SAHİH-İ MÜSLİM |
FAZİLETLER |
46 - باب
من فضائل
الخضر، عليه
السلام
46- HIZIR (A.S.)'IN
FAZİLETLERİNİN BİR KISMI HAKKINDA BİR BAB
170 - (2380) حدثنا
عمرو بن محمد
الناقد
وإسحاق بن
إبراهيم
الحنظلي
وعبيدالله بن
سعيد ومحمد بن
أبي عمر
المكي. كلهم
عن ابن عيينة
(واللفظ لابن
أبي عمر).
حدثنا سفيان
بن عيينة.
حدثنا عمرو بن
دينار عن سعيد
بن جبير. قال: قلت
لابن عباس:
إن
نوفا البكالي
يزعم أن موسى،
عليه السلام، صاحب
بني إسرائيل
ليس هو موسى
صاحب الخضر،
عليه السلام.
فقال: كذب عدو
الله. سمعت
أبي بن كعب يقول:
سمعت رسول الله
صلى الله عليه
وسلم يقول "
قام موسى عليه
السلام خطيبا
في بني
إسرائيل.
فسئل: أي
الناس أعلم؟
فقال: أنا
أعلم. قال
فعتب الله
عليه إذ لم
يرد العلم
إليه. فأوحى
الله إليه: أن
عبدا من عبادي
بمجمع
البحرين هو
أعلم منك. قال
موسى: أي رب!
كيف لي به
فقيل له: احمل
حوتا في مكتل.
فحيث تفقد
الحوت فهو ثم.
فانطلق وانطلق
معه فتاه. وهو
يوشع بن نون.
فحمل موسى، عليه
السلام، حوتا في مكتل.
وانطلق هو
وفتاه يمشيان
حتى أتيا الصخرة.
فرقد موسى،
عليه السلام،
وفتاه. فاضطرب
الحوت في
المكتل، حتى
خرج من
المكتل، فسقط
في البحر. قال
وأمسك الله
عنه جرية
الماء حتى كان
مثل الطاق.
فكان للحوت
سربا. وكان
لموسى وفتاه
عجبا. فانطلقا
بقية يومهما
وليلتهما. ونسي
صاحب موسى أن
يخبره. فلما
أصبح موسى،
عليه السلام،
قال لفتاه:
آتنا غداءنا
لقد لقينا من
سفرنا هذا
نصبا. قال ولم
ينصب حتى جاوز
المكان الذي
أمر به. قال:
أرأيت إذ
أوينا إلى
الصخرة فإني
نسيت الحوت
وما أنسانيه
إلا الشيطان
أن أذكره
واتخذ سبيله
في البحر
عجبا.
قال
موسى: ذلك ما
كنا نبغي
فارتدا على
آثارهما قصصا.
قال يقصان
آثارهما. حتى
أتيا الصخرة
فرأى رجلا
مسجى عليه
بثوب. فسلم
عليه موسى.
فقال له
الخضر: أنى
بأرضك
السلام؟ قال:
أنا موسى. قال:
موسى بني
إسرائيل؟ قال:
نعم. قال: إنك
على علم من
علم الله علمكه
الله لا
أعلمه. وأنا
على علم من
علم الله علمنيه
لا تعلمه. قال
له موسى، عليه
السلام: هل أتبعك
على أن تعلمني
مما علمت
رشدا؟ قال:
إنك لن تستطيع
معي صبرا.
وكيف تصبر على
ما لم تحط به
خبرا. قال
ستجدني إن شاء
الله صابرا
ولا أعصي لك
أمرا. قال له
الخضر: فإن
اتبعتني فلا
تسألني عن شيء
حتى أحدث لك
منه ذكرا. قال:
نعم. فانطلق
الخضر وموسى
يمشيان على
ساحل البحر.
فمرت بهما
سفينة.
فكلماهم أن
يحملوهما. فعرفوا
الخضر
فحملوهما
بغير نول. فعمد
الخضر إلى لوح
من ألواح
السفينة
فنزعه. فقال
له موسى: قوم
حملونا بغير
نول، عمدت إلى
سفينتهم
فخرقتها
لتغرق أهلها.
لقد جئت شيئا
إمرا. قال: ألم
أقل إنك لن
تستطيع معي
صبرا. قال: لا تؤاخذني
بما نسيت ولا
ترهقني من
أمري عسرا. ثم
خرجا من
السفينة.
فبينما هما
يمشيان على
الساحل إذا
غلام يلعب مع
الغلمان. فأخذ
الخضر برأسه،
فاقتلعه
بيده، فقتله.
فقال موسى:
أقتلت نفسا
زاكية بغير
نفس؟ لقد جئت
شيئا نكرا.
قال: ألم أقل
لك إنك لن
تستطيع معي
صبرا؟ قال:
وهذه أشد من
الأولى. قال:
إن سألتك عن
شيء بعدها فلا
تصاحبني. قد
بلغت من لدني
عذرا. فانطلقا
حتى إذا أتيا
أهل قرية
استطعما
أهلها فأبوا
أن يضيفوهما.
فوجدا فيها
جدارا يريد أن
ينقض فأقامه.
يقول مائل.
قال الخضر بيده
هكذا فأقامه.
قال له موسى:
قوم أتيناهم
فلم يضيفونا
ولم يطعمونا،
لو شئت لتخذت
عليه أجرا.
قال هذا فراق
بيني وبينك.
سأنبئك بتأويل
ما لم تستطع
عليه صبرا.
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "يرحم
الله موسى.
لوددت أنه كان
صبر حتى يقص
علينا من
أخبارهما".
قال وقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
"كانت الأولى
من موسى
نسيانا". قال
"وجاء عصفور
حتى وقع على
حرف السفينة.
ثم نقر في
البحر. فقال له
الخضر: ما نقص
علمي وعلمك من
علم الله إلا
مثل ما نقص
هذا العصفور
من البحر".
قال
سعيد بن جبير:
وكان يقرأ:
وكان أمامهم
ملك يأخذ كل
سفينة صالحة
غصبا. وكان
يقرأ: وأما الغلام
فكان كافرا.
6113-170/1-
Bize Amr b. Muhammed en-Nakid, İshak b. İbrahim el-Hanzali, Ubeydullah b. Said
ve Muhammed b. Ebu Ömer el-Mekki hepsi İbn Uyeyne’DEN -lafız İbn Ebu Ömer'e ait
olmak üzere- tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne tahdis etti, bize Amr b. Dinar,
Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini tahdis etti: İbn Abbas'a: Nevf el-Bikali
İsrailoğulları'nın peygamberi olan Musa (aleyhisselam)'ın Hızır (aleyhisselam)
ile arkadaşlık yapan Musa olmadığını ileri sürüyor, dedim: İbn Abbas: Allah
düşmanı yalan söylemiş, dedi. Ben Ubey b. Ka'b'ı şöyle derken dinledim:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim:
"Musa (aleyhisselam) İsrailoğulları arasında ayağa kalkıp bir hutbe verdi.
Kendisine en alim insan kimdir diye soruldu. O en alim benim, dedi. Yüce Allah
bu hususta ona sitem etti. Çünkü ilmi ona havale etmedi. Bundan dolayı ona iki
denizin birleştiği yerde bulunan kullarımdan bir kul var o senden daha
bilgilidir diye vahiy buyurdu. Musa: Rabbim onu nasıl bulabilirim, dedi. Ona
şöyle denildi: Bir zembilde bir balık taşı, balığı nerede kaybedersen o da
orada olacaktır. Bunun üzerine Musa yola koyuldu. Onunla birlikte genç
hizmetçisi olan Yuşa b. Nun da yola koyuldu. Musa (aleyhisselam) de zembil de
bir balık taşıdı. Kendisi ve genç delikanlısı yürüyerek yola koyuldular. Nihayet
o kayaya vardıklarında Musa (aleyhisselam) ile onun yanındaki genç uyudular.
Zembil içindeki balık hareket etmeye başladı ve nihayet zembilden çıkıp denize
düştü. Yüce Allah suyun akıntısını onun üzerinde bir' kemer meydana getirecek
şekilde tuttu. Bu da balığın yol alması için bir dehliz (tünel) oldu., Musa ile
yanındaki genç ise (buna) hayret ettiler. Günlerinin geri kalanını ve geceyi de
yürüyerek geçirdiler ve Musa'nın arkadaşı ona (balığın durumunu) haber vermeyi
unuttu. Musa (aleyhisselam) sabah olunca yanındaki gence: Kuşluk yemeğimizi
getir, gerçekten bu yolculuğumuzdan oldukça yorgun düştük, dedi. Halbuki
gitmekle emrolunduğu o yeri geçinceye kadar yorulmamıştı.
Yanındaki genç: Bizim o
kayanın dibine çekildiğimizi gördün mü? işte ben balığı (sana söylemeyi)
unuttum. Onu sana hatırlatmamı bana şeytandan başkası unutturmadı. Balık
gerçekten denizde şaşılacak bir şekilde yolunu aldı, dedi.
Musa: İşte bizim
aradığımız da buydu ya deyip, gerisin geri izlerinin üzerinden döndüler.
Giderken izlerini takip edip geri gittiler. Nihayet kayaya vardıklarında üzeri
bir örtü ile örtülmüş bir adam gördü. Musa ona selam verince Hızır ona: Senin
bulunduğun yerde selam var mı ki, dedi. Musa: Ben Musa'yım, dedi. Hızır:
İsrailoğulları'nın Musa'sı mı, dedi. O: Evet, dedi. Hızır: Sen Allah'ın sana
öğretmiş olduğu benim bilmediğim Allah'tan gelen bir bilgiye sahipsin. Ben de
Allah'ın bana öğretmiş olduğu senin de bilmediğin Allah'tan gelen bir bilgiye
sahibim, dedi.
Musa (aleyhisselam) ona:
Sana öğretilenden doğru olarak bana da öğretmen üzere senin peşinden geleyim
mi, dedi. Hızır: Sen benimle sabredemezsin, hem bilgin ile kuşatamadığın bir
şeye nasıl sabredebileceksin, dedi.
Musa: İnşaallah beni
sabreden bir kişi olarak bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim,
dedi.
Hızır ona: Benim
peşimden gelecek olursan ben onun hakkında sana durumunu anlatıncaya kadar
hiçbir şeye dair bana soru sorma, dedi.
Musa: Peki, dedi.
Böylelikle Hızır ile Musa deniz kıyısında yürümeye başladılar. Yakınlarından
bir gemi geçti. Gemi sahipleri ile kendilerini taşımaları için konuştular. Gemi
sahipleri Hızır'ı tanıdılar. Bundan dolayı onları ücretsiz olarak taşıdılar.
Hızır, gemi tahtalarından birisini alıp söktü. Bunun üzerine Musa ona: Bunlar
bizden ücret almadıkları halde bizi taşımışken sen gemidekileri suda boğmak
için mi kalkıp gemilerini deldin. Sen gerçekten çok büyük bir iş yaptın, dedi.
Hızır: Ben sana benimle
sabredecek gücü bulamayacaksın dememiş miydim, dedi.
Musa: Unuttuğum için
beni sorgulama ve bu işimde de bana zorluk çıkartıp beni yorma, dedi.
Sonra gemiden çıktılar.
Yine kıyıda yürüdükleri bir sırada başka çocuklarla oynayan bir çocuk gördüler.
Hızır onun kafasını tutup eli ile kafasını kopardı ve onu öldürdü. Bu sefer
Musa: Sen başka bir can karşılığında olmaksızın tertemiz bir canı mı öldürdün.
Gerçekten karşı çıkılması gereken bir iş yaptın, dedi.
Hızır: Senin benimle
sabredecek gücün olmayacağını sana söylememiş miydim, dedi. Musa: Bu
birincisinden daha ağırdı, dedi. Sonra: Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam
benimle arkadaşlık yapma. Çünkü böylelikle (bana arkadaşlık yapmayacak olursan)
mazur olacaksın, dedi. Sonra bir kasaba halkının yanına vanncaya kadar yine
yollarına koyuldular. Kasaba halkından kendilerine yiyecek bir şeyler vermelerini
istediler. Ama kasaba halkı onları misafir olarak ağırlamayı kabul etmedi.
Orada çökmek üzere olan bir duvar buldular, Hızır o duvan doğrulttu. -yan
yatmış demek istiyor-
Hızır eli ile şöyle
yapıp o du van düzeltti. Musa ona: Bunlar öyle bir kavimdirler ki kendilerine
geldik bizi misafir etmediler, bize yiyecek bir şey vermediler. İstesen bunun
karşılığında ücret alabilirdin, dedi.
Hızır: İşte bu benimle
senin aranda bir ayrılış (sebebi)dir. Bir türlü katlanamadığın hususların
açıklamasını şimdi sana bildireceğim, dedi."
RasuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) (bu arada) şöyle buyurdu: ''Allah Musa'ya rahmet ihsan
buyursun. Keşke sabretseydi de onlara dair diğer haberleri de bize
anlatılmasını çok arzu ederdim." (Ubey) dedi ki: Ayrıca Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Musa'nın birinci sorusu unutmaktan
dolayı idi. "
Yine buyurdu ki:
"Bir kuş gelip geminin kıyısına kondu sonra denizi bir defa gagaladı.
Bunun üzerine Hızır ona: Benim de ilmim senin de ilmin Allah'ın ilminden ancak
bu kuşun denizden eksilttiği gibi bir şey eksiltmiş olabilir. "
Said b. Cubeyr dedi ki:
O ''onların önlerinde sağlam her bir gemiyi gasbederek alan bir hükümdar
vardı" ve: "O çocuğa gelince o bir kafirdi" diye okurdu.
Diğer tahric: Buhari,
74, 78, 122, 2267, 2728, 3400, 4726, 4727, 6673; Tirmizi, 3130
171 - (2380) حدثني
محمد بن
عبدالأعلى
القيسي. حدثنا
المعتمر بن
سليمان
التيمي عن
أبيه، عن
رقبة، عن أبي
إسحاق، عن
سعيد بن جبير
قال: قيل لابن
عباس : إن
نوفا يزعم أن
موسى الذي ذهب
يتلمس العلم
ليس بموسى نبي
إسرائيل. قال:
أسمعته؟ يا
سعيد! قلت: نعم.
قال: كذب نوف.
6114-171/2- Bana
Muhammed b. Abdüla'la el-Kaysi tahdis etti, bize el-Mu'temir b. Süleyman
et-Teymi babasından tahdis etti. o Rakabe'den, o Ebu İshak'tan, o Said b.
Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet etti: İbn Abbas'a: Gerçek şu ki nevf ilim
aramak maksadı ile yola çıkan Musa'nın İsrailoğulları peygamberi Musa
olmadığını ileri sürüyor denildi. O ey Said! bunu bizzat sen dinledin mi dedi.
Ben, evet dedim. O, Nevf yalan söylemiştir, dedi.
172 - (2380) حدثنا
أبي بن كعب
قال : سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول
"إنه بينما
موسى، عليه
السلام، في
قومه يذكرهم
بأيام الله.
وأيام الله
نعماؤه
وبلاؤه. إذ
قال: ما أعلم
في الأرض رجلا
خيرا أو أعلم
مني. قال فأوحى
الله إليه.
إني أعلم
بالخير منه.
أو عند من هو.
إن في الأرض
رجلا هو أعلم
منك. قال:
يا رب! فدلني
عليه. قال
فقيل له: تزود
حوتا مالحا.
فإنه حيث تفقد
الحوت. قال
فانطلق هو وفتاه
حتى انتهيا
إلى الصخرة.
فعمي عليه.
فانطلق وترك
فتاه. فاضطرب
الحوت في
الماء. فجعل
لا يلتئم
عليه. صار مثل
الكوة. قال
فقال فتاه:
ألا ألحق نبي
الله فأخبره؟
قال فنسى. فلما
تجاوزا قال
لفتاه: آتنا
غداءنا لقد
لقينا من
سفرنا هذا
نصبا. قال ولم
يصبهم نصب حتى
تجاوزا. قال
فتذكر قال:
أرأيت إذ
أوينا إلى
الصخرة فإني
نسيت الحوت.
وما أنسانيه
إلا الشيطان أن
أذكره. واتخذ
سبيله في
البحر عجبا.
قال: ذلك ما
كنا نبغي فارتدا
على آثارهما
قصصا. فأراه
مكان الحوت.
قال: ههنا وصف
لي. قال فذهب
يلتمس فإذا هو
بالخضر مسجى
ثوبا،
مستلقيا على
القفا. أو قال
على حلاوة
القفا. قال:
السلام عليكم.
فكشف الثوب عن
وجهه قال:
وعليكم
السلام. من
أنت؟ قال:
موسى. قال: ومن
موسى؟ قال:
موسى بني
إسرائيل. قال:
مجيء ما جاء
بك؟
قال: جئت
لتعلمني مما
علمت رشدا.
قال: إنك لن
تستطيع معي
صبرا. وكيف
تصبر على ما
لم تحط به خبرا.
شيء أمرت به
أن أفعله إذا
رأيته لم
تصبر. قال:
ستجدني إن شاء
الله صابرا
ولا أعصي لك
أمرا. قال: فإن
اتبعتني فلا
تسألني عن شيء
حتى أحدث لك
منه ذكرا.
فانطلقا حتى
إذا ركبا في
السفينة
خرقها. قال:
انتحى عليها.
قال له موسى،
عليه السلام:
أخرقتها
لتغرق أهلها
لقد جئت شيئا
إمرا. قال: ألم
أقل إنك لن
تستطيع معي
صبرا؟ قال: لا
تؤاخذني بما
نسيت ولا
ترهقني من
أمري عسرا.
فانطلقا حتى
إذا لقيا
غلمانا
يلعبون. قال فانطلق
إلى أحدهم
بادي الرأي
فقتله. فذعر
عندها موسى،
عليه السلام،
ذعرة منكرة.
قال: أقتلت نفسا
زاكية بغير
نفس لقد جئت
شيئا نكرا".
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم،
عند هذا المكان
"رحمة الله
علينا وعلى
موسى. لولا
أنه عجل لرأى
العجب. ولكنه
أخذته من
صاحبه ذمامة.
قال: إن سألتك
عن شيء
بعدها فلا
تصاحبني. قد
بلغت من لدني
عذرا. ولو صبر
لرأى العجب. -
قال وكان إذا
ذكر أحدا من الأنبياء
بدأ بنفسه
"رحمة الله
علينا وعلى أخي
كذا. رحمة
الله علينا -
"فانطلقا حتى
إذا أتيا أهل
قرية لئاما
فطافا في
المجالس
فاستطعما
أهلها. فأبوا
أن يضيفوهما.
فوجدا فيها
جدارا يريد أن
ينقض فأقامه.
قال: لو شئت
لاتخذت عليه
أجرا. قال: هذا
فراق بيني
وبينك وأخذ
بثوبه. قال:
سأنبئك
بتأويل ما لم
تستطع عليه
صبرا. أما
السفينة
فكانت لمساكين
يعملون في
البحر. إلى
آخر الآية.
فإذا جاء الذي
يسخرها وجدها
منخرقة فتجاوزها
فأصلحوا
بخشبة. وأما
الغلام فطبع
يوم طبع
كافرا. وكان
أبواه قد عطفا
عليه. فلو أنه
أدرك أرهقهما
طغيانا وكفرا.
فأردنا أن
يبدلهما
ربهما خيرا
منه زكاة وأقرب
رحما. وأما
الجدار فكان
لغلامين
يتيمين في
المدينة وكان
تحته". إلى آخر
الآية.
6115-172/3- Bize Ubeyy
b. Kab tahdis edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle
buyururken dinledim: "Musa (aleyhisselam) kavmi arasında onlara Allah'ın
günlerini hatırlatıyordu. Allah'ın günleri ise onun nimetleri ve belalandır. Bu
arada onlara ben yeryüzünde benden hayırlı ve benden bilgili bir adam
bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah ona şunu vahyetti: Ben hem hayn
kendisinden daha iyi bilirim hem de haynn kimde olduğunu. Şüphesiz yeryüzünde
senden daha bilgili olan bir adam vardır.
Musa: Rabbim onu bana
göster, dedi. Ona şöyle denildi: Tuzlanmış bir balığı azık olarak al. O senin
balığı kaybedeceğin yerdedir denildi.
Bunun üzerine Musa,
hizmetçisi ile birlikte yola koyuldu. Nihayet o kayaya vardılar. Ama onu fark
etme imkanını bulamadı. Kendisi genç delikanlı hizmetçisini bırakıp yola
koyuldu. Derken balık da su içinde çırpınmaya başladı. Su üzerine kapanmamaya
başladı. Su bir dehliz gibi olmuştu. Yanındaki genç hizmetçisi: Şimdi Allah'ın
nebisine yetişip ona haber vermiyeyim mi, dedi. Ona da (bu) unutturuldu. Her
ikisi orayı geçip gittiklerinde Musa hizmetçisine: Kuşluk yemeğimizi getir,
gerçekten biz bu yolculuğumuzdan çok yorulduk, dedi.
Orayı (kayayı) aşıp
gidinceye kadar yorgunluk hissetmemişlerdi. O vakit hizmetçisi hatırlayarak: O
kayaya geldiğimiz vakit var ya işte ben balığı (sana söylemeyi) unuttum. Onu
sana hatırlatmamı şeytandan başka kimse unutturmadı. Balık hayret edilecek bir
şekilde denizde kendi yolunu alıp gitti, dedi.
Musa: İşte bizim
aradığımız da budur deyip izlerini takip ederek gerisin geri gittiler. Genç
hizmetçisi ona balığın yerini gösterince Musa: Bana da burası tarif edilmişti
deyip aramaya gitti. Derken Hızır'ı elbisesi ile örtünmüş sırtüstü yatmış
olduğunu gördü. -Ya da kafasının ortası üzerine (sırt üstü yatmıştı), dedi-o
Musa: Esselamualeykum
deyince Hızır yüzünün üzerinden örtüyü açtı ve: Ve aleykumselam sen kimsin,
dedi. Musa: Ben Musa'yım, dedi. Hızır: Hangi musa deyince o: İsrailoğulları'nın
Musa'sı, dedi. Hızır: Büyük bir iş sebebi ile gelmiş olmalısın, dedi. Musa:
Sana öğretilen haktan bana da öğretmen için geldim, dedi.
Hızır: Sen benimle
sabredemezsin, hem bilgin ile kuşatamadığın bir şeye nasıl sabredeceksin? Bana
yapmam emredilen bir şeyi yaptığım taktirde sen onu görecek ve
sabretmeyeceksin, dedi.
Musa: İnşaallah benim
sabrettiğimi göreceksin ve ben hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim, dedi.
Hızır: Bana uyacak
olursan hiçbir şey hakkında -ben ona dair sana bir şey söylemedikçe- bana soru
sorma, dedi.
Böylelikle yola
koyuldular. Nihayet gemiye bindiklerinde o gemiyi deldi.
O bunu kasten yaptı.
Musa (aleyhisselam) ona: Sen bu gemidekileri boğmak için mi bunu deldin, sen
gerçekten büyük bir iş yaptın, dedi.
Hızır: Benimle
sabretmeye gücünün yetmeyeceğini sana dememiş miydim, dedi.
Musa: Unuttuğum için
beni muaheze etme. Benim bu işimde bana zorluk çıkartarak beni yorma, dedi.
Bunun üzerine tekrar
yola koyuldular. Nihayet oynayan çocuklarla karşılaştılar. Hiç düşünmeden
derhal onlardan birisini yakalayıp öldürdü. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) görülmedik
bir şekilde ürktü ve: Sen tertemiz bir canı kısas karşılığında olmadan öldürdün
öyle mi? Şüphesiz kabul edilemeyecek bir iş yaptın, dedi."
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu yerde şöyle buyurdu: ''Allah'ın rahmeti bize de Musa'ya da
olsun. Eğer acele etmemiş olsaydı hayret edecek şeyler görecekti. Ama
arkadaşına bir daha muhalefet etmekten utandı ve:
Bundan sonra sana bir
şey soracak olursam benimle arkadaşlık etme. Hem o durumda {benimle arkadaşlığı
bırakacak olursan} benim tarafImdan mazur görülecek bir hale gelmiş olacaksın,
dedi. Şayet sabretmiş olsaydı hayret edilecek şeyler görülecekti. "
(Ravi Ubeyy b. Kab) dedi
ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nebilerden bir kimseyi sözkonusu
etti mi kendisinden başlardı:
''Allah'ın rahmeti
üzerimize ve şu kardeşimize olsun. Allah'ın ralımeti hepimize olsun"
derdi.
"Sonra yine yola
koyuldular. Derken adi bir köy ah'Olisinin yanına vardılar. Meclisleri (tek
tek) dolaştılar ve köy halkından kendilerine yiyecek bir şey vermelerini
istediler. Ama o köy halkı onları ağırlamayı kabul etmedi. Musa ile Hızır orada
yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır onu doğrultuverdi. Musa: Arzu
etseydin elbette bunun için bir ücret alabilirdin, dedi. Bu sefer Hızır
-elbisesini alarak- işte benimle senin ayrılacağımız yer burasıdır, dedi ve
şunları söyledi: Şimdi de sana tahammül gösteremediğin hususların te'vilini (iç
yüzünü) haber vereceğim. Gemi, denizde çalışan yoksul kimselere aitti. -deyip
ayetin sonuna kadar söylediklerini zikretti-. İşte o gemiyi emrinde çalışmak
isteyecek hükümdar geldiğinde onun delinmiş olduğunu görecek ve onu almak
istemeyecekti. Kendileri ise bir tahta koyarak onu düzeltecekler. Küçük çocuğa
gelince o yaratıldığı günü kafir olarak yaratılmıştı. Annesi ve- babası ise ona
karşı şefkatli idiler. Eğer yetişkinlik çağına ulaşmış olsaydı anne babasını
tuğyan ve küfür ile çokça yoracaktI. Bundan dolayı biz Allah'ın o ikisine hem
ondan daha temiz hem daha merhametli olacak hayırlı birisini onun yerine
vermesini murad ettik. Duvara gelince o da şehirde yetim iki çocuğa aitti ve
onun altında da bir hazine vardı" diyerek ayeti sonuna kadar okudu.
172-م - (2380)
وحدثنا
عبدالله بن
عبدالرحمن
الدارمي. أخبرنا
محمد بن يوسف.
ح وحدثنا عبد
بن حميد.
أخبرنا
عبيدالله بن
موسى. كلاهما
عن إسرائيل،
عن أبي إسحاق.
بإسناد
التيمي عن أبي
إسحاق. نحو
حديثه.
6116- .. ./3- Bize
Abdullah b. Abdurrahman ed-Darimi de tahdis etti, bize Muhammed b. Yusuf haber
verdi. (H.) Bize Abd b. Humeyd de tahdis etti, bize Ubeydullah b. Musa haber
verdi (Muhammed ile) ikisi İsrail'den o Ebu İshak'dan et-Teymi'nin -Rakabe'den-
O Ebu İshak'dan naklettiği hadisine yakın olarak rivayet etti.
173 - (2380) وحدثنا
عمرو الناقد.
حدثنا سفيان
بن عيينة عن عمرو،
عن سعيد بن
جبير، عن ابن
عباس، عن أبي
بن كعب؛
أن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قرأ:
لتخذت عليه أجرا.
6117-173/4-
Bize Amr en-Nakid de tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne Amr'dan tahdis etti, o
Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'dan o Ubeyy b. Ka'b'dan rivayet ettiğine göre
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Buna karşılık ücret alabilirdin"
buyruğunu (lam harfi fethalı te harfi fethalı ha -şeddesizkesreli, zel harfi
sakin, te harfi fethalı) okumuştur.
174 - (2380) حدثني
حرملة بن
يحيى. أخبرنا
ابن وهب.
أخبرني يونس
عن ابن شهاب،
عن عبيدالله
بن عبدالله بن
عتبة بن
مسعود، عن
عبدالله بن
عباس؛
أنه
تمارى هو
والحر بن قيس
بن حصن
الفزاري في صاحب
موسى، عليه
السلام. فقال
ابن عباس: هو
الخضر. فمر
بهما أبي بن
كعب الأنصاري.
فدعاه ابن عباس
فقال: يا أبا
الطفيل! هلم
إلينا. فإني
قد تماريت أنا
وصاحبي هذا في
صاحب موسى
الذي سأل السبيل
إلى لقيه. فهل
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
يذكر شأنه؟
فقال أبي:
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
يقول "بينما
موسى في ملأ من
بني إسرائيل.
إذ جاءه رجل
فقال له: هل
تعلم أحدا
أعلم منك؟ قال
موسى: لا.
فأوحى الله
إلى موسى: بل
عبدنا الخضر.
قال فسأل موسى
السبيل إلى
لقيه. فجعل
الله له الحوت
آية. وقيل له:
إذا افتقدت
الحوت فارجع فإنك
ستلقاه. فسار
موسى ما شاء
الله أن يسير.
ثم قال لفتاه:
آتنا غداءنا.
فقال فتى
موسى، حين سأله
الغداء: أرأيت
إذ أوينا إلى
الصخرة فإني نسيت
الحوت وما
أنسانيه إلا
الشيطان أن
أذكره. فقال
موسى لفتاه:
ذلك ما كنا
نبغي. فارتدا
على آثارهما
قصصا. فوجدا
خضرا. فكان من
شأنهما ما قص
الله في كتابه".
إلا
أن يونس قال:
فكان يتبع أثر
الحوت في البحر.
6118-174/5-
Bana Harmele b. Yahya tahdis etti, bize İbn Vehb haber verdi, bana Yunus, İbn
Şihab'dan haber verdi, o Ubeydillah b. Abdillah b. Utbe b. Mesud'dan, o
Abdullah b. Abbas'dan rivayet ettiğine göre kendisi Hurr b. Kays b. Hasn
el-Fezari ile birlikte Musa (a.s.)'ın arkadaşlık ettiği kişi hakkında tartıştı.
İbn Abbas o Hızır' dır, dedi. Yanlarından Ubeyy b. Ka'b el-Ensari geçince İbn
Abbas onu çağırınca: Ey Ebu Tufayı! yanımıza buyur. Ben ve bu arkadaşım Musa
(aleyhisselam)'ın kendisi ile hangi yolla karşılaşabileceğini sorduğu Musa'nın
arkadaşı(nın kim olduğu) hususunda tartıştım. Sen, Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den onun durumunu zikrederken bir şey dinledin mi, dedi.
Bunun üzerine Ubeyy şu cevabı verdi:
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Musa İsrailoğullarından
bir topluluk ile birlikte bulunuyorken bir adam onun yanına gelip ona:
Kendinden daha bilgili birisi olduğunu biliyor musun, dedi. Musa:
Hayır deyince yüce Allah
Musa'ya: Evet, var bizim kulumuz Hızır (senden bilgilidir) diye vahyetti.
Bunun üzerine Musa
onunla karşılaşmanın yolunu sordu. Allah da bunun için ona balığı bir alamet
yaptı. Ona: Sen balığı bulamayacağın yerde geri dön onunla karşılaşacaksın
denildi. Musa Allah'ın yol almasını dilediği kadar yol aldı. Sonra yanındaki
genç hizmetçisine kendisine kuşluk yemeğimizi getir, dedi. Musa kendisinden
kuşluk yemeğini isteyince şu cevabı verdi: Hani o kayaya vardığımız zaman var
ya işte ben balığı (orada) unuttum. Onu bana unutturan ve hatırlamaktan beni
alıkoyan şeytandan başkası değildi, dedi. Bunun üzerine Musa, genç
hizmetkarına: İşte bizim de aradığımız buydu diyerek gerisin geri izlerini
takip ederek döndüler ve Hızır'ı buldular. Ondan sonra da başlarında Allah'ın
kitabında anlattıkları geçti."
Ancak Yunus şöyle dedi:
Denizde balığın izini takip ediyordu.
AÇIKLAMA: İlim
adamlarının büyük çoğunluğu Hızır' ın aramızda mevcut ve canlı olduğunu
söylemişlerdir. Ama bu sufiler ile salah ve marifet ehli arasında ittifakla
kabul olunmuş bir husustur. Onun görüldüğüne dair, onunla bir araya gelindiğinde,
ondan bir şeyler öğrenilip soru sorulup ondan cevap aldıklarına, şerefli
yerlerde ve hayır mekanlarda göründüğüne dair naklettikleri hikayeler ise
kaydedilemeyecek kadar çoktur ve görmezlikten gelinmeyecek kadar meşhurdur.
Şeyh Ebu Amr İbnus Salah
dedi ki: O (Hızır), ilim adamlarının salih lerin büyük çoğunluğuna göre
hayattadır. Avam da bu hususta onlarla aynı kanaati paylaşmaktadır. Ama istisna
olarak bazı muhaddisler onun hayatta olduğunu kabul etmezler.
Müfessir el-Hibri ve Ebu
Amr o bir nebidir, demişlerdir. Ancak ilim adamları kendisine risalet verilip
verilmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kuşeyri ve pek çok kimse ise o bir
velidir, demişlerdir.
Maverdi tefsirinde üç
görüş nakletmektedir. Bir görüşe göre nebidir, ikincisine göre velidir,
üçüncüsüne göre ise o meleklerdendir. Ama bu görüş garip ve batıl bir görüştür.
el-Mazerı dedi ki: ilim
adamları Hızır'ın nebi mi yoksa veli mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Onun nebi olduğunu kabul edenler yüce Allah'ın onun söylediğini naklettiği:
"Ben bunu kendiliğimden yapmadım" (Kehf, 82) sözünü delil
gösterirler. işte bu sözleri onun kendisine vahiy gönderilen bir nebi olduğuna
ve bunun Musa’DAN daha bilgili olduğuna delil teşkil etmektedir. Ayrıca bir
velinin bir nebiden daha bilgili olma ihtimali çok uzaktır.
Başkaları da şu şekilde
cevap verirler: Yüce Allah'ın o zamanda bulunan bir nebiye Hızır'a bunları
emretmesini vahyetmiş olması da mümkündür. Müfessir Sa'lebi dedi ki: Hızır
bütün görüşlere göre uzun ömürlü bir nebi olup gözler onu görmezler. Kastettiği
ise insanların çoğu tarafından görülmediğidir. (Sa'lebi ayrıca) dedi ki: Onun
ancak Kur'an'ın kaldırılacağı ahir zamanda öleceği söylenmiştir. Sa'lebi bu
hususta üç görüş zikretmektedir: Bir görüşe göre Hızır, İbrahim el-Halil
zamanından yahut ondan az ya da çok bir süreden sonrasından beri vardır.
Hızır'ın künyesi Ebu'l-Abbas olup adı Belya'dır. Babasının adı da Melkan' dır.
Kelyan olduğu da söylenmiştir.
İbn Kuteybe el-Maarif
adlı eserinde şöyle der: Vehb b. Münebbih dedi ki: Hızır'ın adı Belya b. Melkan
b. Faliğ b. Abir b. Şalih b. Erfahşer b. Sam b. Nuh' dur. ilim adamları der ki:
Babası krallardan bir kraldı. Ona neden Hızır lakabının verildiği hususunda da
ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğun, dediğine göre o, ot bulunmayan bir yere
oturmuş ve orası yeşermiştir. Bir diğer görüşe göre bir yerde namaz kıldı mı
etrafı yeşerirdi. Doğrusu ise birincisidir. Çünkü Buhari'nin Sahihi'nde Ebu
Hureyre'den gelen rivayete göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur: "Hızır'a bu ismin veriliş sebebi, onun ÇıPlak bir yere
oturmuş olduğu bir sırada arkasından sarsılarak onun yeşermiş olduğunu
görmesidir." Ben Tehzibul Esma vel Lugat adlı eserimde Hızır'ın halleri
ile ilgili geniş açıklamalarda bulundum. Allah en iyi bilendir.
(6113) "Nevf
el-Bikali" cumhur çoğunlukla be harfini kesreli ve kef harfini şeddesiz
olarak zaptetmiş olmakla birlikte kimileri be harfi fethalı ve kef şeddeli
"bekkaH" diye rivayet etmişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu ikinci
şekil, üstadların ve hadis ashabının çoğunluğunun zaptettikleri şekildir. Ama
doğrusu birincisidir, muhakkiklerin görüşü de budur. Kendisi Himyerlilerin bir
kolu olan Bikaloğullarına mensuptur. Bunun Hemdanlıların bir kolu olduğu da
söylenir. Nevf'in babasının adı ise Fedale'dir. İbn Dureyd ve başkaları böyle,
demiştir. Nevf aynı zamanda Ka'b el-Ahbar'ın karısının (başka kocadan) oğludur.
Kardeşinin oğlu olduğu da söylenmiş ise de birincisi meşhur olandır. İbn Ebu
Hatim ve başkaları dedi ki:, dediklerine göre künyesi Ebu Yezid'dir. Ebu Rüşd
olduğu da söylenmiştir. Kendisi alim, hakim, kadı ve Dımaşk'lıların imamı idi.
"Allah'ın düşmanı
yalan söylemiştir" ilim adamları der ki: Bu tabirden kasıt, onun
söylediklerinin benzerini söylemeye karşı ağır sözlerle tepki göstermek ve bunu
men etmektir. Yoksa onun gerçek manada Allah'ın düşmanı olduğuna inandığından
dolayı böyle bir şey söylemiş değildir. O bu sözünü ancak Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in söylediklerine muhalif olduğundan ötürü sözünü
reddetmekte mübalağa göstermek için söylemiştir. Bu da bu söze aşIrı tepki
gösterdiğinden ötürü ibn Abbas'ın kızgınlık halinde söylenmiştir. Kızgınlık
halinde kullanılan lafızlarla da hakikatler kastedilmez. Allah en iyi bilendir.
"En bilgili benim.
" Bu onun inancı ve kanaatini ifade eder. Yoksa hadiste açıkça
belirtildiği gibi Hızır ondan daha bilgili idi.
"Yüce Allah ilmi
kendisine havale etmediği için ona sitem etti." Yani Musa'ya yakışan Allah
en iyi bilir demekti. Çünkü yüce Allah'ın yarattıklarını ondan başkası bilemez.
Nitekim yüce Allah: "Rabbinin ordularını ancak o bilir" (Müddessir,
31) buyurmaktadır.
ilim adamları, Musa
(aleyhisselam)'ın Hızır (aleyhisselam) ile karşılaşmanın yolunu sormasını ilim
tahsili için yolculuk yapmanın ve bu tahsili çoğaItarak ileri götürmenin
müstehap olduğuna ayrıca alim olan bir kimsenin ilmi pek büyük olsa bile bu
bilgiyi kendisinden daha bilgili olandan öğrenmesinin ve bunu öğrenebilmek için
de onun yanına gitmesinin müstehap olduğuna delil göstermişlerdir.
Bundan ayrıca şu
hükümler de anlaşılmaktadır:
1. İlim tahsil etmek
faziletlidir.
2. Azık olarak balığı ve
başka şeyleri yanına almasına gelince, bu da yolculuk için azık edinmenin caiz
olduğuna delildir.
3. Bu hadiste alim'e
karşı edepli olmak, hoca ve üstadlara saygılı olmak, onlara itirazı terk etmek,
yaptıkları fiilleri hareket ve sözlerinin anlaşılmayan zahirlerini uygun bir
şekilde yorumlamak, onlara verilen sözlere bağlı kalmak, verilen sözlere aykırı
davranılması halinde özür dilemek gerektiği de anlaşılmaktadır.
4. Hızır {aleyhisselam)'ın
veli olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre evliyanın kerametlerinin Sabit olduğu
anlaşılmaktadır.
5. İhtiyaç esnasında
(başkalarından) yemek istemek caizdir.
6. Gemi kiralamak
caizdir.
7, Sahibinin rıza
göstermesi halinde ücretsiz olarak gemiye, hayvana binmek, bir meskende kalmak,
elbise giyinmek ve benzeri hususlar caizdir. Çünkü burada "onlar bizi
ücretsiz taşıdılar" denilmektedir.
8. Aksi açıkça ortaya
çıkincaya kadar zahire göre hüküm verilir -buna gerek-çe Musa
{aleyhisselam)"m gösterdiği tepkilerdir-o
Kadı Iyaz dedi ki: İlim
adamları Musa (aleyhisselam)'ın: "Sen olmadık bir şey yaptın"
ibarelerıni kullandığında "imra"nın mı yoksa "nükra"nın mı
daha ağır olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Denildiğine göre "imm"
büyük bir iş olduğu için kullanılmıştır. Ayrıca bu adeten geminin içindekilerin
de mallarının da helak olma sonucunu verecek olan gemiyi delmesi dolayısıyla
söylenmiştir. Bu ise çocuğun öldürülmesinden daha büyüktür. Çünkü çocuk tek bir
can idi.
Bir diğer' görüşe göre
ise "nükra" daha ağırdır. Çünkü o bu sözü gerçek manada çocuğu
öldürmeye kalkıştığı zaman söylemiştir. Geminin delinmesinde ölüm sonucu ise
muhtemel bir hadisedir. Bazı Hallerde kurtulmaları da mümkündür. Nitekim bu
olayda kurtulmuşlardır. Burada kesin yapılan tek bir iş vardır o da geminin
delinmesidir. Allah en iyibilendir.
"İki denizin
birleştiği yerde kullarından bir kul senden daha bilgilidir."
Katade dedi ki: Burası
Fars ve Rum denizlerinin doğu cihetinde birleştikleri yerdir. Sa'lebi, Ubeyy b.
Ka'b’DAN burasının Afrika'da olduğunu nakletmektedir.
"Bir zembilde bir
balık taşı. Balığı nerede kaybedersen O'da orada olacaktır. " Bu, bundan
sonraki ikinci rivayette açıkladığı gibi tuzlanmış bir balıktı. Mim harfi
kesreli te harfi fethalı olarak "miktel" ise zembil demektir. Daha
önce defalarca açıklandı. "
"Onu kaybedeceğin
yerde" anlamındaki "tefkiduhu" kaf harfi kesreli olarak balığın
senin elinden gideceği zaman demektir.
"Genç delikanlı
hizmetçisi de onunla birlikte yola koyuldu," Bu da Yu'şa b. Nun'dur.
Buradaki "feta"dan maksat arkadaştır. "Nun" ismi de
"Nuh" ismi gibi munsarıftır.
Bu hadis-i şerif, onun
bu hizmetçisinin kölesi olduğunu söyleyen müfessirlerin görüşlerini de diğer
batıl görüşleri de reddetmektedir. İlim adamlarının, dediklerine göre bu, Yu'şa
b. Nun b. İfraim b. Yusuf'dur.
''Allah onun üzerinden
su akıntısım bir kemer gibi bir hal alacak şekilde tuttu. " Buradaki kemer
(tak) yapının duvarlarının üst taraftanndan kavuştukları ve altının boş kaldığı
yerler demektir.
"Günlerinin geri
kalan kısmını ve gecelerini yürüyerek geçirdiler." Nasab: yorgunluk
demektir., dediklerine göre yorulmasının ve acıkmasının sebebi, kendisine
kuşluk yemeğinin getirilmesini isteyip balığın unutulduğunu bu yolla
hatırlamasını sağlamak içindi. Bundan dolayı RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Kendisine emredilen o yeri geçinceye kadar yorulmamıştı"
buyurmaktadır.
"Ve hayret edilecek
bir şekilde denizde yolunu aldı." Denildiğine göre burada "acaben:
hayret edilecek bir şekilde" kelimesinin Yu'şa'nın sözlerinin sonu olma
ihtimali olabilir. Musa'nın söylediği bir söz olduğu da söylenmiştir. Yani
Musa: Ben bu işe gerçekten hayret ettim, şaştım, dedi. Yüce Allah'ın buyruğu
olduğu da söylenmiştir. O zaman anlamı şu olur: Musa balığın denizde yol alıp
gitmesini hayret edilecek bir şey gördü.
''Aradığımız bu
idi." istediğimiz buydu. Yani biz zaten gelip aradığımız balığı
kaybedeceğimiz yeri bulmaktı.
"Bir elbise ile
üzeri örtülü bir adam gördü ... " Müsecca: Üzeri örtülü demektir. "Senin
yerinde selam ne arasın" sözü de yani selamın bilinmediği bu arazide selam
nereden geldi demektir. ilim adamları der ki: "Enna" nerede, ne
zaman, nasıl ve ne şekilde gibi anlamlara gelir. "NevI" ise ücret
demektir. Nitekim nevI ve neval da bağış anlamına gelir.
"Sen büyük bir iş
yaptın" deki "imra: çok ağır büyük bir iş yaptın" demektir.
"İşimde bana zorluk çıkarma" anlamındaki "laturhikni: beni
aldatma, bana ağır yük yükleme" demektir.
"Başka bir nefse
karşılık olmayarak tertemiz bir nefsi mi öldürdün. .. " Buradaki
"zekiyyeten: tertemiz" Kıraati Seb'a'da ze harfinden sonra elif ile
"zakiyeten" ve elifsiz olarak "zekiyyeten" diye okunmuştur.
ilim adamlarının, dediklerine göre bu günahlardan annmış tertemiz bir nefis
anlamındadır. "Başka bir nefse karşılık olmayarak" ifadesi de senin
bu nefse kısas uygulamanı gerektiren bir durum olmadığı halde demektir. Nukr
ise münker anlamındadır. Kıraat-i Seb'a'da kef harfi sakin "nukr"
diye ve ötreli "nukur" diye de okunmuştur. Çoğunluk sakin olarak
okumuşlardır.
ilim adamları der ki:
"Oynayan bir çocuk" bu ifade bunun büluğa ermemiş bir çocuk olduğuna
delildir. Çünkü burada geçen "gulam" lafzının gerçek anlamı budur.
Aynı zamanda cumhurun görüşü de bu çocuğun büluğa ermemiş olduğu şeklindedir.
Bir grup ise bu çocuğun büluğa ermiş ama kötü işler yapan birisi olduğunu ileri
sürmüş bunun için de yüce Allah'ın: "Başka bir cana karşılık olmaksızın
günahsız birisini mi öldürdün" buyruğunu delil göstermişlerdir. Bu
(gerektiğinde) ona kısas uygulanması icab edecek kimselerden olduğuna delildir.
Küçük çocuk için ise kısas sözkonusu değildir. Ayrıca hadisin sonunda
zikredildiği üzere İbn Abbas'ın kıraatinde de "o bir kafir idi"
sözünü de delil göstermişlerdir.
Birincisine cevap iki
şekilde verilir:
1. Bundan kasıt onun
haksızca öldürüldüğüne dikkak çekmektir.
2. Onların şeriatlerinde
küçük çocuğa da kısas uygulanmasını gerektiren bir hüküm bulunma ihtimali
vardır. Nitekim bizim şeriatimizde de çocuk, telef ettikleri şeylerin
tazminatını ödemekle sorumludur.
İkincisine de cevap iki
şekilde verilir:
1. Bu şaz bir kıraattir,
bunda delil olacak bir taraf yoktur.
2. Eğer yaşamış olsaydı
-ikinci rivayette belirtildiği gibi- sonunda geleceği hali gözönünde
bulundurarak ona bu ismi vermiştir.
"Benim tarafımdan
artık mazur görülürsün." Bu da benden ayrılmana sebep olan husus ile
ilgili olarak en ileri derecede mazur görüleceksin anlamındadır.
"Sonra yine yola
koyuldular. Nihayet bir kasaba halkının yanına geldiklerinde" Sa'lebi dedi
ki: İbn Abbas'ın, dediğine göre burası Antakya'dır. İbn Sirin ise burası Eyle'
dir, demiştir ama bu yer ile gök arasındaki uzaklıktan daha uzaktır.
"Orada yıkılmaya
yüz tutmuş bir duvar buldular." Bu ifade mecazi bir ifadedir. Çünkü
duvarda gerçek manada bir irade yoktur (buyruğun lafzı tercümesi: orada
yıkılmak isteyen bir duvar buldular şeklindedir). Anlamı ise yıkılmaya yakın,
yıkılmaya yüz tutmuş şeklindedir. Usül alimleri bunu Kur'an-ı Kerim'de mecazi
ifadelerin var olduğuna delil göstermişlerdir. Bilinen benzerleri de vardır.
Vehb b. Münebbih dedi ki: Bu duvarın yukarı doğru yüksekliği yüz zira idi.
"İsteseydin ona
karşılık bir ücret alırdın. " Yani karşılığında bir ücret alır ve onunla
yiyecek bir şeyler alırdın.
"Bir kuş geldi ve
geminin kenarına kondu ... " İlim adamlarının, dediklerine göre burada
(Allah'ın ilminden) eksiltmek zahiri anlamı ile değildir. Bu şu demektir: Benim
ilmim ile senin ilmin yüce Allah'ın ilmine göre oranı bu kuşun gagası ile
aldığı suyun denizin suyuna olan oranı gibidir. Bu ise anlamayı kolaylaştırmak
için kullanılmış bir ifadedir. Yoksa gerçekte onların ilimlerinin oranı daha az
ve daha önemsizdir. Buhari'nin rivayetinde de: ''Allah'ın ilmi yanında benim
ilmim ile senin ilmin ancak bu kuşun gagası ile aldığı gibidir. " Kasıt ise
Allah'ın bildikleri yanında onlara oranla demektir. Çünkü ilim malum anlamında
da kullanılabilir. Bu da mastarın meful anlamında kullanılması kabilindendir.
Nitekim arapların darbussultan: sultan darbı (sikkesi, para) demeleri de
böyledir ki onun darb ettiği (madrubu) anlamındadır.
Kadı Iyaz dedi ki: Bu
hadisi müşkil görenlerden bazıları burada "illa: ancak" tabirinin
vela: hatta (bu kadar dahi değildir) anlamındadır. Yani benim de ilmim senin de
ilmin Allah'ın ilminden bu kuşun gagası ile aldığı kadar dahi bir şey
eksiltmez. Çünkü yüce Allah'ın ilmi hakkında eksilme sözkonusu değildir
anlamındadır, demişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Böyle bir zorlamaya gerek yoktur,
aksine az önce açıkladığımız şekli ile bu ifade doğrudur. Allah en iyi
bilerıdir.
(6114) "Nevf yalan
söylemiştir." Bu da bizim mezhep alimlerimizin benimsediği kanaate göre
şöyle açıklanmıştır: Yalan, kasti olsun yanılarak olsun bir şey hakkında gerçek
durumundan farklı olarak haber vermektir. Bu da mutezilenin kanaatine
muhalifiir. Mesele daha önce İman Kitabı'nda geçmiş bulunmaktadır.
(6115) "Nihayet
kayaya vardıklarında onu fark etmesine engel olundu."
Burada "feummiye
aleyhi: fark etmesine engel olundu" ibaresi bazı asıl nüshalarda ayn harfi
fethalı, mim harfi kesrelidir. (Amiye şeklinde onu göremedi demek olur).
Bazılarında ise ayn harfi ötreli, mim harfi şeddelidir (ilk şeklinde
olduğu-gibi). Bazılarında ise gayn harfi iledir. (O taktirde orada baygın düştü
anlamına gelebilir).
"Tak gibi"
kevve ve kuvve -birinci rivayette denildiği gibi- "tak" '(kemer)
demektir.
"Kafasırun ortası
üzerine sırt üstü yatmış. " Buradaki "hulavetul kafa: Kafanın
ortası" demektir. Bu da iki yanından birisine yatmadıgı anlamına gelir.
(Orta anlamındaki) hulave kelimesi aynı zamanda ha harfi fethalı ve kesreli olarak
(halave ve hilave) diye de söylenebilmekle birlikte en fasihleri ötreli
söyleyişleridir. Kesreli söyleyişi nakledenlerden birisi de en-Nihaye fi
Garibi! Hadis sahibi (İbnul Esiri'dir. Aynı şekilde sonu kasırlı da medli de
söylenebilir.
"Büyük bir iş sebebi
ile gelmiş almalısın." Kadı Iyaz dedi ki: Burada "meci'"
kelimesini bazılarından tenvinsiz ve merfu olarak zaptettik bazılarından ise
tenvinli olarak zaptettik. Bu daha açık ve anlaşılırdır. Yani büyÜk bir iş
sebebi ile gelmiş almalısın.
"Kasten" yani
gemiyi kasti olarak deldi. ilim adamları bunu işlerin tearuz etmesi (çatışması)
halinde maslahatların gözönünde bulundurulmasına delil göstermişlerdir. Aynı
şekilde iki kötülük birbirleri ile taarruz edecek olursa daha hafif olanı
yapılarak daha büyük olanları def edilir. Nitekim geminin gasbedilip tamamen-
elden gitmesini önlemek için gemiyi deldi.
"Onlardan birisine
hızlıca ve düşünmeden yönelip onu öldürdü. " Hemen ve ilk hatırına geldiği
şekilde ona hızlıca yönelip düşünmeden onu öldürdü demektir. Ancak buradaki
"badi" lafzının sonunun hemzesiz kabul edenlere göre anlamı şu olur:
Onu öldürmek üzere bir kanaat sahibi oldu. Bu da başlamak anlamındaki
"bed" den gelmiş kabul edilir ki bu da önceden sahip olunmayan bir
görüşün ortaya çıkması demektir. Kadı Iyaz dedi ki: "Bed'" kelimesi
medli de okunur kasr ile de söylenir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: ''Allah'ın rahmeti üzerimize ve Musa'nın üzerine olsun. O
nebilerden birisinin adını zikretti mi önce kendi nefsi ile başlayarak Allah'ın
rahmeti üzerimize ve şu kardeşimin üzerine olsun. Allah'ın rahmeti üzerimize
olsun derdi." Mezhep alimlerimiz dedi ki: işte burada kişinin dua ederken
önce kendisinden başlamasının müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Ahiret ile
ilgili diğer hususlar da bunun gibidir. Dünyevi hususlara gelince, bunda edebe
uygun olan başkasını tercih etmek ve kendisine başkalarını öncelemektir.
ilim adamları mektubun
başında hangisinin ismi ile başlanacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Seleften
bir çoğunun söylediği ve sahih rivayetlerle geldiği üzere doğru olan, önce
kişinin kendi adını zikretmesi ve kendi adını mektubu yazdığı kişinin adından
önce kaydetmesidir. Böylelikle filan kişiden filana denilir. Nitekim Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Allah'ın kulu ve Rasulü Muhammed'den Rum'un
büyüğü Hirakl {Herakliyus}e" şeklindeki mektup yazdığına dair hadis de bu
türdendir. Bir diğer kesim ise önce kendisine mektup yazılanın adını yazmakla
başlar ve bunun için filan kimseye filandan der. Derler ki: Ancak emirin kendisinin
altında bulunanlara yahut da efendinin kölesine yahut babanın çocuğuna ve buna
benzer bir kimsenin diğerine mektup yazmaSi hali müstesnadır.
''Ama arkadaşına bir
daha muhalefet etmekten utandı" ibaresindeki "zemame" zel harfi
fethalı söylenir. Bu da tekrar tekrar ona muhalefet ettiği için haya etti,
utandı demektir. Kendi kendisini kınadı diye de açıklanmış ise de meşhur olan
birincisidir.
"çocuğa gelince o
yaratıldığı gün kafir olarak yaratılmıştı." Kadı Iyaz dedi ki: Bu ifade de
ehl-i sünnet mezhebinin tab (mühürlemek, yaratılıştan gelmek), rayn (kılıf),
ekin ne (kılıflar, perdeler), ağşiye (örtüler), hucub (hicablar) ve setr
(kapamak) ve buna benzer yüce Allah'ın kafir ve dalalet ehli kimselerin
kalplerindeki fiilleri hakkında şeriatte varid olmuş diğer lafızlar ile ilgili
kanaatlerinin doğruluğuna apaçık bir delil bulunmaktadır. Ehl-i sünnete göre bu
lafızlar şu demektir: Şanı yüce Allah bu kalplerde imanın ve hidayetin zıddını
yaratır. Bu da ehl-i sünnetin kulun -yüce Allah'ın murad ettiği, onun için
kolaylaştırdığı ve onun için yarattığı dışında bir kudretinin olmadığı
şeklindeki asli kanaatlerine göredir. Onların bu görüşleri şu kanaatte olan
mutezile ve kaderiyenin kanaatine aykırıdır: Kul kendiliğinden faildir, hidayet
ve dalalete, hayır ve şerre, iman ve küfre muktedirdir. Bu lafızların yüce
Allah'a nisbet edilmesi ise Allah'ın bu hallerin sahibi olan kimseler aleyhinde
bu hükmü vermiş olması demektir. Onlardan bir kesimin kanaatine göre de bunun
anlamı şudur: Yüce Allah bunu kalplerinde buna bir alamet olmak üzere yaratır.
Halbuki hakkında şüphe
edilmeyecek olan gerçek şudur: Yüce Allah hayır ve şer türünden dilediğini
yapar. Ona yaptığından soru sorulmaz. Asıl yaratılmışlar sorgulanırlar. Nitekim
yüce Allah insan ruhlarının zerrecikler halinde bulundukları sırada
"bunlar cennetliktir ve hiç aldırmam, bunlar da cehennemliktir ve hiç
aldırmam" buyurması da bunun gibidir. Haklarında cehennem ateşine
girecekleri hükmünü verdiği kimselerin de kalplerine mühür vurmuş, onları perdelemiş,
onlarıN üzerlerini örtülerle kapatmış, önlerinde set, arkalarında set ve
görünmeyen bir perde yaratmış, kulaklarına ağırlık, kalplerine hastalık
vermiştir. Böylelikle onlar hakkındaki ezeli hükmü tamamlanır. O'nun kelimesi
yerini bulup gerçekleşir. Kimse de O'nun hükmünü geri çeviremez, kimse O'nun
verdiği emir ve hükmü reddedemez. Başarı Allah'tandır.
Kafirlerin çocukları
cehennemdedir diyen kimseler bu hadisi delil gösterebilirler. Bu mesele ile
ilgili açıklama ve onlar hakkında üç ayrı görüş olduğu daha önceden belirtilmiş
idi. Doğru olan görüşe göre onlar cennetliktir, ikinci görüşe göre
cehennemliktir, üçüncü görüşe göre onlar hakkında bir şey söylenmez. Onlar
hakkında herhangi bir hüküm verilmez. Hepsinin delilleri daha önce geçmiştir.
Cennetlik olduklarını söyleyenler ayrıca bu hadise cevap olmak üzere bu eğer
büluğa ermiş olsaydı kafir olacaktı anlamındadır diyebilirler.
"Onun anne babası
ona şefkatli idi. Eğer yetişmiş olsaydı azgınlık ve küfür ile onlara meşakkat
verecekti. " Yani onları azgınlık ve küfre iter ve her ikisinin de azgın
ve kafir olmasına sebep olurdu. Burada azgınlık (tuğyan) dan kasıt dalalette,
sapıklıkta aşırıya gitmek demektir.
Bu hadis-i şerif de Şanı
Yüce Allah'ın olanı da olacak olanı da olmamış olan eğer olacak olsa nasıl
olacağını da en iyi bilendir şeklindeki hak ehlinin kabuI ettiği kanaatin
delillerinden birisidir. Yüce Allah'ın şu buyrukları da bu deliller
arasındadır: "Eğer geri döndürülürlerse yine kendilerine yasaklanan şeye
geri dönerler." (En'am, 28); "Eğer biz sana kağıt üzerinde yazılı bir
kitap indirseydik kendileri de elleri ile ona dokunsalardı kafir olanlar yine
... derlerdi." (En' am, 7); "Eğer onu bir melek yapsaydık onu elbette
bir adam yapardık. Ve herhalde onları {başkalarını} düşürmekte oldukları
şüpheye düşürürdük. " (En' am, 9) ve daha başka ayetler.
"Kendilerine bunun
yerine daha temiz ve hayırlısını ve daha merhametlisini vermesini
istedik." (Kehf, 81) buyruğunda geçen "zekat (temiz)"den kasıt
İsIam'dır denildiği gibi salih olmak, saIah olduğu da söylenmiştir. Ruhm
(merhamet)'in ise anne babasına şefkat ve merhameti onlara iyi davranması
olduğu söylendiği gibi anne ve babasının ona merhamet etmesi anIamında olduğu
da söylenmiştir. Denildiği üzere o oğulları yerine kendilerine saliha bir kız
evIat vermişti.
(6118) "Kendisi ve
el-Hurm b. Kays'dan tartıştılar." Temari münazara ve mücadele (tartışma)
demektir.
Bu kıssada türlü
kaideler, asıI ilkeler, fer'i ve edep ile ilgili meseleler oldukça mühim ve
nefis hususlar bulunmaktadır ki bunların apaçık görülenleri dışında kaIanların
bir çoğuna daha önce dikkat çekilmiş bulunmaktadır. Daha önce
kaydetmediklerimizden bir kısmı da şunlardır:
1. Alim ve fazilet
sahibi bir kimseye fazileti daha ait mertebede olan bir kimsenin hizmet etmesi
ve ihtiyaçlarını görmesinde bir sakınca yoktur. Böyle bir hizmet ise ilim
öğretmek, ed ep öğretmek karşılığında ücret ve bedel almak kabilinden değildir.
Aksine bu arkadaşların gösterdikleri bir mürüvvet ve güzel bir geçimdir. Bunun
bu kıssadan delili ise Musa (aleyhisselam)'ın hizmetindeki gencin yemeklerini
taşıması, gemi sahiplerinin Musa ve Hızır (ikisine de selam olsun)1 Hızır'ın
salih bir zat olduğunu bilmeleri dolayısı ile ücretsiz taşımalarıdır -Allah en
iyi bilendir-.
2. Kişi ilim ve diğer
hususlarda alçakgönüllü olmaya, kendisinin insanların en bilgilisi olduğunu
iddia etmemeye, kendisine insanların en bilgini hakkında soru sorulacak olursa
Allah en iyi bilendir demeye teşvik edilmektedir.
3. Burada İslam esaslarından
büyük bir esas da açıklanmaktadır. O da şeriatın getirmiş olduğu bütün
hükümlere tam anlamı ile teslimiyet göstermek gereğidir. İsterse bazı
hükümlerin bir kısmının hikmeti akıllar tarafından açıkça görülemesin ve bir
çok kimse onları anlayamasın. Hatta kader gibi hepsinin anlayamayacaklan bir
husus olsa bile. Burada delil olan nokta ise çocuğun öldürülmesi ve geminin
delinmesidir. Şekil itibari ile bunlar münker görünümündedir ama özü itibari
ile bu işler doğru idi ve apaçık hikmetleri olmakla birlikte insanlar bunları
açıkça görememekte idi. Yüce Allah bu hikmetleri onlara öğretecek olursa onlar
da bunları öğrenirler. Bundan dolayı: Ben bu işi kendiliğimden yapmadım,
demiştir. Yani bunları Yüce Allah'ın emri ile yaptım.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
1- EBU BEKİR
ES-SIDDİK (R.A.)'IN FAZİLETLERİNDEN BİR KISMINA DAİR BİR BAB