SAHİH-İ MÜSLİM

CİHAD VE SİYER

 

28/30- HUNEYN GAZVESİ HAKKINDA BİR BAB

 

4588-76/1- Bana Ebu't-Tahir, Ahmed b. Amr b. Serh de tahdis etti, bize İbn Vehb haber verdi, bana Yunus, İbn Şihab’DAN şöyle dediğini haber verdi: Bana Kesir b. Abbas b. Abdulmuttalib tahdis edip, dedi ki: Abbas, dedi ki: Huneyn gününde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte bulundum. Ben ve Ebu Süfyan b. el-Haris b. Abdulmuttalib Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanında kaldık ve Ondan ayrılmadık. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de kendisine ait beyaz bir katır üzerinde idi. Bu katırı Ona Ferve b. Nüfase el-Cüzami hediye etmişti. Müslümanlar ve kafirler karşı karşıya gelince müslümanlar arkalarını dönüp gittiler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise katırını kafirlerin üzerine sürmeye başladı. Abbas, dedi ki: Ben ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in katırının yularından tutmuş hızlanmasını istemediğim için onu alıkoymaya çalışıyordum. Ebu Süfyan da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in üzengilerinden tutmuştu. Derken Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Abbas! Semura ağacı ashabına seslen" buyurdu. Abbas -ki sesi yüksek birisi idi-, dedi ki: En yüksek sesimle: Semura ağacı ashabı nerede, dedim. (Abbas), dedi ki: Allah'a yemin ederim ki sanki onlar sesimi işittikleri zamanki dönüşleri ile ineklerin yavrularına dönüşlerini andırıyordu. Hemen:

Ya lebbeyk! Ya lebbeyk, dediler. Onlarla kafirler birbirleri ile savaştılar. Ensarı çağırmak için de: Ey Ensar topluluğu! Ey Ensar topluluğu! diyorlardı. Sonra yalnızca el-Haris b. el-Hazrecoğulları çağırılmaya başlandı ve: Ey el-Haris b. Hazrecoğulları, ey el Haris b. el-Hazrecoğulları diye seslendiler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katırı üzerinde olduğu halde uzanırcasına onların savaşmalarına baktı. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "işte bu tandırın kızıştığı zamandır" buyurdu. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kaç tane çakıl taşı alarak onları kafirlerin yüzüne attı sonra da: "Muhammed'in rabbine yemin olsun ki bozguna uğradılar" buyurdu. Ben de bakmak üzere gittim. Savaşm gördüğüm kadarı ile olduğu gibi devam etmekte olduğunu gördüm. (Abbas), dedi ki. Allah'a yemin ederim ki onun bütün yaptığı onlara çakıl taşlarını atmaktan ibaretti. Fakat güçlerinin zayıflamış olduğunu ve arkalarını dönüp gitmekten başka da bir iş yapmadıklarını gördüm.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

 

4589-77/2- Bunu bize İshak b. İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd de birlikte Abdurrezzak'dan tahdis etti. Bize Ma'mer Zühri'den bu isnad ile buna yakın olarak hadisi rivayet etti. Ancak o (Ferve b. Nüfase el-Cüzami yerine) Ferve b. Muame el-Cüzami ve: "Kabenin Rabbine yemin ederim bozguna uğradılar, Kabenin rabbine yemin ederim bozguna uğradılar" dedi. Hadiste ayrıca: "Nihayet Allah onları bozguna uğrattı" dedi.

(Abbas), dedi ki: Ben Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in katın üzerinde onların arkasından koşturduğunu görüyor gibiyim.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

 

4590- .. ./3- Bunu bize İbn Ebu Ömer de tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne, Zühri'den şöyle dediğini tahdis etti: Bana Kesir b. el-Abbas babasından şöyle dediğini haber verdi: Huneyn gününde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idim. Sonra hadisi rivayet etti. Ancak Yunus'un hadisi ile Ma'mer'in hadisi ondan daha çok ve daha mükemmeldir.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          Huneyn, Mekke ile Taif arasında Arafat'ın arkasında, Mekke'den on küsür mil uzaklıkta bir vadinin adıdır. Kur'an-ı Azimuşşan'da da geçtiği gibi bu munsarıf bir kelimedir.

 

(4588) "Abbas, dedi ki: Huneyn günü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte bulundum ... Ondan ayrılmadık." Burada sözü geçen Ebu Süfyan Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in amcasının oğludur. İlim adamlarından bir topluluk ise, adı onun künyesidir (Ebu Süfyan) demişlerdir. Başkaları ise adının el-Muğire olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyleyenler arasında Hişam b. el-Kelbi, İbrahim el-Munzir, ez-Zubeyr b. Bekkar ve başkaları da vardır.

 

Hadis-i şerifte akrabaların zorlu zamanlarda birbirlerine olan şefkatleri ve birbirlerini korumalarının etkisi görülmektedir.

 

"ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de kendisine ait beyaz bir katır üzerinde idi. Bunu kendisine Ferve b. Nüfase el-Cüzami hediye etmişti." Buradaki "beyaz katır" bu rivayette bu şekilde geçmektedir. Bundan sonra gelen başka bir rivayette ise bu katırın beyaz bir katır olduğu belirtilirken babın son taraflarında ise: "Siyah benekli beyaz bir katır" olduğundan söz edilmektedir. Bunlar aynı katırdır. İlim adamları der ki: ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bundan başka bir katırının olduğu bilinmemektedir. Kendisine düldül denilen katır budur.

 

"Bu katırı kendisine Ferve b. Nüfase hediye etmişti." Nüfase ismi ötreli nundan sonra şeddesiz fe sonra elif ve yine peltek se iledir. Bundan sonraki rivayet olan İshak b. İbrahim'in rivayetinde ise ayn harfi ile Ferve b. Nuame denilmektedir. Doğru ve bilinen birincisidir. Kadı Iyaz, dedi ki: Müslüman olup olmadığı hususanda ihtilaf etmişlerdir. Taberi müslüman olduğunu ve uzunca bir ömür yaşadığını söylerken başkaları müslüman olmadığını söylemişlerdir. Sahih-i Buhari'de ise bu katın kendisine hediye edenin Eyle Hükümdarı olduğu belirtilmektedir. Eyle hükümdarının adı ise İbn İshak'ın zikrettiğine göre Yuhatta b. Rube'dir. Allah en iyi bilendir.

 

Şayet: Bu hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kafir kimseden hediyeyi kabul ettiği sözkonusu edilmektedir. Bir başka hadiste ise: "Amillerin (devlet memurlarının) aldıkları hediyeler gulul {hırsızlık)dır" ile sadaka toplamakla görevli amil İbnu'l-lütbe'nin hadisi ile beraber ayrıca bir başka hadiste RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in müşriklerin bazı hediyelerini geri çevirdiği ve: "Biz müşriklerin hediyelerini kabul etmeyiz" buyurmaktadır. O halde bu hadisleri bir arada nasıl telif ederiz denilecek olursa;

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Bu hadisler onun hediye kabulü ile ilgili hadisleri nesh edicidir. Cumhur ise nesh sözkonusu değildir. Aksine hediyeleri kabulü n sebebi Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in başkasından farklı olarak savaşmaksızın elde edilen fey'in özel olarak ona ait olması gibi bir özelliğe sahiptir. İşte Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müslüman olmasını ve müslümanlar lehine ümit ettiği bir maslahat için kalbini ısındırmasını ümit ettiği kimsenin hediyesini kabul etmiş, bazılarına karşılık da vermiştir. Müslüman olacağını ümit etmediği ve hediyesini kabul etmekte bir maslahat bulunmayan kimselerin de hediyelerini geri çevirmiştir. Çünkü hediye sevgi ve muhabbeti gerektirir.

 

. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dışındaki amiller (devlet memurları) ve valilere gelince, ilim adamlarının cumhuruna göre bu gibi hediyeleri kendisi için kabul etmesi helal değildir. Eğer böyle bir hediyeyi kabul edecek olursa bu müslümanlara ait bir fey' olur. Çünkü bu hediyeyi ona veren kişi kendisine ancak onların imamları olduğu için vermiştir. Eğer kendilerini kuşatmakta olduğu bir kavim tarafından o hediye verilmişse o da ganimettir.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Bu Evzai, Muhammed b. el-Hasan, İbnu'l-Kasım ve İbn Habib'in görüşüdür. Ayrıca İbn Habib bu görüşü karşılaşbğı ilim ehli kimselerden de nakletmiştir. Başkaları da: Böyle bir hediye kabksız olarak sadece imama aittir demişlerdir. Bu görüş Ebu Yusuf, Eşheb ve Sahnun'a aittir. Taberi ise şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) özel olarak kendisine hediye verdiğini bildiği müşriklerin hediyelerini ve daha önce müslümanların kalplerini kazanmaya yönelik olup, bundan farklı mahiyetteki hediyeleri kabul etmemiştir. (Taberi devamla), dedi ki: Nesh iddiasını ileri sürenlerin sözü sahih değildir. Daha sonra imamlar bunları durumun farklılığına göre kafirlerden alınan fey' yahut ganimet malları gibi değerlendirileceğine hükmetmişlerdir. İşte "amillerin (kamu görevlilerinin) aldıkları hediyeler bir gulul (hırsızlık)dır" hadisinin anlamı budur. Yani o hediyeleri kendilerine ait kabul edip almaları halinde hüküm bu olur. Çünkü bu gibi hediyeler fey' ve ganimet hükmüne uygun olarak müslüman cemaate aittir.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Ayrıca şöyle denilmiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ancak Mukavkıs ve Şam hükümdarları gibi hristiyanlık dini üzere bulunan kitap ehli kafirlerinin hediyelerini kabul etmiştir. Dolayısıyla bununla Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Müşriklerin artıklarını (hediyelerini) kabul etmeyiz" buyruğu ile arasında bir taarruz (çabşma) bulunmamaktadır. Çünkü bize kitap ehlinin kestikleri ve kadırıları ile evlenmek -puta tapıcı müşriklerin aksine- mübah kılınmıştır. Kadı Iyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir.

 

Mezhep alimlerimiz der ki: Kadı yahut da funil (kamu görevlisi) haram bir hediye alacak olursa onu hediye olarak verene geri vermesi gerekir. Eğer onu tanımıyor ise o taktirde onu beytülmale koyması icap eder. Allah en iyi bilendir.

 

"Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de kendisine ait beyaz bir kabr üzerinde idi." İlim adamları der ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in savaş halinde ve insanların kaçışıp durdukları bir zamanda kabra binmiş olması kahramanlık ve sebatın en son derecesidir. Çünkü aynı zamanda o müslümanların kendisine dönecekleri onun vesilesi ile ve duruşu ile kalplerinin rahat ve huzur bulacağı bir dayanak olur. O bu işi bilerek ve kasti olarak yaptı. Aksi taktirde onun bilinen atları vardı. Bu hadiste onun sözü edilen kahramanlıklarından birisi de insanların etrafından kaçmış oldukları bir zamanda müşrikler topluluğu üzerine atını mahmuzlayarak hızlıca ilerlemesidir. Diğer rivayette ise:

 

"Onun etrafını kuşattıkları sırada o bineğinden yere inmişti. Bu ise sebat, kahramanlık ve sabrın ileri bir derecesidir. Onun bunu müslümanlar arasından yere inmiş kimselerin gönlünü etmek için yaptığı da söylenmiştir. Nitekim ashab-ı kiram (r.a.) da bütün bu zorlu hallerde kahramanlığını haber vermişlerdir. Müslim'in Sahihi'nde de: "Bizden kahraman bir kimse ise ancak onunla -yani Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile- aynı hizada durabilendi" denilmekte ve kendilerini Onunla (Allah Rasulü ile) koruduklarına dikkat çekilmektedir.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ey Abbas! Semura ağacı ashabına seslen" Semura ağacı altında Rıdvan bey'atinde bulundukları ağaçtır. Yani Hudeybiye günü Rıdvan bey'atinde bulunanlara seslen.

 

"Abbas sesi yüksek bir adamdı." el-Hazimı, el-Mu'telif adlı eserinde Abbas (r.a.)'ın Sel tepesi üzerinde durup gecenin son vaktinde kölelerine seslenirdi de el-Gabe'de bulundukları halde sesini onlara işittirirdi. Sel tepesi ile el-Gabe arasında ise sekiz mil uzaklık vardır.

 

"Allah'a yemin olsun ki, onların seslerini işittiklerinde dönüşleri ineğin yavrularına dönüşleri gibiydi. Ya lebbeyk ya lebbeyk, dediler." İlim adamları der ki: Bu hadis-i şerifte onların uzağa kaçmadıklarına ve hepsinin de kaçmış olmadıkları na delildir. Bu kaçma kapısını onlara karşı açan, Mekkelilerden kalpleri İslam'a ısındırılmak istenen yeni müslüman olmuş kalplerinde hastalık bulunan kimseler ile henüz müslüman olmamış Mekke müşrikleri idi. Onların bozguna uğramaları ise Evtaslıların birden onların üzerlerine inmeleri ve onlara ok atmalarının ansızın oluşundan dolayı idi. Ayrıca imanın kalbine yerleşmemiş olduğu, müslümanların başına musibetlerin gelmesini bekleyen kimseler ile birlikte bulunan Mekke'lilerin onlarla karışık bulunması idi. Üstelik aralarında ganimet almak maksadıyla çıkmış kadın ve çocuklar da vardı. Bunun için silahsızları (zırhsız olanları) öne geçmişti. Onlara ok atışı yapılınca geri dönüp kaçtılar. Öndekiler arkalara vardılar ve nihayet yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de zikrettiği gibi müminlerin üzerine sekinetini (huzurunu) indirinceye kadar bu hal devam etti. (bk. Tevbe, 26)

 

"Kafirlerle savaştılar." Bütün nüshalarda burada "el-kuffar" kelimesi nasb iledir. Kafirlerle, kafirlere karşı savaştılar demektir.

 

"Ensar arasındaki çağrı" yani onların yardıma çağrılması ve onlara sesleniş demektir.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bu tandırın kızıştığı zamandır" buyruğunda "vatiz" lafzı vav harfi fethalı tı kesrelidir. Çoğunluk bu tandıra benzeyen içinde ateş yakılan bir şeyolup, ateşi tandırın ateşine benzeyen savaşın şiddet ve çetin halini anlatmak için bir misal olarak verilir. Başkaları ise vatiz, tandırın kendisidir demişlerdir. Asmai, dedi ki: Bunlar yuvarlak bir takım taşlar olup, ısındıkları zaman hiçkimse onların üzerine basamaz. Bu sefer: Şimdi vatiz (tandır) kızdı derler. Bunun savaştaki vuruşma olduğu da söylenmiştir. İnsanları ezip geçen savaşın kendisi demek olduğu da söylenmiştir. Dilciler der ki: Bu ifade Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den önce kimseden işitilmemiş oldukça fasih ve harikulade bir ifadedir.

 

"Onlara çakıl taşlarını attı. .. arkalarına dönüp kaçmaktan başka bir iş yapmadıklarını gördüm." Bu ifadelerde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in açık seçik iki mucizesi bulunmaktadır. Bu iki mucizenin biri fiilidir diğeri haberidir. Çünkü O onların bozguna uğrayacaklarını haber verdi, onlara birkaç taş atmakla birlikte arkalarını dönüp kaçtılar. Müslim bu babın sonundaki diğer rivayette zikrettiğine göre o yerden topraktan bir avuç aldıktan sonra onu yüzlerine doğru saçtı ve: "Yüzler çirkin oldu (olsun)" buyurdu. Bunun üzerine yüce Allah da o avuçtan gözlerine toprak doldurmadık onlardan hiçbir kimse bırakmadı. İşte bunda da iki mucize vardır. Biri haberi diğeri fiili. Onun hem bir avuç çakıl hem bir avuç toprak alıp bir defa da birini bir defa da diğerini atmış olması ihtimali olduğu gibi çakıl ve toprak karışımı tek bir avuç alma ihtimali de vardır.

 

"Onların kuvvetlerinin de zayıflayıp durduğunu gördüm." Yani onların güçlerinin zayıflayıp durduğunu, zayıflamaya devam ettiğini gördüm.

 

 

 

 

4591 -78/4- Bize Yahya b. Yahya tahdis etti, bize Ebu Hayseme, Ebu İshak’DAN şöyle dediğini haber verdi: Bir adam Bera 'ya: Ey Ebu Umare! Huneyn günü kaçtınız mı, dedi. O: Allah'a yemin olsun ki hayır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kaçmadı. Ashabının gençleri ve aceleci olanları üzerlerinde silah olmaçları -yahut çok silah bulunmadan- zırhsız olarak çıktılar. Fakat hemen hemen hiçbir akları boşa gitmeyen iyi ok atıcı bir kavimle Hevazin ve Nasıroğulları topluluğu ile karşılaştılar. Onlar da bunları hemen hemen tamamıyla isabet eden bir şekilde ok yağmuruna tuttular. İşte orada Rasınutlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in üzerine yürüdüler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise beyaz katın üzerinde bulunuyor, Ebu Süfyan b. el-Haris b. Abdulmuttalib de onun katırını yediyordu. Rasınutlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) inerek Allah'tan zafer diledi ve: "Nebi benim. Hiç yalansız ben Abdulmuttalibin oğluyum" buyurdu. Sonra onları saf halinde dizdi. 

 

Diğer tahric: Buhari, 2930

 

 

 

4592-79/5- Bize Ahmed b. Cenab el-Mıssisi tahdis etti, bize İsa b. Yunus, Zekeriyya’DAN tahdis etti, o Ebu İshak’DAN şöyle dediğini rivayet etti: Bir adam el-Bera 'ya gelerek: Ey Ebu Umare! Huneyn günü geri dönüp kaçtınız mı, dedi. O şöyle dedi: Ben Allah'ın Nebisi'nin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arkasını dönüp kaçmadığına şahitlik ederim. Ama insanlardan aceleci bir takım kimseler ile zırhsız olanlar Hevazinlilerden şu kabilenin üzerinegittiler. Onlar da iyi ok atıcı bir kavim idiler. Onlara tek bir elmiş gibi adeta çekirge sürüsünü andırırcasına ok attılar. Onlar da geri çekildiler. Sonra onlar Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yöneldiler. Ebu Süfyan b. el-Haris ise onun katırını yediyordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) indi, dua etti, Allah'tan yardım diledi ve bu arada şöyle diyordu: "Nebi benim. Bunda yalan yok, ben Abdulmuttalib'in oğluyum. Allah'ım yardımını indir."

 

el-Bera dedi ki: Allah'a yemin olsun ki savaş kızıştığı zaman biz onunla korunurduk. Bizden kahraman bir kimse ise ancak onunla -yani Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile- aynı hizada durabilendi, dedi.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

 

4593-80/6- Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar -lafız İbnu'l Müsenna'ya ait olmak üzere- tahdis edip, dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis etti, bize Şu'be, Ebu İshak’DAN şöyle dediğini tahdis etti: el-Bera 'yı -Kayslılar'dan bir adam ona: Huneyn gününde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i bırakıp kaçtınız mı diye soru sorarken (ona) şunları söylediğini dinledim: Ama Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kaçmadı. O gün Hevazinliler ok atıcı kimseler idi. Bizler onlar üzerine bir hamle yapınca geri çekildiler. Bu sefer biz ganimetlere abandık. Onlar da oklarla bizi karşıladılar. Andolsun Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i beyaz katın üzerinde gördüm. Ebu Süfyan b. Haris de onun yularını tutuyordu. Bu arada kendisi: "Nebi benim, bunda yalan yok, ben Abdulmuttalib'in oğluyum" diyordu.

 

Diğer tahric: Buhari, 2864, 4316, 4317

 

 

 

4594- .. ./7- Bana Zuheyr b. Harb, Muhammed b. el-Müsenna ve Ebu Bekir b. Hallad tahdis edip, dedi ki: Bize Yahya b. Said, Süfyandan şöyle dediğini tahdis etti: Bana Ebu İshak el-Bera 'dan şöyle dediğini tahdis etti: Bir adam ona: Ey Ebu Umare deyip hadisi zikretti. Onun bu hadisi öbürlerinin hadislerinden (lafız itibari ile) daha azdır. Ama öbürlerinin hadisleri rivayeti daha tamdır.

 

Diğer tahric: Buhari, 2874, 4315; Tirmizi, 1688

 

 

 

4595-81/8- Bize Zuheyr b. Harb da tahdis etti, bize Ömer b. Yunus elHanefi tahdis etti, bize İkrime b. Ammar tahdis etti, bana İyaz b. Seleme tahdis etti, bana babam tahdis edip, dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Huneyn gazasına katıldık. Düşman ile yüz yüze gelince ben ilerledim. Onlar bi, tepeye çıktılar. Düşmandan bir adam karşıma çıktı. Ben ona bir ok atacakken benden saklanıverdi. Ne yaptığını anlayamadım. Onlara baktım bir de ne göreyim bir başka tepeden çıktılar. Onlar ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in ashabı karşı karşıya geldiler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabı geri döndüler ve ben de bozguna uğrayarak döndüm. Üzerimde iki burde vardı. Onlardan birisini belimden aşağısına sarmıştım. Diğerini ise rida olarak omuzlarıma atmıştım. Belime bağladığım izarım çözülünce her ikisini bir araya getirdim ve bozguna uğramış halimle Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in yanına gittim. Kendisi siyah benekli beyaz katır üzerinde idi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ekvanoğlu gerçekten korkunç bir şey görmüştür" buyurdu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etrafı sarılınca O'da katırdan indi. Sonra yerdeki topraktan bir avuç aldı. Arkasından onunla birlikte yüzlerine doğru döndü ve: "Yüzler çirkin oldu" buyurdu. Allah'ın onlardan yarattığı her bir insanın gözlerini Allah avuçladığı o topraktan doldurdu. Sonra arkalarını dönüp kaçtılar. Aziz ve celil Allah onları bozguna uğrattı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de ganimetlerini müslümanlar arasında paylaştırdı. 

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          (4591) "Bir adam el-Bera 'ya: Ey Ebu Umare!. .. , dedi. "üzerlerinde silah bulunmayan zırhsız kimseler ... " el-Bera (r.a.)'ın verdiği bu cevap, fevkalade edeb örneklerindendir. Çünkü sorudaki ifade hepiniz kaçtınız takdirindedir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de bu hususta onlara muvafakat etmiş olmasını gerektirmektedir. Ama el-Bera : Hayır Allah'a yemin olsun ki Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kaçmadı. Fakat ashabdan bir grubun başından şu şu olaylar geçti diye cevap verdi.

 

"Acele edenler" buradaki ahiffa, hafifin çoğulu olup, hızlı hareket edip acele edenler demektir. Bu kelime İbrahim el-Harbi, Herevi ve başkalarının rivayetinde cim harfi ile "cüfa'" diye rivayet edilmiş ve bunu onların çabuk ve acele hareket etmeleri diye açıklamıştır. İlim adamları der ki: Bu seli n üzerindeki cufa (köpük)e bir benzetmedir. Kadı Iyaz, dedi ki: Eğer bu rivayet sahih ise anlamı daha önce geçen Mekkeliler arasından ve gerekli hazırlıkları yapmayarak onlara katılan ve onlarla birlikte çıkan kimselerin savaşa çıkmaları anlamında olur. Bunlar ancak ganimet için çıkmış kadınlar, çocuklar, kalplerinde hastalık bulunan kimselerdi. İşte bunları selin üzerindeki köpüğe benzetmiş olmaktadır.

 

"Zırhsız" hussar kelimesi ha ötreli ve şeddeli sin fethalı olarak üzerinde zırh bulunmayan, zırh giyilmemiş demektir. Zaten bunu hadiste "üzerlerinde silah bulunmaksızın" diye açıklamıştır. Hasir, üzerinde zırh bulunmayan kimse demektir.

 

"Onlara tek elden ok attılar." Re harfi fethalı olarak raşk mastardır. Kesreli olarak rişk ise bir topluluğun bir defada attığı okların adıdır. Kadı Iyaz buradaki rivayeti kesre ile zaptetmiş, başkası ise ilk olarak zikrettiğimiz şekilde fethalı olarak zaptetmiştir. Bu her ikisi de güzel olmakla birlikte daha güzeldir.

 

Bundan sonraki rivayette (4592) "onlara tek elden ok attılar" ifadesinde ise "rişk" sadece kesrelidir. Allah en iyi bilendir.

 

"İndi ve (Allah'tan) yardım diledi." Dua etti demektir. Buradan, savaş sırasında dua etmenin müstehap olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Nebi benim, bunda yalan yok.

 

Ben Abdulmuttalib'in oğluyum" buyruğuna gelince Kadı Iyaz, dedi ki: elMazerı, dedi ki: Bazı kimseler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in söylemiş olması dolayısı ile ve bununla birlikte yüce Allah'ın: "Biz ona şiiri öğretmedik ve onun için gerekmez de" (Yasin, 69) buyruğu ile birlikte recezi şiirden kabul etmemişlerdir. Ahfeş'in kanaati de budur. Bunu da onu şiir olarak değerlendiren Halil'in kanaatinin yanlışlığına delil göstermiştir. Buna şu şekilde cevap vermişlerdir: Şiir bu maksatla söylenen sözdür. Ve insanın vezinli ve kafiyeli olarak kafiyeli söylemek maksadıyla isteyerek söylediği sözdür. Bununla birlikte herkesin konuşmalarında vezinli lafızlar görülebilir. Kimse de bunlar bir şiirdir ve bunları söyleyen şairdir demez. İşte Kur'an-ı Kerim'de yüce Allah'ın:

 

"Sevdiğiniz şeylerden infak etmediğiniz sürece iyiliğe erişemezsiniz" (Ali İmran, 92) ve ''Allah'tan bir yardım ve yakın bir fetih" (Saf, 13) gibi vezinli Kur'an buyrukları hakkında da bu şekilde cevap verilir. Şüphesiz bunlara Araplardan hiçbir kimse şiir adını vermemiştir. Çünkü bunun kafiyeli söylenme maksadı güdülmemiş ve şiir olması amacı ile söylenmemiştir. İşte bazı kimseler bu kanaatin farkında olmayarak bu hali "Nebi benim, bunda yalan yok" rivayetinde "kezib: yalan" lafzının be harfinin fethalı olduğunu söylemek gibi bir hataya düşürmüştür. Bundan maksadı ise bu rivayette veznin bozulması ve böylelikle ayrıca gerekçe göstermek ihtiyacını görmemesidir. Halbuki rivayet be harfi sakin olarak nakledilmiştir. Kadı Iyaz'ın el-Mazeri'den naklen sözleri bunlardır.

 

Derim ki: İmam Ebu'I-Kasım, Ali b. Ebu Cafer b. Ali es-Sa'di es-Sakali -İbnu'I-Katta diye bilinir- eş-Şafi fi ilmii Kavafi isimli kitabında şunları söylemektedir: Aralarında Halil'den sonra bu sanatın üstadı olan Ahfeş'in de bulunduğu bir topluluğun kanaatine göre recez vezninin bir mısraı ve onun bozulmuş kısmı şiir sayılmaz. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Allah bizim mevlamızdır. Sizin ise mevlanız yok" buyruğu ile yine: "Sen kanayan bir parmaktan başka bir şey misin ki? Çektiklerin de Allah yolunda değilmi ki?" ile "Nebi benim. Bunda yalan yok. Ben Abdulmuttalib'in oğluyum" ve benzeri buyruklar buna örnektir. İbnu'l Katta (devamla), dedi ki: Ahfeş'in ve başkalarının bu kanaati apaçık bir yanlışlıktır. Çünkü şaire şair denilmesinin çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan birisi de onun sözün şuuruna varması, onu kastederek isteyerek söylemesi, ona yol bulmasıdır. Ayrıca arapların izlediği yola uygun olarak vezinli ve kafiyeli bir söz olarak bunu ortaya koymasıdır. Eğer bu nitelikleri ya da bir kısmını taşımıyorsa o söze şiir denilmez, o sözü söyleyen de şair olmaz. Bunun delili de şudur: Eğer Arapların usülüne uygun vezinli bir söz söyleyip şiir kastı ile bunu ifade etse yahut bu arzu ile söylese ve bunu kafiyeli söylemese bu söze şiir denilmez. Onu söyleyenlere de şair denilmez. Bu hususta ilim adamlarının da şairlerin de ittifakı vardır. Aynı şekilde onu kafiyeli söyleyip şiir kastı ile ortaya koymakla birlikte vezinli söylememişse yine şiir olmaz. Yine hem vezinli hem kafiyeli söylemekle birlikte şiir kastı ile söylememişse bu da şiir olmaz. Buna delil de insanların bir çoğunun vezinli ve kafiyeli sözler söylemekle birlikte bunu kasten ve isteyerek söylememiş olmaları ve buna şiir denilmemesidir. İşte bu husus tetkik edilecek olursa insanların konuşmalarında bunun örnekleri çokça görülür. Nitekim kimi dilenciler: "Namazınızı dua ile ve sadaka ile bitirin" demeleri de bunun gibidir. Buna benzer sözler ise pek çoktur. İşte bu vezinli sözlerin ancak sözü geçen şartlarla şiir olacağına delildir. Bu ise bu maksatlasöylenmiş olması ve daha önce sözü edilen diğer şartlardır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise o sözleri şiir söylemek maksadıyla söylememiş, şiir söylemek isteği ile de ifade etmemiştir. O halde vezinli olsa dahi bu şiir sayılmaz. Allah en iyi bilendir.

 

Eğer: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nasıl ben Abdulmuttalib'in oğluyum deyip babasını bırakıp kendisini dedesine nisbet etmiş ve bununla övünmüştür? Halbuki çoğu kimsenin hakkında övünmek cahiliye işlerindendir diye sorulacak olursa buna şu şekilde cevap verilir:

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dedesi ile daha çok meşhurdu. Çünkü babası Abdullah kendi babası Abdulmuttalib hayatta iken bir genç olarak ve Abdullah'ın kendisi meşhur olmadan vefat etmişti. Abdulmuttalib ise o sırada oldukça yaygın ve büyük bir şöhrete sahipti. Mekkelilerin efendisi idi. İnsanların bir çoğu da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i Abdulmuttalib'in oğlu diye çağırarak şöhreti dolayısı ile onu dedesine nisbet ediyorlardı. Bunlardan birisi de Hemmam b. Salebe'nin hadisinde: "Abdulmuttalib'in oğlu hangisidir?" sorusudur. Araplar arasında Abdulmuttalib, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in geleceği müjdesini vermekle onun ortaya çıkacağını ve pek büyük bir şan ve şerefinin olacağını müjdelemekle de meşhur olmuştu. Bunu da kendisine Seyf b. Ziyezen haber vermişti.

 

Denildiğine göre de Abdulmuttalib, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ortaya çıkacağına delil olan bir rüya görmüştü. Bu da onlar arasında meşhur bir husustu. İşte Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine bunu hatırlatmak istedi ve düşmanlarına karşı üstünlük sağlamasının muhakkak gerçekleşeceğine ve güzel akibetin kendisinin olacağına dikkatlerini çekmek istemişti. Buna sebep ise nefislerindeki takva idi. Ayrıca kendilerine sebat gösterip savaştan ayrılmadığını, geri dönenlerle birlikte geri dönmediğini bildirmek ve dönenler onun yanına geri dönsün diye bulunduğu yeri onlara bildirmek istemişti.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Nebi benim, bunda yalan yok" buyruğu da şu demektir: Ben gerçek bir nebiyim. Dolayısı ile kaçmam da yerimden ayrılmam da. işte bunda insanın savaş esnasında ben filanım, ben filan oğluyum demesinin caiz olduğuna delil vardır. Bunun bir benzeri de Seleme'nin: "Ben Ekva'nın oğluyum" demesi ile Ali (radıyallahu anh)'ın da: Ben annemin bana Haydar verdiği kimseyim demesi ve benzeri sözler buna örnektir. Selef alimleri bu şekilde söz söylemenin caiz olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Ayrıca bu hususta sahih bir hadis de vardır. Onlar şöyle der: Mekruh olan ise bu sözleri cahiliye döneminde yapıldığı gibi övünmek kastıyla söylemektir. Allah en iyi bilendir.

 

(4592) "Bize Ahmed b. Cenab el-Mıssisi tahdis etti." Cenab ismi cim ve nun iledir. el-Mıssısi ise mim harfi kesreli ve ilk sad şeddelidir. Meşhur olan budur. Aynı zamanda mim harfi fethalı ve sad harfi şeddesiz "el-Masisi" şeklinde olduğu da söylenir.

"Onlara bir çekirge sürüsü imiş gibi tek bir elden ok attılar." "Ridün min cerad" çekirgelerden bir parça gibi" demektir. Sanki hayvanın bir parçası olduğu için ridine (ayağına) benzetilerek söylenmiş gibidir.

 

"Geri çekildiler, açıldılar." Yani bozguna uğradılar, yerlerinden ayrıldılar ve orayı açıkta bıraktılar.

 

"Allah'a yemin olsun ki savaş kızıştığında onunla korunurduk. Hatta bizden kahraman kişi onunla aynı hizada durabilendi." Savaşın kızışması şiddetlenmesinden kinayedir. Bunun için "ihmirar: kızıllık" lafzının istiare olarak kullanılması adeten savaşta ortaya çıkan kanların kırmızılığıdır. Yahut da bu kor ateşin kızıp kızarması gibi savaşın alevalıp tutuşması dolayısıyla da bu tabir kullanılmış olabilir. Bu da daha önce geçen "tandır ısındı, kızdı, kızışh"e benzemektedir.

 

Bu ifadelerde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kahramanlığı ve onun yüce Allah'a güvenmesinin azameti beyan edilmektedir.

 

(4595) "Seleme b. el-Ekva'nın ben geri dönüp bozguna uğramış olarak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına vardım ... ibnu'l-Ekva gerçekten dehşetli bir hal görmüştür buyurdu." ilim adamları der ki: "Muhhezimen: bozguna uğramış olarak" ifadesi baştan kendisinin bozguna uğradığını açıkça anlattığı gibi İbnu'l-Ekva'nın halini dile getirmektedir. Bu sözleri ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bozguna uğramış olduğunu kastetmiş değildir. Zaten ashabın tamamı (r.a.) onun (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kesinlikle geri dönüp kaçmadığını söylemişlerdir. Hiçbir kimse de Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in herhangi bir savaşta bozguna uğradığını asla nakletmiş değildir. ilim adamları müslümanların onun bozguna uğradığına inanılmasının caiz olmadığı ve onun hakkında bu hususun da caiz olmadığı üzerinde müslümanların icma ettiklerini nakletmişlerdir. Hatta Abbas ve Ebu Süfyan b. el-Hfuis düşmana hızlıca ilerlemekten alıkoymak için katırının yularını tutuyorlardı. Nitekim bunu daha önce geçen hadisinde Bera açıkça ifade etmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

"Şahetel Vücuh: yüzler çirkin oldu" ifadesi yüzler çirkinleşti anlamındadır. Allah en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

29/31- TAİF GAZASI BABI