SAHİH-İ MÜSLİM |
AV |
4 - باب:
إباحة ميتات
البحر.
4- DENİZDE YAŞAYAN ÖLÜ
HAYVANLARIN MÜBAH OLDUĞU BABI
17 - (1935) حدثنا
أحمد بن يونس.
حدثنا زهير.
حدثنا أبو الزبير
عن جابر. ح
وحدثناه يحيى
بن يحيى.
أخبرنا أبو
خيثمة عن أبي
الزبير، عن
جابر. قال:
بعثنا
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وأمر علينا
أبا عبيدة.
نتلقى عيرا
لقريش. وزودنا
جرابا من تمر
لم يجد لم
غيره. فكان
أبو عبيدة
يعطينا تمرة
تمرة. قال
فقلت: كيف
كنتم تصنعون
بها؟ قال:
نمصها كما يمص
الصبي. ثم
نشرب عليها من
الماء.
فتكفينا
يومنا إلى
الليل. وكنا
نضرب
بعصينا الخبط.
ثم نبله
بالماء
فنأكله. قال
وانطلقنا على
ساحل البحر.
فرفع لنا على
ساحل البحر
كهيئة الكثيب
الضخم.
فأتيناه فإذا
هي دابة تدعى
العنبر. قال:
قال أبو
عبيدة: ميتة.
ثم قال: لا. بل
نحن رسل رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
وفي سبيل
الله. وقد
اضطررتم
فكلوا. قال:
فأقمنا عليه
شهرا. ونحن
ثلاث مائة حتى
سمنا. قال: ولقد
رأيتنا نغترف
من وقب عينه،
بالقلال،
الدهن. ونقتطع
منه الفدر
كالثور (أو
كقدر الثور)
فلقد أخذ منا
أبو عبيدة
ثلاثة عشر
رجلا. فأقعدهم
في وقب عينه.
وأخذ ضلعا من
أضلاعه.
فأقامها. ثم
رحل أعظم بعير
معنا. فمر من تحتها.
وتزودنا من
لحمه وشائق.
فلما قدمنا
المدينة
أتينا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
فذكرنا ذلك
له. فقال (هو
رزق أخرجه
الله لكم. فهل
معكم من لحمه
شيء
فتطعمونا؟)
قال: فأرسلنا
إلى رسول الله
صلى الله عليه
وسلم منه. فأكله.
4974-17/1- Bize Ahmed b.
Yunus tahdis etti, bize Züheyr tahdis etti, bize Ebu'z-Zübeyr Cabir'den tahdis
etti (H.) Bunu bize Yahya b. Yahya da tahdis etti, bize Ebu Hayseme,
Ebu'z-Zübeyr'den haber verdi, o Cabir'den şöyle dediğini rivayet etti.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bizi (bir askeri birlik olarak)
gönderdi. Başımıza da Ebu Ubeyde'yi komutan tayin etti. Kureyşlilere ait bir
kervanın yolunu kesecektik. Bize azık olarak bir torba kuru hurma verdi. Bundan
başka bize verecek bir şey bulamamıştı. Bunun için Ebu Ubeyde bize hurmaları
teker teker veriyordu. (Ebu'z-Zubeyr) dedi ki: Ben: Peki o tek hurmayı ne
yapıyordunuz dedim. O: Küçük çocuğun emdiği gibi onu emer, sonra da üzerine su
içerdik. O gün akşama kadar bize yetiyordu. Bir de bastonlarımızla selem
ağaçlarına vurarak yapraklarını silkeliyor sonra o yaprakları su ile ıslatıp
yiyorduk. Deniz kıyısına doğru gittik. Deniz kıyısında pek büyük bir kum tepesi
gibi yüksek bir şeyle karşılaştık. Onun yanına gittiğimizde bunun anber
(balina) denilen bir hayvan olduğunu gördük. Ebu Ubeyde: Bu bir ölüdür dedikten
sonra: Hayır aksine biz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elçileriyiz
ve Allah yolundayız. Siz de çaresiz kalmış bulunuyorsunuz. Haydi yiyin dedi.
(Cabir) dedi ki: Biz
orada bir ay kaldık. Üçyüz kişi idik ve hatta kiloda aldık. Ben göz çukurundan
testilerle yağ doldurduğumuzu görmüşümdür. Ayrıca ondan öküz gibi -yahut öküz
kadar- parçalar da kesiyorduk. Ebu Ubeyde, bizden onüç adam alıp gözünün
çukuruna onları oturttu. Yine o balığın kaburga kemiklerinden birisini alıp
dikti, sonra da beraberimizdeki en büyük deveye semer vurdu. Deve o kemiğin
altından geçti. Onun etinden parçalar alarak bir miktar haşlayıp azık olarak
yanımıza aldık. Medine'ye geldiğimizde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in huzuruna varıp bunu ona anlatınca O:
"O Allah'ın sizin
için çıkardığı bir rızıktır. Beraberinizde onun etinden bir şey var mı (varsa)
bize de yedi ri n" buyurdu. (Cabir) dedi ki: Bunun üzerine biz de
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e etinden bir miktar gönderdik ve O da
onu yedi.
AÇIKLAMA: "Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bizi (bir askeri birlik olarak) gönderdi.
Başımıza Ebu Ubeyde'yi komutan tayin etti." Buradan orduların mutlaka
onları disiplin altına alacak emir ve yasaklarına itaat edecek bir komutan
tayin etmenin gerekliliği ve komutanın onların en faziletlileri ya da en
faziletlilerinden birisi olması gerektiği anlaşılmaktadır. İlim adamları der
ki: Yol arkadaşı olan insanların sayıca az olsalar dahi başlarına birini emir
yapıp ona itaat etmeleri müstehaptır.
"Kureyş'in bir
kervanının yolunu kesecektik." Daha önce "ir"in yiyecek ve başka
şeyler yüklü deve (kervanı) olduğu geçmişti. Bu hadis-i şerifte, harp ehlinin
yolunu kesmenin onlara baskın düzenlemenin ve mallarını alıp ganimet olarak ele
geçirmek için çıkmanın caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır.
"Bize azık olarak
bir torba kuru hurma verdi. .. geceye kadar bize yetiyordu."
"Cirab" cim
harfi kesreli ve fethalı (cerab) diye söylenmekle birlikte kesreli söyleyiş
daha fasihtir. Daha önce defalarca açıklanmıştı. (Torba, heybe, dağarcık
anlamlarına gelir). Burada ashab (radıyallahu anhum)'Un dünya hayatında ne
kadar zahid oldukları, dünyalıktan oldukça az bir şeyler ele geçirip açlığa,
zor yaşayışa sabredip katlandıkları, böyle bir duruma rağmen gazaya gittikleri
açık bir şekilde ifade edilmektedir. "Bize azık olarak bir torba kuru
hurma verdi. Bize ondan başka verecek bir şey bulamamıştı. Ebu Ubeyde de bize
hurmaları birer birer veriyordu." Bu hadisin bir rivayetinde (4977) "azıklarımızı
boyunlarımız üstünde (omzumuzda) taşıyorduk." Bir diğer rivayette (4978)
"azıkları tükenince Ebu Ubeyde onların azıklarım bir kaba topladı. Bize
gıdamızı dağıtıyordu. Öyle ki her gün bize bir(er) hurma isabet ediyordu."
Denilmektedir. Muvatta'da da: "Azıkları tükendi, iki kap hurma vardı. O
bize yiyeceğimizi (gıdamızı) dağıtıyordu. Öyle ki her birimize her gün birer
hurma isabet ediyordu." Denilmektedir. Müslim'in diğer rivayetinde de
(4975) "o bize (önce) birer avuç birer avuç verirken daha sonra her
birimize birer hurma vermeye başladı" denilmektedir.
Kadı lyaz dedi ki: Bu
rivayetlerin bir arada telifi şu şekildedir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kendi mallarından ve onların dışında ashab-ı kiramın onlara destek olmak üzere
verdiklerinden beraberlerinde bulunanlardan ayrı olarak bir kap azık vermişti.
Bundan dolayı "biz azıklarımızı taşıyorduk" demiştir. Ayrıca onların
azıkları arasında sözü edilen bu torbanın dışında kuru hurma bulunmamakla
birlikte ondan başka azıklarının da bulunma ihtimali vardır. Ebu Ubeyde'nin
onlara hurmaları teker teker vermesine gelince bu azıkları tükenip kaldıkları
sürenin uzamasından sonraki ikinci durumlarında olmuştu. Nitekim son rivayette
bunu böylece açıklamıştır. Birinci rivayet, ilk durumları hakkında değil son
durumları hakkında haber bir mana taşımaktadır.
Açıkça göründüğü kadarı
ile "hurmaların teker teker verilmesi" onlara hurmayı avuç avuç
paylaştırmasından sonra olmuştur. Hurmaları azalınca onlara birer birer paylaştırdı.
Sonra o da bitti ve bir hurmayı dahi bulamaz oldular. O tek hurmayı
bulamadıkları için de acı çektiler ve yüce Allah onlara anber (denilen balinali
nasip edinceye kadar ağaç yaprakları m yediler.
(4978) "Ebu Ubeyde
azıklarımızı bir kapta topladı. O bize ... gıdamızı veriyordu." Bu da onun
bu azıklarım kendilerinin rızası ile toplayıp onlar için bereketlenmesi
amacıyla azıklarını karıştırdığı şeklinde açıklanır. Nitekim Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de aynı şeyi bir çok yerde yapmıştır. Eş'ariler de böyle
yaptıkları için Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onları övmüştü. Mezhep
alimlerimiz ve onların dışında ilim adamları da yolculuktaki yol arkadaşlarının
daha da bereketlenmesi, geçimlerinin daha iyi olması ve bazılarının diğerlerinden
farklı özel bir yemek yememesi için azıklarını karıştırmaları müstehaptır
demişlerdir. Allah en iyi bilendir.
"Pek büyük bir kum
yığını gibi" kesib: tepe şeklinde ve uzunlamasına kum yığını demektir.
"Derken anber
(balina) denilen bir hayvan ile karşılaştık. Ebu Ubeyde:
Bu ölü (leş}dir dedi. ..
Biz üçyüz kişi idik. Hatta şişmanladık." Hadisin sonunda da bu balıktan
azık aldıklarını da zikretmekte ve döndüklerinde Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in de kendilerine beraberinizde etinden bir şey var mı, bize yedirseniz
buyurduğunu ve bunun üzerine biz de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
ondan bir parça gönderdik. O da ondan yedi dediği kaydedilmektedir.
Hadisin anlamı şudur:
Ebu Ubeyde (radıyallahu anh) önce kendi içtihadı ile bu bir meyte (leş}dir
demişti. Meyte (ölülleş) haramdır. Onu yemek size helal değildir. Sonra
içtihadını değiştirerek: Hayır o size meyte olmakla birlikte helaldir. Çünkü
sizler Allah yolunda bulunuyorsunuz ve bunu yemeye mecbursunuz. Şanı yüce Allah
da mecbur kalan kimseye haddi aşmadan ve düşmanlık etmeden meyteden yemeyi
mübah kılmıştır. Siz de bundan yeyiniz demesi üzerine onlar da ondan yediler.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etinden isteyip ona ikram edileni
yemesine gelince, o bununla helal olduğu hususunda gönüllerinin tamamen
rahatlaması için mübah olduğunda herhangi bir şüphe bulunmadığı ve böyle bir
şeyi kendisi için de beğenip kabul ettiğini anlatmak üzere işi ileriye götürmek
istemişti. Yahut da bu şanı yüce Allah tarafından Allah'ın kendilerine yaptığı
olağanüstü bir ikram olmasından ötürü onu teberrüken yemek istemişti.
Bu rivayette bir
kimsenin arkadaşının malından ve eşyasından -ona nazlanmak maksadıyla- bir
şeyler istemesinde bir sakınca olmadığına ve bunun yasaklanmış türden istemek
(dilenmek) türünden sayılmadığına delil bulunmaktadır. Çünkü yasaklanan istenen
(dilenmek) sırf mal edinmek ve buna benzer maksatlarla yalancı olan kimseler
hakkındadır. Buradaki isteyiş ise kaynaşmak ve latife yaparak güzel bir şekilde
şakalaşmak ve nazlanmak içindir. Ayrıca bu hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den sonra caiz olduğu gibi zamanında da hükümler hakkında içtihad
etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Yine bu hadiste, fetva
isteyenin hakkında şüpheye düştüğü bazı mübahları müftinin -eğer bu hususta ona
bir meşakkat gelmiyor ve böylelikle fetva soranın kalbi ı;ahatlayacaksa- alıp
kullanmasının müstehap olduğu da anlaşılmaktadır.
Ayrıca denizde ölmüş
bütün deniz hayvanları mübahtır. Bu hususta kendiliğinden ölmüş olan ile
avlanarak ölmüş olan arasında da bir fark yoktur. Balıkların mübah olduğu
hususunda Müslümanlar icma etmişlerdir. Mezhep alimlerimiz der ki:
öldürülmesinin yasaklığı hakkındaki hadis dolayısı ile kurbağa haramdır. Ayrıca
derler ki: Bunların dışındakiler hakkında da üç görüş vardır. Bu görüşlerin en
sahih olanına göre bu hadis dolayısı ile bütün deniz hayvanlarının helal
oİduğudur. İkincisi helal değildir. Üçüncüsü ise kara hayvanları arasında eti
yenilir bir benzeri bulunanlar helaldir fakat benzerlerinin eti yenmiyorsa
helal değildir. Buna göre deniz atı, deniz sığırı ve deniz ceylanı yenilir.
Deniz köpeği, deniz domuzu ve deniz eşeği yenilmez.
Mezhep alimlerimiz dedi
ki: Eşeklerin bir kısmı karada eti yenilir olmakla birlikte çoğunlukla eti
yenilmez. Bizim mezhebimiZin bu husustaki tafsilatı bu şekildedir.
Kurbağa dışında bütün
deniz hayvanlarının mübah olduğunu söyleyenler arasında Ebu Bekir es-Sıddik,
Ömer, Osman ve İbn Abbas (r.a.)'da bulunmaktadır. Malik, kurbağa dahil bütün
deniz hayvanlarının mübah olduğunu söylemiştir. Ebu Hanife ise balık dışında
helal değildir, Sebepsiz yere kendiliğinden ölüp su üstüne çıkmış olan balık da
helal değildir. Fakat bizim (Şafii) mezhebimize göre bu da helaldir. Ashab ve
onlardan sonra gelen pek çok ilim adamı böyle demiştir. Ebu Bekir es-Sıddik,
Ebu Eyyub, Ata, Mekhul, Nehai, Malik, Ahmed, Ebu Sevr, Davud ve başkaları
bunlar arasındadır. Cabir b. Abdullah, Cabir b. Zeyd, Tavus ve Ebu Hanife ise
helal olmaz demişlerdir.
Delilimizyüce Allah'ın:
"Deniz avı ve yiyeceği size helaldir" (Maide, 96) buyruğudur. İbn
Abbas ve cumhur: Deniz avı sizin kendi avladığınızdır. Yiyeceği ise denizin
kıyıya attığıdır demişlerdir. Cabir (radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği bu
hadisi de ayrıca "o (deniz) suyu temiz meytesi (ölüsü) helal olandır"
hadisini de delil göstermişlerdir. Bu da sahih bir hadistir. Ayrıca
zikrettiklerimiz dışında meşhur daha başka hususları da delil göstermişlerdir.
Cabir'in Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den: "Denizin (kıyıya)attıgı ve denizin
çekildiği için kıyıda kalanı yeyiniz. Denizde ölüp su üstüneçıkanı ise
yemeyiniz" şeklinde rivayet edilen hadise gelince, hadis imamlarının
ittifakı ile zayıf bir hadistir. Delil gösterilmesi -hiçbir şeyonunla tearuz
etmese {çatışmasa) dahi delil gösterilemez. Hele sözünü ettiğimiz rivayetler ile
çelişiyor ise nasıl delil gösterilir? Ben bu hadisin ravilerininzayıf
olduklarını, mühezzeb şerhi yiyecekler babında açıklamış bulunuyorum. Eğer
onlar mecbur kaldıkları için anber (balina) ile ilgili bir delil yoktur
denilecek olursa biz de: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Medine'de
herhangi bir zorunluluk olmadan ondan yemesi delil gösterilir deriz.
"Biz onun göz
çukurundan testilerle yağ doldurduğumuzu gördüm ... " Buradaki
"vakb" vav harfi fethalı kaf sakin ve sonu be olan kelime gözün içi
ve çukuru demektir. Kilal ise kulenin çoğulu olup kişinin önünde taşıdığı büyük
testiye denilir.
"Öküz kadar"
buradaki (kadar anlamındaki lafız) diyarımız nüshalarında meşhur iki şekilde
rivayet ettik. Birisi fethalı kaf sonra sakin bir dal ile (kadr suretinde) öküz
misali öküz kadar anlamındadır. Diğeri ise kesreli fe sonra fethalı dal ile
"fider" şeklindedir. Birincisi daha sahihtir. Kadı Iyaz birinci
şeklin tashif olduğunu, ikinci şeklin doğru olduğunu söylemiş ise de durum
dediği gibi değildir.
"Sonra en büyük
deveye semer vurdu." O deveye semer koydu demektir.
"Onun etinden
haşlayıp beraberimizde azık olarak aldık." Buradaki "veşaik"
lafzı hakkında Ebu Ubeyd dedi ki: Bu etin alınıp pişmeyecek kadar kaynatılması
ve yolculukta götürülmesi demektir. Tekili "veşika" diye gelir.
Veşikanın tamamen kurutulmuş et olduğu da söylenmiştir.
"Vücutlarımız
(eski) gücüne kavuştu." Tekrar güçlendik demektir.
"Ebu Ubeyde kaburga
kemiklerinden bir kemik alıp onu dikti." Nüshalarda bu şekilde "onu
dikti" anlamındadır. Birinci rivayette ise onu ikame etti (doğrulttu)
şeklinde olup ona ait zamiri müennes olarak kullanmıştır. Bilinen şekli de
budur. Müzekker kullanışı da bununla organı kastettiği diye açıklanır .
18 - (1935) حدثنا
عبدالجبار بن
العلاء. حدثنا
سفيان. قال:
سمع عمرو بن
جابر بن
عبدالله يقول:
بعثنا
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم ونحن ثلاثمائة
راكب. وأميرنا
أبو عبيدة بن
الجراح. نرصد
عيرا لقريش.
فأقمنا
بالساحل نصف
شهر. فأصابنا
جوع شديد. حتى أكلنا
الخبط. فسمى
جيش الخبط.
فألقى لنا
البحر دابة
يقال لها
العنبر.
فأكلنا منها
نصف شهر. وادهنا
من ودكها حتى
ثابت
أجسامنا. قال:
فأخذ أبو
عبيدة ضلعا من
أضلاعه فنصبه.
ثم نظر إلى
أطول رجل في
الجيش، وأطول
جمل فحمله
عليه. فمر
تحته. قال:
وجلس في حجاج
عينه نفر. قال:
وأخرجنا من
وقب عينه كذا
وكذا قلة ودك.
قال: وكان
معنا جراب من
تمر. فكان أبو
عبيدة يعطي كل
رجل منا قبضة
قبضة. ثم
أعطانا تمرة
تمرة. فلما فنى
وجدنا فقده.
4975-18/2- Bize
Abdulcebbar b. Ala tahdis etti, bize Süfyan tahdis edip dedi ki: Amr, Cabir b.
Abdullah'ı şöyle derken dinlemiştir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bizi gönderdi. Biz üçyüz atlı idik. Komutanımız da Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'dı.
Kureyş'in bir kervanına pusu kuracaktık. Sahilde onbeş gün ikamet ettik.
Şiddetli bir açlıkla karşı karşıya kaldık. O kadar ki silkelediğimiz ağaç
yapraklarını yedik. Bundan dolayı orduya ceyşul habat denildi. Derken deniz
bize anber (balina) denilen bir hayvanı kıyıya attı. Biz de ondan onbeş gün
boyunca yedik. Yağından süründük. Hatta vücutlarımız eski gücünü kazandı. Ebu
Ubeyde o balinanın kaburga kemiklerinden birisini alıp dikti. Sonra ordudaki en
uzun adama ve en uzun deveye baktı. O adamı o devenin üzerinde bindirdi.
Kaburga kemiğinin altından geçti. Göz çukuruna da birkaç kişi oturdu. Bizler
onun göz çukurundan şu kadar şu kadar testi yağ çıkardık. Bizimle beraber bir
torba kuru hurma vardı. Ebu Ubeyde bizden her bir adama birer avuç veriyordu.
Sonra birer hurma vermeye başladı. O da bitince onun da yokluğunu hissettik.
Diğer tahric: Buhari,
4361, 5494; Nesai, 4363;
19 - (1935) وحدثنا
عبدالجبار بن
العلاء. حدثنا
سفيان. قال:
سمع عمرو
جابرا يقول،
في جيش الخبط:
إن
رجلا نحر ثلاث
جزائر. ثم
ثلاثا. ثم
ثلاثا. ثم
نهاه أبو
عبيدة.
4976-19/3- Bize
Abdulcebbar b. el-Ala da tahdis etti, bize Süfyan tahdis edip dedi ki: Amr,
Cabir'i ceyşul habat hakkında şöyle derken dinledi: Bir adam önce üç deve
boğazladı, sonra üç daha sonra üç daha boğazladı. Sonra Ebu Ubeyde ona bu işi
yapmamasını söyledi.
20 - (1935) وحدثنا
عثمان بن أبي
شيبة. حدثنا
عبدة (يعني ابن
سليمان) عن
هشام بن عروة،
عن وهب بن
كيسان، عن
جابر بن
عبدالله. قال:
بعثنا
النبي صلى
الله عليه
وسلم ونحن
ثلاثمائة. نحمل
أزواد على
رقابنا.
4977-20/4- Bize Osman b.
Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Abde -yani b. Süleyman- Hişam b. Urve'den tahdis
etti, o Vehb b. Keysan'dan, o Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet
etti: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizi -üçyüz kişi olduğumuz halde-
gönderdi. Azıklarımızı boyunlarımızın üzerinde taşıyorduk.
Diğer tahric: Buhari,
2483 -uzunca-, 2983, 4360 -uzunca-; Tirmizi, 2475; Nesai, 4362; İbn Mace, 4159
21 - (1935) وحدثني
محمد بن حاتم.
حدثنا
عبدالرحمن بن
مهدي عن مالك
بن أنس، عن
أبي نعيم، وهب
بن كيسان؛ أن
جابر بن
عبدالله
أخبره قال:
بعث
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم سرية،
ثلاثمائة.
وأمر عليهم
أبا عبيدة بن
الجراح. ففنى
زادهم. فجمع
أبو عبيدة
زادهم في
مزود. فكان
يقوتنا. حتى
كان يصيبنا،
كل يوم، تمرة.
4978-21/5- Bana Muhammed
b. Hatim de tahdis etti, bize Abdurrahman b. Mehdi, Malik b. Enes'den tahdis
etti, o Ebu Nuaym Vehb b. Keysan'dan rivayet ettiğine göre Cabir b. Abdullah
kendisine haber vererek dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üçyüz
kişilik bir seriyye gönderdi. Başlarına Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı komutan tayin
etti. Azıkları bitince Ebu Ubeyde azıklarını bir kapta topladı. O bize gıdamızı
veriyordu. Öyle ki her gün birer hurma isabet ediyordu.
(1935) - وحدثنا
أبو كريب.
حدثنا أبو
أسامة. حدثنا
الوليد (يعني
ابن كثير). قال:
سمعت وهب بن
كيسان يقول: سمعت
جابر بن
عبدالله يقول:
بعث رسول الله
صلى الله عليه
وسلم سرية،
أنا فيهم، إلى
سيف البحر. وساقوا
جميعا بقية
الحديث. كنحو
حديث عمرو بن دينار
وأبي الزبير.
غير أن في
حديث وهب بن
كيسان: فأكل
منها الجيش
ثماني عشرة
ليلة.
4979- .. ./6- Bize Ebu
Kureyb de tahdis etti. .. Vehb b. Keysan dedi ki: Cabir b. Abdullah'ı şöyle
derken dinledim: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim de aralarında
bulunduğum bir seriyyeyi Siyf el-Bahr'a gönderdi. Sonra hepsi de hadisin geri
kalan kısmını Amr b. Dinar ile Ebu'z-Zubeyr'in hadisi rivayetlerine yakın
olarak rivayet etti. Ancak Vehb b. Keysan'ın hadisi rivayetinde: Ordu ondan
{balıktan} onsekiz gün boyunca yedi demektedir.
2 م - (1935)
وحدثني حجاج
بن الشاعر.
حدثنا عثمان
بن عمر. ح
وحدثني محمد
بن رافع.
حدثنا أبو
المنذر
القزاز.
كلاهما عن
داود بن قيس،
عن عبيدالله
بن مقسم، عن
جابر بن
عبدالله. قال:
بعث رسول الله
صلى الله عليه
وسلم بعثا إلى
أرض جهينة. واستعمل
عليهم رجلا.
وساق الحديث
بنحو حديثهم.
4980- ... /7- Bana
Haccac b. eş-Şair de tahdis etti, bize Osman b. Ömer tahdis etti. (H.) Bana
Muhammed b. Rafi'de tahdis etti, bize Ebu'l-Munzir el-Kazzaz tahdis etti, ikisi
Davud b. Kays'dan o Ubeydullah b. Miksem'den, o Cabir b. Abdullah'tan şöyle
dediğini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cüheyne
topraklarına bir askeri birlik gönderdi. Başlarına da birisini komutan tayin
etti. Sonra da hadisi öbürlerinin hadisine yakın olarak rivayet etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: (4975)
"Onun göz çukuruna birkaç kişi oturdu." Buradaki "hicac" ha
sonra cim harfi ile olup ha harfi kesreli ve fethalı (hacac) diye de söylenir.
İki meşhur söyleyiştir. Bu da bundan önceki rivayette geçen "göz
çukuru" ile aynı anlamdadır. Onu da açıklamış bulunuyoruz.
(4976) "Bir adam üç
deve kesti, sonra üç deve daha kesti... sonra Ebu Ubeyde bunu ona
yasakladL" Bu develeri kesen kişi Kays b. Sa'd b. Ubade (radıyallahu
anh)'tır.
(Birinci rivayette
(4974) "orada bir ay kaldık" denilmektedir. İkinci rivayette (4975)
"ondan onbeş gün yedik" denilirken, üçüncü rivayette (4979)
"askerler ondan onsekiz gün yedi" denilmektedir. Rivayetleri telif
etmenin yolu da şudur: Bir ay diye rivayet edenin rivayeti asıldır. Ayrıca
onunla birlikte fazladan bir bilgi de bulunmaktadır. Ondan daha aşağısını
rivayet edenler fazlasının olmadığını söylememektedir. Söylese dahi bunun
olduğunu söyleyenin rivayeti takdim edilir. Defalarca açıkladığımız gibi usül
alimleri nezdinde meşhur ve sahih olan adet mefhumunun hükümsüz olduğudur.
Fazlanın sabit olduğunu söylemek onunla çatışmıyor ise fazlalığı reddetmek
gerekmez. Üstelik burada böyle bir çatışma sözkonusu olduğundan dolayı
fazlalığı kabul etmek gerekir. Kadı Iyaz bu rivayetleri şöylece telif
etmektedir: Onbeş gün diyen bir kimse o balıktan bu süre zarfında taze et
olarak yediklerini, bir ay diyen kimse de onların bu eti kurutup ayın geri
kalan kısmında kurutulmuş olarak ondan yediklerini kastetmiştir. Allah en iyi
bilendir.
(4979) "Siyful
Bahr" sin harfi kesreli ve ye harfi sakin (med)dir. Bu da bundan önceki
iki rivayette denildiği gibi deniz kıyısı demektir.
(4980) "Bize Haccac
b. eş-Şair de tahdis etti deyip bu isnadda: Bize Ebul Munzir el-Kazzaz tahdis
etti" demektedir. Bizim diyarımız nüshalarında bu şekilde
"el-Kazzaz" diye kaydedilmiştir. Birçoğunda ise be harfi ile
"el-Bezzaz" diye zikredilmiştir. Yine Kadı Iyaz ravilerin bu hususta
ihtilaf ettiklerini ve daha meşhur olanın kaf ile "el-Kazzaz"
olduğunu da söylemiştir. Nitekim el-Ensab'da es-Sem'anı'nin ve başkalarının da
zikrettiği şekil budur. Halef el-Vasıti ise el-Etraf adlı eserinde Müslim'in
rivayetinde be ile (Bezzaz) diye zikretmiş olmakla birlikte üzerinde bazı
karartmalar bulunmaktadır. Belki de her iki şekilde Kazzaz ve Bezzaz da
söylenmiş olabilir. Burada sözü edilen Ebül Munzir'in adı İsmail b. Huseyn b.
el-Müsenna'dır. Ahmed b. Hanbel, İbn Ebu Hatim'in kitabında belirttiği üzere
adını böyle vermiştir. Cumhur ise onun sadece İsmail b. Ömer olduğunu
söylemekle yetinmiştir. Ebu Hatim: O saduk (çok doğru sözlü) birisidir
demiştir. Ahmed b. Hanbel de ondan hadis yazılmasını emir etmiştir. O Müslim'in
fert ravilerindendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
5- EVCİL EŞEKLERİN
ETİNİN YENMESİNİN HARAM KILINMASI BABI