SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
15/17- FEY'İN HÜKMÜ BABI
4549-47/1- Bize Ahmed b. Hanbel ve Muhammed b. Rafi' tahdis edip, dediki: Bize Abdurrezzaktahdis etti, bize Ma'mer,
Hemmam b. Münebbih'den
şöyle dediğini haber verdi: Bunlar Ebu Hureyre'nin Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
bize tahdis ettikleridir deyip, aralarında şu hadisin
de bulunduğu çeşitli hadisler zikretti ve, dedi ki: Ayrıca Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: "Herhangi bir kasabaya gidip de orada ikamet ettiğiniz
taktirde sizin payınız onda herhangi bir kasabaAllah'a
ve Rasulü'ne bOş kaldırırsa
onun beşte biri Allah'a ve Rasulü'ne aittir. Sonra o
sizindir. "
Diğer tahric: Ebu Davud,
3036
4550-48/2- Bize Kuteybe b. Said, Muhammed b. Abbad, Ebu Bekr b. Ebu
Şeybe ve İshak b. İbrahim -lafız İbn
Ebu Şeybe'ye ait olmak
üzere- tahdis etti. İshak bize Süfyan,
Amr'dan haber verdi derken diğer ikisi tahdis etti. dedi. O Zührt'den, o
Malik b. Evs'den, o Ömer’DEN şöyle dediğini rivayet
etti: Nadiroğullarının malları müslümanların
üzerine gitmek için at ve deve sürmedikleri, Allah'ın Rasulü'ne
fey olarak verdiği mallardandI.
Bu sebeple bu mallar özel olarak Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e ait idi. Aile halkının bir yıllık
nafakasını karşılar, geri kalanı ise Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere
atlara ve silahlara harcardı.
Diğer tahric: Buhari, 2902, 4885
-muhtasar-; Ebu Davud,
2965; Tirmizi, 1719
4551- .. ./3- Bize Yahya
b. Yahya tahdis edip, dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, Ma'mer'den haber verdi, o Zühri'den
bu isnad ile rivayet etti.
AÇIKLAMA: "Herhangi
bir kasabaya gidip de orada ikamet ederseniz ... Sonra o sizindir. " Kadı lyaz, dedi ki: Birinci kasaba ile müslümanların
at ve deve sırtına binip koşturmadıkları aksine ahalisinin sürgün edildiği
yahut da üzerinde barış antlaşması yaptıkları yer olma ihtimali vardır. Bu
durumda onların payları böyle bir kasabada vardır. Yani fey'in
harcandığı gibi onların da atiyelerden hakları
vardır. İkincisi ile de savaşarak alınan yer kastedilmiş olur. O taktirde bu
beşte birin çıkartıldığı bir ganimet olur. Geri kalanı ise (beşte dördü)
ganimet alan gazilerindir. İşte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Sonra o sizindir" buyruğunun anlamı da budur. Yani geri kalan size
aittir.
Fey' de beşte biri gerekli görmeyen kimseler bu hadisi delil
gösterebilirler.
Ama Şafii fey' de de beşte birin vacip
olduğunu -hepsinin ganimette vacip gördükleri gibi- söylemiştir. Onun dışındaki
bütün ilim adamları ise fey' de beşte bir yoktur
demiştir. İbnu'l-Munzir,
dedi ki: Şafii’DEN önce herhangi bir kimsenin fey’DEN beşte bir alınacağını söyleyen bir kimse olduğunu
bilmiyoruz. Allah en iyi bilendir.
(4550) "Bize Kuteybe b. Said, Muhammed b. Abbad, Ebu Bekr
b. Ebu Şeybe ve İshak b.
İbrahim tahdis etti... Ömer'den" Bundan sonra da
(4551) "bize Yahya b. Yahya tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne, Ma'mer'den haber verdi. O Zühri'den
bu isnad ile rivayet etti." Nüshaların bir
çoğunda bu şekildedir. Çoğunluğunda ise Amr'dan, o Zühri'den, o Malik b. Evs’DEN
şeklindedir. Nitekim Halef el-Vasıti de el-Atraf'da ve başka yerlerde böyle zikretmiştir. Doğrusu da
budur. Birçok nüshada birinci isnadda Zühri sözkonusu edilmeyerek: Amr'dan, o Malik b. Evs'den
denilmiştir. Bu ise kesinlikle Müslim'den nakleden ravilerden
birilerinin bir yanlışlığıdır. Çünkü ikinci isnadda Zühri’DEN bu isnad ile
denilmiştir. Böylelikle onun bunu ilk isnadda
zikrettiğine delildir. O halde doğru olan Zühri'nin
adının sabit olduğudur.
(4550) "Nadir
oğullarının mallan ... Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere atlara ve
silahlara harcardı." Kura; atlar demektir.
"Aile halkının bir
yıllık nafakasını ayırırdı." Yani onların bir yıllık nafakasını ayırırdı.
Ama bunu sene bitmeden önce çeşitli hayır yollarında infak ederdi. Bu sebeple
bunlarla seneyi tamamlayamazdı. Bunun için zırhı, aile halkı için borç olarak
aldığı bir miktar arpa karşılığında rehin olduğu halde vefat etmişti. Arka
arkaya üç gün karnı doymamıştı. Onun da aile halkının da çokça açlık
çektiklerine dair sahih hadisler birbirini desteklemektedir.
"özel olarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
ait idi." İşte bu daha önce geçtiği gibi fey’DEN
beşte bir alınmasının sözkonusu olmayacağına dair
cumhurun kanaatini desteklemektedir. Şafii'nin ise bunu vacip gördüğünü daha
önce belirtmiştik. Şafii'nin görüşüne göre ise Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) fey'in
beşte dördünü ve geri kalan beşte birin beşte birini alıyordu. Böylelikle onun yirmibeşten yirmibir payı vardı.
Geri kalan dört pay ise akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara ait
idi. Şafii bu hadisi de buna yorumlamaktadır. Biz de: Nadiroğullarının
malları yani onların çoğunluğu ona ait idi diyoruz.
Bu hadisten şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1. Bir yıllık azığı
saklamak caizdir.
2. Aile halkı için de
erzak hazırlamak caizdir ve bu tevekküle aykırı değildir. İlim adamları Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
yaptığı gibi bir kimsenin kullandıklarını köyünden kasabasından saklamasının
caiz olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Eğer
pazardan alıp aile halkının gıdası için onu saklamak isterse o zaman da yiyecek
darlığına denk düşüyorsa caiz değildir. Bunun yerine Müslümanlara darlık
doğurmayacak kadarı ile -birkaç gün yahut bir aylık erzak gibi- satın alır.
Eğer bolluk zamanında ise bir yıllık ve daha fazlasının da gıdasını satın
alabilir. Kadı Iyaz bu şekildeki etraflı hükümleri
ilim adamlarının bir çoğundan bu şekilde nakletmiştir. Bazılarından ise bunun
mutlak olarak mübah olduğu da nakledilmiştir.
Müslümanların elde etmek
için at ve deve koşturmadıkları ganimetlere gelince koşturmaktan (icaf) kasıt hızlıca yürütmektir.
4552-49/4- Bana Abdullah
b. Muhammed b. Esma ed-Dubai de tahdis etti, bize Cuveyriye, Malik’DEN tahdis etti, o Zühri’DEN rivayet
ettiğine göre Malik b. Evs kendisine tahdis edip, dedi ki: Ömer b. el-Hattab
bana birisini gönderdi (çağırttı). Günün yükseldiği zaman ben de yanına geldim.
Onu evinde bir kerevet üzerinde hurma lifinden yapılmış hasıra arada bir şey
bulunmaksızın oturmuş deriden bir yastığa yaslanmış olduğunu gördüm. Bana: Ey
Mali (malik)! Hiç şüphesiz senin kavminden birkaç hane halkı misafir olarak
gelmiş bulunuyor. Ben de onlara az bir şeyler verilmesini emrettim. Şimdi sen
onu al ve aralarında paylaştır, dedi. Malik, dedi ki: Ben: Keşke bu işi benden
başkasına emretsen, dedim. O: Onu al ey Mali (Malik), dedi. Derken Yerfe geldi ve Ey Müminlerin emiri!
Osman, Abdurrahman b. Avf, Zubeyrve Sa'd'ı içeriye almamı
ister misin, dedi. Ömer: Evet, dedi. İçeri girmelerine izin verdi. Onlar da
içeri girdiler. Sonra Yerfe bir daha gelip: Abbas ve
Ali'yi içeri almama izin var mı, dedi. Ömer: Evet diyerek onlara izin verdi.
Abbas: Ey Müminlerin emiri! Benimle şu yalancı şu
sözünde durmayan hain kişi arasında hüküm ver, dedi.
Oradakilerden birisi:
Evet ey müminlerin emiri! Aralarında hüküm ver ve
onları rahatlat, dedi.
Malik b. Evs, dedi ki: Bana öyle geliyor ki kendileri sırf bunun
için onları daha önceden göndermişlerdi. Bu sefer Ömer: Hele siz durun, dedi.
İzni ile göklerin ve yerin ayakta durduğu Allah adına size and
veriyorum. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz. Biz
ne bırakırsak o bir sadakadır" buyurduğunu biliyor musunuz. (Orada
bulunanlar) evet, dediler. Sonra Ali ve Abbas'a dönerek: İzniyle göğün ve yerin
ayakta durduğu Allah adına size and veriyorum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz, biz geriye ne
bırakırsak o bir sadakadır" buyurduğunu biliyor musunuz, dedi. Her ikisi
de evet deyince Ömer şöyle dedi: Aziz ve celil Allah, Resulüne (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kendisinden başka hiçbir kimseye vermediği bir özellik vermiş ve:
"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden rasulüne
verdiği fey Allah'a, Rasule
... verilir" (Haşr, 7) buyurdu. -Ondan önceki
ayeti okuyup okumadığını bilmiyorum-o (Ömer devamla), dedi ki: Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aranızda Nadiroğullarından
alınan malları paylaştırdı. Allah'a yemin ederim ki (başkasını) size tercih
etmediği gibi sizi de dışarıda tutarak yalnız kendisi almadı. Nihayet geriye bu
mal kaldı. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bundan bir yıllık nafakasını alır
sonra geriye kalanı (beytülmaldeki) diğer mallar gibi harcardı. Sonra (Ömer
devamla), dedi ki: İzniyle göğün ve yerin ayakta durduğu Allah adına size and veriyorum. Bunu biliyor musunuz, dedi. Onlar evet,
dedi. Sonra Abbas ve Ali'ye öbürlerine verdiği and
gibi and vererek: İkiniz de bunu biliyor musunuz,
dedi. İkisi de evet deyince, Ömer şöyle devam etti: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
vefat edince Ebu Bekr, ben,
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in velisiyim, dedi. Sonra ikiniz
geldiniz. Sen (ey Abbas) kardeşinin oğlundan mirasını istiyordun. Bu da hanımının
babasından mirasını istiyordu. Ebu Bekir de şöyle
dedi: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bize mirasçı olunmaz. Biz ne
bırakırsak o sadakadır" buyurdu. Şimdi sizin görüşünüze göre O yalancı,
günahkar, sözünde durmayan, hain birisi mi idi? Allah da biliyor ki O gerçekten
doğru söylüyor, hakkı dile getiriyor, doğru yolda yürüyor, hakka uyuyordu.
Sonra Ebu Bekir vefat etti. İşte ben de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de velisiyim, Ebu
Bekir'in de velisiyim. Sizin görüşünüze göre ben yalancı, günahkar, sözünde
durmayan, hain birisi miyim? Allah da biliyor ki gerçekten ben doğru
söylüyorum, hakkı işliyorum, doğru yoldayım, hakka uyuyorum. Sonra bu (hilafet)
işini ben üzerime aldım. Sonra sen ve bu yanıma geldiniz. O zaman ikiniz bir arada
idiniz. İstediğiniz de aynı şeydi. Bunun üzerine onu bize ver, dediniz. Ben de
arzu ederseniz onu size veririm. Ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
onda yaptığı uygulamanın aynısını yapacağınıza dair Allah adına bana taahhütte
bulunmanız şartı ile size veririm, dedim. Siz de bu şartla onu benden aldınız.
(Ömer): Öyle miydi diye sordu. İkisi de evet, dedi. Bu sefer: Sonra da aranızda
hüküm vereyim diye bana geldiniz. Öyle mi? Allah'a yemin olsun ki hayır.
Kıyametin kopacağı vakte kadar ikinizin arasında bundan başka bir hüküm
vermeyeceğim. Şayet onu elinizde tutmaktan aciz iseniz o zaman onu bana geri
verin, dedi.
Diğer tahric: Buhari, 3094, 4033, 5358,
6728, 7305; Ebu Davud,
2963, 2964; Tirmizi, 1610 -muhtasar-; Nesai, 4159
4553-50/5- Bize İshak b.
İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve Abd
b. Humeyd tahdis etti. İbn Rafi' bize Abdurrezzak tahdis etti derken
diğer ikisi haber verdi, dedi. Bize Ma'mer Zühri'den haber verdi, o Malik b. Evs
b. Hadasan’dan şöyle dediğini rivayet etti: Ömer b.
el-Hattab bana birisini gönderdi ve: Senin kavminden
bir kaç hane halkı gelmiş bulunuyor deyip Malik'in hadisine yakın olarak
rivayet etti. Yalnız bu rivayette şunlar da vardır: Ondan aile halkına bir
yıllık nafakalarını harcardı. Muhtemelen Ma'mer şöyle
demişti: Ondan aile halkının bir yıllık nafakasını saklar, sonra da onun geri
kalanını aziz ve celil Allah'ın malının harcandığı yerlere harcardı.
AÇIKLAMA: "Günün
yükseldiği zamanda ona geldim. Onu evinde bir kerevet üzerinde hurma lifinden
yapılmış bir hasır üstünde arada bir şey bulunmaksızın oturduğunu gördüm."
Rumal re harfi ötreli ve (rimal
diye) kesreli de söylenir. Bu ise hurma ve benzeri ağaç dallarından üzerine
yatmak için dokunan yaygılara (hasır) denir.
"Hurma dalından
yapılmış hasır üzerine arada bir şey bulunmaksızın" yani kendisi ile
üzerine oturduğu hasın arasında bir şey yoktu. Bunu söylemesinin sebebi ise adeten bu hasır üzerine döşek ya da başka bir şey seri lmesinden dolayıdır.
"Bana ey Mali
(Malik), dedi." Bütün nüshalarda bu şekilde "ya Mali" diye kaydetilmiştir ki kaf harfi hazf
edilerek Malik isminin terhim yapılmış şerhidir. Lam
harfinin kesreli ve ötreli okunması mümkündür. Bunlar arap
dilbilginlerinin kabul ettikleri meşhur iki şekildir.
Kesreli okuyan önceki hali üzere bırakır. Ötreli okuyan ise bunu bağımsız bir
isim olarak kabul eder.
"Kavminden bir kaç
aile halkı" def: hızlıca yürümek demektir. Onlar adeta karşı karşıya
kaldıkları darlık ve sıkıntı sebebi ile hızlıca gelmiş gibidirler. Azıcık
yürümek anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Ben de onlara az
bir şeyler verilmesini emrettim." Dat harfi
sakin, hı harfi "rad" az bir miktarda
verilen bağışa denilir.
"Yerfe" isminde ye harfi fethalı, re harfi sakin ve
sonu hemzesiz fe iledir.
Cumhur bu ismi böylece
zikretmişlerdir. Onu hemzeli söyleyenler de vardır. Beyhaki'nin
Süneni'nde Fey' babında elif ve lam'lı olarak
"el yerfe" diye adı geçmektedir. Kendisi
Ömer b. el-Hattab {radıyallahu
anh)'ın teşrifatçısı idi.
"Benimle bu yalancı
... arasında hüküm ver." İlim adamlarından bir topluluk eğer insaflı
olmazsa bu yalancı anlamındadır. Cevap hazfedilmiştir demişlerdir. Kadı Iyaz, dedi ki: el-Mazeri, dedi
ki: Bu söylenen söz zahiri itibari ile Abbas'a yakışmıyor. Bu niteliklerin
tamamı şöyle dursun bir kısmının dahi Ali (radıyallahu
anh)'da bulunması mümkün değildir. Bununla birlikte
biz ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve onun tanıklık ettiği kimselerin masum
olduğunu kesinlikle söyleriz. Bununla birlikte bizler bütün ashab-ı
kiram hakkında (Allah hepsinden razı olsun) güzel zan beslemekle ve alçaltıçı her bir hususun haklarında sözkonusu
olmadığına kanaat etmekle emrolunmuşuz. Eğer bu gibi
hususların yorum yollan tıkanacak olursa o taktirde yalanı bunları rivayet
edenlere nisbet ederiz. (Mazeri
devamla), dedi ki: Bu husus, bazı kimselerin bu gibi sıfatları tespit etmekten
çekindiği için elindeki kitap nüshasından bu lafzı silmeye kadar götürmüştür.
Belki de o bu hususta ravilerin yanıldığını dahi
ileri sürmüştür. el-Mazeri, dedi ki: Eğer bu lafzın
sabit olduğunu kabul etmekten başka bir yol bulunmayıp ravilerinin
yanıldığını da söylemeyecek olursak bu hususta yapılacak en güzel açıklama
Abbas (r.a.)'ın bu sözü kardeşinin oğluna nazlanması
sureti ile söylemiş olduğudur. Çünkü Ali (radıyallahu
arıh) onun oğlu konumundadır. O esasen inanmadığı ve
kardeşinin oğlunun kesinlikle kendisinden uzak bulunduğu hususları ifade
etmişti. Muhtemelen bundan maksadı Ali'nin hatalı olduğuna inandığı husustan
vazgeçmesini sağlamaktı. Çünkü şayet bu yaptıklarını kasten yapmış olsaydı bu niteleklere sahip olurdu. Ali (radıyallahu
anh)'ın kendisi de bu
davranışların kişiyi bu niteliklere sahip kılacağını biliyordu. İşte Abbas bu
inanç ile bu sözleri söylemişti. Bu da Maliki mezhebine mensup bir kimsenin nebiz (meyve şırası) içen kimseye dini eksik bir kimse
demesi gibidir. Halbuki Hanefi mezhebine mensup bir kimse böyle birisinin
dininin eksik olmadığına inanır. Onların her biri kendi inancına göre haklıdır.
Böyle bir tevilde bulunmak kaçınılmazdır. Çünkü böyle bir dava Ömer {radıyallahu anh)'ın halife olarak bulunduğu, ayrıca Osman, Sa'd, Zubeyr ve Abdurrahman (r.a.)'ın bulunduğu
bir mecliste cereyan etmiş, onlardan her birisi münkere
karşı çıkmakta işi oldukça sıkı tutmalarına rağmen bu söze karşı çıkmamıştır.
Bunun tek sebebi ise onların durumun karinesi ile Abbas (radıyallahu
anh)'ın zahiri itibari ile
tutulan bir yoldan vazgeçirmekte mübalağalı ama gerçekte inanmadığı bir söz
söylediğini anlamış olmalandır.
el-Mazeri
(devamla), dedi ki: Ömer {radıyallahu anh)'ın: İkiniz de Ebu Bekir'e geldiniz. Onun yalancı, günahkar, sözünde
durmayan, hain bir kimse olduğunu gördünüz mü demesine benzer. Yine aynı
şekilde kendisi hakkında kendisini böyle gördüklerini sözkonusu
etmesi de bu şekildedir. Bu da az önce geçene uygun bir şekilde yorumlanır. O
da şudur: Sizler bu dava hakkında benim ve Ebu
Bekir'in yaptığı uygulamadan farklı bir uygulama yapmamız gerektiğine
inanıyorsunuz. Eğer biz sizin kanaatinize göre yapacağımızı yapsak, diğer
taraftan sizin inandıklarınıza da aynı şekilde inansak bizler bu niteliklere
sahip oluruz. Ya da bunun anlamı şu olur: İmam (halife, yönetici) eğer bu
niteliklere sahip olursa ve verdiği hükümlerde itham altında tutulursa ancak o
zaman ona muhalefet olunur. Sizin bize muhalefet ettiğinizi gören de sizin
hakkımızda böyle inandığı izlenimini verecek bir tarzdadır. Allah en iyi
bilendir.
el-Mazeri,
dedi ki: Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz. Biz
ne bırakırsak o sadakadır" buyruğunu bilmekle birlikte Ali ve Abbas
(r.a.)'ın her iki halifeye gidip gelmeleri ve Ömer (radıyallahu anh)'ın kendilerine bunu bildiğini ikrar ettirmesi hususunda
onlar adına ileri sürülebilecek mazerete gelince; bu hususta en uygun mazeret
bazı ilim adamlarının söyledikleri şu sözlerdir: Onlar o bahçeyi aralarında iki
eşit parçaya paylaştırmasını istediler. Böylelikle onlar bunu imamın
kendilerine eğer bizzat bu işi üstlenmiş olsaydı faydalı olacak şekilde
yapacağı harcamaya uygun harcayacaklardı. Ama Ömer onun hakkında paylaştırma
adının kullanılmasından hoşlanmad!. Çünkü aradan
geçecek uzun bir zaman sonra onun miras olduğu ve ikisinin Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
mirasçı olduğunun zannedilmesini istememişti. Özellikle de kız ve amca arasında
mirasta ikiye bölünür. O taktirde böyle bir karışıklık ortaya çıkar, onların
burayı mülk edindikleri zannedilirdi. Söylediğimizi destekleyen hususlardan
birisi de Ebu Davud'un şu
rivayetidir: Halifelik Ali (radıyallahu anh)'a geçince o araziyi sadaka olmaktan çıkarmamıştır. es-Seffah da buna benzer bir delil ile karşılık vermiştir:
İlk hutbesini verdiği
zaman boynunda mushafın asılı bulunduğu bir adam
önünde ayağa kalkarak: Allah aşkına benimle hasmım arasında bu mushaf ile hükmet, dedi. Seffah:
Senin davacı olduğun kimdir, dedi. O: Fedek’DEN
alıkoyduğu için Ebu Bekir'dir, dedi. Seffah: Sana zulum mü etti, dedi.
Adam evet, dedi. Seffah: Peki ondan sonra kim gelir,
dedi. O: Ömer'dir, dedi. Peki o da sana zulmetti mi, dedi. Adam: Evet, dedi.
Osman hakkında da aynı şeyi söyleyince bu sefer: Peki Ali de sana zulmetti mi
deyince adam sustu. Seffah da ona ağır sözler
söyledi.
Kadı Iyaz,
dedi ki: Bazıları Fatıma (radıyallahu
anha)'nın babasından mirasını istemesini onun Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz" hadisini
hatırı sayılır mallar hakkında diye tevil etmiştir. İşte miras alınmayanlar
bunlardır. Yoksa geriye bıraktıkları yiyecek, mefruşat ve silah değildir. Ama
böyle bir tevil Ebu Bekir, Ömer ve diğer ashabın
(r.a.)'ın kabul ettiği kanaate aykırıdır.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Zevcelerimin nafakasından ve tayin
ettiğim memurlarımın ihtiyaçlarından sonra geride bıraktığım" buyruğu
zevcelerinin ondan mirasçı olacağı anlamında değildir. Aksine onların
kendisinin eşi olmaları sebebi ile başkaları ile evlenmeyecek durumda olmaları
yahut da faziletleri, erken dönemde hicret etmiş olmaları, müminlerin anneleri
olmaları gibi sebeplerle beytülmaldeki haklarının büyüklüğünden dolayıdır. Aynı
şekilde kaldıkları meskenleri de özel olarak onlara ait olmuş ve onların
mirasçıları bu meskenleri miras almamıştır.
Kadı Iyaz,
dedi ki: Fatıma (radıyallahu
anha)'nın bu hadisi kendisine karşı delil
göstermesinden sonra Ebu Bekir (radıyallahu
anh) ile tartışmayı terk etmesi mesele üzerinde icma dolayısı ile bunu teslimiyetle kabul etmesinden
dolayıdır. Ayrıca kendisine bu hadis ulaşıp bunun anlamı da kendisine
açıklanınca kendi görüşünü bırakmış sonra da ne o ne de bundan sonra onun
soyundan gelenlerden bir kimse miras talebinde bulunmamıştır. Daha sonra Ali (radıyallahu anh) halifeliğe geldi
ve Ebu Bekir ile Ömer (r.a.)'ın
yaptıklarından başka bir uygulama yapmadı. İşte bu da Ali ve Abbas (r.a.)'nın taleplerinin ancak Fedek arizisini bizzat kendilerinin idare etmeyi ve bunu kendi
aralarında kendilerinin paylaştırmayı istemelerinden ibaret olduğuna delildir.
Az önce kaydedildiği gibi.
Kadı Iyaz,
dedi ki: Fatıma (radıyallahu
anha)'nın Ebu Bekir (radıyallahu anh)'dan darıldığınadair söylenenlerin manası da onunla görüşmek
istememesinden ibarettir. Bu ise selam vermeyi terk etmek, karşılaşıldığı zaman
yüz çevirmek anlamındaki haram olan dargınlık kabilinden değildir.
Bu hadis-i şerifte
geçen: "Onunla konuşmadı" ifadesi bu hususta onunla konuşmadı yahut
da ondan sıkıldığı için kendisinden herhangi bir ihtiyacını istemedi, onunlakarşılaşıp da konuşmak için de bir zorunluluk duymadı
demektir. Yoksa her ikisinin birbirleri ile karşılaştıkları halde Fatıma (radıyallahu anha)'nın ona selam vermeyip onunla konuşmadığı nakledilmiş
değildir. (Kadı Iyaz devamla), dedi ki: Ömer (radıyallahu anh)'ın: Gelip benimle konuştunuz. Ben de bir husus hakkında
ikinizle konuştum. Ey Abbas! Sen gelip benden kardeşinin oğlundan sana düşen
payını istedin. Bu da gelip benden hanımının babasından kendisine düşen payını
istedi" sözleri ise bundan önce Ebu Bekir
(r.a.)'ın kendilerine bu hadisi bildirmiş olması ile
ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Bize mirasçı olunmaz" buyruğu ile birlikte açıklanması zordur. Bunun
cevabı da şudur: Onların her biri tek başına bunu idare etmek istedi. Biri amca
olarak yakınlığını delil gösterirken öbürü ise hanımının nübüvvete olan
yakınlığını delil göstermişti. Yoksa maksat her ikisinin de Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
kabul etmediği Ebu Bekir'in de onlara vermeyip kendilerine
vermeyiş delilini açıklayıp kendilerinin de bu gerekçesini kabul ettikleri bir
hususu istemiş değillerdi. İlim adamları der ki: Bu hadis-i şerifte her bir
kabilenin işinin başına efendilerinin getirilmesi ve onların menfaat ve
maslahatlarına olan hususların ona havale edilmesi gerektiğine delil vardır.
Çünkü kendi kabilesini o kişi daha iyi bilir. O onlara daha yumuşak davranır ve
onlar da kendisine boyun eğmekten çekinme ihtimalleri daha uzaktır. Bundan
dolayı yüce Allah: "O taktirde erkeğin ailesinden bir hakem, kadının
ailesinden bir hakem gönderin" (Nisa, 35) buyurmaktadır.
Ayrıca bu hadiste
künyesini sözkonusu etmeksizin bir adama adı ile
seslenmenin caiz olduğu, yönetici ve kamu görevlisi bir kimsenin yemek, abdest
almak ve buna benzer ihtiyaçduyacağı zamanlarda
kendisi ile yönettiği kimseler arasında bir teşrifatçı görevlendirmesinin caiz
olduğuna, vahid haberi kabul etmenin caiz olduğuna,
imamın hasımların huzurunda söylediklerine adaletli kimseleri hakkı uygulamak
ve hasmı susturmak hususundaki delilinin güçlenmesi için şahit tutabileceğine
de delil vardır. Allah en iyi bilendir.
"Bunun üzerine Ömer
(r.a.): Yavaş olun, dedL" Yani sabredin ve biraz
mühlet verin demektir.
"Size Allah adına and veriyorum." Yani Allah adına sizden istiyorum.
Burada and vermek anlamındaki sesi yükseltmek demek olan "neşid" den alınmıştır.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz geriye ne bırakırsak
o bir sadakadır. " Bu da geriye ne bırakırsak o bir sadakadır demektir.
Müslim daha sonra (4554) Yahya b. Yahya'nın Malik’DEN
rivayet ettiği Aişe (radıyallahu
anha)'nın Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e merfu olarak isnad ettiği:
"Bize mirasçı olunmaz. Geriye ne bırakırsak o bir sadakadır"hadisini
zikretmektedir. Onun buna özellikle dikkat çekmesi şianın bazı cahillerinin
bunu tashif etmeleri (değiştirmeleri)dir.
İlim adamları der ki:
Nebilere (Allah'ın salat ve selamları onlara) mirasçı olunmayışının sebebi
mirasçılar arasında onun ölümünü temenni edecek ve böylelikle helak olacak
kimselerin olmayacağından emin olunmayışı ve ayrıca onların mirasçılan
lehine dünyada rağbetlerinin bulunduğunun zannedilmemesi içindir. Çünkü o
taktirde bu zanna kapılan bir kişi helak olur. İnsanlar da onlardan uzak
kalırlar.
Hadisteki:
"Şüphesiz Allah, Rasulüne ondan başka hiç bir
kimseye vermediği bir özellik vermişti ... " Kadı Iyaz
bunun anlamı ile ilgili olarak iki ihtimali sözkonusu
etmiştir. Birinci ihtimal ganimetin ona ve ümmetine helal kılınmasıdır.
İkincisi ise fey'i ilim adamlarının görüş
ayrılıklarında geçtiği gibi tamamen ya da kısmen özel olarak ona tahsis etmiş
olmasıdır. (Kadı Iyaz), dedi ki: Ömer (radıyallahu anh)'ın buna ayeti delil göstermesi dolayısı ile bu ikinci
ihtimal daha güçlüdür.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: