SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
15 - باب حكم
الفيء
15/17- FEY'İN HÜKMÜ BABI
47 - (1756) حدثنا
أحمد بن حنبل
ومحمد بن
رافع. قالا:
حدثنا
عبدالرزاق. أخبرنا
معمر عن همام
بن منبه. قال:
هذا ما حدثنا أبو
هريرة عن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم. فذكر
أحاديث منها.
وقال : قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم (أيما
قرية دخلتموها،
وأقمتم فيها،
فسهمكم فيها.
وأيما قرية
عصت الله
ورسوله، فإن
خمسها لله
ولرسوله، ثم
هي لكم(.
4549-47/1-
Bize Ahmed b. Hanbel ve Muhammed b. Rafi' tahdis edip, dediki: Bize
Abdurrezzaktahdis etti, bize Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'den şöyle dediğini
haber verdi: Bunlar Ebu Hureyre'nin Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den bize tahdis ettikleridir deyip, aralarında şu hadisin de bulunduğu
çeşitli hadisler zikretti ve, dedi ki: Ayrıca Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu: "Herhangi bir kasabaya gidip de orada ikamet
ettiğiniz taktirde sizin payınız onda herhangi bir kasabaAllah'a ve Rasulü'ne
bOş kaldırırsa onun beşte biri Allah'a ve Rasulü'ne aittir. Sonra o sizindir.
"
Diğer tahric: Ebu
Davud, 3036
48 - (1757) حدثنا
قتيبة بن
سعيد. ومحمد
بن عباد، وأبو
بكر بن أبي
شيبة، وإسحاق
بن إبراهيم
(واللفظ لابن
أبي شيبة) (قال
إسحاق:
أخبرنا. وقال
الآخرون:
حدثنا سفيان)
عن عمرو، عن
الزهري، عن
مالك بن أوس،
عن عمر. قال:
كانت
أموال بني
النضير مما
أفاء الله على
رسوله. مما لم
يوجف عليه
المسلمون
بخيل ولا ركاب.
فكانت للنبي
صلى الله عليه
وسلم خاصة.
فكان ينفق على
أهله نفقة
سنة. وما بقي
يجعله في
الكراع
والسلاح. عدة
في سبيل الله.
4550-48/2-
Bize Kuteybe b. Said, Muhammed b. Abbad, Ebu Bekr b. Ebu Şeybe ve İshak b.
İbrahim -lafız İbn Ebu Şeybe'ye ait olmak üzere- tahdis etti. İshak bize
Süfyan, Amr'dan haber verdi derken diğer ikisi tahdis etti. dedi. O Zührt'den,
o Malik b. Evs'den, o Ömer’DEN şöyle dediğini rivayet etti: Nadiroğullarının
malları müslümanların üzerine gitmek için at ve deve sürmedikleri, Allah'ın
Rasulü'ne fey olarak verdiği mallardandI. Bu sebeple bu mallar özel olarak Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait idi. Aile halkının bir yıllık nafakasını
karşılar, geri kalanı ise Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere atlara ve
silahlara harcardı.
Diğer tahric: Buhari,
2902, 4885 -muhtasar-; Ebu Davud, 2965; Tirmizi, 1719
(1757) - حدثنا
يحيى بن يحيى.
قال: أخبرنا
سفيان بن عيينة
عن معمر، عن
الزهري، بهذا
الإسناد.
4551-
.. ./3- Bize Yahya b. Yahya tahdis edip, dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne,
Ma'mer'den haber verdi, o Zühri'den bu isnad ile rivayet etti.
AÇIKLAMA: "Herhangi
bir kasabaya gidip de orada ikamet ederseniz ... Sonra o sizindir. " Kadı
lyaz, dedi ki: Birinci kasaba ile müslümanların at ve deve sırtına binip
koşturmadıkları aksine ahalisinin sürgün edildiği yahut da üzerinde barış
antlaşması yaptıkları yer olma ihtimali vardır. Bu durumda onların payları
böyle bir kasabada vardır. Yani fey'in harcandığı gibi onların da atiyelerden
hakları vardır. İkincisi ile de savaşarak alınan yer kastedilmiş olur. O
taktirde bu beşte birin çıkartıldığı bir ganimet olur. Geri kalanı ise (beşte
dördü) ganimet alan gazilerindir. İşte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Sonra o sizindir" buyruğunun anlamı da budur. Yani geri
kalan size aittir.
Fey' de beşte biri
gerekli görmeyen kimseler bu hadisi delil gösterebilirler.
Ama Şafii fey' de de
beşte birin vacip olduğunu -hepsinin ganimette vacip gördükleri gibi-
söylemiştir. Onun dışındaki bütün ilim adamları ise fey' de beşte bir yoktur
demiştir. İbnu'l-Munzir, dedi ki: Şafii’DEN önce herhangi bir kimsenin fey’DEN
beşte bir alınacağını söyleyen bir kimse olduğunu bilmiyoruz. Allah en iyi
bilendir.
(4550) "Bize
Kuteybe b. Said, Muhammed b. Abbad, Ebu Bekr b. Ebu Şeybe ve İshak b. İbrahim
tahdis etti... Ömer'den" Bundan sonra da (4551) "bize Yahya b. Yahya
tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne, Ma'mer'den haber verdi. O Zühri'den bu
isnad ile rivayet etti." Nüshaların bir çoğunda bu şekildedir.
Çoğunluğunda ise Amr'dan, o Zühri'den, o Malik b. Evs’DEN şeklindedir. Nitekim
Halef el-Vasıti de el-Atraf'da ve başka yerlerde böyle zikretmiştir. Doğrusu da
budur. Birçok nüshada birinci isnadda Zühri sözkonusu edilmeyerek: Amr'dan, o
Malik b. Evs'den denilmiştir. Bu ise kesinlikle Müslim'den nakleden ravilerden
birilerinin bir yanlışlığıdır. Çünkü ikinci isnadda Zühri’DEN bu isnad ile
denilmiştir. Böylelikle onun bunu ilk isnadda zikrettiğine delildir. O halde
doğru olan Zühri'nin adının sabit olduğudur.
(4550) "Nadir
oğullarının mallan ... Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere atlara ve
silahlara harcardı." Kura; atlar demektir.
"Aile halkının bir
yıllık nafakasını ayırırdı." Yani onların bir yıllık nafakasını ayırırdı. Ama
bunu sene bitmeden önce çeşitli hayır yollarında infak ederdi. Bu sebeple
bunlarla seneyi tamamlayamazdı. Bunun için zırhı, aile halkı için borç olarak
aldığı bir miktar arpa karşılığında rehin olduğu halde vefat etmişti. Arka
arkaya üç gün karnı doymamıştı. Onun da aile halkının da çokça açlık
çektiklerine dair sahih hadisler birbirini desteklemektedir.
"özel olarak Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait idi." İşte bu daha önce geçtiği gibi
fey’DEN beşte bir alınmasının sözkonusu olmayacağına dair cumhurun kanaatini
desteklemektedir. Şafii'nin ise bunu vacip gördüğünü daha önce belirtmiştik.
Şafii'nin görüşüne göre ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) fey'in beşte
dördünü ve geri kalan beşte birin beşte birini alıyordu. Böylelikle onun
yirmibeşten yirmibir payı vardı. Geri kalan dört pay ise akrabalarına,
yetimlere, yoksullara ve yolculara ait idi. Şafii bu hadisi de buna
yorumlamaktadır. Biz de: Nadiroğullarının malları yani onların çoğunluğu ona
ait idi diyoruz.
Bu hadisten şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1. Bir yıllık azığı
saklamak caizdir.
2. Aile halkı için de
erzak hazırlamak caizdir ve bu tevekküle aykırı değildir. İlim adamları Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi bir kimsenin kullandıklarını
köyünden kasabasından saklamasının caiz olduğunu icma ile kabul etmişlerdir.
Eğer pazardan alıp aile halkının gıdası için onu saklamak isterse o zaman da
yiyecek darlığına denk düşüyorsa caiz değildir. Bunun yerine Müslümanlara
darlık doğurmayacak kadarı ile -birkaç gün yahut bir aylık erzak gibi- satın
alır. Eğer bolluk zamanında ise bir yıllık ve daha fazlasının da gıdasını satın
alabilir. Kadı Iyaz bu şekildeki etraflı hükümleri ilim adamlarının bir
çoğundan bu şekilde nakletmiştir. Bazılarından ise bunun mutlak olarak mübah
olduğu da nakledilmiştir.
Müslümanların elde etmek
için at ve deve koşturmadıkları ganimetlere gelince koşturmaktan (icaf) kasıt
hızlıca yürütmektir.
49 - (1757) وحدثني
عبدالله بن
محمد بن أسماء
الضبعي. حدثنا
جويرية عن
مالك، عن
الزهري؛ أن
مالك بن أوس
حدثه. قال
أرسل
إلي عمر بن
الخطاب. فجئته
حين تعالى
النهار. قال:
فوجدته في
بيته جالسا
على سرير.
مفضيا إلى
رماله. متكئا
على وسادة من
أدم. فقال لي:
يا مال! إنه قد
دف أهل أبيات
من قومك. وقد
أمرت فيهم
برضخ. فخذه
فاقسمه بينهم.
قال: قلت: لو
أمرت بهذا
غيري؟ قال:
خذه. يا مال!
قال: فجاء
يرفا. فقال: هل
لك، يا أمير
المؤمنين! في
عثمان
وعبدالرحمن
بن عوف
والزبير وسعد؟
فقال عمر: نعم.
فأذن لهم.
فدخلوا. ثم
جاء فقال: هل
لك في عباس
وعلي؟ قال:
نعم. فأذن
لهما. فقال عباس:
يا أمير
المؤمنين! اقض
بيني وبين هذا
الكاذب الآثم
الغادر
الخائن. فقال
القوم: أجل. يا
أمير
المؤمنين!
فاقض بينهم وأرحهم.
(فقال مالك بن
أوس: يخيل إلي
أنهم قد كانوا
قدموهم لذلك)
فقال عمر:
اتئدا. أنشدكم
بالله الذي
بإذنه تقوم
السماء
والأرض!
أتعلمون أن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم قال
(لا نورث. ما تركنا
صدقة) قالوا:
نعم. ثم أقبل
على العباس
وعلي فقال:
أنشدكما
بالله الذي بإذنه
تقوم السماء
والأرض!
أتعلمان أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال لا
نورث. ما
تركناه صدقة)
قالا: نعم.
فقال عمر: إن
الله عز وجل
كان خص رسولهل
صلى الله عليه
وسلم بخاصة لم
يخصص بها أحدا
غيره. قال: ما
أفاء الله على
رسوله من أهل
القرى فلله
وللرسول [59
/الحشر /7] (ما أدري
هل قرأ الآية
التي قبلها أم
لا) قال: فقسم رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بينكم أموال
بني النضير.
فوالله! ما
استأثر عليكم.
ولا أخذها
دونكم. حتى
بقي هذا
المال. فكان
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يأخذ منه
نفقة سنة. ثم
يجعل ما بقي
أسوة المال.
ثم قال: أنشدكم
بالله الذي
بإذنه تقوم
السماء
والأرض! أتعلمون
ذلك؟ قالوا:
نعم. ثم نشد
عباسا وعليا بمثل
ما نشد به
القوم:
أتعلمان ذلك؟
قالا: نعم. قال:
فلما توفي
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال أبو
بكر: أنا ولي
رسول الله صلى الله
عليه وسلم.
فجتئما، تطلب
ميراثك من ابن
أخيك، ويطلب
هذا ميراث
امرأته من
أبيها. فقال أبو
بكر: قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم (ما
نورث. ما
تركنا صدقة)
فرأيتماه
كاذبا آثما
غادرا خائنا،
والله يعلم
إنه لصادق بار
راشد تابع للحق.
ثم توفي أبو
بكر. وأنا ولي رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
وولي أبا بكر.
فرأيتماني
كاذبا آثما
غادرا خائنا.
والله يعلم
إني بار راشد
تابع للحق.
فوليتها. ثم
جئتني أنت
وهذا. وأنتما
جميع وأمركما
واحد. فقلتما:
ادفعها إلينا.
فقلت: إن شئتم
دفعتها
إليكما على أن
عليكما عهد
الله أن تعملا
فيها بالذي
كان يعمل رسول
الله صلى الله
عليه وسلم. فأخذتماها
بذلك. قال:
أكذلك؟ قالا:
نعم. قال: ثم جئتماني
لأقضي بينكما.
ولا ، والله!
لا أقضي بينكما
بغير ذلك حتى
تقوم الساعة.
فإن عجزتما
عنها فرداها
إلي.
4552-49/4- Bana Abdullah
b. Muhammed b. Esma ed-Dubai de tahdis etti, bize Cuveyriye, Malik’DEN tahdis
etti, o Zühri’DEN rivayet ettiğine göre Malik b. Evs kendisine tahdis edip,
dedi ki: Ömer b. el-Hattab bana birisini gönderdi (çağırttı). Günün yükseldiği
zaman ben de yanına geldim. Onu evinde bir kerevet üzerinde hurma lifinden
yapılmış hasıra arada bir şey bulunmaksızın oturmuş deriden bir yastığa
yaslanmış olduğunu gördüm. Bana: Ey Mali (malik)! Hiç şüphesiz senin kavminden
birkaç hane halkı misafir olarak gelmiş bulunuyor. Ben de onlara az bir şeyler
verilmesini emrettim. Şimdi sen onu al ve aralarında paylaştır, dedi. Malik,
dedi ki: Ben: Keşke bu işi benden başkasına emretsen, dedim. O: Onu al ey Mali
(Malik), dedi. Derken Yerfe geldi ve Ey Müminlerin emiri! Osman, Abdurrahman b.
Avf, Zubeyrve Sa'd'ı içeriye almamı ister misin, dedi. Ömer: Evet, dedi. İçeri
girmelerine izin verdi. Onlar da içeri girdiler. Sonra Yerfe bir daha gelip:
Abbas ve Ali'yi içeri almama izin var mı, dedi. Ömer: Evet diyerek onlara izin
verdi. Abbas: Ey Müminlerin emiri! Benimle şu yalancı şu sözünde durmayan hain
kişi arasında hüküm ver, dedi.
Oradakilerden birisi:
Evet ey müminlerin emiri! Aralarında hüküm ver ve onları rahatlat, dedi.
Malik b. Evs, dedi ki:
Bana öyle geliyor ki kendileri sırf bunun için onları daha önceden göndermişlerdi.
Bu sefer Ömer: Hele siz durun, dedi. İzni ile göklerin ve yerin ayakta durduğu
Allah adına size and veriyorum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Bize mirasçı olunmaz. Biz ne bırakırsak o bir sadakadır" buyurduğunu
biliyor musunuz. (Orada bulunanlar) evet, dediler. Sonra Ali ve Abbas'a
dönerek: İzniyle göğün ve yerin ayakta durduğu Allah adına size and veriyorum.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz, biz
geriye ne bırakırsak o bir sadakadır" buyurduğunu biliyor musunuz, dedi.
Her ikisi de evet deyince Ömer şöyle dedi: Aziz ve celil Allah, Resulüne
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisinden başka hiçbir kimseye vermediği bir
özellik vermiş ve: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden rasulüne
verdiği fey Allah'a, Rasule ... verilir" (Haşr, 7) buyurdu. -Ondan önceki
ayeti okuyup okumadığını bilmiyorum-o (Ömer devamla), dedi ki: Bunun üzerine
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aranızda Nadiroğullarından alınan
malları paylaştırdı. Allah'a yemin ederim ki (başkasını) size tercih etmediği
gibi sizi de dışarıda tutarak yalnız kendisi almadı. Nihayet geriye bu mal
kaldı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bundan bir yıllık nafakasını
alır sonra geriye kalanı (beytülmaldeki) diğer mallar gibi harcardı. Sonra (Ömer
devamla), dedi ki: İzniyle göğün ve yerin ayakta durduğu Allah adına size and
veriyorum. Bunu biliyor musunuz, dedi. Onlar evet, dedi. Sonra Abbas ve Ali'ye
öbürlerine verdiği and gibi and vererek: İkiniz de bunu biliyor musunuz, dedi.
İkisi de evet deyince, Ömer şöyle devam etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) vefat edince Ebu Bekr, ben, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
velisiyim, dedi. Sonra ikiniz geldiniz. Sen (ey Abbas) kardeşinin oğlundan
mirasını istiyordun. Bu da hanımının babasından mirasını istiyordu. Ebu Bekir
de şöyle dedi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bize mirasçı
olunmaz. Biz ne bırakırsak o sadakadır" buyurdu. Şimdi sizin görüşünüze
göre O yalancı, günahkar, sözünde durmayan, hain birisi mi idi? Allah da
biliyor ki O gerçekten doğru söylüyor, hakkı dile getiriyor, doğru yolda
yürüyor, hakka uyuyordu. Sonra Ebu Bekir vefat etti. İşte ben de Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de velisiyim, Ebu Bekir'in de velisiyim. Sizin
görüşünüze göre ben yalancı, günahkar, sözünde durmayan, hain birisi miyim?
Allah da biliyor ki gerçekten ben doğru söylüyorum, hakkı işliyorum, doğru
yoldayım, hakka uyuyorum. Sonra bu (hilafet) işini ben üzerime aldım. Sonra sen
ve bu yanıma geldiniz. O zaman ikiniz bir arada idiniz. İstediğiniz de aynı
şeydi. Bunun üzerine onu bize ver, dediniz. Ben de arzu ederseniz onu size
veririm. Ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onda yaptığı
uygulamanın aynısını yapacağınıza dair Allah adına bana taahhütte bulunmanız
şartı ile size veririm, dedim. Siz de bu şartla onu benden aldınız. (Ömer):
Öyle miydi diye sordu. İkisi de evet, dedi. Bu sefer: Sonra da aranızda hüküm
vereyim diye bana geldiniz. Öyle mi? Allah'a yemin olsun ki hayır. Kıyametin
kopacağı vakte kadar ikinizin arasında bundan başka bir hüküm vermeyeceğim.
Şayet onu elinizde tutmaktan aciz iseniz o zaman onu bana geri verin, dedi.
Diğer tahric: Buhari,
3094, 4033, 5358, 6728, 7305; Ebu Davud, 2963, 2964; Tirmizi, 1610 -muhtasar-;
Nesai, 4159
50 - (1757) حدثنا
إسحاق بن
إبراهيم
ومحمد بن رافع
وعبد بن حميد
(قال ابن رافع:
حدثنا. وقال
الآخران:
أخبرنا عبدج
الرزاق).
أخبرنا معمر
عن الزهري، عن
مالك بن أوس
بن الحدثان.
قال: أرسل إلي
عمر ابن
الخطاب. فقال:
إنه قد حضر
أهل أبيات من
قومك. بنحو
حديث مالك.
غير أنه فيه:
فكان ينفق على
أهله منه سنة.
وربما قال
معمر: يحبس
قوت أهله منه
سنة. ثم يجعل
ما بقي منه
مجعل مال الله
عز وجل.
4553-50/5-
Bize İshak b. İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd tahdis etti. İbn
Rafi' bize Abdurrezzak tahdis etti derken diğer ikisi haber verdi, dedi. Bize
Ma'mer Zühri'den haber verdi, o Malik b. Evs b. Hadasan’dan şöyle dediğini
rivayet etti: Ömer b. el-Hattab bana birisini gönderdi ve: Senin kavminden bir
kaç hane halkı gelmiş bulunuyor deyip Malik'in hadisine yakın olarak rivayet
etti. Yalnız bu rivayette şunlar da vardır: Ondan aile halkına bir yıllık
nafakalarını harcardı. Muhtemelen Ma'mer şöyle demişti: Ondan aile halkının bir
yıllık nafakasını saklar, sonra da onun geri kalanını aziz ve celil Allah'ın
malının harcandığı yerlere harcardı.
AÇIKLAMA: "Günün
yükseldiği zamanda ona geldim. Onu evinde bir kerevet üzerinde hurma lifinden
yapılmış bir hasır üstünde arada bir şey bulunmaksızın oturduğunu gördüm."
Rumal re harfi ötreli ve (rimal diye) kesreli de söylenir. Bu ise hurma ve
benzeri ağaç dallarından üzerine yatmak için dokunan yaygılara (hasır) denir.
"Hurma dalından
yapılmış hasır üzerine arada bir şey bulunmaksızın" yani kendisi ile
üzerine oturduğu hasın arasında bir şey yoktu. Bunu söylemesinin sebebi ise
adeten bu hasır üzerine döşek ya da başka bir şey seri lmesinden dolayıdır.
"Bana ey Mali
(Malik), dedi." Bütün nüshalarda bu şekilde "ya Mali" diye
kaydetilmiştir ki kaf harfi hazf edilerek Malik isminin terhim yapılmış şerhidir.
Lam harfinin kesreli ve ötreli okunması mümkündür. Bunlar arap dilbilginlerinin
kabul ettikleri meşhur iki şekildir. Kesreli okuyan önceki hali üzere bırakır.
Ötreli okuyan ise bunu bağımsız bir isim olarak kabul eder.
"Kavminden bir kaç
aile halkı" def: hızlıca yürümek demektir. Onlar adeta karşı karşıya
kaldıkları darlık ve sıkıntı sebebi ile hızlıca gelmiş gibidirler. Azıcık
yürümek anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Ben de onlara az
bir şeyler verilmesini emrettim." Dat harfi sakin, hı harfi
"rad" az bir miktarda verilen bağışa denilir.
"Yerfe"
isminde ye harfi fethalı, re harfi sakin ve sonu hemzesiz fe iledir.
Cumhur bu ismi böylece
zikretmişlerdir. Onu hemzeli söyleyenler de vardır. Beyhaki'nin Süneni'nde Fey'
babında elif ve lam'lı olarak "el yerfe" diye adı geçmektedir.
Kendisi Ömer b. el-Hattab {radıyallahu anh)'ın teşrifatçısı idi.
"Benimle bu yalancı
... arasında hüküm ver." İlim adamlarından bir topluluk eğer insaflı
olmazsa bu yalancı anlamındadır. Cevap hazfedilmiştir demişlerdir. Kadı Iyaz,
dedi ki: el-Mazeri, dedi ki: Bu söylenen söz zahiri itibari ile Abbas'a
yakışmıyor. Bu niteliklerin tamamı şöyle dursun bir kısmının dahi Ali
(radıyallahu anh)'da bulunması mümkün değildir. Bununla birlikte biz ancak Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve onun tanıklık ettiği kimselerin masum
olduğunu kesinlikle söyleriz. Bununla birlikte bizler bütün ashab-ı kiram
hakkında (Allah hepsinden razı olsun) güzel zan beslemekle ve alçaltıçı her bir
hususun haklarında sözkonusu olmadığına kanaat etmekle emrolunmuşuz. Eğer bu
gibi hususların yorum yollan tıkanacak olursa o taktirde yalanı bunları rivayet
edenlere nisbet ederiz. (Mazeri devamla), dedi ki: Bu husus, bazı kimselerin bu
gibi sıfatları tespit etmekten çekindiği için elindeki kitap nüshasından bu
lafzı silmeye kadar götürmüştür. Belki de o bu hususta ravilerin yanıldığını
dahi ileri sürmüştür. el-Mazeri, dedi ki: Eğer bu lafzın sabit olduğunu kabul
etmekten başka bir yol bulunmayıp ravilerinin yanıldığını da söylemeyecek
olursak bu hususta yapılacak en güzel açıklama Abbas (r.a.)'ın bu sözü
kardeşinin oğluna nazlanması sureti ile söylemiş olduğudur. Çünkü Ali
(radıyallahu arıh) onun oğlu konumundadır. O esasen inanmadığı ve kardeşinin
oğlunun kesinlikle kendisinden uzak bulunduğu hususları ifade etmişti.
Muhtemelen bundan maksadı Ali'nin hatalı olduğuna inandığı husustan
vazgeçmesini sağlamaktı. Çünkü şayet bu yaptıklarını kasten yapmış olsaydı bu
niteleklere sahip olurdu. Ali (radıyallahu anh)'ın kendisi de bu davranışların
kişiyi bu niteliklere sahip kılacağını biliyordu. İşte Abbas bu inanç ile bu
sözleri söylemişti. Bu da Maliki mezhebine mensup bir kimsenin nebiz (meyve
şırası) içen kimseye dini eksik bir kimse demesi gibidir. Halbuki Hanefi
mezhebine mensup bir kimse böyle birisinin dininin eksik olmadığına inanır.
Onların her biri kendi inancına göre haklıdır. Böyle bir tevilde bulunmak
kaçınılmazdır. Çünkü böyle bir dava Ömer {radıyallahu anh)'ın halife olarak
bulunduğu, ayrıca Osman, Sa'd, Zubeyr ve Abdurrahman (r.a.)'ın bulunduğu bir
mecliste cereyan etmiş, onlardan her birisi münkere karşı çıkmakta işi oldukça
sıkı tutmalarına rağmen bu söze karşı çıkmamıştır. Bunun tek sebebi ise onların
durumun karinesi ile Abbas (radıyallahu anh)'ın zahiri itibari ile tutulan bir
yoldan vazgeçirmekte mübalağalı ama gerçekte inanmadığı bir söz söylediğini
anlamış olmalandır.
el-Mazeri (devamla),
dedi ki: Ömer {radıyallahu anh)'ın: İkiniz de Ebu Bekir'e geldiniz. Onun
yalancı, günahkar, sözünde durmayan, hain bir kimse olduğunu gördünüz mü demesine
benzer. Yine aynı şekilde kendisi hakkında kendisini böyle gördüklerini
sözkonusu etmesi de bu şekildedir. Bu da az önce geçene uygun bir şekilde
yorumlanır. O da şudur: Sizler bu dava hakkında benim ve Ebu Bekir'in yaptığı
uygulamadan farklı bir uygulama yapmamız gerektiğine inanıyorsunuz. Eğer biz
sizin kanaatinize göre yapacağımızı yapsak, diğer taraftan sizin
inandıklarınıza da aynı şekilde inansak bizler bu niteliklere sahip oluruz. Ya
da bunun anlamı şu olur: İmam (halife, yönetici) eğer bu niteliklere sahip
olursa ve verdiği hükümlerde itham altında tutulursa ancak o zaman ona
muhalefet olunur. Sizin bize muhalefet ettiğinizi gören de sizin hakkımızda
böyle inandığı izlenimini verecek bir tarzdadır. Allah en iyi bilendir.
el-Mazeri, dedi ki: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz. Biz ne bırakırsak
o sadakadır" buyruğunu bilmekle birlikte Ali ve Abbas (r.a.)'ın her iki
halifeye gidip gelmeleri ve Ömer (radıyallahu anh)'ın kendilerine bunu
bildiğini ikrar ettirmesi hususunda onlar adına ileri sürülebilecek mazerete
gelince; bu hususta en uygun mazeret bazı ilim adamlarının söyledikleri şu
sözlerdir: Onlar o bahçeyi aralarında iki eşit parçaya paylaştırmasını
istediler. Böylelikle onlar bunu imamın kendilerine eğer bizzat bu işi
üstlenmiş olsaydı faydalı olacak şekilde yapacağı harcamaya uygun
harcayacaklardı. Ama Ömer onun hakkında paylaştırma adının kullanılmasından
hoşlanmad!. Çünkü aradan geçecek uzun bir zaman sonra onun miras olduğu ve
ikisinin Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e mirasçı olduğunun zannedilmesini
istememişti. Özellikle de kız ve amca arasında mirasta ikiye bölünür. O
taktirde böyle bir karışıklık ortaya çıkar, onların burayı mülk edindikleri
zannedilirdi. Söylediğimizi destekleyen hususlardan birisi de Ebu Davud'un şu
rivayetidir: Halifelik Ali (radıyallahu anh)'a geçince o araziyi sadaka
olmaktan çıkarmamıştır. es-Seffah da buna benzer bir delil ile karşılık
vermiştir:
İlk hutbesini verdiği
zaman boynunda mushafın asılı bulunduğu bir adam önünde ayağa kalkarak: Allah
aşkına benimle hasmım arasında bu mushaf ile hükmet, dedi. Seffah: Senin davacı
olduğun kimdir, dedi. O: Fedek’DEN alıkoyduğu için Ebu Bekir'dir, dedi. Seffah:
Sana zulum mü etti, dedi. Adam evet, dedi. Seffah: Peki ondan sonra kim gelir,
dedi. O: Ömer'dir, dedi. Peki o da sana zulmetti mi, dedi. Adam: Evet, dedi.
Osman hakkında da aynı şeyi söyleyince bu sefer: Peki Ali de sana zulmetti mi
deyince adam sustu. Seffah da ona ağır sözler söyledi.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Bazıları Fatıma (radıyallahu anha)'nın babasından mirasını istemesini onun
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz"
hadisini hatırı sayılır mallar hakkında diye tevil etmiştir. İşte miras
alınmayanlar bunlardır. Yoksa geriye bıraktıkları yiyecek, mefruşat ve silah
değildir. Ama böyle bir tevil Ebu Bekir, Ömer ve diğer ashabın (r.a.)'ın kabul
ettiği kanaate aykırıdır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Zevcelerimin nafakasından ve tayin ettiğim
memurlarımın ihtiyaçlarından sonra geride bıraktığım" buyruğu zevcelerinin
ondan mirasçı olacağı anlamında değildir. Aksine onların kendisinin eşi
olmaları sebebi ile başkaları ile evlenmeyecek durumda olmaları yahut da
faziletleri, erken dönemde hicret etmiş olmaları, müminlerin anneleri olmaları
gibi sebeplerle beytülmaldeki haklarının büyüklüğünden dolayıdır. Aynı şekilde
kaldıkları meskenleri de özel olarak onlara ait olmuş ve onların mirasçıları bu
meskenleri miras almamıştır.
Kadı Iyaz, dedi ki: Fatıma
(radıyallahu anha)'nın bu hadisi kendisine karşı delil göstermesinden sonra Ebu
Bekir (radıyallahu anh) ile tartışmayı terk etmesi mesele üzerinde icma
dolayısı ile bunu teslimiyetle kabul etmesinden dolayıdır. Ayrıca kendisine bu
hadis ulaşıp bunun anlamı da kendisine açıklanınca kendi görüşünü bırakmış
sonra da ne o ne de bundan sonra onun soyundan gelenlerden bir kimse miras
talebinde bulunmamıştır. Daha sonra Ali (radıyallahu anh) halifeliğe geldi ve
Ebu Bekir ile Ömer (r.a.)'ın yaptıklarından başka bir uygulama yapmadı. İşte bu
da Ali ve Abbas (r.a.)'nın taleplerinin ancak Fedek arizisini bizzat
kendilerinin idare etmeyi ve bunu kendi aralarında kendilerinin paylaştırmayı
istemelerinden ibaret olduğuna delildir. Az önce kaydedildiği gibi.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Fatıma (radıyallahu anha)'nın Ebu Bekir (radıyallahu anh)'dan darıldığınadair
söylenenlerin manası da onunla görüşmek istememesinden ibarettir. Bu ise selam
vermeyi terk etmek, karşılaşıldığı zaman yüz çevirmek anlamındaki haram olan
dargınlık kabilinden değildir.
Bu hadis-i şerifte
geçen: "Onunla konuşmadı" ifadesi bu hususta onunla konuşmadı yahut
da ondan sıkıldığı için kendisinden herhangi bir ihtiyacını istemedi,
onunlakarşılaşıp da konuşmak için de bir zorunluluk duymadı demektir. Yoksa her
ikisinin birbirleri ile karşılaştıkları halde Fatıma (radıyallahu anha)'nın ona
selam vermeyip onunla konuşmadığı nakledilmiş değildir. (Kadı Iyaz devamla),
dedi ki: Ömer (radıyallahu anh)'ın: Gelip benimle konuştunuz. Ben de bir husus
hakkında ikinizle konuştum. Ey Abbas! Sen gelip benden kardeşinin oğlundan sana
düşen payını istedin. Bu da gelip benden hanımının babasından kendisine düşen
payını istedi" sözleri ise bundan önce Ebu Bekir (r.a.)'ın kendilerine bu
hadisi bildirmiş olması ile ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Bize mirasçı olunmaz" buyruğu ile birlikte açıklanması zordur. Bunun
cevabı da şudur: Onların her biri tek başına bunu idare etmek istedi. Biri amca
olarak yakınlığını delil gösterirken öbürü ise hanımının nübüvvete olan yakınlığını
delil göstermişti. Yoksa maksat her ikisinin de Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in kabul etmediği Ebu Bekir'in de onlara vermeyip kendilerine vermeyiş
delilini açıklayıp kendilerinin de bu gerekçesini kabul ettikleri bir hususu
istemiş değillerdi. İlim adamları der ki: Bu hadis-i şerifte her bir kabilenin
işinin başına efendilerinin getirilmesi ve onların menfaat ve maslahatlarına
olan hususların ona havale edilmesi gerektiğine delil vardır. Çünkü kendi
kabilesini o kişi daha iyi bilir. O onlara daha yumuşak davranır ve onlar da
kendisine boyun eğmekten çekinme ihtimalleri daha uzaktır. Bundan dolayı yüce
Allah: "O taktirde erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir
hakem gönderin" (Nisa, 35) buyurmaktadır.
Ayrıca bu hadiste
künyesini sözkonusu etmeksizin bir adama adı ile seslenmenin caiz olduğu,
yönetici ve kamu görevlisi bir kimsenin yemek, abdest almak ve buna benzer
ihtiyaçduyacağı zamanlarda kendisi ile yönettiği kimseler arasında bir
teşrifatçı görevlendirmesinin caiz olduğuna, vahid haberi kabul etmenin caiz
olduğuna, imamın hasımların huzurunda söylediklerine adaletli kimseleri hakkı
uygulamak ve hasmı susturmak hususundaki delilinin güçlenmesi için şahit
tutabileceğine de delil vardır. Allah en iyi bilendir.
"Bunun üzerine Ömer
(r.a.): Yavaş olun, dedL" Yani sabredin ve biraz mühlet verin demektir.
"Size Allah adına
and veriyorum." Yani Allah adına sizden istiyorum.
Burada and vermek
anlamındaki sesi yükseltmek demek olan "neşid" den alınmıştır.
Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in: "Bize mirasçı olunmaz geriye ne bırakırsak o bir sadakadır.
" Bu da geriye ne bırakırsak o bir sadakadır demektir. Müslim daha sonra
(4554) Yahya b. Yahya'nın Malik’DEN rivayet ettiği Aişe (radıyallahu anha)'nın
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e merfu olarak isnad ettiği:
"Bize mirasçı olunmaz. Geriye ne bırakırsak o bir sadakadır"hadisini
zikretmektedir. Onun buna özellikle dikkat çekmesi şianın bazı cahillerinin
bunu tashif etmeleri (değiştirmeleri)dir.
İlim adamları der ki:
Nebilere (Allah'ın salat ve selamları onlara) mirasçı olunmayışının sebebi
mirasçılar arasında onun ölümünü temenni edecek ve böylelikle helak olacak
kimselerin olmayacağından emin olunmayışı ve ayrıca onların mirasçılan lehine
dünyada rağbetlerinin bulunduğunun zannedilmemesi içindir. Çünkü o taktirde bu
zanna kapılan bir kişi helak olur. İnsanlar da onlardan uzak kalırlar.
Hadisteki:
"Şüphesiz Allah, Rasulüne ondan başka hiç bir kimseye vermediği bir
özellik vermişti ... " Kadı Iyaz bunun anlamı ile ilgili olarak iki
ihtimali sözkonusu etmiştir. Birinci ihtimal ganimetin ona ve ümmetine helal
kılınmasıdır. İkincisi ise fey'i ilim adamlarının görüş ayrılıklarında geçtiği
gibi tamamen ya da kısmen özel olarak ona tahsis etmiş olmasıdır. (Kadı Iyaz),
dedi ki: Ömer (radıyallahu anh)'ın buna ayeti delil göstermesi dolayısı ile bu
ikinci ihtimal daha güçlüdür.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: