SAHİH-İ MÜSLİM

AV

 

4- DENİZDE YAŞAYAN ÖLÜ HAYVANLARIN MÜBAH OLDUĞU BABI

 

4974-17/1- Bize Ahmed b. Yunus tahdis etti, bize Züheyr tahdis etti, bize Ebu'z-Zübeyr Cabir'den tahdis etti (H.) Bunu bize Yahya b. Yahya da tahdis etti, bize Ebu Hayseme, Ebu'z-Zübeyr'den haber verdi, o Cabir'den şöyle dediğini rivayet etti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bizi (bir askeri birlik olarak) gönderdi. Başımıza da Ebu Ubeyde'yi komutan tayin etti. Kureyşlilere ait bir kervanın yolunu kesecektik. Bize azık olarak bir torba kuru hurma verdi. Bundan başka bize verecek bir şey bulamamıştı. Bunun için Ebu Ubeyde bize hurmaları teker teker veriyordu. (Ebu'z-Zubeyr) dedi ki: Ben: Peki o tek hurmayı ne yapıyordunuz dedim. O: Küçük çocuğun emdiği gibi onu emer, sonra da üzerine su içerdik. O gün akşama kadar bize yetiyordu. Bir de bastonlarımızla selem ağaçlarına vurarak yapraklarını silkeliyor sonra o yaprakları su ile ıslatıp yiyorduk. Deniz kıyısına doğru gittik. Deniz kıyısında pek büyük bir kum tepesi gibi yüksek bir şeyle karşılaştık. Onun yanına gittiğimizde bunun anber (balina) denilen bir hayvan olduğunu gördük. Ebu Ubeyde: Bu bir ölüdür dedikten sonra: Hayır aksine biz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elçileriyiz ve Allah yolundayız. Siz de çaresiz kalmış bulunuyorsunuz. Haydi yiyin dedi.

(Cabir) dedi ki: Biz orada bir ay kaldık. Üçyüz kişi idik ve hatta kiloda aldık. Ben göz çukurundan testilerle yağ doldurduğumuzu görmüşümdür. Ayrıca ondan öküz gibi -yahut öküz kadar- parçalar da kesiyorduk. Ebu Ubeyde, bizden onüç adam alıp gözünün çukuruna onları oturttu. Yine o balığın kaburga kemiklerinden birisini alıp dikti, sonra da beraberimizdeki en büyük deveye semer vurdu. Deve o kemiğin altından geçti. Onun etinden parçalar alarak bir miktar haşlayıp azık olarak yanımıza aldık. Medine'ye geldiğimizde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna varıp bunu ona anlatınca O:

"O Allah'ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Beraberinizde onun etinden bir şey var mı (varsa) bize de yedi ri n" buyurdu. (Cabir) dedi ki: Bunun üzerine biz de Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e etinden bir miktar gönderdik ve O da onu yedi.

 

 

AÇIKLAMA:          "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bizi (bir askeri birlik olarak) gönderdi. Başımıza Ebu Ubeyde'yi komutan tayin etti." Buradan orduların mutlaka onları disiplin altına alacak emir ve yasaklarına itaat edecek bir komutan tayin etmenin gerekliliği ve komutanın onların en faziletlileri ya da en faziletlilerinden birisi olması gerektiği anlaşılmaktadır. İlim adamları der ki: Yol arkadaşı olan insanların sayıca az olsalar dahi başlarına birini emir yapıp ona itaat etmeleri müstehaptır.

 

"Kureyş'in bir kervanının yolunu kesecektik." Daha önce "ir"in yiyecek ve başka şeyler yüklü deve (kervanı) olduğu geçmişti. Bu hadis-i şerifte, harp ehlinin yolunu kesmenin onlara baskın düzenlemenin ve mallarını alıp ganimet olarak ele geçirmek için çıkmanın caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

"Bize azık olarak bir torba kuru hurma verdi. .. geceye kadar bize yetiyordu."

"Cirab" cim harfi kesreli ve fethalı (cerab) diye söylenmekle birlikte kesreli söyleyiş daha fasihtir. Daha önce defalarca açıklanmıştı. (Torba, heybe, dağarcık anlamlarına gelir). Burada ashab (radıyallahu anhum)'Un dünya hayatında ne kadar zahid oldukları, dünyalıktan oldukça az bir şeyler ele geçirip açlığa, zor yaşayışa sabredip katlandıkları, böyle bir duruma rağmen gazaya gittikleri açık bir şekilde ifade edilmektedir. "Bize azık olarak bir torba kuru hurma verdi. Bize ondan başka verecek bir şey bulamamıştı. Ebu Ubeyde de bize hurmaları birer birer veriyordu." Bu hadisin bir rivayetinde (4977) "azıklarımızı boyunlarımız üstünde (omzumuzda) taşıyorduk." Bir diğer rivayette (4978) "azıkları tükenince Ebu Ubeyde onların azıklarım bir kaba topladı. Bize gıdamızı dağıtıyordu. Öyle ki her gün bize bir(er) hurma isabet ediyordu." Denilmektedir. Muvatta'da da: "Azıkları tükendi, iki kap hurma vardı. O bize yiyeceğimizi (gıdamızı) dağıtıyordu. Öyle ki her birimize her gün birer hurma isabet ediyordu." Denilmektedir. Müslim'in diğer rivayetinde de (4975) "o bize (önce) birer avuç birer avuç verirken daha sonra her birimize birer hurma vermeye başladı" denilmektedir.

 

Kadı lyaz dedi ki: Bu rivayetlerin bir arada telifi şu şekildedir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi mallarından ve onların dışında ashab-ı kiramın onlara destek olmak üzere verdiklerinden beraberlerinde bulunanlardan ayrı olarak bir kap azık vermişti. Bundan dolayı "biz azıklarımızı taşıyorduk" demiştir. Ayrıca onların azıkları arasında sözü edilen bu torbanın dışında kuru hurma bulunmamakla birlikte ondan başka azıklarının da bulunma ihtimali vardır. Ebu Ubeyde'nin onlara hurmaları teker teker vermesine gelince bu azıkları tükenip kaldıkları sürenin uzamasından sonraki ikinci durumlarında olmuştu. Nitekim son rivayette bunu böylece açıklamıştır. Birinci rivayet, ilk durumları hakkında değil son durumları hakkında haber bir mana taşımaktadır.

 

Açıkça göründüğü kadarı ile "hurmaların teker teker verilmesi" onlara hurmayı avuç avuç paylaştırmasından sonra olmuştur. Hurmaları azalınca onlara birer birer paylaştırdı. Sonra o da bitti ve bir hurmayı dahi bulamaz oldular. O tek hurmayı bulamadıkları için de acı çektiler ve yüce Allah onlara anber (denilen balinali nasip edinceye kadar ağaç yaprakları m yediler.

 

(4978) "Ebu Ubeyde azıklarımızı bir kapta topladı. O bize ... gıdamızı veriyordu." Bu da onun bu azıklarım kendilerinin rızası ile toplayıp onlar için bereketlenmesi amacıyla azıklarını karıştırdığı şeklinde açıklanır. Nitekim Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de aynı şeyi bir çok yerde yapmıştır. Eş'ariler de böyle yaptıkları için Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onları övmüştü. Mezhep alimlerimiz ve onların dışında ilim adamları da yolculuktaki yol arkadaşlarının daha da bereketlenmesi, geçimlerinin daha iyi olması ve bazılarının diğerlerinden farklı özel bir yemek yememesi için azıklarını karıştırmaları müstehaptır demişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

"Pek büyük bir kum yığını gibi" kesib: tepe şeklinde ve uzunlamasına kum yığını demektir.

 

"Derken anber (balina) denilen bir hayvan ile karşılaştık. Ebu Ubeyde:

 

Bu ölü (leş}dir dedi. .. Biz üçyüz kişi idik. Hatta şişmanladık." Hadisin sonunda da bu balıktan azık aldıklarını da zikretmekte ve döndüklerinde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de kendilerine beraberinizde etinden bir şey var mı, bize yedirseniz buyurduğunu ve bunun üzerine biz de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ondan bir parça gönderdik. O da ondan yedi dediği kaydedilmektedir.

 

Hadisin anlamı şudur: Ebu Ubeyde (radıyallahu anh) önce kendi içtihadı ile bu bir meyte (leş}dir demişti. Meyte (ölülleş) haramdır. Onu yemek size helal değildir. Sonra içtihadını değiştirerek: Hayır o size meyte olmakla birlikte helaldir. Çünkü sizler Allah yolunda bulunuyorsunuz ve bunu yemeye mecbursunuz. Şanı yüce Allah da mecbur kalan kimseye haddi aşmadan ve düşmanlık etmeden meyteden yemeyi mübah kılmıştır. Siz de bundan yeyiniz demesi üzerine onlar da ondan yediler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etinden isteyip ona ikram edileni yemesine gelince, o bununla helal olduğu hususunda gönüllerinin tamamen rahatlaması için mübah olduğunda herhangi bir şüphe bulunmadığı ve böyle bir şeyi kendisi için de beğenip kabul ettiğini anlatmak üzere işi ileriye götürmek istemişti. Yahut da bu şanı yüce Allah tarafından Allah'ın kendilerine yaptığı olağanüstü bir ikram olmasından ötürü onu teberrüken yemek istemişti.

 

Bu rivayette bir kimsenin arkadaşının malından ve eşyasından -ona nazlanmak maksadıyla- bir şeyler istemesinde bir sakınca olmadığına ve bunun yasaklanmış türden istemek (dilenmek) türünden sayılmadığına delil bulunmaktadır. Çünkü yasaklanan istenen (dilenmek) sırf mal edinmek ve buna benzer maksatlarla yalancı olan kimseler hakkındadır. Buradaki isteyiş ise kaynaşmak ve latife yaparak güzel bir şekilde şakalaşmak ve nazlanmak içindir. Ayrıca bu hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra caiz olduğu gibi zamanında da hükümler hakkında içtihad etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır.

 

Yine bu hadiste, fetva isteyenin hakkında şüpheye düştüğü bazı mübahları müftinin -eğer bu hususta ona bir meşakkat gelmiyor ve böylelikle fetva soranın kalbi ı;ahatlayacaksa- alıp kullanmasının müstehap olduğu da anlaşılmaktadır.

 

Ayrıca denizde ölmüş bütün deniz hayvanları mübahtır. Bu hususta kendiliğinden ölmüş olan ile avlanarak ölmüş olan arasında da bir fark yoktur. Balıkların mübah olduğu hususunda Müslümanlar icma etmişlerdir. Mezhep alimlerimiz der ki: öldürülmesinin yasaklığı hakkındaki hadis dolayısı ile kurbağa haramdır. Ayrıca derler ki: Bunların dışındakiler hakkında da üç görüş vardır. Bu görüşlerin en sahih olanına göre bu hadis dolayısı ile bütün deniz hayvanlarının helal oİduğudur. İkincisi helal değildir. Üçüncüsü ise kara hayvanları arasında eti yenilir bir benzeri bulunanlar helaldir fakat benzerlerinin eti yenmiyorsa helal değildir. Buna göre deniz atı, deniz sığırı ve deniz ceylanı yenilir. Deniz köpeği, deniz domuzu ve deniz eşeği yenilmez.

 

Mezhep alimlerimiz dedi ki: Eşeklerin bir kısmı karada eti yenilir olmakla birlikte çoğunlukla eti yenilmez. Bizim mezhebimiZin bu husustaki tafsilatı bu şekildedir.

Kurbağa dışında bütün deniz hayvanlarının mübah olduğunu söyleyenler arasında Ebu Bekir es-Sıddik, Ömer, Osman ve İbn Abbas (r.a.)'da bulunmaktadır. Malik, kurbağa dahil bütün deniz hayvanlarının mübah olduğunu söylemiştir. Ebu Hanife ise balık dışında helal değildir, Sebepsiz yere kendiliğinden ölüp su üstüne çıkmış olan balık da helal değildir. Fakat bizim (Şafii) mezhebimize göre bu da helaldir. Ashab ve onlardan sonra gelen pek çok ilim adamı böyle demiştir. Ebu Bekir es-Sıddik, Ebu Eyyub, Ata, Mekhul, Nehai, Malik, Ahmed, Ebu Sevr, Davud ve başkaları bunlar arasındadır. Cabir b. Abdullah, Cabir b. Zeyd, Tavus ve Ebu Hanife ise helal olmaz demişlerdir.

 

Delilimizyüce Allah'ın: "Deniz avı ve yiyeceği size helaldir" (Maide, 96) buyruğudur. İbn Abbas ve cumhur: Deniz avı sizin kendi avladığınızdır. Yiyeceği ise denizin kıyıya attığıdır demişlerdir. Cabir (radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği bu hadisi de ayrıca "o (deniz) suyu temiz meytesi (ölüsü) helal olandır" hadisini de delil göstermişlerdir. Bu da sahih bir hadistir. Ayrıca zikrettiklerimiz dışında meşhur daha başka hususları da delil göstermişlerdir.

 

Cabir'in Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den: "Denizin (kıyıya)attıgı ve denizin çekildiği için kıyıda kalanı yeyiniz. Denizde ölüp su üstüneçıkanı ise yemeyiniz" şeklinde rivayet edilen hadise gelince, hadis imamlarının ittifakı ile zayıf bir hadistir. Delil gösterilmesi -hiçbir şeyonunla tearuz etmese {çatışmasa) dahi delil gösterilemez. Hele sözünü ettiğimiz rivayetler ile çelişiyor ise nasıl delil gösterilir? Ben bu hadisin ravilerininzayıf olduklarını, mühezzeb şerhi yiyecekler babında açıklamış bulunuyorum. Eğer onlar mecbur kaldıkları için anber (balina) ile ilgili bir delil yoktur denilecek olursa biz de: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Medine'de herhangi bir zorunluluk olmadan ondan yemesi delil gösterilir deriz.

 

"Biz onun göz çukurundan testilerle yağ doldurduğumuzu gördüm ... " Buradaki "vakb" vav harfi fethalı kaf sakin ve sonu be olan kelime gözün içi ve çukuru demektir. Kilal ise kulenin çoğulu olup kişinin önünde taşıdığı büyük testiye denilir.

 

"Öküz kadar" buradaki (kadar anlamındaki lafız) diyarımız nüshalarında meşhur iki şekilde rivayet ettik. Birisi fethalı kaf sonra sakin bir dal ile (kadr suretinde) öküz misali öküz kadar anlamındadır. Diğeri ise kesreli fe sonra fethalı dal ile "fider" şeklindedir. Birincisi daha sahihtir. Kadı Iyaz birinci şeklin tashif olduğunu, ikinci şeklin doğru olduğunu söylemiş ise de durum dediği gibi değildir.

 

"Sonra en büyük deveye semer vurdu." O deveye semer koydu demektir.

"Onun etinden haşlayıp beraberimizde azık olarak aldık." Buradaki "veşaik" lafzı hakkında Ebu Ubeyd dedi ki: Bu etin alınıp pişmeyecek kadar kaynatılması ve yolculukta götürülmesi demektir. Tekili "veşika" diye gelir. Veşikanın tamamen kurutulmuş et olduğu da söylenmiştir.

 

"Vücutlarımız (eski) gücüne kavuştu." Tekrar güçlendik demektir.

 

"Ebu Ubeyde kaburga kemiklerinden bir kemik alıp onu dikti." Nüshalarda bu şekilde "onu dikti" anlamındadır. Birinci rivayette ise onu ikame etti (doğrulttu) şeklinde olup ona ait zamiri müennes olarak kullanmıştır. Bilinen şekli de budur. Müzekker kullanışı da bununla organı kastettiği diye açıklanır .

 

 

 

 

4975-18/2- Bize Abdulcebbar b. Ala tahdis etti, bize Süfyan tahdis edip dedi ki: Amr, Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken dinlemiştir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizi gönderdi. Biz üçyüz atlı idik. Komutanımız da Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'dı. Kureyş'in bir kervanına pusu kuracaktık. Sahilde onbeş gün ikamet ettik. Şiddetli bir açlıkla karşı karşıya kaldık. O kadar ki silkelediğimiz ağaç yapraklarını yedik. Bundan dolayı orduya ceyşul habat denildi. Derken deniz bize anber (balina) denilen bir hayvanı kıyıya attı. Biz de ondan onbeş gün boyunca yedik. Yağından süründük. Hatta vücutlarımız eski gücünü kazandı. Ebu Ubeyde o balinanın kaburga kemiklerinden birisini alıp dikti. Sonra ordudaki en uzun adama ve en uzun deveye baktı. O adamı o devenin üzerinde bindirdi. Kaburga kemiğinin altından geçti. Göz çukuruna da birkaç kişi oturdu. Bizler onun göz çukurundan şu kadar şu kadar testi yağ çıkardık. Bizimle beraber bir torba kuru hurma vardı. Ebu Ubeyde bizden her bir adama birer avuç veriyordu. Sonra birer hurma vermeye başladı. O da bitince onun da yokluğunu hissettik.

 

Diğer tahric: Buhari, 4361, 5494; Nesai, 4363;

 

 

 

4976-19/3- Bize Abdulcebbar b. el-Ala da tahdis etti, bize Süfyan tahdis edip dedi ki: Amr, Cabir'i ceyşul habat hakkında şöyle derken dinledi: Bir adam önce üç deve boğazladı, sonra üç daha sonra üç daha boğazladı. Sonra Ebu Ubeyde ona bu işi yapmamasını söyledi.

 

 

 

4977-20/4- Bize Osman b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Abde -yani b. Süleyman- Hişam b. Urve'den tahdis etti, o Vehb b. Keysan'dan, o Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet etti: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizi -üçyüz kişi olduğumuz halde- gönderdi. Azıklarımızı boyunlarımızın üzerinde taşıyorduk.

 

Diğer tahric: Buhari, 2483 -uzunca-, 2983, 4360 -uzunca-; Tirmizi, 2475; Nesai, 4362; İbn Mace, 4159

 

 

 

4978-21/5- Bana Muhammed b. Hatim de tahdis etti, bize Abdurrahman b. Mehdi, Malik b. Enes'den tahdis etti, o Ebu Nuaym Vehb b. Keysan'dan rivayet ettiğine göre Cabir b. Abdullah kendisine haber vererek dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üçyüz kişilik bir seriyye gönderdi. Başlarına Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı komutan tayin etti. Azıkları bitince Ebu Ubeyde azıklarını bir kapta topladı. O bize gıdamızı veriyordu. Öyle ki her gün birer hurma isabet ediyordu.

 

 

 

4979- .. ./6- Bize Ebu Kureyb de tahdis etti. .. Vehb b. Keysan dedi ki: Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken dinledim: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim de aralarında bulunduğum bir seriyyeyi Siyf el-Bahr'a gönderdi. Sonra hepsi de hadisin geri kalan kısmını Amr b. Dinar ile Ebu'z-Zubeyr'in hadisi rivayetlerine yakın olarak rivayet etti. Ancak Vehb b. Keysan'ın hadisi rivayetinde: Ordu ondan {balıktan} onsekiz gün boyunca yedi demektedir.

 

 

 

4980- ... /7- Bana Haccac b. eş-Şair de tahdis etti, bize Osman b. Ömer tahdis etti. (H.) Bana Muhammed b. Rafi'de tahdis etti, bize Ebu'l-Munzir el-Kazzaz tahdis etti, ikisi Davud b. Kays'dan o Ubeydullah b. Miksem'den, o Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cüheyne topraklarına bir askeri birlik gönderdi. Başlarına da birisini komutan tayin etti. Sonra da hadisi öbürlerinin hadisine yakın olarak rivayet etti.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          (4975) "Onun göz çukuruna birkaç kişi oturdu." Buradaki "hicac" ha sonra cim harfi ile olup ha harfi kesreli ve fethalı (hacac) diye de söylenir. İki meşhur söyleyiştir. Bu da bundan önceki rivayette geçen "göz çukuru" ile aynı anlamdadır. Onu da açıklamış bulunuyoruz.

 

(4976) "Bir adam üç deve kesti, sonra üç deve daha kesti... sonra Ebu Ubeyde bunu ona yasakladL" Bu develeri kesen kişi Kays b. Sa'd b. Ubade (radıyallahu anh)'tır.

 

(Birinci rivayette (4974) "orada bir ay kaldık" denilmektedir. İkinci rivayette (4975) "ondan onbeş gün yedik" denilirken, üçüncü rivayette (4979) "askerler ondan onsekiz gün yedi" denilmektedir. Rivayetleri telif etmenin yolu da şudur: Bir ay diye rivayet edenin rivayeti asıldır. Ayrıca onunla birlikte fazladan bir bilgi de bulunmaktadır. Ondan daha aşağısını rivayet edenler fazlasının olmadığını söylememektedir. Söylese dahi bunun olduğunu söyleyenin rivayeti takdim edilir. Defalarca açıkladığımız gibi usül alimleri nezdinde meşhur ve sahih olan adet mefhumunun hükümsüz olduğudur. Fazlanın sabit olduğunu söylemek onunla çatışmıyor ise fazlalığı reddetmek gerekmez. Üstelik burada böyle bir çatışma sözkonusu olduğundan dolayı fazlalığı kabul etmek gerekir. Kadı Iyaz bu rivayetleri şöylece telif etmektedir: Onbeş gün diyen bir kimse o balıktan bu süre zarfında taze et olarak yediklerini, bir ay diyen kimse de onların bu eti kurutup ayın geri kalan kısmında kurutulmuş olarak ondan yediklerini kastetmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

(4979) "Siyful Bahr" sin harfi kesreli ve ye harfi sakin (med)dir. Bu da bundan önceki iki rivayette denildiği gibi deniz kıyısı demektir.

 

(4980) "Bize Haccac b. eş-Şair de tahdis etti deyip bu isnadda: Bize Ebul Munzir el-Kazzaz tahdis etti" demektedir. Bizim diyarımız nüshalarında bu şekilde "el-Kazzaz" diye kaydedilmiştir. Birçoğunda ise be harfi ile "el-Bezzaz" diye zikredilmiştir. Yine Kadı Iyaz ravilerin bu hususta ihtilaf ettiklerini ve daha meşhur olanın kaf ile "el-Kazzaz" olduğunu da söylemiştir. Nitekim el-Ensab'da es-Sem'anı'nin ve başkalarının da zikrettiği şekil budur. Halef el-Vasıti ise el-Etraf adlı eserinde Müslim'in rivayetinde be ile (Bezzaz) diye zikretmiş olmakla birlikte üzerinde bazı karartmalar bulunmaktadır. Belki de her iki şekilde Kazzaz ve Bezzaz da söylenmiş olabilir. Burada sözü edilen Ebül Munzir'in adı İsmail b. Huseyn b. el-Müsenna'dır. Ahmed b. Hanbel, İbn Ebu Hatim'in kitabında belirttiği üzere adını böyle vermiştir. Cumhur ise onun sadece İsmail b. Ömer olduğunu söylemekle yetinmiştir. Ebu Hatim: O saduk (çok doğru sözlü) birisidir demiştir. Ahmed b. Hanbel de ondan hadis yazılmasını emir etmiştir. O Müslim'in fert ravilerindendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

5- EVCİL EŞEKLERİN ETİNİN YENMESİNİN HARAM KILINMASI BABI