerine getiren hidayet üzere
olur. Ondan uzaklaşan ise doğru yoldan sapar."
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: (6175)
"Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir su yakınında" Hum hı harfi
ötreli mim harfi şeddelidir. Cuhfe’DEN üç mil uzaklıkta ağaçlık bir yerin
adıdır. Bu ağaçlığın yanında da ona izafe edilen meşhur bir su birikintisi
(gadir) bulunmaktadır. Buna Gadiru Hum denilir.
"Ben aranızda iki
ağır yük bırakıyorum" buyurarak Allah'ın kitabını ve ehl-i beytini
sözkonusu etti. İlim adamları der ki: Azametleri ve şanlarının büyüklüğünden
ötürü onlara "iki ağır yük" adı verilmiştir. Gereklerince am el etmek
ağır olduğu için bu adın verildiği de söylenmiştir.
"Ama O'nun ehl-i
beyti zekat almaları haram olanlardır" burada "hurime: mahrum
bırakıldı" hı harfi ötreli re harfi şeddesizdir. Sadakadan kasıt ise
zekattır. Zekat bize göre Haşimoğullarına ve muttaliboğullarına haramdır. Malik
ise yalnız Haşimoğullarına haramdır, demiştir. Kusayoğullarına haram olduğu
söylendiği gibi bütün Kureyşlilere haram olduğu da söylenmiştir. Ama diğer
rivayetteki (6178) "Biz: Onun ehli beyti kimdir, hanımları mı, dedik. O
hayır, dedi" sözleri Kureyş'in tamamı olduklarını söyleyenlerin
görüşlerini çürüten bir delildir. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in zevceleri arasında Kureyşli kadınlar da vardı. Bunlar ise Aişe,
Hafsa, Um Seleme, Sevde ve Um habibe (r.a.)'dir.
(6175) rivayetinde
"hanımlan ehli beytindendir ama O'nun ehli beyti kendilerine sadaka (ve
zekat) haram olanlardır" derken öbür rivayette (6178) "biz ehli beyti
kimlerdir, O'nun hanımları mı, dedik o hayır, dedi." Bu iki rivayet
zahirleri itibari ile çelişkilidir. Halbuki Müslim'in dışındaki rivayetlerin
bir çoğunda onun: Hanımları ehli beytinden değildir", dediği
kaydedilmektedir. Buna göre birinci rivayet şu şekilde yorumlanır: Maksat
hanımlarının O'nun evinde O'nunla birlikte kalan ihtiyaçlarını da karşıladığı
kendilerine saygı duyulmasını, ikramda bulunulmasını emrettiği ve kendilerine
ağır yük adını verdiği, haklarına riayet edilmeleri hususunda da öğüt verdiği
kimseler olan ehl-i beyti arasındadır. Hanımları da bütün bu hususların
kapsamına girer. Ama kendilerine zekatın haram kılındığı kimselerin kapsamına
girmezler. Nitekim bu hususa ilk rivayette "O'nun hanımları ehl-i
beytindendir ama ehl-i beyti kendilerine sadakanın haram kılındığı
kimselerdir" diyerek buna işaret etmiştir. Böylelikle iki tür rivayet
arasında ittifak sağlanmış olmaktadır.
6178-37/12- Bize
Muhammed b. Bekkar er-Reyyan tahdis etti, bize Hassan -yani b. İbrahim-
Said'den -ki o İbn Mesruk'dur- tahdis etti, o Yezid b. Hayyan'dan, o Zeyd b.
Erkam'dan rivayet ederek dedi ki: Zeyd'in yanına girdik ve ona: Sen hayır
gördün. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e sahabi sıldun, O'nun
arkasında namaz kıldın deyip hadisi Ebu Hayyan'ın hadisine yakın olarak rivayet
etti. Ancak bu rivayette şöyle buyurduğunu zikretti:
"Dikkat edin ki ben
aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bunların biri aziz ve celil Allah'ın
kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Ona uyan hidayet üzere olur. Onu terk eden de
dalalet üzere olur. " Yine bu hadiste şu ibareler de yer almaktadır: Biz:
Onun ehli beyti kimlerdir, hanımları mıdır, dedik. O: "Allah'a yemin olsun
ki hayır, şüphesiz kadın kocası ile birlikte bir süre bulunur. Sonra kocası onu
boşayınca bu sefer babasının ve kavminin evine geri döner. Ehl-i beyti O'nun
aslı ve O'ndan sonra da sadaka (ve zekat) kendilerine haram kılınmış olan
asabeleridir", dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: ''Allah'ın
kitabı Allah'ın ipidir." Denildiğine göre ''Allah'ın ipi "nden kasıt
onun ahdidir. Onun rızasına ve rahmetine ulaşhran sebep (yol) diye açıklandığı
gibi kendisi ile hidayete ilettiği nurudur diye de açıklanmıştır.
"Kadın bir süre
kocası ile birlikte bulunur" yani bir zaman onunla beraber yaşar.
6179-38/13- Bize Kuteybe
b. Said tahdis etti, bize Abdulaziz -yani İbn Ebu Hazim- Ebu Hazim'den tahdis
etti, o Sehl b. Sa'd'dan şöyle dediğini rivayet etti: Medine'ye Mervan alinden
bir adam vali tayin edildi. Bu kişi Sehl b. Sa'd'ı çağırarak ona Ali'ye
sövmesini emretti. Ancak Sehl bunu kabul etmedi. Bu sefer vali ona: MAdem kabul
etmiyorsun bari: Allah Ebu Turab'a lanet etsin de, dedi. Sehl: Ali'nin Ebu
Turab'dan daha çok sevdiği bir adı yoktu. Bu ad ile çağırıldığı zaman gerçekten
sevinirdi, dedi. Bu sefer ona:
Onun olayını bize haber
ver, neden ona Ebu Turab adı verildi, dedi. Sehl dedi ki:
Rasulullah.(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Fatıma'nın evine geldi, Ali'yi evde
bulamayınca "amcanoğlu nerede" buyurdu. Fatıma: Benimle onun arasında
bir şeyoldu, bana kızınca çıkıp gitti ve kaylule uykusunu yanımda uyumadı,
dedi. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kişiye:
"Bir bak o nerede" buyurdu. O kişi gelip: Ey Allah'ın Rasulü!
mescitte uyuyor, dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun yanına
geldi. Ali uzanmış yatıyordu. Ridası yanından kaymış ve böğrüne toprak isabet
etmişti. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) toprağı üzerinden silip:
"Kalk ey Ebu Turab! kalk ey Ebu Turab!" demeye koyuldu.
Diğer tahric: Buhari,
441, 3703, 6280;
AÇIKLAMA: "Dışan
çıkıp gitti ve yanımda kaylule uykusu uyumadı." Kaylule günün ortasındaki
uyku demektir. Bundan mescitte uyumanın caiz olduğu, kızgın bir kimse ile
yumuşak konuşup şakalaşmanın gönlünü hoş etmek için yanına gitmenin müstehap
olduğu hükmü anlaşılmaktadır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
5- SA'D BİN EBİ
VAKKAS (R.A.)'IN FAZİLETİ HAKKINDA BİR BAB