SAHİH-İ MÜSLİM |
TIB |
32 - باب
الطاعون
والطيرة
والكهانة
ونحوها
32/17- TAUN, UGURSUZLUK
DUYGUSUNA KAPILMAK, KAHİNLİK VE BENZERİ HUSUSLAR BABI
92 - (2218) حدثنا
يحيى بن يحيى.
قال: قرأت على
مالك عن محمد
بن المنكدر
وأبي النضر،
مولى عمر بن
عبيدالله عن
عامر بن
سعد
بن أبي وقاص،
عن أبيه؛ أنه
سمعه يسأل
أسامة بن زيد:
ماذا
سمعت من رسول
الله صلى الله
عليه وسلم في
الطاعون؟
فقال أسامة:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: الطاعون
رجز أو عذاب
أرسل على بني إسرائيل،
أو على من كان
قبلكم. فإذا
سمعتم به بأرض،
فلا تقدموا عليه.
وإذا وقع بأرض
وأنتم بها،
فلا تخرجوا فرارا
منه".
وقال
أبو النضر "لا
يخرجكم إلا
فرار منه".
5733-92/1-
Bize Yahya b. Yahya tahdis edip dedi ki: Malik'e Muhammed b. el-Münkedir ile Ömer
b. Ubeydullah'ın azadlısı Ebu Nadr'dan rivayetini okudu. İkisi Amir b. Sa'd b.
Ebu Vakkas'dan, o babasından rivayet ettiğine göre babasını Usame b. Zeyd'e
şunu sorarken dinlemiştir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den Taun
hakkında neler işittin. Usame de şu cevabı verdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Taun İsrailoğulları üzerine yahut sizden öncekilerin üzerine
gönderilmiş bir ricz yahut bir azaptır. Onun bir yerde çıktığını işitirseniz
onun olduğu yere gitmeyin. Bulunduğunuz bir yerde de olursa ondan kaçmak
maksadıyla da çıkmayın" buyurdu.
Ebun Nadr ise: Ancak
ondan kaçmak niyeti ile çıkacaksanız ... " demiştir.
Diğer tahric: Buhari,
3473, 6974; Tirmizi, 1065
93 - (2218) حدثنا
عبدالله بن
مسلمة بن قعنب
وقتيبة بن سعيد
قالا: أخبرنا
المغيرة
(ونسبه ابن
قعنب فقال:
ابن عبدالرحمن
القرشي) عن
أبي النضر، عن
عامر بن سعد
بن أبي وقاص،
عن أسامة بن
زيد.
قال:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "الطاعون
آية الرجز.
ابتلى الله عز
وجل به ناسا
من عباده.
فإذا سمعتم
به، فلا
تدخلوا عليه.
وإذا وقع بأرض
وأنتم بها،
فلا، تفروا
منه".
هذا
حديث القعنبي.
وقتيبة نحوه.
5734-93/2-
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb ve Kuteybe b. Said tahdis edip dedi ki: Bize
el-Muğıre -İbn Ka'neb nesebini de söyleyerek: b. Abdurrahman el-Kuraşi dedi-
Ebu'n-Nadr'dan haber verdi, o Amir b. Sad b. Ebu Vakkas'dan, o Usame b.
Zeyd'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: "Taun Aziz ve Celil Allah'ın kullarından bir takım
insanları kendisi ile müptela kıldığı riczin bir ayetidir. Bu sebeple onu (bir
yerde çıktığını) işitecek olursanız bulunduğu yere girmeyin, sizin bulunduğunuz
bir yerde görülecek olursa ondan kaçmayın. "
Bu, Ka'nebi'nin hadisi
rivayet ettiği şekildir. Kuteybe'ninki de buna yakın dır.
94 - (2218) وحدثنا
محمد بن عبدالله
بن نمير.
حدثنا أبي.
حدثنا سفيان
عن محمد بن
المنكدر، عن
عامر بن سعد،
عن أسامة.
قال:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "إن هذا
الطاعون رجز
سلط على من
كان قبلكم، أو
على بني
إسرائيل. فإذا
كان بأرض، فلا
تخرجوا منها
فرارا منه.
وإذا كان
بأرض، فلا
تدخلوها".
5735-94/3-
Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr de tahdis etti, bize babam tahdis etti,
bize Süfyan, Muhammed b. el-Munkedir’den tahdis etti, o Amir b Sa'd'dan, o
Usame'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Şüphesiz bu taun sizden öncekiler üzerine yahut İsrailoğulları
üzerine musallat kılınmış bir ricz (azap)tır. Bu sebeple bir yerde olursa ondan
kaçmak maksadı ile o yerden çıkmayın. Eğer bir yerde bulunursa da oraya
girmeyin" buyurdu.
95 - (2218) حدثني
محمد بن حاتم.
حدثنا محمد بن
بكر. أخبرنا
ابن جريج.
أخبرني عمرو
بن دينار؛ أن
عامر بن سعد
أخبره؛
أن
رجلا سأل سعد
بن أبي وقاص
عن الطاعون؟
فقال أسامة بن
زيد: أنا
أخبرك عنه.
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "هو عذاب
أو رجز أرسله
الله على
طائفة من بني
إسرائيل، أو
ناس كانوا قبلكم.
فإذا سمعتم به
بأرض، فلا
تدخلوها عليه.
وإذا دخلها
عليكم، فلا
تخرجوا منها
فرارا".
5736-95/4-
Bana Muhammed b. Hatim tahdis etti, bize Muhammed b. Bekr tahdis etti, bize İbn
Cureyc haber verdi, bana Amr b. Dinar'ın haber verdiğine göre Amir b. Sad
kendisine şunu haber verdi: Bir adam Sa'd b. Ebu Vakkas'a taun hakkında soru
sordu. Bunun üzerine Usame b. Zeyd: Ona dair ben sana haber vereyim dedi.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "O şanı yüce
Allah'ın İsrailoğullarından bir taifeye yahut sizden önceki bir takım
insanların üzerine gönderdiği bir azap yahut bir riczdir. Onun bir yerde
çıktığını işitecek olursanız onun olduğu yere girmeyin. Sizin bulunduğunuz yere
(taun) girerse kaçmak maksadıyla o yerden çıkmayın. "
95-م - (2218)
وحدثنا أبو
الربيع،
سليمان بن
داود وقتيبة
بن سعيد قالا:
حدثنا حماد
(وهو ابن زيد). ح
وحدثنا أبو بكر
بن أبي شيبة.
حدثنا سفيان
بن عيينة.
كلاهما عن
عمرو بن دينار
بإسناد ابن
جريج. نحو
حديثه.
5737- .. ./5- Bize Ebu
Rabi, Süleyman b. Davud ve Kuteybe b. Said de
tahdis edip ki: Bize
Hammad -ki o İbn Zeyd'dir- tahdis etti. (H.) Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de
tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne tahdis etti (Hammad ile) ikisi Amr b.
Dinar'dan İbn Cureyc'in isnadı ile onun hadisine yakın olarak rivayet etti.
96 - (2218) حدثني
أبو الطاهر
أحمد بن عمرو
وحرملة بن
يحيى. قالا:
أخبرنا ابن
وهب. أخبرني
يونس عن ابن
شهاب. أخبرني
عامر
بن سعد عن
أسامة بن زيد،
عن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم؛ أنه قال
"إن هذا الوجع
أو السقم رجز
عذب به بعض
الأمم قبلكم.
ثم بقي بعد
بالأرض. فيذهب
المرة ويأتي
الأخرى. فمن
سمع به بأرض،
فلا يقدمن
عليه. ومن وقع
بأرض وهو بها،
فلا يخرجنه
الفرار منه".
5738-96/6-
Bana Ebu't-Tahir, Ahmed b. Amr ve Harmele b. Yahya tahdis edip dedi ki: Bize
İbn Vehb haber verdi, bana Yunus, İbn Şihab'dan haber verdi, bana Amir b. Sa'd,
Usame b. Zeyd’DEN haber verdi, o Ras(ılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Bu ağn yahut hastalık şüphesiz sizden
önceki bazı ümmetlerin kendisi ile azaba uğratıldığı bir ricz (azap)tır. Sonra
yeryüzünde kalmaya devam etti. Bir defasında gider bir diğerinde gelir. Onun
herhangi bir yerde olduğunu işiten kimse onun olduğu yere gitmesin. Kendisinin
bulunduğu yerde çıkan kimse de ondan kaçmak maksadıyla çıkmasına sebep olmasın.
"
96-م - (2218)
وحدثناه أبو
كامل الجحدري.
حدثنا
عبدالواحد
(يعني ابن
زياد). حدثنا
معمر عن
الزهري.
بإسناد يونس.
نحو حديثه.
5739- .. ./7- Bunu bize
Ebu Kamil el-Cahderi de tahdis etti, bize Abdulvahid -yani b. Ziyad- tahdis
etti, bize Ma'mer, Zühri'den Yunus'un isnadı ile onun hadisine yakın olarak
rivayet etti.
97 - (2218) حدثنا
محمد بن
المثنى. حدثنا
ابن أبي عدي
عن شعبة، عن
حبيب. قال:
كنا
بالمدينة
فبلغني أن
الطاعون قد
وقع بالكوفة.
فقال لي عطاء
بن يسار
وغيره: إن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال "إذا
كنت بأرض فوقع
بها، فلا تخرج
منها. وإذا
بلغك أنه وقع
بأرض، فلا
تدخلها" قال
قلت: عمن؟
قالوا: عن
عامر بن سعد
يحدث به. قال
فأتيته
فقالوا: غائب.
قال
فلقيت أخاه
إبراهيم بن
سعد فسألته؟
فقال: شهدت
أسامة يحدث
سعدا قال:
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
يقول "إن هذا
الوجع رجز أو
عذاب أو بقية
عذاب عذب به
أناس من
قبلكم. فإذا
كان بأرض
وأنتم بها،
فلا تخرجوا منها.
وإذا بلغكم
أنه بأرض، فلا
تدخلوها".
قال
حبيب: فقلت
لإبراهيم: آنت
سمعت أسامة
يحدث سعدا وهو
لا ينكر؟ قال:
نعم.
5740-97/8-
Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti, bize İbn Ebu Adiyy, Şu'be’den
tahdis etti, o Habib’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Medine'de idik. Bana
taunun Kufe'de ortaya çıktığı haberi ulaştı. Bunun üzerine Ata b. Yesar ve
başkaları bana dedi ki: Şüphesiz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu: "Eğer sen bir yerde bulunur da orada ortaya çıkarsa oradan çıkma.
Bir yerde olduğu haberi sana ulaşırsa sen de oraya girme." (Habib) dedi
ki: Kimden (bu hadisi rivayet ediyorsunuz) dedim. Onlar:
Amir b. Sa'd bu hadisi
naklediyor dediler. Ben de ona gittim ama burada değil dediler. Sonra kardeşi
İbrahim b. Sa'd ile karşılaştım ve ona sordum. O şu cevabı verdi: Usame'yi
Sa'd'e tahdis edip şöyle derken dinledim: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz bu ağrı bir ricz yahut bir
azaptır. Ya da sizden öncekilerden bir takım insanların kendisi ile azaba
uğratıldıkları bir azap kalıntısıdır. Bu sebeple sizin bulunduğunuz bir yerde
olursa oradan çıkmayın. Onun bir yerde olduğu haberi size ulaşırsa o yere
girmeyin. "
Habib dedi ki: Bu sefer
İbrahim'e: Bu hadisi Usame, Sa'd'e nakledip onun da bunu reddetmediğini bizzat
kendin dinledin mi dedim. İbrahim:
Evet dedi.
Diğer tahric: Buhari,
5728
97-م - (2218)
وحدثناه
عبيدالله بن
معاذ. حدثنا
أبي. حدثنا
شعبة، بهذا
الإسناد. غير
أنه لم يذكر
قصة عطاء بن
يسار في أول
الحديث.
5741- .. ./9- Bunu bize
Ubeydullah b. Muaz da tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Şu'be bu isnad
ile tahdis etmekle birlikte hadisin başında yer alan Ata b. Yesar'ın kıssasını
zikretmedi.
97-م 2 - (2218)
وحدثنا أبو
بكر بن أبي
شيبة. حدثنا
وكيع عن
سفيان، عن
حبيب، عن
إبراهيم بن سعد،
عن سعد بن
مالك وخزيمة
بن ثابت
وأسامة بن زيد.
قالوا: قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم بمعنى
حديث شعبة.
5742- .. ./10- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Veki', Süfyan'dan tahdis etti, o
Habib'den, o İbrahim b. Sa'd'dan, o Sa'd b. Malik, Huzeyme b. Sabit ve Usame b.
Zeyd'den şöyle dediklerini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu deyip Şu'be'nin hadisi ile aynı manada rivayet ettiler.
97-م 3 - (2218)
وحدثنا عثمان
بن أبي شيبة
وإسحاق بن
إبراهيم.
كلاهما عن
جرير، عن
الأعمش، عن
حبيب، عن
إبراهيم بن
سعد ابن أبي
وقاص قال: كان
أسامة بن زيد
وسعد جالسين
يتحدثان.
فقالا: قال
رسول الله صلى
الله عليه وسلم.
بنحو حديثهم.
5743- .. ./11- Bize
Osman b. Ebu Şeybe ve İshak b. İbrahim de tahdis etti, ikisi Cerir'den, o
A'meş'den, o Habib'den, o İbrahim b. Sa'd b. Ebu Vakkas'dan şöyle dediğini
rivayet etti: Usame b. Zeyd ile Sa'd oturmuş konuşuyorlardı. Her ikisi
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu deyip öncekilerin hadisine yakın
olarak hadisi rivayet ettiler.
97-م 4 - (2218)
وحدثنيه وهب
بن بقية.
أخبرنا خالد
(يعني الطحان)
عن الشيباني،
عن حبيب بن
أبي ثابت، عن
إبراهيم بن
سعد بن مالك،
عن أبيه، عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم. بنحو
حديثهم.
5744- .. ./12- Bunu bana
Vehb b. Bakiye'de tahdis etti, bize Halid -yani et-Tahan- eş-Şeybani'den haber
verdi, o Habib b. Ebu Sabifden, o İbrahim b. Sa'd b. Malik'den, o babasından, o
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den onların hadisine yakın olarak rivayet
etti.
98 - (2219) حدثنا
يحيى بن يحيى
التميمي. قال:
قرأت على مالك
عن ابن شهاب،
عن عبدالحميد
بن عبدالرحمن
بن زيد بن
الخطاب، عن
عبدالله بن
عبدالله بن
الحارث بن
نوفل، عن عبدالله
بن عباس؛
أن
عمر بن الخطاب
خرج إلى
الشام. حتى
إذا كان بسرغ
لقيه أهل
الأجناد. أبو
عبيدة بن
الجراح وأصحابه.
فأخبروه أن
الوباء قد وقع
بالشام.
قال
ابن عباس:
فقال عمر: ادع
لي المهاجرين
الأولين
فدعوتهم،
فاستشارهم
وأخبرهم أن
الوباء قد وقع
بالشام.
فاختلفوا.
فقال بعضهم:
قد خرجت لأمر
ولا نرى أن
ترجع عنه.
وقال بعضهم:
معك بقية
الناس وأصحاب
رسول الله صلى
الله عليه وسلم.
ولا نرى أن تقدمهم
على هذا
الوباء. فقال:
ارتفعوا عني.
ثم قال: ادع لي
الأنصار
فدعوتهم له.
فاستشارهم. فسلكوا
سبيل
المهاجرين.
واختلفوا
كاختلافهم. فقال:
ارتفعوا عني.
ثم قال: ادع لي
من كان ههنا
من مشيخة قريش
من مهاجرة
الفتح.
فدعوتهم فلم
يختلف عليه
رجلان.
فقالوا: نرى
أن ترجع
بالناس ولا
تقدمهم على
هذا الوباء.
فنادى عمر في
الناس: إني
مصبح على ظهر
فأصبحوا عليه.
فقال أبو
عبيدة ابن
الجراح:
أفرارا من قدر
الله؟ فقال
عمر: لو غيرك
قالها يا أبا
عبيدة! (وكان
عمر يكره
خلافه) نعم.
نفر من قدر
الله إلى قدر
الله. أرأيت
لو كانت لك
إبل فهبطت واديا
له عدوتان.
إحداهما
خصبة
والأخرى جدبة
أليس إن رعيت
الخصبة رعيتها
بقدر الله،
وإن رعيت
الجدبة
رعيتها بقدر الله؟
قال فجاء
عبدالرحمن بن
عوف، وكان
متغيبا في بعض
حاجته. فقال:
إن عندي من
هذا علما.
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
يقول "إذا
سمعتم به
بأرض، فلا
تقدموا عليه.
وإذا وقع بأرض
وأنتم بها،
فلا تخرجوا
فرارا منه".
قال
فحمد الله عمر
بن الخطاب ثم
انصرف.
5745-98/13-
Bize Yahya b. Yahya et-Temimi tahdis edip dedi ki: Malik'e Ibn Şihilb'dan
rivayetini okudum. O Abdulhamid b. Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattab'dan, o
Abdullah b. Abdullah b. el-Hilris b. Nevfel'den, o Abdullah b. Abbas'dan
rivayet ettiğine göre Ömer b. el-Hattab Şam'a çıkıp gitti. Nihayet Serğ denilen
yerde komutanları Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ve arkadaşları onu karşıladı ve ona
Şam bölgesinde vebanın ortaya çıktığını haber verdiler.
İbn Abbas dedi ki: Bunun
üzerine Ömer: Bana ilk muhacirleri çağır dedi.
Ben de onları çağırdım.
Onlarla istişare etti ve kendilerine Şam topraklarında vebanın ortaya çıktığını
haber verdi. İhtilafa düştüler ve bazıları: Sen bir iş için çıkıp geldin. O
işini görmeden dönmeni uygun görmüyoruz dediler. Diğer bir kısmı: Seninle
birlikte olanlar insanların (hayırlılarının) geri kalanları ile Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabıdır. Onları beraber alıp bu vebanın
üzerine götürmeni uygun görmüyoruz dediler.
Bunun üzerine Ömer:
Yanımdan kalkın (gidebilirsiniz) dedi. Sonra: Bana Ensar'ı çağır dedi. Ben de
onları onun huzuruna davet ettim. Onlarla da istişare etti. Kendileri de
muhacirlerin yolunun aynısını izlediler, onların anlaşmazlığa düştükleri
şekilde onlar da ihtilaf ettiler. Bunun üzerine Ömer:
Yanımdan kalkın
(gidebilirsiniz) dedi. Sonra: Fetih (ten az önce) hicret etmiş Kureyş
yaşlılarından burada bulunanları bana çağır dedi. Ben de onları çağırdım. Bu hususta
iki kişi dahi ona farklı bir şey söylemeyerek insanları alıp geri dönme ni ve
bu vebanın üzerine onları götürmemeni uygun görüyoruz dediler.
Bunun üzerine Ömer
insanlar arasında: Ben sabahleyin (yola çıkmak üzere) binegim üzerinde
olacağım. Siz de bineğinizin üzerinde olun diye nida ettirdi
Bu sefer Ebu Ubeyde b.
el-Cerrah: Allah'ın kaderinden kaçarak mı deyince Ömer: Bu sözü keşke senden
başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde! dedi -çünkü Ömer ona muhalefet etmekten
hoşlanmazdı- Evet biz Allah'ın kaderinden Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne
dersin senin bir kaç deven olsa ve bir tarafı bol otlak diğer tarafı kuru olan
iki farklı yanı bulunan bir vadiye insen sen meralık yerde develerini otlatsan
Allah'ın kaderi ile otlatmış, eğer kurak yerde otlalırsan yine Allah'ın kaderi
ile otlatmış olmaz mısın?
Derken Abdurrahman b.
Avf geldi. Bir ihtiyacı dolayısı ile oralarda değildi. Bu hususta bende bir
bilgi var dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i:
"Onun bir yerde
ortaya çıktığını işitirseniz onun olduğu yere gitmeyin, bulunduğunuz bir yerde
ortaya çıkarsa ondan kaçarak çıkmayın" buyururken dinledim.
(İbn Abbas dedi ki):
Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab Allah'a hamd etti, sonra da yoluna gitti.
99 - (2219) وحدثنا
إسحاق بن
إبراهيم
ومحمد بن رافع
وعبدالله بن
حميد (قال ابن
رافع: حدثنا. وقال
الآخران:
أخبرنا)
عبدالرزاق.
أخبرنا معمر،
بهذا
الإسناد، نحو
حديث مالك.
وزاد في حديث
معمر: قال
وقال له أيضا:
أرأيت أنه لو
رعى الجدبة
وترك الخصبة
أكنت معجزه؟
قال: نعم. قال
فسر إذا. قال
فسار حتى أتى
المدينة. فقال:
هذا المحل أو
قال: هذا
المنزل إن شاء
الله.
5746-99/14- Bize İshak
b. İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd de tahdis etti. İbn Rafi, bize
Abdurrezzak tahdis etti derken diğer ikisi haber verdi dedi. Bize Ma'mer, bu
isnad ile Malik'in hadisine yakın olarak rivayet etti. Ma'mer'in hadisi
rivayetinde şunu ziyade eyledi: Yine ona dedi ki: Eğer kurak olan yerde otlayıp
meralık yeri bırakacak olursa sen yine de bunu onun acizliğine mi verecektin
dedi. O evet deyince o halde yürü dedi. Böylelikle Medine'ye varıncaya kadar
yürüdü. İşte yer burasıdır dedi yahut inşallah konaklama yeri burasıdır dedi.
99-م - (2219)
وحدثنيه أبو
الطاهر
وحرملة بن
يحيى قالا: أخبرنا
ابن وهب.
أخبرني يونس
عن ابن شهاب
بهذا الإسناد.
غير أنه قال:
إن عبدالله بن
الحارث حدثه.
ولم يقل: عبدالله
بن عبدالله.
5747- .. ./15- Bunu bana
Ebu't-Tahir ve Harmele b. Yahya da tahdis edip dedi ki: Bize İbn Vehb haber
verdi, bana Yunus, İbn Şihab’dan bu isnad ile haber verdi. Ancak o şöyle dedi:
Abdulah b. el-Haris kendisine tahdis etti. Ama Abdullah b. Abdullah demedi.
100 - (2219) وحدثنا
يحيى بن يحيى.
قال: قرأت على
مالك عن ابن
شهاب، عن
عبدالله بن
عامر بن
ربيعة؛ أن
عمر خرج إلى
الشام. فلما
جاء سرغ بلغة
أن الوباء قد
وقع بالشام.
فأخبره
عبدالرحمن بن
عوف؛ أن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم قال
"إذا سمعتم به
بأرض، فلا
تقدموا عليه.
وإذا وقع بأرض
وأنتم بها،
فلا تخرجوا
فرارا منه"
فرجع عمر بن
الخطاب من سرغ.
وعن
ابن شهاب عن
سالم بن
عبدالله! أن
عمر إنما انصرف
بالناس من
حديث
عبدالرحمن بن
عوف.
5748-100/16
-Bana Yahya b. Yahya da tahdis edip dedi ki: Malik'e İbn Şihab'dan rivayetini
okudum. O Abdullah b. Amir b. Rabia'dan rivayet ettiğine göre Ömer Şam'a çıkıp
gitti. Sert denilen yere gelince vebanın Şam'da ortaya çıktığı haberi ona
ulaştı. Abdurrahman b. Avf da kendisine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in şöyle buyurduğunu haber verdi: "Onun bir yerde çıktığını
işitirseniz onun olduğu yere gitmeyin, sizin bulunduğunuz bir yerde ortaya
çıkarsa ondan kaçarak dışarı çıkmayın. "
Bunun üzerine Ömer b.
el-Hattab, Sert’DEN geri döndü.
İbn Şihab'dan onun Salim
b. Abdullah (b. Ömer)'den rivayete göre ise Ömer'in insanları alıp geri dönmesi
ancak Abdurrahman b. Avf'ın hadisinden dolayı oldu.
Diğer tahric: Buhari,
5730, 6973
AÇIKLAMA: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) taun hakkında (5733) 'bnun İsrailoğullarına yahut
sizden öncekiler üzerine gönderilmiş bir riczdir. .. " buyurmaktadır. Bir
rivayette de (5738) "bu ağrı yahut hastalık sizden önceki bazı ümmetlerin
kendisi ile azap edildikleri bir riczdir. .. " Ömer (radıyallahu anh) ile
alakalı hadiste (5745) "Şam'da veba ortaya çıkh" denilmektedir.
Veba kelimesinin sonu
hemzelidir. Hem maksur hem mendud olarak iki türlü söylenir. Kasır ile söyleyiş
daha fasih ve daha meşhurdur.
Taun ise vücutta ortaya
çıkan bir takım yaralardır. Bu yaralar dirseklerde, koltuk altlarında, ellerde
yahut parmaklarda ve vücudun diğer bölgelerinde oluşur. Bununla birlikte ayrıca
şişlik ve çok şiddetli bir ağrı görülür. Bu yaralar bir iltihap ile çıkar ve
yaranın etrafı karam yahut yeşilimtrak bir renk alır ya da bulanık kırmızıya
çalan mor bir renk alır. Onunla birlikte de kalp (şiddetlice) çarpar ve kusma
görülür.
Veba ile ilgili olarak
da Halil ve başkaları o da taun ile aynı şeydir demiştir. Yine Halil: Genel
(etrafa yayılan) her bir hastalığa taun denilir demiştir ama muhakkiklerin
söyledikleri doğru açıklama bunun yeryüzünün diğer taraflarından ayrı olarak
bir cihetinde insanların pek çoğunun yakalandığı bir hastalık türüdür. Bu
hastalık, çokluk ve benzeri hususlarda alışılagelmiş bildik hastalıklardan
farklı olur. Onların bu hastalığa yakalanmaları da diğer vakitlerden farklı
olarak tek bir tür şeklinde görülür. Oysa sair zamanlarda onların hastalıkları
ise farklı farklı görülür. İlim adamlarının dediklerine göre her bir taun bir
vebadır ama her bir veba taun değildir. Ömer (radıyallahu anh) zamanında
görülen veba ise taun idi. Bu amevas taunudur. Burası ise Şam bölgesinde
bilinen bir kasaba adıdır. Kitabın mukaddimesinin şerhinde taun el carifi
sözkonusu ettiği sırada zayıf bazı ravilerden söz edilirken taunlar onların
zamanları, sayısı, yerleri ve onlarla alakalı az bulunur değerli bilgiler ve
ilgili açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Bu hadislerde taunun
İsrailoğulları üzerine yahut da sizden öncekilere bir azap olarak gönderildiği
kaydedilmektedir. Taunun azap olmakla nitelendirilmesi bizden öncekilere ait
bir özelliktir. Bu ümmet hakkında ise taun bizim için bir rahmettir ve bir
şehadet sebebidir. Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in: "Taun hastalığından ölen de şehiddir" buyruğu yer
almaktadır. Sahihaynden başka kaynaklardaki bir diğer hadiste de "taun,
Allah'ın dilediği kimseler üzerine gönderdiği bir azap idi. Allah onu müminlere
bir rahmet kılmıştır. Bir kul, taun hastalığına yakalanır da kendisine Allah'ın
kendisi için yazdığından başkasının asla isabet etmeyeceğini bilip sabrederek
kalmaya devam edecek olursa, mutlaka onun için de şehid ecrinin aynısı
yazılır" buyurulmaktadır. Bir diğer hadiste de: "Taun her müslüman
için bir şehadet (sebebi)dir" buyurulmaktadır. Taunun şehitlik sebebi
olması zikrettiğimiz hadiste açıklandığı gibi sabreden kimseler içindir.
Bu hadislerle taunun
bulunduğu bir beldeye gitmek yasaklandığı gibi bundan kaçmak maksadı ile oradan
çıkmak da yasaklanmaktadır. Arızi herhangi bir sebep dolayısı ile çıkmakta ise
bir sakınca yoktur. Sözünü ettiğimiz bu husus, bizim de cumhurun da kabul
ettiği bir görüştür. Kadı lyaz da:
Bu çoğunluğun kabul
ettiği görüştür dedikten sonra şunları söylemektedir: Hatta Aişe şöyle
demiştir: Taun'dan kaçmak savaştan kaçmak gibidir. (Kadı Iyaz devamla) dedi ki:
Kimi ilim adamı taunun bulunduğu yere girmeyi de kaçmak maksadı ile çıkıp
gitmeyi de caiz görmüştür. Hatta bu husus, Ömer b. el-Hattab'dan dahi rivayet edilmiş
ve onun Serğ denilen yerden döndüğüne pişman olduğu da nakledilmiştir. Ebu Musa
el-Eş'arı, Mesruk ve Esved b. Hilal'den rivayete göre onlar ondan kaçmışlardır.
Amr b. el-As da: Bu azaptan dağlar arasındaki yollara, vadilere ve dağların
tepelerine kaçıp gidin demiştir. Muaz (radıyallahu anh) ise hayır o bir şehadet
sebebi ve bir rahmet sebebidir demiştir. Adı geçen bu kimseler buradaki yasağı
şöyle te'vil ederler: Taunun bulunduğu yere girmenin ve bulunduğu yerden
çıkmanın yasak oluşu taktir olunmamış bir şeyi kendisine isabet eder korkusu
dolayısı ile değildir. Aksine insanların fitneye uğramaları korkusu iledir.
Yani onların gelen kimsenin ölümü ancak geldiği için gerçekleşmiş, kaçanın da
kurtuluşu kaçtığı için gerçekleşmiştir diye zannetmemeleri içindir. Bunlar
derler ki: Bu da bir şeylerde uğursuzluk olduğunu sanmanın ve cüzzamlı olan
kimseye yaklaşmanın yasaklanışına benzer. ibn Mesud’DAN da şöyle dediği rivayet
edilmiştir:
Taun, mukim (yerinde
kalan) için de kaçıp giden için de bir fitnedir. Kaçan kimse: Ben kaçıp da
kurtuldum der. Kalan kimse de: Ben kaçmayıp kaldım ve öldüm der. Halbuki eceli
gelmemiş olan ancak kaçar ve eceli gelmiş olan ancak ikamet eder.
Ama sahih olan bizim
başta kaydettiğimiz şekilde bulunduğu yere gitmenin ve oradan çıkmanın nehy
edildiğidir. Çünkü sahih hadislerin Zahiri bunu gerektirmektedir.
ilim adamları der ki: Bu
da anlam itibari ile Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan da afiyet . dileyin. Ama
onlarla karşılaşacak olursanız da sebat gösterin" buyruğuna yakındır.
Bu hadisten,
hoşlanılmayan hallerden ve onların sebeplerinden sakınıp korunmak hükmü
anlaşıldığı gibi çeşitli afet ve musibetlerin gelip çatması halinde Allah'ın
kaza ve kaderine teslimiyetin gereği de anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
ilim adamlarının ittifak
ettiklerine göre kaçmak ile ilgisi olmamak üzere bir iş ya da bir maksat sebebi
ile çıkmak caizdir. Bunun delili ise hadislerdeki açık ifadelerdir.
(5733) Ebu'n-Nadr
rivayetinde: "Ancak ondan kaçmak niyeti ile çıkarsanız ... " ibaresi
bazı nüshalarda "kaçmak" anlamındaki "firar" kelimesi ref
ile bazılarında ise "firaran" şeklinde nasb ile kaydedilmiştir. Her
ikisi de hem
Arap dili grameri
bakımından hem anlam bakımından açıklanması zor şekillerdir. Kadı Iyaz dedi ki:
Bu rivayet Arapça bilginleri nezdinde zayıf ve anlamı bozan bir ifadedir. Çünkü
Zahiren kaçmak dışında bütün sebepler için kaçışın yasaklandığı ancak kaçışın
yasak olmadığı çıkmaktadır. Bu ise maksadın zıddını ifade eder. Bir topluluk
ise şöyle demektedir: Buradaki "illa: ancak" kelimesi ravi tarafından
yanlışlıkla konulmuş bir lafızdır. Doğrusu ise diğer rivayetlerde bilinen
şekildeki gibi bunun yer almamasıdır. Kadı Iyaz dedi ki: Bazı Arap dili
muhakkikleri nasb ile rivayetinin açıklanabilir bir tarafı olduğunu belirterek
hal olmak üzere nasb edilmiştir demişlerdir. Ama burada "illa: ancak"
lafzı istisna için değil olumluluk bildirmek içindir. ifadenin taktiri de
şöyledir: Eğer sizin çıkışınız ancak ondan kaçmak için olacaksa çıkmayın
demektir. Allah en iyi bilendir.
Şunu da bilelim ki bu
babtaki bütün hadisler Usame b. Zeyd rivayeti ile gelmiştir. Babın sonunda söz
konusu edilen üç rivayet yolu ise hadisin Sad b. Ebu Vakkas'ın Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den diye rivayet edilmiş olması izlenimini yahut böyle olması
gerektiğini göstermektedir. Kadı Iyaz ve başkaları dedi ki: Bu bir yanılmadır.
Çünkü hadis ancak Sad'ın Usame'den, onun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
yolu ile gelmiştir. Allah en iyi bilendir.
(5745) "Nihayet
Serğ'e geldiğinde ordu komutanları onu karşıladı: Serğ fethalı sin’DEN sonra
sakin re sonra gayn iledir. Kadı lyaz ve başkaları da aynı zamanda re harfinin
fethalı okunuşunu da (Serağ diye) nakletmiş bulunuyorlar. Ama meşhur olan re
harfinin sakin okunacağıdır. Bu kelimenin munsarıf ve gayrı munsarıf olması da
mümkündür. Serğ Hicaz cihetinde Şam'ın uzak tarafında bir kasaba adıdır.
"Ehlül ecnad: Ordu
komutanları" bundan başka rivayetlerde "umaraul ecnad: ordu emirleri"
diye geçmektedir. Burada ecnad: ordulardan kasıt ise Şam'ın beş şehrin(de
bulunan ordular) dır. Bu beş şehir de Filistin, Ürdün, Dımeşk, Hıms ve
Kınnesrin'dir. ilim adamları bu şekilde bunu açıklamış ve bunun üzerinde
ittifak etmişlerdir. Bilindiği üzere Fılistin, Beytül Makdis çevresinin, Ürdün
ise, Beysan, Taberiya ve onlarla alakah yerlerin adıdır. Şehir adının buraya
verilmesinin de bir zararı yoktur.
"Bana ilk
muhacirleri çağır" demesi üzere önce onları, sonra Ensar'ı sonra da
"fetih (öncesi) muhacirlerinden Kureyş'in yaşlılarını" ona çağırdı.
Onları bu şekilde faziletlerine göre sıra ile çağırmış oldu.
Kadı Iyaz dedi ki: ilk
muhacirlerden maksat her iki kıbleye doğru namaz kılanlardır. Kıble'nin Kabe'ye
çevirilmesinden sonra müslüman olanlar ise aralarında sayılmazlar: Fetih
muhacirleri hakkında fetihten önce islam'a girenler ve böylelikle fetihten önce
hicret faziletini elde eden kimseler oldukları söylenmiştir. Çünkü Mekke
fethedildikten sonra (Mekke'den Medine'ye) hicret sözkonusu değildir. Bunların
Mekke Fethinden sonra hicret eden ve fetihle müslüman olan ve böylelikle
onların fazilet dışında muhacir ismini aları kimseler oldukları da
söylenmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu daha açık (güçlü) bir yorumdur. Çünkü ancak
bunlar hakkında Kureyş yaşlıları tabiri kullanılabilir. Ömer (radıyallahu
anh)'ın dönmesinin sebebi ise dönüşü teklif eden tarafın -bu kanaati
söyleyenlerin çok olması sebebi ile- ağır basması ve buna ihtiyata daha
elverişli olması dolayısıyladır. Yoksa yalnızca fetih müslümanlarını taklit
etmekten ibaret değildi. Çünkü ilk muhacirlerin bir kısmı ile Ensar'ın bir
kısmı da dönmeyi teklif etmiş, bazıları da taunun olduğu yere gitmeyi
söylemişlerdi. Dönüş kanaatini ortaya koyanlara Kureyşlilerin yaşlılarının
görüşü de eklenince bu görüşü ortaya koyanların sayısı artmış oldu. Ayrıca
bunların yaşları, bilgileri ve çok sayıda deneyimleri doğru görüşleri de vardı.
Her iki kesimin delili hadiste açık bir şekilde beyan edilmiştir. Her iki görüş
de şeriatte iki esastan kaynaklanmakta idi. Birincisi tevekkül ve kazaya
teslimiyet ikincisi ise kişinin kendi elleri ile tehlikeye atıImaya sebep
teşkil eden hususlardan uzak kalıp ihtiyatı ve tedbiri elden bırakmamaktır.
Kadılyaz dedi ki: bir
görüşe göre de Ömer (radıyallahu anh), Abdurrahman b. Avf'ın (radıyallahu anh)
rivayet ettiği hadis dolayısı ile geri dönmüştür. Nitekim burada Müslim'de, İbn
Şihab'dan naklettiği rivayetinde (5748) böyle demiştir. Buna göre Salim b.
Abdullah dedi ki: Ömer, Abdurrahman b. Avf'ın naklettiği hadis dolayısı ile insanları
alıp geri gitti. Bu kanaatte olanlar şunu da söyler: Çünkü Ömer bir bilgi
buluncaya kadar bir görüşü bırakıp bir başka görüşü kabul edecek birisi
değildi. Böyle diyenler (5745) "sabahleyin ben bineğimin üzerine binmiş
olacağım, siz de sabahleyin onların üzerinde olun" sözünü yorumlayarak
şöyle demişlerdir: Yani bundan kasıt Medine'ye dönmek için değil, ilk olarak
gitmek maksadımız olan tarafa, cihete doğru yola koyulacağım demektir. Ama bu
tutarsız te'vil ve zayıf bir görüştür. Aksine cumhurun kabul ettiği ve hadisin
zahiri ya da açık anlamının ortaya koyduğu doğru mana onun geri dönmemeyi
söyleyenlerin faziletleri ile birlikte çoğunluğu teşkil ettiklerini görünce-
içtihadı ile ihtiyatlı olduğundan ötürü tercih etti. Sonra da Abdurrahman
(radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği hadis de ona ulaşınca, hem kendisinin hem
arkadaşlarının çoğunluğunun içtihadının Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in açık ifadesine (nassına) uygun olduğunu görünce şanı yüce Allah'a
hamd ve şükür etti.
Müslim'in (5748) "o
ancak Abdurrahman'ın hadisinden ötürü geri döndü" şeklindeki sözlerine
gelince, muhtemelen Ömer (radıyallahu anh)'ın Abdurrahman'ın hadisini haber
almadan önce dönmeye karar verdiği şeklindeki bilgi Salim'e ulaşmamış olabilir.
Ancak Abdurrahman'ın hadisini öğrendikten sonra o dönme kararını vermiş olması
ihtimali de bulunabilir. Allah en iyi bilendir.
"Yarın sabah
bineğimin üzerinde olacağım. Siz de yarın sabah bineğinizin üzerinde
olun." Buradaki "sabahı etmek" anlamındaki her iki kelimenin de
sad harfi sakindir. Yani ben devemin sırtında vatanıma dönmek üzere binip
yolculuğa çıkacağım. Siz de sabah bineklerinizin üzerinde olun ve bunun için
hazırlığınızı yapın.
"Ebu Ubeyde:
Allah'ın kaderinden kaçarak mı deyince Ömer: Bunu keşke senden başka birisi söyleseydi
ey Ebu Ubeyde! dedi. Çünkü Ömer ona muhalefet etmekten hoşlanmazdı. .. Allah'ın
kaderi ile otlatmış olmaz mısın?" Udve, ayn harfi ötreli de kesreli de
(idve) söylenir. Bu da vadinin bir tarafı demektir. Cim harfi fethalı, dal
sakin olarak "cedbe" ise meralık verimli yerin aksi zıd anlamlısıdır.
Et-Tahrir sahibi dedi ki: Cedbe ismi dal harfi sakin olarak da kesreli olarak
da (cedibe şeklinde) söylenebilir. (Verimli meralık anlamındaki) hasbe de aynı
şekilde (hasibe diye de) söylenir.
"Bunu keşke senden
başka birisi söyleseydi ey Ebu Ubeyde!" bu ifadedeki "lev:
keşke"nin cevabı hazfedilmiştir. İki şekilde taktiri sözkonusudur. Bu iki
taktiri et-Tahrir sahibi ve başkaları zikretmiştir. Birincisine göre eğer bunu
senden başka birisi söylemiş olsaydı hakkında insanların çoğunluğunun hal ve
akd ehlinin benimle aynı kanaati paylaştığı idihadi bir mesele hakkında itiraz
ettiği için onu te'dib ederdim. İkincisine göre eğer bu sözü senden başka
birisi söylemiş olsaydı şaşırmazdım. Fakat sen sahip olduğun bunca ilim ve
fazilete rağmen böyle bir söz söylediğin için şaştım doğrusu. Sonra Ömer ona
doğruluğunda hiç şüphe bulunmayan celi (açık) kıyastan son derece açık bir
delil zikretti. Bu ise onun geri dönmenin taktir edilmiş olanı geri
çevireceğine inandığından dolayı değildi. Bunun anlamı şudur: Şanı yüce Allah
ihtiyatlı olmayı, kararlı olmayı ve helak olmaya götüren sebeplerden uzak
durmayı tıpkı düşmanın silahına karşı korunmak ve ölüme götüren sebeplerden
uzak durmayı emrettiği gibi emir buyurmuştur. Bununla birlikte her ne meydana
gelirse Allah'ın ezeli ilminde taktir edilmiş, Allah'ın kaza ve kaderi ile
gerçekleşir. Ömer (radıyallahu anh)'ın vadinin her iki kıyısından birisinde
otlatmayı kıyasa konu almasının sebebi ise bunu herhangi bir kimsenin tartışmayacağı
kadar açık olması ve üzerinde bulundukları tartışma meselesine birebir uygun
düşmesi dolayısıyla olmuştur.
Onun aciz olduğunu
söyleyebilir miydin?" Yani onu acze nisbet eder miydin? Ömer (r.a.)'ın
maksadı şudur: İnsanlar benim raiyemdir. Yüce Allah beni onlara çoban
yapmıştır. O halde benim onlar için ihtiyatlı olanı seçmek görevimdir. Eğer
bunu terk edecek olursam o taktirde acizlik göstermiş olurum ve
cezalandırılmayı hak ederim. Allah en iyi bilendir.
(5746) "İşte yer
-yahut konaklama yeri- budur" Her ikisi de aynı anlamdadır. "Mahal:
yer" ha harfi fethalı da kesreli de (mahil) diye de söylenir fethalı
söyleyiş kıyasa daha uygundur. Çünkü mazisi feale, muzarisi yefulu vezninde
gelen fiillerin mastarı ve zaman ve mekan isimleri "mef'ai" olarak fethalı
gelir. Kaade, yekudu, mekaden ve benzerlerinde olduğu gibi. Ancak bazi şaz
kelimeler her iki şekilde de gelmiştir ki bunlardan birisi de "mehal"
kelimesidir.
İsnadda geçen (5745)
"Malik'den o İbn Şihab'dan, o Abdulhamid b. Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattab'dan
... Abdullah b. Abbas'dan" senedi ile ilgili olarak Darakutni şunları
söylemektedir: Malik böyle demiştir. Ma'mer ve Yunus ise Abdullah b.
el-Haris'den diye rivayet etmişlerdir. Darakutni dedi ki: Rivayetteki
ihtilaflarına rağmen hadis sahihtir. Hadisi Müslim, Yunus Abdullah b. el-Haris
yolu ile tahric etmiş olmakla birlikte Buhari bu hadisi ancak Malik yolu ile
tahric etmiştir demiştir.
Şunu da bilelim ki Ömer
(radıyallahu anh)'ın bu hadisinden çıkartılacak pek çok sonuç vardır:
1. İmam'ın bizzat bazı
zamanlarda yönetimi altındakilerin hallerine tanık olmak, mazlumun üzerindeki
zulmü kaldırmak, darlık ve sıkıntı içerisinde olanların sıkıntılarını açıp
gidermek, muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılamak, fesad ehlini vazgeçirmek,
batıl ve boş işlerle uğraşan eziyetler yapan kimselerle yöneticilerin ondan
korkması, kendilerini gözetlemesinden ve çirkin işlerinin ona ulaşmalarından
çekinerek bu şekildeki hareketlerinden vazgeçmeleri, onun yönetimi
altındakilerin İslam'ın şiarlarını dosdoğru uygulamaları ve bu hususlarda bir
takım ihlallerde bulunduklarını gördüğü kimseleri te'dib etmesi ve bunun
dışında daha pek çok maslahat için bizzat yönetimi altındakileri kontrol için
dışarı çıkması
2. Komutanların ve
insanların ileri gelenlerin imamın gelişi halinde onu karşılamaları, ona kendi
beldelerinde meydana gelen hayır, şer, veba, ucuzluk, pahalılık, bolluk, darlık
ve daha başka hususları ona bildirmeleri
3. Yeni meydana gelen
olaylar hakkında bilgi ve görüş sahibi kimselerle istişare etmenin ve bu
hususta öncelik sahibi kimseleri öne geçirmenin müstehap olduğu,
4. İnsanları layık
oldukları mevkilerde bulundurup fazilet ehli kimseleri diğerlerine önceleyip
üstün ve değerli hususlarda öncelikle onlardan başlamak,
5. Savaş ve benzeri
hususlarda da -hpkı ahkam ile ilgili meselelerde caiz olduğu gibi- içtihadın
caiz olduğu,
6. Vahid haberin kabul
edilebileceği, çünkü hepsi de Abdurrahman (r.a.)'ın verdiği haberi kabul
ettiler.
7. Kıyas yapmak
sahihtir.
8. Kıyasla amel etmek
caizdir.
9. Alimin kendisine
sorulmadan önce sahip olduğu bilgiyi kendiliğinden ve öncelikle bildirmesi.
Abdurrahman (radıyallahu anh)'ın yaptığı gibi
10. Helak olmaya götüren
sebeplerden uzak durmak
11. Taunun üzerine
gitmenin ve ondan kaçmanın men edilmiş olduğu Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: