SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
26/28- NEBİ (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'İN
İSLAM'A DAVET ETMEK ÜZERE HİRAKL (HERAKLİYUS)'E GÖNDERDİĞİ MEKTUP BABI
4583-74/1- Bize İshak b. İbrahim el-Hanzalı,
İbn Ebu Ömer, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd -lafız İbn Rafi'e ait olmak üzere- tahdis
etti. İbn Rafi' ve İbn Ebu Ömer bize Abdurrezzak tahdis etti derken
diğer ikisi haber verdi, dedi. (Abdurrezzak), dedi
ki: Bize Ma'mer Zühri'den
haber verdi, o Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, o İbn Abbas (radıyallahu anh)'dan rivayet ettiğine göre Ebu Süfyan kendisine ağzından ağzına haber vererek, dedi ki:
Benimle Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) arasındaki (antlaşma) müddetinde
gittim. Ben Şam topraklarında iken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den Hirakl'e -yani RumIarın büyüğüne-
gönderilen mektup getirildi. Bu mektubu Dihye el-Kelbi getirmişti. Onu Busra'nın
büyüğüne teslim etti. Busra'nın büyüğü onu Hirakl'e verdi. Bu sefer Hirakl:
Burada kendisinin bir nebi olduğunu iddia eden bu adamın kavminden herhangi bir
kimse var mı, dedi. Huzurundakiler: Evet, dediler.
(Ebu
Süfyan devamla), dedi ki: Kureyşlilerden
bir kaç kişi ile birlikte çağırıldım. Hirakl'in
huzuruna girdik. Bizi önünde oturttu ve: Kendisinin bir nebi olduğunu ileri
süren bu adama neseb itibari ile hanginiz daha
yakındır, dedi. Ebu Süfyan,
dedi ki: Ben deyince beni önüne oturttular. Arkadaşlarımı da arkama oturttular.
Sonra tercümanını çağırttı ve ona, dedi ki: Onlara şunu söyle: Ben kendisinin
bir nebi olduğunu ileri süren bu adam hakkında soru soracağım. Eğer bu bana
yalan söylerse siz de onu yalanlayınız.
Ebu Süfyan, dedi ki: Allah'a yemin olsunki, eğer benim yalan söylediğimin nakledileceği
korkusu olmasaydı kesinlikle yalan söyleyecektim.
Sonra tercümanına: Buna
sor. Onun aranızdaki şerefi nasıldır?, dedi.
Ben: O aramızda şerefli
asil birisidir, dedim.
Hirakl: Onun atalarından kral birisi var mıydı?,
dedi. Ben: Hayır, dedim.
Peki bu söylediklerini
söylemeden önce onu yalan söylemekle itham eder miydiniz?, dedi. Ben: Hayır,
dedim.
Peki ona kimler uyuyor,
insanların eşrafı mı yoksa zayıflan mı?, dedi.
Ben: Hayır, zayıfları,
dedim.
Artıyorlar mı yoksa
eksiliyorlar mı?, dedi. Ben: Hayır aksine artıyorlar, dedim.
Onlardan herhangi bir
kimse dinine girdikten sonra onu beğenmediği için dininden dönüyor mu?, dedi.
Ben: Hayır, dedim.
Peki onunla hiç
savaştınız mı?, dedi. Ben: Evet, dedim.
Onunla savaşınız
nasıldı?, dedi. Ben: Savaş bizirrıle onun arasında
nöbetleşedir. Bazen O bize karşı zafer kazanır, bazen biz O'na karşı zafer
kazanırız, dedim.
Peki sözünde durmadığı
oluyor mu?, dedi. Ben: Hayır, ama biz bir süreliğine onunla (ateşkes)
antlaşması yapmış bulunuyoruz. Bu süre zarfında ne yapacağını bilemiyoruz,
dedim.
(Ebu
Süfyan), dedi ki: Allah'a yemin olsun ki, bunun dışında
araya bir şeyler sokuşturacağım başka bir kelime bulma imkanım olmadı. O: Peki
bu sözü ondan önce kimse söyledi mi?, dedi. Ben: Hayır, dedim. Bu sefer
tercümanına şunları söyledi: Ona de ki: Ben sana onun şerefi asaleti hakkında
sordum, onun aranızda soylu birisi olduğunu söyledin. İşte rasuller
kavimleri arasında böyle soylulardan gönderilir, dedi. Yine ben sana onun
ataları arasında hükümdar kimse var mıydı? diye sordum, sen hayır, dedin. İşte
derim ki: Eğer onun atalan arasında bir hükümdar
bulunmuş olsaydı ben de bu atalarının mülkünü isteyen bir adamdır derdim. Sana
ona uyan insanların zayıfları mı yoksa şereflileri mi olduğunu sordum. Sen
hayır zayıflarıdır, dedin. İşte rasullere uyanlar
bunlardır. Sana: Bu söylediklerini söylemeden önce onu yalancılıkla itham ediyormuydunuz? diye sordum sen hayır, dedin. Ben biliyorum
ki insanlara yalan söylemezken kalkıp da Allah'a yalan söyleyecek değildir.
Sana: Dinine girdikten sonra onun dinini beğenmediği için aralarından dininden
dönen var mı, dedim. Sen hayır, dedin. İşte kalplere girip onlara genişlik
verdiği zaman iman böyledir. Sana artıyorlar mı eksiliyorlar mı, dedim. Onların
arttıklarını söyledin. İşte tamamlanıncaya kadar iman böyledir. Sana onunla
savaştınız mı? diye sordum, sen onunla savaştığınızı ve savaşın sizinle onun
arasında nöbetleşe (zaferin dönüp durduğunu) bazen onun size karşı zafer
kazandığını bazen sizin ona zafer kazandığınızı söyledin. İşte rasuller böyledir. Sınanırlar, sonra da güzel akibet onların olur. Sana sözünde durmamazlık
ediyor mu, dedim. Sözünü bozmadığını söyledin. İşte rasuller
böyledir. Sözlerini bozmazlar. Sana bu sözü ondan önce kimse söyledi mi? diye
sordum. Sen hayır, dedLn. Derim ki: Eğer bu sözü
ondan başka birisi söylemiş olsaydı işte bu adam da o kendisinden önce söylenen
söze uyuyor derdim.
(Ebu
Süfyan), dedi ki: Sonra: Size neyi emrediyor?, dedi.
Ben: Bize namazı, zekatı, akrabalık bağını gözetıneyi,
iffetli olmayı emrediyor, dedim.
O: Eğer onunla ilgili
söylediklerin gerçek ise şüphesiz ki o bir nebidir.
Ben onun çıkacağını
biliyordum. Ama sizden çıkacağını da sanmıyordum. Eğer onun yanına
ulaşabileceğimi bilseydim gerçekten onunla kavuşmak isterdim. Şayet onun
yanında olsaydım kesinlikle ayaklarını yıkardım. Yemin ederim ki, onun mülkü şu
ayaklarımın bastığı yere kadar ulaşacaktır, dedi.
(Ebu
Süfyan) devamla, dedi ki: Sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
mektubunun getirilmesini istedi ve onu okudu. Mektupta şunlar yazıyordu:
"Rahman Rahim Allah'ın adı ile. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Muhammed'den Rumiarın büyüğü Hirakl'e.
Selam hidayete tabi olanlara. İmdi ben seni İslam daveti ile çağırıyorum.
Müslüman ol kurtulursun. Müslüman ol Allah sana ecrini iki defa versin. Şayet
yüz çevirecek olursan çiftçilerin, ırgatların ve baliğ senin üzerine olacaktır.
Ve "ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda dosdoğru adaletli bir söze
gelin. Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım.
Allah'ı bırakıp kimimiz kimimizi rabler edinmesin. Eğer yüz çevirecek olurlarsa
şahit olun ki biz muhakkak müslümanlarız deyin.
" (Ali İmran, 64)
Mektubun okunması
bitince onun yanında sesler yükseldi ve gürültü çoğaldı. Verdiği emir ile
dışarı çıkarıldık.
Ebu Süfyan, dedi ki: Ben dışarı
çıktığımız zaman arkadaşlarıma: Ebu Kebşe'nin oğlunun işi gerçekten büyük bir hal almış
bulunuyor. Baksanıza Asfar oğullarının kralı dahi
ondan korkuyor, dedim.
(Ebu
Süfyan), dedi ki: O andan itibaren ben, Allah İslam'ı
içime yerleştirinceye kadar Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
işinin kesinlikle zafer kazanacağına inandım.
Diğer tahric: Buhari, 7, 51-muhtasar-,
2681 -muhtasar-, 2804 -muhtasar-, 2941, 2978 -muhtasar-, 3174, 4553, 5980
-muhtasar-, 6260 -muhtasar-; Ebu Davud,
5136 -muhtasar-; Tirmizi, 2718 -muhtasar-
4584- .. ./2- Bunu bize Hasan
el-Hulvanı ve Abd b. Humeyd de tahdis edip, dedi ki:
Bize Yakub -ki o b. İbrahim b. Sa'd'dır-
tahdis etti, bize babam Salih'den
tahdis etti, o İbn Şihab'dan bu isnad ile rivayet
etti ve hadiste şunları ekledi: Allah Fars ordularını Kayser'in üzerinden
püskürtünce (Kayser onları yenilgiye uğratınca) Hams'dan
İlya'ya yüce Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu bu
nimete şükür olmak üzere yürüdü. Hadiste ayrıca: "Allah'ın kulu ve
Muhammed'den" ve: " (çiftçiler ve ırgatlar anlamındaki el-erisıyin lafzı yerine) "yerisıyin"
ve: (İslam daveti ile anlamındaki bidiayetil İslam
yerine) bideayetil İslam" dedi.
AÇIKLAMA: "Hirakl" he harfi kesreli re harfi fethalı kaf sakindir. Meşhur olan bu söyleyiştir. Hirkıl da söylenir. Bunu Cevheri Sihahı'nda
nakletmiştir. Bu onun özel ismi olup lakabı Kayser'dir.
"Ebu Süfyan: Benimle Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arasındaki (Hudeybiye
antlaşması) süresi içerisinde gittim." Sözleri ile kastettiği Hudeybiye günü yapılan barış antlaşmasıdır. Hudeybiye barışı hicretin 6. yılının sonlarında olmuştu.
"Dihye el-Kelbi" dal harfi
kesreli ve fethalı (dahye) de okunur. İki meşhur
söyleyiştir. Hangisinin daha tercihe değer olduğu hususunda ihtilaf vardır. İbnu's-Sikkit ise sadece kesreli
(dihye) söyleneceğini başka türlü söyleyişin
olmadığını iddia etmiştir. Ebu Hatim es-Sicistani ise yalnızca fethalı (dahye)
denileceğini başka türlü söylenemeyeceğini ileri sürmüştür.
"Busra'nın büyüğü" Busra be
harfi ötreli olarak söylenir, Havran şehri odur. Kalesi bulunan ve Şam ile
Hicaz arasında verimli yerleri bulunan bir yerdir. "Busra'nın
büyüğü"den kasıt Busra
emiri idi. Hirakl hakkında:
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hakkında soru sormak üzere neseben ona hangilerinin
daha yakın olduğunu sordu." İlim adamları der ki: Neseben
ona yakın olanı sormasının sebebi böyle birisinin onun durumunu daha iyi
bilmesi ve nesebi hakkında ve başka hususlarda yalan söyleme ihtimalinin daha
uzak olmasıdır. Sonra bunu da pekiştirerek Ebu Süfyan'ın arkadaşlarına: "Eğer bana yalan söylerse siz
de onu yalanlayın" dedi. Yani ondan utanarak yalan söylerse onu
yalanlamayıp susmayın.
"Arkadaşlanmı da arkama oturttular." Kimi ilim adamı,
dedi ki: Böyle yapması yalan söyleyecek olursa onu yalanlamalarının kendilerine
daha kolay gelmesi içindi. Çünkü yüzüne yalancı olduğunu söylemek onun
karşısında durma haline göre daha kolaydır. Tercümanını çağırdı" tercüman
kelimesinde te harfi ötreli ve fethalı olarak da
söylenir. Fethalı söyleniş daha fasihtir. Tercüman ise bir dilden bir başka
dile ibareyi çeviren kişidir. Bu kelimede "te"
harfi kelimenin asli harflerindendir. Dil bilginleri Cevheri'nin bunu zahid bir harf kabul etmesini reddetmişlerdir.
"Benim yalan
söylediğimin nakledilmesinden korkmasaydım yalan söyleyecektim." Yani eğer
benim arkadaşlanmın kavmime yalan söylediğimi
aktaracaklarından ve ülkemde kavmimin bunu dillerine dolayacaklarından
korkmasaydım ona olan nefretimden ve onun küçük düşürülmesini çok sevdiğimden
ötürü aleyhine yalan söyleyecektim.
İşte bu ifadeler yalan
söylemenin İslam'da çirkin olduğu gibi cahiliye döneminde de çirkin olduğunu
açıklamaktadır. Buhari'nin rivayetinde ise:
"Eğer aleyhimde yalan söylediğimi nakledeceklerinden utanmasaydım,
şüphesiz onun hakkında yalan söyleyecektim" denilmektedir.
"Aranızda onun
hasebi (şanı şerefi) nasıldır." Yani onun soyu nasıldır demektir.
"Atalarından
hükümdar kimse var mıydı?" Bu Sahih-i Müslim'in bütün nüshalarında bu
şekildedir. Buhari Sahihi'nde ise: "Ataları
arasında (hükümdar anlamındaki melik yerine) malik bir kimse var mıydı"
şeklindedir. Burada lafız iki şekilde rivayet edilmiştir. Birincisi "min" lafzının mim harfi kesreli olarak ve
"melik" lafzının da mim harfi fethalı lam harfi kesreli olarak
rivayet edilmiştir. İkincisi ise "men: kimse" mim harfi fethalı
olarak (melik lafzı da) mazi bir fiil olarak "meleke" diye rivayet
edilmiştir. Her ikisi de doğrudur ama birinci şekil daha meşhur ve daha
doğrudur. Ayrıca bunu Müslim'in "min" lafzı
olmadan zikrettiği rivayet de bunu desteklemektedir.
"Ona insanların
şereflileri mi uyuyor yoksa zayıfları mı?" Burada şereflilerinden kasıt
büyükleri ve aralarında şan ve şeref sahibi kimselerdir.
"Ondan (dininden)
tiksinerek" burada sehat: bir şeyden tiksinmek
ve onu beğenmemek anlamındadır.
"Savaş bizimle onun
arasında nöbetleşedir." Buradaki "sical"
kelimesi bir defasında biz bir defasında o (galip geliyoruz) demektir.,
dediklerine göre bunun aslı su dolu kova anlamındaki "siccil"
den gelmiştir. Su çeken iki kişinin her biri bir sicil (kova) ile su çeker.
"Sözünde durmadığı
oluyor mu?" Gadretmek verilen söze bağlı kalmamak demektir.
"Biz onunla bir
(ateşkes) süresindeyiz. Bu süre içinde ne yapacağını bilemiyoruz." Burada
kastettiği Hudeybiye günü yapılan ateşkes ve barış
antlaşması süresidir.
"İşte Rasuller bu şekilde kavimlerinin asilleri arasında
gönderilir." Yani kavimlerinin en şerefli ve soyları en asil kimseler
arasında gönderilir. Denildiğine göre bundaki hikmet ise onun batıl şeyleri
almasından daha uzak ve insanların ona boyun eğmeleri ihtimalini daha yükselten
bir hal olmasıdır.
"Güçsüzler Rasullere tabi olanlardır." Çünkü şerefli kimseler
kendileri gibi bir kimsenin önlerine geçmesini kendilerine yedirmezler.
Zayıflar ise bundan rahatsız olmadıklarından çabucak itaate girer ve hakka
uyarlar. Herakliyus'ün irtidat
hakkında soru sormasının sebebi ise kesin olan bir işi basiret ile kabul eden
bir kimsenin ondan dönmesinin sözkonusu olmamasından
dolayıdır. Batıllara giren kimselerin durumu ise böyle değildir. Sözünde
durmaması ile ilgili soru sorması ise dünyalık isteyen bir kimse sözünde
durmamaya ve buna benzer dünyalığı elde etmeye kendisini ulaştıracak başka
hususları işlemeye aldırmaz. Ahireti isteyen bir
kimse ise sözünde durmamak ve buna benzer çirkin işleri yapmaz.
"İşte iman kalplere
genişlik verirse ... "den kasıt, kalplere verdiği genişliktir. (Genişlik
anlamındaki) beşaşet asıl itibari ile uzaktan gelen
bir kimseye karşı gösterilen iyi muamele ve onu görmekten ötürü sevinci açığa
vurmaktır. Bunun için "beşşebihi ve tebeşbeşe" denilir.
"İşte rasuller bu şekilde sınanır sonra güzel akibet
onların olur." Yani yüce Allah çokça sabretmeleri, yüce Allah'a itaat
yolunda bütün takatlerini ortaya koymaları sureti ile ecirlerini büyültmek için
böylelikle onları sınar.
"Bize namazı,
zekatı, akrabalık bağını gözetmeyi ve iffeti emrediyor, dedim." Sıla,
akrabalık bağını ve yüce Allah'ın bitiştirilmesini emrettiği bütün hususları
gözetmektir. Bu da iyilik yapmak, ikramda bulunmak ve güzel bir şekilde onları
koruyup kollamakla olur. Afaf (iffetlilik)
haramlardan ve mertlikle bağdaşmayan hususlardan uzak durmak demektir.
El-Muhkem adlı eserin sahibi (İbn Side), dedi ki:
İffet helal olmayan ve övülmeye n işlerden uzak durmak demektir. İffetli erkeğe
affun ve afifun denilir,
kadına afife denilir. Afifin çoğulu aife ve a'fa diye gelir.
"Eğer söyledikleri
doğru ise şüphesiz ki o bir nebidir." İlim adamları der ki: Hirakl söylediği bu sözleri eski kitaplardan öğrenmiştir.
Çünkü Tevrat'da bu ve buna yakın Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
çeşitli alametleri yer almıştır. Onu alametlerinden tanıdı. Nübüvvete dair
kesin delil ise olağanüstü apaçık mucizedir. el-M azeri
böyle demiştir. Allah en iyi bilendir.
"Onun yanına
varabileceğimi bilsem onunla görüşmeyi isterdim."
Müslim'in Sahihi'nde bu şekildedir.
Buharide de: "Onunla karşılaşmak için her türlü
zorluğa katlanırdım" şeklindedir. Anlam itibari ile o daha sahihtir. Yani
onun yanına ulaşabilmek için zorluklara katlanır ve bu yolda sıkıntılardan
yılmazdım. Ama ona ulaşamamaktan korkarım.
Bu söyledikleri ise onun
için mazeret teşkil etmez. Çünkü o Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in doğru söylediğini bilmişti. Ama
krallıktan vazgeçmek istemedi. Başkanlığı isteyip onu İslam'a tercih etti. Bu
husus Buhari'nin Sahihi'nde açıkça ifade edilmiştir.
Şayet Allah ona hidayet vermeyi murad etseydi Necaşi'ye bu hususta başarı ihsan ettiği gibi ona da
-başkanlık elinden gitmeden- başarı ihsan ederdi. Allah'tan muvaffakiyetini
dileriz.
"Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mektubunun getirilmesini istedi ve onu okudu ...
Sizinle bizim aramızda eşit (dosdoğru, adaletli) bir kelimeye gelin ... "
Bu mektupta çeşitli
temel kaideler ve türlü faydalı hükümler vardır:
1. Kafirlerle savaşmadan
önce İslam'a davet edilirler. Böyle bir davette bulunmak vaciptir. Eğer İslam
daveti onlara ulaşmış ise böyle bir davetten önce savaşmak haramdır. Eğer davet
onlara ulaşmışsa böyle bir davet de müstehaptır.
Bizim mezhebimiz budur.
2. Cihad
Kitabı'nın baş taraflarında açıklaması geçmiş bulunan selefin kanaatine muhalif
bir mahiyettedir.
3. Vahid
haber ile amel etmek icap eder. Aksi taktirde mektubun Dihye
ile birlikte gönderilmesinde bir fayda olmazdı. Bu, içtihadı muteber olan
kimselerin üzerinde icma ettikleri bir husustur.
4. Mektubun başına bismillahirrahmanirrahim (Rahman Rahim Allah'ın adı ile)
yazmak kendisine mektup gönderilen kişi kafir dahi olsa müstehaptır.
5. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
hadis-i şerifteki: "Kendisine elhamdulillah diye
başlanılmayan önemli her bir husus kesiktir" hadisinde geçen Allah'a hamd etmekten kasıt yüce Allah'ın anılmasıdır. Nitekim bir
rivayette "yüce Allah'ın zikri ile" denilmektedir. Bu mektup ise
önemli bir işti. Hatta pek büyük önemli işlerden birisi idi. Bu mektuba hamd ile değil de besmele ile başlamış bulunmaktadır.
6. Düşman topraklarına
bir iki ayet ve bunun gibi bir bölüm ile yolculuk yapmak ve bunu kafirlere
göndermek caizdir. Düşman topraklarına ise ancak Kur'an-ı
Kerim ile gidilmesi yasaklanmıştır. Bundan maksat ise Kur'an'ın
tamamı ile yahut onun önemli bir bölümü ile gitmektir. Bu da ayrıca kafirlerin
eline düşmeSinden korkulması şartına bağlı olarak
yorumlanır.
7. Hadesli
(abdestsiz) olanın ve kafir bir kimsenin Kur'an'dan
başka lafızlarla birlikte yazılmış bir yahut birkaç ayete dokunması caizdir.
8. İnsanlar arası
yazışma ve mektuplaşmalarda sünnet, mektubu yazan kimsenin önce kendisinden
başlayarak (mesela) Zeyd'den Amr'a
diye yazmasıdır. Bununla birlikte bu, hakkında ihtilaf edilmiş bir meseledir.
İmam Ebu
Cafer "Sınaatül Kitabe" adlı eserinde, dedi
ki: İlim adamlarının çoğunluğu -zikrettiğimiz gibi- kendisinin adını yazarak
başlaması müstehaptır demişlerdir. Sonra bu hususta
çok sayıda hadisler ve eserler (ashabdan gelen
rivayetler) zikretmekte ve şunları söylemektedir: İşte bu ilim adamlarının
çoğunluğunca sahih kabul edilendir. Çünkü ashabın üzerinde icma
ettikleri husus budur. (Devamla), dedi ki: Mektubun baş tarafında ve ünvan kısmında bu hususta bir fark yoktur. Bununla birlikte
bir topluluk kendisine mektup yazdığı kimseden başlayarak başında ve ünvan kısmında filan kimseye filandan demesine ruhsat
vermişlerdir. Bundan sonra kendi isnadı ile Zeyd b.
Sabit'in Muaviye'ye mektup yazarak Muaviye'nin adı ile başladığını ve Muhammed b.
el-Hanefi'ye, Bekir b. Abdullah ve Eyyub es-Sahtiyani'nin de bu hususta sakınca olmadığını
söylediklerini rivayet etmektedir. Ünvana gelince
doğrusu onun üzerine filan kimseye diye yazması filan için yazmamasıdır. Çünkü
mektup ona gönderilir. Onun için değiL. Ancak mecazi
anlamda yazılabilir. İşte ashab ve tabiinden ilim
adamlarının çoğunluğunun kabul ettikleri doğru budur.
9. Vazışmada
takvalı davranmak ve vera' yolunu tutup ifrad ve tefritten kaçınmak gerekir. Bundan dolayı Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"RumIarın büyüğü Hirakl'e"
buyurmuş. "Rumiarın kralı (meliki)"
dememiştir. Çünkü İslam dininin hükmü gereğince onun da başkasının da melikliği
(mülkiyeti ve sahipliği, egemenliği) yoktur. RasUlullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
velayet . yetkisi verip tayin ettiği ya da Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
belli bir şart ile kendisine izin verdiği kimsenin velayet verip tayin ettiği
kimseler dışındakilerin bir sultanı (otoritesi) yoktur. Kafirlerin
tasarruflarından ise ancak zaruret gereği olanlar geçerlilik kazanır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mektubunda sadece "Hirakl'e"
demeyerek ona bir çeşit kibar davranarak "RumIarın
büyüğü" demiştir. Yani onların tazim edip öne geçirdikleri kişi demektir.
Şanı yüce Allah ise İslam'a çağırılan kimseye yumuşak söz söylemeyi emir
buyurarak: "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır" (Nahl,25) ve: "İkiniz de ona yumuşak söz söyleyin"
(Taha,44) diye ve buna benzer başka buyruklarda bunu dile getirmiştir.
10. yazışmada belağat, özlü yazmak, anlamlı ve akıcı lafızları seçmek müstehaptır. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Müslüman ol kurtulursun" buyruğu son derece özlü ve son derece veciz
ve belağatlı bir sözdür. İfadedeki cinasın son derece
güzel olması ile birlikte pek çok anlamı bir arada ifade etmiştir. Diğer
taraftan savaş, esir edilmek ve öldürülmek sureti ile ülkelerinin ve mallarının
alınması ile dünya hayatının rüsvaylığından ve ahiret azabından kurtulmayı da kapsayan bir sözdür.
11. Kitap ehlinden olup
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
yetişip, ona iman eden kimseye burada açıkça ifade ettiği gibi iki ecir vardır.
Sahih başka bir hadiste de: "Üç kişiye ecirleri iki defa verilir"
buyurmuş ve aralarında kitap ehlinden olup ... " ı saymıştır.
12. Bir dalalete sebep
olan yahut da bir hidayetin engellenmesine sebep olan bir kimse günahkar olur.
Çünkü Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Eğer yüz çevirecek olursan
çiftçilerin ve ırgatların günahı senin üzerine olacaktır" buyruğu bunu
gerektirmektedir. Yüce Allah'ın: ''Andolsun onlar hem
kendi yüklerini hem de kendi yükleri ile birlikte başka bir takım yükleri de
taşıyacaklardır." (Ankebut, 13) buyruğu da bu
anlamı dile getirmektedir.
13. Hutbelerde ve
yazışmalarda "em ma ba'd:
imdi" demek müstehaptır. Buhari
Cumua Kitabı'nda bunun için bir bab
dahi açmış ve o babta çok sayıda hadis zikretmiştir.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer yüz çevirirsen hiç şüphesiz çiftçilerin
ve ırgatların günahı senin üzerinedir" buyruğu bu şekilde Müslim'in bu ilk
rivayetinde "el-erisiyin" diye kaydedilmiştir.
Hadisin çeşitli rivayetlerinde de dil bilginlerinin kitaplarında da daha meşhur
olan budur. Buna göre bu kelimenin zaptı hususunda çeşitli ihtilaflar vardır.
Birincisine göre sin’den sonra iki ye iledir. İkincisine göre sin’DEN sonra tek
ye iledir. Bu iki şekle göre de hemze fethalı, re harfi şeddesiz ve kesrelidir.
Üçüncüsü ise hemze kesreli, re şeddeli ve sin’DEN sonra tek bir ye ile
"el-irrısin" şeklidir. Müslim'deki ikinci
rivayette ve Buhari'nin Sahihi'nin ilk rivayetinde
"ismu'l-yerısiyyin"
diye başında fethalı bir ya, sin’DEN sonra da iki ye ile kaydedilmiştir.
Bu lafızia
kimlerin kastedildiği hususunda da ilim adamlarının çeşitli görüşleri vardır.
Bu görüşlerin en sahih
ve meşhur olanı, bunların tarlalarda çalışanlar (ırgatlar) ve ziraatçiler (çiftçiler) olduklarıdır. Yani o takdirde sana
uyan ve senin emrine bağlı kalan senin yönettiklerinin günahı senin üzerine
olur. Bunları sözkonusu ederek yönetiminin
altındakilerin hepsine dikkat çekmiş olmaktadır. Çünkü çoğunluğu onlar teşkil ediyordu.
Ayrıca onların itaate girmeleri daha çabuktur. Kendisi müslüman
olacak olursa onlar da müslüman olurlar. Olmayacak
olursa olmazlardı. İşte bu görüş sahih olan görüşdür.
Nitekim bizim Beyhakı'nin Delailul
Nübüvve adlı kitabında rivayet ettiğimiz bir
rivayette ve başkalarında açıkça: "Şüphesiz çiftçilerin günahı senin
üzerine olur" denilmektedir. Ebu Ubeyd'in el-Enval kitabında zikrettiği bir rivayette de: "Eğer müslüman olmazsan çiftçiler ile İslam arasında engel olma
{onların İslam'a girmelerini engelleme}" İbn Vehb'in rivayetinde de: "Ve onların günahları senin
üzerinedir" denilmektedir. Ebu Ubeyd, dedi ki:
Burada fellahlardan (çiftçilerden) kasıt yalnız ziraatle
uğraşanlar değildir. Aksine onlardan maksat bütün ülkesinin halkı, ahalisidir.
İkinci görüşe göre
bunlardan kasıt yahudiler ve hristiyanlardır.
Bunlar ise hristiyanlardan arusiye
denilen Abdullah b. İris'e uyan kimselerdir. Bunların makalat
(denilen çeşitli itikadi kanaatlerin serdedildiği
kitap)larda bir takım görüşleri vardır ve bunlara aruisiyun {aryusçüler} denilir.
Üçüncü görüşe göre
bunlar, bozuk mezheblere insanları önderlik ederek
götüren ve onlara bunları emreden hükümdarlardır.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Seni İslam'ın daveti ile davet
ediyorum" ifadesindeki "diaye" del
harfi kesrelidir, onun daveti ile seni çağırıyorum. Bu da tevhid
kelimesidir. Müslim'in bundan sonra zikrettiği diğer rivayette ise: "Seni
İslam'ın diayeti ile çağınyorum"
denilmektedir ki, bu da birincisi ile aynı anlamdadır. Yani İslam'a davet eden
söz ile çağırıyorum demektir. Kadı Iyaz, dedi ki:
Buradaki "daiye" kelimesinin davet
anlamında olması da mümkündür. Nitekim yüce Allah: "Onun Allah'tan başka
bir açıcısı yoktur" (Necm, 58) yani açacak
yoktur demektir.
RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Selam hidayete uyanlara" buyruğu
kafire ilk olarak selam verilmez diyen kimselerin görüşüne bir delildir. Bu
mesele ile ilgili görüş ayrılığı vardır. Şafii'nin ve onun mezhebine mensup
ilim adamlarının çoğunluğunun ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşüne göre müslüman bir kimsenin kafire ilk olarak selam vermesi caiz
değildir. Selefden pek çok kimse ise bunu caiz
görmüşlerdir. Ama bu görüş bu husustaki yasaklayıcı sahih hadisler ile
reddolunur. Bu hadisler yüce Allah'ın izni ile ilgili yerinde gelecektir.
Başkaları ise onların kalplerini ısındırmak yahut bir ihtiyaç ve benzeri bir
sebep ile bunu caiz kabul etmişlerdir.
"Gürültü
çoğaldı." Lağat ve lağt:
birbirine karışan sözler ve sesler demektir. "Ebu
Kebşe'nin oğlunun işi gerçekten büyüdü." Emira: Büyüdü an lamındadır. İbn Ebu Kebşe'ye gelince, denildiği
ne göre bu kişi Huzaalılardan Şi'ra
(Sirius) yıldızına ibadet eden bir adamdı. Ona ibadet
etmek hususunda Araplardan kimse ona uymamıştı. Bu söz ile Ebu
Kebşe'nin vakti ile kendilerine muhalefet ettiği gibi
dinlerinde kendilerine muhalefet ettiği için Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'i ona benzetmişlerdi.
Biz ez-Zubeyr b. Bekkar'dan, Kitabu'l-Ensab'da şöyle dediğini
rivayet ettik: Bundan kasıtları Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'i ayıplamak değildi. Onlar bu
sözleri ile sadece bir benzetme yapmak istemişlerdi. Denildiğine göre Ebu Kebşe annesi tarafından Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in
dedesidir. İbn Kuteybe ve
pek çok kişi de şöyle demektedir: Denildiğine göre bu onun süt babasıdır. Adı
da el-Haris b. Abdul Uzza
es-Sa'di'dir. Bunu İbn
Battan ve başkaları nakletmiştir.
Kadı Iyaz,
dedi ki: Büyük neseb alimi Ebu'l-Hasan
el-Cürcani, dedi ki: Onların Ebu
Kebşe'nin oğlu demeleri Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
düşmanlık içindi. Bu sözleri ile onu meşhur olan nesebinden başka bir neseb ile andılar. Çünkü onun bilinen meşhur nesebine dil
uzatmalarına imkan yoktu. Nitekim annesi Amine'nin
babası dedesi Vehb b. Abdimenaf
b. Zühre'nin künyesi Ebu Kebşe
idi. Aynı şekilde Abdulmuttalib'in annesi olan
Selma'nın babası Neccar oğuIlarından
Amr b. Zeyd b. Esed el-Ensari'de Ebu Kebşe diye çağırılırdı. Yine
onun anne tarafından dedeleri arasında Ebu Kebşe adında bir kişi vardı ki, o Nebi {Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'in annesi Amine'nin
babası olan Um Vehb b. Abdimenaf'ın
kabilesinin atası idi ve Huzaalı idi. İşte Şi'ra yıldızına ibadet eden de o idi. Yine süt babası da Ebu Kebşe diye anılırdı. Onun
asıl adı ise Haris b. Abdul Uzza
es-Sa'didir.
Kadı Iyaz,
dedi ki: Bütün bunların aynısını Muhammed b. Habib elBağdadi
de söylemiştir. Ayrıca İbn Makula
fazladan şunları da söylemektedir:
Ebu Kebşe'nin Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
süt annesi Halime'nin babasının amcası olduğu da
söylenmiştir.
"Sarıoğullarının hükümdarı ondan korkuyor" Sarıoğullarından kasıt RumIardır.
İbnu'l Enbari, dedi ki:
Onlara bu ismin veriliş sebebi şudur: Habeşlilerden bir ordu bir zamanlar
onların topraklarına galip gelmiş ve kadınları ile evlenmişlerdi. Bunlar da
Habeşlilerin siyahlığı rumIarın beyazlığı neticesinde
sarı tenli çocuklar doğurmuştu. Ebu İshak b. İbrahim
el-Harbi, dedi ki: Onlar el-Asfar b. Rum b. İsu b. İshak b. İbrahim'e nisbet
edilmişlerdir. Kadı lyaz, dedi ki: Bu İbnu'l-Enbari'nin açıklamasından
daha uygundur.
(4584) "Yüce
Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimete şükür olmak üzere Hams’DAN
İ!ya'ya yürümüştü." Hams
gayrı munsarıf bir kelimedir. Çünkü arapça olmayan (acemi) özel ve müennes bir isimdir. İlya ise Beytül Makdis'dir. Bunun da üç söyleyişi vardır. En meşhurları
hemze ve lam kesreli aralarındaki ye harfi sakin (med
harfi) ve sonunda da mer olmak üzere "ilya" dır. İkincisi de aynı şekilde ama sonu medli değil kasr iledir. Üçüncüsü
ise birinci ye harfi hazfedilip lam sakin ve medli
söylenişi "ilya"dır. Bu söyleyişleri
el-Metali sahibi ve başkaları nakletmiştir.
Ebu Ya'la el-Mensuri'nin
rivayetinde İbn Abbas'ın senedinde elif lamlı olarak
"el ilya" şeklindedir. el-Metali sahibi,
dedi ki: Denildiğine göre bu Beytullah (Allah'ın evi)
anlamındadır. Allah en iyi bilendir.
"Allah'ın kendisine
verdiği nimete şükür olmak üzere." İfadesi yüce Allah'ın kendisine ihsan
ettiği nimet ve onu nail kıldığı zafere şükür olmak üzere demektir. Çünkü
"ibla (bela kökünden)" hayır ve şer
hakkında kullanılır. Nitekim yüce Allah: "Biz sizleri bir sınama olmak
üzere hayır ve şer ile belaya uğratırız (deneriz)" (Enbiya, 35l
buyurmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: