SAHİH-İ MÜSLİM

TIB

 

17/2- SİHİR BABf

 

5667-43/1- Bize Ebu Kureyb tahdis etti, bize İbn Numeyr, Hişam'dan tahdis etti, o babasından, o Aişe'den şöyle dediğini rivayet etti: Züreyk oğulları yahudilerden Zebid b. el-Asam denilen bir yahudi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e sihir yaptı. (Aişe) dedi ki: Öyle ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yapmadığı halde bir şeyi yaptığı hayali görünüyordu. Nihayet bir gün ya da bir gece Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dua etti. Sonra yine dua etti, sonra yine dua etti. Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Farkına vardın mı? Allah bana kendisinden hakkında bana fetva vermesini istediğim hususta fetva verdi. İki adam bana geldi. Onlardan biri başımın yanında diğeri ayaklarımın yanında oturdu. Başımın yanında oturan ayaklarımın yanında olana -yahut ayaklarımın yanında olan başımın yanında olana- bu adamın ağrısı nedir dedi. Öteki: Ona sihir yapılmıştır dedi. Diğeri: Ona kim sihir yaptı diye sordu. O: Lebid b. el-Asam dedi. Diğeri: Hangi şeyde yaptı dedi. Öteki: Bir tarak taranırken dökülen saç ve erkek hurma tomurcuğunun kapçığı içine, dedi. Peki o nerede diye sordu, diğeri: Zu Ervan kuyusundadır dedi. "

 

Aişe dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından bazı kimselerle o kuyuya gitti. Sonra: "Ey Aişe! Allah'a yemin olsun ki sanki onun suyu ıslatılmış kına gibi idi, hurma ağaçları da şeytan başlarını andırıyordu" buyurdu.

 

Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Neden onu yakmadın ki dedim. O: "Hayır, bana gelince Allah bana afiyet vermiş bulunuyor ve ben insanlar aleyhine bir şerri körüklemekten hoşlanmadım. Bu sebeple verdiğim emir ile o (sihir) gömüldü" buyurdu.

 

Diğer tahric: İbn Mace, 3545;

 

 

 

5668-44/2- Bize Ebu Kureyb tahdis etti, bize Ebu Usame tahdis etti, bize Hişam, babasından tahdis etti, o Aişe'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e sihir yapıldı. Sonra Ebu Kureyb hadisi olayı ile birlikte İbn Numeyr'in hadisi gibi sevk etti ve rivayetinde şunları da söyledi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kuyuya gitti. Kuyuya baktı, üzerinde de hurma ağaçları vardı. (Aişe) dedi ki: Ben ey Allah'ın Rasulü! Onu çıkart dedim. Rivayetinde: Onu neden yakmadın demedi ve: "verdiğim emir üzerine gömüldü" ibaresini de zikretmedi. 

 

 

Diğer tahric: Buhari, 5766

 

AÇIKLAMA:          (5667) "Zureykoğulları Yahudilerinden" Zureyk isminde ze harfi öncedir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir Yahudi sihir yaptı. Öyle ki Ona bir işi yapmamış olduğu halde onu yaptığı hayali görünüyordu." İmam el-Mazeri -Allah'ın rahmeti ona- dedi ki: Sünnet ehlinin ve ümmetin alimlerinin büyük çoğunluğunun kanaatisihrin sabit olduğu, onun da sabit başka şeylerin bir gerçeği olduğu gibi gerçeğinin olduğu şeklindedir. Ehl-i sünnetin bu husustaki kanaati bunları inkar edenlere ve sihrin hakikatini reddedenlere muhalittir. Bunlar ise sihir neticesinde meydana gelen şeyleri hakikatleri olmayan batıl bir takım hayallere izafe ederler. Halbuki yüce Allah kitabında sihri sözkonusu ettiği gibi onun öğrenilen şeyler arasında yer aldığını sözkonusu etmekte ve sihirde bir kısmı sebebi ile küfre gidilebileceğine işaret eden ayrıca kişi ile eşinin arasına ayrılık sokacak türden olanlarının olduğuna da işaret edecek buyruklar indirmiştir. Bütün bunların bir gerçeği olmayan şeylerde olmasına imkan yoktur. Ayrıca bu hadis, sihrin sabit olduğunu ve sihirin gömülen ve bulunduğu yerden çıkartılan bir şeylerden ibaret olduğunu da açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar bu muhaliflerin söylediklerinin batıl olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü sihrin gerçek olduğunu imkansız görmek imkansız bir şeydir ve şanı yüce Allah'ın bir araya getirilmiş bir takım sözleri söylemek yahut da bazı cisimleri birbirine katmak ya da sihir yapandan başkasının bilmediği bir sıralama ile bir takım güçleri birbirine katıp karıştırmak sureti ile olağanüstü bir hadise meydana getirmesi aklın kabul etmeyeceği bir şey değildir. İnsan zehirler gibi bazı cisimlerin öldürücü, keskin ilaçlar gibi bazılarının hastalandıncı, hastalığa zıt ilaçlar gibi bazılarının zararlı olduğuna tanıklık ettiğine göre aklının da sihir yapanın öldürücü bir takım güçleri yahut da helak edici bir takım sözleri veya ayrılık sokma sonucunu verecek bir takım sözleri tek başına bilmesini akıl uzak bir ihtimal olarak görmez.

 

Bid'atçi bazı kimseler bu hadisi bir başka sebep dolayısı ile inkar etmekte ve bu hadisin nübüvvet makamını aşağılayıcı ve nübüvvet hakkında şüphe doğurucu olduğunu, bunu mümkün görmenin ise şeriate güvene engel teşkil ettiğini ileri sürmektedir. Bu bid'atçi kimselerin ortaya atbklan bu iddia ise batıldır. Çünkü kesin deliller onun doğruluğunu, sıhhatini, tebliğ ile alakalı hususlarda hatadan korunmuş olduğunu ortaya koyduğu gibi mucize de bunun tanıklığını yapmaktadır. Bir iddianın aksinin doğruluğu delil ile ispatlanmış ise o iddiayı doğru kabul etmek batıldır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisi sebebi ile gönderilmemiş olduğu, kendilerinden dolayı da üstün ve faziletli kılınmamış olduğu, bununla birlikte insanlar hakkında arız olması mümkün olan hususlardan sayılan dünyevi bir takım meselelerle ilgili olan şeylere gelince dünya ile alakalı bir takım hususların hakikati olmayan bir şekilde Ona hayalen görünmesi uzak görülecek bir ihtimal değildir. Ayrıca şöyle de denilmiştir: O zevceleri ile birlikte olmadığı halde onlarla birlikte olduğu izlenimi Onda uyanıyordu. Bazen rüyada da insan benzeri bir izlenime kapılabilir. Uyanıkken böyle bir hayale kapılması -bir hakikati olmadığı halde- uzak görülemez. Yine denildiği ne göre yapmadığı bir işi Ona yapmış gibi görünüyordu. Fakat hayal olarak gördüklerinin doğruluğuna da inanmıyordu. Buna göre Onun yine inandıkları dosdoğru halde kalmaya devam ediyordu.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Bu hadisin rivayetleri çok açık bir şekilde sihrin yalnızca bedenini ve organlarının Zahir kısımlarını etkilediğini, aklını, kalbini ve inancını etkilemediğini açıkça ortaya koymaktadır. Böylelikle bu hadiste geçen "öyle ki zevcelerine yaklaşmamış olduğu halde onlara yaklaştığını zannediyordu" hadisinin anlamı da bu olur. Bu hayalen Ona böyle göründüğü şeklinde de rivayet edilmiştir. Yani Onun daha önce yaptıklarından ve alışageldiklerinden onlara gücünün yeteceği kanaati uyanmakla birlikte onlara yaklaştımı sihrin etkisi de onu yakalıyor ve onlara yaklaşamıyor ve buna imkan bulamıyordu. Tıpkı sihir yapılan kimsede bu halin görünmesi gibi bir etkiye kapılıyordu. Bütün rivayetlerde gelen yapmamış olduğu bir işi yapmış olduğu hayalini görmesi ve buna benzer ifadeler göz ile hayalen görünmek şeklinde yorumlanır. Aklı da etkileyen bir dengesizlik olarak görülmez. Diğer taraftan bu halde risalet hakkında bir karışıklık sözkonusu olmayacağı gibi dalalet ehlinin ileri sürecekleri bir tenkite de meydan vermez. Allah en iyi bilendir.

 

El-Mazeri dedi ki: İnsanlar sihrin ne kadar etkili olduğu hususunda anlaşmazlık içerisindedirler. Onların bu hususta birbirleri ile çatışan kanaatleri bulunmaktadır. Bazıları sihrin etkisi kişi ile eşi arasında ayrılık sokma miktarından daha fazla değildir demiştir. Çünkü yüce Allah bu hususu ancak sihir esnasında meydana gelecek olan sonucu büyütmek ve bizim hakkımızdaki dehşetli halini ifade etmek için dile getirmiştir. Eğer sihir neticesinde bundan daha büyük bir sonuç ortaya çıksaydı bunu da sözkonusu ederdi. Çünkü bir misal mübalağa edilmek istendiği taktirde ancak sözü edilenin en üstün hali dile getirilerek verilir. (el-Mazeri) dedi ki: Eş'arilerin kanaatine göre bundan daha fazlasının da gerçekleşmesi mümkündür. Aklen sahih olan budur. Çünkü gerçekte yüce Allah'tan başka fail yoktur. Bu kabilden meydana gelen her bir şey de şanı yüce Allah'ın icra ettiği bir adet (sünnet)dir. Bu hususta fiiller arasında bir farklılık olmaz. Onların bir kısmı da diğerlerinden öncelikli değildir. Şayet şeriat bir mertebeden daha ileriye gitmeyeceğini belirtmiş olsaydı onu kabul etmek gerekecekti. Fakat birinci görüş sahibinin söylediğinin sınırını aşmamayı gerektirecek şekilde kesin bir şer'ı delil bulunmamaktadır. Ayet-i kerimede eşlerin arasına ayrılık sokmanın sözkonusu edilmesi daha fazlasının olmayacağına dair açık bir nas değildir. Asıl göz önünde bulundurulması gereken bu nassın bu hususta Zfihir olup olmadığıdır. (el-Mazeri devamla) dedi ki: Eş'ariler sihir yapan vasıtası ile olağanüstü bir işin gerçekleşmesini caiz (mümkün) kabul etmiştir. O halde sihirbaz kişi nebiden nasıl ayırt edilebilecek diye sorulursa cevap şudur: Nebi, veli ve sihir yapan eli ile olağanüstü bir olay meydana gelebilir. Fakat nebi bununla insanlara meydan okur ve benzerini meydana getirmekten aciz olduklarını söyler, yüce Allah'tan da tasdik edilmesi için bu mucizesi ile olağanüstü bir iş yapması olduğunu da haber verir. Şayet yalancı olmuş olsaydı eli ile bu olağanüstü halin gerçekleşmeyeceği ni bildirir. Eğer Allah yalan söyleyen bir kimse vasıtası ile olağanüstü bir hal meydana getirecek olsaydı, şüphesiz nebilere karşı çıkanlar vasıtasıyla da olağanüstü halleri meydana getirirdi.

 

Veli ve sihir yapana gelince onlar bu yaptıkları ile insanlara meydan okumazlar, bunu nübüvvete bir delil göstermezler. Şayet böyle bir iddiada bulunmuş olsalar onlar için o olağanüstü hali göstermek sözkonusu olmaz.

 

Veli ile sihir yapan arasındaki fark ise iki bakımdandır. Bunların birincisi şudur: Aynı zamanda meşhur olan görüş olup Müslümanlar sihirin ancak fasık bir kimse tarafından gösterileceği, kerametin de fasık bir kimse tarafından gösterilemeyeceği, ancak bir veli tarafından gösterilebileceğini icma ile kabul etmişlerdir. İmamul harameyn ve Ebu Sad el-Mütevelli ile başkaları bunu kesin bir dille ifade etmişlerdir.

 

İkinci farka gelince bir takım işlerin yapılması, bazı şeylerin birbirine karıştırılması, bazı zorluklar ve bir takım ilaç (malzeme ve gereçlin neticesi olarak ortaya çıkabilir. Kerametin ise bunların hiçbirisine ihtiyacı yoktur. Pek çok durumda da keramet, onu gerektiren herhangi bir husus yahut onun farkına varmadan denk gelerek de ortaya çıkmaktadır.

 

Bu mesele ile alakalı fıkıhtaki fer'i hükümlere gelince. Sihir yapmanın haram ve büyük günahlardan olduğu icma ile kabul edilmiştir. Daha önce İman Kitabı'na geçtiği üzere Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sihri helake götüren yedi büyük günahtan birisi olarak saymıştır. Şerhi de belirtilen yerde geçmiş bulunmaktadır. Bunun hulasası şudur: Sihir yapmak bazı hallerde küfür olabilir, bazı hallerde küfür olmayıp büyük bir masiyet olabilir. Eğer sihir yapmak esnasında küfrü gerektiren bir söz yahut bir mı varsa küfürdür, değilse küfür olmaz.

 

Sihir öğrenip öğretmeye gelince, bu da haramdır. Eğer onu öğrenmek ve öğretmek küfrü kapsıyorsa küfür olur, değilse olmaz. Eğer sihirde küfrü gerektiren bir şey yoksa sihir yapan ta'zir edilir ve bundan dolayı tevbe etmesi istenir. Bize göre öldürülmez. Tevbe ederse tevbesi kabul olunur. Malik dedi ki: Sihir yapan kafirdir ve sihir sebebi ile öldürülür. Tevbe etmesi istenmez. Tevbe etmesi de kabul edilmez. Aksine kesinlikle öldürülmesi gerekir.

 

Mesele ise zındığın tevbesinin kabul edilmesi hakkındaki görüş ayrılığına bina edilen bir meseledir. Çünkü İmam Malik'e göre daha önce zikrettiğimiz gibi sihir yapan kişi kafirdir. Bize göre ise kafir değildir. Ayrıca bize göre münafığın da zındığın da tevbesi kabul edilir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Ahmed b. Hanbel de İmam Malik ile aynı kanaattedir.

 

Bu görüş aynı zamanda ashab-ı kiram ve tabiinden bir topluluktan da rivayet edilmiştir. Mezhep alimlerimiz dedi ki: Eğer sihir yapan kişi yaptığı sihir sebebi ile bir insanı öldürecek olursa ve kendi sihiri sebebi ile öldüğünü itiraf edip, çoğunlukla da sihirinin öldürücü olduğunu söylerse ona kısas uygulanması gerekir. Şayet sihir sebebi ile öldü ama yaptığı sihir bazı hallerde öldürebilir bazı hallerde öldürücü değildir diyecek olursa kısas sözkonusu olmaz. Diyet ve kefaret gerekir. Diyet de onun akilesi tarafından değil onun malından ödenir. Çünkü akile, cinayet işleyenin itirafı ile sabit olmuş bir suçu yüklenmez. Mezhep alimlerimiz dedi ki: Beyyine ile sihirden dolayı öldürmenin gerçekleştiğini ortaya koymak düşünülebilecek bir durum değildir. Ancak sihir yapanın itirafı ile bu düşünülebilir. Allah en iyi bilendir.

 

"Nihayet bir gün yahut bir gece Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dua etti, sonra yine dua etti, sonra yine dua etti." Bu ifadeler, hoşlanılmayan durumların ortaya çıkması halinde dua etmenin duayı tekrarlayıp durmanın yüce Allah'a güzel bir şekilde sığınmanın müstehap olduğuna delildir.

 

"bu adamın ağrısı nedir dedi, öbürü: Buna sihir yapılmıştır dedi." Hadiste geçen "matbu: kendisine sihir yapılmış kimse" demektir. Bir kişiye sihir yapıldığı zaman "tubbe erraculu" denilir. Böylelikle Araplar zehirli bir hayvan tarafından sokulmuş kimseden kinayeli olarak "selim: ağalıklı, selamete ermiş" dedikleri gibi sihiri de tıp ile kinayeli olarak ifade etmişlerdir. İbnu'lEnban dedi ki: Tıp kelimesi zıd anlamlı kelimelerdendir. Hastalığın ilacına tıp denildiği gibi sihire de tıp denilir. Sihir de hastalıkların en büyüklerindendir. Tabip bir adam da maharetli kimse demektir. Ona tabip denilmesi ise mahareti ve kavrayışı dolayısıyladır.

 

"Bir tarak taranırken dökülen saçlar ve erkek bir hurma tomurcuğunda" buradaki "umul muşate" taranmak esnasında baştan ve yahut sakaldan dökülen saçlardır. (Tarak anlamındaki) muşt ise çeşitli şekillerde söylenir: Muşut, muşt, mişt ve mimşat söyleyişleri vardır. Yine sonuna hemze getirmek sureti ile "mişta'" denildiği gibi hemzesiz olarak da mişta da söylenebilir, sonu medli olarak mişta da denilir. Ayrıca miked, mircel ve kaf harfi fethalı olarak kaylen de ona verilen isimlerdir. Bütün bunları Ebu Ömer ez-Zahid nakletmiştir.

 

"Cub: kapçık" diyarımızdaki nüshaların çoğunluğunda bu şekilde cim ve be harfi iledir. Bazılarında ise cim ve fe ile "cuf" şeklindedir. Her ikisi de aynı anlamda olup bu da hurma tomurcuğunun kapçığı demektir. Bu ise onun üzerinde bulunan kap ya da (yaprağımsı) örtüye denilir. Erkek ve dişi hakkında kullanıldığından ötürü hadiste ayrıca "erkek tomurcuk" ile kayıtlı olarak zikretmiştir. Bu da "tomurcuk" anlamındaki lafzın "erkek" anlamındaki lafza izafet yapılması ile zikredilir. Allah en iyi bilendir.

 

Buhari'de İbn Uyeyne'nin rivayetinde muşate: taranırken dökülen saç lafzı yerine "muşake" lafzı zikredilmiştir ki bu da aynı anlamdadır. Bunun keten artığı ve döküntüler anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

"Zu Ervan Kuyusunda" Müslim'in bütün nüshalarında bu şekide "Zu Ervan" diye kaydedilmiş olduğu gibi bazı Buhari rivayetlerinde de bu şekildedir ama çoğunluklarında ise zervan diye geçmektedir. İkisi de doğrudur. Birincisi daha güzel ve daha sahihtir. Hatta İbn Kuteybe doğrusunun o olduğunu söylemiştir. Asmai'nin görüşü de budur. Burası Medine'de Zureykoğulları bahçeSinde bir kuyunun adıdır.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Allah'a yemin ederim ki 'onun suyu adeta ıslatılmış kına gibi idi." Nun harfi ötreli olarak "nukae" kınanın içinde ıslatıldığı suya denilir. Kına (hinna) sonu medlidir.

 

Aişe (radıyallahu anha}'nın: "Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Onu neden yakmadın dedim." İkinci rivayette ise: "Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Onu çıkart dedim." Şeklindedir. Her ikisi de sahihtir. Ondan onu oradan çıkardıktan sonra yakmasını istedi. Kastedilen ise sihirin yapıldığı şeylerin dışarı çıkartılmasıdır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise bunları gömmüş ve şanı yüce Allah'ın artık kendisine afiyet vermiş olduğunu ve o sihiri çıkartıp yakmasının Müslümanlar aleyhine bir zarara ve bir şerre sebep olup, bunun yaygınlık kazanmasından hakkında konuşulup durulmasından yahut da bu işi yapana eziyet verilmesinden korkulur. Bu hal ise sihir yapanı yahut onun aile halkından onu sevenlerden birilerini ya da münafıklar arasından ve başkalarından ona taassubla taraftarlık gösteren kimseleri başka insanlara sihir yapmaya, onlara eziyet vermeye, bu yolla Müslümanlara kötülük yapmak için ortaya çıkmaya itebilir. İşte burada yapılan bu uygulama daha büyük bir kötülük çıkar korkusu ile maslahat olan bir işi terketmek türünden bir uygulamadır. Bu ise İslam'ın temel kurallarının en önemlilerindendir. Mesele daha önce defalarca geçmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

18/3- ZEHİR BABI