SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
16/18- NEBİ (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "BİZE MİRASÇI OLUNMAZ. BİZ NE BIRAKIRSAK O BİR
SADAKADIR" BUYRUĞU BABI
4554-51/1- Bize Yahya b.
Yahya tahdis edip, dedi ki: Malik'e İbn Şihab’DAN rivayetini okudum. O Urve'den,
o Aişe’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) vefat ettiği zaman Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevceleri
ondan miraslarını istemek üzere Osman b. Avfanı Ebu Bekir'e göndermek
istediler. Aişe onlara: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bize
mirasçı olunmaz. Biz ne bırakırsak o bir sadakadır" buyurmamış mıdır,
dedi.
Diğer tahric: Buhari,
6730; Ebu Davud, 2977
4555-52/2- Bana Muhammed
b. Rafi' tahdis etti, bize Huceyn haber verdi, bize Leys, Ukayl’DEN tahdis
etti, o İbn Şihab'dan, o Urve b. ez-Zubeyr'den, o Aişe’DEN kendisine şunu haber
verdiğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kızı Fatıma
Allah'ın Rasulü'ne, Medine ve Fedek'den kendisine fey' olarak verdiği ve
Hayber'in beşte birinden geriye kalanından oluşan Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'den kendisine kalan mirası Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh)’DAN
istemek üzere ona birisini gönderdi. Ebu Bekr, dedi ki: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bize mirasçı olunmaz. Biz ne bırakırsak o bir
sadakadır. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in aile halkı ise ancak bu
maldan yer" buyurmuştur. Bana gelince Allah'a yemin ederim ki Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sadaka olarak bıraktığını Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) dönemindeki bulunduğu halden hiçbir şekilde
değiştirmeyeceğim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona nasıl bir
uygulama yapıyor idiyse ben de ona aynı şekilde uygulama yapacağım. Böylelikle
Ebu Bekir, Fatıma'ya herhangi bir şey vermeyi kabul etmedi. Bundan dolayı
Fatıma Ebu Bekir'e karşı içten içe kızdı. (Ravi), dedi ki: Ona darıldı ve vefat
edinceye kadar onunla konuşmadı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
sonra da altı ay yaşadı. Vefat ettiğinde kocası Ali b. Ebu Talib (radıyallahu
anh) onu geceleyin defnetti ve onun vefatını Ebu Bekir'e haber vermedi. Cenaze
namazını da Ali kıldırdı. Fatıma (radıyallahu anha) hayatta olduğu sürece Ali
(radıyallahu anh) insanlar tarafından itibar görüyordu. Fatıma (radıyallahu
anha) vefat ettikten sonra Ali insanlardan o eski itibarını görmemeye başladı.
Bunun üzerine Ebu Bekir ile barışıp ona bey'at etme yolunu tercih etti. O
aylarda henüz ona bey'at etmemişti. Ebu Bekir'e haber göndererek: Bize gel ve
seninle birlikte kimse bize gelmesin, dedi. Çünkü Ömer b. el-Hattab'ın da hazır
bulunmasından hoşlanmıyordu. Ömer Ebu Bekir'e Allah'a yemin ederim ki yalnız
başına onların yanına girmemelisin, dedi. Ebu Bekir: Bana ne yapacaklar ki? Ben
Allah'a yemin ederim ki onlara gideceğim, dedi. Ebu Bekir onların yanına girdi.
Sonra Ali b. Ebu Talib şehadet kelimesi getirdikten sonra şunları söyledi: Ey
Ebu Bekir! Şüphesiz biz senin faziletini, Allah'ın sana neler verdiğini çok iyi
biliyoruz. Bizler Allah'ın sana sevk ettiği bir hayu: dolayısı ile seni
çekememiş değiliz. Ama sen bu işi (hilafeti) yalnız kendi tekeline aldın. Biz
ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e akrabalığımız dolayısı ile bir
hak sahibi olduğumuz kanaatinde idik. Bu şekilde Ebu Bekir ile konuşup durdu.
Hatta Ebu Bekir'in gözlerinden yaş taştı. Ebu Bekir de konuşup şunları söyledi.
Nefsim elinde olana yemin ederim ki Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
akrabalarını kollayıp gözetmeyi kendi akrabamdan daha çok severim. Bu mallar
sebebi ile benimle aranızda ortaya çıkan tartışmaya gelince, ben onlar ile
ilgili haktan asla geri durmadım. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
de onlar hakkında yaptığını gördüğüm her bir şeyi yapmadan durmayacağım, dedi.
Bu sefer Ali Ebu Bekir'e: Yarın öğleden sonra sana bey'at etmek üzere söz
veriyorum, dedi. Ebu Bekir (radıyallahu anh) öğle namazını kıldırdıktan sonra
minbere çıktı, kelime-i şehadet getirdi, Ali'nin durumunu ve onun bey'atten
geri kalışını kendisine karşı gösterdiği mazeretini sözkonusu ettikten sonra Allah'tan
mağfiret diledi. Sonra Ali b. Ebu Talib de kelime-i şehadet getirdi, Ebu
Bekir'in hakkının büyüklüğünü dile getirdi. Yaptığını yapmaya kendisini itenin
Ebu Bekir (r.a.)'i çekememezlik olmadığını Allah'ın kendisine verip ondan
dolayı üstün kıldığı faziletlerini inkar etmek olmadığını söyledi. Ama bizler
bu işte bir payımızın olduğu görüşünde idik. Bu hususta biz dışarıda tutulduk.
Bundan dolayı da biraz kızdık.
Müslümanlar buna
sevindiler ve: İsabet ettin, dediler. Ali (radıyallahu anh) maruf (güzel) bir
şekilde yaptığından geri dönünce artık Ali'ye yakın oldular.
Diğer tahric: Buhari,
3711, 3712, 4035, 4036, 4240, 4241, 6725, 6726; Ebu David, 2968, 2969, 2970;
Nesai, 4152
AÇIKLAMA: (4555)
"Ona darıldı. Vefat edinceye kadar onunla konuşmadı. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)’DEN sonra da altı ay yaşadı." Fatıma
(radıyallahu anha)'nın dargınlığı ile ilgili açıklama daha önce geçti.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra altı ay yaşadığı ise sahih
ve meşhur olan kanaattir. Sekiz ay olduğu söylendiği gibi üç ay olduğu, iki ay
olduğu da söylenmiş, yetmiş gün olduğu da söylenmiştir. Sahih olana göre ilim
adamları şunu söylemişlerdir: Fatıma (radıyallahu anha) onbirinci yılın Ramazan
ayının üçüncü gününde vefat etmiştir.
"Ali (radıyallahu
anh) Fatıma (radıyallahu anha)'yı geceleyin defnetti." Buradan geceleyin
defnetmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu da icma ile kabul olunmuş bir
husustur. Ama eğer bir mazeret bulunmuyorsa gündüzün defnetmek daha
faziletlidir.
"Fatıma
(radıyallahu anhil) hayatta olduğu sürece Ali (radıyallahu anh) insanlardan
itibar görürdü ... O aylarda bey'at etmemişti." Ali (radıyallahu anh)'ın
bey'at etmekte gecikmesinin sebebini bu hadis-i şerifte zikretmiş
bulunmaktadır. Ebu Bekir (radıyallahu anh) da onun mazeretini kabul etmişti.
Bununla birlikte onun bey'at etmekte gecikmesi ne bey'ati olumsuz olarak
etkiler ne kendisi hakkında menfi bir durumdur. Bey'ati etkilemeyişinin sebebi
ilim adamlarının ittifak ettiklerine göre bey'atin sahih olması için insanların
tamamının bey'at etmesi şart olmadığı gibi hal ve akd ehlinin de hepsinin de
bey'at etmesi şart değildir. Şart olan ise ilim adamlarından başkanlardan ve
insanların ileri gelenlerinden toplanmaları mümkün olan kimselerin bey'at
etmesi şarttır. Ali (radıyallilhu anh) hakkında da olumsuz bir kanaat sahibi
olmayı gerektirmeyişine gelince, her bir kimsenin ayrı ayrı imama gidip elini
onun eline vererek onunla bey'atleşmeleri icap etmez. Ama hal ve akd ehli imam
için bey'at akdinde bulunacak olursa ona itaat etmesi gerekir, herhangi bir
ihtilafı ortaya çıkarmaması ve birliği bozmaması gerekir. İşte Ali (radıyallahu
anh)'ın da bey'at etmeden önceki süre zarfındaki durumu bu idi. Hiçbir şekilde
Ebu Bekir (radıyallahu anh)'a karşı bir muhalefet de ortaya koymadı. Onun
etrafındaki birliği de bölmeye kalkışmadı. Fakat hadis-i şerifte sözü geçen
mazeret sebebi ile onun huzurunda bulunması gecikti. Bey'at akdinin
gerçekleşmesi ise onun hazır bulunmasına bağlı değildi. Ne bundan dolayı ne
başka bir sebepten ötürü hazır bulunması onun için bir görev, bir vücub ifade
etmiyordu. Böyle bir vücup sözkonusu olmadığı için de o da hazır bulunmadı.
Diğer taraftan onun yapılmış olan bey'ati tenkit ettiği de muhalefette bulunduğu
da nakledilmiş değildir. Bununla birlikte içinde bir sitem duygusu kalmış ve bu
duygu zail oluncaya kadar huzura gelmesi gecikmiştir. Bu sitemin sebebi ise
itibarı, kendi kanaatine göre her husustaki fazileti, Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e yakınlığı ve daha başka sebepler idi. Bundan dolayı o kendisi ile
istişare edilmeden ve hazır bulunmadan bu işin tekelleştirilmemesi gerektiği
görüşüne sahipti. Ebu Bekir, Ömer ve diğer ashabın mazereti ise gayet açıktı.
Çünkü onlar bey'at hususunda eli çabuk tutmanın müslümanların maslahatlarının
en büyüklerinden olduğunu görmüşler bunun geciktirilmesi halinde bir ihtilafın
ve bir anlaşmazlığın ortaya çıkacağından ve bundan dolayı da pek büyük
mefsedetlerin doğacağından korkmuşlardı. Bunun için Nebi {Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i defnetme işini bey'at akdini gerçekleştirinceye kadar ertelediler.
Çünkü bey'at onun defnedilmesi, kefenlenmesi, yıkanması, namazının kılınması
yahut diğer herhangi bir hususta bir anlaşmazlığın ortaya çıkmaması için en
önemli bir işti. Bey'at olmasaydı bütün bu hususlarda işi hükme bağlayacak
kimse bulunmayacaktı. Bundan dolayı bey'atin öne alınmasının en önemli bir iş
olduğunu gördüler. Allah en iyi bilendir.
"Bunun üzerine Ebu
Bekir (r.a.)'a: Bize gel ve seninle birlikte başka kimse gelmesin ... diye
haber gönderdi. .. " Ömer {radıyallahu anh)'ın gelmesinden
hoşlanmayışlarının sebebi onun sert ve doğru gördüğünü dobra dobra söyleyen
birisi olduğunu bilmelerinden dolayı idi. Bu sebeple Ebu Bekir {radıyallahu
anh)'a destek vererek kalplerini Ebu Bekir'e karşı daha da olumsuzlaştıracak
bazı sözler söyleyeceğinden korkmuşlardı. Çünkü Ebu Bekir'e karşı kalplerinde
olumsuz bir duygu kalmamış ve ona karşı yumuşamışlardı. Ömer {radıyallahu
anh)'ın gelmesinin kalplerinin degişikliğe uğramasına sebep olacağından
korkmuşlardı.
Ömer {radıyallahu
anh)'ın: "Onların yanına yalnız başına girme" demesinin anlamı şudur:
Sitemde bulunurken ona karşı kaba sözler söylemelerinden ve Ebu Bekir
{radıyallahu anh)'ın yumuşaklığı ve kendisini savunmak için onlara cevap
vermemekte sabır göstermesi dolayısı ile onların daha çok şeyler söylemesine
sebep olacağından korkmuştu. Hatta onların söyleyecekleri sözler dolayısı ile
kalbindeki duyguları değiştirecek hususları dahi görebilir ve bunun sonucunda
özel ya da genel bir kötülük ortaya çıkabilirdi. Ömer hazır bulunsaydı (onun
kanaatine göre) bunlar olmayacaktı.
Ömer (radıyallahu
anh)'ın Ebu Bekir'in yalnız girmeyeceğine dair yemin etmesine ve Ebu Bekir'in
onun yeminini bozarak yalnız başına girmesine gelince bu da şuna delildir. Ant
veren bir kimsenin yeminine uymak ancak meşakkatsiz olarak yerine
getirilmesinin mümkün olması ve yerine getirilmesinde bir kötülük olmaması
halinde emrolunmuş bir husustur. İşte verilen bir yeminin bir andın gereğinin
yerine getirilmesi ile ilgili hadis de buna göre yorumlanır.
"Allah'ın sana sevk
etmiş olduğu bir hayır dolayısıyla seni çekememiş değiliz." Buradaki
çekememek fiilinin anlamı hasedin anlamına yakındır.
"Benimle sizin
aranızda bu mallar dolayısıyla ortaya çıkan anlaşmazlığa gelince, ben bu
hususta hakka uymaktan hiç geri kalmadım." Kastettiği aradaki anlaşmazlık
ve tartışmadır.
"Bunun üzerine Ebu
Bekir'e bey'at için sana yarın öğleden sonra söz veriyorum, dedi.. .. "
Aşiyye güneşin zevalinden sonraki vakittir. "Aşiy(öğleden sonraki)"
iki namazdan birisini ya
Hadiste Ebu Bekir
(radıyallahu anh)'ın halifeliğinin sahih olduğu ve bunun üzerinde icmaın
gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
4556-53/3- Bize İshak b.
İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve-Abd b. Humeyd tahdis etti. İbn Rafi' bize
Abdurrezzak tahdis etti derken diğer ikisi haber verdi, dedi. Bize Ma'mer,
Zühri’den haber verdi, o Urve'den, o Aişe’DEN rivayet ettiğine göre Fatıma ve
Abbas Ebu Bekir (r.a.)'a ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’den kalan
miraslarını istemek üzere geldiler. O zaman her ikisi de onun Fedek'deki
arazisini ve Hayber'deki payını istiyorlardı. Bunun üzerine Ebu Bekir her
ikisine: Ben Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken
dinledim, dedi. ve hadisi Ukayl'in Zühri’den diye rivayet ettiği hadis ile aynı
manada rivayet etti. Ancak (ravi) şöyle dedi: Sonra Ali (r.a.) ayağa kalktı.
Ebu Bekir'in hakkının büyüklüğünden söz etti. Onun faziletini ve (İslam'daki) önceliğini
zikretti. Sonra Ebu Bekir'in yanına gidip ona bey'at etti. Bunun üzerine
insanlar da Ali'ye dönerek: İsabet ettin ve güzel yaptın, dediler ve Ali işe
maruf bir şekilde yaklaşınca insanlar da Ali'ye yakın oldular.
4557-54/4- Bize İbn
Numeyr de tahdis etti, bize Yakub b. İbrahim tahdis etti, bize babam tahdis
etti. (H.) Bize Züheyr b. Harb, Hasan b. Ali el-Hulvani de tahdis edip, dedi
ki: Bize Yakub -ki o İbn İbrahim b. Sa'd'dır- tahdis etti, bize babam Salih'den
tahdis etti, o İbn Şihab'dan rivayet etti, bana Urve b. ez-Zübeyr'in haber
verdiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Aişe kendisine
şunu haber verdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kızı Fatima
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra Ebu Bekir'den
kendisine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Allah'ın fey olarak
verdiğinden geriye bırakmış olduğu mirasından kendisine payını vermesini
istedi. Ebu Bekir de ona: Şüphesiz Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bize mirasçı olunmaz. Biz neyi bırakırsak o bir sadakadır" buyurdu
diye cevap verdi.
(Ravi), dedi ki: Fatıma
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra altı ay yaşadı. Fatıma Ebu
Bekir'den, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Hayber'den, Fedek’den ve
Yemen'deki sadakasından bıraktığı mirastan payını istiyordu. Ebu Bekir ise bunu
ona vermedi ve: Ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yaptıklarından
yapmadık hiçbir şeyi terk edecek değilim. Çünkü eğer ben onun emrinden herhangi
bir şeyi terk edecek olursam doğru yoldan sapacağımdan korkarım, dedi.
Medine'deki sadakasını Ömer, Ali ve Abbas'a verdi. Sonra Ali bu sadakada ona
(Abbas'a) galip gelmişti. Hayber ve Fedek'dekileri ise Ömer elinde tutmuş ve:
Bunlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sadakasıdır. Bunlar onun
(zamanla) karşısına çıkan hakları ve beklenmedik hadiseleri içindi. Bunlar
hakkında tasarruf ise ondan sonra yönetimin başına geçen (veliyyül emr)'e
aittir, dedi. (Ravi devamla), dedi ki: İşte bu iki yer bugüne kadar bu
durumdadırlar.
AÇIKLAMA: "Karşı
karşıya kaldığı (beklenmedik) haklar ve bir takım hadiseler içindi." Yani
karşısına çıkan yerine getirilmesi gereken vacip ve mendup haklar içindi.
(Burada kullanılan) "ara" fiili bir kimsenin yanına gidip bir
ihtiyacın karşılanmasını istemek için kullanılır.
4558-55/5- Bana Yahya b.
Yahya tahdis edip, dedi ki: Malik'e Ebu Zinad'dan rivayetini okudum. O
A'rec'den, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Benim mirasçılarım bir dinarı olsun paylaştırmazlar.
Ben hanımlarımın nafakasından ve tayin ettiğim memurların masrafından sonra ne
bırakırsam o bir sadakadır" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
2776, 3096, 6729; Ebu Davud, 2974
4559- .. ./6- Bize
Muhammed b. Yahya b. Ebu Ömer el-Mekkl de tahdis etti, bize Süfyan, Ebu
Zinad’DAN bu isnad ile buna yakın olarak tahdis etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
4560-5617- Bize İbn Ebu
Halef de tahdis etti, bize Zekeriyya b. Adiyy tahdis etti, bize İbnu'l-Mübarek,
Yunus’DAN haber verdi, o Zührt'den, o A'rec'den, o Ebu Hureyre'den, o Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den: "Bize mirasçı olunmoz. Biz neyi
bırakırsak o bir sadakadır" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Benim
mirasçılarım bir dinarı dahi paylaştırmozlar ... O bir sadakadır. " İlim
adamları der ki: Burada dinar kaydının sözkonusu edilmesi onun dışında
kalanlara dikkat çekmek kabilindendir. Nitekim yüce Allah: "Her kim zerre
ağırlığınca bir hayır işlerse onu görecektir" (Zilzal, 7) ve ''Aralarından
kendisine bir dinar dahi emanet etsen onu sana geri vermeyecek kimseler
vardır" (Ali İmran, 75) buyrukları da bunun gibidir. O halde burada bu
lafızdan maksat yasak değildir. Çünkü yasak (nehy) olması mümkün olan şeyler
hakkında sözkonusudur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e mirasçı olmak ise
imkansız bir şeydir. O halde bu ifade ancak haber vermek anlamında olup şu
demektir:
Onlar benden sonra
hiçbir şeyi paylaştırmayacaklardır. Çünkü bana mirasçı olunmaz. İşte hadisin
anlamı ile ilgili ilim adamlarının ortaya attığı görüşler arasında meşhur ve
sahih olan görüş budur. Onların büyük çoğunluğu da böyle açıklamışlardır.
Kadı Iyaz, İbn Uleyye
ile Basra halkından birilerinden şöyle dediklerini nakletmektedir: Ona mirasçı
olunmamasının sebebi yüce Allah'ın onun malının tümünü sadaka olarak tayin
etmiş olmakla bir özellik vermesinden dolayıdır. Ama doğru olan birinci
açıklamadır. Hadisin bağlamının gerektirdiği anlam da budur. Diğer taraftan
ilim adamlarının cumhuru (çoğunluğu) bütün nebilere (Allah'ın salat ve
selamları hepsine olsun) mirasçı olunmayacağı kanaatindedirler.
Yine Kadı Iyaz Hasan-ı
Basri’DEN şöyle dediğini nakletmektedir: Nebiler arasında mirasçı olunmaması
bizim Nebimize (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait bir özelliktir. Çünkü yüce
Allah Zekeriyya (aleyhisselam) hakkında: "Bana ve Yakub hanedanından
olanlara mirasçı olacak. .. " (Meryem, 6) buyurmaktadır. Hasan-ı Basri
burada kast'ın mali mirasçılık olduğunu ileri sürmüş ve şunları söylemiştir:
Şayet nübüvvet mirasçılığını kastetmiş olsaydı: "Gerçekten ben arkamdan
gelecek akrabamdan endişe ediyorum" (Meryem, 5) demezdi. Çünkü nübüvvet
hususunda geri kalacak akrabalarından korkmuyordu. Ayrıca yüce Allah: "Ve
Süleyman Davud'a mirasçı oldu." (Nemi, 16) buyurmaktadır diye eklemektedir.
Doğrusu ise bizim cumhurdan naklettiğimiz şekilde bütün nebilere mirasçı
olunmayacağı ve Zekeriyya ve Davud kıssalarında kastedilenin nübüvvet mirası
olup, gerçek manada (maddi) miras olmadığıdır. Aksine onun yerine geçmek ve
onun makamını doldurmaktır. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Görevlendirdiğim kimsenin masrafları" ile
ilgili olarak şu açıklama yapılmışhr: Burada sözü geçen görevle ndirdiğim kimse
(amilim)den maksadın bildiğimiz sadakaları (zekatları) toplayan ve onların
işine bakan kimse olduğu söylendiği gibi halife olsun onun dışında olsun
Müslümanların kamu işini gören herkes olduğu da söylenmiştir. Çünkü halife de
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in amili ve ümmeti arasında onun vekilidir.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hanımlarının masrafları ve
ihtiyaçları ile ilgili açıklama da az önce geçmiş bulunmaktadır. Allah en iyi
bilendir.
Kadı Iyaz, Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu hadislerde sözü edilen sadakalarını
açıklamak ile ilgili olarak şunları söylemektedir: Onun bıraktığı sadakalar
kendisine üç hukuki yolla geçmişti:
1. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e hibe edilen (yapılan bağış}!ar. Bu Uhud günü
Müslüman olduğunda Yahudi Muhayrik'in vasiyetidir. Bunlar Nadiroğulları
diyarında yedi bahçe idi. Ayrıca ensarın kendisine kendi topraklarından
verdikleri de bunlar arasındadır. Onların verdikleri bu topraklar suyun
ulaşmadığı yerlerdi. İşte bunlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
mülkü idi.
2. Nadiroğullarını
sürgüne gönderdiği vakit onların arazilerinden kendisine düşen fey' deki hakkı.
Bu da özel olarak ona aitti. Çünkü Müslümanlar buraları ele geçirmek için at ve
deve koşturup gitmemişlerdi. Nadiroğullarının taşınabilir malları ise silah
dışında develerin taşıyabildikleri kadarını taşıyıp götürmüşlerdi. Onlarla
yaptığı barış anlaşmasında olduğu gibi. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geriye bıraktıklarını Müslümanlar arasında paylaştırdı. Arazileri ise
yalnız kendisine aitti ve bunu Müslümanların ihtiyaçları için harcardı. Fedek
arazisinin yarısının da durumu böyle idi. Hayber'in fethedilmesinden sonra
Fedekliler ile Fedek arazisinin yarısının sadece kendisine aİt olması şartı ile
barış yapmıştı. Vadi'I-Kura'nın arazilerinin üçte biri de böyle idi. Oradaki
Yahudilerle barış yaptığı zaman yapılan barış anlaşması ile almıştı. Aynı
şekilde Hayber kalelerinden iki kale olan el-Vati ve es-Selalin'in durumu da bu
idi. Bu iki kaleyi de barış yolu ile pImıştı.
3. Üçüncüsü ise
Hayber'in beşte birinden ve orada savaşla alınan yerlerin beşte birinden
kendisine düşen paydı. Bütün bunlar ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
ait özel mülk idi. Bunlarda ondan başkasının bir hakkı yoktu. Ama O (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bunları yalnız kendisine hasr etmiyordu. Aksine bunların
gelirlerini aile halkına, Müslümanlara, kamu maslahatlarına harcıyordu. İşte
bütün bunlar kendisinden sonra mülk edinilmesi haram olan sadakalardır. Allah
en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
17/19- GANİMETİN
HAZIR BULUNANLAR ARASINDA NASIL PAYLAŞTIRILACAĞI BABI