SAHİH-İ MÜSLİM

FAZİLETLER

 

46- HIZIR (A.S.)'IN FAZİLETLERİNİN BİR KISMI HAKKINDA BİR BAB

 

6113-170/1- Bize Amr b. Muhammed en-Nakid, İshak b. İbrahim el-Hanzali, Ubeydullah b. Said ve Muhammed b. Ebu Ömer el-Mekki hepsi İbn Uyeyne’DEN -lafız İbn Ebu Ömer'e ait olmak üzere- tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne tahdis etti, bize Amr b. Dinar, Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini tahdis etti: İbn Abbas'a: Nevf el-Bikali İsrailoğulları'nın peygamberi olan Musa (aleyhisselam)'ın Hızır (aleyhisselam) ile arkadaşlık yapan Musa olmadığını ileri sürüyor, dedim: İbn Abbas: Allah düşmanı yalan söylemiş, dedi. Ben Ubey b. Ka'b'ı şöyle derken dinledim: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Musa (aleyhisselam) İsrailoğulları arasında ayağa kalkıp bir hutbe verdi. Kendisine en alim insan kimdir diye soruldu. O en alim benim, dedi. Yüce Allah bu hususta ona sitem etti. Çünkü ilmi ona havale etmedi. Bundan dolayı ona iki denizin birleştiği yerde bulunan kullarımdan bir kul var o senden daha bilgilidir diye vahiy buyurdu. Musa: Rabbim onu nasıl bulabilirim, dedi. Ona şöyle denildi: Bir zembilde bir balık taşı, balığı nerede kaybedersen o da orada olacaktır. Bunun üzerine Musa yola koyuldu. Onunla birlikte genç hizmetçisi olan Yuşa b. Nun da yola koyuldu. Musa (aleyhisselam) de zembil de bir balık taşıdı. Kendisi ve genç delikanlısı yürüyerek yola koyuldular. Nihayet o kayaya vardıklarında Musa (aleyhisselam) ile onun yanındaki genç uyudular. Zembil içindeki balık hareket etmeye başladı ve nihayet zembilden çıkıp denize düştü. Yüce Allah suyun akıntısını onun üzerinde bir' kemer meydana getirecek şekilde tuttu. Bu da balığın yol alması için bir dehliz (tünel) oldu., Musa ile yanındaki genç ise (buna) hayret ettiler. Günlerinin geri kalanını ve geceyi de yürüyerek geçirdiler ve Musa'nın arkadaşı ona (balığın durumunu) haber vermeyi unuttu. Musa (aleyhisselam) sabah olunca yanındaki gence: Kuşluk yemeğimizi getir, gerçekten bu yolculuğumuzdan oldukça yorgun düştük, dedi. Halbuki gitmekle emrolunduğu o yeri geçinceye kadar yorulmamıştı.

Yanındaki genç: Bizim o kayanın dibine çekildiğimizi gördün mü? işte ben balığı (sana söylemeyi) unuttum. Onu sana hatırlatmamı bana şeytandan başkası unutturmadı. Balık gerçekten denizde şaşılacak bir şekilde yolunu aldı, dedi.

Musa: İşte bizim aradığımız da buydu ya deyip, gerisin geri izlerinin üzerinden döndüler. Giderken izlerini takip edip geri gittiler. Nihayet kayaya vardıklarında üzeri bir örtü ile örtülmüş bir adam gördü. Musa ona selam verince Hızır ona: Senin bulunduğun yerde selam var mı ki, dedi. Musa: Ben Musa'yım, dedi. Hızır: İsrailoğulları'nın Musa'sı mı, dedi. O: Evet, dedi. Hızır: Sen Allah'ın sana öğretmiş olduğu benim bilmediğim Allah'tan gelen bir bilgiye sahipsin. Ben de Allah'ın bana öğretmiş olduğu senin de bilmediğin Allah'tan gelen bir bilgiye sahibim, dedi.

Musa (aleyhisselam) ona: Sana öğretilenden doğru olarak bana da öğretmen üzere senin peşinden geleyim mi, dedi. Hızır: Sen benimle sabredemezsin, hem bilgin ile kuşatamadığın bir şeye nasıl sabredebileceksin, dedi.

 

Musa: İnşaallah beni sabreden bir kişi olarak bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim, dedi.

 

Hızır ona: Benim peşimden gelecek olursan ben onun hakkında sana durumunu anlatıncaya kadar hiçbir şeye dair bana soru sorma, dedi.

 

Musa: Peki, dedi. Böylelikle Hızır ile Musa deniz kıyısında yürümeye başladılar. Yakınlarından bir gemi geçti. Gemi sahipleri ile kendilerini taşımaları için konuştular. Gemi sahipleri Hızır'ı tanıdılar. Bundan dolayı onları ücretsiz olarak taşıdılar. Hızır, gemi tahtalarından birisini alıp söktü. Bunun üzerine Musa ona: Bunlar bizden ücret almadıkları halde bizi taşımışken sen gemidekileri suda boğmak için mi kalkıp gemilerini deldin. Sen gerçekten çok büyük bir iş yaptın, dedi.

 

Hızır: Ben sana benimle sabredecek gücü bulamayacaksın dememiş miydim, dedi.

Musa: Unuttuğum için beni sorgulama ve bu işimde de bana zorluk çıkartıp beni yorma, dedi.

Sonra gemiden çıktılar. Yine kıyıda yürüdükleri bir sırada başka çocuklarla oynayan bir çocuk gördüler. Hızır onun kafasını tutup eli ile kafasını kopardı ve onu öldürdü. Bu sefer Musa: Sen başka bir can karşılığında olmaksızın tertemiz bir canı mı öldürdün. Gerçekten karşı çıkılması gereken bir iş yaptın, dedi.

 

Hızır: Senin benimle sabredecek gücün olmayacağını sana söylememiş miydim, dedi. Musa: Bu birincisinden daha ağırdı, dedi. Sonra: Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam benimle arkadaşlık yapma. Çünkü böylelikle (bana arkadaşlık yapmayacak olursan) mazur olacaksın, dedi. Sonra bir kasaba halkının yanına vanncaya kadar yine yollarına koyuldular. Kasaba halkından kendilerine yiyecek bir şeyler vermelerini istediler. Ama kasaba halkı onları misafir olarak ağırlamayı kabul etmedi. Orada çökmek üzere olan bir duvar buldular, Hızır o duvan doğrulttu. -yan yatmış demek istiyor-

 

Hızır eli ile şöyle yapıp o du van düzeltti. Musa ona: Bunlar öyle bir kavimdirler ki kendilerine geldik bizi misafir etmediler, bize yiyecek bir şey vermediler. İstesen bunun karşılığında ücret alabilirdin, dedi.

 

Hızır: İşte bu benimle senin aranda bir ayrılış (sebebi)dir. Bir türlü katlanamadığın hususların açıklamasını şimdi sana bildireceğim, dedi."

 

RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (bu arada) şöyle buyurdu: ''Allah Musa'ya rahmet ihsan buyursun. Keşke sabretseydi de onlara dair diğer haberleri de bize anlatılmasını çok arzu ederdim." (Ubey) dedi ki: Ayrıca Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Musa'nın birinci sorusu unutmaktan dolayı idi. "

 

Yine buyurdu ki: "Bir kuş gelip geminin kıyısına kondu sonra denizi bir defa gagaladı. Bunun üzerine Hızır ona: Benim de ilmim senin de ilmin Allah'ın ilminden ancak bu kuşun denizden eksilttiği gibi bir şey eksiltmiş olabilir. "

Said b. Cubeyr dedi ki: O ''onların önlerinde sağlam her bir gemiyi gasbederek alan bir hükümdar vardı" ve: "O çocuğa gelince o bir kafirdi" diye okurdu.

 

Diğer tahric: Buhari, 74, 78, 122, 2267, 2728, 3400, 4726, 4727, 6673; Tirmizi, 3130

 

 

 

6114-171/2- Bana Muhammed b. Abdüla'la el-Kaysi tahdis etti, bize el-Mu'temir b. Süleyman et-Teymi babasından tahdis etti. o Rakabe'den, o Ebu İshak'tan, o Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet etti: İbn Abbas'a: Gerçek şu ki nevf ilim aramak maksadı ile yola çıkan Musa'nın İsrailoğulları peygamberi Musa olmadığını ileri sürüyor denildi. O ey Said! bunu bizzat sen dinledin mi dedi. Ben, evet dedim. O, Nevf yalan söylemiştir, dedi.

 

 

 

6115-172/3- Bize Ubeyy b. Kab tahdis edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Musa (aleyhisselam) kavmi arasında onlara Allah'ın günlerini hatırlatıyordu. Allah'ın günleri ise onun nimetleri ve belalandır. Bu arada onlara ben yeryüzünde benden hayırlı ve benden bilgili bir adam bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah ona şunu vahyetti: Ben hem hayn kendisinden daha iyi bilirim hem de haynn kimde olduğunu. Şüphesiz yeryüzünde senden daha bilgili olan bir adam vardır.

Musa: Rabbim onu bana göster, dedi. Ona şöyle denildi: Tuzlanmış bir balığı azık olarak al. O senin balığı kaybedeceğin yerdedir denildi.

Bunun üzerine Musa, hizmetçisi ile birlikte yola koyuldu. Nihayet o kayaya vardılar. Ama onu fark etme imkanını bulamadı. Kendisi genç delikanlı hizmetçisini bırakıp yola koyuldu. Derken balık da su içinde çırpınmaya başladı. Su üzerine kapanmamaya başladı. Su bir dehliz gibi olmuştu. Yanındaki genç hizmetçisi: Şimdi Allah'ın nebisine yetişip ona haber vermiyeyim mi, dedi. Ona da (bu) unutturuldu. Her ikisi orayı geçip gittiklerinde Musa hizmetçisine: Kuşluk yemeğimizi getir, gerçekten biz bu yolculuğumuzdan çok yorulduk, dedi.

 

Orayı (kayayı) aşıp gidinceye kadar yorgunluk hissetmemişlerdi. O vakit hizmetçisi hatırlayarak: O kayaya geldiğimiz vakit var ya işte ben balığı (sana söylemeyi) unuttum. Onu sana hatırlatmamı şeytandan başka kimse unutturmadı. Balık hayret edilecek bir şekilde denizde kendi yolunu alıp gitti, dedi.

Musa: İşte bizim aradığımız da budur deyip izlerini takip ederek gerisin geri gittiler. Genç hizmetçisi ona balığın yerini gösterince Musa: Bana da burası tarif edilmişti deyip aramaya gitti. Derken Hızır'ı elbisesi ile örtünmüş sırtüstü yatmış olduğunu gördü. -Ya da kafasının ortası üzerine (sırt üstü yatmıştı), dedi-o

 

Musa: Esselamualeykum deyince Hızır yüzünün üzerinden örtüyü açtı ve: Ve aleykumselam sen kimsin, dedi. Musa: Ben Musa'yım, dedi. Hızır: Hangi musa deyince o: İsrailoğulları'nın Musa'sı, dedi. Hızır: Büyük bir iş sebebi ile gelmiş olmalısın, dedi. Musa: Sana öğretilen haktan bana da öğretmen için geldim, dedi.

 

Hızır: Sen benimle sabredemezsin, hem bilgin ile kuşatamadığın bir şeye nasıl sabredeceksin? Bana yapmam emredilen bir şeyi yaptığım taktirde sen onu görecek ve sabretmeyeceksin, dedi.

Musa: İnşaallah benim sabrettiğimi göreceksin ve ben hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim, dedi.

 

Hızır: Bana uyacak olursan hiçbir şey hakkında -ben ona dair sana bir şey söylemedikçe- bana soru sorma, dedi.

Böylelikle yola koyuldular. Nihayet gemiye bindiklerinde o gemiyi deldi.

O bunu kasten yaptı. Musa (aleyhisselam) ona: Sen bu gemidekileri boğmak için mi bunu deldin, sen gerçekten büyük bir iş yaptın, dedi.

 

Hızır: Benimle sabretmeye gücünün yetmeyeceğini sana dememiş miydim, dedi.

Musa: Unuttuğum için beni muaheze etme. Benim bu işimde bana zorluk çıkartarak beni yorma, dedi.

 

Bunun üzerine tekrar yola koyuldular. Nihayet oynayan çocuklarla karşılaştılar. Hiç düşünmeden derhal onlardan birisini yakalayıp öldürdü. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) görülmedik bir şekilde ürktü ve: Sen tertemiz bir canı kısas karşılığında olmadan öldürdün öyle mi? Şüphesiz kabul edilemeyecek bir iş yaptın, dedi."

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu yerde şöyle buyurdu: ''Allah'ın rahmeti bize de Musa'ya da olsun. Eğer acele etmemiş olsaydı hayret edecek şeyler görecekti. Ama arkadaşına bir daha muhalefet etmekten utandı ve:

 

Bundan sonra sana bir şey soracak olursam benimle arkadaşlık etme. Hem o durumda {benimle arkadaşlığı bırakacak olursan} benim tarafImdan mazur görülecek bir hale gelmiş olacaksın, dedi. Şayet sabretmiş olsaydı hayret edilecek şeyler görülecekti. "

(Ravi Ubeyy b. Kab) dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nebilerden bir kimseyi sözkonusu etti mi kendisinden başlardı:

''Allah'ın rahmeti üzerimize ve şu kardeşimize olsun. Allah'ın ralımeti hepimize olsun" derdi.

"Sonra yine yola koyuldular. Derken adi bir köy ah'Olisinin yanına vardılar. Meclisleri (tek tek) dolaştılar ve köy halkından kendilerine yiyecek bir şey vermelerini istediler. Ama o köy halkı onları ağırlamayı kabul etmedi. Musa ile Hızır orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır onu doğrultuverdi. Musa: Arzu etseydin elbette bunun için bir ücret alabilirdin, dedi. Bu sefer Hızır -elbisesini alarak- işte benimle senin ayrılacağımız yer burasıdır, dedi ve şunları söyledi: Şimdi de sana tahammül gösteremediğin hususların te'vilini (iç yüzünü) haber vereceğim. Gemi, denizde çalışan yoksul kimselere aitti. -deyip ayetin sonuna kadar söylediklerini zikretti-. İşte o gemiyi emrinde çalışmak isteyecek hükümdar geldiğinde onun delinmiş olduğunu görecek ve onu almak istemeyecekti. Kendileri ise bir tahta koyarak onu düzeltecekler. Küçük çocuğa gelince o yaratıldığı günü kafir olarak yaratılmıştı. Annesi ve- babası ise ona karşı şefkatli idiler. Eğer yetişkinlik çağına ulaşmış olsaydı anne babasını tuğyan ve küfür ile çokça yoracaktI. Bundan dolayı biz Allah'ın o ikisine hem ondan daha temiz hem daha merhametli olacak hayırlı birisini onun yerine vermesini murad ettik. Duvara gelince o da şehirde yetim iki çocuğa aitti ve onun altında da bir hazine vardı" diyerek ayeti sonuna kadar okudu.

 

 

 

6116- .. ./3- Bize Abdullah b. Abdurrahman ed-Darimi de tahdis etti, bize Muhammed b. Yusuf haber verdi. (H.) Bize Abd b. Humeyd de tahdis etti, bize Ubeydullah b. Musa haber verdi (Muhammed ile) ikisi İsrail'den o Ebu İshak'dan et-Teymi'nin -Rakabe'den- O Ebu İshak'dan naklettiği hadisine yakın olarak rivayet etti.

 

 

 

6117-173/4- Bize Amr en-Nakid de tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne Amr'dan tahdis etti, o Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'dan o Ubeyy b. Ka'b'dan rivayet ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Buna karşılık ücret alabilirdin" buyruğunu (lam harfi fethalı te harfi fethalı ha -şeddesizkesreli, zel harfi sakin, te harfi fethalı) okumuştur.

 

 

 

6118-174/5- Bana Harmele b. Yahya tahdis etti, bize İbn Vehb haber verdi, bana Yunus, İbn Şihab'dan haber verdi, o Ubeydillah b. Abdillah b. Utbe b. Mesud'dan, o Abdullah b. Abbas'dan rivayet ettiğine göre kendisi Hurr b. Kays b. Hasn el-Fezari ile birlikte Musa (a.s.)'ın arkadaşlık ettiği kişi hakkında tartıştı. İbn Abbas o Hızır' dır, dedi. Yanlarından Ubeyy b. Ka'b el-Ensari geçince İbn Abbas onu çağırınca: Ey Ebu Tufayı! yanımıza buyur. Ben ve bu arkadaşım Musa (aleyhisselam)'ın kendisi ile hangi yolla karşılaşabileceğini sorduğu Musa'nın arkadaşı(nın kim olduğu) hususunda tartıştım. Sen, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den onun durumunu zikrederken bir şey dinledin mi, dedi. Bunun üzerine Ubeyy şu cevabı verdi:

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Musa İsrailoğullarından bir topluluk ile birlikte bulunuyorken bir adam onun yanına gelip ona: Kendinden daha bilgili birisi olduğunu biliyor musun, dedi. Musa:

 

Hayır deyince yüce Allah Musa'ya: Evet, var bizim kulumuz Hızır (senden bilgilidir) diye vahyetti.

 

Bunun üzerine Musa onunla karşılaşmanın yolunu sordu. Allah da bunun için ona balığı bir alamet yaptı. Ona: Sen balığı bulamayacağın yerde geri dön onunla karşılaşacaksın denildi. Musa Allah'ın yol almasını dilediği kadar yol aldı. Sonra yanındaki genç hizmetçisine kendisine kuşluk yemeğimizi getir, dedi. Musa kendisinden kuşluk yemeğini isteyince şu cevabı verdi: Hani o kayaya vardığımız zaman var ya işte ben balığı (orada) unuttum. Onu bana unutturan ve hatırlamaktan beni alıkoyan şeytandan başkası değildi, dedi. Bunun üzerine Musa, genç hizmetkarına: İşte bizim de aradığımız buydu diyerek gerisin geri izlerini takip ederek döndüler ve Hızır'ı buldular. Ondan sonra da başlarında Allah'ın kitabında anlattıkları geçti."

Ancak Yunus şöyle dedi: Denizde balığın izini takip ediyordu.

 

 

AÇIKLAMA:          İlim adamlarının büyük çoğunluğu Hızır' ın aramızda mevcut ve canlı olduğunu söylemişlerdir. Ama bu sufiler ile salah ve marifet ehli arasında ittifakla kabul olunmuş bir husustur. Onun görüldüğüne dair, onunla bir araya gelindiğinde, ondan bir şeyler öğrenilip soru sorulup ondan cevap aldıklarına, şerefli yerlerde ve hayır mekanlarda göründüğüne dair naklettikleri hikayeler ise kaydedilemeyecek kadar çoktur ve görmezlikten gelinmeyecek kadar meşhurdur.

 

Şeyh Ebu Amr İbnus Salah dedi ki: O (Hızır), ilim adamlarının salih lerin büyük çoğunluğuna göre hayattadır. Avam da bu hususta onlarla aynı kanaati paylaşmaktadır. Ama istisna olarak bazı muhaddisler onun hayatta olduğunu kabul etmezler.

 

Müfessir el-Hibri ve Ebu Amr o bir nebidir, demişlerdir. Ancak ilim adamları kendisine risalet verilip verilmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kuşeyri ve pek çok kimse ise o bir velidir, demişlerdir.

 

Maverdi tefsirinde üç görüş nakletmektedir. Bir görüşe göre nebidir, ikincisine göre velidir, üçüncüsüne göre ise o meleklerdendir. Ama bu görüş garip ve batıl bir görüştür.

el-Mazerı dedi ki: ilim adamları Hızır'ın nebi mi yoksa veli mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Onun nebi olduğunu kabul edenler yüce Allah'ın onun söylediğini naklettiği: "Ben bunu kendiliğimden yapmadım" (Kehf, 82) sözünü delil gösterirler. işte bu sözleri onun kendisine vahiy gönderilen bir nebi olduğuna ve bunun Musa’DAN daha bilgili olduğuna delil teşkil etmektedir. Ayrıca bir velinin bir nebiden daha bilgili olma ihtimali çok uzaktır.

Başkaları da şu şekilde cevap verirler: Yüce Allah'ın o zamanda bulunan bir nebiye Hızır'a bunları emretmesini vahyetmiş olması da mümkündür. Müfessir Sa'lebi dedi ki: Hızır bütün görüşlere göre uzun ömürlü bir nebi olup gözler onu görmezler. Kastettiği ise insanların çoğu tarafından görülmediğidir. (Sa'lebi ayrıca) dedi ki: Onun ancak Kur'an'ın kaldırılacağı ahir zamanda öleceği söylenmiştir. Sa'lebi bu hususta üç görüş zikretmektedir: Bir görüşe göre Hızır, İbrahim el-Halil zamanından yahut ondan az ya da çok bir süreden sonrasından beri vardır. Hızır'ın künyesi Ebu'l-Abbas olup adı Belya'dır. Babasının adı da Melkan' dır. Kelyan olduğu da söylenmiştir.

 

İbn Kuteybe el-Maarif adlı eserinde şöyle der: Vehb b. Münebbih dedi ki: Hızır'ın adı Belya b. Melkan b. Faliğ b. Abir b. Şalih b. Erfahşer b. Sam b. Nuh' dur. ilim adamları der ki: Babası krallardan bir kraldı. Ona neden Hızır lakabının verildiği hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğun, dediğine göre o, ot bulunmayan bir yere oturmuş ve orası yeşermiştir. Bir diğer görüşe göre bir yerde namaz kıldı mı etrafı yeşerirdi. Doğrusu ise birincisidir. Çünkü Buhari'nin Sahihi'nde Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Hızır'a bu ismin veriliş sebebi, onun ÇıPlak bir yere oturmuş olduğu bir sırada arkasından sarsılarak onun yeşermiş olduğunu görmesidir." Ben Tehzibul Esma vel Lugat adlı eserimde Hızır'ın halleri ile ilgili geniş açıklamalarda bulundum. Allah en iyi bilendir.

 

(6113) "Nevf el-Bikali" cumhur çoğunlukla be harfini kesreli ve kef harfini şeddesiz olarak zaptetmiş olmakla birlikte kimileri be harfi fethalı ve kef şeddeli "bekkaH" diye rivayet etmişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu ikinci şekil, üstadların ve hadis ashabının çoğunluğunun zaptettikleri şekildir. Ama doğrusu birincisidir, muhakkiklerin görüşü de budur. Kendisi Himyerlilerin bir kolu olan Bikaloğullarına mensuptur. Bunun Hemdanlıların bir kolu olduğu da söylenir. Nevf'in babasının adı ise Fedale'dir. İbn Dureyd ve başkaları böyle, demiştir. Nevf aynı zamanda Ka'b el-Ahbar'ın karısının (başka kocadan) oğludur. Kardeşinin oğlu olduğu da söylenmiş ise de birincisi meşhur olandır. İbn Ebu Hatim ve başkaları dedi ki:, dediklerine göre künyesi Ebu Yezid'dir. Ebu Rüşd olduğu da söylenmiştir. Kendisi alim, hakim, kadı ve Dımaşk'lıların imamı idi.

 

"Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir" ilim adamları der ki: Bu tabirden kasıt, onun söylediklerinin benzerini söylemeye karşı ağır sözlerle tepki göstermek ve bunu men etmektir. Yoksa onun gerçek manada Allah'ın düşmanı olduğuna inandığından dolayı böyle bir şey söylemiş değildir. O bu sözünü ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in söylediklerine muhalif olduğundan ötürü sözünü reddetmekte mübalağa göstermek için söylemiştir. Bu da bu söze aşIrı tepki gösterdiğinden ötürü ibn Abbas'ın kızgınlık halinde söylenmiştir. Kızgınlık halinde kullanılan lafızlarla da hakikatler kastedilmez. Allah en iyi bilendir.

 

"En bilgili benim. " Bu onun inancı ve kanaatini ifade eder. Yoksa hadiste açıkça belirtildiği gibi Hızır ondan daha bilgili idi.

 

"Yüce Allah ilmi kendisine havale etmediği için ona sitem etti." Yani Musa'ya yakışan Allah en iyi bilir demekti. Çünkü yüce Allah'ın yarattıklarını ondan başkası bilemez. Nitekim yüce Allah: "Rabbinin ordularını ancak o bilir" (Müddessir, 31) buyurmaktadır.

ilim adamları, Musa (aleyhisselam)'ın Hızır (aleyhisselam) ile karşılaşmanın yolunu sormasını ilim tahsili için yolculuk yapmanın ve bu tahsili çoğaItarak ileri götürmenin müstehap olduğuna ayrıca alim olan bir kimsenin ilmi pek büyük olsa bile bu bilgiyi kendisinden daha bilgili olandan öğrenmesinin ve bunu öğrenebilmek için de onun yanına gitmesinin müstehap olduğuna delil göstermişlerdir.

 

Bundan ayrıca şu hükümler de anlaşılmaktadır:

 

1. İlim tahsil etmek faziletlidir.

 

2. Azık olarak balığı ve başka şeyleri yanına almasına gelince, bu da yolculuk için azık edinmenin caiz olduğuna delildir.

 

3. Bu hadiste alim'e karşı edepli olmak, hoca ve üstadlara saygılı olmak, onlara itirazı terk etmek, yaptıkları fiilleri hareket ve sözlerinin anlaşılmayan zahirlerini uygun bir şekilde yorumlamak, onlara verilen sözlere bağlı kalmak, verilen sözlere aykırı davranılması halinde özür dilemek gerektiği de anlaşılmaktadır.

 

4. Hızır {aleyhisselam)'ın veli olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre evliyanın kerametlerinin Sabit olduğu anlaşılmaktadır.

 

5. İhtiyaç esnasında (başkalarından) yemek istemek caizdir.

 

6. Gemi kiralamak caizdir.

 

7, Sahibinin rıza göstermesi halinde ücretsiz olarak gemiye, hayvana binmek, bir meskende kalmak, elbise giyinmek ve benzeri hususlar caizdir. Çünkü burada "onlar bizi ücretsiz taşıdılar" denilmektedir.

 

8. Aksi açıkça ortaya çıkincaya kadar zahire göre hüküm verilir -buna gerek-çe Musa {aleyhisselam)"m gösterdiği tepkilerdir-o

 

Kadı Iyaz dedi ki: İlim adamları Musa (aleyhisselam)'ın: "Sen olmadık bir şey yaptın" ibarelerıni kullandığında "imra"nın mı yoksa "nükra"nın mı daha ağır olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Denildiğine göre "imm" büyük bir iş olduğu için kullanılmıştır. Ayrıca bu adeten geminin içindekilerin de mallarının da helak olma sonucunu verecek olan gemiyi delmesi dolayısıyla söylenmiştir. Bu ise çocuğun öldürülmesinden daha büyüktür. Çünkü çocuk tek bir can idi.

 

Bir diğer' görüşe göre ise "nükra" daha ağırdır. Çünkü o bu sözü gerçek manada çocuğu öldürmeye kalkıştığı zaman söylemiştir. Geminin delinmesinde ölüm sonucu ise muhtemel bir hadisedir. Bazı Hallerde kurtulmaları da mümkündür. Nitekim bu olayda kurtulmuşlardır. Burada kesin yapılan tek bir iş vardır o da geminin delinmesidir. Allah en iyibilendir.

"İki denizin birleştiği yerde kullarından bir kul senden daha bilgilidir."

 

Katade dedi ki: Burası Fars ve Rum denizlerinin doğu cihetinde birleştikleri yerdir. Sa'lebi, Ubeyy b. Ka'b’DAN burasının Afrika'da olduğunu nakletmektedir.

 

"Bir zembilde bir balık taşı. Balığı nerede kaybedersen O'da orada olacaktır. " Bu, bundan sonraki ikinci rivayette açıkladığı gibi tuzlanmış bir balıktı. Mim harfi kesreli te harfi fethalı olarak "miktel" ise zembil demektir. Daha önce defalarca açıklandı. "

 

"Onu kaybedeceğin yerde" anlamındaki "tefkiduhu" kaf harfi kesreli olarak balığın senin elinden gideceği zaman demektir.

 

"Genç delikanlı hizmetçisi de onunla birlikte yola koyuldu," Bu da Yu'şa b. Nun'dur. Buradaki "feta"dan maksat arkadaştır. "Nun" ismi de "Nuh" ismi gibi munsarıftır.

Bu hadis-i şerif, onun bu hizmetçisinin kölesi olduğunu söyleyen müfessirlerin görüşlerini de diğer batıl görüşleri de reddetmektedir. İlim adamlarının, dediklerine göre bu, Yu'şa b. Nun b. İfraim b. Yusuf'dur.

 

''Allah onun üzerinden su akıntısım bir kemer gibi bir hal alacak şekilde tuttu. " Buradaki kemer (tak) yapının duvarlarının üst taraftanndan kavuştukları ve altının boş kaldığı yerler demektir.

 

"Günlerinin geri kalan kısmını ve gecelerini yürüyerek geçirdiler." Nasab: yorgunluk demektir., dediklerine göre yorulmasının ve acıkmasının sebebi, kendisine kuşluk yemeğinin getirilmesini isteyip balığın unutulduğunu bu yolla hatırlamasını sağlamak içindi. Bundan dolayı RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kendisine emredilen o yeri geçinceye kadar yorulmamıştı" buyurmaktadır.

 

"Ve hayret edilecek bir şekilde denizde yolunu aldı." Denildiğine göre burada "acaben: hayret edilecek bir şekilde" kelimesinin Yu'şa'nın sözlerinin sonu olma ihtimali olabilir. Musa'nın söylediği bir söz olduğu da söylenmiştir. Yani Musa: Ben bu işe gerçekten hayret ettim, şaştım, dedi. Yüce Allah'ın buyruğu olduğu da söylenmiştir. O zaman anlamı şu olur: Musa balığın denizde yol alıp gitmesini hayret edilecek bir şey gördü.

 

''Aradığımız bu idi." istediğimiz buydu. Yani biz zaten gelip aradığımız balığı kaybedeceğimiz yeri bulmaktı.

 

"Bir elbise ile üzeri örtülü bir adam gördü ... " Müsecca: Üzeri örtülü demektir. "Senin yerinde selam ne arasın" sözü de yani selamın bilinmediği bu arazide selam nereden geldi demektir. ilim adamları der ki: "Enna" nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde gibi anlamlara gelir. "NevI" ise ücret demektir. Nitekim nevI ve neval da bağış anlamına gelir.

 

"Sen büyük bir iş yaptın" deki "imra: çok ağır büyük bir iş yaptın" demektir. "İşimde bana zorluk çıkarma" anlamındaki "laturhikni: beni aldatma, bana ağır yük yükleme" demektir.

"Başka bir nefse karşılık olmayarak tertemiz bir nefsi mi öldürdün. .. " Buradaki "zekiyyeten: tertemiz" Kıraati Seb'a'da ze harfinden sonra elif ile "zakiyeten" ve elifsiz olarak "zekiyyeten" diye okunmuştur. ilim adamlarının, dediklerine göre bu günahlardan annmış tertemiz bir nefis anlamındadır. "Başka bir nefse karşılık olmayarak" ifadesi de senin bu nefse kısas uygulamanı gerektiren bir durum olmadığı halde demektir. Nukr ise münker anlamındadır. Kıraat-i Seb'a'da kef harfi sakin "nukr" diye ve ötreli "nukur" diye de okunmuştur. Çoğunluk sakin olarak okumuşlardır.

 

ilim adamları der ki: "Oynayan bir çocuk" bu ifade bunun büluğa ermemiş bir çocuk olduğuna delildir. Çünkü burada geçen "gulam" lafzının gerçek anlamı budur. Aynı zamanda cumhurun görüşü de bu çocuğun büluğa ermemiş olduğu şeklindedir. Bir grup ise bu çocuğun büluğa ermiş ama kötü işler yapan birisi olduğunu ileri sürmüş bunun için de yüce Allah'ın: "Başka bir cana karşılık olmaksızın günahsız birisini mi öldürdün" buyruğunu delil göstermişlerdir. Bu (gerektiğinde) ona kısas uygulanması icab edecek kimselerden olduğuna delildir. Küçük çocuk için ise kısas sözkonusu değildir. Ayrıca hadisin sonunda zikredildiği üzere İbn Abbas'ın kıraatinde de "o bir kafir idi" sözünü de delil göstermişlerdir.

 

Birincisine cevap iki şekilde verilir:

 

1. Bundan kasıt onun haksızca öldürüldüğüne dikkak çekmektir.

 

2. Onların şeriatlerinde küçük çocuğa da kısas uygulanmasını gerektiren bir hüküm bulunma ihtimali vardır. Nitekim bizim şeriatimizde de çocuk, telef ettikleri şeylerin tazminatını ödemekle sorumludur.

 

İkincisine de cevap iki şekilde verilir:

 

1. Bu şaz bir kıraattir, bunda delil olacak bir taraf yoktur.

 

2. Eğer yaşamış olsaydı -ikinci rivayette belirtildiği gibi- sonunda geleceği hali gözönünde bulundurarak ona bu ismi vermiştir.

 

"Benim tarafımdan artık mazur görülürsün." Bu da benden ayrılmana sebep olan husus ile ilgili olarak en ileri derecede mazur görüleceksin anlamındadır.

 

"Sonra yine yola koyuldular. Nihayet bir kasaba halkının yanına geldiklerinde" Sa'lebi dedi ki: İbn Abbas'ın, dediğine göre burası Antakya'dır. İbn Sirin ise burası Eyle' dir, demiştir ama bu yer ile gök arasındaki uzaklıktan daha uzaktır.

 

"Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular." Bu ifade mecazi bir ifadedir. Çünkü duvarda gerçek manada bir irade yoktur (buyruğun lafzı tercümesi: orada yıkılmak isteyen bir duvar buldular şeklindedir). Anlamı ise yıkılmaya yakın, yıkılmaya yüz tutmuş şeklindedir. Usül alimleri bunu Kur'an-ı Kerim'de mecazi ifadelerin var olduğuna delil göstermişlerdir. Bilinen benzerleri de vardır. Vehb b. Münebbih dedi ki: Bu duvarın yukarı doğru yüksekliği yüz zira idi.

 

"İsteseydin ona karşılık bir ücret alırdın. " Yani karşılığında bir ücret alır ve onunla yiyecek bir şeyler alırdın.

 

"Bir kuş geldi ve geminin kenarına kondu ... " İlim adamlarının, dediklerine göre burada (Allah'ın ilminden) eksiltmek zahiri anlamı ile değildir. Bu şu demektir: Benim ilmim ile senin ilmin yüce Allah'ın ilmine göre oranı bu kuşun gagası ile aldığı suyun denizin suyuna olan oranı gibidir. Bu ise anlamayı kolaylaştırmak için kullanılmış bir ifadedir. Yoksa gerçekte onların ilimlerinin oranı daha az ve daha önemsizdir. Buhari'nin rivayetinde de: ''Allah'ın ilmi yanında benim ilmim ile senin ilmin ancak bu kuşun gagası ile aldığı gibidir. " Kasıt ise Allah'ın bildikleri yanında onlara oranla demektir. Çünkü ilim malum anlamında da kullanılabilir. Bu da mastarın meful anlamında kullanılması kabilindendir. Nitekim arapların darbussultan: sultan darbı (sikkesi, para) demeleri de böyledir ki onun darb ettiği (madrubu) anlamındadır.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Bu hadisi müşkil görenlerden bazıları burada "illa: ancak" tabirinin vela: hatta (bu kadar dahi değildir) anlamındadır. Yani benim de ilmim senin de ilmin Allah'ın ilminden bu kuşun gagası ile aldığı kadar dahi bir şey eksiltmez. Çünkü yüce Allah'ın ilmi hakkında eksilme sözkonusu değildir anlamındadır, demişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Böyle bir zorlamaya gerek yoktur, aksine az önce açıkladığımız şekli ile bu ifade doğrudur. Allah en iyi bilerıdir.

 

(6114) "Nevf yalan söylemiştir." Bu da bizim mezhep alimlerimizin benimsediği kanaate göre şöyle açıklanmıştır: Yalan, kasti olsun yanılarak olsun bir şey hakkında gerçek durumundan farklı olarak haber vermektir. Bu da mutezilenin kanaatine muhalifiir. Mesele daha önce İman Kitabı'nda geçmiş bulunmaktadır.

 

(6115) "Nihayet kayaya vardıklarında onu fark etmesine engel olundu."

 

Burada "feummiye aleyhi: fark etmesine engel olundu" ibaresi bazı asıl nüshalarda ayn harfi fethalı, mim harfi kesrelidir. (Amiye şeklinde onu göremedi demek olur). Bazılarında ise ayn harfi ötreli, mim harfi şeddelidir (ilk şeklinde olduğu-gibi). Bazılarında ise gayn harfi iledir. (O taktirde orada baygın düştü anlamına gelebilir).

 

"Tak gibi" kevve ve kuvve -birinci rivayette denildiği gibi- "tak" '(kemer) demektir.

"Kafasırun ortası üzerine sırt üstü yatmış. " Buradaki "hulavetul kafa: Kafanın ortası" demektir. Bu da iki yanından birisine yatmadıgı anlamına gelir. (Orta anlamındaki) hulave kelimesi aynı zamanda ha harfi fethalı ve kesreli olarak (halave ve hilave) diye de söylenebilmekle birlikte en fasihleri ötreli söyleyişleridir. Kesreli söyleyişi nakledenlerden birisi de en-Nihaye fi Garibi! Hadis sahibi (İbnul Esiri'dir. Aynı şekilde sonu kasırlı da medli de söylenebilir.

 

"Büyük bir iş sebebi ile gelmiş almalısın." Kadı Iyaz dedi ki: Burada "meci'" kelimesini bazılarından tenvinsiz ve merfu olarak zaptettik bazılarından ise tenvinli olarak zaptettik. Bu daha açık ve anlaşılırdır. Yani büyÜk bir iş sebebi ile gelmiş almalısın.

 

"Kasten" yani gemiyi kasti olarak deldi. ilim adamları bunu işlerin tearuz etmesi (çatışması) halinde maslahatların gözönünde bulundurulmasına delil göstermişlerdir. Aynı şekilde iki kötülük birbirleri ile taarruz edecek olursa daha hafif olanı yapılarak daha büyük olanları def edilir. Nitekim geminin gasbedilip tamamen- elden gitmesini önlemek için gemiyi deldi.

"Onlardan birisine hızlıca ve düşünmeden yönelip onu öldürdü. " Hemen ve ilk hatırına geldiği şekilde ona hızlıca yönelip düşünmeden onu öldürdü demektir. Ancak buradaki "badi" lafzının sonunun hemzesiz kabul edenlere göre anlamı şu olur: Onu öldürmek üzere bir kanaat sahibi oldu. Bu da başlamak anlamındaki "bed" den gelmiş kabul edilir ki bu da önceden sahip olunmayan bir görüşün ortaya çıkması demektir. Kadı Iyaz dedi ki: "Bed'" kelimesi medli de okunur kasr ile de söylenir.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Allah'ın rahmeti üzerimize ve Musa'nın üzerine olsun. O nebilerden birisinin adını zikretti mi önce kendi nefsi ile başlayarak Allah'ın rahmeti üzerimize ve şu kardeşimin üzerine olsun. Allah'ın rahmeti üzerimize olsun derdi." Mezhep alimlerimiz dedi ki: işte burada kişinin dua ederken önce kendisinden başlamasının müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Ahiret ile ilgili diğer hususlar da bunun gibidir. Dünyevi hususlara gelince, bunda edebe uygun olan başkasını tercih etmek ve kendisine başkalarını öncelemektir.

 

ilim adamları mektubun başında hangisinin ismi ile başlanacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Seleften bir çoğunun söylediği ve sahih rivayetlerle geldiği üzere doğru olan, önce kişinin kendi adını zikretmesi ve kendi adını mektubu yazdığı kişinin adından önce kaydetmesidir. Böylelikle filan kişiden filana denilir. Nitekim Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Allah'ın kulu ve Rasulü Muhammed'den Rum'un büyüğü Hirakl {Herakliyus}e" şeklindeki mektup yazdığına dair hadis de bu türdendir. Bir diğer kesim ise önce kendisine mektup yazılanın adını yazmakla başlar ve bunun için filan kimseye filandan der. Derler ki: Ancak emirin kendisinin altında bulunanlara yahut da efendinin kölesine yahut babanın çocuğuna ve buna benzer bir kimsenin diğerine mektup yazmaSi hali müstesnadır. 

 

''Ama arkadaşına bir daha muhalefet etmekten utandı" ibaresindeki "zemame" zel harfi fethalı söylenir. Bu da tekrar tekrar ona muhalefet ettiği için haya etti, utandı demektir. Kendi kendisini kınadı diye de açıklanmış ise de meşhur olan birincisidir.

 

"çocuğa gelince o yaratıldığı gün kafir olarak yaratılmıştı." Kadı Iyaz dedi ki: Bu ifade de ehl-i sünnet mezhebinin tab (mühürlemek, yaratılıştan gelmek), rayn (kılıf), ekin ne (kılıflar, perdeler), ağşiye (örtüler), hucub (hicablar) ve setr (kapamak) ve buna benzer yüce Allah'ın kafir ve dalalet ehli kimselerin kalplerindeki fiilleri hakkında şeriatte varid olmuş diğer lafızlar ile ilgili kanaatlerinin doğruluğuna apaçık bir delil bulunmaktadır. Ehl-i sünnete göre bu lafızlar şu demektir: Şanı yüce Allah bu kalplerde imanın ve hidayetin zıddını yaratır. Bu da ehl-i sünnetin kulun -yüce Allah'ın murad ettiği, onun için kolaylaştırdığı ve onun için yarattığı dışında bir kudretinin olmadığı şeklindeki asli kanaatlerine göredir. Onların bu görüşleri şu kanaatte olan mutezile ve kaderiyenin kanaatine aykırıdır: Kul kendiliğinden faildir, hidayet ve dalalete, hayır ve şerre, iman ve küfre muktedirdir. Bu lafızların yüce Allah'a nisbet edilmesi ise Allah'ın bu hallerin sahibi olan kimseler aleyhinde bu hükmü vermiş olması demektir. Onlardan bir kesimin kanaatine göre de bunun anlamı şudur: Yüce Allah bunu kalplerinde buna bir alamet olmak üzere yaratır.

 

Halbuki hakkında şüphe edilmeyecek olan gerçek şudur: Yüce Allah hayır ve şer türünden dilediğini yapar. Ona yaptığından soru sorulmaz. Asıl yaratılmışlar sorgulanırlar. Nitekim yüce Allah insan ruhlarının zerrecikler halinde bulundukları sırada "bunlar cennetliktir ve hiç aldırmam, bunlar da cehennemliktir ve hiç aldırmam" buyurması da bunun gibidir. Haklarında cehennem ateşine girecekleri hükmünü verdiği kimselerin de kalplerine mühür vurmuş, onları perdelemiş, onlarıN üzerlerini örtülerle kapatmış, önlerinde set, arkalarında set ve görünmeyen bir perde yaratmış, kulaklarına ağırlık, kalplerine hastalık vermiştir. Böylelikle onlar hakkındaki ezeli hükmü tamamlanır. O'nun kelimesi yerini bulup gerçekleşir. Kimse de O'nun hükmünü geri çeviremez, kimse O'nun verdiği emir ve hükmü reddedemez. Başarı Allah'tandır.

 

Kafirlerin çocukları cehennemdedir diyen kimseler bu hadisi delil gösterebilirler. Bu mesele ile ilgili açıklama ve onlar hakkında üç ayrı görüş olduğu daha önceden belirtilmiş idi. Doğru olan görüşe göre onlar cennetliktir, ikinci görüşe göre cehennemliktir, üçüncü görüşe göre onlar hakkında bir şey söylenmez. Onlar hakkında herhangi bir hüküm verilmez. Hepsinin delilleri daha önce geçmiştir. Cennetlik olduklarını söyleyenler ayrıca bu hadise cevap olmak üzere bu eğer büluğa ermiş olsaydı kafir olacaktı anlamındadır diyebilirler.

 

"Onun anne babası ona şefkatli idi. Eğer yetişmiş olsaydı azgınlık ve küfür ile onlara meşakkat verecekti. " Yani onları azgınlık ve küfre iter ve her ikisinin de azgın ve kafir olmasına sebep olurdu. Burada azgınlık (tuğyan) dan kasıt dalalette, sapıklıkta aşırıya gitmek demektir.

 

Bu hadis-i şerif de Şanı Yüce Allah'ın olanı da olacak olanı da olmamış olan eğer olacak olsa nasıl olacağını da en iyi bilendir şeklindeki hak ehlinin kabuI ettiği kanaatin delillerinden birisidir. Yüce Allah'ın şu buyrukları da bu deliller arasındadır: "Eğer geri döndürülürlerse yine kendilerine yasaklanan şeye geri dönerler." (En'am, 28); "Eğer biz sana kağıt üzerinde yazılı bir kitap indirseydik kendileri de elleri ile ona dokunsalardı kafir olanlar yine ... derlerdi." (En' am, 7); "Eğer onu bir melek yapsaydık onu elbette bir adam yapardık. Ve herhalde onları {başkalarını} düşürmekte oldukları şüpheye düşürürdük. " (En' am, 9) ve daha başka ayetler.

 

"Kendilerine bunun yerine daha temiz ve hayırlısını ve daha merhametlisini vermesini istedik." (Kehf, 81) buyruğunda geçen "zekat (temiz)"den kasıt İsIam'dır denildiği gibi salih olmak, saIah olduğu da söylenmiştir. Ruhm (merhamet)'in ise anne babasına şefkat ve merhameti onlara iyi davranması olduğu söylendiği gibi anne ve babasının ona merhamet etmesi anIamında olduğu da söylenmiştir. Denildiği üzere o oğulları yerine kendilerine saliha bir kız evIat vermişti.

 

(6118) "Kendisi ve el-Hurm b. Kays'dan tartıştılar." Temari münazara ve mücadele (tartışma) demektir.

 

Bu kıssada türlü kaideler, asıI ilkeler, fer'i ve edep ile ilgili meseleler oldukça mühim ve nefis hususlar bulunmaktadır ki bunların apaçık görülenleri dışında kaIanların bir çoğuna daha önce dikkat çekilmiş bulunmaktadır. Daha önce kaydetmediklerimizden bir kısmı da şunlardır:

 

1. Alim ve fazilet sahibi bir kimseye fazileti daha ait mertebede olan bir kimsenin hizmet etmesi ve ihtiyaçlarını görmesinde bir sakınca yoktur. Böyle bir hizmet ise ilim öğretmek, ed ep öğretmek karşılığında ücret ve bedel almak kabilinden değildir. Aksine bu arkadaşların gösterdikleri bir mürüvvet ve güzel bir geçimdir. Bunun bu kıssadan delili ise Musa (aleyhisselam)'ın hizmetindeki gencin yemeklerini taşıması, gemi sahiplerinin Musa ve Hızır (ikisine de selam olsun)1 Hızır'ın salih bir zat olduğunu bilmeleri dolayısı ile ücretsiz taşımalarıdır -Allah en iyi bilendir-.

 

2. Kişi ilim ve diğer hususlarda alçakgönüllü olmaya, kendisinin insanların en bilgilisi olduğunu iddia etmemeye, kendisine insanların en bilgini hakkında soru sorulacak olursa Allah en iyi bilendir demeye teşvik edilmektedir.

 

3. Burada İslam esaslarından büyük bir esas da açıklanmaktadır. O da şeriatın getirmiş olduğu bütün hükümlere tam anlamı ile teslimiyet göstermek gereğidir. İsterse bazı hükümlerin bir kısmının hikmeti akıllar tarafından açıkça görülemesin ve bir çok kimse onları anlayamasın. Hatta kader gibi hepsinin anlayamayacaklan bir husus olsa bile. Burada delil olan nokta ise çocuğun öldürülmesi ve geminin delinmesidir. Şekil itibari ile bunlar münker görünümündedir ama özü itibari ile bu işler doğru idi ve apaçık hikmetleri olmakla birlikte insanlar bunları açıkça görememekte idi. Yüce Allah bu hikmetleri onlara öğretecek olursa onlar da bunları öğrenirler. Bundan dolayı: Ben bu işi kendiliğimden yapmadım, demiştir. Yani bunları Yüce Allah'ın emri ile yaptım.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

SAHABENİN FAZİLETİ - 

1- EBU BEKİR ES-SIDDİK (R.A.)'IN FAZİLETLERİNDEN BİR KISMINA DAİR BİR BAB