SAHİH-İ MÜSLİM

CİHAD VE SİYER

 

43/45- HAYBER GAZVESİ BABI

 

4641-120/1- Bana Züheyr b. Harb da tahdis etti, bize İsmail -yani b. Uleyye- Abdülaziz b. Süheyl'den tahdis etti, o Enes'den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber'e gaza yaptı. Hayber'in yakınında sabah namazını alacakaranlıkta kıldı. Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bineğine bindi. Ebu Talha da -ben de Ebu Talha'nın arkasında binerek- bineğine bindi. Allah'ın nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber sokağında (bineğini) koşturdu. Benim dizim de Allah'ın Nebisinin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyluğuna değiyordu. İzar Allah'ın Nebi'sinin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyluğu üzerindeki izar (peştamal) yukarı çekildi. Ben de Allah'ın Nebisi'nin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyluğunun beyazını görüyordum. O şehre girince: ''Allahu ekber. Harab oldu Hayber. Biz bir kavmin düzlüğüne indik mi artık uyarılıp korkutulanların sabahı ne kötü olur" buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti. (Ehes), dedi ki: (Hayber) ahali(si) işlerine çıkmışlardı. Bu sefer: Muhammed, dediler.

 

Abdulaziz rivayetinde: Arkadaşlarımızdan birisi: Ve beş kollu ordusu demiştir, dedi.

(Enes) biz orayı savaşla aldık, dedi.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 2510 -muhtasar-, 3031 -muhtasar-,. 3032 -muhtasar-, 4037; Ebu Davud, 2768

 

AÇIKLAMA:          "Orada sabah namazını alacakaranlıkta kıldık." Buradan anlaşıldığı üzere:

 

1. Namazı ilk vaktinde erken kılmak müstehaptır.

 

2. Sabah namazına "gadat" adı verilmesi mekruh değildir. Böylelikle bu bizim mezhep alimlerimiz arasından bunun mekruh olduğunu söyleyenlerin görüşüne red olur.

Enes'in rivayet ettiği bu hadisin şerhi daha önce Müsakat kitabında geçti.

 

3. Ayrıca burada eğer taşıyabiliyorsa bineğe arkasına bir kişi daha bindirmenin caiz olduğu hükmünün anlaşıldığını da kaydetmiştik.

 

4. Atın koşturulmasının ve baskın yapmanın kişinin mertliğine eksiklik vermediği ve yıkıcı olmadığı aksine bunun bir sünnet ve bir fazilet olduğu ve bunun savaşın maksatlarından birisi olduğu da açıklanmıştı.

 

"İzar (peştamal) Allah'ın nebi'sinin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyluğundan yukarı çekilmişti. Ben Allah'ın Nebi'sinin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyluğunu görüyordum." Bu Maliki mezhebine mensup alimler ile onlara uygun kanaat belirtenlerin uyluğun erkeğin avreti olmadığına dair gösterdikleri delillerden birisidir. Bizim ve diğerlerinin mezhebindeki görüşe göre uyluk avrettir. Uyluğun avret olduğuna dair çok sayıda meşhur hadisler gelmiştir. Mezhep alimlerimiz Enes (radıyallahu anh)'ın bu hadisini baskın yapmak ve at koşturmak zarureti dolayısı ile isteği dışında açıldığı şeklinde yorumlamışlardır. Ayrıca bu hadiste örtme imkanını bulmakla birlikte uyluğunu açık tutmanın devam ettiği ifadesi de yoktur. Enes'in: "Ben onun uyluğunun beyazını görüyordum" demesi de kasten ona baktığı şeklinde değil de umulmadık bir şekilde onu gördüğü şeklinde yorumlanır.

 

Buhari'nin Enes (radıyallahu anh)'dan rivayet ettiği Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e izannı (belden aşağısını örten peştemalini) yukarı çektiği şeklindeki rivayeti de Müslim'in rivayetinde olduğu gibi sözü edilen bir çekilme ve açılma şeklinde yorumlanır.

 

Maliki mezhebine mensup bazı ilim adamları buna şu şekilde cevap vermektedir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) avretinin açılması ile sınanmayacak kadar Allah için değerlidir. Buna karşılık bizim mezhep alimlerimiz de buna şöyle cevap verirler. Eğer insanın isteği ile olmamışsa bu hususta onun için bir eksiklik sözkonusu değildir ve böyle bir şeyin imkansız olduğu söylenemez.

 

5. "Allahu ekber. Harab oldu Hayber." Burada düşmanla karşılaşırken tekbir getirmenin müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Onların ellerinde gördüğü baltalar, kazma ve benzeri yıkıcı aletlerden oranın harab olacağı çıkarımında bulunmuştur. Bunu Hayber adından çıkardığı da söylenmiş ise de daha sahih olan ona yüce Allah'ın bunu bildirmiş olmasıdır.

"Biz bir kavmin düzlüğüne inersek uyarılanların sabahı ne kötü olur."

Saha: Geniş düzlük demektir. Asıl anlamı ise evler arasındaki boşluktur.

 

6. Buradan böyle bir bağlamda kesin gerçekleşecek hususlarda Kur'an buyruklarının istişhadının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Az önce Mekke Fethi ile ilgili açıklamalarda geçtiği gibi bunun pek çok benzerleri de vardır. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) putları dürtüp "hak geldi batıl ne baştan beri var edebilir ne yeniden iade edebilir. Hak geldi, batıl can çekişerek yok oldu" diyordu. İlim adamlarının, dediklerine göre ise konuşmalar esnasında, mizah yaparken ve boş sözlerle konuşurken darb-ı mesel kabilinden Kur'an'dan istişhadda bulunmak mekruhtur. Bütün bu hallerde yüce Allah'ın kitabının tazim edilmesi için böyle bir davranış mekruh görülmüştür.

 

"Muhammed ve el-Hamis: beş bölüklü ordusu" el-Hamis ordu demektir.

Buhari'nin rivayetinde de bunu böylece açıklamıştır. İlim adamları der ki:

Ona Hamis (beş kollu, beş bölüklü) denilmesinin sebebi ordunun beş kısım olmasından dolayıdır: Sağ cenah, sol cenah, öncüler ve artçılar ile kalbgah.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Biz el-Hamis lafzını "Muhammed"e atf ile merfu olarak da rivayet ettik. Mef'ulü me ah olmak üzere nasb ile de rivayet ettik.

 

"Orayı savaşla fethettik." "Anve: ayn harfi fethalı olarak barış yolu ile değil kahrederek yenik düşürerek aldık" demektir. Kadı Iyaz, dedi ki: elMazerı, dedi ki: Bu ifadenin zahiri Hayber'in tamamının savaşla fethedildiğini ortaya koymaktadır. Ama Malik İbn Şihfıb’DAN bir bölümünün savaş yolu ile bir bölümünün sulh yolu ile fethedildiğini rivayet etmiştir. Ebu Davud'un Süneni'nde nakledilen Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Hayber'i yarısı karşı karşıya kalacağı bazı hadiseler ve ihtiyaçları için diğer yarısı da Müslümanlar için olmak üzere iki yarıya böldü şeklindeki rivayetin açıklaması zor görülebilir. Bunun cevabı ise bazılarının, dediklerine göre şöyledir: Hayber'in etrafında ahalisinin sürüldüğü çeşitli köyler ve kasabalar da vardı. Bunlar yalnızca Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bunların dışındakiler ise ganimet alanlara aitti. Sahiplerinin yerlerinden sürüldüğü topraklar yarısı kadar idi. Bundan dolayı iki yarıya bölmüştür.

 

Kadı Iyaz, dedi ki:

 

7. Bu hadis-i şerifte düşmana baskının sabahleyin gündüzün ilk saatlerinde olmasının müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Çünkü bu vakit, farkında olmayıp gafil avlanabilecekleri bir zamandır. Sonra ihtiyaç duyulacak işler için gündüz ortalığı aydınlatır. Bu ise orduların birbirleri ile karşı karşıya gelecekleri saf saf dizilecekleri ve kalelere karşı hücum hazırlığının yapılacağı savaşlar halinden farklıdır. Bu gibi durumlarda ise bunların zevalden sonra olması müstehaptır. Böylelikle vaktin serinliği sebebi ile gayret ve hareketlilik sürekli olur. Aksi yapılırsa böyle olmaz.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ayağına değiyordu. Güneş doğduğu zaman onlara vardık. Davarlarını dışarı çıkarmış kendileri de baltaları ile zembilleri ve çapaları ile dışarı çıkmışlardı. (Bizi gördüklerinde) Muhammed ve beş kollu ordusu, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "Harab oldu Hayber. Biz bir kavmin düzlüğüne indik mi uyarılanların sabahı ne kötü olur" buyurdu. (Enes), dedi ki: Aziz ve celil Allah da onları bozguna uğrattı. 

 

 

 

 

4643-122/3- Bize İshak b. İbrahim ve İshak b. Mansur tahdis edip, dedi ki: Bize en-Nadr b. Şumeyl haber verdi, bize Şu'be, Katade'den haber verdi, o Enes b. Malik'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber'e vardığında: "Şüphesiz biz bir kavmin düzlüğüne indik mi uyarılanların sabahı ne kötü olur" buyurdu.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          "Baltaları ile zembilleri ve çapaları ile dışarı çıktılar." Mekatil mim "harfi kesreli olarak miktelin cemidir. Buna, kaffe, zembil, zumbul, zebil, arak ve sefife dahi denilir.

 

"Murur" mer: çapa nın çoğuludur. Mesahi (dediğimiz kazmalar) ile aynı şeydir.

Kadı lyaz, dedi ki: Bunlar onların kendileri ile hurma ağaçlarına tırmandıkları halatları olduğu dahi söylenmiştir. Mesahi denilen kazmalarla aynı şey olduğu da söylenmiştir.

 

 

 

 

4644-123/4- Bize Kuteybe b. Said ve Muhammed b. Abbad -lafız İbn Abbad'a ait olmak üzere- tahdis edip, dedi ki: Bize Hakim -ki o b. İsmail'dirSeleme b. el-Ekva'ın azadlısı Yezid b. Ebu Ubeyd'den tahdis etti, o Seleme b. el-Ekva’DAN şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Hayber'e çıktık. Geceleyin yol aldık. Bizimle birlikte olanlardan bir adam Amir b. el-Ekva'ya: Bize recezlerinden dinletmez misin, dedi. Amir şair bir adamdı. Bunun üzerine inip yol arkadaşlarına şunları okumaya başladı:

 

Allah'ım; sen olmasaydın eğer hidayet bulmazdık Sadaka da vermez namaz da kılmazdık Canım sana kurban olsun, işlediğimiz günahları mağfiret buyur Düşmanla karşılaşırsak sebat ver ayaklarımıza Hem bir huzur ve sükun bırak üzerimize Çünkü biz çağırılırsak derhal geliriz Ve çağırıldık da imdada, yardıma davet olunduk

 

Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu sürücü kim" buyurdu. Ashab: Amir, dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Allah ona rahmet eylesin" buyurdu. Oradakilerden birisi: Vacip oldu ey Allah'ın Rasulü. Keşke bizi onunla faydalandırsaydın, dedi.

 

(Seleme), dedi ki: Sonra Hayber'e vardık. Onları kuşattık. Nihayet oldukça ileri derecede açlık musibeti ile karşılaşlık. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz Allah size onu fethetmeyi nasip edecektir" buyurdu. (Seleme), dedi ki: Ertesi günü insanları Hayber'i fethedeceği günün gecesinde insanlar akşamlayınca çokça ateş yaklılar. Bu sefer Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu ateşler ne oluyor, ne için bu ateşleri yakıyorsunuz" buyurdu. Ashab: Et (pişirmek) üzere, dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Ne eti" buyurdu. Onlar: Ehli merkeblerin etleri diye cevap verdiler. Bu sefer Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu dökün ve onları (kapları) kırın" buyurdu. Bir adam: Yahut onları döksünler ve kapları yıkasınlar, deyince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahut öyle yapın" buyurdu.

 

(Seleme) devamla, dedi ki: Ordu saf tutunca Amir'in kılıcı bir parça kısa idi. Kılıcı ile bir yahudinin bacağına bir darbe indirmekle birlikte kılıcının keskin tarafı dönüp Amir'in dizine isabet etti ve ondan dolayı öldü. -Rahimehullah-

 

Geri döndüklerinde -Seleme, dedi ki-: O (Allah'ın Rasulü) elimden tutuyordu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim sustuğumu görünce "neyin var" buyurdu. Ben de ona: Babam anam sana feda olsun. Amir'in amelinin boşa gittiğini söylediler, dedim. Allah Rasulü: "Bunu kim, dedi." buyurdu. Ben: Filan kişi, filan kişi ve ensardan Useyd b. Hudayr, dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bunu diyen yalan söylemiştir. Şüphesiz onun iki ecri vardır" buyurdu ve bu arada iki parmağını bir araya getirerek "şüphesiz o cihad eden bir mücahitti. Yeryüzünde onun gibi bu şekilde yürüyen bir arap gerçekten azdır" buyurdu.

 

Kuteybe bu hadiste Muhammed'e iki yerde muhalefet etmiştir. İbn Abbad'ın rivayetinde ise "ve üzerimize bir sekinet bırak" şeklindedir. Bırak anlamındaki fiilin sonunda nun harfi yoktur).

 

 

Diğer tahric: Buhari, 2477 -muhtasar-, 4196, 5497 -muhtasar-, 6146 -muhtasar-, 6331, 6891; Müslim, 4993, 4994 -buna yakın-; İbn Mace, 3195 -buna yakın muhtasar-, 4542.

 

AÇIKLAMA:          "Bize recezlerinden dinletmez misin?" (Recezler anlamındaki) "huneyyat" bazı nüshalarda "hüneyhat': şeklindedir. Recezler(in) demektir. Hune bir şey yemek hakkında da kullanılır.

 

1. Hadisten yerildiği gerektirecek sözler ihtiva etmediği sürece recez ve diğer şiirler söylemenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Şiir esas itibari ile bir sözdür. güzel olanı güzel, çirkin olanı çirkindir.

 

2. "İnip kavme recez söylemeye başladı." Bundan da kişileri ve binekleri yol almakta rahatlandırıp şevklendirmek maksadıyla ve onu dinlemekle meşgul olup, yolculuğun zorluklarını hissetmemelerini sağlamak için ezgi okumanın müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

"Allah'ım! Sen olmasaydın biz hidayet bulmazdık." Rivayet bu şekildedir. Vezin bakımından doğru şekli ise (Allahumme yerine) "lahumme" ya da tallahi yahut vallahi denilmesidir. Nitekim diğer hadiste "vallahi Allah olmasaydı..." şeklindedir.

 

"Canım sana feda. İşlediklerimizi mağfirete buyur." el-Mazeri, dedi ki: Bu lafzın açıklanması zordur. Çünkü şanı yüce Allah'a canım sana feda denilmez. Ona kendimi sana feda ettim denilmez. Çünkü bu ancak bir kişinin başına gelmesi beklenen hoş olmayan bir hal hakkında kullanılır. Bu durumda bir kişi diğerini tercih ederek bu hoş olmayan halin onun başına gelmesi yerine kendisini buna karşılık feda etmek istediğini söyler. Belki de bu gerçek manası kastedilmeden böylece söylenmiş bir sözdür. Nitekim: Katelehullah:

 

Allah onunla mukatele etsin (Allah kahretsin onu)" denilmesi gibi. Bununla ise gerçek manada ona beddua etmek maksadı güdülmez. Ayrıca RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ellerin toprağa değsin" yahut: "Sağ elin toprağa değsin" ve "vayanasının haline" demesi de bunun gibidir. Bütün bu ifadelerde ise bir tür istiare vardır. Çünkü kendisini feda eden aslında hoşlanılmayan bir sebep dolayısıyla muhatabının adına kendisini feda etmekle o kişinin hoşnutluğunu istemekte işi oldukça ileriye götürmüş olur. Bu durumda şairin maksadı ben canımı senin rızan uğrunda feda ediyorum demek olur. Durum ne olursa olsun eğer sözün doğru bir şekilde yorumlanma imkanı varsa sözün mutlak kullanılması, istiare ve mecaz ile kullanılması yine de bu hususta şeriatın onun kullanılmasına izin verdiğini ortaya koyan bir delile ihtiyaç duyulur.

 

Buradaki "sana feda olsun" sözü ile muhatap aldığı bir adamı kastetmiş ve sözlerin arasını birbirinden ayırmış da olabilir. Bu durumda: "mağfiret buyur" dedikten sonra uyarmak istediği bir adamı çağırarak: "sana feda olsun, olayım" demiş sonra da ilk sözünü tamamlamaya dönerek: "işlediğimiz günahlarımızı" demiş olur. Bu hem lafzın hem mananın doğru olarak anlaşılabileceği bir yorumdur. Bununla birlikte bunda bir zorlama vardır. Söylenen sözün doğru anlaşılması için buna mecbur kaldık. Nitekim Arapların konuşmalarında biri diğeri ile ilgili cümleler arasında bir takım fasılalar bulunabilir. Bu da böyle bir tevilde bulunmayı kolaylaştırır.

 

"Biz çağırıldık mı geliriz." Diyarımızdaki nüshalarda bu şekilde başında te harfi ile "eteyna" şeklindedir. Kadı Iyaz'ın zikrettiği üzere bu hem te ile hem de be ile (ebeyna) diye zikredilmiştir. Eteyna ile anlamı savaş ve benzeri faziletli haller için çağrılacak olursak derhal geliriz demek olur. Ebeynanın anlamı ise kaçmayı ve savaşa katılmamayı kabul etmeyiz, reddederiz demek olur.

 

"çağırarak bizden yardım istediler." Yani savaşmak için bizden yardım istediler, bizi savaşa davet ettiler. Bunun bir şeye itimat etmek demek olan "ta'vil" den geldiği de söylenmiştir. Ses anlamındaki "avil" den geldiği de söylenmiştir.

 

Rasulullah {Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Bu sürücü kim" demesi üzerine "Amir'dir" diye cevap vermeleri üzerine ''Allah'ın rahmeti ona olsun" buyurdu. Oradakilerden bir adam: Gerekti ey Allah'ın Rasulü. Keşke bizi ondan faydalandırsaydın, dedi." Burada "gerekti" sözü onun için şehid olmak gerekti ve yakında bu gerçeklEşeccektir anlamındadır. Bu onlar tarafından bilinen bir husustu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle yerlerde birisine bu şekilde dua etti mi o kişi şehid düşerdi. Bundan dolayı onlar: Keşke bizi ondan yararlandırsaydın, dediler. Yani onun arkadaşlığı ile ve onu bir süre daha görmek sureti ile yararlanalım diye ona böyle bir dua yapmayı sonraya bırakmış olsaydın, demektir.

 

"Ehli eşeklerin etleri" ehli eşekler anlamındaki "humurun insiyye" terkibi bu şekilde "humur: eşekler"in izafesi ile yapılmıştır. Bu da mevsufun sıfatına izafe yapılması türündendir. Buna dair açıklamalar daha önce defalarca geçmişti. Buna göre Kufeliler bu zahiri üzeredir derken Basralıların taktirine göre ehli hayvanların arasından eşekler taktirindedir.

 

Ehli anlamındaki "el-insiyye" lafzı iki şekilde söylenir ve iki rivayeti vardır. Bunları Kadı Iyaz ve başkaları nakletmiştir. Bunların daha meşhur olanları hemzenin kesreli, nun harfinin sakin okunması (insiyye) şeklidir. Kadı Iyaz, dedi ki: Üstadların çoğunluğunun rivayeti budur. İkincisi ise her ikisinin de fethalı okunuşudur. (el-enesiyye şeklinde) Her iki şekil de "ins"e nisbettir. Bu da insanlar anlamındadır. Onlara böyle (ehli evcil) denilmesinin sebebi yabani eşeklerin aksine insanlarla birlikte yaşamalarıdır.

 

"Onları dökün ve (kaplarını) kırın."

 

3. Bu ehli eşeklerin etlerinin necis olduğuna delildir. Bizim mezhebimizin ve cumhurun görüşü budur. Bu hadise dair açıklamalar ve şerhi ile birlikte bu meselenin beyanı daha önce Nikah Kitabı'nda geçmiş bulunmaktadır.

 

Bunların dökülmesi ile ilgili emrin kısaca açıklaması şöyledir: Buna dair sahih sebep bunların haram ve necis olması dolayısıyla dökülmesini emir buyurmuştur. İkinci sebep onlara duyulan ihtiyaç sebebi ile bu yasak olmuştur. Üçüncüsü ise onlar bu eşekleri paylaştırmadan önce (ganimetten) almışlardı. Bu son iki yorum evcil eşeklerin etlerinin mübah olduğunu söyleyen Maliki mezhebi alimlerine aittir. Doğrusu ise bizim önce kaydettiğimizdir. "Onları kırın" bir adam: Yahut onları döksünler ve yıkasınlar, dedi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: Yahut öyle yapsınlar" buyurdu. Bu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu hususta içtihat edip o kapların kırılmasını uygun gördüğü sonra içtihadının değiştiği yahut da ona kapların yıkanması şeklinde vahiy geldiği diye yorumlanır.

 

"Şüphesiz onun iki ecri vardır." Bu nüshaların bir çoğunda elif ile "leecrani: iki ecir" diye kaydedilmiştir. Bazıları ise ye ile "le ecreyni" şeklindedir. Her ikisi de doğrudur ama daha meşhur ve daha fasih olan ikincisidir. Birincisi ise dört arap kabilesinin söyleyişidir. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz bunlar iki sihirbazdır" (Taha, 63) buyruğu da bu kabildendir. Buna dair açıklama daha önce defalarca geçti.

 

Açıklamasında geleceği üzere o hem cihad eden bir kişi hem bir mücahid olduğu için iki ecrin onun hakkında sözkonusu olma ihtimali vardır. Buna göre o cihad eden yani yüce Allah'a itaat yolunda olanca gayretini ortaya koyup buna ileri derecede itina eden bir kişi olduğu için bir ecri vardır. Bir de Allah yolunda mücahid bir kişi olduğu için onun bir ecri daha vardır. O bu iki niteliği yerine getirdiği için onun da iki ecri olmuştur.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "O cihad eden bir mücahiddir" buyruğunu mutekaddim ve müteahhirlerin cumhuru böylece rivayet etmişlerdir. "Cahit" he harfi kesrelidir. "Mücahid" de mim harfi ötrelidir. "Cahid"i ilim ve amelinde ciddi ve gayretli kimse diye açıklamışlardır. Yani o yüce Allah'a itaat yolunda oldukça gayretli birisidir demektir. Mücahid ise Allah yolunda cihad eden kişi demektir ki gazaya çıkan kişidir.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Bununla ilgili bir diğer açıklama daha vardır. Bu açıklamaya göre bu iki lafzı tekid olmak üzere bir arada zikretmiştir. İbnu'l Enbari, dedi ki: Araplar bir hususu büyültmekte abartılı ifade kullanacak olurlarsa onun için kendi kökünden fakat başka bir bina (yapı) ile bir başka lafız türeterek tekidi (vurguyu) daha da artırırlar. Ve bu ikinci lafzı da aynı şekilde onun gibi i'rablandırırlar ve "caddün müciddün, leylün lailün, şi'rün şairun" vb. ifadeler kullanırlar.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Buhari'nin bazı ravileri ile Müslim'in bazı ravileri he ve dal harfleri fethalı olarak mazi bir fiiI olmak üzere "lecahede" şüphesiz ki o cihad etmiştir diye ve diğer kelimeyi de mim ve dal harfleri fethalı ve tenvinsiz olarak "mecahede" diye rivayet etmişlerdir. Ama birincisi doğru alandır. Allah en iyi bilendir.

 

"Onungibi yürüyen bir arap pek azdır." Biz bu lafzı Müslim'de burada iki şekilde zaptetmiş bulunuyoruz. Aynı zamanda Kadı Iyaz da bu iki şekli zikretmiştir. Buhari ve Müslim'in ravilerinin büyük çoğunluğunun naklettikleri sahih ve meşhur olan rivayet "meşabiha: böyle yürümüş ... " şeklidir. Yani yeryüzünde yahut savaşta böyle yürüyen kişi pek azdır. İkincisi ise mim harfi ötreli ve sondaki he harfi tenvinli olarak "müşabihen" diye müşabehetten gelen şekli ile rivayetidir. Yani savaşta ya da başka durumlarda mükemmellik niteliklerine benzer yürüyen onun gibi bir kimse pek azdır demektir. Buna göre ifade: Bütün kemal sıfatlarında ona benzeyen bir arap pek az bulunur demek olur. Buhari ravilerinin bazıları da bunu nun ve hemze ile "neşee biha" diye rivayet etmişlerdir. Bu şekilde büyümüş ve gençliğine erişmiş demek olur. Yani savaşda yahut yerde ya da Arap topraklarında böylece büyüyüp gelişmiş bir kimse pek azdır demek olur. Kadı Iyaz: İşte rivayetlerin şekilleri (ve anlamları) budur demektedir.

 

 

 

 

4645-124/5- Bana Ebu't-Tahir de tahdis etti, bize İbn Vehb haber verdi, bana Yunus İbn Şihab’DAN haber verdi, bana Abdurrahman -ki İbn Vehb’DEN başkası onun nisbetini söyleyerek: b. Abdullah b. Ka'b b. Malik demiştirın verdiğine göre Seleme b. el-Ekva, dedi ki: Hayber gününde kardeşim, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte çetin bir surette savaştı. Kılıcı ona geri dönüp ölümüne sebep oldu. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabı bu hususta bazı sözler söylediler ve hakkında şüphe ederek kendi silahı ile ölen bir adam, dediler. Onun bazı hallerinde şüpheye düştüler. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber'den dönünce ben: Ey Allah'ın Rasulü! Sana bir recez okumama izin ver, dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona izin verdi. Ömer b. el-Hattab: Senin ne söyleyeceğini biliyorum, dedi.

 

(Seleme), dedi ki: Ben, dedim ki: Allah'a yemin ederim Allah olmasaydı hidayet bulamazdık Ne sadaka verir ne namaz kılardık"

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söyledin" buyurdu. Ve üzerimize bir sekinet (huzur) indir.

 

(Düşmanla) karşılaşırsak ayaklarımıza da sebat ver Müşrikler bize karşı haddi aşmışlardır.

 

(Seleme), dedi ki: Ben recezimi tamamlayınca Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "BunIon kim söyledi" buyurdu. Ben: Bunları kardeşim söyledi, dedim. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah ona rahmet buyursun" dedi. Bu sefer: "Allah'a yemin ederim ki ey Allah'ın Rasulü bazı kimseler ona dua etmekten çekiniyorlar ve kendi silahı ile ölmüş bir adamdı diyorlar, dedim. Bu sefer Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O cihad eden bir mücahid olarak öldü" buyurdu. İbn Şihab, dedi ki. Sonra Seleme b. Ekva'nın iki oğluna sordum. (Birileri) bana babasından bunun aynısını tahdis etti. Ancak o şunları söyledi: Ben: Bir takım kimseler ona dua etmekten çekiniyorlar deyince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Valan söylüyorlar. O cihad eden bir mücahid olarak öldü. Ona ecri iki defa verilecektir" buyurdu ve iki parmağı ile işaret etti, dedi.

 

 

Diğer tahric: Ebu Davud, 2538 -muhtasar-; Nesai, 3150

 

AÇIKLAMA:          "Bana Ebu't-Tahirtahdis etti ... Seleme b. el-Ekva, dedi ki ... " Bu Müslim'in Sahihi'nin bütün nüshalarında bu şekildedir ve sahihtir. Bu da Müslim'in bir fazileti, onun bakışının ne kadar hassas bilgisinin ne kadar güzel, işi sağlam tutmasının ne kadar ileri derecede olduğunu göstermektedir. Bunun sebebi de şudur: Ebu Davud, Nesai ve onların dışındaki imamlar bu hadisi bu isnad ile İbn Şihab'dan şöylece rivayet etmişlerdir: Bana Abdurrahman ve Abdullah b. Ka'b b. Malik Seleme'den haber verdi. Ebu Davud, dedi ki: Ahmed b. Salih, dedi ki: Doğrusu Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b'dır. Burada adı geçen Ahmed b. Salih ise bu hadiste ve başka hadislerin rivayetinde Ebu Davud'un üstadıdır ve bunu İbn Vehb'den rivayet edendir.

 

Hadis hafızları der ki: Bu hususta yanılma İbn Vehb'den kaynaklanmaktadır. O Abdullah b. Ka'b'ı Seleme'den rivayet nakleden birisi olarak Abdurrahman'ı da Abdullah'tan rivayet alan birisi olarak kaydetmiştir. Halbuki durum böyle değildir. Aksine Abdurrahman bunu Seleme'den bunu rivayet etmektedir. Abdullah ise onun babasıdır. Nesebinde sözkonusu edilmiştir. Çünkü onun bu hadiste bir rivayeti vardır. Müslim bu hususta ihtiyatlı davranarak rivayetinde İbn Vehb'in yaptığı gibi Abdurrahman ve Abdullah'ı zikretmeyerek sadece Abdurrahman'ı zikretmekle yetinmiş ve nesebi sözkonusu etmemiştir. Çünkü İbn Vehb onun nesebini söylememiştir. Müslim ise onu tanıtmak istediği için "İbn Vehb'den başkası da: O Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b'dır" diye eklemiştir. Böylelikle tanıtmayı İbn Vehb'e ait gibi göstermeksizin onu tanıtmış olmaktadır. Ayrıca Müslim İbn Vehb'in rivayetinden Abdullah'ı kaydetmemiştir. Bu da caizdir. Çünkü ilim adamlarının ittifak ettiklerine göre eğer hadis iki raviden nakledilmiş ise onlardan birisini zikretmeyip sadece diğerini zikretmekle yetinebilir. İlim adamları bunu eğer bır- mazereti yoksa caiz kabul etmişlerdir. Şayet bu adı verilmeyenin anılması bu şekilde olduğu gibi bir yanlışlık bulunması gibi bir mazeret varsa caiz olması öncelikle sözkonusudur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

44/46- HENDEK GAZVESİNİN KENDİSİ OLAN AHZAB GAZVESİ BABI