SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
26 - باب
كتاب النبي
صلى الله عليه
وسلم إلى هرقل
يدعوه إلى
الإسلام
26/28- NEBİ (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'İN İSLAM'A DAVET ETMEK ÜZERE HİRAKL (HERAKLİYUS)'E GÖNDERDİĞİ
MEKTUP BABI
74 - (1773) حدثنا
إسحاق بن
إبراهيم
الحنظلي وابن
أبي عمر ومحمد
ابن رافع وعبد
بن حميد
(واللفظ لابن
رافع) (قال ابن
رافع وابن أبي
عمر: حدثنا.
وقال الآخران:
أخبرنا عبدالرزاق)
أخبرنا معمر
عن الزهري، عن
عبيدالله بن
عبدالله بن
عتبة، عن ابن
عباس؛ أن أبا سفيان
أخبره، من
فيه إلى فيه.
قال:
انطلقت
في المدة التي
كانت بيني
وبين رسول الله
صلى الله عليه
وسلم. قال:
فبينا أنا
بالشأم، إذ
جيء بكتاب من
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم إلى
هرقل: يعني
عظيم الروم.
قال: وكان
دحية الكلبي
جاء به. فدفعه
إلى عظيم
بصرى. فدفعه
عظيم بصرى إلى
هرقل. فقال
هرقل: هل ها
هنا
أحد من قوم
هذا الرجل
الذي يزعم أنه
نبي؟ قالوا:
نعم. قال:
فدعيت في نفر
من قريش.
فدخلنا على
هرقل. فأجلسنا
بين يديه.
فقال: أيكم
أقرب نسبا من
هذا الرجل
الذي يزعم أنه
نبي؟ فقال أبو
سفيان: فقلت:
أنا. فأجلسوني
بين يديه.
وأجلسوا أصحابي
خلفي. ثم دعا
بترجمانه
فقال له: قل
لهم: إني سائل
هذا عن الرجل
الذي يزعم أنه
نبي. فإن كذبني
فكذبوه. قال:
فقال أبو سفيان:
وايم الله!
لولا مخافة أن
يؤثر علي
الكذب لكذبت.
ثم قال
لترجمانه:
سله. كيف حسبه
فيكم؟ قال
قلت: هو فينا
ذو حسب. قال:
فهل كان من
آبائه ملك؟
قلت: لا. قال:
فهل كنتم
تتهمونه
بالكذب قبل أن
يقول ما قال؟
قلت: لا. قال:
ومن يتبعه؟
أشراف الناس
أم ضعفائهم؟
قال قلت: بل
ضعفائهم. قال:
أيزيدون أن
ينقصون؟ قال
قلت: لا. بل
يزيدون. قال:
هل يرتد أحد
منهم عن دينه،
بعد أن يدخل
فيه، سخطة له؟
قال قلت: لا.
قال: فهل قاتلتموه؟
قلت: نعم. قال:
فكيف كان
قتالكم إياه؟
قال قلت: تكون
الحرب بيننا
وبينه سجالا.
يصيب منا
ونصيب منه.
قال: فهل يغدر؟
قلت: لا. ونحن
منه في مدة لا
ندري ما هو
صانع فيها.
قال:
فوالله! ما
أمكنني من
كلمة أدخل
فيها شيئا غير
هذه.
قال:
فهل قال هذا
القول أحد
قبله؟ قال
قلت: لا. قال
لترجمانه: قل
له: إني سألتك
عن حسبه فزعمت
أنه فيكم ذو
حسب. وكذلك
الرسل تبعث في
أحساب قومها.
وسألتك: هل
كان في آبائه
ملك؟ فزعمت أن
لا. فقلت: لو
كان من آبائه
ملك قلت رجل
يطلب ملك
آبائه. وسألتك
عن أتباعه،
أضعفاؤهم أم
أشرافهم؟
فقلت: بل ضعفاؤهم.
وهم أتباع
الرسل.
وسألتك: هل
كنتم تتهمونه
بالكذب قبل أن
يقول ما قال؟
فزعمت أن لا. فقد
عرفت أنه لم
يكن ليدع
الكذب على
الناس ثم يذهب
فيكذب على
الله. وسألتك:
هل يرتد أحد
منهم عن دينه
بعد أن يدخله
سخطة له؟ فزعمت
أن لا. وكذلك
الإيمان إذا
خالط بشاشة
القلوب.
وسألتك: هل
يزيدون أو
ينقصون؟
فزعمت أنهم
يزيدون. وكذلك
الإيمان حتى
يتم. وسألتك:
هل قاتلتموه؟
فزعمت أنكم قد
قاتلتموه. فتكون
الحرب بينكم
وبينه سجالا.
ينال منكم
وتنالون منه.
وكذلك الرسل
تبتلى ثم تكون
لهم العاقبة.
وسألتك: هل
يغدر؟ فزعمت
أنه لا يغدر.
وكذلك الرسل
لا تغدر.
وسألتك: هل
قال هذا القول
أحد قبله؟
فزعمت أن لا.
فقلت: لو قال
هذا القول أحد
قبله، قلت رجل
ائتم بقول قيل
قبله. قال: ثم
قال: بم
يأمركم؟ قلت:
يأمرنا
بالصلاة والزكاة
والصلة
والعفاف. قال:
إن يكن ما
تقول فيه حقا،
فإنه نبي. وقد
كنت أعلم أنه
خارج. ولم أكن
أظنه منكم.
ولو أني أعلم
أني أخلص
إليه، لأحببت
لقاءه. ولو
كنت عنده
لغسلت عن
قدميه. وليبلغن
ملكه ما تحت
قدمي.
قال:
ثم دعا بكتاب
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم فقرأه.
فإذا فيه (بسم
الله الرحمن
الرحيم. من
محمد رسول
الله إلى هرقل
عظيم الروم.
سلام على من
اتبع الهدى.
أما بعد. فإني
أدعوك بدعاية
الإسلام. أسلم
تسلم. وأسلم
يؤتك الله
أجرك مرتين.
وإن توليت فإن
عليك إثم
الأريسيين.
{ويا أهل
الكتاب
تعالوا إلى
كلمة سواء
بيننا وبينكم
أن لا نعبد
إلى الله ولا نشرك به
شيئا ولا يتخذ
بعضنا بعضا
أربابا من دون
الله فإن
تولوا فقولوا
اشهدوا بأنا
مسلمون}. [3 / آل
عمران/ الآية 64]
فلما فرغ من
قراءة الكتاب
ارتفعت
الأصوات عنده
وكثر اللغط.
وأمر
بنا
فأخرجنا. قال:
فقلت لأصحابي
حين خرجنا:
لقد أمر أمر ابن
أبي كبشة. إنه
ليخافه ملك
بني الأصفر.
قال: فما زلت
موقنا بأمر
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
أنه سيظهر،
حتى أدخل الله
على الإسلام.
4583-74/1- Bize İshak b.
İbrahim el-Hanzalı, İbn Ebu Ömer, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd -lafız İbn
Rafi'e ait olmak üzere- tahdis etti. İbn Rafi' ve İbn Ebu Ömer bize Abdurrezzak
tahdis etti derken diğer ikisi haber verdi, dedi. (Abdurrezzak), dedi ki: Bize
Ma'mer Zühri'den haber verdi, o Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, o İbn Abbas
(radıyallahu anh)'dan rivayet ettiğine göre Ebu Süfyan kendisine ağzından
ağzına haber vererek, dedi ki: Benimle Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
arasındaki (antlaşma) müddetinde gittim. Ben Şam topraklarında iken Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den Hirakl'e -yani RumIarın büyüğüne- gönderilen
mektup getirildi. Bu mektubu Dihye el-Kelbi getirmişti. Onu Busra'nın büyüğüne
teslim etti. Busra'nın büyüğü onu Hirakl'e verdi. Bu sefer Hirakl: Burada
kendisinin bir nebi olduğunu iddia eden bu adamın kavminden herhangi bir kimse
var mı, dedi. Huzurundakiler: Evet, dediler.
(Ebu Süfyan devamla),
dedi ki: Kureyşlilerden bir kaç kişi ile birlikte çağırıldım. Hirakl'in
huzuruna girdik. Bizi önünde oturttu ve: Kendisinin bir nebi olduğunu ileri
süren bu adama neseb itibari ile hanginiz daha yakındır, dedi. Ebu Süfyan, dedi
ki: Ben deyince beni önüne oturttular. Arkadaşlarımı da arkama oturttular.
Sonra tercümanını çağırttı ve ona, dedi ki: Onlara şunu söyle: Ben kendisinin
bir nebi olduğunu ileri süren bu adam hakkında soru soracağım. Eğer bu bana
yalan söylerse siz de onu yalanlayınız.
Ebu Süfyan, dedi ki:
Allah'a yemin olsunki, eğer benim yalan söylediğimin nakledileceği korkusu
olmasaydı kesinlikle yalan söyleyecektim.
Sonra tercümanına: Buna
sor. Onun aranızdaki şerefi nasıldır?, dedi.
Ben: O aramızda şerefli
asil birisidir, dedim.
Hirakl: Onun atalarından
kral birisi var mıydı?, dedi. Ben: Hayır, dedim.
Peki bu söylediklerini
söylemeden önce onu yalan söylemekle itham eder miydiniz?, dedi. Ben: Hayır,
dedim.
Peki ona kimler uyuyor,
insanların eşrafı mı yoksa zayıflan mı?, dedi.
Ben: Hayır, zayıfları,
dedim.
Artıyorlar mı yoksa
eksiliyorlar mı?, dedi. Ben: Hayır aksine artıyorlar, dedim.
Onlardan herhangi bir
kimse dinine girdikten sonra onu beğenmediği için dininden dönüyor mu?, dedi.
Ben: Hayır, dedim.
Peki onunla hiç savaştınız
mı?, dedi. Ben: Evet, dedim.
Onunla savaşınız
nasıldı?, dedi. Ben: Savaş bizirrıle onun arasında nöbetleşedir. Bazen O bize
karşı zafer kazanır, bazen biz O'na karşı zafer kazanırız, dedim.
Peki sözünde durmadığı
oluyor mu?, dedi. Ben: Hayır, ama biz bir süreliğine onunla (ateşkes)
antlaşması yapmış bulunuyoruz. Bu süre zarfında ne yapacağını bilemiyoruz,
dedim.
(Ebu Süfyan), dedi ki:
Allah'a yemin olsun ki, bunun dışında araya bir şeyler sokuşturacağım başka bir
kelime bulma imkanım olmadı. O: Peki bu sözü ondan önce kimse söyledi mi?,
dedi. Ben: Hayır, dedim. Bu sefer tercümanına şunları söyledi: Ona de ki: Ben
sana onun şerefi asaleti hakkında sordum, onun aranızda soylu birisi olduğunu
söyledin. İşte rasuller kavimleri arasında böyle soylulardan gönderilir, dedi.
Yine ben sana onun ataları arasında hükümdar kimse var mıydı? diye sordum, sen
hayır, dedin. İşte derim ki: Eğer onun atalan arasında bir hükümdar bulunmuş
olsaydı ben de bu atalarının mülkünü isteyen bir adamdır derdim. Sana ona uyan
insanların zayıfları mı yoksa şereflileri mi olduğunu sordum. Sen hayır
zayıflarıdır, dedin. İşte rasullere uyanlar bunlardır. Sana: Bu söylediklerini
söylemeden önce onu yalancılıkla itham ediyormuydunuz? diye sordum sen hayır,
dedin. Ben biliyorum ki insanlara yalan söylemezken kalkıp da Allah'a yalan
söyleyecek değildir. Sana: Dinine girdikten sonra onun dinini beğenmediği için
aralarından dininden dönen var mı, dedim. Sen hayır, dedin. İşte kalplere girip
onlara genişlik verdiği zaman iman böyledir. Sana artıyorlar mı eksiliyorlar
mı, dedim. Onların arttıklarını söyledin. İşte tamamlanıncaya kadar iman
böyledir. Sana onunla savaştınız mı? diye sordum, sen onunla savaştığınızı ve
savaşın sizinle onun arasında nöbetleşe (zaferin dönüp durduğunu) bazen onun
size karşı zafer kazandığını bazen sizin ona zafer kazandığınızı söyledin. İşte
rasuller böyledir. Sınanırlar, sonra da güzel akibet onların olur. Sana sözünde
durmamazlık ediyor mu, dedim. Sözünü bozmadığını söyledin. İşte rasuller
böyledir. Sözlerini bozmazlar. Sana bu sözü ondan önce kimse söyledi mi? diye
sordum. Sen hayır, dedLn. Derim ki: Eğer bu sözü ondan başka birisi söylemiş
olsaydı işte bu adam da o kendisinden önce söylenen söze uyuyor derdim.
(Ebu Süfyan), dedi ki:
Sonra: Size neyi emrediyor?, dedi. Ben: Bize namazı, zekatı, akrabalık bağını
gözetıneyi, iffetli olmayı emrediyor, dedim.
O: Eğer onunla ilgili
söylediklerin gerçek ise şüphesiz ki o bir nebidir.
Ben onun çıkacağını
biliyordum. Ama sizden çıkacağını da sanmıyordum. Eğer onun yanına
ulaşabileceğimi bilseydim gerçekten onunla kavuşmak isterdim. Şayet onun
yanında olsaydım kesinlikle ayaklarını yıkardım. Yemin ederim ki, onun mülkü şu
ayaklarımın bastığı yere kadar ulaşacaktır, dedi.
(Ebu Süfyan) devamla,
dedi ki: Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mektubunun
getirilmesini istedi ve onu okudu. Mektupta şunlar yazıyordu: "Rahman
Rahim Allah'ın adı ile. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muhammed'den
Rumiarın büyüğü Hirakl'e. Selam hidayete tabi olanlara. İmdi ben seni İslam
daveti ile çağırıyorum. Müslüman ol kurtulursun. Müslüman ol Allah sana ecrini
iki defa versin. Şayet yüz çevirecek olursan çiftçilerin, ırgatların ve baliğ
senin üzerine olacaktır. Ve "ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda dosdoğru
adaletli bir söze gelin. Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim Ona hiçbir şeyi
ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp kimimiz kimimizi rabler edinmesin. Eğer yüz
çevirecek olurlarsa şahit olun ki biz muhakkak müslümanlarız deyin. " (Ali
İmran, 64)
Mektubun okunması bitince
onun yanında sesler yükseldi ve gürültü çoğaldı. Verdiği emir ile dışarı
çıkarıldık.
Ebu Süfyan, dedi ki: Ben
dışarı çıktığımız zaman arkadaşlarıma: Ebu Kebşe'nin oğlunun işi gerçekten
büyük bir hal almış bulunuyor. Baksanıza Asfar oğullarının kralı dahi ondan
korkuyor, dedim.
(Ebu Süfyan), dedi ki: O
andan itibaren ben, Allah İslam'ı içime yerleştirinceye kadar Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in işinin kesinlikle zafer kazanacağına inandım.
Diğer tahric: Buhari,
7, 51-muhtasar-, 2681 -muhtasar-, 2804 -muhtasar-, 2941, 2978 -muhtasar-, 3174,
4553, 5980 -muhtasar-, 6260 -muhtasar-; Ebu Davud, 5136 -muhtasar-; Tirmizi,
2718 -muhtasar-
(1773) - وحدثناه
حسن الحلواني
وعبد بن حميد.
قالا: حدثنا
يعقوب (وهو
ابن إبراهيم بن
سعد). حدثنا
أبي عن صالح،
عن ابن شهاب،
بهذا الإسناد.
وزاد في
الحديث: وكان
قيصر لما كشف
الله عنه جنود
فارس مشى من
حمص إلى
إيلياء. شكرا
لما أبلاه
الله. وقال في
الحديث: (من
محمد عبد الله
ورسوله). وقال
(إثم اليريسيين).
وقال (بداعية
الإسلام(.
4584- .. ./2- Bunu bize
Hasan el-Hulvanı ve Abd b. Humeyd de tahdis edip, dedi ki: Bize Yakub -ki o b. İbrahim
b. Sa'd'dır- tahdis etti, bize babam Salih'den tahdis etti, o İbn Şihab'dan bu
isnad ile rivayet etti ve hadiste şunları ekledi: Allah Fars ordularını
Kayser'in üzerinden püskürtünce (Kayser onları yenilgiye uğratınca) Hams'dan
İlya'ya yüce Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu bu nimete şükür olmak üzere
yürüdü. Hadiste ayrıca: "Allah'ın kulu ve Muhammed'den" ve: "
(çiftçiler ve ırgatlar anlamındaki el-erisıyin lafzı yerine)
"yerisıyin" ve: (İslam daveti ile anlamındaki bidiayetil İslam
yerine) bideayetil İslam" dedi.
AÇIKLAMA: "Hirakl"
he harfi kesreli re harfi fethalı kaf sakindir. Meşhur olan bu söyleyiştir.
Hirkıl da söylenir. Bunu Cevheri Sihahı'nda nakletmiştir. Bu onun özel ismi
olup lakabı Kayser'dir.
"Ebu Süfyan:
Benimle Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arasındaki (Hudeybiye
antlaşması) süresi içerisinde gittim." Sözleri ile kastettiği Hudeybiye
günü yapılan barış antlaşmasıdır. Hudeybiye barışı hicretin 6. yılının
sonlarında olmuştu.
"Dihye
el-Kelbi" dal harfi kesreli ve fethalı (dahye) de okunur. İki meşhur
söyleyiştir. Hangisinin daha tercihe değer olduğu hususunda ihtilaf vardır.
İbnu's-Sikkit ise sadece kesreli (dihye) söyleneceğini başka türlü söyleyişin
olmadığını iddia etmiştir. Ebu Hatim es-Sicistani ise yalnızca fethalı (dahye)
denileceğini başka türlü söylenemeyeceğini ileri sürmüştür.
"Busra'nın
büyüğü" Busra be harfi ötreli olarak söylenir, Havran şehri odur. Kalesi
bulunan ve Şam ile Hicaz arasında verimli yerleri bulunan bir yerdir.
"Busra'nın büyüğü"den kasıt Busra emiri idi. Hirakl hakkında: Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında soru sormak üzere neseben ona
hangilerinin daha yakın olduğunu sordu." İlim adamları der ki: Neseben ona
yakın olanı sormasının sebebi böyle birisinin onun durumunu daha iyi bilmesi ve
nesebi hakkında ve başka hususlarda yalan söyleme ihtimalinin daha uzak
olmasıdır. Sonra bunu da pekiştirerek Ebu Süfyan'ın arkadaşlarına: "Eğer
bana yalan söylerse siz de onu yalanlayın" dedi. Yani ondan utanarak yalan
söylerse onu yalanlamayıp susmayın.
"Arkadaşlanmı da
arkama oturttular." Kimi ilim adamı, dedi ki: Böyle yapması yalan
söyleyecek olursa onu yalanlamalarının kendilerine daha kolay gelmesi içindi.
Çünkü yüzüne yalancı olduğunu söylemek onun karşısında durma haline göre daha
kolaydır. Tercümanını çağırdı" tercüman kelimesinde te harfi ötreli ve
fethalı olarak da söylenir. Fethalı söyleniş daha fasihtir. Tercüman ise bir
dilden bir başka dile ibareyi çeviren kişidir. Bu kelimede "te" harfi
kelimenin asli harflerindendir. Dil bilginleri Cevheri'nin bunu zahid bir harf
kabul etmesini reddetmişlerdir.
"Benim yalan
söylediğimin nakledilmesinden korkmasaydım yalan söyleyecektim." Yani eğer
benim arkadaşlanmın kavmime yalan söylediğimi aktaracaklarından ve ülkemde
kavmimin bunu dillerine dolayacaklarından korkmasaydım ona olan nefretimden ve
onun küçük düşürülmesini çok sevdiğimden ötürü aleyhine yalan söyleyecektim.
İşte bu ifadeler yalan
söylemenin İslam'da çirkin olduğu gibi cahiliye döneminde de çirkin olduğunu
açıklamaktadır. Buhari'nin rivayetinde ise: "Eğer aleyhimde yalan
söylediğimi nakledeceklerinden utanmasaydım, şüphesiz onun hakkında yalan
söyleyecektim" denilmektedir.
"Aranızda onun
hasebi (şanı şerefi) nasıldır." Yani onun soyu nasıldır demektir.
"Atalarından
hükümdar kimse var mıydı?" Bu Sahih-i Müslim'in bütün nüshalarında bu
şekildedir. Buhari Sahihi'nde ise: "Ataları arasında (hükümdar anlamındaki
melik yerine) malik bir kimse var mıydı" şeklindedir. Burada lafız iki
şekilde rivayet edilmiştir. Birincisi "min" lafzının mim harfi
kesreli olarak ve "melik" lafzının da mim harfi fethalı lam harfi
kesreli olarak rivayet edilmiştir. İkincisi ise "men: kimse" mim
harfi fethalı olarak (melik lafzı da) mazi bir fiil olarak "meleke"
diye rivayet edilmiştir. Her ikisi de doğrudur ama birinci şekil daha meşhur ve
daha doğrudur. Ayrıca bunu Müslim'in "min" lafzı olmadan zikrettiği
rivayet de bunu desteklemektedir.
"Ona insanların
şereflileri mi uyuyor yoksa zayıfları mı?" Burada şereflilerinden kasıt
büyükleri ve aralarında şan ve şeref sahibi kimselerdir.
"Ondan (dininden)
tiksinerek" burada sehat: bir şeyden tiksinmek ve onu beğenmemek
anlamındadır.
"Savaş bizimle onun
arasında nöbetleşedir." Buradaki "sical" kelimesi bir defasında
biz bir defasında o (galip geliyoruz) demektir., dediklerine göre bunun aslı su
dolu kova anlamındaki "siccil" den gelmiştir. Su çeken iki kişinin
her biri bir sicil (kova) ile su çeker.
"Sözünde durmadığı
oluyor mu?" Gadretmek verilen söze bağlı kalmamak demektir.
"Biz onunla bir (ateşkes)
süresindeyiz. Bu süre içinde ne yapacağını bilemiyoruz." Burada kastettiği
Hudeybiye günü yapılan ateşkes ve barış antlaşması süresidir.
"İşte Rasuller bu
şekilde kavimlerinin asilleri arasında gönderilir." Yani kavimlerinin en
şerefli ve soyları en asil kimseler arasında gönderilir. Denildiğine göre
bundaki hikmet ise onun batıl şeyleri almasından daha uzak ve insanların ona
boyun eğmeleri ihtimalini daha yükselten bir hal olmasıdır.
"Güçsüzler
Rasullere tabi olanlardır." Çünkü şerefli kimseler kendileri gibi bir
kimsenin önlerine geçmesini kendilerine yedirmezler. Zayıflar ise bundan
rahatsız olmadıklarından çabucak itaate girer ve hakka uyarlar. Herakliyus'ün
irtidat hakkında soru sormasının sebebi ise kesin olan bir işi basiret ile
kabul eden bir kimsenin ondan dönmesinin sözkonusu olmamasından dolayıdır.
Batıllara giren kimselerin durumu ise böyle değildir. Sözünde durmaması ile
ilgili soru sorması ise dünyalık isteyen bir kimse sözünde durmamaya ve buna
benzer dünyalığı elde etmeye kendisini ulaştıracak başka hususları işlemeye
aldırmaz. Ahireti isteyen bir kimse ise sözünde durmamak ve buna benzer çirkin
işleri yapmaz.
"İşte iman kalplere
genişlik verirse ... "den kasıt, kalplere verdiği genişliktir. (Genişlik
anlamındaki) beşaşet asıl itibari ile uzaktan gelen bir kimseye karşı
gösterilen iyi muamele ve onu görmekten ötürü sevinci açığa vurmaktır. Bunun
için "beşşebihi ve tebeşbeşe" denilir.
"İşte rasuller bu
şekilde sınanır sonra güzel akibet onların olur." Yani yüce Allah çokça
sabretmeleri, yüce Allah'a itaat yolunda bütün takatlerini ortaya koymaları
sureti ile ecirlerini büyültmek için böylelikle onları sınar.
"Bize namazı,
zekatı, akrabalık bağını gözetmeyi ve iffeti emrediyor, dedim." Sıla, akrabalık
bağını ve yüce Allah'ın bitiştirilmesini emrettiği bütün hususları gözetmektir.
Bu da iyilik yapmak, ikramda bulunmak ve güzel bir şekilde onları koruyup
kollamakla olur. Afaf (iffetlilik) haramlardan ve mertlikle bağdaşmayan
hususlardan uzak durmak demektir. El-Muhkem adlı eserin sahibi (İbn Side), dedi
ki: İffet helal olmayan ve övülmeye n işlerden uzak durmak demektir. İffetli
erkeğe affun ve afifun denilir, kadına afife denilir. Afifin çoğulu aife ve
a'fa diye gelir.
"Eğer söyledikleri
doğru ise şüphesiz ki o bir nebidir." İlim adamları der ki: Hirakl
söylediği bu sözleri eski kitaplardan öğrenmiştir. Çünkü Tevrat'da bu ve buna
yakın Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çeşitli alametleri yer
almıştır. Onu alametlerinden tanıdı. Nübüvvete dair kesin delil ise olağanüstü
apaçık mucizedir. el-M azeri böyle demiştir. Allah en iyi bilendir.
"Onun yanına
varabileceğimi bilsem onunla görüşmeyi isterdim."
Müslim'in Sahihi'nde bu
şekildedir. Buharide de: "Onunla karşılaşmak için her türlü zorluğa
katlanırdım" şeklindedir. Anlam itibari ile o daha sahihtir. Yani onun
yanına ulaşabilmek için zorluklara katlanır ve bu yolda sıkıntılardan
yılmazdım. Ama ona ulaşamamaktan korkarım.
Bu söyledikleri ise onun
için mazeret teşkil etmez. Çünkü o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in doğru
söylediğini bilmişti. Ama krallıktan vazgeçmek istemedi. Başkanlığı isteyip onu
İslam'a tercih etti. Bu husus Buhari'nin Sahihi'nde açıkça ifade edilmiştir.
Şayet Allah ona hidayet vermeyi murad etseydi Necaşi'ye bu hususta başarı ihsan
ettiği gibi ona da -başkanlık elinden gitmeden- başarı ihsan ederdi. Allah'tan
muvaffakiyetini dileriz.
"Sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mektubunun getirilmesini istedi ve onu okudu
... Sizinle bizim aramızda eşit (dosdoğru, adaletli) bir kelimeye gelin ...
"
Bu mektupta çeşitli
temel kaideler ve türlü faydalı hükümler vardır:
1. Kafirlerle savaşmadan
önce İslam'a davet edilirler. Böyle bir davette bulunmak vaciptir. Eğer İslam
daveti onlara ulaşmış ise böyle bir davetten önce savaşmak haramdır. Eğer davet
onlara ulaşmışsa böyle bir davet de müstehaptır. Bizim mezhebimiz budur.
2. Cihad Kitabı'nın baş
taraflarında açıklaması geçmiş bulunan selefin kanaatine muhalif bir
mahiyettedir.
3. Vahid haber ile amel
etmek icap eder. Aksi taktirde mektubun Dihye ile birlikte gönderilmesinde bir
fayda olmazdı. Bu, içtihadı muteber olan kimselerin üzerinde icma ettikleri bir
husustur.
4. Mektubun başına
bismillahirrahmanirrahim (Rahman Rahim Allah'ın adı ile) yazmak kendisine
mektup gönderilen kişi kafir dahi olsa müstehaptır.
5. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hadis-i şerifteki: "Kendisine
elhamdulillah diye başlanılmayan önemli her bir husus kesiktir" hadisinde
geçen Allah'a hamd etmekten kasıt yüce Allah'ın anılmasıdır. Nitekim bir
rivayette "yüce Allah'ın zikri ile" denilmektedir. Bu mektup ise
önemli bir işti. Hatta pek büyük önemli işlerden birisi idi. Bu mektuba hamd
ile değil de besmele ile başlamış bulunmaktadır.
6. Düşman topraklarına
bir iki ayet ve bunun gibi bir bölüm ile yolculuk yapmak ve bunu kafirlere
göndermek caizdir. Düşman topraklarına ise ancak Kur'an-ı Kerim ile gidilmesi
yasaklanmıştır. Bundan maksat ise Kur'an'ın tamamı ile yahut onun önemli bir
bölümü ile gitmektir. Bu da ayrıca kafirlerin eline düşmeSinden korkulması
şartına bağlı olarak yorumlanır.
7. Hadesli (abdestsiz)
olanın ve kafir bir kimsenin Kur'an'dan başka lafızlarla birlikte yazılmış bir
yahut birkaç ayete dokunması caizdir.
8. İnsanlar arası
yazışma ve mektuplaşmalarda sünnet, mektubu yazan kimsenin önce kendisinden
başlayarak (mesela) Zeyd'den Amr'a diye yazmasıdır. Bununla birlikte bu,
hakkında ihtilaf edilmiş bir meseledir.
İmam Ebu Cafer
"Sınaatül Kitabe" adlı eserinde, dedi ki: İlim adamlarının çoğunluğu
-zikrettiğimiz gibi- kendisinin adını yazarak başlaması müstehaptır
demişlerdir. Sonra bu hususta çok sayıda hadisler ve eserler (ashabdan gelen
rivayetler) zikretmekte ve şunları söylemektedir: İşte bu ilim adamlarının çoğunluğunca
sahih kabul edilendir. Çünkü ashabın üzerinde icma ettikleri husus budur.
(Devamla), dedi ki: Mektubun baş tarafında ve ünvan kısmında bu hususta bir
fark yoktur. Bununla birlikte bir topluluk kendisine mektup yazdığı kimseden
başlayarak başında ve ünvan kısmında filan kimseye filandan demesine ruhsat
vermişlerdir. Bundan sonra kendi isnadı ile Zeyd b. Sabit'in Muaviye'ye mektup
yazarak Muaviye'nin adı ile başladığını ve Muhammed b. el-Hanefi'ye, Bekir b.
Abdullah ve Eyyub es-Sahtiyani'nin de bu hususta sakınca olmadığını
söylediklerini rivayet etmektedir. Ünvana gelince doğrusu onun üzerine filan
kimseye diye yazması filan için yazmamasıdır. Çünkü mektup ona gönderilir. Onun
için değiL. Ancak mecazi anlamda yazılabilir. İşte ashab ve tabiinden ilim adamlarının
çoğunluğunun kabul ettikleri doğru budur.
9. Vazışmada takvalı
davranmak ve vera' yolunu tutup ifrad ve tefritten kaçınmak gerekir. Bundan
dolayı Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "RumIarın büyüğü Hirakl'e"
buyurmuş. "Rumiarın kralı (meliki)" dememiştir. Çünkü İslam dininin
hükmü gereğince onun da başkasının da melikliği (mülkiyeti ve sahipliği,
egemenliği) yoktur. RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in velayet .
yetkisi verip tayin ettiği ya da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
belli bir şart ile kendisine izin verdiği kimsenin velayet verip tayin ettiği
kimseler dışındakilerin bir sultanı (otoritesi) yoktur. Kafirlerin
tasarruflarından ise ancak zaruret gereği olanlar geçerlilik kazanır.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mektubunda sadece "Hirakl'e"
demeyerek ona bir çeşit kibar davranarak "RumIarın büyüğü" demiştir.
Yani onların tazim edip öne geçirdikleri kişi demektir. Şanı yüce Allah ise
İslam'a çağırılan kimseye yumuşak söz söylemeyi emir buyurarak: "Rabbinin
yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır" (Nahl,25) ve: "İkiniz de ona
yumuşak söz söyleyin" (Taha,44) diye ve buna benzer başka buyruklarda bunu
dile getirmiştir.
10. yazışmada belağat,
özlü yazmak, anlamlı ve akıcı lafızları seçmek müstehaptır. Çünkü Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Müslüman ol kurtulursun" buyruğu
son derece özlü ve son derece veciz ve belağatlı bir sözdür. İfadedeki cinasın
son derece güzel olması ile birlikte pek çok anlamı bir arada ifade etmiştir.
Diğer taraftan savaş, esir edilmek ve öldürülmek sureti ile ülkelerinin ve
mallarının alınması ile dünya hayatının rüsvaylığından ve ahiret azabından
kurtulmayı da kapsayan bir sözdür.
11. Kitap ehlinden olup
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yetişip, ona iman eden kimseye burada
açıkça ifade ettiği gibi iki ecir vardır. Sahih başka bir hadiste de: "Üç
kişiye ecirleri iki defa verilir" buyurmuş ve aralarında kitap ehlinden
olup ... " ı saymıştır.
12. Bir dalalete sebep
olan yahut da bir hidayetin engellenmesine sebep olan bir kimse günahkar olur.
Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer yüz çevirecek
olursan çiftçilerin ve ırgatların günahı senin üzerine olacaktır" buyruğu
bunu gerektirmektedir. Yüce Allah'ın: ''Andolsun onlar hem kendi yüklerini hem
de kendi yükleri ile birlikte başka bir takım yükleri de taşıyacaklardır."
(Ankebut, 13) buyruğu da bu anlamı dile getirmektedir.
13. Hutbelerde ve
yazışmalarda "em ma ba'd: imdi" demek müstehaptır. Buhari Cumua
Kitabı'nda bunun için bir bab dahi açmış ve o babta çok sayıda hadis
zikretmiştir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Eğer yüz çevirirsen hiç şüphesiz çiftçilerin ve
ırgatların günahı senin üzerinedir" buyruğu bu şekilde Müslim'in bu ilk
rivayetinde "el-erisiyin" diye kaydedilmiştir. Hadisin çeşitli rivayetlerinde
de dil bilginlerinin kitaplarında da daha meşhur olan budur. Buna göre bu
kelimenin zaptı hususunda çeşitli ihtilaflar vardır. Birincisine göre sin’den
sonra iki ye iledir. İkincisine göre sin’DEN sonra tek ye iledir. Bu iki şekle
göre de hemze fethalı, re harfi şeddesiz ve kesrelidir. Üçüncüsü ise hemze
kesreli, re şeddeli ve sin’DEN sonra tek bir ye ile "el-irrısin"
şeklidir. Müslim'deki ikinci rivayette ve Buhari'nin Sahihi'nin ilk rivayetinde
"ismu'l-yerısiyyin" diye başında fethalı bir ya, sin’DEN sonra da iki
ye ile kaydedilmiştir.
Bu lafızia kimlerin
kastedildiği hususunda da ilim adamlarının çeşitli görüşleri vardır.
Bu görüşlerin en sahih
ve meşhur olanı, bunların tarlalarda çalışanlar (ırgatlar) ve ziraatçiler
(çiftçiler) olduklarıdır. Yani o takdirde sana uyan ve senin emrine bağlı kalan
senin yönettiklerinin günahı senin üzerine olur. Bunları sözkonusu ederek
yönetiminin altındakilerin hepsine dikkat çekmiş olmaktadır. Çünkü çoğunluğu
onlar teşkil ediyordu. Ayrıca onların itaate girmeleri daha çabuktur. Kendisi
müslüman olacak olursa onlar da müslüman olurlar. Olmayacak olursa olmazlardı.
İşte bu görüş sahih olan görüşdür. Nitekim bizim Beyhakı'nin Delailul Nübüvve
adlı kitabında rivayet ettiğimiz bir rivayette ve başkalarında açıkça:
"Şüphesiz çiftçilerin günahı senin üzerine olur" denilmektedir. Ebu
Ubeyd'in el-Enval kitabında zikrettiği bir rivayette de: "Eğer müslüman
olmazsan çiftçiler ile İslam arasında engel olma {onların İslam'a girmelerini
engelleme}" İbn Vehb'in rivayetinde de: "Ve onların günahları senin
üzerinedir" denilmektedir. Ebu Ubeyd, dedi ki: Burada fellahlardan
(çiftçilerden) kasıt yalnız ziraatle uğraşanlar değildir. Aksine onlardan
maksat bütün ülkesinin halkı, ahalisidir.
İkinci görüşe göre
bunlardan kasıt yahudiler ve hristiyanlardır. Bunlar ise hristiyanlardan
arusiye denilen Abdullah b. İris'e uyan kimselerdir. Bunların makalat (denilen
çeşitli itikadi kanaatlerin serdedildiği kitap)larda bir takım görüşleri vardır
ve bunlara aruisiyun {aryusçüler} denilir.
Üçüncü görüşe göre
bunlar, bozuk mezheblere insanları önderlik ederek götüren ve onlara bunları
emreden hükümdarlardır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Seni İslam'ın daveti ile davet ediyorum"
ifadesindeki "diaye" del harfi kesrelidir, onun daveti ile seni
çağırıyorum. Bu da tevhid kelimesidir. Müslim'in bundan sonra zikrettiği diğer
rivayette ise: "Seni İslam'ın diayeti ile çağınyorum" denilmektedir
ki, bu da birincisi ile aynı anlamdadır. Yani İslam'a davet eden söz ile çağırıyorum
demektir. Kadı Iyaz, dedi ki: Buradaki "daiye" kelimesinin davet
anlamında olması da mümkündür. Nitekim yüce Allah: "Onun Allah'tan başka
bir açıcısı yoktur" (Necm, 58) yani açacak yoktur demektir.
RasuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'in: "Selam hidayete uyanlara" buyruğu kafire ilk
olarak selam verilmez diyen kimselerin görüşüne bir delildir. Bu mesele ile
ilgili görüş ayrılığı vardır. Şafii'nin ve onun mezhebine mensup ilim
adamlarının çoğunluğunun ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşüne göre müslüman
bir kimsenin kafire ilk olarak selam vermesi caiz değildir. Selefden pek çok
kimse ise bunu caiz görmüşlerdir. Ama bu görüş bu husustaki yasaklayıcı sahih
hadisler ile reddolunur. Bu hadisler yüce Allah'ın izni ile ilgili yerinde
gelecektir. Başkaları ise onların kalplerini ısındırmak yahut bir ihtiyaç ve
benzeri bir sebep ile bunu caiz kabul etmişlerdir.
"Gürültü
çoğaldı." Lağat ve lağt: birbirine karışan sözler ve sesler demektir.
"Ebu Kebşe'nin oğlunun işi gerçekten büyüdü." Emira: Büyüdü an
lamındadır. İbn Ebu Kebşe'ye gelince, denildiği ne göre bu kişi Huzaalılardan
Şi'ra (Sirius) yıldızına ibadet eden bir adamdı. Ona ibadet etmek hususunda
Araplardan kimse ona uymamıştı. Bu söz ile Ebu Kebşe'nin vakti ile kendilerine
muhalefet ettiği gibi dinlerinde kendilerine muhalefet ettiği için Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem}'i ona benzetmişlerdi.
Biz ez-Zubeyr b.
Bekkar'dan, Kitabu'l-Ensab'da şöyle dediğini rivayet ettik: Bundan kasıtları
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'i ayıplamak değildi. Onlar bu sözleri ile
sadece bir benzetme yapmak istemişlerdi. Denildiğine göre Ebu Kebşe annesi
tarafından Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in dedesidir. İbn Kuteybe ve pek
çok kişi de şöyle demektedir: Denildiğine göre bu onun süt babasıdır. Adı da
el-Haris b. Abdul Uzza es-Sa'di'dir. Bunu İbn Battan ve başkaları nakletmiştir.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Büyük neseb alimi Ebu'l-Hasan el-Cürcani, dedi ki: Onların Ebu Kebşe'nin oğlu
demeleri Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e düşmanlık içindi. Bu
sözleri ile onu meşhur olan nesebinden başka bir neseb ile andılar. Çünkü onun
bilinen meşhur nesebine dil uzatmalarına imkan yoktu. Nitekim annesi Amine'nin
babası dedesi Vehb b. Abdimenaf b. Zühre'nin künyesi Ebu Kebşe idi. Aynı
şekilde Abdulmuttalib'in annesi olan Selma'nın babası Neccar oğuIlarından Amr
b. Zeyd b. Esed el-Ensari'de Ebu Kebşe diye çağırılırdı. Yine onun anne
tarafından dedeleri arasında Ebu Kebşe adında bir kişi vardı ki, o Nebi
{Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in annesi Amine'nin babası olan Um Vehb b. Abdimenaf'ın
kabilesinin atası idi ve Huzaalı idi. İşte Şi'ra yıldızına ibadet eden de o
idi. Yine süt babası da Ebu Kebşe diye anılırdı. Onun asıl adı ise Haris b.
Abdul Uzza es-Sa'didir.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Bütün bunların aynısını Muhammed b. Habib elBağdadi de söylemiştir. Ayrıca İbn
Makula fazladan şunları da söylemektedir:
Ebu Kebşe'nin Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in süt annesi Halime'nin babasının amcası olduğu
da söylenmiştir.
"Sarıoğullarının
hükümdarı ondan korkuyor" Sarıoğullarından kasıt RumIardır. İbnu'l Enbari,
dedi ki: Onlara bu ismin veriliş sebebi şudur: Habeşlilerden bir ordu bir
zamanlar onların topraklarına galip gelmiş ve kadınları ile evlenmişlerdi.
Bunlar da Habeşlilerin siyahlığı rumIarın beyazlığı neticesinde sarı tenli
çocuklar doğurmuştu. Ebu İshak b. İbrahim el-Harbi, dedi ki: Onlar el-Asfar b.
Rum b. İsu b. İshak b. İbrahim'e nisbet edilmişlerdir. Kadı lyaz, dedi ki: Bu
İbnu'l-Enbari'nin açıklamasından daha uygundur.
(4584) "Yüce
Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimete şükür olmak üzere Hams’DAN İ!ya'ya
yürümüştü." Hams gayrı munsarıf bir kelimedir. Çünkü arapça olmayan
(acemi) özel ve müennes bir isimdir. İlya ise Beytül Makdis'dir. Bunun da üç
söyleyişi vardır. En meşhurları hemze ve lam kesreli aralarındaki ye harfi
sakin (med harfi) ve sonunda da mer olmak üzere "ilya" dır. İkincisi
de aynı şekilde ama sonu medli değil kasr iledir. Üçüncüsü ise birinci ye harfi
hazfedilip lam sakin ve medli söylenişi "ilya"dır. Bu söyleyişleri
el-Metali sahibi ve başkaları nakletmiştir.
Ebu Ya'la el-Mensuri'nin
rivayetinde İbn Abbas'ın senedinde elif lamlı olarak "el ilya"
şeklindedir. el-Metali sahibi, dedi ki: Denildiğine göre bu Beytullah (Allah'ın
evi) anlamındadır. Allah en iyi bilendir.
"Allah'ın kendisine
verdiği nimete şükür olmak üzere." İfadesi yüce Allah'ın kendisine ihsan
ettiği nimet ve onu nail kıldığı zafere şükür olmak üzere demektir. Çünkü
"ibla (bela kökünden)" hayır ve şer hakkında kullanılır. Nitekim yüce
Allah: "Biz sizleri bir sınama olmak üzere hayır ve şer ile belaya
uğratırız (deneriz)" (Enbiya, 35l buyurmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: