SAHİH-İ MÜSLİM

CİHAD VE SİYER

 

45/47- Zİ KARED GAZVESİ VE DİĞERLERİ BABI

 

4653-131/1- Bize Kuteye b. Said de tahdis etti, bize Hatim -yani b. İsmail- Yezid b. Ebu Ubeyd'den şöyle dediğini tahdis etti: Seleme b. el-Ekva'ı şöyle derken dinledim: İlk namaz (sabah namazı) için ezan okunmadan önce çıktım. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sağınal develeri ZU Kared'de otluyordu. Abdurrahman b. Avf'ın bir kölesi karşıma çıktı ve: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sağmal develeri alındı, dedi. Ben: Onları kim aldı, dedim. O: Gatafan(lılar), dedi. (Seleme), dedi ki: Ben de üç defa ya sabahah {sabah baskınına uğradık} diye feryad ettim. Benim bu sözlerim Medine'nin iki Karataşlığı arasında işitildi. Sonra ben yüzümün döndüğü tarafa doğru hızlıca koştum. Nihayet onlara ZU Kared'de yetiştim. Su içmeye (ve hayvanları sulamaya) başlamışlardı. Onlara oklarımla atmaya başladım. İyi ok atıcıydım. Bu arada: "Ben Ekva'nın oğluyum ve bugün alçakların {helak olacakları} gündür" diyerek recez okuyordum. Nihayet sağınal develeri onlardan kurtardım ve onlardan ayrıca otuz bürde de ele geçirdim. Bu arada Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve insanlar geldi. Ben: Ey Allah'ın Nebi'si! Onların su içmelerine engel oldum. Onlar susuzdurlar. Derhal onlara (birilerini) gönder, dedim. Allah Rasulü: "Ey Ekva'nın oğlu! Sen Malik oldun. O halde yumuşak davran" buyurdu.

 

(Seleme devamla), dedi ki: Sonra döndük. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de beni Medine'ye girinceye kadar arkasına terkisine bindirmişti.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 3041, 4194

 

AÇIKLAMA:          "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sağmal develeri Zu Kared'de otluyordu." Zu Kared Medine'den yaklaşık bir gün uzaklıkta Gatafan toprakları tarafında bir su adıdır. Likah ise henüz yeni doğurmuş süt veren develere denilir. Açıklaması daha önce geçmiş idi.

 

"Üç defa ya sabahah: Sabah baskını" diye bağırdım." Bunda düşman ve benzeri tehlikeler hakkında uyarıda bulunmak için bunun gibi sözler söylemenin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

"Onlara ok atmaya ve: ben el-Ekva'nın oğluyum. Bugün aşağılık heriflerin günüdür" demeye koyuldum." Burada da savaşırken bu gibi sözler söylemenin kişinin eğer kahraman birisi ise düşmanını korkutmak maksadı ile kendisini tanıtmasının caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

"Bugün alçak heriflerin günüdür" burada geçen "yevmu'r-rudda" ile ilgili olarak şU açıklamayı yapmışlardır: Yani bugün alçak ve adi heriflerin helakolacakları gündür. İşte bunlara "er-rudda" denilir. Bu Arapların: "leimun radiun: süt emen adi herif" sözlerinden alınmıştır ki, annesinin karnında iken adiliği emmiş kişi demek olur.

Bir diğer açıklamaya göre dilenciler ve misafirler süt sağılma sesini işitip ona gelmesinler diye koyunun ve dişi devenin meme ucunu emerek sağan kimse demektir. Bir başka açıklama da: Böyle bir kimse kürdanla dişlerini temizledikten sonra kürdana bulaşan şeyleri emdiği için bu isim verilmiştir. Bunun bugün şerefli bir kadın emip, ondan doğan yahut da değersiz birisinden doğan kimseler bilinecektir anlamında olduğu, bugün küçüklükten beri savaşın emzirdiği ve savaşarak ona alışan kimsenin böyle olmayandan ayırd edilip bilineceği gün anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

"Ben onları su içmekten alıkoydum." Yani onları (davarları ile birlikte) suya ulaşmalarını engelledim.

 

"Malik olursan yumuşak davran." İyilikle ve yumuşaklıkla muamele et, demektir. Çünkü secahet kolaylık demektir. Şiddetle kimseyi yakalama, sorgulama. Bunun yerine yumuşak davran demektir. Bununla da düşman hakkında bu şekilde muamele et anlamı çıkmaktadır. Hamd Allah'a mahsustur.

 

 

 

 

4654-132/2- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti. Bize Haşim b. el-Kasım tahdis etti. (H.) Bize İshak b. İbrahim de tahdis etti, bize Ebu Amir el-Akadi haber verdi, ikisi İkrime b. Ammar'dan rivayet etti. (H.) Bize Abdullah b. Abdurrahman ed-Ofuimi de tahdis etti, bu onun rivayet ettiği hadisdir: Bize Ebu Ali el-Hanefi Ubeydullah b. Abdülmecid haber verdi. Bize İkrime -ki o b. Ammar'dır- tahdis etti. Bana İyaz b. Seleme tahdis etti, bana babam tahdis edip, dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Hudeybiye'ye geldik. Bindörtyüz kişi idik. Onun (Hudeybiye kuyusunun) başında elli koyun vardı. O su onlara yetmiyordu. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kuyunun kenarına oturdu. Ya dua etti ya da kuyunun içine tükürdü. Suyu derhal coştu. Hem biz içtik hem hayvanlarımızı suladık. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağacın altında bizi bey'at etmeye çağırdı.

 

(Seleme) dedi ki: Herkesten önce ona ben bey'at ettim. Sonra başkaları bey'at eden edene. Nihayet insanların ortasında iken Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Seleme bey'at et" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Herkesten önce ben sana bey'at etmiştim, dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bir daha (bey'at et)" buyurdu.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberimde silah olmadığını gördü.

 

Bu sebeple Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana (kalkana benzer şeyler olan) bir hacefe yahut bir deraka verdi. Sonra bey'atleşti. (Bey'at eden) insanların sonuna doğru gelince: "Ey seleme bana bey'at etmeyecek misin" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Resulü herkesten önce ve insanların ortasında iken sana bey'at etmiştim, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bir daha (bey'at et)" buyurdu. Böylelikle ona üçüncü defa bey'at ettim. Sonra bana: "Ey Selemel Sana verdiğim cehafen yahut derakan nerede" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Silahsız olduğu halde amcam Amir ile karşılaştım ben de onu kendisine verdim, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güldü ve: "Gerçekten sen öncekiler arasından Allah'ım bana kendimden daha çok sevdiğim bir dost nasip et, diyen kişi gibisin" buyurdu.

 

Sonra müşrikler bizimle barış için elçiler gönderdiler. Nihayet bazılarımız diğerlerinin yanına gitti ve barıştık. Ben Talha b. Ubeydullah'ın hizmetçisi idim. Onun atını suluyor, kaşağılıyor, ona hizmet ediyor ve onun yemeğinden yiyordum. Ailemi ve malımı bırakarak Allah'a ve Rasulü'ne hicret etmiştim. Bizler Mekkelilerle barış yapınca birbirimize karıştık. Bir ağacın yanına giderek onun dikenlerini ayıkladım ve dibinde uzanıp yattım.

 

Mekkeli müşriklerden dört kişi yanıma geldi ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e dil uzatmaya başladılar. Ben de onlardan nefretle bir başka ağacın yanına gittim. Silahlarını asıp yatıp uzandılar. Onlar bu hallerinde iken vadinin alt tarafından bir münadi: Ey Muhacirler! Yetişin. İbn Züneyn öldürüldü diye seslendi. Hemen kılıcımı çektim sonra yatmakta olan o dört kişinin üze- . rine hamle yaparak silahlarını aldım ve onların silahlarını elimde bir demet halinde tuttum. Sonra: Muhammed'in yüzünü şereftendiren hakkı için biriniz başını kaldıracak olursa mutlaka gözlerinin bulunduğu (kafası)nı vururum, dedim. Sonra onları önüme katıp Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e getirdim. Amcam Amir de kendisi üzerinde çul bulunan bir ata binmiş olduğu halde yetmiş müşrik ile birlikte sürükleyip getirdiği el-Abelet'tan Mikrez adındaki bir adam ile geldi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara baktı ve: "Bırakın onlan. Fücurun ilki de sonu da onların olsun" buyurdu. Böylece Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları affetti ve yüce Allah: "O sizi kendilerine karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'de onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi" (Feth, 24) ayetinin tamamını indirdi.

 

(Seleme devamla), dedi ki: Sonra Medine'ye dönmek üzere çıktık. Bizlerle Lihyanoğulları arasında bir dağın bulunduğu bir yerde konakladık. Onlar müşrik idi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabının öncüsüymüş gibi bu gece bu dağa çıkan kimseye Allah'tan mağfiret diledi. Seleme, dedi ki: O gece iki ya da üç defa çıktım. Sonra Medine'ye geldik. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yük develerini Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kölesi Rebah ile birlikte gönderdi. Ben de onunla beraberdim. Onunla birlikte Ebu Talha'nın atı ile yük develeri ile birlikte bir parça sulamak maksadıyla götürdüm. Sabah olunca Abdurrahman el-Fezari'nin Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in develerini yağmalayarak hepsini önüne katıp götürmüş olduğunu ve onların çobanlarını da öldürdüğünü gördüm. Bunun üzerine: Ey Rebah! Sen bu atı al ve onu Talha b. Ubeydullah'a götür. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e de müşriklerin onun yayılmakta olan develerini yağmaladıklarını haber ver.

 

(Seleme), dedi ki: Sonra bir kum tepesine çıkıp dikildim. Medine'ye yüzümü dönerek üç defa: Sabah baskınına uğradık, diye seslendim. Sonra da yağmacıların izinden çıkıp gittim. Onlara hem ok atıyor hem recez olarak:

 

"Ben Ekva'nın oğluyum. Bugün ise adi herifterin günüdür" diyordum. Derken onlardan bir adama yetiştim ve devesinin üzerindeki yüke bir ok attım. Hatta okun ucu omzuna kadar vardı. Bunun üzerine: Bunu al "ki ben elEkva'nın oğluyum ve bugün adi herifterin günüdür" dedim.

 

Allah'a yemin ederim ki onlara ok atmaya ve atlarını vurmaya devam ettim. Derken bir atlı dönüp bana geldi. Ben de bir ağacın yanına gittim ve ağacın dibinde oturup sonra ona ok attım. Onun hayvanını yaraladım. Dağın daraldığı bir yerde o dar geçitinin içine girdikleri zaman ben de dağın üst tarafına çıkıp onların üzerine taş yuvarlamaya başladım. Bu şekilde ardı arkasına onlara taş atıp durdum. Nihayet Allah'ın yaratmış olduğu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait ne kadar yük devesi varsa hepsini sırtımın arkasına koydum. Müşrikler de o kurtardığım develer ile beni baş başa bıraktılar. Sonra onlara ok atarak onları takip etmeye devam ettim. Nihayet otuz elbise ve otuz mızraktan fazlasını (yüklerini hafifletmek amacıyla) bıraktılar. Onlar neyi attılarsa ben de onun üzerine taşlardan alametler koyuyordum ki, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı onları tanısınlar. Nihayet bir dağın dar bir yerine geldiklerinde Fezare'li Fulan b. Bedr'in yanlarına geldiğini gördüler. Oturup kuşluk yemeğini -yani kahvaltılarını- yemeğe koyuldular. Ben de dağın yanındaki ayrı bir tepenin başına oturdum. Fezare'li kişi: Bu gördüğün nedir, dedi. Onlar: Bu kişiden çok sıkıntı çektik. Allah'a yemin olsun ki sabahın aydınlığından bu yana bizden ayrılmayarak elimizde ne var ne yok hepsini söküp alıncaya kadar bize ok atıp durdu, dediler.

 

O adam: Aranızdan dört kişi kalkıp onun üzerine gitsin, dedi. Bunun üzerine onlardan dört kişi dağa benim yanıma çıktı. Benimle konuşma imkanını bulduklarında ben: Beni tanıyor musunuz, dedim. Onlar: Hayır, sen kimsin, dediler. Ben: Ben Seleme b. el-Ekva'ım. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüzünü şereflendiren hakkı için aranızdan kimin arkasına düşse m mutlaka ona yetişirim. Halbuki sizden beni takip edip de bana yetişebilecek kimse yoktur, dedim.

 

Onlardan biri: Ben bunun böyle olduğuna inanıyorum, dedi.

 

Bunun üzerine geri döndüler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atlılarını ağaçlar arasında görünceye kadar yerimden ayrılmadım. Onlardan ilk gelenin el-Ahrem el-Esedi olduğunu onun peşinden Ebu Katade el-Ensari'nin, onun arkasından el-Mikdad el-Esved el-Kindi'nin geldiğini gördüm.

 

(Ebu Katade), dedi ki: Bu sefer el-Ahram'ın atın ın yularından tuttum. O: Arkalarını dönüp kaçtılar, dedi. Ben: Ey Ahram! Onlara karşı tedbirli olmalısın. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı yetişinceye kadar yolunu kesmesinler, dedim.

 

Ahram: Ey Seleme! Allah'a ve ahiret gününe iman ediyor, cennetin hak, cehennemin hak olduğunu biliyorsan benimle şe had etin arasına engel olma, dedi. Sonra Abdurrahman'la karşılaştılar. Abdurrahman'ın atını yaraladı. Abdurrahman da ona bir mızrak saplayarak onu öldürdükten sonra atının üzerine geçti. Bu sefer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atlısı Ebu Katade, Abdurrahman'a yetişerek ona mızrağını saplayıp öldürdü. Muhammed'in vechini şereflendirene yemin ederim ki ayaklarım üzerinde koşarak onları takip ettim. Öyle ki Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan kimseyi ve onların tozlarından hiçbir şeyi göremez oldum. Nihayet güneş batmadan önce ZO Kared adında bir suyun bulunduğu bir dağ vadisine susamış oldukları için su içmek üzere gittiler. Benim arkalarından koşup geldiğimi gördüler. Ben de onları oradan alıkoydum -yani oradan uzaklaştırdım-. O sudan bir damla dahi tadamadılar. Bunun yerine bir tepede hızlıca koşuşmaya başladılar. Ben de koşup onlardan bir adama yetiştim ve omuz başı kemiğine bir ok sapladım. Bu arada: Al bunu, ben el-Ekva'nın oğluyum. Bugün adi kimselerin günüdür, dedim. O: Hayanası kendisini kaybedesice. Sabahki Ekva mı, dedi. Ben: Ey kendisinin düşmanı kişi, evet sabahki Ekva, dedim.

 

Bir tepe üZerinden iki at bıraktılar. Ben de onları alıp önüme katarak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e getirdim. Amir de biri içinde süt diğeri su bulunan iki tulum ile bana yetişti. Abdest aldım ve (süt'ten) içtim. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına geldim. O sırada kendisi müşrikleri kovup uzaklaştırdığım suyun başında idi. Bir de ne göreyim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O develeri ve müşriklerden kurtardığım her bir mızrağı ve elbiseyi almış. Bilal de onlardan kurtardığım develerden bir dişi deveyi kesmiş ve RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ciğerinden ve hörgücünden bir miktar közde pişiriyordu. Ben: Ey Allah'ın RasUlü! Bana izin ver de buradakilerden YÜZ adam seçip onların arkasından gideyim. Onlardan haber verecek bir kimse kalmamak üzere hepsini öldüreyim, dedim.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ateşin aydınlığında yan dişleri görününceye kadar güldü ve: "Ey Seleme! Gerçekten yapacak mısın" dedi. Ben: Sana lütuf ve ihsanda bulunan hakkı için evet, dedim. Allah Rasulü: "Onlara şu anda Gatafan topraklarında misafir olarak ikram edilmektedir" buyurdu.

 

Derken Gatafan’DAN bir adam geldi ve: Filan kişi onlara bir deve kesti.

Devenin derisini açlıklarında bir toz gördüler ve düşman size gelmiş bulunuyor deyip çıkıp kaçblar.

 

Sabahı ettiğimizde RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bugün atlılarımızın en hayırlısı Ebu Katade, piyadelerimizin en hayırlısı da Seleme idi" buyurdu. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana biri süvari payı biri piyade payı olmak üZere iki pay verdi ve her iki payı bir arada bana takdim buyurdu.

 

Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye döndüğümüz zaman el-Adba adındaki devesi üZerinde terkisine bindirdi. Bizler yol almakta iken Ensar’DAN koşuda kesinlikle geçilmeyen bir adam vardı. Bu adam:

 

Medine'ye kadar yarışacak kimse yok mu, yarışacak kimse var mı demeye koyuldu ve bu sözlerini tekrar etmeye başladı. Onun sözlerini işitince: Sen kerim birisine ikram etmez ve şerefli birisinden çekilmez misin, dedim. O: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olması hali dışında hayır, dedi. Bu sefer ben: Ey Allah'ın Rasulü! Babam anam sana feda olsun. Bana izin ver de bu adamla yarışayım, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İstersen (yarışabilirsin)" buyurdu. Ben de: Haydi git, dedim, sonra ayaklarımı bükerek sıçrayıp koştum. Bir yahut iki bayırda nefesim kesilmesin diye nefesimi tuttum. Sonra arkasından koştum. Yine bir yahut iki bayırda nefesimi tuttum. Sonra onu yetişinceye kadar ileri atıldım. Derken omuzları arasına dokundum ve Allah'a yemin olsun yarışta geçildin, dedim. O: Ben de bunu anladım, dedi. Böylelikle Medine'ye kadar onu geride bıraktım. Allah'a yemin ederim ki ancak üç gece kalmıştık ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Hayber'e çıktık. Amcam Amir Müslümanlara recez ile şunları söylemeye başladı:

 

Allah'a yemin olsun Allah olmasaydı hidayet bulmazdık Sadaka vermez namaz kılmazdık Biz senin lütfundan müstağni olamadık Düşmanla karşılaşırsak sebat ver ayaklarımıza Ve bir huzur indir üzerimize.

 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu kim" buyurdu. O:

Ben Amir'im, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Rabbin sana mağfiret buyursun" dedi.

 

(Seleme), dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) özel olarak bir adama mağfiret dilemişse mutlaka o kişi şehid düşmüştür. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab (radıyallahu anh) devesi üzerinde iken: Ey Allah'ın Nebi'si! Keşke Amir ile bizi faydalandırsaydın, dedi.

 

Seleme, dedi ki: Hayber'e geldiğimiz zaman onların hükümdarları Merhab kılıcını sallayarak ve şöyle diyerek çıktı:

 

Hayber bilir ki şüphesiz ben Merhab'ım Silahı tam ve denenmiş bir kahramanım, Savaşlar geldi mi alevalev yanar

 

(Seleme), dedi ki: Amcam Amir onun karşısına çıktı ve: "Hayber bilir ki ben Amirim, Silahı tam ve korkusuz atılgan bir kahramanım"

 

Karşılıklı birer darbe vurdular. Merhab'ın kılıcı Amir'in kalkanının içine düştü. Amir onu alttan vurmaya kalkışınca kılıcı kendisine dönerek can damarını kesti. Ölümü de bu sebeple oldu.

 

Seleme, dedi ki: Sonra dışarı çıktığımda Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından birkaç kişi: Amir'in ameli boşa gitti, kendi kendisini öldürdü, dediklerini gördüm. Ben de ağlayarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gittim ve: Ey Allah'ın Rasulü! Amir'in ameli boşa mı gitti, dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bunu kim söyledi" buyurdu. Ben: Ashabından bazı insanlar, dedim. Allah Rasulü: "Böyle diyen yalan söyler. Aksine onun ecri iki kere verilecektir" buyurdu. Sonra beni Ali (radıyallahu anh)'ın yanına gönderdi. O sırada gözlerinden rahatsızd!. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Andolsun sancağı Allah'ı ve Resulü'nü seven veya Allah'ın ve Resulü'nün kendisini sevdiği birisine vereceğim" buyurdu. Ben de Ali'nin yanına gittim. Gözlerinden rahatsız olduğu halde onu yederek getirdim. Sonunda onu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına kadar getirdim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözlerine tükürdü ve hemen iyileşti. Sancağı da ona verdi. Merhab yine dışarı çıkarak:

 

"Hayber de bilir ki ben Merhabım Silahı tam denenmiş bir kahramanım Savaşlar geldiğinde alevalevolur" dedi. Ali de (ona karşılık) şöyle dedi:

 

Ben annemin adımı arslan koyduğu kimseyim. Görünüşü çirkin (korkunç) ormanlar arslanı gibiyim. Kile ile ölçercesine onlara sa ile tastamam veririm.

 

Sonra Merhab'ın kafasını vurup onu öldürdü. Sonra da onun elleri ile fetih gerçekleşti. Allah ondan razı olsun.

 

İbrahim, dedi ki: Bize Muhammed b. Yahya tahdis etti, bize Abdussamed b. Abdulvaris, İkrime b. Ammar'dan bu hadisi bu uzunluğu ile tahdis etti.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

 

4655- .. ./3- Bize Ahmed b. Yusuf el-Ezdi es-Sülemi de tahdis etti, bize en-Nadr b. Muhammed İkrime b. Ammar'dan bunu tahdis etti.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          "Hudeybiye'ye bindörtyüz kişi olarak geldik." Daha meşhur olan budur.

 

Bir rivayette "binüçyüz" bir başka rivayette de "binbeşyüz" kişi denilmektedir.

 

"Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kuyunun kenarına oturdu." Ceba cim harfi fethalı be şeddesiz sonu maksur olmak üzere kuyunun etrafı demektir. "errekki" de kuyu demektir. Dilde meşhur olan sonu hesiz olarak "rekki" söyleyişidir. Burada ise sonu heli (yuvarlak te'li) "el-rekkiyeh" diye gelmiştir. Bu da Asmai ve başkasının naklettiği bir söyleyiştir.

 

Ya dua etti, ya da içine tükürdü derken suyu coştu hem içtik hem (hayvanlarımıza) içirdik." Bütün nüshalarda "tükürdü" anlamındaki lafız sin ile "beseka" şeklindedir. Bu da sahihtir. Aynı zamanda bezeka, besaka ve beseka olmak üzere üç söyleyiş vardır hepsi de aynı manadadır. Sin harfli söyleyiş ise az kullanılır.

 

"Caşet" suyu yükseldi ve coştu demektir. Çünkü bir şey yükseldiği zaman bu kökten gelen mı kullanılır.

 

Bu, Rasulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in açık ve belirgin mucizesidir.

 

Daha önce defalarca benzerlerine dikkat çekilmiş idi.

 

"Beni silahsız gördü." Buradaki silahsız anlamındaki lafız ayn harfi fethalı ze harfi kesreli "azil" ile her ikisi de ötreli "uzul" olmak üzere iki şekilde zaptetmişlerdir. Kitapta beraberinde silah bulunmayan kişi diye açıklamıştır. Aynı şekilde azel de kullanılır. Daha çok kullanılan da budur.

 

"Cahafe yahut dereka" Her ikisi de kalkana benzer aletlerdir.

 

"Sonra müşrikler bize barış için elçiler gönderdiler." Bu şekilde nüshaların çoğunda "raseluna: bize elçiler gönderdiler" şeklinde muraseleden gelen bir kelime olarak kullanılmıştır. Bazılarında ise "rassune" ötreli ve şeddeli sin ile kaydedilmiştir. Kadı Iyaz bunu fethalı olarak da nakletmiştir. Her iki söyleyiş de bize elçiler gönderdiler anlamındadır. Bu ikinci söyleyiş söze başlamak anlamında "rassel hadis: söze başladı" tabirinden alınmıştır. Bunun "rassebeynehum: aralarını düzeltti" tabirinden geldiği de söylenmiştir. Önce onlar bizimle konuşmaya başladılar anlamında olduğu da söylenmiştir. Bazı nüshalarda ise vasula diye vav ile kaydedilmiştir ki biz ve onlar barış üzerinde ittifak ettik anlamındadır. Burada vav hemzeden bedeldir. Ve "üsve" kökünden gelmektedir.

 

"Talha'nın hizmetçisi idim." Burada "tebi'" hizmet ettiği kişinin arkasından giden hizmetçi demektir.

 

"Atını sular ve kaşağılardı." Ehasse: Üzerindeki toz ve benzeri şeyleri gidermek için mihasse (kaşağı) ile sırtını kaşımak demektir.

 

"Bir ağaca varıp etrafındaki dikenleri temizledim." Yani altımda bulunan dikenleri temizledim.

 

"Kılıcımı çektim." Yani kınından çıkardım.

 

"Silahlarını alarak elimde demet yapıp tuttum." Buradaki "dıgs: demet, deste" demektir.

 

"el-Abelat'tan Mikrez denilen bir adam geldi." Cevheri, es-Sihah adlı eserinde, dedi ki: Abelat Kureyş'ten olup bunlar küçük ümeyye diye bilinirler. Onlara nisbet Abii diye gelir. Bunu yaparken onların tekil olan ismi esas alınır. Çünkü bunların annelerinin adı Able idi.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Küçük Ümeyye ile onun iki kardeşi Nevfel ve Abdullah b. Abduşems b. Abdumenaf Teminoğullarından olan ve adı Ubeyd kızı Able olan annelerine nisbet edilmişlerdir.

 

"Üzerinde çul bulunan bir at üzerinde" müceffef üzerinde ticfaf bulunan at demektir. Bu da atın silahtan korunması maksadı ile giydirildiği çul gibi bir elbisedir. Çoğulu tecafif gelir.

 

"Onları bırakın da fücurun ilki de sonu da onların olsun." Bed: İlki başlangıcı demektir. "Sinah" sonu lafzı nüshaların çoğunda birinci harfi kesreli se'dir. Bazılarında ise ötreli se ve nundan sonra ye ile "sünyah" şeklindedir. Her ikisini de Kadı Iyaz rivayet etmiş ve ikincisini İbn Mahan'ın rivayetinden birincisini ise başkasından zikrederek doğrusu da odur, ikinci bir defa daha anlamındadır demiştir.

 

"Bir yerde konakladık. Bizimle Lihyimoğulları arasında bir dağ vardı.

 

Onlar müşrikti." Bu lafzı iki şekilde zaptetmişlerdir. Her ikisini de Kadı Iyaz ve başkaları zikretmiş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi "vehum elmuşrikun: onlar müşriklerdir" şeklinde mukteda ve haberdir. İkincisi ise "vehemme el müşrikun: yani müşrikler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den ve ashabından çekindiler, onların kendilerine verecekleri zarardan korktular demek olur.

 

"Talha'ya ait bir atı sulamak üzere çıktım." Buradaki sulamak anlamındaki "uneddi" fiilini bu şekilde ötreli hemze ile zaptettik. Kadı İyaz, Şerh'inde Müslim ravilerinden herhangi birisinden bundan başkasını zikretmemektedir. Bunu el-Meşarik adlı eserinde de ravilerin çoğundan diye nakletmiş ve şunları söylemiştir: Bazıları bunu Müslim'de Ebu Hazza’DAN nun harfi yerine be harfi ile "ubdihi" diye rivayet etmişlerdir. İbn Kuteybe de böyle demiştir. Yani onu çöle çıkardım, otun bulunduğu yere götürdüm. Nitekim meydana çıkartılan her bir fiil için de bu mı kullanılır. Ama doğrusu cumhurun nun ile rivayetidir. Bütün muhaddislerin rivayeti de budur. Asmai ve Ebu Ubeyd'in el-Garib adlı eserinde Ezheri ve dil bilginleri ile Garibul Hadis alimlerinin büyük çoğunluğunun, dediklerine göre bunun anlamı davarı suya götürüp az bir şey su içtikten sonra meraya salınması sonra tekrar suya gelip biraz su içmesi sonra yeniden meraya gitmesi demektir diye açıklamışlardır.

 

Ezheri, dedi ki: İbn Kuteybe Ebu Ubeyd ve Asmai'nin bu kelimeyi nun ile (uneddihi) diye kabul etmelerini reddederek doğrusunun be ile olduğunu (ubdihi şeklinde) ileri sürmüştür. Ezheri ise: İbn Kuteybe hata etmiştir. Doğrusu Asmai'nin, dediğidir.

 

"Onun eşyalarına bir ok sapladım. Öyle ki o ok onun omzuna kadar ulaştı."

Güvenilir asıl nüshaların çoğunda bu şekilde "rahlihi: yüküne" ile "ketifihi: omzuna" şeklindedir. El-Meşarik ve el-Metali' sahibleri de bunu böylece nakletmiştir. Rivayetlerin bir çoğunda bu şekildedir. Her ikisi de, dedi ki: Birincisi daha açıktır. Bazılarında cim harfi ile "ridihi: ayağına" ve ka'bihi: topuğuna şeklindedir. Dediler ki: Birincisi daha sahihtir. Çünkü diğer rivayette:

 

"Onun omzunun üst tarafına bir ok attım" denilmektedir. Kadı lyaz şerhte, dedi ki: Bu üstadlarımızın rivayetidir. Manaya daha yakın da budur. Çünkü arkasındaki yükün üst tarafına isabet ettirmiş olması mümkündür. O taktirde ok iyice derine saplandığı taktirde omzuna isabet edebilir. "Sakke: vurdu" demektir.

 

"Onlara ok atıp hayvanlarını yaralamaya devam ettim." Yani Onlara oklar atıp atlarını da yaraladım. Kadı lyaz, dedi ki: Buradaki "ermihim: Onlara ok attım" fiilini bazıları dal harfi ile "ureddihim: onları tepetaklak aşağı indiriyordum" diye rivayet etmişlerdir.

 

"Onlara taş atmaya koyuldum." Yani onları yere düşürecek ve binekleri üzerinden aşağıya indirecek taşlar atıyordum.

 

"Onların üzerine taşlardan alametler koydum." Taşlardan alametler (aram) geçitlerde dikilen ve kendileri sayesinde yol bulunan taşlara denilir. Tekili ise "iram" diye gelir.

"Dağdan ayrı bir tepe üzerinde oturdum." Buradaki "karn" kelimesi büyük dağdan ayn küçük her bir dağa denilir.

 

"Ağaçların arasından görünüyorlar" yani ağaçların arasına giriyorlardı. "Zi Kared denilen bir su" güvenilir nüshaların çoğunda burada elif ile "zakared" şeklinde bazılarında ise vav ile "Zu Kared" şeklindedir. Doğru şekli budur.

 

"Onları ondan uzaklaştırdım." Onun yanından kovup uzaklaşırdım. Hadiste de onları yanından sürdüm diye açıklamıştır. Kadı lyaz, dedi ki: Bizim buradaki bu lafzı rivayetimiz bu şekilde hemzesiz "fehalleytehum" şeklindedir. Ama bunun aslı hemzeli olup teshil ile kullanmıştır. Nitekim bundan sonra bu hadiste hemzeli olarak gelmiştir.

 

"Omuzunun üst tarafına bir ok attım." Aslında nuğd: omuzun yan tarafındaki ince kemiktir. Çokça hareket ettiği için ona bu isim verilmiştir. Nağıd denilen kemik de odur.

 

"Anası onu kaybedesice" anası onsuz kalası ca demektir. "Sabahki Ekva" buradaki "Ekvauhu" ayn harfi ötrelidir. Yani bugün sabahleyin karşımıza çıkan Ekva sen misin demektir. Bundan dolayı o da evet diye cevap vermiştir. Sabah anlamındaki "bukra" lafzı mansub ama tenvinsizdir. Dil bilginleri der ki: Eğer bir kimse ile muayyen olmayan bir günün erken vaktinde karşılaştığını anlatmak isterken tenvinli olarak "eteytuhu bukratan: bir sabah onun yanına gittim" denilir. Eğer muayyen bir günün sabahını kastedecek olursak o taktirde gayri munsarıf olarak "eteytuhu bukrate" denilir. Çünkü bu da müteMekkin olmayan zarflardan birisidir.

 

"Bir tepe üzerinde iki at bıraktılar." Kadı Iyaz, dedi ki: Cumhurun "erdev" fiilini rivayetleri dal iledir. Bazıları ise bunu zel ile "erzev" diye rivayet etmişlerdir. Her ikisinin de anlamı birbirine yakındır. Zel ile rivayet onları orada bıraktılar, terk ettiler şeklindedir. "Rezi" her hususta zayıf güçsüz demektir. Dal harfi ile de onları helak ettiler, onları düşürüp bırakıncaya kadar yordular anlamına gelir. Atın süvarisini düşürmesini anlatmak için de "erda" fiili kullanılır.

 

Amir arkamdan birinin içinde bir miktar süt, diğerinin içinde bir miktar su bulunan iki tulum yetiştirdi." Satiha: Biri diğeri üzerine döşenmiş sahtiyandan yapılmış kaba denilir. "Mizka" ise su katılmış az miktardaki süte denilir.

 

"O, onları uzaklaştırdığım suyun üzerinde idi." Nüshaların bir çoğunda ha ve hemze ile "haletuhum" şeklindedir. Bazılarında ise "halleytuhum" şeklindedir. Buna dair açıklama da az önce geçti.

 

"Onlardan kurtardığım develerden bir dişi deve kesmişti." Nüshaların bir çoğunda "ellezi" bazılarında da "elleti" kullanılmıştır. Bu ikincisi daha uygundur. Çünkü ibil müennestir. Aynı şekilde insanların dışındaki çoğul isimler de böyledir. Bununla birlikte birincisi de sahihtir. Zamir de böylelikle "ibil: develer" lafzına değil de ganimete ait olur.

 

"Yan dişleri görününceye kadar güldü." Nevacizin küçük azı dişleri (yan dişler) olduğu söylendiği gibi büyük azı dişler olduğu da söylenmiştir. Doğrusu birincisidir. Buna dair açıklamalar Siyam (Oruç) Kitabı'nda geçmişti.

 

"Bugün atlılarımızın en hayırlısı Ebu Katade, piyadelerimizin en hayırlısı Seleme idi." Buradan, kahramanların ve diğer fazilet sahibi kimselerin övülmesinin müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Özellikle bunlar güzel işler yapmışlarsa bu böyledir. Çünkü böylelikle hem onların hem başkalarının bu güzel işleri daha da artırmaları için bir teşviktir. Bütün bu hususlar ise kendisini beğenmek ve benzeri fitneye kapılmasından korkulmayan kimseler hakkında böyledir.

 

"Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana ... iki pay verdi." Bu piyade payından ayrı fazladan verilen payın nefel olduğu şeklinde yorumlanır. Zaten o böyle bir nefel'i gerçekten hak ediyordu. (Allah ondan razı olsun) Çünkü bu gazvede fevkalade işler başarmıştı.

 

"Ensardan bir adam vardı ki hızlı yürüyüşte onu geçen olmazdı." Yani hızlı piyade yürüyüşünde (koşuda) kimse onu geçemiyordu.

 

"Bir yahut iki bayırda nefesimi tuttum." Yani hızlıca koşmayıp nefesimi tuttum demektir. Şeref (bayır) yüksek yerlere denilir.

 

"Nefesimi tutarak" yani nefesimin kesilmemesi için bunu yapıyordum.

 

Burada hızlı yürümek (ve koşmak) sureti ile yarışmanın caiz olduğuna delil vardır. Herhangi bir bedel sözkonusu olmaksızın yarışacak olurlarsa caiz olduğunda da görüş ayrılığı yoktur. Eğer bir bedel koyarak yarışacak olurlarsa bunun sıhhati hususunda görüş ayrılığı vardır. Mezhep alimlerimizin daha sahih olan görüşüne göre sahih değildir.

 

"Amcam Amir onlara recez okumaya başladı." Burada bu şekilde "amcam" demektedir. Daha önce Ebu't-Tahir'in İbn Vehb'den rivayet ettiği hadiste "kardeşim" demişti. Onun süt kardeşi ve neseben de amcası olma ihtimali vardır.

 

"Kılıcını sallayıp duruyordu." Bir kaldırıp bir indiriyordu. Devenin kuyruğunu bir kaldırıp bir koymasını anlatmak için de buradaki gibi "yahtiru" fiili kullanılır.

 

"Silahı tam" silahı eksiksiz demektir. Şaki silah "şevket" den gelmektedir ki, bu da kuvvet anlamındadır. Şevket aynı zamanda silah demektir. Yüce Allah'ın: "Silahsız olanın kendinizin olmasını arzu ederdiniz" (Enfal, 7) buyruğunda da bu lafız kullanılmıştır.

 

"Denenmiş bir kahraman" yani kah ram an lı ğı ve atlıları kahretmesi denenmiş kimse demektir. Batal: Kahraman kimse demektir. "Muğamir: korkusuz atılgan" yani savaşın maceralı alanlarına zorlu ve sıkıntılı hallerine girişen ve kendisini bu tehlikelere atan kimse demektir.

 

"Amir ona altından darbe vurmak istedi." Alt tarafından ona darbe indirmek istedi.

"Gözlerinden rahatsızdı." Dilbilginleri, dedi ki: Ramide ve yermedu fiili gözünün rahatsız olma halini anlatmak için kullanılır.

 

"Ben annemin kendisine arslan adını verdiği kimseyim." Buradaki haydere aslanın isimlerinden birisidir. Ali (r.a.)'a da ilk doğduğu sıralarda esed: aslan adı verilmişti. Merhab'da rüyasında bir arslanın kendisini öldürdüğünü görmüştü. Ali (radıyallahu anh) bunu ona kendisini korkutmak ve maneviyatını zayıflatmak için hatırlatmıştı., dediklerine göre Ali (radıyallahu anh)'ın annesi kendisine ilk doğduğu sırada anne tarafından dedesi olan Esed b. Hişam b. Abdimenaf'ın adı ile ona "esed" adını vermişti. O sırada Ebu Talib başka bir yere gitmişti. Geldiğinde ona Ali adını vermişti. Aslana haydere denilmesi ise güçlü ve kuvvetli oluşundan dolayıdır. Çünkü hadir güçlü ve sert kaba anlamındadır. Demek istediğine gelince: Ben cesareti, atılganlığı ve gücü itibari ile arslan gibiyim demektir.

 

"Geniş kile ile ölçercesine onlara sa ile tastamam veririm." Yani ben düşmanlarımı alabildiğine öldürürüm. Sendera ise geniş bir ölçek demektir. Acele anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani onları çabucak öldürürüm demektir. Bunun kendisinden ok ve yay yapılan salevber ağacının kendisi olan "sendera" den alınmış olduğu da söylenmiştir.

 

"Merhab'ın başını vurdu." Yani Ali (radıyallahu anh) onu öldürdü. Daha sahih olan Merhab'ın katilinin Ali olduğudur. Merhab'ı öldürenin Muhammed b. Mesleme olduğu da söylenmiştir. İbn Abdilberr ed-Durar fi Muhtasar Siyer adlı eserinde şunları söylemektedir: Muhammed b. İshak, dedi ki: Onu öldüren Muhammed b. Mesleme'dir. Başkası ise şöyle demektedir: Onu öldüren kesinlikle Ali idi. İbn Abdilberr, dedi ki: Bize göre sahih olan da budur. Sonra bunu isnadı ile Seleme ve Bureyde’DEN rivayet etmektedir. İbnu'l Esir de, dedi ki: Hadis alimleri ile siyer alimlerinin çoğunluğunun kabul ettikleri kanaate göre onu öldüren Ali (radıyallahu anh)'dır. Allah en iyi bilendir.

 

Şunu da belirtelim ki, şimdiye kadar dikkat çekilen hususlar dışında bu hadiste türlü ilmi hususlar dile getirilmektedir:

 

1. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dört mucizesi sözkonusu edilmiştir. Bunların birincisi Hudeybiye suyunun çoğaltılması, ikincisi Ali (radıyallahu anh)'ın gözünün iyileştirilmesi, üçüncüsü Allah'ın onun eli fetih ve zaferi nasip edeceğini haber vermesidir. Nitekim Müslim'in bundan başka bir rivayetinde de bu husus açıkça ifade edilmiştir. Dördüncüsü ise (Seleme'nin takip etmek istediği düşmanların) Gatafan'da misafir olarak ağırlanmakta olduklarını haber vermesidir. Nitekim gerçekten de böyle idi.

2. Düşmanla barış yapmak caizdir.

 

3. Önden gözcüler gönderilir.

 

4. Herhangi bir bedel sözkonusu olmaksızın ayaklar ile (yürüyerek, koşarak) müsabaka caizdir.

 

5. Kahramanlık ve güç sahibi olmak bir fazilettir.

 

6. Seleme b. el-Ekva, Katade ve el-Ahsen el-Esadi (radıyallahu anh)'ın çeşitli menkıbeleri sözkonusudur.

 

7. Güzel bir iş yapan kimseden övgü ile söz etmek caizdir ve eğer bunun bir maslahatı varsa böyle bir övgüde bulunmak müstehaptır. Az önce açıkladığımız gibi.

 

8. Savaşırken düşmanın atlarını yaralamak (öldürmek) caizdir.

 

9. Savaş esnasında recez okumak müstehaptır.

 

10. Ok atan, mızrak saplayan ve kılıç darbesi indiren bir kimsenin bunu al, ben filanım ya da filanın oğluyum demesi caizdir.

 

11. Ganimetten yemek caizdir. Savaş esnasında güzel başarılar elde eden kimselere ganimetten nefel vermek müstehaptır.

 

12. Gücü yeten bineğin üzerine başkasını terkiye almak caizdir.

 

13. Amir'in teke tek dövüşmesinde olduğu gibi imamın izni olmadan mübareze (teke tek dövüşmek) caizdir.

 

14. Ashab-ı kiram (radıyallahu anhuma) şehadeti çok seviyor ve onu çok arzu ediyordu.

 

15. Kişinin kendisini savaşın tehlikeli hallerine atmasında bir beis yoktur.

Cihad esnasında mübareze ve benzeri hususlarda kişinin kendisini tehlikeye atmasının caiz olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir.

 

16. Savaşmak sebebi ile kafirlerle savaşırken ölen bir kimse şehid olur.

 

İster onların silahları ile ister bineği onu düşürdüğü için ister başka bir yolla . isterse de Amir'in başından geçtiği gibi silahının kendisine dönmesi ile ölmüş " olsun fark etmez.

 

17. İmam orduyu kontrol eder ve silahsız gördüğü kimseye silah verir .

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

46/48- YÜCE ALLAH'IN: "SİZİN ELLERİNİZİ ONLARDAN ÇEKENDİ" (FETH, 24) AYETİ BABI