SAHİH-İ MÜSLİM

TIB

 

32/17- TAUN, UGURSUZLUK DUYGUSUNA KAPILMAK, KAHİNLİK VE BENZERİ HUSUSLAR BABI

 

5733-92/1- Bize Yahya b. Yahya tahdis edip dedi ki: Malik'e Muhammed b. el-Münkedir ile Ömer b. Ubeydullah'ın azadlısı Ebu Nadr'dan rivayetini okudu. İkisi Amir b. Sa'd b. Ebu Vakkas'dan, o babasından rivayet ettiğine göre babasını Usame b. Zeyd'e şunu sorarken dinlemiştir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den Taun hakkında neler işittin. Usame de şu cevabı verdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Taun İsrailoğulları üzerine yahut sizden öncekilerin üzerine gönderilmiş bir ricz yahut bir azaptır. Onun bir yerde çıktığını işitirseniz onun olduğu yere gitmeyin. Bulunduğunuz bir yerde de olursa ondan kaçmak maksadıyla da çıkmayın" buyurdu.

Ebun Nadr ise: Ancak ondan kaçmak niyeti ile çıkacaksanız ... " demiştir. 

 

Diğer tahric: Buhari, 3473, 6974; Tirmizi, 1065

 

 

 

5734-93/2- Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb ve Kuteybe b. Said tahdis edip dedi ki: Bize el-Muğıre -İbn Ka'neb nesebini de söyleyerek: b. Abdurrahman el-Kuraşi dedi- Ebu'n-Nadr'dan haber verdi, o Amir b. Sad b. Ebu Vakkas'dan, o Usame b. Zeyd'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Taun Aziz ve Celil Allah'ın kullarından bir takım insanları kendisi ile müptela kıldığı riczin bir ayetidir. Bu sebeple onu (bir yerde çıktığını) işitecek olursanız bulunduğu yere girmeyin, sizin bulunduğunuz bir yerde görülecek olursa ondan kaçmayın. "

 

Bu, Ka'nebi'nin hadisi rivayet ettiği şekildir. Kuteybe'ninki de buna yakın dır. 

 

 

 

5735-94/3- Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr de tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Süfyan, Muhammed b. el-Munkedir’den tahdis etti, o Amir b Sa'd'dan, o Usame'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz bu taun sizden öncekiler üzerine yahut İsrailoğulları üzerine musallat kılınmış bir ricz (azap)tır. Bu sebeple bir yerde olursa ondan kaçmak maksadı ile o yerden çıkmayın. Eğer bir yerde bulunursa da oraya girmeyin" buyurdu.

 

 

 

5736-95/4- Bana Muhammed b. Hatim tahdis etti, bize Muhammed b. Bekr tahdis etti, bize İbn Cureyc haber verdi, bana Amr b. Dinar'ın haber verdiğine göre Amir b. Sad kendisine şunu haber verdi: Bir adam Sa'd b. Ebu Vakkas'a taun hakkında soru sordu. Bunun üzerine Usame b. Zeyd: Ona dair ben sana haber vereyim dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "O şanı yüce Allah'ın İsrailoğullarından bir taifeye yahut sizden önceki bir takım insanların üzerine gönderdiği bir azap yahut bir riczdir. Onun bir yerde çıktığını işitecek olursanız onun olduğu yere girmeyin. Sizin bulunduğunuz yere (taun) girerse kaçmak maksadıyla o yerden çıkmayın. "

 

 

 

5737- .. ./5- Bize Ebu Rabi, Süleyman b. Davud ve Kuteybe b. Said de

tahdis edip ki: Bize Hammad -ki o İbn Zeyd'dir- tahdis etti. (H.) Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne tahdis etti (Hammad ile) ikisi Amr b. Dinar'dan İbn Cureyc'in isnadı ile onun hadisine yakın olarak rivayet etti.

 

 

 

5738-96/6- Bana Ebu't-Tahir, Ahmed b. Amr ve Harmele b. Yahya tahdis edip dedi ki: Bize İbn Vehb haber verdi, bana Yunus, İbn Şihab'dan haber verdi, bana Amir b. Sa'd, Usame b. Zeyd’DEN haber verdi, o Ras(ılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Bu ağn yahut hastalık şüphesiz sizden önceki bazı ümmetlerin kendisi ile azaba uğratıldığı bir ricz (azap)tır. Sonra yeryüzünde kalmaya devam etti. Bir defasında gider bir diğerinde gelir. Onun herhangi bir yerde olduğunu işiten kimse onun olduğu yere gitmesin. Kendisinin bulunduğu yerde çıkan kimse de ondan kaçmak maksadıyla çıkmasına sebep olmasın. "

 

 

 

5739- .. ./7- Bunu bize Ebu Kamil el-Cahderi de tahdis etti, bize Abdulvahid -yani b. Ziyad- tahdis etti, bize Ma'mer, Zühri'den Yunus'un isnadı ile onun hadisine yakın olarak rivayet etti.

 

 

 

5740-97/8- Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti, bize İbn Ebu Adiyy, Şu'be’den tahdis etti, o Habib’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Medine'de idik. Bana taunun Kufe'de ortaya çıktığı haberi ulaştı. Bunun üzerine Ata b. Yesar ve başkaları bana dedi ki: Şüphesiz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Eğer sen bir yerde bulunur da orada ortaya çıkarsa oradan çıkma. Bir yerde olduğu haberi sana ulaşırsa sen de oraya girme." (Habib) dedi ki: Kimden (bu hadisi rivayet ediyorsunuz) dedim. Onlar:

Amir b. Sa'd bu hadisi naklediyor dediler. Ben de ona gittim ama burada değil dediler. Sonra kardeşi İbrahim b. Sa'd ile karşılaştım ve ona sordum. O şu cevabı verdi: Usame'yi Sa'd'e tahdis edip şöyle derken dinledim: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz bu ağrı bir ricz yahut bir azaptır. Ya da sizden öncekilerden bir takım insanların kendisi ile azaba uğratıldıkları bir azap kalıntısıdır. Bu sebeple sizin bulunduğunuz bir yerde olursa oradan çıkmayın. Onun bir yerde olduğu haberi size ulaşırsa o yere girmeyin. "

Habib dedi ki: Bu sefer İbrahim'e: Bu hadisi Usame, Sa'd'e nakledip onun da bunu reddetmediğini bizzat kendin dinledin mi dedim. İbrahim:

Evet dedi.

 

Diğer tahric: Buhari, 5728

 

 

 

5741- .. ./9- Bunu bize Ubeydullah b. Muaz da tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Şu'be bu isnad ile tahdis etmekle birlikte hadisin başında yer alan Ata b. Yesar'ın kıssasını zikretmedi.

 

 

 

5742- .. ./10- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Veki', Süfyan'dan tahdis etti, o Habib'den, o İbrahim b. Sa'd'dan, o Sa'd b. Malik, Huzeyme b. Sabit ve Usame b. Zeyd'den şöyle dediklerini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu deyip Şu'be'nin hadisi ile aynı manada rivayet ettiler.

 

 

 

5743- .. ./11- Bize Osman b. Ebu Şeybe ve İshak b. İbrahim de tahdis etti, ikisi Cerir'den, o A'meş'den, o Habib'den, o İbrahim b. Sa'd b. Ebu Vakkas'dan şöyle dediğini rivayet etti: Usame b. Zeyd ile Sa'd oturmuş konuşuyorlardı. Her ikisi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu deyip öncekilerin hadisine yakın olarak hadisi rivayet ettiler. 

 

 

 

5744- .. ./12- Bunu bana Vehb b. Bakiye'de tahdis etti, bize Halid -yani et-Tahan- eş-Şeybani'den haber verdi, o Habib b. Ebu Sabifden, o İbrahim b. Sa'd b. Malik'den, o babasından, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den onların hadisine yakın olarak rivayet etti.

 

 

 

5745-98/13- Bize Yahya b. Yahya et-Temimi tahdis edip dedi ki: Malik'e Ibn Şihilb'dan rivayetini okudum. O Abdulhamid b. Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattab'dan, o Abdullah b. Abdullah b. el-Hilris b. Nevfel'den, o Abdullah b. Abbas'dan rivayet ettiğine göre Ömer b. el-Hattab Şam'a çıkıp gitti. Nihayet Serğ denilen yerde komutanları Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ve arkadaşları onu karşıladı ve ona Şam bölgesinde vebanın ortaya çıktığını haber verdiler.

İbn Abbas dedi ki: Bunun üzerine Ömer: Bana ilk muhacirleri çağır dedi.

Ben de onları çağırdım. Onlarla istişare etti ve kendilerine Şam topraklarında vebanın ortaya çıktığını haber verdi. İhtilafa düştüler ve bazıları: Sen bir iş için çıkıp geldin. O işini görmeden dönmeni uygun görmüyoruz dediler. Diğer bir kısmı: Seninle birlikte olanlar insanların (hayırlılarının) geri kalanları ile Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabıdır. Onları beraber alıp bu vebanın üzerine götürmeni uygun görmüyoruz dediler.

Bunun üzerine Ömer: Yanımdan kalkın (gidebilirsiniz) dedi. Sonra:

Bana Ensar'ı çağır dedi. Ben de onları onun huzuruna davet ettim. Onlarla da istişare etti. Kendileri de muhacirlerin yolunun aynısını izlediler, onların anlaşmazlığa düştükleri şekilde onlar da ihtilaf ettiler. Bunun üzerine Ömer:

Yanımdan kalkın (gidebilirsiniz) dedi. Sonra: Fetih (ten az önce) hicret etmiş Kureyş yaşlılarından burada bulunanları bana çağır dedi. Ben de onları çağırdım. Bu hususta iki kişi dahi ona farklı bir şey söylemeyerek insanları alıp geri dönme ni ve bu vebanın üzerine onları götürmemeni uygun görüyoruz dediler.

Bunun üzerine Ömer insanlar arasında: Ben sabahleyin (yola çıkmak üzere) binegim üzerinde olacağım. Siz de bineğinizin üzerinde olun diye nida ettirdi

 

Bu sefer Ebu Ubeyde b. el-Cerrah: Allah'ın kaderinden kaçarak mı deyince Ömer: Bu sözü keşke senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde! dedi -çünkü Ömer ona muhalefet etmekten hoşlanmazdı- Evet biz Allah'ın kaderinden Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin senin bir kaç deven olsa ve bir tarafı bol otlak diğer tarafı kuru olan iki farklı yanı bulunan bir vadiye insen sen meralık yerde develerini otlatsan Allah'ın kaderi ile otlatmış, eğer kurak yerde otlalırsan yine Allah'ın kaderi ile otlatmış olmaz mısın? 

Derken Abdurrahman b. Avf geldi. Bir ihtiyacı dolayısı ile oralarda değildi. Bu hususta bende bir bilgi var dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i:

"Onun bir yerde ortaya çıktığını işitirseniz onun olduğu yere gitmeyin, bulunduğunuz bir yerde ortaya çıkarsa ondan kaçarak çıkmayın" buyururken dinledim.

(İbn Abbas dedi ki): Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab Allah'a hamd etti, sonra da yoluna gitti.

 

 

 

5746-99/14- Bize İshak b. İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd de tahdis etti. İbn Rafi, bize Abdurrezzak tahdis etti derken diğer ikisi haber verdi dedi. Bize Ma'mer, bu isnad ile Malik'in hadisine yakın olarak rivayet etti. Ma'mer'in hadisi rivayetinde şunu ziyade eyledi: Yine ona dedi ki: Eğer kurak olan yerde otlayıp meralık yeri bırakacak olursa sen yine de bunu onun acizliğine mi verecektin dedi. O evet deyince o halde yürü dedi. Böylelikle Medine'ye varıncaya kadar yürüdü. İşte yer burasıdır dedi yahut inşallah konaklama yeri burasıdır dedi.

 

 

 

5747- .. ./15- Bunu bana Ebu't-Tahir ve Harmele b. Yahya da tahdis edip dedi ki: Bize İbn Vehb haber verdi, bana Yunus, İbn Şihab’dan bu isnad ile haber verdi. Ancak o şöyle dedi: Abdulah b. el-Haris kendisine tahdis etti. Ama Abdullah b. Abdullah demedi.

 

 

 

5748-100/16 -Bana Yahya b. Yahya da tahdis edip dedi ki: Malik'e İbn Şihab'dan rivayetini okudum. O Abdullah b. Amir b. Rabia'dan rivayet ettiğine göre Ömer Şam'a çıkıp gitti. Sert denilen yere gelince vebanın Şam'da ortaya çıktığı haberi ona ulaştı. Abdurrahman b. Avf da kendisine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu haber verdi: "Onun bir yerde çıktığını işitirseniz onun olduğu yere gitmeyin, sizin bulunduğunuz bir yerde ortaya çıkarsa ondan kaçarak dışarı çıkmayın. "

Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab, Sert’DEN geri döndü.

İbn Şihab'dan onun Salim b. Abdullah (b. Ömer)'den rivayete göre ise Ömer'in insanları alıp geri dönmesi ancak Abdurrahman b. Avf'ın hadisinden dolayı oldu.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 5730, 6973

 

AÇIKLAMA:          Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) taun hakkında (5733) 'bnun İsrailoğullarına yahut sizden öncekiler üzerine gönderilmiş bir riczdir. .. " buyurmaktadır. Bir rivayette de (5738) "bu ağrı yahut hastalık sizden önceki bazı ümmetlerin kendisi ile azap edildikleri bir riczdir. .. " Ömer (radıyallahu anh) ile alakalı hadiste (5745) "Şam'da veba ortaya çıkh" denilmektedir.

Veba kelimesinin sonu hemzelidir. Hem maksur hem mendud olarak iki türlü söylenir. Kasır ile söyleyiş daha fasih ve daha meşhurdur.

 

Taun ise vücutta ortaya çıkan bir takım yaralardır. Bu yaralar dirseklerde, koltuk altlarında, ellerde yahut parmaklarda ve vücudun diğer bölgelerinde oluşur. Bununla birlikte ayrıca şişlik ve çok şiddetli bir ağrı görülür. Bu yaralar bir iltihap ile çıkar ve yaranın etrafı karam yahut yeşilimtrak bir renk alır ya da bulanık kırmızıya çalan mor bir renk alır. Onunla birlikte de kalp (şiddetlice) çarpar ve kusma görülür.

 

Veba ile ilgili olarak da Halil ve başkaları o da taun ile aynı şeydir demiştir. Yine Halil: Genel (etrafa yayılan) her bir hastalığa taun denilir demiştir ama muhakkiklerin söyledikleri doğru açıklama bunun yeryüzünün diğer taraflarından ayrı olarak bir cihetinde insanların pek çoğunun yakalandığı bir hastalık türüdür. Bu hastalık, çokluk ve benzeri hususlarda alışılagelmiş bildik hastalıklardan farklı olur. Onların bu hastalığa yakalanmaları da diğer vakitlerden farklı olarak tek bir tür şeklinde görülür. Oysa sair zamanlarda onların hastalıkları ise farklı farklı görülür. İlim adamlarının dediklerine göre her bir taun bir vebadır ama her bir veba taun değildir. Ömer (radıyallahu anh) zamanında görülen veba ise taun idi. Bu amevas taunudur. Burası ise Şam bölgesinde bilinen bir kasaba adıdır. Kitabın mukaddimesinin şerhinde taun el carifi sözkonusu ettiği sırada zayıf bazı ravilerden söz edilirken taunlar onların zamanları, sayısı, yerleri ve onlarla alakalı az bulunur değerli bilgiler ve ilgili açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

Bu hadislerde taunun İsrailoğulları üzerine yahut da sizden öncekilere bir azap olarak gönderildiği kaydedilmektedir. Taunun azap olmakla nitelendirilmesi bizden öncekilere ait bir özelliktir. Bu ümmet hakkında ise taun bizim için bir rahmettir ve bir şehadet sebebidir. Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Taun hastalığından ölen de şehiddir" buyruğu yer almaktadır. Sahihaynden başka kaynaklardaki bir diğer hadiste de "taun, Allah'ın dilediği kimseler üzerine gönderdiği bir azap idi. Allah onu müminlere bir rahmet kılmıştır. Bir kul, taun hastalığına yakalanır da kendisine Allah'ın kendisi için yazdığından başkasının asla isabet etmeyeceğini bilip sabrederek kalmaya devam edecek olursa, mutlaka onun için de şehid ecrinin aynısı yazılır" buyurulmaktadır. Bir diğer hadiste de: "Taun her müslüman için bir şehadet (sebebi)dir" buyurulmaktadır. Taunun şehitlik sebebi olması zikrettiğimiz hadiste açıklandığı gibi sabreden kimseler içindir.

 

Bu hadislerle taunun bulunduğu bir beldeye gitmek yasaklandığı gibi bundan kaçmak maksadı ile oradan çıkmak da yasaklanmaktadır. Arızi herhangi bir sebep dolayısı ile çıkmakta ise bir sakınca yoktur. Sözünü ettiğimiz bu husus, bizim de cumhurun da kabul ettiği bir görüştür. Kadı lyaz da:

 

Bu çoğunluğun kabul ettiği görüştür dedikten sonra şunları söylemektedir: Hatta Aişe şöyle demiştir: Taun'dan kaçmak savaştan kaçmak gibidir. (Kadı Iyaz devamla) dedi ki: Kimi ilim adamı taunun bulunduğu yere girmeyi de kaçmak maksadı ile çıkıp gitmeyi de caiz görmüştür. Hatta bu husus, Ömer b. el-Hattab'dan dahi rivayet edilmiş ve onun Serğ denilen yerden döndüğüne pişman olduğu da nakledilmiştir. Ebu Musa el-Eş'arı, Mesruk ve Esved b. Hilal'den rivayete göre onlar ondan kaçmışlardır. Amr b. el-As da: Bu azaptan dağlar arasındaki yollara, vadilere ve dağların tepelerine kaçıp gidin demiştir. Muaz (radıyallahu anh) ise hayır o bir şehadet sebebi ve bir rahmet sebebidir demiştir. Adı geçen bu kimseler buradaki yasağı şöyle te'vil ederler: Taunun bulunduğu yere girmenin ve bulunduğu yerden çıkmanın yasak oluşu taktir olunmamış bir şeyi kendisine isabet eder korkusu dolayısı ile değildir. Aksine insanların fitneye uğramaları korkusu iledir. Yani onların gelen kimsenin ölümü ancak geldiği için gerçekleşmiş, kaçanın da kurtuluşu kaçtığı için gerçekleşmiştir diye zannetmemeleri içindir. Bunlar derler ki: Bu da bir şeylerde uğursuzluk olduğunu sanmanın ve cüzzamlı olan kimseye yaklaşmanın yasaklanışına benzer. ibn Mesud’DAN da şöyle dediği rivayet edilmiştir:

 

Taun, mukim (yerinde kalan) için de kaçıp giden için de bir fitnedir. Kaçan kimse: Ben kaçıp da kurtuldum der. Kalan kimse de: Ben kaçmayıp kaldım ve öldüm der. Halbuki eceli gelmemiş olan ancak kaçar ve eceli gelmiş olan ancak ikamet eder.

 

Ama sahih olan bizim başta kaydettiğimiz şekilde bulunduğu yere gitmenin ve oradan çıkmanın nehy edildiğidir. Çünkü sahih hadislerin Zahiri bunu gerektirmektedir.

 

ilim adamları der ki: Bu da anlam itibari ile Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan da afiyet . dileyin. Ama onlarla karşılaşacak olursanız da sebat gösterin" buyruğuna yakındır.

 

Bu hadisten, hoşlanılmayan hallerden ve onların sebeplerinden sakınıp korunmak hükmü anlaşıldığı gibi çeşitli afet ve musibetlerin gelip çatması halinde Allah'ın kaza ve kaderine teslimiyetin gereği de anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.

 

ilim adamlarının ittifak ettiklerine göre kaçmak ile ilgisi olmamak üzere bir iş ya da bir maksat sebebi ile çıkmak caizdir. Bunun delili ise hadislerdeki açık ifadelerdir.

(5733) Ebu'n-Nadr rivayetinde: "Ancak ondan kaçmak niyeti ile çıkarsanız ... " ibaresi bazı nüshalarda "kaçmak" anlamındaki "firar" kelimesi ref ile bazılarında ise "firaran" şeklinde nasb ile kaydedilmiştir. Her ikisi de hem

 

Arap dili grameri bakımından hem anlam bakımından açıklanması zor şekillerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu rivayet Arapça bilginleri nezdinde zayıf ve anlamı bozan bir ifadedir. Çünkü Zahiren kaçmak dışında bütün sebepler için kaçışın yasaklandığı ancak kaçışın yasak olmadığı çıkmaktadır. Bu ise maksadın zıddını ifade eder. Bir topluluk ise şöyle demektedir: Buradaki "illa: ancak" kelimesi ravi tarafından yanlışlıkla konulmuş bir lafızdır. Doğrusu ise diğer rivayetlerde bilinen şekildeki gibi bunun yer almamasıdır. Kadı Iyaz dedi ki: Bazı Arap dili muhakkikleri nasb ile rivayetinin açıklanabilir bir tarafı olduğunu belirterek hal olmak üzere nasb edilmiştir demişlerdir. Ama burada "illa: ancak" lafzı istisna için değil olumluluk bildirmek içindir. ifadenin taktiri de şöyledir: Eğer sizin çıkışınız ancak ondan kaçmak için olacaksa çıkmayın demektir. Allah en iyi bilendir.

 

Şunu da bilelim ki bu babtaki bütün hadisler Usame b. Zeyd rivayeti ile gelmiştir. Babın sonunda söz konusu edilen üç rivayet yolu ise hadisin Sad b. Ebu Vakkas'ın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye rivayet edilmiş olması izlenimini yahut böyle olması gerektiğini göstermektedir. Kadı Iyaz ve başkaları dedi ki: Bu bir yanılmadır. Çünkü hadis ancak Sad'ın Usame'den, onun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den yolu ile gelmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

(5745) "Nihayet Serğ'e geldiğinde ordu komutanları onu karşıladı: Serğ fethalı sin’DEN sonra sakin re sonra gayn iledir. Kadı lyaz ve başkaları da aynı zamanda re harfinin fethalı okunuşunu da (Serağ diye) nakletmiş bulunuyorlar. Ama meşhur olan re harfinin sakin okunacağıdır. Bu kelimenin munsarıf ve gayrı munsarıf olması da mümkündür. Serğ Hicaz cihetinde Şam'ın uzak tarafında bir kasaba adıdır.

 

"Ehlül ecnad: Ordu komutanları" bundan başka rivayetlerde "umaraul ecnad: ordu emirleri" diye geçmektedir. Burada ecnad: ordulardan kasıt ise Şam'ın beş şehrin(de bulunan ordular) dır. Bu beş şehir de Filistin, Ürdün, Dımeşk, Hıms ve Kınnesrin'dir. ilim adamları bu şekilde bunu açıklamış ve bunun üzerinde ittifak etmişlerdir. Bilindiği üzere Fılistin, Beytül Makdis çevresinin, Ürdün ise, Beysan, Taberiya ve onlarla alakah yerlerin adıdır. Şehir adının buraya verilmesinin de bir zararı yoktur.

 

"Bana ilk muhacirleri çağır" demesi üzere önce onları, sonra Ensar'ı sonra da "fetih (öncesi) muhacirlerinden Kureyş'in yaşlılarını" ona çağırdı. Onları bu şekilde faziletlerine göre sıra ile çağırmış oldu.

 

Kadı Iyaz dedi ki: ilk muhacirlerden maksat her iki kıbleye doğru namaz kılanlardır. Kıble'nin Kabe'ye çevirilmesinden sonra müslüman olanlar ise aralarında sayılmazlar: Fetih muhacirleri hakkında fetihten önce islam'a girenler ve böylelikle fetihten önce hicret faziletini elde eden kimseler oldukları söylenmiştir. Çünkü Mekke fethedildikten sonra (Mekke'den Medine'ye) hicret sözkonusu değildir. Bunların Mekke Fethinden sonra hicret eden ve fetihle müslüman olan ve böylelikle onların fazilet dışında muhacir ismini aları kimseler oldukları da söylenmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu daha açık (güçlü) bir yorumdur. Çünkü ancak bunlar hakkında Kureyş yaşlıları tabiri kullanılabilir. Ömer (radıyallahu anh)'ın dönmesinin sebebi ise dönüşü teklif eden tarafın -bu kanaati söyleyenlerin çok olması sebebi ile- ağır basması ve buna ihtiyata daha elverişli olması dolayısıyladır. Yoksa yalnızca fetih müslümanlarını taklit etmekten ibaret değildi. Çünkü ilk muhacirlerin bir kısmı ile Ensar'ın bir kısmı da dönmeyi teklif etmiş, bazıları da taunun olduğu yere gitmeyi söylemişlerdi. Dönüş kanaatini ortaya koyanlara Kureyşlilerin yaşlılarının görüşü de eklenince bu görüşü ortaya koyanların sayısı artmış oldu. Ayrıca bunların yaşları, bilgileri ve çok sayıda deneyimleri doğru görüşleri de vardı. Her iki kesimin delili hadiste açık bir şekilde beyan edilmiştir. Her iki görüş de şeriatte iki esastan kaynaklanmakta idi. Birincisi tevekkül ve kazaya teslimiyet ikincisi ise kişinin kendi elleri ile tehlikeye atıImaya sebep teşkil eden hususlardan uzak kalıp ihtiyatı ve tedbiri elden bırakmamaktır.

 

Kadılyaz dedi ki: bir görüşe göre de Ömer (radıyallahu anh), Abdurrahman b. Avf'ın (radıyallahu anh) rivayet ettiği hadis dolayısı ile geri dönmüştür. Nitekim burada Müslim'de, İbn Şihab'dan naklettiği rivayetinde (5748) böyle demiştir. Buna göre Salim b. Abdullah dedi ki: Ömer, Abdurrahman b. Avf'ın naklettiği hadis dolayısı ile insanları alıp geri gitti. Bu kanaatte olanlar şunu da söyler: Çünkü Ömer bir bilgi buluncaya kadar bir görüşü bırakıp bir başka görüşü kabul edecek birisi değildi. Böyle diyenler (5745) "sabahleyin ben bineğimin üzerine binmiş olacağım, siz de sabahleyin onların üzerinde olun" sözünü yorumlayarak şöyle demişlerdir: Yani bundan kasıt Medine'ye dönmek için değil, ilk olarak gitmek maksadımız olan tarafa, cihete doğru yola koyulacağım demektir. Ama bu tutarsız te'vil ve zayıf bir görüştür. Aksine cumhurun kabul ettiği ve hadisin zahiri ya da açık anlamının ortaya koyduğu doğru mana onun geri dönmemeyi söyleyenlerin faziletleri ile birlikte çoğunluğu teşkil ettiklerini görünce- içtihadı ile ihtiyatlı olduğundan ötürü tercih etti. Sonra da Abdurrahman (radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği hadis de ona ulaşınca, hem kendisinin hem arkadaşlarının çoğunluğunun içtihadının Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in açık ifadesine (nassına) uygun olduğunu görünce şanı yüce Allah'a hamd ve şükür etti.

 

Müslim'in (5748) "o ancak Abdurrahman'ın hadisinden ötürü geri döndü" şeklindeki sözlerine gelince, muhtemelen Ömer (radıyallahu anh)'ın Abdurrahman'ın hadisini haber almadan önce dönmeye karar verdiği şeklindeki bilgi Salim'e ulaşmamış olabilir. Ancak Abdurrahman'ın hadisini öğrendikten sonra o dönme kararını vermiş olması ihtimali de bulunabilir. Allah en iyi bilendir.

 

"Yarın sabah bineğimin üzerinde olacağım. Siz de yarın sabah bineğinizin üzerinde olun." Buradaki "sabahı etmek" anlamındaki her iki kelimenin de sad harfi sakindir. Yani ben devemin sırtında vatanıma dönmek üzere binip yolculuğa çıkacağım. Siz de sabah bineklerinizin üzerinde olun ve bunun için hazırlığınızı yapın.

 

"Ebu Ubeyde: Allah'ın kaderinden kaçarak mı deyince Ömer: Bunu keşke senden başka birisi söyleseydi ey Ebu Ubeyde! dedi. Çünkü Ömer ona muhalefet etmekten hoşlanmazdı. .. Allah'ın kaderi ile otlatmış olmaz mısın?" Udve, ayn harfi ötreli de kesreli de (idve) söylenir. Bu da vadinin bir tarafı demektir. Cim harfi fethalı, dal sakin olarak "cedbe" ise meralık verimli yerin aksi zıd anlamlısıdır. Et-Tahrir sahibi dedi ki: Cedbe ismi dal harfi sakin olarak da kesreli olarak da (cedibe şeklinde) söylenebilir. (Verimli meralık anlamındaki) hasbe de aynı şekilde (hasibe diye de) söylenir.

 

"Bunu keşke senden başka birisi söyleseydi ey Ebu Ubeyde!" bu ifadedeki "lev: keşke"nin cevabı hazfedilmiştir. İki şekilde taktiri sözkonusudur. Bu iki taktiri et-Tahrir sahibi ve başkaları zikretmiştir. Birincisine göre eğer bunu senden başka birisi söylemiş olsaydı hakkında insanların çoğunluğunun hal ve akd ehlinin benimle aynı kanaati paylaştığı idihadi bir mesele hakkında itiraz ettiği için onu te'dib ederdim. İkincisine göre eğer bu sözü senden başka birisi söylemiş olsaydı şaşırmazdım. Fakat sen sahip olduğun bunca ilim ve fazilete rağmen böyle bir söz söylediğin için şaştım doğrusu. Sonra Ömer ona doğruluğunda hiç şüphe bulunmayan celi (açık) kıyastan son derece açık bir delil zikretti. Bu ise onun geri dönmenin taktir edilmiş olanı geri çevireceğine inandığından dolayı değildi. Bunun anlamı şudur: Şanı yüce Allah ihtiyatlı olmayı, kararlı olmayı ve helak olmaya götüren sebeplerden uzak durmayı tıpkı düşmanın silahına karşı korunmak ve ölüme götüren sebeplerden uzak durmayı emrettiği gibi emir buyurmuştur. Bununla birlikte her ne meydana gelirse Allah'ın ezeli ilminde taktir edilmiş, Allah'ın kaza ve kaderi ile gerçekleşir. Ömer (radıyallahu anh)'ın vadinin her iki kıyısından birisinde otlatmayı kıyasa konu almasının sebebi ise bunu herhangi bir kimsenin tartışmayacağı kadar açık olması ve üzerinde bulundukları tartışma meselesine birebir uygun düşmesi dolayısıyla olmuştur.

 

Onun aciz olduğunu söyleyebilir miydin?" Yani onu acze nisbet eder miydin? Ömer (r.a.)'ın maksadı şudur: İnsanlar benim raiyemdir. Yüce Allah beni onlara çoban yapmıştır. O halde benim onlar için ihtiyatlı olanı seçmek görevimdir. Eğer bunu terk edecek olursam o taktirde acizlik göstermiş olurum ve cezalandırılmayı hak ederim. Allah en iyi bilendir.

 

(5746) "İşte yer -yahut konaklama yeri- budur" Her ikisi de aynı anlamdadır. "Mahal: yer" ha harfi fethalı da kesreli de (mahil) diye de söylenir fethalı söyleyiş kıyasa daha uygundur. Çünkü mazisi feale, muzarisi yefulu vezninde gelen fiillerin mastarı ve zaman ve mekan isimleri "mef'ai" olarak fethalı gelir. Kaade, yekudu, mekaden ve benzerlerinde olduğu gibi. Ancak bazi şaz kelimeler her iki şekilde de gelmiştir ki bunlardan birisi de "mehal" kelimesidir.

 

İsnadda geçen (5745) "Malik'den o İbn Şihab'dan, o Abdulhamid b. Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattab'dan ... Abdullah b. Abbas'dan" senedi ile ilgili olarak Darakutni şunları söylemektedir: Malik böyle demiştir. Ma'mer ve Yunus ise Abdullah b. el-Haris'den diye rivayet etmişlerdir. Darakutni dedi ki: Rivayetteki ihtilaflarına rağmen hadis sahihtir. Hadisi Müslim, Yunus Abdullah b. el-Haris yolu ile tahric etmiş olmakla birlikte Buhari bu hadisi ancak Malik yolu ile tahric etmiştir demiştir.

 

Şunu da bilelim ki Ömer (radıyallahu anh)'ın bu hadisinden çıkartılacak pek çok sonuç vardır:

 

1. İmam'ın bizzat bazı zamanlarda yönetimi altındakilerin hallerine tanık olmak, mazlumun üzerindeki zulmü kaldırmak, darlık ve sıkıntı içerisinde olanların sıkıntılarını açıp gidermek, muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılamak, fesad ehlini vazgeçirmek, batıl ve boş işlerle uğraşan eziyetler yapan kimselerle yöneticilerin ondan korkması, kendilerini gözetlemesinden ve çirkin işlerinin ona ulaşmalarından çekinerek bu şekildeki hareketlerinden vazgeçmeleri, onun yönetimi altındakilerin İslam'ın şiarlarını dosdoğru uygulamaları ve bu hususlarda bir takım ihlallerde bulunduklarını gördüğü kimseleri te'dib etmesi ve bunun dışında daha pek çok maslahat için bizzat yönetimi altındakileri kontrol için dışarı çıkması

 

2. Komutanların ve insanların ileri gelenlerin imamın gelişi halinde onu karşılamaları, ona kendi beldelerinde meydana gelen hayır, şer, veba, ucuzluk, pahalılık, bolluk, darlık ve daha başka hususları ona bildirmeleri

 

3. Yeni meydana gelen olaylar hakkında bilgi ve görüş sahibi kimselerle istişare etmenin ve bu hususta öncelik sahibi kimseleri öne geçirmenin müstehap olduğu,

 

4. İnsanları layık oldukları mevkilerde bulundurup fazilet ehli kimseleri diğerlerine önceleyip üstün ve değerli hususlarda öncelikle onlardan başlamak,

 

5. Savaş ve benzeri hususlarda da -hpkı ahkam ile ilgili meselelerde caiz olduğu gibi- içtihadın caiz olduğu,

 

6. Vahid haberin kabul edilebileceği, çünkü hepsi de Abdurrahman (r.a.)'ın verdiği haberi kabul ettiler.

 

7. Kıyas yapmak sahihtir.

8. Kıyasla amel etmek caizdir.

 

9. Alimin kendisine sorulmadan önce sahip olduğu bilgiyi kendiliğinden ve öncelikle bildirmesi. Abdurrahman (radıyallahu anh)'ın yaptığı gibi

 

10. Helak olmaya götüren sebeplerden uzak durmak

11. Taunun üzerine gitmenin ve ondan kaçmanın men edilmiş olduğu Allah en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

33/18- HASTALIK BULAŞMASI. UGURSUZ KABUL ETMEK, HAME. SAFER. YILDIZLARIN DOGUP BATMASINA BAĞLI HÜKÜM ÇIKARMAK. GUL OLMADIĞI, HASTALIKLI OLANI SAGLIKLI OLANIN YANINA GETİRMEYECEĞİ BABI