SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
45/47- Zİ KARED GAZVESİ
VE DİĞERLERİ BABI
4653-131/1- Bize Kuteye b. Said de tahdis etti, bize Hatim -yani b.
İsmail- Yezid b. Ebu Ubeyd'den şöyle dediğini tahdis etti: Seleme b. el-Ekva'ı şöyle
derken dinledim: İlk namaz (sabah namazı) için ezan okunmadan önce çıktım.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sağınal develeri ZU Kared'de
otluyordu. Abdurrahman b. Avf'ın bir kölesi karşıma çıktı ve: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sağmal develeri alındı, dedi. Ben: Onları kim
aldı, dedim. O: Gatafan(lılar), dedi. (Seleme), dedi ki: Ben de üç defa ya
sabahah {sabah baskınına uğradık} diye feryad ettim. Benim bu sözlerim
Medine'nin iki Karataşlığı arasında işitildi. Sonra ben yüzümün döndüğü tarafa
doğru hızlıca koştum. Nihayet onlara ZU Kared'de yetiştim. Su içmeye (ve
hayvanları sulamaya) başlamışlardı. Onlara oklarımla atmaya başladım. İyi ok
atıcıydım. Bu arada: "Ben Ekva'nın oğluyum ve bugün alçakların {helak
olacakları} gündür" diyerek recez okuyordum. Nihayet sağınal develeri
onlardan kurtardım ve onlardan ayrıca otuz bürde de ele geçirdim. Bu arada Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve insanlar geldi. Ben: Ey Allah'ın Nebi'si!
Onların su içmelerine engel oldum. Onlar susuzdurlar. Derhal onlara
(birilerini) gönder, dedim. Allah Rasulü: "Ey Ekva'nın oğlu! Sen Malik
oldun. O halde yumuşak davran" buyurdu.
(Seleme devamla), dedi
ki: Sonra döndük. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de beni Medine'ye
girinceye kadar arkasına terkisine bindirmişti.
Diğer tahric: Buhari,
3041, 4194
AÇIKLAMA: "Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sağmal develeri Zu Kared'de otluyordu."
Zu Kared Medine'den yaklaşık bir gün uzaklıkta Gatafan toprakları tarafında bir
su adıdır. Likah ise henüz yeni doğurmuş süt veren develere denilir. Açıklaması
daha önce geçmiş idi.
"Üç defa ya
sabahah:
"Onlara ok atmaya
ve: ben el-Ekva'nın oğluyum. Bugün aşağılık heriflerin günüdür" demeye
koyuldum." Burada da savaşırken bu gibi sözler söylemenin kişinin eğer
kahraman birisi ise düşmanını korkutmak maksadı ile kendisini tanıtmasının caiz
olduğu hükmü anlaşılmaktadır.
"Bugün alçak
heriflerin günüdür" burada geçen "yevmu'r-rudda" ile ilgili
olarak şU açıklamayı yapmışlardır: Yani bugün alçak ve adi heriflerin
helakolacakları gündür. İşte bunlara "er-rudda" denilir. Bu
Arapların: "leimun radiun: süt emen adi herif" sözlerinden alınmıştır
ki, annesinin karnında iken adiliği emmiş kişi demek olur.
Bir diğer açıklamaya
göre dilenciler ve misafirler süt sağılma sesini işitip ona gelmesinler diye koyunun
ve dişi devenin meme ucunu emerek sağan kimse demektir. Bir başka açıklama da:
Böyle bir kimse kürdanla dişlerini temizledikten sonra kürdana bulaşan şeyleri
emdiği için bu isim verilmiştir. Bunun bugün şerefli bir kadın emip, ondan
doğan yahut da değersiz birisinden doğan kimseler bilinecektir anlamında
olduğu, bugün küçüklükten beri savaşın emzirdiği ve savaşarak ona alışan
kimsenin böyle olmayandan ayırd edilip bilineceği gün anlamında olduğu da
söylenmiştir.
"Ben onları su
içmekten alıkoydum." Yani onları (davarları ile birlikte) suya
ulaşmalarını engelledim.
"Malik olursan
yumuşak davran." İyilikle ve yumuşaklıkla muamele et, demektir. Çünkü
secahet kolaylık demektir. Şiddetle kimseyi yakalama, sorgulama. Bunun yerine
yumuşak davran demektir. Bununla da düşman hakkında bu şekilde muamele et
anlamı çıkmaktadır. Hamd Allah'a mahsustur.
4654-132/2- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti. Bize Haşim b. el-Kasım tahdis etti. (H.) Bize
İshak b. İbrahim de tahdis etti, bize Ebu Amir el-Akadi haber verdi, ikisi
İkrime b. Ammar'dan rivayet etti. (H.) Bize Abdullah b. Abdurrahman ed-Ofuimi
de tahdis etti, bu onun rivayet ettiği hadisdir: Bize Ebu Ali el-Hanefi
Ubeydullah b. Abdülmecid haber verdi. Bize İkrime -ki o b. Ammar'dır- tahdis
etti. Bana İyaz b. Seleme tahdis etti, bana babam tahdis edip, dedi ki:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Hudeybiye'ye geldik.
Bindörtyüz kişi idik. Onun (Hudeybiye kuyusunun) başında elli koyun vardı. O su
onlara yetmiyordu. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kuyunun kenarına oturdu. Ya dua etti ya da kuyunun içine tükürdü. Suyu derhal
coştu. Hem biz içtik hem hayvanlarımızı suladık. Sonra Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ağacın altında bizi bey'at etmeye çağırdı.
(Seleme) dedi ki:
Herkesten önce ona ben bey'at ettim. Sonra başkaları bey'at eden edene. Nihayet
insanların ortasında iken Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey
Seleme bey'at et" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Herkesten önce ben
sana bey'at etmiştim, dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bir daha (bey'at et)" buyurdu.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) beraberimde silah olmadığını gördü.
Bu sebeple Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana (kalkana benzer şeyler olan) bir hacefe
yahut bir deraka verdi. Sonra bey'atleşti. (Bey'at eden) insanların sonuna
doğru gelince: "Ey seleme bana bey'at etmeyecek misin" buyurdu. Ben:
Ey Allah'ın Resulü herkesten önce ve insanların ortasında iken sana bey'at
etmiştim, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bir daha
(bey'at et)" buyurdu. Böylelikle ona üçüncü defa bey'at ettim. Sonra bana:
"Ey Selemel Sana verdiğim cehafen yahut derakan nerede" buyurdu. Ben:
Ey Allah'ın Rasulü! Silahsız olduğu halde amcam Amir ile karşılaştım ben de onu
kendisine verdim, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güldü ve:
"Gerçekten sen öncekiler arasından Allah'ım bana kendimden daha çok
sevdiğim bir dost nasip et, diyen kişi gibisin" buyurdu.
Sonra müşrikler bizimle
barış için elçiler gönderdiler. Nihayet bazılarımız diğerlerinin yanına gitti
ve barıştık. Ben Talha b. Ubeydullah'ın hizmetçisi idim. Onun atını suluyor,
kaşağılıyor, ona hizmet ediyor ve onun yemeğinden yiyordum. Ailemi ve malımı
bırakarak Allah'a ve Rasulü'ne hicret etmiştim. Bizler Mekkelilerle barış
yapınca birbirimize karıştık. Bir ağacın yanına giderek onun dikenlerini
ayıkladım ve dibinde uzanıp yattım.
Mekkeli müşriklerden
dört kişi yanıma geldi ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e dil
uzatmaya başladılar. Ben de onlardan nefretle bir başka ağacın yanına gittim.
Silahlarını asıp yatıp uzandılar. Onlar bu hallerinde iken vadinin alt
tarafından bir münadi: Ey Muhacirler! Yetişin. İbn Züneyn öldürüldü diye
seslendi. Hemen kılıcımı çektim sonra yatmakta olan o dört kişinin üze- . rine
hamle yaparak silahlarını aldım ve onların silahlarını elimde bir demet halinde
tuttum. Sonra: Muhammed'in yüzünü şereftendiren hakkı için biriniz başını
kaldıracak olursa mutlaka gözlerinin bulunduğu (kafası)nı vururum, dedim. Sonra
onları önüme katıp Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e getirdim. Amcam
Amir de kendisi üzerinde çul bulunan bir ata binmiş olduğu halde yetmiş müşrik
ile birlikte sürükleyip getirdiği el-Abelet'tan Mikrez adındaki bir adam ile
geldi.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onlara baktı ve: "Bırakın onlan. Fücurun ilki de sonu da
onların olsun" buyurdu. Böylece Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onları affetti ve yüce Allah: "O sizi kendilerine karşı muzaffer kıldıktan
sonra Mekke'de onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi"
(Feth, 24) ayetinin tamamını indirdi.
(Seleme devamla), dedi
ki: Sonra Medine'ye dönmek üzere çıktık. Bizlerle Lihyanoğulları arasında bir
dağın bulunduğu bir yerde konakladık. Onlar müşrik idi. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabının öncüsüymüş
gibi bu
(Seleme), dedi ki: Sonra
bir kum tepesine çıkıp dikildim. Medine'ye yüzümü dönerek üç defa:
"Ben Ekva'nın
oğluyum. Bugün ise adi herifterin günüdür" diyordum. Derken onlardan bir
adama yetiştim ve devesinin üzerindeki yüke bir ok attım. Hatta okun ucu omzuna
kadar vardı. Bunun üzerine: Bunu al "ki ben elEkva'nın oğluyum ve bugün
adi herifterin günüdür" dedim.
Allah'a yemin ederim ki
onlara ok atmaya ve atlarını vurmaya devam ettim. Derken bir atlı dönüp bana geldi.
Ben de bir ağacın yanına gittim ve ağacın dibinde oturup sonra ona ok attım.
Onun hayvanını yaraladım. Dağın daraldığı bir yerde o dar geçitinin içine
girdikleri zaman ben de dağın üst tarafına çıkıp onların üzerine taş
yuvarlamaya başladım. Bu şekilde ardı arkasına onlara taş atıp durdum. Nihayet
Allah'ın yaratmış olduğu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait ne
kadar yük devesi varsa hepsini sırtımın arkasına koydum. Müşrikler de o
kurtardığım develer ile beni baş başa bıraktılar. Sonra onlara ok atarak onları
takip etmeye devam ettim. Nihayet otuz elbise ve otuz mızraktan fazlasını
(yüklerini hafifletmek amacıyla) bıraktılar. Onlar neyi attılarsa ben de onun
üzerine taşlardan alametler koyuyordum ki, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ve ashabı onları tanısınlar. Nihayet bir dağın dar bir yerine
geldiklerinde Fezare'li Fulan b. Bedr'in yanlarına geldiğini gördüler. Oturup
kuşluk yemeğini -yani kahvaltılarını- yemeğe koyuldular. Ben de dağın yanındaki
ayrı bir tepenin başına oturdum. Fezare'li kişi: Bu gördüğün nedir, dedi.
Onlar: Bu kişiden çok sıkıntı çektik. Allah'a yemin olsun ki sabahın
aydınlığından bu yana bizden ayrılmayarak elimizde ne var ne yok hepsini söküp
alıncaya kadar bize ok atıp durdu, dediler.
O adam: Aranızdan dört kişi
kalkıp onun üzerine gitsin, dedi. Bunun üzerine onlardan dört kişi dağa benim
yanıma çıktı. Benimle konuşma imkanını bulduklarında ben: Beni tanıyor musunuz,
dedim. Onlar: Hayır, sen kimsin, dediler. Ben: Ben Seleme b. el-Ekva'ım.
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüzünü şereflendiren hakkı için
aranızdan kimin arkasına düşse m mutlaka ona yetişirim. Halbuki sizden beni
takip edip de bana yetişebilecek kimse yoktur, dedim.
Onlardan biri: Ben bunun
böyle olduğuna inanıyorum, dedi.
Bunun üzerine geri
döndüler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atlılarını ağaçlar
arasında görünceye kadar yerimden ayrılmadım. Onlardan ilk gelenin el-Ahrem
el-Esedi olduğunu onun peşinden Ebu Katade el-Ensari'nin, onun arkasından
el-Mikdad el-Esved el-Kindi'nin geldiğini gördüm.
(Ebu Katade), dedi ki:
Bu sefer el-Ahram'ın atın ın yularından tuttum. O: Arkalarını dönüp kaçtılar,
dedi. Ben: Ey Ahram! Onlara karşı tedbirli olmalısın. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve ashabı yetişinceye kadar yolunu kesmesinler, dedim.
Ahram: Ey Seleme!
Allah'a ve ahiret gününe iman ediyor, cennetin hak, cehennemin hak olduğunu
biliyorsan benimle şe had etin arasına engel olma, dedi. Sonra Abdurrahman'la
karşılaştılar. Abdurrahman'ın atını yaraladı. Abdurrahman da ona bir mızrak
saplayarak onu öldürdükten sonra atının üzerine geçti. Bu sefer Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atlısı Ebu Katade, Abdurrahman'a yetişerek ona
mızrağını saplayıp öldürdü. Muhammed'in vechini şereflendirene yemin ederim ki
ayaklarım üzerinde koşarak onları takip ettim. Öyle ki Muhammed (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan kimseyi ve onların tozlarından hiçbir şeyi
göremez oldum. Nihayet güneş batmadan önce ZO Kared adında bir suyun bulunduğu
bir dağ vadisine susamış oldukları için su içmek üzere gittiler. Benim
arkalarından koşup geldiğimi gördüler. Ben de onları oradan alıkoydum -yani
oradan uzaklaştırdım-. O sudan bir damla dahi tadamadılar. Bunun yerine bir
tepede hızlıca koşuşmaya başladılar. Ben de koşup onlardan bir adama yetiştim
ve omuz başı kemiğine bir ok sapladım. Bu arada: Al bunu, ben el-Ekva'nın
oğluyum. Bugün adi kimselerin günüdür, dedim. O: Hayanası kendisini
kaybedesice. Sabahki Ekva mı, dedi. Ben: Ey kendisinin düşmanı kişi, evet
sabahki Ekva, dedim.
Bir tepe üZerinden iki
at bıraktılar. Ben de onları alıp önüme katarak Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e getirdim. Amir de biri içinde süt diğeri su bulunan iki tulum ile
bana yetişti. Abdest aldım ve (süt'ten) içtim. Sonra Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in yanına geldim. O sırada kendisi müşrikleri kovup
uzaklaştırdığım suyun başında idi. Bir de ne göreyim. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) O develeri ve müşriklerden kurtardığım her bir mızrağı ve
elbiseyi almış. Bilal de onlardan kurtardığım develerden bir dişi deveyi kesmiş
ve RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ciğerinden ve hörgücünden bir
miktar közde pişiriyordu. Ben: Ey Allah'ın RasUlü! Bana izin ver de
buradakilerden YÜZ adam seçip onların arkasından gideyim. Onlardan haber
verecek bir kimse kalmamak üzere hepsini öldüreyim, dedim.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ateşin aydınlığında yan dişleri görününceye kadar güldü ve:
"Ey Seleme! Gerçekten yapacak mısın" dedi. Ben: Sana lütuf ve ihsanda
bulunan hakkı için evet, dedim. Allah Rasulü: "Onlara şu anda Gatafan
topraklarında misafir olarak ikram edilmektedir" buyurdu.
Derken Gatafan’DAN bir
adam geldi ve: Filan kişi onlara bir deve kesti.
Devenin derisini
açlıklarında bir toz gördüler ve düşman size gelmiş bulunuyor deyip çıkıp
kaçblar.
Sabahı ettiğimizde
RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bugün atlılarımızın en
hayırlısı Ebu Katade, piyadelerimizin en hayırlısı da Seleme idi" buyurdu.
Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana biri süvari payı biri
piyade payı olmak üZere iki pay verdi ve her iki payı bir arada bana takdim
buyurdu.
Sonra Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye döndüğümüz zaman el-Adba adındaki
devesi üZerinde terkisine bindirdi. Bizler yol almakta iken Ensar’DAN koşuda
kesinlikle geçilmeyen bir adam vardı. Bu adam:
Medine'ye kadar
yarışacak kimse yok mu, yarışacak kimse var mı demeye koyuldu ve bu sözlerini
tekrar etmeye başladı. Onun sözlerini işitince: Sen kerim birisine ikram etmez
ve şerefli birisinden çekilmez misin, dedim. O: Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) olması hali dışında hayır, dedi. Bu sefer ben: Ey Allah'ın Rasulü!
Babam anam sana feda olsun. Bana izin ver de bu adamla yarışayım, dedim.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İstersen (yarışabilirsin)"
buyurdu. Ben de: Haydi git, dedim, sonra ayaklarımı bükerek sıçrayıp koştum.
Bir yahut iki bayırda nefesim kesilmesin diye nefesimi tuttum. Sonra arkasından
koştum. Yine bir yahut iki bayırda nefesimi tuttum. Sonra onu yetişinceye kadar
ileri atıldım. Derken omuzları arasına dokundum ve Allah'a yemin olsun yarışta
geçildin, dedim. O: Ben de bunu anladım, dedi. Böylelikle Medine'ye kadar onu
geride bıraktım. Allah'a yemin ederim ki ancak üç
Allah'a yemin olsun
Allah olmasaydı hidayet bulmazdık Sadaka vermez namaz kılmazdık Biz senin
lütfundan müstağni olamadık Düşmanla karşılaşırsak sebat ver ayaklarımıza Ve
bir huzur indir üzerimize.
Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu kim" buyurdu. O:
Ben Amir'im, dedi.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Rabbin sana mağfiret
buyursun" dedi.
(Seleme), dedi ki: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) özel olarak bir adama mağfiret dilemişse mutlaka
o kişi şehid düşmüştür. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab (radıyallahu anh)
devesi üzerinde iken: Ey Allah'ın Nebi'si! Keşke Amir ile bizi
faydalandırsaydın, dedi.
Seleme, dedi ki:
Hayber'e geldiğimiz zaman onların hükümdarları Merhab kılıcını sallayarak ve
şöyle diyerek çıktı:
Hayber bilir ki şüphesiz
ben Merhab'ım Silahı tam ve denenmiş bir kahramanım, Savaşlar geldi mi alevalev
yanar
(Seleme), dedi ki: Amcam
Amir onun karşısına çıktı ve: "Hayber bilir ki ben Amirim, Silahı tam ve
korkusuz atılgan bir kahramanım"
Karşılıklı birer darbe
vurdular. Merhab'ın kılıcı Amir'in kalkanının içine düştü. Amir onu alttan
vurmaya kalkışınca kılıcı kendisine dönerek can damarını kesti. Ölümü de bu
sebeple oldu.
Seleme, dedi ki: Sonra
dışarı çıktığımda Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından birkaç kişi:
Amir'in ameli boşa gitti, kendi kendisini öldürdü, dediklerini gördüm. Ben de
ağlayarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gittim ve: Ey Allah'ın
Rasulü! Amir'in ameli boşa mı gitti, dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Bunu kim söyledi" buyurdu. Ben: Ashabından bazı insanlar,
dedim. Allah Rasulü: "Böyle diyen yalan söyler. Aksine onun ecri iki kere
verilecektir" buyurdu. Sonra beni Ali (radıyallahu anh)'ın yanına
gönderdi. O sırada gözlerinden rahatsızd!. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Andolsun sancağı Allah'ı ve Resulü'nü seven veya Allah'ın ve
Resulü'nün kendisini sevdiği birisine vereceğim" buyurdu. Ben de Ali'nin
yanına gittim. Gözlerinden rahatsız olduğu halde onu yederek getirdim. Sonunda
onu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına kadar getirdim.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözlerine tükürdü ve hemen iyileşti.
Sancağı da ona verdi. Merhab yine dışarı çıkarak:
"Hayber de bilir ki
ben Merhabım Silahı tam denenmiş bir kahramanım Savaşlar geldiğinde
alevalevolur" dedi. Ali de (ona karşılık) şöyle dedi:
Ben annemin adımı arslan
koyduğu kimseyim. Görünüşü çirkin (korkunç) ormanlar arslanı gibiyim. Kile ile
ölçercesine onlara sa ile tastamam veririm.
Sonra Merhab'ın kafasını
vurup onu öldürdü. Sonra da onun elleri ile fetih gerçekleşti. Allah ondan razı
olsun.
İbrahim, dedi ki: Bize
Muhammed b. Yahya tahdis etti, bize Abdussamed b. Abdulvaris, İkrime b.
Ammar'dan bu hadisi bu uzunluğu ile tahdis etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
4655- .. ./3- Bize Ahmed
b. Yusuf el-Ezdi es-Sülemi de tahdis etti, bize en-Nadr b. Muhammed İkrime b.
Ammar'dan bunu tahdis etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Hudeybiye'ye
bindörtyüz kişi olarak geldik." Daha meşhur olan budur.
Bir rivayette
"binüçyüz" bir başka rivayette de "binbeşyüz" kişi
denilmektedir.
"Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kuyunun kenarına oturdu." Ceba cim harfi fethalı be
şeddesiz sonu maksur olmak üzere kuyunun etrafı demektir. "errekki"
de kuyu demektir. Dilde meşhur olan sonu hesiz olarak "rekki"
söyleyişidir. Burada ise sonu heli (yuvarlak te'li) "el-rekkiyeh"
diye gelmiştir. Bu da Asmai ve başkasının naklettiği bir söyleyiştir.
Ya dua etti, ya da içine
tükürdü derken suyu coştu hem içtik hem (hayvanlarımıza) içirdik." Bütün
nüshalarda "tükürdü" anlamındaki lafız sin ile "beseka"
şeklindedir. Bu da sahihtir. Aynı zamanda bezeka, besaka ve beseka olmak üzere
üç söyleyiş vardır hepsi de aynı manadadır. Sin harfli söyleyiş ise az
kullanılır.
"Caşet" suyu
yükseldi ve coştu demektir. Çünkü bir şey yükseldiği zaman bu kökten gelen mı
kullanılır.
Bu, Rasulullah
{Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in açık ve belirgin mucizesidir.
Daha önce defalarca
benzerlerine dikkat çekilmiş idi.
"Beni silahsız
gördü." Buradaki silahsız anlamındaki lafız ayn harfi fethalı ze harfi
kesreli "azil" ile her ikisi de ötreli "uzul" olmak üzere iki
şekilde zaptetmişlerdir. Kitapta beraberinde silah bulunmayan kişi diye
açıklamıştır. Aynı şekilde azel de kullanılır. Daha çok kullanılan da budur.
"Cahafe yahut
dereka" Her ikisi de kalkana benzer aletlerdir.
"Sonra müşrikler
bize barış için elçiler gönderdiler." Bu şekilde nüshaların çoğunda
"raseluna: bize elçiler gönderdiler" şeklinde muraseleden gelen bir
kelime olarak kullanılmıştır. Bazılarında ise "rassune" ötreli ve
şeddeli sin ile kaydedilmiştir. Kadı Iyaz bunu fethalı olarak da nakletmiştir.
Her iki söyleyiş de bize elçiler gönderdiler anlamındadır. Bu ikinci söyleyiş
söze başlamak anlamında "rassel hadis: söze başladı" tabirinden
alınmıştır. Bunun "rassebeynehum: aralarını düzeltti" tabirinden
geldiği de söylenmiştir. Önce onlar bizimle konuşmaya başladılar anlamında
olduğu da söylenmiştir. Bazı nüshalarda ise vasula diye vav ile kaydedilmiştir
ki biz ve onlar barış üzerinde ittifak ettik anlamındadır. Burada vav hemzeden
bedeldir. Ve "üsve" kökünden gelmektedir.
"Talha'nın
hizmetçisi idim." Burada "tebi'" hizmet ettiği kişinin
arkasından giden hizmetçi demektir.
"Atını sular ve
kaşağılardı." Ehasse: Üzerindeki toz ve benzeri şeyleri gidermek için
mihasse (kaşağı) ile sırtını kaşımak demektir.
"Bir ağaca varıp
etrafındaki dikenleri temizledim." Yani altımda bulunan dikenleri
temizledim.
"Kılıcımı
çektim." Yani kınından çıkardım.
"Silahlarını alarak
elimde demet yapıp tuttum." Buradaki "dıgs: demet, deste"
demektir.
"el-Abelat'tan
Mikrez denilen bir adam geldi." Cevheri, es-Sihah adlı eserinde, dedi ki:
Abelat Kureyş'ten olup bunlar küçük ümeyye diye bilinirler. Onlara nisbet Abii
diye gelir. Bunu yaparken onların tekil olan ismi esas alınır. Çünkü bunların
annelerinin adı Able idi.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Küçük Ümeyye ile onun iki kardeşi Nevfel ve Abdullah b. Abduşems b. Abdumenaf
Teminoğullarından olan ve adı Ubeyd kızı Able olan annelerine nisbet
edilmişlerdir.
"Üzerinde çul
bulunan bir at üzerinde" müceffef üzerinde ticfaf bulunan at demektir. Bu
da atın silahtan korunması maksadı ile giydirildiği çul gibi bir elbisedir.
Çoğulu tecafif gelir.
"Onları bırakın da
fücurun ilki de sonu da onların olsun." Bed: İlki başlangıcı demektir.
"Sinah" sonu lafzı nüshaların çoğunda birinci harfi kesreli se'dir.
Bazılarında ise ötreli se ve nundan sonra ye ile "sünyah"
şeklindedir. Her ikisini de Kadı Iyaz rivayet etmiş ve ikincisini İbn Mahan'ın
rivayetinden birincisini ise başkasından zikrederek doğrusu da odur, ikinci bir
defa daha anlamındadır demiştir.
"Bir yerde
konakladık. Bizimle Lihyimoğulları arasında bir dağ vardı.
Onlar müşrikti." Bu
lafzı iki şekilde zaptetmişlerdir. Her ikisini de Kadı Iyaz ve başkaları
zikretmiş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi "vehum elmuşrikun: onlar
müşriklerdir" şeklinde mukteda ve haberdir. İkincisi ise "vehemme el
müşrikun: yani müşrikler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den ve ashabından
çekindiler, onların kendilerine verecekleri zarardan korktular demek olur.
"Talha'ya ait bir
atı sulamak üzere çıktım." Buradaki sulamak anlamındaki "uneddi"
fiilini bu şekilde ötreli hemze ile zaptettik. Kadı İyaz, Şerh'inde Müslim
ravilerinden herhangi birisinden bundan başkasını zikretmemektedir. Bunu
el-Meşarik adlı eserinde de ravilerin çoğundan diye nakletmiş ve şunları
söylemiştir: Bazıları bunu Müslim'de Ebu Hazza’DAN nun harfi yerine be harfi
ile "ubdihi" diye rivayet etmişlerdir. İbn Kuteybe de böyle demiştir.
Yani onu çöle çıkardım, otun bulunduğu yere götürdüm. Nitekim meydana
çıkartılan her bir fiil için de bu mı kullanılır. Ama doğrusu cumhurun nun ile
rivayetidir. Bütün muhaddislerin rivayeti de budur. Asmai ve Ebu Ubeyd'in
el-Garib adlı eserinde Ezheri ve dil bilginleri ile Garibul Hadis alimlerinin
büyük çoğunluğunun, dediklerine göre bunun anlamı davarı suya götürüp az bir
şey su içtikten sonra meraya salınması sonra tekrar suya gelip biraz su içmesi
sonra yeniden meraya gitmesi demektir diye açıklamışlardır.
Ezheri, dedi ki: İbn
Kuteybe Ebu Ubeyd ve Asmai'nin bu kelimeyi nun ile (uneddihi) diye kabul
etmelerini reddederek doğrusunun be ile olduğunu (ubdihi şeklinde) ileri
sürmüştür. Ezheri ise: İbn Kuteybe hata etmiştir. Doğrusu Asmai'nin, dediğidir.
"Onun eşyalarına
bir ok sapladım. Öyle ki o ok onun omzuna kadar ulaştı."
Güvenilir asıl
nüshaların çoğunda bu şekilde "rahlihi: yüküne" ile "ketifihi:
omzuna" şeklindedir. El-Meşarik ve el-Metali' sahibleri de bunu böylece
nakletmiştir. Rivayetlerin bir çoğunda bu şekildedir. Her ikisi de, dedi ki:
Birincisi daha açıktır. Bazılarında cim harfi ile "ridihi: ayağına"
ve ka'bihi: topuğuna şeklindedir. Dediler ki: Birincisi daha sahihtir. Çünkü
diğer rivayette:
"Onun omzunun üst
tarafına bir ok attım" denilmektedir. Kadı lyaz şerhte, dedi ki: Bu
üstadlarımızın rivayetidir. Manaya daha yakın da budur. Çünkü arkasındaki yükün
üst tarafına isabet ettirmiş olması mümkündür. O taktirde ok iyice derine
saplandığı taktirde omzuna isabet edebilir. "Sakke: vurdu" demektir.
"Onlara ok atıp
hayvanlarını yaralamaya devam ettim." Yani Onlara oklar atıp atlarını da
yaraladım. Kadı lyaz, dedi ki: Buradaki "ermihim: Onlara ok attım"
fiilini bazıları dal harfi ile "ureddihim: onları tepetaklak aşağı
indiriyordum" diye rivayet etmişlerdir.
"Onlara taş atmaya
koyuldum." Yani onları yere düşürecek ve binekleri üzerinden aşağıya
indirecek taşlar atıyordum.
"Onların üzerine
taşlardan alametler koydum." Taşlardan alametler (aram) geçitlerde dikilen
ve kendileri sayesinde yol bulunan taşlara denilir. Tekili ise "iram"
diye gelir.
"Dağdan ayrı bir
tepe üzerinde oturdum." Buradaki "karn" kelimesi büyük dağdan
ayn küçük her bir dağa denilir.
"Ağaçların
arasından görünüyorlar" yani ağaçların arasına giriyorlardı. "Zi
Kared denilen bir su" güvenilir nüshaların çoğunda burada elif ile
"zakared" şeklinde bazılarında ise vav ile "Zu Kared"
şeklindedir. Doğru şekli budur.
"Onları ondan
uzaklaştırdım." Onun yanından kovup uzaklaşırdım. Hadiste de onları
yanından sürdüm diye açıklamıştır. Kadı lyaz, dedi ki: Bizim buradaki bu lafzı
rivayetimiz bu şekilde hemzesiz "fehalleytehum" şeklindedir. Ama
bunun aslı hemzeli olup teshil ile kullanmıştır. Nitekim bundan sonra bu
hadiste hemzeli olarak gelmiştir.
"Omuzunun üst
tarafına bir ok attım." Aslında nuğd: omuzun yan tarafındaki ince
kemiktir. Çokça hareket ettiği için ona bu isim verilmiştir. Nağıd denilen
kemik de odur.
"Anası onu
kaybedesice" anası onsuz kalası ca demektir. "Sabahki Ekva"
buradaki "Ekvauhu" ayn harfi ötrelidir. Yani bugün sabahleyin
karşımıza çıkan Ekva sen misin demektir. Bundan dolayı o da evet diye cevap
vermiştir.
"Bir tepe üzerinde
iki at bıraktılar." Kadı Iyaz, dedi ki: Cumhurun "erdev" fiilini
rivayetleri dal iledir. Bazıları ise bunu zel ile "erzev" diye
rivayet etmişlerdir. Her ikisinin de anlamı birbirine yakındır. Zel ile rivayet
onları orada bıraktılar, terk ettiler şeklindedir. "Rezi" her hususta
zayıf güçsüz demektir. Dal harfi ile de onları helak ettiler, onları düşürüp
bırakıncaya kadar yordular anlamına gelir. Atın süvarisini düşürmesini anlatmak
için de "erda" fiili kullanılır.
Amir arkamdan birinin
içinde bir miktar süt, diğerinin içinde bir miktar su bulunan iki tulum
yetiştirdi." Satiha: Biri diğeri üzerine döşenmiş sahtiyandan yapılmış
kaba denilir. "Mizka" ise su katılmış az miktardaki süte denilir.
"O, onları
uzaklaştırdığım suyun üzerinde idi." Nüshaların bir çoğunda ha ve hemze
ile "haletuhum" şeklindedir. Bazılarında ise "halleytuhum"
şeklindedir. Buna dair açıklama da az önce geçti.
"Onlardan
kurtardığım develerden bir dişi deve kesmişti." Nüshaların bir çoğunda
"ellezi" bazılarında da "elleti" kullanılmıştır. Bu
ikincisi daha uygundur. Çünkü ibil müennestir. Aynı şekilde insanların
dışındaki çoğul isimler de böyledir. Bununla birlikte birincisi de sahihtir.
Zamir de böylelikle "ibil: develer" lafzına değil de ganimete ait
olur.
"Yan dişleri
görününceye kadar güldü." Nevacizin küçük azı dişleri (yan dişler) olduğu
söylendiği gibi büyük azı dişler olduğu da söylenmiştir. Doğrusu birincisidir.
Buna dair açıklamalar Siyam (Oruç) Kitabı'nda geçmişti.
"Bugün
atlılarımızın en hayırlısı Ebu Katade, piyadelerimizin en hayırlısı Seleme
idi." Buradan, kahramanların ve diğer fazilet sahibi kimselerin
övülmesinin müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Özellikle bunlar güzel işler
yapmışlarsa bu böyledir. Çünkü böylelikle hem onların hem başkalarının bu güzel
işleri daha da artırmaları için bir teşviktir. Bütün bu hususlar ise kendisini
beğenmek ve benzeri fitneye kapılmasından korkulmayan kimseler hakkında
böyledir.
"Sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana ... iki pay verdi." Bu piyade payından
ayrı fazladan verilen payın nefel olduğu şeklinde yorumlanır. Zaten o böyle bir
nefel'i gerçekten hak ediyordu. (Allah ondan razı olsun) Çünkü bu gazvede
fevkalade işler başarmıştı.
"Ensardan bir adam
vardı ki hızlı yürüyüşte onu geçen olmazdı." Yani hızlı piyade yürüyüşünde
(koşuda) kimse onu geçemiyordu.
"Bir yahut iki
bayırda nefesimi tuttum." Yani hızlıca koşmayıp nefesimi tuttum demektir.
Şeref (bayır) yüksek yerlere denilir.
"Nefesimi
tutarak" yani nefesimin kesilmemesi için bunu yapıyordum.
Burada hızlı yürümek (ve
koşmak) sureti ile yarışmanın caiz olduğuna delil vardır. Herhangi bir bedel
sözkonusu olmaksızın yarışacak olurlarsa caiz olduğunda da görüş ayrılığı
yoktur. Eğer bir bedel koyarak yarışacak olurlarsa bunun sıhhati hususunda
görüş ayrılığı vardır. Mezhep alimlerimizin daha sahih olan görüşüne göre sahih
değildir.
"Amcam Amir onlara
recez okumaya başladı." Burada bu şekilde "amcam" demektedir.
Daha önce Ebu't-Tahir'in İbn Vehb'den rivayet ettiği hadiste
"kardeşim" demişti. Onun süt kardeşi ve neseben de amcası olma
ihtimali vardır.
"Kılıcını sallayıp
duruyordu." Bir kaldırıp bir indiriyordu. Devenin kuyruğunu bir kaldırıp
bir koymasını anlatmak için de buradaki gibi "yahtiru" fiili
kullanılır.
"Silahı tam"
silahı eksiksiz demektir. Şaki silah "şevket" den gelmektedir ki, bu
da kuvvet anlamındadır. Şevket aynı zamanda silah demektir. Yüce Allah'ın:
"Silahsız olanın kendinizin olmasını arzu ederdiniz" (Enfal, 7)
buyruğunda da bu lafız kullanılmıştır.
"Denenmiş bir
kahraman" yani kah ram an lı ğı ve atlıları kahretmesi denenmiş kimse
demektir. Batal: Kahraman kimse demektir. "Muğamir: korkusuz atılgan"
yani savaşın maceralı alanlarına zorlu ve sıkıntılı hallerine girişen ve
kendisini bu tehlikelere atan kimse demektir.
"Amir ona altından
darbe vurmak istedi." Alt tarafından ona darbe indirmek istedi.
"Gözlerinden
rahatsızdı." Dilbilginleri, dedi ki: Ramide ve yermedu fiili gözünün
rahatsız olma halini anlatmak için kullanılır.
"Ben annemin
kendisine arslan adını verdiği kimseyim." Buradaki haydere aslanın
isimlerinden birisidir. Ali (r.a.)'a da ilk doğduğu sıralarda esed: aslan adı
verilmişti. Merhab'da rüyasında bir arslanın kendisini öldürdüğünü görmüştü.
Ali (radıyallahu anh) bunu ona kendisini korkutmak ve maneviyatını zayıflatmak
için hatırlatmıştı., dediklerine göre Ali (radıyallahu anh)'ın annesi kendisine
ilk doğduğu sırada anne tarafından dedesi olan Esed b. Hişam b. Abdimenaf'ın
adı ile ona "esed" adını vermişti. O sırada Ebu Talib başka bir yere
gitmişti. Geldiğinde ona Ali adını vermişti. Aslana haydere denilmesi ise güçlü
ve kuvvetli oluşundan dolayıdır. Çünkü hadir güçlü ve sert kaba anlamındadır.
Demek istediğine gelince: Ben cesareti, atılganlığı ve gücü itibari ile arslan
gibiyim demektir.
"Geniş kile ile
ölçercesine onlara sa ile tastamam veririm." Yani ben düşmanlarımı
alabildiğine öldürürüm. Sendera ise geniş bir ölçek demektir. Acele anlamına
geldiği de söylenmiştir. Yani onları çabucak öldürürüm demektir. Bunun
kendisinden ok ve yay yapılan salevber ağacının kendisi olan
"sendera" den alınmış olduğu da söylenmiştir.
"Merhab'ın başını
vurdu." Yani Ali (radıyallahu anh) onu öldürdü. Daha sahih olan Merhab'ın
katilinin Ali olduğudur. Merhab'ı öldürenin Muhammed b. Mesleme olduğu da
söylenmiştir. İbn Abdilberr ed-Durar fi Muhtasar Siyer adlı eserinde şunları
söylemektedir: Muhammed b. İshak, dedi ki: Onu öldüren Muhammed b. Mesleme'dir.
Başkası ise şöyle demektedir: Onu öldüren kesinlikle Ali idi. İbn Abdilberr,
dedi ki: Bize göre sahih olan da budur. Sonra bunu isnadı ile Seleme ve
Bureyde’DEN rivayet etmektedir. İbnu'l Esir de, dedi ki: Hadis alimleri ile
siyer alimlerinin çoğunluğunun kabul ettikleri kanaate göre onu öldüren Ali
(radıyallahu anh)'dır. Allah en iyi bilendir.
Şunu da belirtelim ki,
şimdiye kadar dikkat çekilen hususlar dışında bu hadiste türlü ilmi hususlar
dile getirilmektedir:
1. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in dört mucizesi sözkonusu edilmiştir. Bunların birincisi
Hudeybiye suyunun çoğaltılması, ikincisi Ali (radıyallahu anh)'ın gözünün
iyileştirilmesi, üçüncüsü Allah'ın onun eli fetih ve zaferi nasip edeceğini
haber vermesidir. Nitekim Müslim'in bundan başka bir rivayetinde de bu husus
açıkça ifade edilmiştir. Dördüncüsü ise (Seleme'nin takip etmek istediği
düşmanların) Gatafan'da misafir olarak ağırlanmakta olduklarını haber
vermesidir. Nitekim gerçekten de böyle idi.
2. Düşmanla barış yapmak
caizdir.
3. Önden gözcüler
gönderilir.
4. Herhangi bir bedel
sözkonusu olmaksızın ayaklar ile (yürüyerek, koşarak) müsabaka caizdir.
5. Kahramanlık ve güç
sahibi olmak bir fazilettir.
6. Seleme b. el-Ekva,
Katade ve el-Ahsen el-Esadi (radıyallahu anh)'ın çeşitli menkıbeleri
sözkonusudur.
7. Güzel bir iş yapan
kimseden övgü ile söz etmek caizdir ve eğer bunun bir maslahatı varsa böyle bir
övgüde bulunmak müstehaptır. Az önce açıkladığımız gibi.
8. Savaşırken düşmanın
atlarını yaralamak (öldürmek) caizdir.
9. Savaş esnasında recez
okumak müstehaptır.
10. Ok atan, mızrak
saplayan ve kılıç darbesi indiren bir kimsenin bunu al, ben filanım ya da
filanın oğluyum demesi caizdir.
11. Ganimetten yemek
caizdir. Savaş esnasında güzel başarılar elde eden kimselere ganimetten nefel
vermek müstehaptır.
12. Gücü yeten bineğin
üzerine başkasını terkiye almak caizdir.
13. Amir'in teke tek
dövüşmesinde olduğu gibi imamın izni olmadan mübareze (teke tek dövüşmek)
caizdir.
14. Ashab-ı kiram (radıyallahu
anhuma) şehadeti çok seviyor ve onu çok arzu ediyordu.
15. Kişinin kendisini
savaşın tehlikeli hallerine atmasında bir beis yoktur.
Cihad esnasında mübareze
ve benzeri hususlarda kişinin kendisini tehlikeye atmasının caiz olduğunu
ittifakla kabul etmişlerdir.
16. Savaşmak sebebi ile
kafirlerle savaşırken ölen bir kimse şehid olur.
İster onların silahları
ile ister bineği onu düşürdüğü için ister başka bir yolla . isterse de Amir'in
başından geçtiği gibi silahının kendisine dönmesi ile ölmüş " olsun fark
etmez.
17. İmam orduyu kontrol
eder ve silahsız gördüğü kimseye silah verir .
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
46/48- YÜCE
ALLAH'IN: "SİZİN ELLERİNİZİ ONLARDAN ÇEKENDİ" (FETH, 24) AYETİ BABI