SAHİH-İ MÜSLİM |
TIB |
16/1- TIP, HASTALIK VE
RUKYELER (HASTALARI OKUMA İLE TEDAVİ) BABI
5663-39/1- Bize Muhammed
b. Ebu Ömer el-Mekkl tahdis etti, bize Abdulaziz ed-Deraverdı, Yezid’den -ki o
b. Abdullah b. Usame b. el-Had'dır- tahdis etti, o Muhammed b. İbrahim'den, o
Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi
Aişe'den şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hastalandığı taktirde Cebrail Ona okur ve şöyle derdi: Bismillahi yubrik ve
minkulli dain yeşfik ve min şerri hasidin iza hased ve şerri külli zi ayn:
Allah, adı ile seni iyileştirsin, her hastalıktan sana şifa versin, hased
ettiği zaman hasetçinin şerrinden ve gözü değen herkesin şerrinden (sana şifa
versin).
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
5664-40/2- Bize Bişr b.
Hilal es-Savvaf tahdis etti, bize Abdulvaris tahdis etti, bize Abdulaziz b.
Süveyh, Ebu Nadra'dan tahdis etti, o Ebu Said'den rivayet ettiğine göre Cebrail
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek ey Muhammed hastalandın mı dedi.
O: "Evet" buyurdu. Cebrail: Sana eziyet veren her şeyden Allah'ın adı
ile sana okuyorum, her bir nefsin yahut her bir hasetçinin gözünün şerrinden,
Allah sana şifa versin. Allah'ın adı ile sana okuyorum.
Diğer tahric: Tirmizi,
972; İbn Mace, 3523
5665-41/3- Bize Muhammed
b. Rafi' tahdis etti, bize Abdurrezzak tahdis etti, bize Ma'mer, Hemmam b.
Münebbih'den şöyle dediğini tahdis etti: Bu, Ebu Hureyre'nin bize Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den tahdis ettikleridir. Sonra aralarında şu
hadisin de olduğu bazı hadisler zikretti: Yine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Göz (n azar değmesi) haktır" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
5740, 5944; Ebu Davud, 3879;
5666-42/4- Bize Abdullah
b. Abdurrahman ed-Darimi, Haccac b. eşŞair ve Ahmed b. Hiraş da tahdis etti,
Abdullah bize Müslim b. İbrahim haber verdi derken diğer ikisi tahdis etti
dedi. (Müslim b. İbrahim) dedi ki: Bize Vuheyb, İbn Tavus'dan tahdis etti, o
babasından, o İbn Abbas'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den:
"Göz (nazar değmesi) haktır. Eğer herhangi bir şey kaderin önüne geçecek
olsaydı göz onu geçecekti. (Nazarınızın değdiği kimse için) gusletmeniz
istenecek olursa siz de gusledin" buyurduğunu rivayet etti.
Diğer tahric: Tirmizi,
2062
AÇIKLAMA: Bu babta
"Cebrail Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e okudu" dedikten sonra
okuma (rukye) ile ilgili diğer hadisleri zikretti. Bir başka hadiste ise
hesapsiZ cennete girecek kimseler hakkında "okumazlar, kendilerine
okunmasını istemezler, rablerine tevekkül ederler" buyurulmuştur. Bundan
dolayı bu hadisin buradaki hadislere muhalif olduğu zannedilebilir. Aksine
hadisler arasında bir ihtilaf yoktur. Aksine burada övgü kafirlerin
söyledikleri sözlerden olan okumaların sözkonusu edildiği rukyelerin ve
bilinmeyen rukyeler ile Arapça
. olmayan ve anlamları
bilinmeyen rukyelerin (okumaların) terk edilmesi hakkındadır. Bu gibi rukyeler
anlamlarının küfür olma ya da ona yakın yahut mekruh olma ihtimali dolayısı ile
yerilmiştir. Kur'an ayetleri ile ve bilinen zikirlerle okuma hakkında ise nehy
sözkonusu değildir. Aksine bu sünnettir.
Kimi ilim adamı bu iki
farklı hadisi cem ve telif etmek hususunda şu açıklamada bulunmuştur: Okumanın
terki hakkındaki övgü daha faziletli olan içindir ve tevekkülü açıklamak ile
alakalıdır. Okumanın yapıldığı ve izin verildiği hadisler ise caiz olduğunu
beyan etmek içindir. Bununla birlikte okumayı terk etmek daha faziletlidir. İbn
Abdilberr bu görüştedir. Ayrıca bunu bir takım kimselerden de nakletmiş olmakla
birlikte tercih olunan birincisidir. Hatta ayetlerle ve yüce Allah'ın zikri ile
okumanın caiz olduğu üzerinde icmaı dahi nakleden ilim adamları vardır.
El-Mazeri dedi ki:
Allah'ın kitabı yahut onun anılması ile ilgili olması halinde bütün okumalar
caizdir. Eğer Arapça dışında bir dil ile yahut da anlamı bilinmeyen sözlerle
yapılırsa yasaklanmıştır. Çünkü muhtevasında küfür olma ihtimali vardır. Kitap
ehlinin rukyesi (okuması) hususunda ilim adamları ihtilaf etmişlerdir. Ebu
Bekir es-Sıddik, bu okumayı caiz görmekle birlikte okuduklarının tahrife
uğratıp değiştirdikleri buyruklardan olma korkusundan ötürü Malik mekruh
görmüştür. Bu okumayı caiz kabul edenler de şöyle derler: Daha güçlü görülen
onların okumaları değiştirmedikleridir. Çünkü onların bu okumadan maksatları
değiştirip tahrif ettiklerinden gözettikleri maksatlarından farklıdır. Nitekim
Müslim bundan sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana
okumalarınızı arz edin (gösterin), kendisinde (olumsuz) bir şey bulunmadığı
sürece okumalarda bir sakınca yoktur" buyurmuştur.
Bir başka rivayette
geçen: "Ey Allah'ın Rasulü! Sen rukyeleri (okumaları) yasaklamıştın"
denilmesine gelince, ilim adamları da bu hususta birkaç türlü cevap
vermişlerdir:
1. Önce yasaklamıştı
sonra bunu nesh etti ve okumaya okuma işini yapmaya izin verdi ve böylelikle
şeriatte bu izin karar kıldı.
2. Yasaklama az önce
geçtiği gibi bilinmeyen okumalar hakkındadır.
3. Yasaklama cahiliye
dönemi insanlarının pek çok husus hakkında iddia ettiği gibi tabiatı gereği
faydalı ve etkili olacağına inanan bir takım kimseler için sözkonusu olmuştu.
Başka hadiste:
"Gözden yahut zehirli bir hayvanın sokmasından başka bir şeyden dolayı
okuma yoktur" buyruğu hakkında da ilim adamları şu açıklamayı
yapmışlardır: Bu sözleri ile caiz olan okumayı, bunlardan ibaret olarak
göstermek ve bunların dışındakiler hakkında yasaklamak değildir. Maksat her
ikisinin zararı dolayısı ile nazar değmesi ile zehirli hayvan sokması kadar
okumayı hak eden ve ondan daha uygunu olmadığını anlatmaktır.
Kadı Iyaz dedi ki: Müslim'den
başka bir yerdeki bir hadiste belirtildiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e (cin çarpmasına karşı okuma demek olan) müşra hakkında soru soruldu
da bunu şeytana izafe etmiştir. Müşra ise te'zim ehli (denilen) okuma ve
benzeri manevi tedavilerle uğraşan kimseler yanında bilinen meşhur bir şeydir.
Ona bu ismin veriliş sebebi ise kişiden (bu gibi etkiyi) dağıtmasından yani onu
bundan kurtarmasından dolayıdır. Hasan ise o sihirin bir bölümüdür demiştir.
Kadı Iyaz dedi ki: Bu
müşranın yüce Allah'ın kitabı ve onu anmayı ihtiva eden lafızların dışında ve
mübah türden olduğu bilinen tedavi dışında olan şeyler hakkında yorumlanır.
Mütekaddiminden bazıları bunu tercih ederek karısına yaklaşamayan kimsenin bu
halinin çözülmesini hoş görmemiştir. Buhari ise Sahihi'nde Said b.
el-Müseyyeb’DEN şunu nakletmektedir: Ona kendisinde bir tür delilik bulunan
yahut da hanımına yaklaşamayan bir kimse hakkında ona okunur yahut muşra
yapılır mı diye sorulmuş o bunda bir sakınca yoktur. Onlar bunu yapmakla ancak düzeltmek
isterler demiş ve faydalı olan bir şeyin yapılmasını yasaklamamıştır. Müşrayı
caiz kabul edenlerden birisi de Taberidir. Sahih olan da budur. Pek çok kimse
yahut çoğunluk sağlıklı olan kimse için dahi karşı karşıya kalması muhtemel
hoşlanılmayan haller ve haşerata karşı rukye yapılmasını (okunmasını) istemek
caizdir. Bunun delili pek çok hadis-i şerifdir. Bunlardan birisi de Aişe
(radıyallahu anha)'nın Sahih-i Buhari'deki şu hadisidir: "Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yatağına yatmak üzere çekildiği zaman avucuna tükürür gibi
yapar ve: Kulhuvallahu ahad ile felak ve nas surelerini okur, sonra bunları
yüzüne ve ellerinin vücudunun ulaştığı yerlerine sürerdi. Allah en iyi
bilendir.
(5664) "Allah'ın
adı ile sana okuyorum ... " Hadis, yüce Allah'ın adı ile okunabileceğini
açıkça ifade ettiği gibi okumanın ve duanın pekiştirilip tekrarlanması da
anlaşılmaktadır.
Hadisteki: "Her bir
nefsin şerrinden" ifadesi ile ilgili olarak nefisten ademoğlunun nefsinin
kastedilmesi ihtimali vardır denildiği gibi bununla gözün (nazarın) kastedilme
ihtimali vardır da denilmiştir. Çünkü nefs aynı zamanda göz hakkında da
kullanılır. Nitekim bir kimsenin gözü insanlara değiyar (nazar ediyor ise)
raculun nefis denilir. Nitekim diğer rivayette de (5663) "nazarı değen
herkesin şerrinden" buyurulmuştur. Bu durumda "yahut kıskananın
nazarından (gözünden)" buyruğu da farklı bir lafızIa te'kid kabilinden
olabilir. Yahut da ravi hangi lafzın söylendiği hususunda şüphe etmiş olabilir.
Allah en iyi bilendir.
(5666) "Nazar
haktır. Eğer kaderi geçecek bir şeyolsaydı... guslediniz."
İmam Ebu Abdullah
el-Mazeri dedi ki: İlim adamlarının büyük çoğunluğu bu hadisin Zahir anlamını
esas almışlar ve göz (nazar değmesi) haktır demişlerdir. Bid'atçilerden çeşitli
gruplar da bunu kabul etmemişlerdir. Onların bu kanaatlerinin yanlışlığının
delili de şudur: Özü itibari ile aykırı olmayan ve hakikati tersyüz etme
sonucuna yahut bir delili tutarsız hale getirme sonucuna getirmeyen her bir
husus aklın caiz kabul ettiği (mümkün gördüğü) hususlardan olup, şeriat de onun
meydana geleceğini haber vermişse ona inanmak icabeder ve onu yalan saymak caiz
olmaz. Hem onların böyle bir şeyi yalanlamaları ile ahirette meydana geleceği
bildirilen hususları yalanlamaları arasında nasıl bir fark vardır ki? Gözün
sabit olduğunu kabul eden bazı tabiat bilginlerinin iddialarına göre nazarı
değen kimsenin gözünden göz ile muttasıl zehirli bir güç harakete geçer ve o
nazarın değdiği kişi helak olur yahut fasit olur. Onlar derler ki: Yılandan ve
akrepten zehirli bir gücün çıkması ve sokulan kimseye bu zehirin ulaşması
neticesinde ölmesi nasıl imkansız değil ise bu da imkansız değildir. Bu
zehirleme olayı nasıl hissedilmiyor ise göz değmesi de böyledir.
El-Mazeri dedi ki: Ama
bu kabul edilemez. Çünkü bizler kelam ilmi kitaplarında yüce Allah'tan başka
bir fail olmadığını beyan etmiş olduğumuz gibi tabiatların etkisini kabul
edenlerin sözlerinin tutarsız olduğunu da ve hadis olanın kendisinden başka bir
varlıkta herhangi bir etki doğurmadığını da açıklamış bulunuyoruz. Bu husus
böylece anlaşıldığına göre onların söyledikleri de batıl olur. Diğer taraftan
biz diyoruz ki gözden çıkan bu husus ya bir öz (cevher)dir yahut bir arazdır.
Bunun araz olması batıldır. Çünkü araz intikali kabil değildir. Cevher olması
da batıldır. Çünkü cevherler mütecanisdir. Onların bir kısmının bir kısmını
ifdas edici olması aksinin de tercih edilmesinden daha uygun olamaz. O halde bu
söyledikleri batıldır. Doğruya en yakın açıklamayı ise aralarından İslam'ı
kabul eden kimseler yapmışlardır. Onlar der ki: Görülemeyen latif bir takım
özlerin gözden yola çıkarak nazar değen kimseye değmesi ve onun vücudundaki
deri gözeneklerinden içeri girip şanı Yüce Allah'ın o esnada helak olmayı
yaratması sureti ile olur. Nitekim Allah zehirin içilmesi halinde de ölümü halk
eder. Bu yüce Allah'ın uygulayageldiği bir adettir. Ama bu aklın zorunlu olarak
kabul ettiği bir zorunluluk ve bir tabiatın neticesi değildir. Ehl-i sünnetin
kanaatine göre ise göz nazarı değen kimsenin bakması esnasında yüce Allah'ın
fiili ile bir şeyleri bozar ve helak eder. Şanı Yüce Allah da bu kişinin bir
başka kişi ile karşılaşması esnasında böyle bir zararı yaratmak adetini de
cereyan ettirir. Acaba ortada görünemeyen cevherler (özler) var mıdır, yok
mudur? Bu aklın mümkün kabul ettiği hususlardan birisidir. Bu ikisinden
birisini kesinlikle söyleyemez. Ancak gözün bizzat fail olmadığını ve fiilin
yüce Allah'a ait olduğunu kesin olarak söyleyebilir. İslam tabiblerinden
özlerin harekete geçtiğini kesin olarak söyleyen bu kesin ifadesinde yanılmış
olur. Bu ancak mümkün olan hususlardandır. Bu da usül ilmi ile alakalı olan bir
açıklamadır.
Fıkıh ilmi ile alakalı
olan açıklamalara gelince, şeriat böyle bir durum ile karşı karşıya kalınması
halinde Sehl b. Huneyf hadisinde abdest alma emrini getirmiştir. O yıkamrken
ona nazar isabet edince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona nazar eden
kimseye abdest almasını emir buyurmuştur. Bu hadisi Malik Muvatta'da rivayet
etmiş bulunmaktadır. İlim adamlarına göre nazarı değe n kimsenin abdest alma
şekli şöyledir: Ona bir çanakta su getirilir. Bu çanak yere konulmaz. Ondan bir
avuç alarak onunla ağzını çalkaladıktan sonra onu tekrar o çanağa boşaltır.
Sonra o çanaktan bir miktar su alıp yüzünü yıkar, sonra sol eli ile su alıp
onunla sağ elini yıkar. Sonra sağ eli ile su alıp onunla sol dirseğini yıkar.
Fakat dirsekler ile topuklar arasını yıkamaz. Daha sonra sağ ayağını yıkar,
sonra da sol ayağını az önce açıklanan şekilde yıkar. Bütün bunların suyu ise
çömlek içinde kalır. Sonra peştemalının (izarının) iç tarafını yıkar. Bu ise
izarını bağladığı göbeğinin sağ tarafından sarkan ucudur. Bazıları izarının içi
lafzının fecrden kinaye olduğunu zannederse de ilim adamlarının çoğunluğu
açıkladığımız kanaattedir. Bu şekilde abdestini tamamladıktan sonra bunu arka
tarafından başı üzerine boşaltır. Bunun anlamının gerekçesini bulmak da niçin
böyle olduğunu bilmek de imkansızdır. Aklın gücü bilinen bütün hususların
sırlarını da bilmeye yetmez. O halde böyle bir şeyanlamı akıl ile kavranılamaz
diye reddedilemez. İlim adamları nazar eden kimsenin nazarının değdiği kimse
için abdest almaya mecbur edilip edilmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Bunu vacip kabul edenler Müslim'in buradaki rivayetinde geçen "sizden
yıkanmanız istenirse yıkanın" buyruğunu delil gösterdikleri gibi daha önce
zikrettiğimiz Muvatta'da geçen Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
nazar edene abdest almasını emrettiği Muvatta rivayetini delil göstermişlerdir.
Emir de vücub içindir.
El-Mazeri dedi ki: Bana
göre sahih olan kanaat vücub ifade ettiğidir. Nazar değen kimsenin helak
olacağından korkulursa bu hususta görüş ayrılığı daha da uzak bir ihtimal olur.
Nazarı değen kimsenin abdest alması neticesinde iyileşmek de görülegelen
adetlerden idi yahut da şeriat bunu genel olarak haber vermiştir. Eğer helak
olmak ancak nazarı değenin abdest alması ile ortadan kalkıyorsa o taktirde bu
ölüme yaklaşmış bir nefsi canlandırması kesin olarak kendisine özellikle
görevolan kimsenin yapması gereken iş kabilinden olur. Bilindiği üzere çaresiz
kalmış (zaruret derecesindeki) aç kimseye karşılıksız yemek vermeye kişi mecbur
edildiğine göre bu öncelikle sözkonusudur. İşte bu açıklamalarla bu husustaki
görüş ayrılığı da ortadan kalkmaktadır. El-Mazeri'nin sözleri burada
bitmektedir.
Kadı Iyaz naklettiğim
üzere el-Mazeri'nin bu sözlerini zikrettikten sonra şunları söylemektedir:
Cumhurun görüşüne göre ve Zühri'nin açıklayıp ilim adamlarının anlattıklarına
yetiştiğini haber verip, ilim adamlarımızın da güzel bulduğu ve bu şekilde
amelin görülegeldiği üzere bu yıkanmanın biraz daha açıklanmaya ihtiyacı
kalmıştır: Nazarı değen kimsenin yüzünü yıkaması ise onun o suyu dökmesi ve sağ
eli ile alması ile olur. Geri kalan azaları da bu şekilde olup o bu suyu bir
defada o çömlekteki abdest suyu üzerine döker. Bu abdest alış şekli ise namaz
abdestinde ve diğer abdestlerde azaları yıkamak şeklinde olmaz. Yine izarın iç
tarafını yıkaması da ancak iç tarafını çömleğe sokup batırması sureti ile olur.
Daha sonra çömleği elinde tutan kişi kalkıp bunu nazar değen kimsenin başının
üzerine arka tarafından bütün vücudu üzerinden boşaltır. Sonra da çömleği onun
arkasından yere ters çevirir. Bir görüşe göre de bu suyu üzerine boşaltacağı
vakit gafil bir anını yakalar. Bu da İbn Ebu Zi'b'in rivayetidir. İbn Şihab'dan
Akil'in rivayeti ile de bunun gibi bir ifade gelmiştir. Ancak o rivayette
ağzını çalkalamadan önce yüzünü yıkamakla başlayacağı belirtilmektedir. Yine o
rivayette belirtildiği üzere ayakların yıkanması hususunda ayakların hepsini
yıkamaz. Ayrıca şunları söylemektedir:
Sonra aynısını
parmaklarının dibinden itibaren sağ ayağının ucuna uygular. Sol ayağına da
böyle yapar. Burada izarın içi mi'zer denilen peştemalin bağlandığı yerdir.
İzarın içinden kasıt ise peştemalin vücuda temas eden tarafıdır. Maksadın onun
vücutta değen yeri olduğu da söylenmiştir. Yine maksadın onun ferc bölgesi
olduğu da söylenmiştir. Nitekim izarı iffetli kimse denilirken ferci iffetli
kimse anlaşılır. Bundan maksadın kaba etleri olduğu da söylenmiştir. Çünkü
izarın bağlandığı yer onun üzeridir. Malik'in kaydettiği Sehl b. Huneyf
hadisinde bu yıkamanın şekli hususunda şu ifadeler yer almaktadır:
Nazarı değen kimseye
onun için (nazar ettiğin kimse için) yıkan buyurmuş, o da yüzünü ve ellerini
dirseklerini, diz kapaklarını ve ayaklarının uçlarını bir de izarının iç
tarafını yıkamıştır. Bir diğer rivayette ise yüzünü, ellerinin dış tarafını ve
dirseklerini yıkamış, göğsünü, peştemalinin iç tarafını, diz kapaklarını,
ayaklarının uçlarını ve üst taraflarını kabın içinde yıkamıştır. Zannederim:
Verdiği emir üzerine
ondan birkaç yudum da içmiştir. Allah en iyi bilendir.
Kadı Iyaz dedi ki: Bu
hadiste çeşitli fıkhi incelikler bulunmaktadır. Bir ilim adamının dediğine göre
bir kimsenin nazarının değdiği bilinecek olursa ondan uzak durmak ve ondan
korunmak gerekir. İmamın böyle bir kimsenin insanların yanına girip çıkmasına
mani olması ona evinde oturmasını emretmesi gerekir. Eğer fakir ise ona yetecek
kadar bir maaş verir ve insanlara zarar vermesini önler. Çünkü böyle bir
kimsenin vereceği zarar Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Müslümanlara
eziyet vermemesi için mescide girmesini yasakladığı soğan ve sarımsak yiyenin
zararından daha ağır olduğu gibi Ömer (radıyallahu anh)'ın ve ondan sonraki
ilim adamlarının insanlara karışmasını yasakladığı cüzzamlı kimsenin zararından
daha fazladır. Aynı şekilde herhangi bir kimsenin zarar görmeyeceği bir şekilde
uzaklaştırmaları emrolunan zarar verici davarların zararından da daha fazladır.
Bu sözü söyleyen kişinin bu sözü doğrudur ve mutlaka yerine getirilmesi
gerekir. Ondan başkalarından da buna aykırı bir açıklamada bulundukları
bilinmemektedir. Allah en iyi bilendir. Kadı Iyaz dedi ki: Bu hadiste ayrıca
müşra denilen cin çarptığı düşünülen kimseye okumanın caiz olduğuna delil
vardır. Bu husustaki görüş ayrılığı daha önce açıklandı. Allah en iyi bilendir.
"Bize Abdullah b.
Abdurrahman ed-Darimı, Haccac b. eş-Şair ve Ahmed b. Hiraş tahdis etti"
Bütün nüshalarda bu şekilde kesreli hı ra harfi ve şin ile "ahmed b.
Hiraş" şeklindedir. Doğrusu da budur. Hiçbir nüshada bundan farklı bir şey
görülmemektedir. Kendisi Ahmed b. el-Hasen b. Hiraş Ebu Cafer el-Bağdadi olup
dedesine nisbet edilmiştir.
Kadı Iyaz dedi ki: Bu
şekilde asıl nüshalarda noktalı hı iledir. Ama bunun bir yanılma olduğu doğrusu
fethalı cim, şeddeli vav ve sin ile Ahmed b. Cevvas olduğu da söylenmiştir.
Kadı'nın sözleri bunlar olmakla birlikte bu fahiş bir yanlışlıktır. Çünkü
Müslim'de zikredilen ismin belirttiğimiz gibi noktalı hı, re ve şin ile
yazıldığında hiçbir ihtilaf yoktur. Nitekim burada Müslim'in Sahih'inde adı
geçen Müslim b. İbrahim'den rivayeti nakleden de odur.
Cim harfi ile "İbn
Cevvas" ise Ebu Asım el-Hanefi el-Kufi'dir. Ondan da yine Müslim, bundan
başka bir yerde nakletmiştir. Fakat bu Müslim b. İbrahim'de rivayette bulunmaz.
Kesinlikle de burada kastedilen kişi o değildir. Bu hususta yanlışlık yapan
kimsenin bu yanlışlığının sebebi ise Ahmed b. Hiraş'ın az önce belirttiğimiz
gibi dedesine nisbet edilerek zikredilmiş olmasıdır
Rasulullah {Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Eğer kaderi bir şey geçecek olsaydı göz onu
geçerdi" buyruğunda kaderin sabit olduğu da anlaşılmaktadır. Bu ise
naslarla ve ehl-i sünnet'in icma ile haktır. Mesele daha önce İman Kitabı'nın
baş taraflarında geçti. Kader ise her şeyin yüce Allah'ın kaderi ile olması
demektir. Her şeyancak yüce Allah'ın kaderine ve onun eşya hakkındaki ezeli
ilmine göre meydana gelir. Nazarın zararı da onun dışında hayır ve şer her bir
şey de ancak yüce Allah'ın kaderi ile meydana gelir.
Yine hadisten gözün
(nazarın) değmesinin doğru olduğu ve nazarın zararının da güçlü olduğu
anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: