SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
34/36- HUDEYBİYE'DE
HUDEYBİYE BARIŞI BABI
4605-90/1- Bana
Ubeydullah b. Muaz el-Anberi tahdis etti, bize babam tahdis etti, bana Şu'be,
Ebu'l-İshak'dan şöyle dediğini tahdis etti: el-Bera b. Azib'i şöyle derken
dinledim: Ali (r.a.) Hudeybiye gününde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
müşrikler arasındaki barışı (metnini) yazdı. O: "Bu, Allah'ın Resulü
Muhammed'in üzerinde yazıştığıdır" yazınca onlar: Allah Resulü diye yazma.
Çünkü biz senin Allah'ın Rasulü olduğunu bilseydik seninle savaşmazdık,
dediler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de Ali (radıyallahu anh)'a:
"Onu sil" buyurdu. Ali: Ben onu silme m deyince Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) eli ile onu sildi. (el-Bera ), dedi ki: Koştukları şartlar
arasında Mekke'ye girip orada üç gün ikamet etmeleri, Mekke'ye ancak silahları
kın larında bulunduğu halde girmelerini şart koştular.
(Şu'be, dedi ki): Ebu
İshak'a: Kınlarındaki silahlar (culubbanussilah) nedir, dedim. O: Kınlar ve
içindekilerdir, dedi.
Diğer tahric: Buhari,
2698; Ebu Davud, 1832 -muhtasar olarak buna yakın-;
4606-91/2- Bize Muhammed
b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis edip, dediler ki: Bize Muhammed b. Cafer
tahdis etti, bize Şu'be, Ebu İshak'dan şöyle dediğini tahdis etti: el-Bera b.
Azib'i şöyle derken dinledim: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Hudeybiye ahalisi ile barış yaptığında Ali aralarında bir yazı yazdı. Ali:
"Allah'ın Rasulü Muhammed" yazdı. Sonra hadisi Muaz'ın hadisine yakın
olarak zikretti. Ancak o hadiste: "Bu ... üzerinde yazıştığıdır"
ibaresini zikretmedi.
AÇIKLAMA: Hudeybiye
ve Ci'rane'nin iki söyleyişi vardır. Daha fasih olan şeddesiz okuyuş ile
şeddeli okuyuş. Hacc Kitabı'nda her ikisine dair açıklamalar geçti.
"Bu Allah'ın Rasulü
Muhammed'in ... yazıştığıdır." Diğer rivayette (4607) ise bu "bu
Muhammed'in hükme bağladığıdır" denilmektedir. İlim adamları der ki:
Burada "kada: hükme bağladı" anlaşmazlığı sona erdirdi ve işini
geçerli kıldı anlamındadır. "kada el kadi: kadı hüküm verdi" de haklıyı
haksızdan ayırt eden hükmünü verdi ve onu geçerli kılıp yürürlüğe koydu
demektir. Bundan dolayı o yıla "mukadat: hüküm verme yılı" adı
verilmiştir. Ayrıca umratul kadiyye ve umratul kada da hep buradan gelmektedir.
Diğer taraftan yapmaktan alıkonulduğu umrenin kazasını yaptığı için ona
"umretul kada" adının verildiğini söyleyenlerin de yanlış içinde
olduklarını ileri sürmüşlerdir. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve
ashabının yaptığı gibi umre yapmaktan alıkonulan bir kimse, eğer ihsar sebebi
ile umre ihramından çıkacak olursa o yılda onun kazasını yapması kap etmez.
Bu hadis-i şerifte
vesikaların başında mülkiyet ile yazışmalarda mehir, köle azad etmek, vakıf,
vasiyet vb. yazışmaların başında: Bu filanın satın aldığıdır yahut bu filanın mehridir,
vakfıdır, hürriyete kavuşturmasıdır ve benzeri ifadeler yazmanın caiz olduğuna
delil bulunmaktadır. İlim adamlarının cumhurunun benimsediği doğru hüküm bu
olduğu gibi bütün zamanlarda ve bütün beldelerde karşı çıkan sözkonusu
olmaksızın müslümanların ameli uygulaması da budur.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Bunda bunun için meşhur olan ismi yazmakla yetinip ona fazladan bir şey
yazmamanın da yeterli olduğuna delil vardır. Böylelikle bu kanaat kişinin
kendisi, babası, dedesi ve nesebinden ibaret dört hususun mutlaka yazılması
gerekir diyenlerin görüşüne muhalif bir kanaattir.
İkinci olarak imamın
sulhü, barışı, müslümanların maslahatına gördüğü şekilde akdetmek yetkisi
vardır. İsterse bazı kimseler işin başında bu masIahatı açıkça görmemiş
olsunlar.
Bundan anlaşılan diğer
bir hüküm ise başka yolla mümkün olmadığı taktirde daha büyük bir zararı
önlemek için yahut da ondan daha büyük bir maslahat elde edebilmek için küçük
bir kötülüğe katlanılır.
"Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Ali'ye: Onu sil buyurdu. O: Ben onu silmem, dedi." Bütün
nüshalarda ben onu silmem anlamındaki ibare: "ma ene billezi emhahu"
şeklinde kaydedilmiştir. Bu da "emhuhu"un bir söyleyişidir. Ali
(radıyallahu anh)'ın bu yaptığı ise müstehap olan edeb türündendir. Çünkü o
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bizzat bu silme işini kesin olarak
emrettiği anlamını çıkarmamıştır. Bundan dolayı Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onun bu söylediğine karşı çıkmamıştır. Eğer bizzat kendisinin onu
silmesini kesin olarak emretmiş olsaydı Ali {radıyallahu anh)'ın bu emri terk
etmesi caiz olmaz, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de onun muhalefet
etmesini kabul etmezdi.
"Oraya kınında
silah dışında silahla girmeyecek." Ebu İshak es-Sebii, dedi ki: Cülubbanu
silah: kınlar ve onların içinde bulunanlardır. Cülubban isminde cim harfi
ötrelidir. Kadı Iyaz el-Meşarik adlı eserinde, dedi ki: Biz
"cülübban" ismini cim ve lam harfi ötreli ayrıca be harfi şeddeli
olarak zaptettik. Nitekim çoğunluk da bunu böylece rivayet etmiş, İbn Kuteybe
ve başkaları da doğrusunun bu olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise lam harfini
sakin (cülban) diye rivayet etmişlerdir. Herevi de bunu böylece zikretmiş
kendisi ve Sabit de doğru olduğunu söylemiştir. Hatta Sabit başka bir şekli
dahi zikretmemiştir. Cülubban deriden yapılır ve kınlardan daha incedir. İçine
kınının içinde bulunduğu halde kılıç yerleştirilir ve aynı zamanda süvari onun
içine kamçısını ve aracını da koyar ve bunu semere asar.
İlim adamlarının,
dediklerine göre bunu şart koşmalarının iki sebebi vardır: Birincisi,
böylelikle bundan galip gelip, yenik düşürenlerin girişi gibi girdikleri
görülmesin. İkincisine göre de eğer bir fitne yahut benzeri bir hal ortaya
çıkacak olursa, silah ile hazırlanmakta zorluk ortaya çıkar.
"Mekke'ye girip
orada üç gün ikamet etmelerini şart koştular." İlim adamları der ki: Bunun
sebebi şudur: Mekke'den hicret eden bir kimsenin orada üç günden fazla kalması
caiz değildir. İşte üç günün ikamet hükmüne sahip olmayacağı hususundaki asıl
dayanak da budur. Üç günden fazlasının ise ikamet hükmü vardır. Fukaha yolunun
üzerinde uğradığı bir şehirde ikameti niyet eden kimse hakkında namazı
kısaltarak kılmasını da buna bağlı olarak sözkonusu etmişler ve bu asli delile
pek çok meseleyi kıyas etmişlerdir.
4607 -92/3- Bize İshak
b. İbrahim el-Hanzali ve Ahmed b. Cenab el-Mıssisi birlikte İsa b. Yunus'dan
-lafız İshak'a ait olmak üzere- tahdis etti. Bize İsa b. Yunus haber verdi.
Bize Zekeriyya; Ebu İshak'darı, o el-Bera 'dan şöyle dediğini haber verdi. Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Beyt'in yakınında alıkonulunca Mekkeliler onunla
Mekke'ye girip orada üç gün kalmak ve Mekke'ye ancak kılıç kını ile birlikte ve
kılıçlar kınlarında olmak üzere girip onunla beraber Mekke halkından kimsenin
çıkmaması ve kendisi ile birlikte bulunanlardan da kimsenin orada kalmasına
engel olmaması şartları ile onunla barış yaptılar. Ali (r.a.)'a: ''Aramızdaki
şart(lar)ı yaz. Rahman Rahim Allah'ın adı ile. Bu Allah'ın Rasulü Muhammed'in
hükme bağladığı (şartların yazılı olduğu) belgedir" buyurdu. Müşrikler bunun
üzerine Ona: Biz senin Allah'ın Rasulü olduğunu bilseydik sana uyardık ama
bunun yerine Abdullah'ın oğlu Muhammed yaz, dediler. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'de Ali'ye onu silmesini emir buyurdu. Bu sefer Ali: Hayır,
Allah'a yemin olsun ki onu silmem, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bana onun yerini göster" buyurdu. Ona yerini
gösterdi. O da onu sildi ve ''Abdullah'ın oğlu" yazdı. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'de üç gün kaldı. Üçüncü günde Ali'ye: Bu
senin arkadaşının şart koşhığu üç günün sonuncusudur. Ona çıkmasını söyle,
dediler. Ali (radıyallahu anh)'da bunu Ona haber verince Allah Rasulü:
"Evet" buyurup çıkb.
İbn Cenab rivayetinde:
"Sana uyardık" yerine "sana bey'at ederdik" demiştir.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Beyt'in
yakınında Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) alıkonulunca" bu ibare bizim
diyarımızdaki bütün nüshalarda bu şekilde: "Beyt'in yakınında
alıkonulunca" diye kaydedilmiştir. Kadı Iyaz de İbnu'l-Hazza dışında bütün
ravilerden böylece nakletmiştir. İbnu'l-Hazza'nın rivayetinde ise
"Beyt'ten" diye kaydetmiştir, uygun ifade de budur. Alıkonulmak
anlamındaki "uhsira" ve "husira" ile ilgili açıklamalar
daha önce Hacc Kitabı'nda geçmiş bulunmaktadır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Bana onun yerini göster" buyurması üzerine
"ona yerini gösterdi o da onu sildi ve Abdullah'ın oğlu diye yazdı."
Kadı Iyaz, dedi ki: Bazı kimseler bu lafzı Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in -lafzın zahirine bakarak- bunu kendi eli ile yazdığına delil
göstermişlerdir. Buhari de İsrail'in Ebu İshak'dan rivayeti olarak buna yakın
rivayet kaydetmiştir. Sözü geçen bu rivayette şunları söylemektedir: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yazılı belgeyi aldı ve yazdı. Yine ondan gelen
bir başka rivayet yolunda: Güzelce yazamıyordu ve yazdı demektedir. Bu görüş
sahipleri der ki: Yüce Allah bunu eli ile gerçekleştirdi {yazmasını sağladı}.
Ya elinde bulunan kalem -O ne yazdığım bilmediği halde- ile bunu yazması sureti
ile yahut da yüce Allah O'nu o zaman kendisine öğretti ve O'da yazdı diye
açıklamışlar ve bunu onun mucizelerinden ayn bir mucize olarak
değerlendirmişlerdir. Çünkü Rasillullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmi idi.
O'na bilmediği pek çok ilmi öğretip, okumadıklarını okuyacak daha önce tilavet
etmediklerini tilavet edecek hale getirdiği gibi, daha önce yazmadıklarını
yazmayı öğretmiş ve daha önce hat olarak eli ile yazmadıklarını nübüvvetten
sonra yazmasını sağlamış ya da onun eli üzere bunu cereyan ettirmiştir. Bu kanaat
sahipleri derler ki: Bu ise onun üm mi oluş niteliğine aykırı değildir. Bunu
söyleyenler bu hususta Şabi’DEN ve seleften bazı kimselerden gelmiş ve Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yazmayı öğreninceye kadar ölmediğine dair bir
takım rivayetleri delil göstermişlerdir.
Kadı Iyaz, dedi ki:
el-Baci, bunun caiz olduğu kanaatine sahip olmuş ve bunu ayrıca es-Sümnani, Ebu
Zer ve başkalarından nakletmiştir. Ama çoğunluk bunun sözkonusu olmadığı
kanaatinde olup şöyle demişlerdir: Birinci görüşü kabul edenlerin bu iddiasını
şanı yüce Allah'ın O'nu ümmi nebi olmakla vasıftandırması ve ayrıca yüce
Allah'ın: "Bundan önce herhangi bir kitap okumazdın, sağ elinle de
yazmazdın" (Ankebut, 48) buyruğu çürütmektedir. Ayrıca Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz biz ümmi bir ümmetiz Ne
yazarız ne de hesap ederiz" buyruğu da böyledir. Devamla derler ki: Bu
hadiste "yazdı" demesinin anlamı "Maizi recm etti, hırsızın
elini kesti, içki içene celde vurdu denilmesi halinde bunların yapılmasını
emretti anlamına geldiği gibi burada da yazılmasını emretti demektir. Ayrıca
bunlar diğer rivayeti de delil gösterirler. Buna göre Ali (r.a.)'a:
"Muhammed'in oğlu Abdullah diye yaz" buyurdu.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Birinciler ise yüce Allah'ın buyruğu ile ilgili olarak O önceden tilavet etmez
yazmazdı. Bu O'na bunu öğretmesinden önce böyle idi demektir. Nitekim yüce
Allah da: "Bundan önce" buyurmaktadır. Bundan sonra okuması nasıl
caiz (mümkün) ise yazması da caizdir. Bu O'nun ümmi oluşuna da aykırı değildir.
Çünkü mucize O'nun yalnızca ümmi oluşu değildir. Çünkü mucize Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in önceden böyle olması ile zaten gerçekleşmiş olmaktadır.
Sonra Kur'an'ı ve ümmilerin bilmediği çeşitli ilimleri getirmiş oldu.
Kadı Iyaz, dedi ki: İşte
onların bu söyledikleri güçlü bir kanaattir. Sözünü. ettiğimiz rivayette:
"İyice yazı yazamıyordu ve yazdı" ifadesi O'nun bizzat kendisinin
yazdığını ortaya koyan açık bir nas gibidir. Bu nassın ifade ettiğinden başka
bir anlama yönelmek mecaz olur ve bunu gerektirecek bir zorunluluk yoktur. Bu
meselede her bir kesim uzun uzun açıklamalar yapmış ve her bir fırka bu hususta
diğerini ayıplamış bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
"Üçüncü gün
olunca" bütün nüshalarda bu şekilde "yevm: gün" "essalis:
üçüncü" ye izafe ile kaydedilmiştir. Bu da mensufun sıfata izafe edilmesi
türündendir. Daha önce defalarca açıklanmış bulunmaktadır. Kufelilerin kabul
ettiği kanaate göre zahirine göre bu caizdir. Basralıların kanaatine göre ise
kendi anlamından bir mahzuf takdiri sözkonusudur. Yani üçüncü zamanın günü
anlamında olur.
"Orada üç gün
kaldı. Üçüncü günde Ali'ye ... işte bu arkadaşının kabul ettiği şartın son
günüdür, dediler. Ona çıkmasını söyle. O da bunu kendisine haber verince Allah
Rasulü: Evet deyip çıkt!." Bu hadiste hazf ve ihtisar vardır. Maksat bu
sözlerin Hudeybiye sulhu yılında söylendiğini anlatmak değildir. Aksine bu
sözler kaza umresinin yapıldığı ikinci yılda söylenmiştir. Daha önce ise
Hudeybiye senesinde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelecek sene Mekke'ye
gelip umre yapması ve üç günden fazla kalmaması şartım koşmuşlardı. O da ertesi
sene gelip, üçüncü günün sonlarına kadar kalınca Ali (radıyallahu anh)'a bu
sözleri söylediler. İşte bu hadisi böylelikle ihtisar etmiş oldu ve Mekke'de
kalışın ve bu sözlerin ertesi sene gerçekleştiğini söylemedi. Bunun bilinen
hususlar olması dolayısı ile ayrıca sözkonusu etmeye gerek görmedi. Zaten bu
husus başka rivayetlerde açıklanmış bulunmaktadır. Bununla birlikte Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de Hudeybiye yılında Mekke'ye girmediği
bilinen bir husustur. Yüce Allah en iyi bilendir.
Eğer nasıl oldu da
Mekkelileri kendilerinden çıkıp gitmelerini ve şartın gereğini yerine
getirmelerini gerekli görecek duruma getirdiler denilecek olursa cevap şudur:
Onların bu istekte
bulunmaları üç günün tamamlanmasına az bir süre kala gerçekleşmiştir. Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve arkadaşları da üç günün bitmesi ile birlikte
ayrılıp gitmeyi kararIaştırmışlardı. Kafirler kendi adlarına ihtiyatlı
davranarak üç günün bitiminden az bir süre önce ayrılıp gitmelerini
istemişlerdir. Onlar da şartın gereğini yerine getirmek üzere çıkıp gittiler.
Yoksa eğer ayrılıp gitmeleri kendilerinden istenmemiş olsaydı kalacak
değillerdi.
4608-93/4- Bize Ebu Bekr
b. Ebu Şeybe tahdis etti, bize Affan tahdis etti, bize Hammad b. Seleme
Sabit'den tahdis etti, o Enes'den rivayet ettiğine göre Kureyşliler Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile barış yaptılar. Aralarında Süheyl b. Amr
vardı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali (r.a.)'a: "Rahman Rahim
Allah'ın adı ile yaz" buyurdu. Süheyl: Allah'ın adı ile demene gelince,
biz Rahman Rahim Allah'ın adı ile ne demektir bilmiyoruz ama bizim bildiğimiz:
Adınla Allah'ım diye yaz, dedi.
Sonra: ''Allah'ın Rasulü
Muhammed'den yaz" buyurdu. Onlar: Senin Allah'ın RasUlü olduğunu bilseydik
şüphesiz sana uyardık. Ama bunun yerine kendi adını ve babanın adını yaz,
dediler.
Bunun üzerine Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Abdullah'ın oğlu Muhammed’DEN diye
yaz" buyurdu.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem}'e: Sizden gelenleri biz size geri vermeyeceğiz ama bizden size
gelenleri siz bize geri vereceksiniz diye şart koştular. Ashab: Ey Allah'ın
RasUlü bunu da yazacak mıyız, dediler. RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Evet, bizden onlara gidenleri Allah uzaklaştırmış olur. Onlardan
bize gelenlere de Allah mutlaka bir kurtuluş ve bir çıkış taktir eder"
buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali (radıyallahu anh}'a: Rahman Rahim Allah'ın
adı ile yaz, dedi ... bizim bildiğimiz olan adınla Allah'ım diye yaz,
dediler."
İlim adamları der ki:
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rahman Rahim Allah'ın adı ile yazmamakta ve
senin adınla Allah'ım diye yazmakta onlara muvafakat ettiği gibi Abdullah'ın
oğlu Muhammed diye yazmakta da ve Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
diye yazmamakta da onlara muvafakat etti. Yine onlardan bize gelenleri geri
çevirmek, fakat bizden onlara gidenlerin geri verilmemesi hususunda da onlara
muvafakat etti.
Bütün bu hususlarda
onlara muvafakat etmesinin sebebi banş ile gerçeklEşeccek olan önemli
maslahatlır. Üstelik bütün bu hususların kabul edilmesinde bir kötülük yoktur.
Besmele ile senin adınla
Allah'ım anlam itibari ile aynıdır. Aynı şekilde Abdullah'ın oğlu Muhammed de
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de aynıdır. Şanı yüce Allah'ın burada
Rahman ve Rahim ile nitelendirilmeyişinde buna aykırı, bunu ortadan kaldıran
bir taraf olmadığı gibi burada Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in risalet
ile nitelendirilmeyişinde de risalete aykın onu reddeden bir taraf yoktur.
Dolayısı ile onların istediklerinde bir kötülük bulunmamaktadır. Ama eğer kendi
ilahlarının tazim edilmesi ve buna benzer helal olmayan bir hususun yazılmasını
istemiş olsalardı o zaman kötülük sözkonusu olurdu.
Kendilerinden
müslümanlara gidenlerin geri verilip ama kendilerine gelenlerin geri
verilmemesi şartına gelince; Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de bu hadis-i
şerifde şu sözleri ile bundaki hikmeti beyan etmiş bulunmaktadır:
"Bizden onlara
gidenleri Allah uzaklaştırmış olur. Onlardan bize gelenlere de Allah bir
kurtuluş ve bir çıkış yolu taktir buyuracaktır" sözleri ile açıklamışlır.
Sonra da onun, dediği gibi oldu. "Gerçekten Allah onlardan bize gelen ve
kendilerine geri verdiği kimselere bir kurtuluş ve bir çıkış yolu"
göstermiştir. Hamd Allah'a mahsustur. İşte bu da mucizelerdendir.
İlim adamları der ki: Bu
barışın tamamlanmasının sonucunda ortaya Çıkan maslahata gelince bunun ortaya çıkan
gözkamaşlırıcı neticeleri ve sonunda Mekke'nin fethedilmesi, Mekke halkının
tamamen İslama girmesi, insanların da Allah'ın dinine büyük büyük kalabalıklar
halinde girmesi gibi birbiri ardınca gelen pek çok faydaları olmuştur. Çünkü
barıştan önce müslümanlarla karışmıyor ve onların arasında Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in durumu olduğu gibi ortaya çıkmıyor, bunları kendilerine
etraflıca anlatacak kimselerle oturup kalkmıyorlardı. Hudeybiye barışı
gerçekleştikten sonra müslümanlarla karışmaya başladılar, Medine'ye geldiler.
Müslümanlar da Mekke'ye gittiler ve kendi yakınları ile arkadaşları ile ve
iyiliklerini istediği kimselerle oturup kalktılar. Mekkeliler de kendilerinden
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hallerini bütün detayları ile apaçık mucizeleri
ile nübüvvetin birbirini güçlendiren pekiştiren alametleriyle onun güzel sireti
yaşayışıyla, pek güzel yolu ile alakalı hususları etraflı bir şekilde onlardan
dinlediler ve bizzat kendileri de bunların bir çoğunu gözleri ile gördüler.
Bundan dolayı nefisleri hep imana meyledip durdu. Nihayet onlardan pek çok
kimse Mekke fethedilmeden önce elini çabuk tutarak İslam'a girdi. Böylelikle
bunlar Hudeybiye barışı ile Mekke'nin fethi arasında müslüman oldular. Geri
kalanlarının ise İslam'a olan meyilleri daha da arttı. Mekke fethedildiği günü
önceden İslami eğilimlerine hazırlık dönemi dolayısıyla hepsi de müslüman oldu.
Çöllerde yaşayan Kureyş dışındaki araplar ise müslüman olmak için Kureyş'in
İslam'a girmesini bekliyordu. Kureyş İslam'a girince çölde yaşayan Araplar da
müslüman oldu. Yüce Allah'da: ''Allah'ın yardımı ve fetih geldiği, insanları
Allah'ın dininde büyük büyük kitleler halinde girdiklerini gördüğün zaman ...
" (Nasr, 1-2) buyurdu.
4609-94/5- Bize Ebu Bekr
b. Ebu Şeybe tahdis etti, bize Abdullah b. Numeyr tahdis etti. (H.) Bize İbn
Numeyr de -her ikisinin de lafzı birbirine yakın olmak üzere- tahdis etti, bize
babam tahdis etti, bize Abdulaziz b. Siyah tahdis etti, bize Habib b. Ebu
Sabit, Ebu Vail'den şöyle dediğini tahdis etti:
Sıffin günü Sehl b.
Huneyf ayağa kalkıp, dedi ki: Ey insanlar! Siz kendinizi itham ediniz.
Gerçekten biz Hudeybiye gününde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte idik. Eğer savaşı uygun bulsaydık şüphesiz savaşırdık. Bu (dediklerim)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile müşrikler arasındaki barış
hakkındadır. Ömer b. el-Hattab. (r.a.) geldi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e gidip: Ey Allah'ın Rasulü! Biz hak üzere onlar batıl üzere değil mi,
dedi. Allah Rasulü: "Elbette öyledir" buyurdu. Ömer: Bizden
öldürülenler cennette onlardan öldürülenler ateşde değil mi, dedi. Allah
Rasulü: "Elbette öyledir" buyurdu. Ömer: O halde neden dinimizde
aşağılanmayı gerektirecek şartları kabul ediyor ve Allah bizimle onlar arasında
henüz hükmünü vermeden geri döneceğiz deyince ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Hattab'ın oğlu. Şüphesiz ben Allah'ın Resulüyüm. Allah ebediyyen
beni zayi etmeyecektir" buyurdu. (Sehl), dedi ki: Bu sefer Ömer gitti ama
öfkesinden dolayı duramayıp Ebu Bekir'in yanına gitti ve: Ey Ebu Bekir! Bizler
hak üzere onlar batıl üzere değil mi, dedi. Ebu Bekir: Elbette öyledir, dedi.
Ömer: Bizden öldürülenler cennette, onlardan öldürülenler ateşte değil midir?,
dedi. Ebu Bekir: Elbette öyledir, dedi. Ömer: O halde neden dinimiz hususunda
aşağılanmayı gerektirecek şartları kabul ediyor ve Allah bizimle onlar arasında
henüz hükmünü vermeden dönüyoruz, dedi. Ebu Bekr: Ey Hattab'ın oğlu! O şüphesiz
Allah'ın Resulüdür ve Allah O'nu ebediyyen zayi etmeyecektir, dedi.
(Sehl), dedi ki: Bunun
üzerine ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Kur'an fetih müjdesi ile
nazil oldu. Ömer'e birisini gönderdi ve ona bunları okudu. Ömer: Ey Allah'ın
Resulü! Bir fetih mi, dedi. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Evet" buyurdu. Ömer gönlü hoş olarak geri döndü.
Diğer tahric: Buhari,
3181, 3182, 4189, 4844, 7308
AÇIKLAMA: "Bize
Abdulaziz b. Siyah tahdis etti." Siyah "miyah: sular" ve
"şiyah: koyunlar" vezninde bir kelimedir.
"Sıffin günü Sehl
b. Huneyf ayağa kalktı ve: Ey insanlar kendinizi ith am edin, dedi..." Bu
sözleri ile insanların sulh üzerinde sabretmelerini sağlamak ve onlara bundan
sonra kendisinden ümit edilen hayrı onlara bildirmektir. Çünkü bunun hayır ile
neticeleneceği umulur. Her ne kadar ilk yapıldığı sırada zahiren nefse hoş
gelmeyen şeyler görülse dahi. Tıpkı Hudeybiye barışında olduğu gibi. Sehl bu
sözlerini, Ali {radıyallahu anh)'ın arkadaşlarının tahkimden hoşlanmadıkları
ortaya çıkınca söyleyerek, kendilerine Hudeybiye günü meydana gelen insanların
bir çoğunun barıştan hoşlanmayışlarını, onların bundan hoşlanmadıklarına dair
söylediklerini onlara bildirdi. Bununla birlikte neticede onlar pek büyük bir
hayır ile karşılaştılar. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendileri Mekke
kafirleri ile savaşmayı istemekle birlikte barış yapma kararını kabul ettirdi.
Bundan dolayı Ömer (radıyallahu anh): "O halde neden dinimizde
aşağılanmayı gerektirecek şartları kabul ediyoruz" demişti. Allah en iyi
bilendir.
"O halde neden dinimiz
hakkında aşağılanmayı gerektirecek şartları kabul ediyoruz."
"Deniyye" lafzı dal harfi fethalı, nun kesreli ve ye şeddelidir.
Eksiklik ve eksik hal durum demektir. İlim adamları der ki: Ömer (r.a.)'ın sözü
geçen sorusu ve sözleri bir şüphenin ifadesi değildi. Aksine bu kendisinin iç
yüzünü anlayamadığı hususun açığa çıkarılmasını istemek mahiyetindeydi ve
kafirleri zelil kılmaya, İslamı da üstün kılmaya teşvik içindi. Nitekim Ömer
(radıyallahu anh)'ın huyundan, dini n zafere ulaşması, batılcıların da zelil
kılınması hususundaki gücünden bu anlaşılan bir haldir.
Ebu Bekr (radıyallahu
anh)'ın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in verdiği cevabın aynısını
vermesine gelince, bu da onun faziletinin, büyüklüğünün, ilminin oldukça göz
kamaştırıcı derecede bulunup, irfanının çok fazla oluşunun bütün bu hususlarda
derinliğinin ve bu alanların tümünde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
müstesna herkesten ileri olduğunun açık delillerindendir.
"Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Kur'an fetih müjdesi ile nazil oldu.
Bunun üzerine Ömer'e
haber gönderdi. .. Gönlü hoş olarak geri döndü." Maksat yüce Allah'ın:
"Şüphesiz biz senin için apaçık bir fetih nasip ettik" (Feth, 1)
buyruğudur. Burada sözü edilen fetih ise Hudeybiye günü yapılan barışdır. Ömer:
Bu bir fetih midir, dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de:
Evet buyurdu. Çünkü
bunun daha önce sözünü ettiğimiz pek çok faydaları olmuştu.
Buradan anlaşılan hükme
gelince: İmam ve alim kimse, arkadaşlarının büyüklerine meydana gelen önemli
hususları bildirmesi ve bunu bildirmek için onlara haber göndermesi
sözkonusudur. Allah en iyi bilendir.
4610-95/6- Bize Ebu
Kureyb Muhammed b. el-Ala ve Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis edip, dedi
ki: Bize Ebu Muaviye, ,6;meş'den tahdis etti, o Şakik'den şöyle dediğini
rivayet etti: Sehl b. Huneyf'i Sıffin'de şunları söylerken dinledim: Ey
İnsanlar! Kendi görüşünüzü itham edin. Allah'a yemin ederim ki Ebu Cendel
günündeki durumumu görmüştüm. Eğer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
emrini reddedebilecek gücüm olsaydı kesinlikle reddederdim. Allah'a yemin
ederim ki herhangi bir iş için kılıcı omuzlarımıza ne zaman koyduysak mutlaka
bizi bildiğimiz bir hususa kolayIdda ulaştırmıştır. Sizin bu işiniz müstesna.
İbn Numeyr rivayetinde
"herhangi bir işe" ibaresini zikretmedi.
AÇIKLAMA: "Ebu
Cendel günü" kastettiği Hudeybiye günüdür. Ebu Cendel'in adı ise el-As b.
Süheyl b. Amr'dır.
4611- .. ./7- Bunu bize
Osman b. EbuŞeybe ve İshak da birlikte Cerir'den tahdis etti. (H.) Bana Ebu Said
el-Eşecc de tahdis etti, bize Veki' tahdis etti, ikisi A'meş'den bu isnad ile
rivayet ettiler. Her ikisinin hadisinde: "Bize ağır gelecek bir işe"
ibaresini zikrettiler.
AÇIKLAMA: "Bize
ağır gelecek" bize zor gelecek ve bizi korkutan bir iş demektir. (4610)
"Şu işiniz" kastettiği ise kendileri ile Şam'lılar arasındaki savaş
(Sıffin)'dir.
4612-96/8- Bana İbrahim
b. Said el-Cevheri de tahdis etti, bize Ebu Üsfune, Malik b. Mirve!’DEN tahdis
etti, o Ebu Husayn'den, o Ebu Vail’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Sehl b.
Huneyf'i Sıffin'de şöyle derken dinledim: Dininiz aleyhinize (olan) reyinizi
itham ediniz. Andolsun ben kendimi Ebu Cendel günü görmüşümdür. Eğer Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in emrini reddedebilecek olsaydım (reddederdim).
Biz o işten bir kenarını ne kadar açtıysak mutlaka ondan bir taraf bizim
aleyhimize patlak vermiştir.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Se
hı b. Huneyf, dedi ki: Dininiz aleyhinize (olan) reyinizi itham ediniz ...
Ondan aleyhimize bir taraf patlak vermiştir." Burada ibare Müslim'in
Sahihi'nin bütün nüshalarında bu şekildedir. Bunda hazfedilmiş ifadeler vardır.
Yani eğer Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in emrini geri çevirmek,
reddetmek gücüm olsaydı elbette reddederdim. Yüce Allah'ın: "Günahkarları
bir görsen ... " (Secde, 12); "O zalimleri ölüm sarhoşluklarında bir
görsen. .. " (En'am, 93); 'Zalimleri durdurulmuş görsen ... " (Sebe,
31) buyrukları da bu türdendir. Bütün benzeri buyruklarda sözün delaleti
dolayısı ile lev: se, sa şart edadının cevabı hazfedilmiştir.
"Biz ondan bir
tarafı ne zaman açtıysak" ibaresindeki "ondan" zamiri
"görüşünüzü itham ediniz" sözlerine aittir. Yani biz sizin bu
husustaki görüşünüz ve işinizden herhangi bir tarafını düzeltecek olursak bir
başkası aleyhimize patlak verir. Burada zamirin sözünü ettiğimiz şekilden başka
türlüsüne iadesi doğru değildir.
"Ondan bir tarafı
ne zaman açarsak" Müslim'de ibare bu şekildedir. Kadı Iyaz, dedi ki: Bu ya
bir yanlışlıkdır yahut bir değiştirmedir. Doğrusu: Biz onun bir tarafını
kapattık mı şeklindedir. Nitekim Buhari'nin rivayetinde de "bir tarafını
kapattık mı" diye kaydedilmiştir. Bununla ifade doğru olur. Böylelikle
"düzelttik mi" ifadesinin karşılığında "mutlaka patlak verir"
ifadesi yerini alır.
Hı harfi ötreli olarak
husm ise her şeyin kenarı ve kıyısı demektir. Bunu, tulumun kapatılan ağzına ve
suyun yan tarafından patlak vermesine benzetmiştir. Yahut da bir çuvalın yahut
hurcun kapatılıp patlak vermesi ile içindekilerin dökülmesine benzetmiştir.
Bu hadis-i şeriflerde
maslahat bulunması halinde kafirlerle barış yapmanın caiz olduğuna delil
vardır. Bu ihtiyaç duyulması halinde icma ile kabul edilmiş bir hükümdür. Bizim
mezhebimizin görüşüne göre bu barış antlaşmasının -imam eğer onlara karşı üstün
değil ise- on yıldan fazla olmaması şeklindedir. Eğer onlara karşı güçlü ise
dört aydan fazla süre ile barış olmaz. Bir görüşe göre ise bir yıldan daha az
yapılması caizdir. Malik: Bunun bir sınırı yoktur. Aksine imamın görüşüne göre
az ya da çok olması halinde de caizdir demiştir. Allah en iyi bilendir.
4613-97/9- Bize Nasr b.
Ali el-Cahdami de tahdis etti, bize Halid b. elHaris tahdis etti, bize Said b.
Ebu Arube'nin Katade'den tahdis ettiğine göre Enes b. Malik kendilerine tahdis
edip, dedi ki: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih nasip ettik. Allah
geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın ... İşte bu Allah'ın yanında büyük bir
kurtuluştur." (Feth, 1-5) buyrukları Hudeybiye'den dönüşü sırasında üzüntü
ve kederli hallerinde iken nazil oldu. Hediyelik kurbanlıkları (nı) da
Hudeybiye'de kesmişti. Bunun üzerine: '''Andolsun üzerime öyle bir ayet
indirildi ki benim için o dünyanın tümünden daha sevimlidir" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
4614- .. ./10- Bize Asım
b. en-Nadr et-Teymi de tahdis etti, bize Mu'temir tahdis edip, dedi ki: Babamı
dinledim: Bize Katade tahdis edip, dedi ki: Enes b. Malik'i dinledim. (H.) Bize
İbnu'l-Müsenna da tahdis etti, bize Ebu Davud tahdis etti, bize Hemmam tahdis
etti. (H.) Bize Abd b. Humeyd de tahdis etti, bize Yunus b. Muhammed tahdis
etti, bize Şeyban tahdis etti, hepsi birlikte Katade'den o Enes'den İbn Ebu
Arube'nin hadisine yakın olarak rivayet etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: