SAHİH-İ MÜSLİM |
İÇECEKLER |
32/15- MİSAFİRE İKRAM VE
ONU KENDİSİNE TERCİH ETMENİN FAZİLETİ BABI
5327-172/1- Bana Zuheyr
b. Harb tahdis etti, bize Cerir b. Abdulhamid, Fudayl b. Gazvan'dan tahdis
etti, o Ebu Hazim el-Eşcai'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etti:
Bir adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Ben darlık ve
sıkıntı içindeyim dedi. Bunun üzerine O da zevcelerinden birisine haber
gönderdi. O: Seni hak ile gönderene yemin olsun ki yanımda sudan başka bir şey
yok dedi. Sonra bir başkasına haber gönderdi. O da aynı şeyi söyledi. Nihayet
hepsi de aynısını: Hayır, seni hak ile gönderene yemin olsun ki yanımda sudan
başka bir şey yok dedi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bu
Ben ey Allah'ın Rasulü!
deyip onu alıp evine götürdü. Hanımına: Yanında bir şey var mı dedi. Hanımı:
Çocuklarıma yedireceğim kadanndan fazlası yok dedi. Kocası: Sen onları bir
şeyle oyala. Misafırimiz içeri girdi mi kandili söndür ve ona bizim yemek
yediğimiz izlenimini ver. O yemek için elini uzatınca sen de kalk ve kandili
söndür. (Ebu Hureyre) dedi ki: Oturdular, misafir de yemek yedi. Ertesi gün
Diğer tahric: Buhari,
3798, 4889; Tirmizi, 3304 -muhtasar-
5328-173/2- Bize Ebu
Kureyb Muhammed b. el-Ala tahdis etti. Bize Veki', Fudayl b. Gazvan'dan tahdis
etti. O, Ebu Hazim'den, onun Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre Ensar’DAN bir
adamın yanında bir misafir bir
"Onlar kendileri
muhtaç olsalar dahi başkalarını kendilerine tercih ederler" (Haşr, 9)
ayeti nazil oldu.
5329- .. ./3- Bunu bize
Ebu Kureyb de tahdis etti. .. Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki: Bir adam kendisini
misafir etmesi için Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geldi. Yanında
misafir olarak ona ikram edecek bir şeyleri yoktu. Bunun için: "Bunu
misafir edecek bir adam yok mu, Allah'ın rahmeti ona olsun" buyurdu. Ebu
Talha denilen ensardan bir adam kalktı ve o adamı alıp evine götürdü. Sonra da
hadisi Cerir'in hadisine yakın olarak rivayet etti ve hadisi rivayetinde de
Veki'in zikrettiği gibi ayetin nüzulünü de zikretti.
AÇIKLAMA: (5327)
"Darlık ve sıkıntı içindeyim." Yani bana darlık ve sıkıntı isabet
etti.
Bu da meşakkat, ihtiyaç,
kötü geçim ve açlık anlamına gelir.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in yanına darlık ve sıkıntının isabet ettiği bu kişi gelince teker
teker hanımlarına haber gönderdi. Onların her birisi de:
"Seni hak ile
gönderene yemin olsun ki yanımda sudan başka bir şey yok. .. O adam da onu alıp
evine götürdü diyerek adamın hanımı ile birlikte misafirlerini nasıl
ağırladığını zikretti.
Bu hadis-i şeriften pek
çok hüküm anlaşılmaktadır. Bunların bir kısmı şunlardır:
1. Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve Onun aile fertleri dünyada oldukça zahid, açlığa ve dünya
geçiminin darlığına oldukça sabırlı ve mütehammil idiler.
2. Kavmin büyüğü olan
zatın misafiri gözetlemeye bizzat kendisinden ve kendisi ile birlikte
olanlardan başlayarak onu önce -imkanı varsa, mümkün olduğu kadarı ile kendi
malından gözetleyip kollamalı sonra da arkadaşlarından iyilik ve takva üzere
yardımlaşma yoluna göre onun için bir şeyler istemelidir.
3. Darlık ve sıkıntı
hallerinde dayanışma içinde olmalı ve sıkıntı çekenler gözetilmelidir.
4. Misafire ikram edip,
onu kendisine tercih etmek faziletlidir.
5. Bu hadiste Ensar'dan
olan bu zatın ve hanımının bir menkıbesi yer almaktadır.
6. Eğer misafir ev
halkına acıyarak yemek yemeyecek olursa, misafire ikramda bulunmak için uygun
bir çareye başvurulur. Çünkü hanımına: Kandili söndür ve ona yemek yediğimiz
izlenimini ver demişti. Zira misafir yemeğin az olduğunu ve onların da kendisi
ile birlikte yemek yemediklerini görmüş olsaydı yemek yemekten imtina
edebilirdi.
"Onu alıp evine
gitti." Buradaki rahl: kaldığı evi meskeni demektir. Çünkü kişinin rahli
taş kerpiç, kıl ya da tüyden kaldığı her bir yere (eve) denilir.
"Hanımına: yanında
bir şey var mı dedi... Onları bir şeyle oyala." Bu da küçük çocukların
yemek yeme ihtiyaçlarının olmadığı ve ancak onlara zarar verecek bir açlık
olmaksızın çocukların alışageldikleri adeti üzere canlarının sadece yemeği
çekmekten ibaret şeklinde anlaşılır. Çünkü onlar yemek yemeyecek olurlarsa
kendilerine zarar verecek kadar ihtiyaç içinde bulunsalardı onlara yemek
yedirmek vacip olurdu. Onlara yemek yedirmek de başkasını misafir etmeye
öncelenirdi.
Şanı Yüce Allah ve onun
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu adamı ve kadını övmüş oldu. Bu da her
ikisinin de bir farzı terketmediklerine ama iyilik yapıp güzel bir davranış
sergilediklerine delildir. Çünkü kendisi ve hanımı kendi rızaları ile ihtiyaç
içinde olup darlık içinde bulunmalarına rağmen misafirlerini kendilerine tercih
ettiler. Bu sebeple yüce Allah onları övdü ve her ikisi hakkında:
"Kendileri darlık ve ihtiyaç içinde olsalar dahi başkalarını kendilerine
tercih ederler" (Haşr, 9) buyruğunu indirdi. İşte buradan da başkasını
tercih etmenin fazileti ve teşvik edildiği anlaşılmaktadır. İlim adamları yemek
ve benzeri dünyevi işler ile nefsin payları hususunda başkalarını kendisine
tercih etmenin faziletini icma ile kabul etmişlerdir. Allah'a yakınlaştıncı
amellere gelince, efdal olan bu hususta başkalarını kendisine tercih etmektir.
Çünkü bu gibi amellerde hak şanı yüce Allah'a aittir. Allah en iyi bilendir.
''Allah misafirinize bu
5330-174/4- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti, bize Şebabe b. Sevvar tahdis etti, bize Süleyman
b. el-Muğire, Sabit’DEN tahdis etti, o Abdurrahman b. Ebu Leyla'dan, o
el-Mikdad’DAN şöyle dediğini rivayet etti: İki arkadaşım ile birlikte aşın
sıkınbdan (açlıktan) kulaklanmızın duymadığı, gözlerimizin görmediği bir halde
geldik. Kendimizi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabına arz
etmeye koyulduk fakat onlardan kimse bizi (misafir etmeyi) kabul etmedi. Bunun
üzerine biz de Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gittik. O da bizi
alıp zevcelerinin yanına gitti. Orada üç dişi keçi gördük. Bunun üzerine Neb,
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "bunların sütünü sağıp aranızda
paylaştınn" buyurdu. Bunun üzerine biz de sütü sağıyorduk. Herbirimiz de
kendi payını içiyor, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e de payını ayınyorduk.
O da geceleyin gelip uyuyan bir kimseyi uyandırmayacak, uyanık olana da
işittirecek şekilde bir selam veriyordu. Sonra mescide gidip namaz kılıyor,
sonra gelip sütünü içiyordu. Bir gece payımı içmiş olduğum halde şeytan bana
gelerek: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ensar'a gidiyor, onlar Ona
ikramda bulunuyor, O da onlardan bir şeyler elde ediyor, dolayısıyla Onun bu
yudum süte ihtiyacı bulunmuyor de (diyerek vesvese ver)di. Bunun üzerine ben de
gidip Onun payını alıp içtim. Onun payı karnıma girer girmez ve arbk onu
çıkarmanın bir yolu olmadığını da anlayınca bu sefer şeytan bana pişmanlık
verdi ve: yazıklar olsun sana sen ne yaptın. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in payını mı içtin. O şimdi gelecek, onu bulamayacak, sana beddua
edecek, sen helak olacaksın. Sonra da dünyanı da ahiretini de kaybetmiş
olacaksın dedi. Üzerimde de bir örtüm vardı. Ayaklanmın üstüne onu koyarsam
başım dışanda kalır, onu başımın üstüne koyarsam ayaklanm dışanda kalırdı.
Uykum da kaçb. Diğer iki arkadaşım ise uyudular ama onlar benim yaptığımı
yapmaddar. Derken Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi, daha önce selam
verdiği şekilde selam verdi. Sonra mescide gidip namaz kıldı. Sonra içeceği sütünün
yanına geldi. Üzerini açtı ama kapta bir şey bulamayınca başını semaya
kaldırdı. Ben: Şimdi bana beddua edecek ve ben helak olacağım dedim. Ama O:
''Allah'ım, bana yedireni sen de yedir. Bana içecek bir şeyler verene sen de
içir" buyurdu.
Mikdad dedi ki: Ben de
örtümü alıp onu üzerime bağladım, bıçağı alıp keçilerin yanına gittim. Hangisi
daha semiz ise onu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e kesecektim. Bir
de ne göreyim, kesmek istediğimin memeleri sütle dolu. Hatta hepsinin memeleri
sütle dolu idi. Bunun üzerine Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in aile
halkına ait -içine süt sağmak istemedikleri- bir kap buldum. İçine süt sağdım.
Hatta sütün üzerine kopük yükseldi. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in yanına geldim. O: "Bu
Diğer tahric: Tirmizi,
2719 -muhtasar-;
5331- .. ./5- Bize İshak
b. İbrahim de tahdis etti, bize en-Nadr b. Şumeyl haber verdi, bize Süleyman b.
el-Muğıre bu isnad ile tahdis etti.
AÇIKLAMA: "İki
arkadaşım ile birlikte aşın açlıktan kulaklanmız gözlerimiz göremez vaziyette
gittik. .. " Buradaki "cehd" açlık ve meşakkat demektir. Babın
baş tarafında geçmişti.
"Kimse bizi kabul
etmedi." Bu da kendilerini misafir etmelerini istedikleri kimselerin
yanlarında başkalarını gözetecek bir şeyleri bulunmayan elleri dar kimseler
olduklan şeklinde anlaşılmalıdır.
"Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) geceleyin gelir ... selam verirdi." Bu ifadeler uyuyan
ya da onların durumunda olan kimselerin bulunduğu bir yerde onları
uyandırmayacak şekilde selam vermek ve verilecek bu selamın yüksek ile alçak
sesle verilmeyip ortalama bir şekilde uyuyanlara işittirecek ve başkalarını da
rahatsız etmeyecek bir şekilde selam vermesi gerektiğini göstermektedir.
"Onun şu bir yuduma
ihtiyacı yok." Cur'a (yudum) cim harfi ötreli ve fethalı (cer'a) diye de
söylenir. Bu iki söyleyişi İbnu's-Sikkit ve başkaları da nakletmiştir. İçilecek
bir şeyden alınacak bir yuduma denilir. Bunun fiili cim harfi fethalı re harfi
kesreli olarak "ceria"dır.
"Karnıma
girince" karnıma girip içinde yerleşince
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) dua edip: Allah'ım, bana yedirene sen de yedir. Bana içirene sen de
içir buyurdu. " Bundan iyilik yapana hizmet edene ve iyilik yapacak
kimseye dua edileceği hükmü anlaşılmaktadır. Ayrıca Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in ne kadar halim, güzel ahlak ve oldukça beğenilen güzel davranış ve
tutumlara, kerim bir nefse sahip olduğuna, ne kadar sabırlı ve haklarını
görmezlikten geldiğine delil vardır. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), sütten kendisine düşen payı hiç sormadı.
Keçiler hakkında
"bir de ne göreyim, hepsinin memeleri sütle dolmuş."
İşte bu nübuvvetin
mucizelerinden ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bereketindendir.
"O kabın içine süt sağdım,
hatta üzerine köpük dahi çıktI." Buradaki rağve sütün üzerine çıkan köpük
demektir. Re harfi fethalı, ötreli (ruhuve) ve kesreli (riğve) olmak üzere üç
meşhur söyleyişi vardır. "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in süte
kandığını ve onun duasını aldığımı anladığım zaman yere düşünceye kadar güldüm.
Bu yaramazfıkfarından biri mi ey Mikdad buyurdu." Bu şu demektir: Önceleri
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in payını içip onu rahatsız edecek bir
davranış yaptığından ötürü kendisine beddua edeceğinden korktuğu için aşırı
derecede üzüntülü idi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in süte kanıp onun
duasının kabul edildiğini öğrenince Mikdad sevindi ve aşırı güldüğünden ötürü
yere düşecek kadar güldü. Buna sebep ise kederinin büsbütün gidip sevince dönüşmesi
idi. Bu da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sütünü içmesi ve kendisine
yedirip içirene yaptığı duasının kabul edilmesi ve bütün bunların da Mikdad'ın
yaptıkları sebebi ile ortaya çıkması, böylelikle bu mucizenin ortaya çıkması ve
kendisi önce çirkin bir iş yapmışken sonradan güzel bir iş yapmasına hayret
etmesi idi. Bundan dolayı Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu
yaramazlıkfarından biri mi ey Mikdad" buyurmuştur. Yani sen kötü bir iş
yaptın ama o nedir deyince ona ne yaptığını haber verdi. . Bunun üzerine Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de kendisine: Bu ancak yüce Allah'tan bir
rahmettir dedi. Yani o sütü olmadık bir zamanda ve adetine aykın bir vakitte
var etmesi onun bir rahmetidir. Bununla birlikte her şey, yüce Allah'ın lütuf
ve rahmeti ile olur.
5332-175/6- Bize
Ubeydullah b. Muaz el-Anberı, Hamid b. Ömer elBekravı ve Muhammed b. Abdulala
birlikte el-Mu'temir b. Süleyman'dan -lafız İbn Muaz'a ait olmak üzere- tahdis
etti. Bize el-Mu'temir tahdis etti, bize babam Ebu Osman'dan tahdis etti. Yine
Abdurrahman b. Ebu Bekir'den de şöyle dediğini tahdis etti: Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte yüz otuz kişi idik. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): ''Aranızda yanında yemek bulunanınız var mı" buyurdu. Bir adamın
yanında bir sa' (ölçek) Zahire ya da ona yakın bir şey vardı. Bu hamur olarak
yoğuruldu. Sonra müşrik, saçı darmadağın, uzun boylu birisi önüne kattığı
birkaç koyun ile geldi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bunlar satılık mı yoksa bir atiyye mi -yahut yoksa bağış mı-"
buyurdu. Adam: Hayır, satılıktır dedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de
ondan bir koyun satın aldı. Koyun pişirildi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in verdiği emir ile koyunun karaciğeri közlendi. (Abdurrahman) dedi ki:
Allah'a yemin ederim ki Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in O koyunun
karaciğerinden bir parça vermediği o yüz otuz kişiden hiç kimse kalmadı. Eğer
orada hazır ise ona verdi eğer değilse ona (payını) sakladı.
(Abdurrahman) dedi ki:
Yemeği iki kaba koydu. Hep birlikte o iki kaptan yedik ve doyduk. İki kapta da
bir miktar arttı. Ben de onu deveye yükledim -ya da onun dediği gibidir-.
Diğer tahric: Buhari,
2216, 2618
AÇIKLAMA: "Müşrik,
saçı başı birbirine karışmış bir adam geldi." Buradaki "müş'an"
mim harfi ötreli, şin sakin olup sonundaki nun harfi şeddelidir. Saçı kabarık
ve dağınık kimse demektir.
"Allah'a yemin
ederim ki RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in O koyunun karaciğerinden
yüz otuz kişiden payayırmadığı hiç kimse kalmadı. .. " Hı harfi ötreli
olmak üzere "huzze: et ve benzeri şeylerden bir parça" demektir.
Bu hadis-i şerifte
RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in apaçık iki mucizesi vardır.
Birincisi bu kadar kişiye yetecek kadar bu karaciğerin çoğaltılması, ikincisi
ise bir ölçek zahire ile koyun etinin hepsini doyuracak kadar ve ondan kimsenin
ona ihtiyacı bulunmadığından ötürü artanı deveye yükleyip götürecek kadar
çoğaltılmasıdır.
Hadisten karşı karşıya
kaldıkları hallerde arkadaşların ikram ve benzeri hususlarda birbirlerini
kollayıp gözetecekleri ve aralarından birisi mevcut değilse payının ayrılıp
saklanacağı hükmü anlaşılmaktadır.
5333-176/7- Bize
Ubeydullah b. Muaz el-Anberi, Hamit b. Ömer elBekravi ve Muhammed b. Abdulala
el-Kaysi -lafız İbn Muaz'a ait olmak üzere- hepsi Mu'temir’DEN tahdis etti.
Bize el-Mu'temir b. Süleyman tahdis edip dedi ki: Babam dedi ki: Bize Ebu
Osman'ın tahdis ettiğine göre Abdurrahman b. Ebu Bekir de kendisine şunu tahdis
etmiştir: Suffa ashabı fakir kimselerdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) de bir seferinde: "Yanında iki kişilik yemek bulunan kimse üç kişi
alıp gitsin. Yanında dört kişiye yetecek yemek bulunan kimse de beşincisini ve
altıncısını alıp gitsin" buyurdu ya da buyurduğu gibi- Ebu Bekir de üç
kişi getirmişti. Allah'ın nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) on kişi, Ebu
Bekir ise üç kişi götürmüştü. (Ravi) dedi ki: Şöyle ki: Ben, babam ve annem
-zevcem deyip demediğini bilmiyorum- bir de bizim evimize ve Ebu Bekir'in evine
birlikte hizmet eden bir hizmetçi de vardı. Ebu Bekr ise Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in yanında
Adi herif dedi ve beddua
etti, ağır sözler söyledi. Sonra da haydi yeyin afiyet olmayasıca dedi. Ayrıca:
Allah'a yemin ederim ki ebediyyen bunu yemeyeceğim dedi.
(Abdurrahman) dedi ki:
Allah'a yemin ediyorum ki biz bir lokma aldık mı mutlaka onun altından ondan
fazlası artıp çoğalıyordu. Nihayet doyduk ve bundan önceki halinden daha da
çoğaldı. Ebu Bekr (radıyallahu anh) ona bakınca onun olduğu gibi hatta daha
fazla olduğunu gördü. Hanımına: Ey FirasoğuIlarının kızı. Bu ne dedi. O hayır
gözümün nuru. Yemin ederim ki o bundan öncekinden üç kat daha fazladır dedi.
(Abdurrahman) dedi ki:
Bunun üzerine Ebu Bekir ondan yedi ve -yeminini kast ederek- ancak o
şeytandandı deyip sonra da ondan bir lokma yedi. Sonra o yemeği alıp RasuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e götürdü. Yemek sabaha kadar yanında kaldı.
(Abdurrahman) dedi ki:
Bizlerle bir topluluk arasında bir akit vardı. Akdin süresi bitince biz de
oniki adamı arif (komutan) yaptık. Oniki adam ayırdık ve onların her birisi ile
birlikte bir grup kişi koyduk. Her bir adam ile birlikte kaç kişinin
bulunduğunu ancak Allah bilir. Şu kadar var ki o, o yemeği onlarla birlikte
(öbürlerine) gönderdi ve hepsi de ondan yediler -yahut dediği gibidir.
Diğer tahric: Buhari,
602, 2581, 6140, 6141; Ebu Davud, 3270, 3271
AÇIKLAMA: "Yanında
iki kişilik yemek bulunan bir kimse üç kişi alıp gitsin. Yanında dört kişilik
yemek bulunan kimse beşincisini ve altıncısını alıp gitsin. " Sahih-i
Müslim'in bütün nüshalarında "üç kişi alıp gitsin" şeklindedir. Ama
Sahih-i Buhari'de bu "üçüncüsünü alıp gitsin" diye kaydedilmiştir.
Kadı lyaz dedi ki: Buhari'nin zikrettiği bu şekil doğru olan şekildir. Çünkü
hadisin geri kalan kısmının anlatımına uygun olan budur.
Derim ki: Müslim'deki
rivayetin de açıklanabilir bir tarafı vardır. O da Buhari'ye uygun bir şekilde
yorumlanması ve sayıyı üçe tamamlayacak kişiyi alsın yahut üçe tamamlasın
anlamına gelir. Nitekim yüce Allah: "Ve onun gıdalarını da dört günde
taktir buyurdu" (Fussilet, 10) buyruğunda da böyledir. Yani dördüncü günün
tamamında bunu yaptı demektir. Cenazeler Kitabı'nda bunun açıklaması geçmiş ve
benzerleri de zikredilmişti.
Bu hadis-i şerifte,
başkasını kendisine tercih etmenin ve başkasını kollayıp gözetmenin faziletine
dikkat çekilmekte ve çok sayıda misafir geldiği taktirde cemaatin onları kendi
aralarında dağıtıp paylaştırmaları, onların her birisinin de kaldırabileceği
kadarı ile misafir götürmesi gerektiği, kavmin büyüğünün ise ashabına böyle
yapmalarını emredip kendisinin de mümkün olan kadarını alıp ağırlaması
gerektiği anlaşılmaktadır.
"Ebu Bekir de üç
kişi getirdi. Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise on kişi
götürdü." Bu ifadeler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in işlerin en
faziletli olanı yaptığına, cömertlik ve eli açıklıkta herkesten önde olduğuna
dair açık bir ifadedir. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in aile
fertleri de o
"Ebu Bekir, Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanında
"Misafirlerin Ebu
Bekr (radıyallahu anh) gelinceye kadar yemek yememeleri"ne gelince, onlar
bunu kendi kanaatlerine göre Ebu Bekr (radıyallahu anh)'a karşı bir edep, ona
bir şefkat ve merhamet olmak üzere yapmışlardı. Çünkü onlar, Ebu Bekir (radıyallahu
anh)'a kendi yemeklerinden ona bir şeyartmaması ihtimalini düşünmüşlerdi. İlim
adamları der ki: Misafir için doğru olan misafir ağırlayanın yemeği erken
takdim etmesi, çoğaltması ve buna benzer diğer hususları yapması karşısında
direnmemeleri gerekir. Ancak onun misafirinden haya ettiği için kendisine zor
gelecek şeyleri zorlanarak yapmaya kalkıştığını bilmesi hali müstesnadır. O
vakit yumuşak bir şekilde onun böyle bir şey yapmasına engel olmaya çalışır. Bu
hususta şüphe ve tereddüt edecek olursa ona itiraz etmez ve yapılan ikramı
reddetmeye kalkışmaz. Çünkü misafir ağırlayanın bir mazereti yahut da
açıklamasına imkan bulunmayan bir maksadı bulunabilir. Misafirlerin de ona
muhalif davranmaları sebebi ile meşakkat ile zorluk ile karşı karşıya
kalabilir. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'ın bu alayında görüldüğü gibi.
Abdurrahman'ın "ben
de gidip saklandım ... " demesine gelince, saklanması babasının kendisine
kızmasından ve ağır sözler söylemesinden korkması dolayısı ile idi.
"Feceddea: ağır sözler söyledi" aslında burnu n ve benzeri diğer
organların kesilmesi için beddua etmek demektir. Sebbetmek ise sövmek, saymak
anlamındadır.
"Yağunser: Adi
herif" ise ağır ve çekilemeyen kimse demektir diye açıklamışlardır. Cahil
kimse demek olduğu da söylenmiştir. Bu ise cahillik anlamındaki gayn harfi
fethalı olarak "gasare"den alınmıştır. Nun ise bunda Zaid olur. Bunun
sefih (beyinsiz) anlamında olduğu da söylenmiştir. Mavi renkli bir sinek olduğu
söylendiği gibi adi herif anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da adilik ve
bayağılık demek olan "el-gusr"den alınmış olur. Kadı Iyaz bazı
üstadlarından bu gayn harfi ve se harfi fethalı olarak "ğanser" diye
okunacağını söylediğini nakletmektedir. Hattabi ve bir grup ise bunu
"anter" diye rivayet etmişler ve bu sinek demektir demişlerdir. Bunun
mavi bir sinek türü olduğu ve böylelikle onu tahkir etmek için o sineğe
benzettiği de söylenmiştir.
"Yeyin, afiyet
olmayasıca" o bu sözleri kendisi geciktiği için
"Allah'a yemin
ederim ki ebediyyen onu yemeyeceğim." Diğer rivayette ise misafirler
hakkında (5334) "Allah'a yemin olsun ki sen ondan yemediğin sürece biz de
ondan yemeyeceğiz dediler. Sonra o da onlar da yedi" dedikleri
kaydedilmektedir. Buradan da şu anlaşılmaktadır. Bir kimse bir hususa dair
yemin eder de başkasının ondan hayırlı olduğunu görecek olursa o işi yapar ve
yemininin keffaretini yerine getirir. Nitekim sahih hadisler de bunu böylece
ifade etmiştir. Yine buradan, misafir ağırlayan kimsenin misafirlerine ikram
hususunda kendisini meşakkate sokabileceği ve onun yeminini bozması ile
misafirlerinin yeminlerini bozması birbirleri ile çabşacak olursa, kendi
yeminini bozacağı da anlaşılmaktadır. Çünkü misafirlerinin onun üzerindeki
hakkı daha üstündür. Bu birinci hadis muhtasardır. İkinci rivayet buna daha
açıklık getirmekte hadisten hazf edilen kısmı da takdim ya da tehir olunmuş
olan bölümlerini de açıkça ortaya koymaktadır.
"Biz bir lokma
aldık mı mutlaka onun albndan ondan fazlası ile artardı.
Ondan hepsi doyuncaya
kadar yediler ... "
Buradaki: "Mutlaka
onun albndan fazlası ile artardı." Bu hadiste Ebu Bekir es-Sıddik
(r.a.)'ın apaçık bir kerameti olduğu gibi evliyanın kerametinin sabit olduğu da
gösterilmektedir. Bu da mutezileye aykırı olarak ehli sünnetin görüşüdür.
"Hayır gözümün nuru
yemin olsun o şu anda öncekinden çoktur." Dil bilginleri der ki:
"Gözümün nuru (kurratul ayn)" sevince ve insanın sevdiği ve kendisine
uygun gelen hususları gördüğünü anlatmak için kullanılan bir deyimdir.
Denildiğine göre böyle söylenmesi kişinin arzusunun gerçekleşmesi dolayısı ile
gözünün rahat ve huzur bulmasından dolayıdır. Artık gözünü başka bir şeye
dikmez. Bu durumda ifade (kurratul ayn) karar bulmaktan! kılmaktan alınmış
olur. Bunun kat harfi ötreli olarak "el-kur" alındığı da söylenmiştir
ki bu da serinlik demektir. Yani sevindiğinden ve onu rahatsız edecek bir
şeyolmadığından ötürü gözü serindir. Asmai ve başkaları dedi ki: Ekarallahu
aynahu: Allah gözünü aydın etsin tabiri göz yaşını serinletsin demektir. Çünkü
sevinç gözyaşı serindir. Üzüntü ve keder gözyaşı ise sıcaktır. Bundan dolayı
bunun zıddı durumda: Eshanallahu aynahu: Allah gözünü ısıtsın, hararet versin
denilir.
el-Metali sahibi dedi
ki: ed-Davudi dedi ki: O gözünün aydınlığı tabiri ile Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem}'i kastetmiş ve Ona yemin etmiştir. Buradaki "la: hayır"
sözü de Zaiddir. Bunun meşhur benzerleri vardır. Nefi için kullanılmış olma
ihtimali de vardır. Bu durumda onda hazfedilmiş ifade olur ve bu da şu demek
olur: Benim: Gözümün nuru yemin olsun ki o öncekinden daha fazladır demekten
başka söyleyecek bir sözüm yok anlamına gelir.
"Ey
Firasoğullarının kızı!"
Bu, Ebu Bekir (r.a.)'ın
hanımı Um Ruman'a bir hitabıdır. Yani Ey Firas oğullarından olan hanım
demektir. Kadı Iyaz dedi ki: Firas İbn Gunn Malik b. Kinane'nin kendisidir. Um
Ruman'ın nesebinin de Gun b. Malik'e ulaştığında görüş ayrılığı yoktur. Fakat
onun gunma nisbetinin nasıl olduğu hususunda çokça ihtilaf edildiği gibi
kendisinin Firas b. Gunoğullarından mı yoksa el-Haris b. Gunmunoğullarından mı
olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bu hadis ise Firas b. Gunoğullarından
olduğunun doğru olduğunu göstermektedir.
"Biz de on iki
adamı arif (başkan) yaptık. Onların her biri ile birlikte bir çok kimse
vardı." Nüshaların çoğunluğunda bu şekilde ayn ve şeddeli re harfi ile
"fearrefne" şeklindedir. Yani arifler tayin ettik demektir. Pek çok
nüshada da başta iki fe ile birlikte "feferrakna: biz de (onları)
dağıttık" şeklindedir. Bu da o on iki adamdan her birini bir grup ile
birlikte ayırdık demektir. Her ikisi de doğrudur. Burada Kadı Iyaz
birincisinden başkasını zikretmemektedir.
Bu hadiste, ariflerin
(Amirlerin) askerlere ve benzeri gruplara dağıtılmasının caiz oluşuna delil
vardır. Ebu Davud'un Süneni'nde "ariflik haktır (babı)" vardır. Çünkü
bunda insanların maslahatı ve askerlerin ve benzeri toplulukların imamın arif
edinmesi (görevlendirmesi) sureti ile daha kolay bir şekilde disiplin altına
alınması mümkün olur.
Diğer hadisteki
"arifler ateştedir" buyruğu ise görevlerinde kusurlu hareket eden ve
yetkilerini caiz olmayan işler yaparak aşan kimseler hakkında yorumlanır.
Onların çoğunda görüldüğü gibi. "Biz de on iki adamı arif tayin ettik. ..
"
5334-177/7- Bana
Muhammed b. el-Müsenna tahdis etti, bize Salim b. Nuh el-Attar el-Cüreyri'den
tahdis etti, o Ebu Osman'dan, o Abdurrahman b. Ebi Bekir'den şöyle dediğini
rivayet etti: Bize misafirlerimiz geldi. Babam ise geceleyin Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile konuşup sohbet ederdi. (Abdurrahman) dedi ki:
Babam gitti ve: Ey Abdurrahman! Misafirlerinin işini gör dedi. Akşamı ettiğim
zaman onlara ikramlarını takdim ettik Ama onlar kabul etmeyerek evimizin babası
gelip bizimle birlikte yemedikçe (yemeyiz) dediler. Ben onlara: O sert bir
adamdır. Sizler eğer yemeyecek olursanız onun bana eziyet edeceğinden korkarım
dedim. Ama onlar yemeyi kabul etmediler. Gelince de onlardan önce hiç bir şeyi
sormayarak: Misafirlerinizin işini gördünüz mü dedi. Onlar: Hayır, Allah'a
yemin olsun ki biz işimizi yapmadık dediler. Ebu Bekir: Abdurrahman'a emir
vermemiş miydim dedi. (Abdurrahman): Ben de ondan uzaklaşarak kenara çekildim
dedi. Ebu Bekir: Ey Abdurrahman dedi. Ben yine kenara çekildim. Ebu Bekir: Adi
herif, sana ant veriyorum. Sesimi duyuyorsan mutlaka gelmelisin dedi. Ben de
geldim ve: Allah'a yemin olsun ki benim günahım yok İşte misafirlerin. Onlara
sorabilirsin, ben onlara ikramlarını getirdim ama sen gelmeden yemeği kabul
etmediler dedi. Bu sefer Ebu Bekir: Ne oluyor size? İkramımızı kabul buyurmaz
mısınız dedi. Sonra Ebu Bekir (radıyallahu anh): Allah'a yemin olsun ki bu
Bu gecedeki bu şer
gibisini asla görmedim. Ne oluyor size, neden bizim ikramımızı kabul
etmiyorsunuz dedi.
(Abdurrahman) dedi ki:
Sonra Ebu Bekir: Birincisi şeytandan idi, haydi ikramınızı getirin dedi. Yemek
getirildi. Besmele çekip yedi, onlar da yediler.
(Ravi) dedi ki:
Keffarette bulunup bulunmadığına dair bana bir bilgi ulaşmadı dedi.
AÇIKLAMA: "Misafirlerinin
işini gör" yani onlara
"Onlara ikramlarını
getirdik" Kira (ikram) misafire hazırlanan yiyecek ve içeceklere denilir.
"Evimizin babası"
ev sahibi demektir.
"O sert bir
adamdır" o güçlü ve sarabetli birisidir. Saygı gösterilmesi gereken
hususların çiğnenmemesi ve misafirine karşı kusurlu davranılması ve benzeri
hususlar dolayısı ile kızar demektir.
"Ne oluyor size?
İkramımızı kabul buyurmaz mısınız?" Kadı Iyaz dedi ki: "ela: maz
mısınız" lam harfi şeddesiz olup bu da teşvik etmek ve söze başlamak için
kullanılır. Cumhur bunu bu şekilde rivayet etmiştir. Bazıları ise lam harfini
şeddeli olarak rivayet etmişlerdir. O da: Neden ikramımızı kabul etmiyorsunuz
demek olur. Yani bundan sizi alıkoyan ve onu yememeye iten nedir demektir.
"Birincisi
şeytandandır." Bununla yeminini kastediyor. Kadı Iyaz dedi ki: Şöyle de
açıklanmıştır: Yani birinci lokma şeytanı uzaklaştırmak, burnunu yere sürtmek
ve yemin etmeye tahrik hususundaki maksadına muhalefet etmek -içindir. Çünkü
böylelikle kendisi ile misafirleri arasında bir soğukluk meydana getirmek
istiyordu. Ebu Bekir (radıyallahu anh) daha hayırlı bir yol olan yeminini
bozmak sureti ile onu hakir düşürdü.
"Ebu Bekir dedi ki:
Ey Allah'ın Rasulü! Onlar yeminlerinin gereklerini yerine getirdiler bense
bozdum ... " Yani onlar yeminlerine bağlı kaldılar ben ise yeminime aykırı
hareket ettim deyince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona:
Hayır onlar arasında en
berr olanları sensin" yani en itaatkarları sensin ve sen onlardan
hayırlısın. Çünkü sen (böyle bi durumda) mendub ve teşvik edilmiş olan yeminini
bozdun. Bu sebeple sen onlardan faziletlisin.
"Bana keffarette
bulunduğuna dair bir bilgi ulaşmadı." Yani onun yeminini bozmadan önce
keffarette bulunduğuna dair bilgi ulaşmadı. Keffarrette bulunmasının vacip
olduğunda ise görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Her kim bir hususa dair yemin edip de başkasının ondan hayırlı olduğunu
görürse, hayırlı alanını yapsın ve yemininin kefaretini yerine getirsin"
buyurmuştur. Bu da Yüce Allah'ın: ''Ama Allah sizi yeminleri bağlamanız sebebi
ile sorgular. Onun kefareti ... yemek yedirmektir. .. " (Maide, 89)
buyruğunun geneli ile birlikte bu mesele hakkında açık bir nastır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: