SAHİH-İ MÜSLİM

KURBAN

 

4- DİŞ, TIRNAK VE DİĞER KEMİK TÜRLERİ DIŞINDA KAN AKITAN HER BİR ŞEY İLE KESMENİN CAİZ OLDUĞU BABI

 

5065-2011- Bize Muhammed b. el-Müsenna el-Anez! tahdis etti, bize Yahya b. Said, Süfyan'dan tahdis etti, bana babam, Abaye b. Rifaa b. Rafi'i b. Hadic'den tahdis etti. O Rafii b. Hadic'den rivayet etti: Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz biz yann düşman ile karşılaşacağız. Bizimle birlikte ise bıçak yok dedim. O: "Acele et -yahut elini çabuk tut- kanı akıtan ve (üzerine) Allah'ın adı anılan (I ye). Ama diş ve tırnak (ile kesilmiş olanı) değil. Şimdi sana anlatacağım. Dişi ele alacak olursak o bir kemiktir. Tırnağa gelince o da Habeşlilerin bıçağıdır" buyurdu. (Rafi) dedi ki: Bir de bir miktar deve ve koyun yağmalayıp ele geçirdik. Aralarından bir deve kaçtı. Bir adam ona bir ok atıp o deveyi durdurdu. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz bu develerin kaçışı gibi kaçışları vardır. Bu sebeple onlardan herhangi birisi sizi aciz bırakacak olursa siz de ona bunun gibi yapınız" buyurdu.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 2488 -uzunca-, 2507 -uzunca-, 3075 -uzunca-, 5498 -uzunca-, 5503 -muhtasar-, 5509 -buna yakın-, 5543, 5544; Ebu Davud, 2821; Tirmizi, 1492; Nesai, 4308, 4422, 4423; İbn Mace, 3183; Ayrıca yine Buhari, 5506; Tirmizi, 1491, 1600; Nesai, 4403, 4415; İbn Mace, 3137, 3178, 3183

 

AÇIKLAMA:          "Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz biz yarın düşman ile karşılaşacağız ... O: acele et ve elini çabuk tut buyurdu." Buradaki "a'cil: acele et" lafzı cim harfi kesrelidir. "Erin: elini çabuk tut" hemze fethalı, re kesreli, nun sakindir. Bununla birlikte re sakin nun kesreli (emi) diye de rivayet edildiği gibi re harfi sakin ve sonuna ye getirilerek "emii" diye de rivayet edilmiştir. İşte nüshaların bir çoğunda burada bu şekilde kaydedilmiştir. Hattabi dedi ki: Bunun doğru şekli "a'dl: acele et" anlamında olmak üzere "e'rin" şeklindedir. Bu da onunla aynı anlamdadır ki çalışkanlık ve çabuk hareket etmekden gelmektedir. Yani boğularak ölmemesi için onu kesmekte acele et, elini çabuk tut. Bazen "emi" lafzı "atı: itaat et" ile aynı vezinde olabilir. Bu durumda manası ise onu keserek ölmesini sağla demek olur. Bu da davarları ölüp helak olan kimseler hakkında kullanılan "eranel kavm"den gelir. Diğer taraftan "emi" e'ti: ver vezninde de olabilir. Bu durumda onu kesmeyi sürdür ve ara verme demek olur. Sahih'de ise "emi"nin acele et anlamında olduğu ve bunun ravinin şüphesinden kaynaklandığı, acaba erni mi a'cil mi dediği hususunda şüphe etmesidir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Bazıları Hattabi'nin: Bu lafız burada davarları telef olup helak olmaları halini anlatmak üzere "eranel kavm"den geldiğini söylemesini kabul etmemişlerdir. Çünkü bu fiil geçişsizdir. Hadiste zikredilen fiil ise açıkladığı üzere geçişlidir. Yine kimisi onun: Bu fiil aslında "e'rin"dir demesini de kabul etmemişlerdir. Çünkü aynı kelimede biri sakin olmak üzere arka arkaya iki hemze bir arada bulunmaz. Böyle bir durumda bunun yerine "eyrin" dimilmelidir derler. Kadı Iyaz dedi ki: Kimisi de sonunda ye harfi ile "emi" kanın akması anlamındadır demiştir. Bazı dil bilginleri de: Kelimenin doğru şekli hemzeli olmasıdır. Ama meşhur olan hemzesiz kullanımdır demişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Kanı akıtan ve (üzerine) Allah'ın adı anılanı ye. Fakat diş ve tırnak müstesna." Burada "diş ve tırnak" anlamındaki lafızlar "leyse: müstesna" anlamındaki lafız sebebi ile istisna olarak nasb edilmişlerdir. "Kanı akıtan" de kanı akıbp çokça dökülmesini sağlayan demektir. Burada suyun ırmak halinde akmasına benzetilmiştir. Nitekim "nehareddevu ve enhartuhu: kan oluk oluk akb, onu akıttım" denilir.

"(Üzerine) Allah'ın adı anılan" ifade bütün nüshalarda bu şekildedir.

 

Bunda hazf edilmiş ibareler de vardır. Yani: Üzerine ya da onunla birlikte Allah'ın adı anılmış olanı (yiyebilirsin) demektir. Ebu Davud'un ve başkalarının rivayetinde ise bu: "ve üzerine Allah'ın adı zikredileni" şeklindedir.

 

İlim adamları der ki: Bu hadiste hayvan kesiminde (kesilmesi gereken yerleri) koparan ve kanı akıtan bir aletin kullanılmasının şart olduğu, kanı akıtmayan bir şey ile onu ezmek ya da beynini dağıtmanın yeterli olmayacağı açıkça ifade edilmektedir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: el-Huışen'i bu hadisin şerhinde (me enhera: akıtan yerine) me enheze diye ze harfi ile olduğunu zikretmiştir. Mastarı olan nehz ise itmek anlamındadır. Ayrıca bu gariptir. Meşhur olan re harfi ile olduğudur demiştir. İbrahim el-Harbi ve bütün ilim adamları bunu böylece re ile zikretmişlerdir. Kimi ilim adamı da şöyle demektedir: Kesmenin ve kan akıtmanın şart olmasının hikmeti helal olan et ve iç yağının haram alanından ayırd edilmesi ve meytenin (leşin) haram kılınmasının kanının (içinde) kalması dolayısı ile olduğuna dikkat çekilmesi içindir.

 

Bu hadis-i şerifte, diş ve tırnak ile sair kemikler dışında koparma özelliği taşıyan keskin ve sivriltilmiş her bir şey ile kesim yapmanın caiz olduğu açıkça ifade edilmektedir. Dolayısı ile bunun kapsamına, kılıÇ, bıçak, ok ve mızrakların demir uçları, taş, ahşap, cam, kamış, kiremit, bakır ve diğer keskinleştirilmiş şeyler bunun kapsamına girer. Bütün bunlarla tezkiye dediğimiz meşru kesim hasıl olur. Yalnız diş, tırnak ve bütün kemikler müstesnadır.

 

Tırnağın kapsamına insanoğlunun ve onun dışındaki bütüncanlıların brnakları girer. İster vücuda bitişik bulunsun, ister tahir ve necis türü ile vücuttan ayrılmış olsun. Bunların hiçbiri ile kesim hadisi şerif sebebi ile caiz değildir.

 

Dişe gelince, insan dişi de onun dışında tahir ve necis olan vücuda bitişik ve vücuttan ayrı olan bütün dişler kapsamına girdiği gibi bütün hayvanların diğer kemikleri ister vücutlarına bitişik olsun ister ayrı ister temiz ister necis olsun onlar da kapsamına girer. Bunların hiçbirisi ile kesim caiz değildir. Mezhep alimlerimiz dedi ki: Bizler "kemikler"i Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:

 

- "dişe gelince o bir kemiktir" buyruğundaki illeti beyan etmesinden anlıyoruz.

Yani benim size dişi yasaklayışımın sebebi kemik oluşundan dolayıdır. Bu ise illetin kemik olması olduğunu açıkça ifade eder. O halde kendisine kemik denilebilen her bir şey ile kesim caiz değildir.

 

Şafii ve mezhebine mensup ilim adamları benim bu hadise yaptığım bu şerhin bütün muhtevası ile ilgili açıklamalarını bu hadise dayanarak dile getirmişlerdir. Nehai, Hasan b. Salih, Leys, Ahmed, İshak, Ebu Sevr, Davud, hadis fukahası ve ilim adamlarının cumhuru böyle demişlerdir. Ebu Hanife ve iki arkadaşı ise vücuda bitişik diş ve kemik ile kesim caiz değildir ama vücuttan ayrılmış diş ve kemikle kesim caizdir demişlerdir.

 

İmam Malik’DEN ise değişik rivayetler gelmiş olup bunların en meşhuru dişle caiz olmayıp kemikle -ne durumda olursa olsun- caiz olacağıdır. Ondan gelen ikinci rivayet cumhurun görüşü gibidir. Üçüncüsü Ebu Hanife'nin görüşü gibidir. Dördüncü rivayeti ondan İbnu'l- Munzir nakletmiş bulunmaktadır. Buna göre de diş ve tırnak dahil olmak üzere her şeyle kesim yapmak caizdir.

 

İbn Cureyc'den maymun kemiği ile değil de eşek kemiği ile kesim caizdir. Bu görüş ve bundan önceki görüş batıl ve sünnete aykırı iki görüşdür.

 

Şafii, onun mezhebine mensup ilim adamları ve onlara muvafakat edenler dedi ki: Tezkiye (denilen şer'i kesim) ancak gırtlağın ve nefes borusunun tamamen koparılması ile tahakkuk eder. Ayrıca her iki ana damarın kesilmesi de müstehap olmakla birlikte şart değildir.

 

Aynı zamanda bu görüş Ahmed’DEN gelen iki rivayetten daha sahih alanıdır. İbnu'l- Munzir dedi ki: İlim adamları gırtlağı, nefes borusunu ve sağ ve soldaki iki ana damarı kesip kanı akıtması halinde kesimin gerçekleşmiş olacağı üzerinde icma etmişlerdir. Ancak bunların bir kısmının kesilmesi hususunda görüş ayrılıkları vardır. Şafii: Gırtlağın ve nefes borusunun kesilmesi şarttır. Sağ ve soldaki iki şah damarın kesilmesi de müstehaptır demiştir. Leys, Ebu Sevr, Davud ve İbnu'l- Munzir ise hepsinin kesilmesi şarttır demişlerdir. Ebu Hanife: Bu dördünden üçünü keserse yeterli olur demiştir. Malik ise gırtlağın ve iki şah damarının kesilmesi icab eder. Nefes borusunun kesilmesi şart değildir demiştir. Bu aynı zamanda Leys’DEN de nakledilen rivayettir. Malik’DEN gelen bir diğer rivayete göre sağ ve soldaki iki şah damarın kesilmesi yeterlidir. Yine ondan gelen bir başka rivayete göre Leys ve Ebu Sevr'in dediği gibi dördünün kesilmesi gerekir. Ebu Yusuf’DAN üç rivayet gelmiştir. Biri Ebu Hanife'nin görüşü gibidir. ikincisi eğer glrtlağl ve geri kalan üçünden ikisini keserse helal olur. Aksi taktirde helal olmaz. Üçüncüsü ise glrtlağın, nefes borusunun ve sağ ve soldaki iki şah damarın birisinin kesilmesi şarttır demektedir.

 

Muhammed b. el-Hasen dedi ki: Bu dördünün her birinden çoğunluğunu keserse helal olur. Aksi taktirde helal olmaz. Allah en iyi bilendir.

 

Kimi ilim adamı dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Kanı akıtan bir şeyle kesileni yiyebilirsin" buyruğu nahr (boğazlanmak) sureti ile tezkiye edileni zebh (kesmek)nin caiz olduğuna, zebh ile tezkiye edileni de nahr etmek sureti ile kesmenin caiz olduğuna delildir. Bütün ilim adamları bunu caiz kabul etmekle birlikte Ebu Davud müstesna olup her ikisini kabul etmemiştir. Malik de bunu tenzihen mekruh kabul etmiştir. Bir rivayette tahrimen mekruh olduğunu da ifade etmiştir. Ondan gelen bir diğer rivayet ise nahr edilenin kesilmesinin mübah olmakla birlikte kesilenin nahr edilmesini mübah kabul etmemişlerdir.

 

İlim adamlarının icma ettiklerine göre develer hakkında sünnet olan nahr, koyunlar hakkında sünnet olan zebh (kesmek)dir. inekler de bize göre de cumhura göre de koyunlar gibidir. ineklerin nahr ile zebhi hususunda kişinin muhayyer olduğu da söylenmiştir.

 

"Dişi ele alacak olursak o bir kemiktir." Yani onunla kesmeyin çünkü kan ile necis olur. Halbuki kemiklere necaset bulaşmaması için onlarla istinca yapmanız yasaklanmıştır. Çünkü kemikler cinlerden kardeşleriniz için bir azıktır.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Tırnağa gelince o Habeşlilerin bıçağıdır" yani onlar kafirdir ve kafirlere benzemek size yasaklanmış bulunmaktadır. Bu şekilde tırnakla kesmek ise Habeşliler için bir şiar (bir nevi ibadet şekli)dir.

 

"Bir miktar deve ve koyun yağma ettik. Bunlardan bir deve kaçınca bir adam da ona bir ok atıp onu alıkoydu ... " Hadiste geçen nehb: yağma nun harfi fethalı olup yağmalanan şey demektir. Burada sözü geçen yağma bir ganimet idi.

 

"Aralarından bir deve kaçt!." Yani ürküp uzaklaştı. "Evabil" ise ürkmek ve yabanileşip kaçmak demektir. Hemzesi medli be harfi şeddesiz ve kesreli olmak üzere "abide"nin çoğuludur. Aynı kökden olmak üzere ebede: ürküp kaçtı ve teebbede denilir ki insanlardan ürküp kaçtı, yabanileşti demektir.

 

Bu hadis-i şerifte, kaçan ve kesilmesine ve boğazlanmasına (zebha ve nahra) güç yetirilemeyen hayvanı (bir şekilde) yaralamanın mübah olduğuna delil vardır. Mezhep alimlerimiz ve başkaları dedi ki: Meytesi (leş i} helal olmayan eti yenilebilir hayvanlar iki türlüdür: Kesilebilmesine güç yetirilen ve yabani ve vahşi olan. Güç yetirilebilen ancak daha önce geçtiği gibi boğaz ve gerdanda kesilmesi sureti ile helal olur. Bu da icma ile kabul olunmuş bir husustur. Bu hususta evcil olan ile av hayvanının tutulması sureti ile kesilebilmesi yahut da evcilleşmiş olması halinde olduğu gibi yabani hayvan ancak boğazda ve gerdanda kesilmesi sureti ile helal olur. Av hayvanı gibi yabani olanın ise bütün vücud parçaları yabani olduğu sürece kesilebilir. Ona bir ok atsa yahut da üzerine yaralayan (avcı) bir hayvan salsa ve onun herhangi bir tarafına isabet ettirip bundan dolayı ölse icma ile helal olur. Ancak evcil olan bir hayvan bir devenin, ineğin, atın yabanileşmesi gibi yahut da koyun ve benzeri bir hayvanın ürküp kaçması halinde olduğu gibi yabanileşecek olursa bu da bir av hayvanı gibi olur. Onun kesildiği yerden bir başka tarafına bir ok atmak yahut köpek ve benzeri diğer av hayvanlarını üzerine salmak sureti ile helal olur.

 

Aynı şekilde deve ya da başka bir yenilir hayvan bir kuyuya düşüp, onun gırtlağını ve nefes borusunu kesmeye imkan bulunmaz ise bunlar da ok atmak sureti ile helal olması bakımından ürküp kaçmış deve gibidir. Bu hususta mezhebimizde görüş ayrılığı yoktur.

Üzerine köpek salınması sureti ile helal olması hususunda da iki görüş vardır. Daha sahih olanına göre helal olmaz. Mezhep alimlerimiz dedi ki:

 

Yabanileşmekten maksat sadece kurtulup kaçmaktan ibaret değildir. Aksine daha sonra ona yetişilebilirse -isterse onu yakalayacak birilerinin yardımcı olması ile ve benzeri bir yolla olsun- bu hayvan yabanileşmiş sayılmaz. Ve böyle bir durumda ancak kesilmesi gereken yerde kesilmesi sureti ile helal olur. Eğer o halde yakalanamayacağı kesin olarak anlaşılırsa ona ok atmak caiz olur. Onun yakalanabileceği vakte kadar beklemek yükümlülüğü yoktur. Yaralanması ister uyluğunda ister böğründe isterse bedeninin herhangi bir başka yerinde olsun helal olur. Mezhebimizin açıklamaları bu şekildedir. Belirttiğimiz şekilde ürküp kaçan hayvanın yaralanması sureti ile mübah olduğunu söyleyenler arasında Ali b. Ebu Talib, İbn Mesud, İbn Abbas, Tavus, Ata, Şa'bı, Hasan-ı Basri, Esved b. Yazid, Hakem, Hammad, Nehaı, Sevri, Ebu Hanife, Ahmed, İshak, Ebu Sevr, Müzeni, Davud ve cumhur vardır.

 

Said b. Müseyyeb, Rabia, Leys ve Malik ise böyle bir hayvan da ancak başkaları gibi boğazının kesilmesi ile helal olabilir demişlerdir. Cumhurun delili sözü geçen Rafi (radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği hadistir. Allah en iyi bilendir.

 

 

 

 

5066-21/2- Bize İshak b. İbrahim de tahdis etti ... Rafi' b. Hadic dedi ki: Tihame'nin Zülhuleyfe denilen mevkiinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik. Bir miktar koyun ve deve ele geçirdik. Beraberimizde bulunanlar(ın bir kısmı} acele ederek hemen onları çömleklere koyup kaynattılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de emir verdi ve bunun üzerine döküldüler. Sonra (ganimetleri paylaştırırken) on koyunu bir genç deveye eşit kabul etti. Sonra da hadisin geri kalan kısmını Yahya b. Said'in hadisine yakın olarak rivayet etti.

 

 

 

5067-22/3- Bize İbn Ebu Ömer de tahdis etti ... Abaye b. Rifa'a b. Rafi' b. Hadic dedesinden şöyle dediğini rivayet etti: Biz: Ey Allah'ın Rasulü! Yann düşmanla karşılaşacağız. Halbuki beraberimizde bıçak yok. Peki kamış kabukları ile keselim mi dedi ve hadisi olayı ile birlikte zikretti. Bu arada:

Aralarından bir deve elimizden kaçıp kurtuldu. Biz de ona ok attık ve nihayet attığımız oklarla onu yere yıktık.

 

 

 

5068- .. ./4- Bunu bana Kasım b. Zekeriya da tahdis etti, bize Hüseyn b. Ali, Zaide'den tahdis etti, o Said b. Mesruk'dan bu isnad ile hadisi sonuna kadar tamamı ile rivayet etti ve hadiste: Beraberimizde bıçak yok. Peki kamışla keselim mi dedi.

 

 

 

5069-23/5- Bize Muhammed b. el-Velid b. Abdulhamid de tahdis etti...

Abaye b. Rifaa b. Rafi', Rafi b. Hadic'den şöyle dediğini rivayet etti: Ey Allah'ın Rasulü! Yarın düşman ile karşılaşacağız. Beraberimizde de bıçak yok deyip hadisin geri kalan kısmını zikretti ama: Beraberimizdekilerin bir kısmı acele ederek onları çömleklere koyup kaynattılar. Onun verdiği emir üzerine çömlekler döküldü kısmını zikretmedi fakat olayın diğer geri kalanını zikretti.

 

 

AÇIKLAMA:          (5066) "Tihame'nin Zülhuleyfe mevkiinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik." ilim adamları der ki: Burada adı geçen "el-Huleyfe" Haze ile Zatuırk arasında bir yerdir. Bu Medinelilerin mikat yeri olan ZÜLhuleyfe değildir. Hazimi el-Mütelif "fi Esmail Emakin" adlı eserinde bunu böylece zikretmiştir. Fakat o: "Zu" lafzını kullanmaksızın sadece "el-Huleyfe" demiştir. Oysa Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde bulunan "Zülhuleyfe"dir. İki şekilde söyleniyor gibidir.

 

"Bir miktar koyun ve deve ele geçirdik. .. Verdiği emir ile döküldüler."

Burada "kufiet: döküldüler" ifadesi baş aşağı çevrilip içlerinde bulunanlar döküldü demektir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dökülmelerini emretmesinin sebebi onların dar-ı islama ve ortak ganimet malından yenilmesi caiz olmayan bir yere varmış bulunmaları idi. Çünkü paylaştırılmalarından önce ganimetlerden yemek ancak dar-ı harbde mübahtır. Maliki mezhebine mensup Mühelleb b. Ebu Süfra dedi ki: Onlara bir ceza olmak üzere çömlekleri dökmelerinin emrediliş sebebi yola koyulmakta acelecilik edip, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i Ona saldırabilecek düşman ve benzeri tehlikelere maruz olacak şekilde ordunun gerilerinde bırakmaları idi demiş olmakla birlikte birincisi daha sahihtir.

 

Şunu da bilelim ki çömleklerin dökülmesi şeklinde verilen emir, onlara bir ceza olmak üzere bizzat o yemeğin suyudur. Etin kendisini ise telef etmediler. Aksine bu durumda et toplam ganimetin bir bölümüdür. Sakın onun telef edilmesinin emredildiği zannedilmesin. Çünkü 6 ganimet alanların malıdır. Ayrıca malın boşu boşuna zayi edilmesi de yasaklanmıştır. Bununla birlikte o etleri pişirmek sureti ile işlenen hata ganimeti hak edenlerin tamamı tarafından işlenmemiştir. Çünkü ganimette hak sahibi olanlar arasında hums (beşte birden payalan) kimseler de bulunmaktadır ve yine ganimet alanlardan bir kısmı içinde bu etleri pişirmeyenler de vardı.

 

Şayet: Peki neden onların bu etleri ganimet alınan mallar arasına taşıdıkları nakledilmemiştir denilecek olursa şu cevabı veririz: Aynı zamanda onların bu eti yaktıkları ve telef ettikleri de nakledilmemiştir. Eğer bu hususta açık bir nakil gelmemiş ise o taktirde onun şer't kurallara uygun olarak te'vil edilmesi icabeder ki bu te'vil de sözünü ettiğimiz şekildir. Bu te'vil aynı zamanda Hayber günü evcil eşeklerin etinin piştiği çömleklerin dökülmesinden. farklıdır. Çünkü orada çömlekler içerisinde bulunan et de su da telef edilmişti. Çünkü necis olmuşlardı. Bundan dolayı haklarında Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onlar bir necasettir" buyurmuştur -ilgili babında geçtiği gibi- Bu etler ise hiç şüphe yok ki temizdi ve kendilerinden yararlanılabilirdi. O halde bunların telef edildikleri sanılamaz. Allah en iyi bilendir.

 

"Sonra on koyunu bir genç deveye denk saydı." Bu da koyun ve devenin karşılıklı değerlerinin bu şekilde olduğu suretinde yorumlanır. Çünkü o zamanda deve türü koyunlara göre oldukça değerli idi. Öyle ki bir deve değer olarak on koyun ederdi. Durumun böyle olması şeriatin kurbanlık hususunda bir devenin yedi koyun gibi kabul edilmesi şeklindeki kaideye aykırı değildir. Çünkü orta yollu koyun ve develerin değeri hususunda çoğunlukla görülen hal budur. Bu paylaştırma ise bizim daha önce sözünü ettiğimiz şekilde koyunların değil de develerin nefis ve değerli görüldüğü bir zamana denk geldiği bir meseledir.

 

Hadiste, ganimetlerin paylaştırılmasında her bir ganimet türünün ayrı ayrı paylaştırılmasının şart olmadığı hükmü anlaşılmaktadır.

 

"Kamış kabukları ile keselim mi?" Buradaki "liyıt" lam harfi kesreli ve ondan sonra sakin (med harfi) bir ye ve sonu da tı iledir. Kamış kabukları demektir. Zaten bu kelimeher bir şeyin kabugu hakkında kullanılır. Tekili ise "litah" dir. İkinci rivayetteki (5068) "kamışla keselim mi" sözü ile aynı anlamdadır. Ebu Davud ve diğerlerinin rivayetinde ise: "Merve (keskin taş) ile keselim mi" şeklindedir. Bu da onların hem bunu hem bunu söyledikleri, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de hem sorularına hem de başkalarına cevap teşkil etmek üzere -olumlu ve olumsuz yönü ile- kapsamlı bir cevap vererek: "Kanı akıtan bir şey ile kesilen ve üzerine Allah'ın adı anılan her bir hayvanı yiyebilirsin. Diş ve tırnak (ile kesilen) müstesna buyurdu."

 

(5067) "Biz de ona ok attık. Nihayet attığımız oklarla onu yere yıktık."

 

Bu ona oldukça fazla ok attık anlamındadır: Yere yıktık anlamında olduğu da söylenmiştir. Müslim’DEN başka kaynaklarda "rahasnahu" şeklinde (vav yerine) ye harfi ile kaydedilmiştir. Bu da onu alıkoyduk, kaçmasını engelledik anlamındadır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

5- İSLAMIN İLK ZAMANLARINDA ÜÇ GÜNDEN SONRA KURBANLIK ETLERİNİ YEMENİN YASAK OLDUĞUNUN BEYANI İLE BUNUN NESH EDİLİP DİLEDİĞİ ZAMANA KADAR (ETLERİNİ SAKLAMANIN) MÜBAH OLDUĞUNU BEYAN BABI