SAHİH-İ MÜSLİM |
CİHAD VE SİYER |
13/15- KATİLİN MAKTÜLÜN
SELEBİNİ (ÜZERİNDEKİ EŞYALARI) HAK ETMESİ BABI
4541-41/1- Bize Yahya b. Yahya et-Temımı tahdis etti, bize Huşeym,
Yahya b. Said'den haber verdi, o Ömer b. Kesir b. Eflah'dan, o Ebu Muhammed el-Ensari'den
-ki Ebu Katade'nin meclis arkadaşı idi- şöyle dediğini rivayet etti: Ebu
Katade, dedi ki deyip hadisi rivayet etti.
Diğer tahric: Buhari,
2100 -muhtasar-, 3142, 4321, 7170; Ebu Davud, 2717; Tirmizi, 1562 -muhtasar ve
ayrıca muallak olarak-; İbn Mace, 2837 -muhtasar-
4542- .. ./2- Bize
Kuteybe b. Said de tahdis etti, bize Leys, Yahya b. Said'den tahdis etti, o
Ömer b. Kesir'den, o Ebu Katade'nin azadlısı Ebu Muhammed’DEN rivayet ettiğine
göre Ebu Katade, dedi ki diyerek hadisi rivayet etti.
4543-" ./3- Bize
Ebu't-Tahir ve Harmele -lafız kendisine ait olmak üzeretahdis etti, bize
Abdullah b, Vehb haber verip, dedi ki: Malik b. Enes'i şöyle derken dinledim:
Bana Yahya b. Said, Ömer b. Kesir b. Eflah'dan tahdis etti, o Ebu Katade'nin
azadlısı Muhammed'den, o Ebu Katade'den şöyle dediğini rivayet etti: Huneyn
senesi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte çıktık. Düşmanla
karşılaştığımız zaman Müslümanlar korkup geri çekildiler. Müşriklerden
birisinin Müslümanlardan birisinin üzerine çıkmış olduğunu gördüm. Ben de
dönerek arkasından onun yanına gittim. Omuzunun üzerinden boynuna bir darbe
indirdim. Benim üzerime gelerek beni öyle bir sıktı ki ondan ölümün kokusunu
aldım. Ama sonra o ölüverdi de beni bıraktı. Sonra Ömer b. el-Hattab'ın yanına
yetiştim. İnsanlar bu halin ne, dedi. Ben:
Allah'ın emri, dedim.
Sonra insanlar geri döndü. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de oturdu
ve: "Her kim birisini öldürüp onu'öldürdüğüne dair bir delili varsa onun
selebi (üzerindeki değerli eşyası) onundur" buyurdu. Bunun üzerine ben
ayağa kalkıp: Bana kim şahitlik eder, dedim. Sonra oturdum. Sonra Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu üçüncü defa söyleyince tekrar ayağa kalktım.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Neyin var Ebu Katade"
buyurdu. Ben de ona olayı anlattım. Orada bulunanlardan bir adam: Doğru
söylüyor ey Allah'ın Rasulü. O maktulün eşyaları (selebi) benim yanımdadır.
Onun hakkı hususunda onu razı et, dedi. Ebu Bekr es-Sıddik de: Allah'a yemin
olsun ki böyle olmaz. Allah ve Rasulü uğrunda savaşan Allah'ın arslanlarından
bir arslanın hak ettiği o öldürülen kişinin selebini (eşyasını) tutup sana
vermez, dedi. Bunun üzerine RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Doğru söyledi. O selebi ona (Ebu Katade'ye) ver" buyurdu. O da bana
verdi.
Ebu Katade, dedi ki:
Zırhı sattım, onunla Selimeoğulları diyarında bir bahçe satın aldım. Gerçekten
o benim Müslüman olarak edindiğim ilk malım oldu.
Leys'in hadisinde şöyle
denilmektedir: Bunun üzerine Ebu Bekir, dedi ki: Asla onu Allah'ın
arslanlarından bir arslanı bırakıp da Kureyş'in bir sırtlancağızına onu vermez,
dedi.
Leys'in hadisinde:
(Sadece) ilk edindiğim maldır" demiştir.
AÇIKLAMA: (4541)
"Bize Yahya b. Yahya et-Temımı tahdis etti. .. Ebu Katade'nin meclis
arkadaşı idi. Ebu Katade, dedi ki deyip hadisi rivayet etti." Yine Müslim
(4542), dedi ki: s'Bize Kuteybe b. Said de tahdis etti. .. Ve hadisi rivayet
etti.''
Sonraki rivayette Müslim
(4543), dedi ki: "Bize Ebu't-Tahir ve Harmele de -Iafız ona ait olmak
üzere- tahdis etti, bize Abdullah b. Vehb haber verip, dedi ki. .. Huneyn
senesi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte çıktık. .. "
Şunu belirtelim ki
birinci yolda "vaktassal hadis: hadisi nakletti" ile ikinci yolda
"vesakal hadis: hadisi nakletti" derken bu ifadeleri ile bu ikisinden
sonra sözü geçen üçüncü yolda zikredilen hadisi kastetmektedir. Bu da:
"Bize Ebu't-Tahir de tahdis etti" diye başlayan hadisdir. Esasında bu
Müslim'in adetleri arasında garip (alışılmadık) bir yoldur. Bu sebeple sizin
için yaptığım tahkiki iyice belleyiniz. Çünkü ben bazı yazıcıların bunda hata
ettiğini ve bunun Müslim'in çoğunlukla bilinen alışkanlığında görüldüğü gibi
önceki iki hadis ile ilgili olduğu zehabına kapılmıştır. Hatta kendisine işaret
olunan bu kişi bunun için bağımsız bir bab başlığı koymuş ve üçüncü rivayet
yolu için de bir başka bab başlığı koymuştur. Bu ise büyük bir hatadır. Bundan
sakınmak gerekir. Sözü geçen rivayet yolları üzerinde düşünecek olursanız benim
sizin için yaptığım bu tahkikin doğruluğundan kesinlikle emin olursunuz. Allah
en iyi bilendir.
Bu rivayetlerde geçen
Ebu Muhammed'in adı Nafi b. Abbas el-Akra elMedeni el-Ensari olup onların
azadlısıdır.
Bu hadiste biri
diğerinden rivayet nakleden tabiinden üç kişi vardır. Bunlar da Yahya b. Said,
Ömer ve Ebu Muhammed'dir.
"Müslümanlar geri
çekilip korkuya kapıldılar." Burada "cevle: korkup geri
çekilmek" lafzı cim harfi fethalı söylenir. Böyle bir hal ordunun bir
kısmında görülmüştü. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile onunla
birlikte bir topluluk ise geri çekilmediler. Nitekim bu husustaki sahih
hadisler de meşhurdur. İleride yeri gelince bunlara dair açıklama da
gelecektir. Ayrıca Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bozguna uğrayıp geri
çekildi demenin caiz olmadığı üzerinde Müslümanların icma ettiğini
nakletmişlerdir. Hiç kimse kesinlikle onun herhangi bir savaş yerinde bizzat
korkup geri çekildiğini rivayet etmiş değildir. Aksine onun bütün konumlarda
ileri atılıp sebat gösterdiği ile ilgili sahih hadisler sabittir.
"Müşriklerden bir
adamın bir müslümana üstünlük sağlamış olduğunu gördüm." Yani ona üstünlük
sağlamış, onu öldürmek üzere idi. Yahut da onu yere yıkmış ve onu öldürmek
üzere üzerine oturmuştu.
"Ben de omuzu
üzerinden boynunu vurdum." Buradaki "hablül atik" omuz ile boyun
arası demektir.
"Beni öyle bir
sıktı ki ondan ölümün kokusunu aldım." Bununla ya ölüm sıkıntısı gibi bir
sıkıntı hissettim demek istemiştir yahut da ölmenin kertesine geldiğini
anlatmak istemiştir.
"Sonra insanlar
geri döndü ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturup:
Kim birisini öldürmüş
olup onu öldürdüğüne dair bir beyyinesi varsa onun selebi ona aittir
buyurdu." İlim adamları bu hadisin anlamı hususunda farklı görüşlere
sahiptir. Şafii, Malik, Evzai, Leys, Sevri, Ebu Sevr, Ahmed, İshak, İbn Cerir
ve başkaları öldüren kişi bütün savaşlarda öldürdüğünün selebini hak eder.
İster bundan önce ordu komutanı kim birisini öldürürse onun selebi ona ait
olacaktır demiş olsun ister bunu söylememiş olsun fark etmez. Ayrıca derler ki:
işte bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in verdiği bir fetva ve şeriatin
hükmüne dair bir haberidir. Dolayısı ile bunun için başka bir kimsenin sözüne
ihtiyaç yoktur.
Ebu Hanife, Malik ve
onlara uyan kimseler -yüce Allah'ın rahmeti onlara- ise şöyle demektedir: Katil
yalnızca öldürmekle maktulün selebini hak etmiş olmaz. Aksine o sel eb de diğer
ganimet alınan mallar gibi ganimet alanların hepsine aittir. Ancak savaşmadan
önce emir: Kim birisini öldürürse onun selebi ona ait olacaktır demiş olması
müstesnadır. Onlar da hadisi buna göre yorumlamışlar ve bunu Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in mutlak olarak söylediğini, bunun bir fetva ve genel bir
durum ile ilgili bir haber olarak söylemediğini kabul etmişlerdir.
Onların bu açıklamaları
zayıftır. Çünkü bu hadis-i şerifte Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu
sözü, savaşın bitmesinden ve ganimetlerin toplanmasından sonra söylediğini
açıkça ifade etmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Daha sahih olanı şudur: Eğer
katil, kadın, küçük çocuk ve köle gibi ganimette payı değil de az bir şeyler
verilecek kimselerden ise selebi hak eder. İmam Malik ise selebe ait ancak
savaşçı hak kazanır demiştir. Evzai ve Şam'lı fukaha ise selebi ancak saflar
birbirine girmeden önce öldürmüş olduğu kişinin selebini hak eder. Savaşta
safların birbirine girmesi halinde onu öldürmüşse selebini hak etmez.
Fukaha selebin beşte
birlere bölüneceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Şafii'nin bu hususta iki
görüşü vardır: Şafii mezhebi alimlerine göre bu iki görüşünden daha sahih olanı
beşte bire bölünmeyeceğidir. Hadislerin zahirinden anlaşılan da budur. Ahmed,
İbn Cerir, İbn Munzir ve başkaları da böyle demişlerdir. Mekhul, Malik ve Evzai
ise beşte bire bölünür demişlerdir. Ama bu Şafi'nin zayıf bir görüşüdür. Ömer
b. el-Hattab (radıyallahu anh) İshak ve İbn Rahuye ise eğer seleb çok olursa
beşte bire bölünür demişlerdir. Malik’DEN ise Kadı İsmail'in tercih ettiği bir
rivayete göre imam tercihde serbesttir. Dilerse onu beşte bire ayırır, dilerse
ayırmaz.
RasuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Her kim birisini öldürüp de onu öldürdüğüne daİr
bir beyyinesi varsa onun selebi ona aittir" buyruğunda Şafii, Leys ve
onlara muvafakat eden Maliki mezhebi alimleri ile diğerlerinin kabul ettiği şu
görüşlerinin lehine açıkça delil teşkil etmektedir: Seleb, ancak bir kişiyi
öldürdüğüne dair delili bulunan kimseye verilir. Delili olmadan onun
söyleyeceği söz kabul edilmez.
Malik ve Evzai ise
herhangi bir delil sözkonusu olmaksızın sözlü iddiası üzerine verilir
demişlerdir. Ayrıca derler ki: Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
hadis-i şerifte selebi kendisine sadece bir kişinin söylediği söze dayanarak
vermiş ve o kişiye yemin ettirmemiştir.
Buna da cevap şudur: Bu,
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onu öldürenin o olduğunu herhangi bir
yolla bildiği şeklinde yorumlanır. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
beyyineyi açıkça sözkonusu etmişken hükümsüz kabul edilemez.
Maliki mezhebine mensup
birisi şöyle diyebilir: Bu bir mefhum delilidir.
Maliki mezhebine göre
ise bu delil değildir. Buna da: İnsanl.:xa iddia ettikleri bir şey verilecek
olursa bu sefer herkes ... iddia eder" buyruğu ile cevap verilir. Bizim
yaptığımız bu açıklama İmam Şafii'nin delili çerçevesinde itimad olunan bir
açıklamadır. Bazılarının delil diye ileri sürdükleri Ebu Katade, o selebin
elinde bulunduğu kişinin ikrarı ile ona hak kazanmıştır demekte ise de bu zayıf
bir iddiadır. Çünkü ikrar, ancak malın elinde bulunan kimseye nisbet edilmiş
olması halinde fayda verir. Buna dayanarak o malı ikrarı ile alır. Burada ise
mal ordunun tamamına nisbet edilmektedir. Dolayısı ile birilerinin diğerleri
hakkındaki ikrarı kabul edilemez. Allah en iyi bilendir.
"Ebu Bekr es-Sıddık
(radıyallahu anh): Allah'a yemin olsun ki hayır olmaz ... Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğru söyledi buyurdu." Buhari ve Müslim'in
Sahih'lerinde ve diğer kaynaklarda bütün muhaddislerin rivayetlerinde bu
şekilde (.....) diye elif ile rivayet edilmiştir. Ancak Hattabı ve dil bilginleri
bunu kabul etmeyip: Bu raviler tarafından yapılmış bir değişikliktir. Bunun
doğrusu ise başına elif getirilmeksizin (ı;) dir demişler ve şunu
eklemişlerdir: Bu ise kasem için kullanılan vav ile aynı anlamdadır. Tıpkı:
(.....): Hayır, Allah'a yemin olsun ki bu olmaz, demiş gibidir.
Ebu Osman el-Mazeri
(r.a.), dedi ki: Bu, (.....): Allah'a yemin ederim hayır. İşte benim yeminim
budur, anlamındadır. Yahut da benim kasemim budur, demektir. Ebu Zeyd, dedi ki:
Burada (....) zaide (fazla)dir. Bu da iki şekilde med ve kasr ile söylenir.
Bunlar ayrıca derler ki: Tıpkı vavdan sonra gerektiği gibi bu da geldikten
sonra ismin mecrur olmasını gerektirir. Vav ile birlikte kullanılması caiz
değildir. Bu sebeple (.....) denilmez.
Bu hadis-i şerifte bu
lafzın yemin olacağına delil vardır. Mezhep alimlerimiz der ki: Eğer bunu
kullanarak yemin etmeyi niyet ederse yemin olur, değilse olmaz. Çünkü bu lafız,
yemin olarak bilinen bir lafız değildir demişlerdir. Allah en iyi bilendir.
"Gitmez, lafzı ye
ile ve nun ile (lanamidu: gitmeyiz) diye zaptedilmiştir. Bundan sonraki Sana
vermez, lafzı da aynı şekilde ya ile ve nun ile (o zaman vermeyiz anlamında
olur) zaptedilmiştir. Her ikisinin anlamı açıktır.
"Allah ve Rasulü
adına savaşan" yani Allah yolunda, Allah'ın dinine ve Rasulü'nün şeraitine
yardım etmek ve Allah'ın adı en üstün olsun diye savaşan bir kimse demektir.
Bu hadis-i şerifte Ebu
Bekir es-Sıddık (r.a.) RasUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzurunda
fetva vermek ve bunun için de delil getirmek Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in de bu hususu onun tasdik etmesi sebebi ile açık bir fazileti
görülmektedir. Ayrıca bu hadisten Ebu Katade'nin açık bir menkıbesi de vardır.
Çünkü ona Allah ve Rasulü için savaşan Allah'ın ars!anlarından bir arslan adını
vermiş, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de onun bu adlandırmasını tasdik
etmiştir. İşte o da onun menkıbelerinden pek büyük bir menkıbedir.
Ayrıca bu hadiste
selebin katile ait olduğu hükmü de anlaşılmaktadır.
Çünkü selebi ona izafe
etmiş ve: onun selebini sana vermeyecektir demiştir.
"Onunla
Selimeoğulları diyarında bir bahçe satın aldım." Selimeoğulları lam harfi
kesreli olarak söylenir. (Bahçe anlamındaki) "mahref" kelimesi ise
mim ve re harfleri fethalı söylenir. Meşhur olan budur. Kadı Iyaz da, dedi ki:
Biz bu kelimeyi mim harfi fethalı re harfi kesreli (mahrif şeklinde) mescit
gibi de rivayet ettik. Burada mahrifden kasıt bahçedir. Bunun iki sıra
halindeki bir hurma bahçesi olduğu da söylenmiştir. İbn Vehb ise bu küçük bir
bahçedir demiştir. Başkası ise, az sayıdaki bir kaç hurma ağacıdır demiştir.
Mim harfi kesreli ve re harfi fethalı olarak "mihraf" ise içine
toplanan meyvelerin konulduğu kap demektir. Nitekim meyveyi topladığı zaman
"ihtarefe" denilir. Toplanmış meyveye de "mehrlif" denilir.
"Şüphesiz ki o
benim İslam'da edindiğim ilk maldır." Sahip olduğum ve onun aslına malik
olduğum ilk maldır.
"Kureyş'ten bir
sırtlancağıza onu verme." Kadı Iyaz, dedi ki: Müslim'in kitabını rivayet
edenler bu kelimeyi iki farklı şekilde rivayet etmişlerdir. Biri
es-Semerkandi'nin sad ve gayn ile "usaybiğ" şeklindeki rivayetidir.
İkincisi ise diğer ravilerin kaydettikleri dat ve ayn ile "udaybi'"
rivayetidir. Aynı şekilde Buhari'nin ravileri de bu hususta ihtilaf
etmişlerdir. İkinci rivayete göre bu kelime kıyas dışı olmak üzere dabu
(denilen sırtlan)'ın küçültme ismidir. Sanki o Ebu Katade'yi arslan olmakla
nitelendirirken bunu da ona nisbetle küçültmek istemiş ve yakalayışında güçlü
olmaması, acizlik ve ahmaklık niteliği dolayısı ile onu bir sırtlancağıza benzetmiş
olmaktadır. Birinci okuyuşa göre ise onu ten renginin değişik olması ile
nitelendirmiş olmaktadır. Kendisini renginin siyahlığı sebebi ile tahkir edip
yerdiği de söylenmiştir. Onun teninin pek sevilmeyen bir renkte olması
anlamında olduğu da söylenmiştir. Onu bayağılık ve zayıflık ile nitelendirdiği
de söylenmiştir. Hattabı, dedi ki:
"Usaybiğ" bir
kuş türüdür. Bununla birlikte onu yeryüzünde ilk olarak çıktığı sırada güneşe
bakan tarafı sarı olan ve "essaybuğa" denilen güçsüz bir bitkiye
benzetmiş olması da mümkündür. Allah en iyi bilendir .
4544-42/4- Bize Yahya b.
Yahya et-Temimi tahdis etti, bize Yusuf b. elMacişun, Salih b. İbrahim b.
Abdurrahman b. Avf'dan haber verdi, o babasından, o Abdurrahman b. Avf’DAN
şöyle dediğini rivayet etti. Bedir gününde safta duruyorken sağıma ve soluma
baktım. Kendimi ensardan yaşları küçük iki çocuk arasında görünce keşke
bunlardan daha güçlü iki kişi arasında olsaydım diye temenni ettim. Onlardan
biri beni dürterek: Amcacığım Ebu Cehil'i tanıyor musun, dedi. Ben: Evet,
kardeşimin oğlu ona ne ihtiyacın var, dedim. O: Bana haber verildiğine göre o
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e dil uzatırmış. Nefsim elinde olana
yemin ederim ki onu görürse m aramızdan kimin eceli daha erken gelmişse o kişi
ölmeden bedenim onun bedeninden ayrılmayacaktır, dedi. (Abdurrahman b. Avf),
dedi ki: Onun bu, dediğine şaştım kaldım. Bu sefer diğeri beni dürttü. O da
aynı şeyi söyledi. Kısa bir süre geçti ki Ebu Cehil'in insanlar arasında gidip
geldiğini görüverdim.
Ben: Görüyor musunuz?
İşte sizin sorup aradığınız adamınız bu, dedim. Her ikisi de hızlıca üzerine
atıldılar. Kılıçları ile ona darbelerini onu öldürünceye kadar indirdiler.
Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gidip ona haber
verdiler. O: "Onu hanginiz öldürdü" buyurdu. Her biri: Ben öldürdüm,
dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kılıçlarınızı sildiniz
mi" buyurdu. İkisi de: Hayır, dedi. Allah Resulü her iki kılıca da baktı
ve: "Onu ikiniz de öldürmüşsünüz" buyurdu ve selebinin Muaz b. Amr b.
el-Cemuh'a verilmesine hüküm verildi. Bu iki kişi ise Muaz b. Amr b. el-Cemuh
ile Muaz b. Afra idi.
Diğer tahric: Buhari,
3141, 3964, 3988
AÇIKLAMA: "Bunlardan
daha iri iki kişi arasında bulunsaydım diye temenni ettim."
Bütün nüshalarda
"adla" kelimesi dad ve ayn harfi iledir. Kadı Iyaz da bunu Müslim
Sahihi'nin bütün nüshalarından böylece nakletmiştir. Daha doğru olanı budur.
Buhari'nin bazı rivayetlerinde ise "aslah" diye rivayet edilmiş ve
Müsedded de bunu böyle rivayet etmiştir demiştir.
Derim ki: Müslim
Sahihi'nin bazı nüshalarının haşiyesinde de böyle kaydedilmiştir. Ama birincisi
daha sahih ve daha güzeldir. Bununla birlikte her ikisi de doğrudur. Her
ikisini de söylemiş olması ihtimali vardır. "Adla': Daha güçlü"
anlamındadır.
"Bizden eceli daha
erken gelmiş olan ölmedikçe" yani ikimizden birisi -ki o da eceli daha
erken gelendir- ölmedikçe ondan ayrılmayacağım.
"Aradan fazla zaman
geçmeden Ebu Cehil'in insanlar arasında dolaştığını gördüm." Buradaki
"yezlilü" kelimesi ze ve vav harfleri ile olup diyarımızdaki bütün
nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz da bunu üstadlarının pekçoklarından böylece
rivayet etmiş ve şunları söylemiştir: Bazılarında İbn Mahan'dan re ve fe ile
"yerfulu" şeklindedir. Ama birincisi daha açık ve daha uygundur.
Hareket ediyor, hızlıca gidip geliyor, belli bir yerde ve belli bir mekanda
durmuyor anlamındadır. (Kökünü teşkil eden) zeval de yerinde durmamak, huzurlu
olmamak anlamındadır. Şayet ikinci rivayet sahih ise bu da elbiselerini,
zırhını yere kadar sarkıtıp onu sürüklüyor anlamına gelir.
"Hanginiz onu
öldürdü. Onların her biri ben öldürdüm, dedi... Bu iki kişi Muaz b. Amr b.
el-Ce mu h ile Muaz b. Afra'dır." İlim adamları bu hadisin anlamı
hususunda farklı kanaatlere sahiptir. Mezhep alimlerimiz der ki: Bu iki kişi
birlikte onu yaralamışlardır. Ama Muaz b. Amr b. el-Cemuh daha önce ona çok
ağır bir yara verdiği için selebi o hak etmiştir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Onu ikiniz de öldürmüşsünüz" buyurması ise onun
öldürülmesinde onun da katkısı olduğundan ötürü diğerinin gönlünü hoş tutmak
içindi. Yoksa selebi hak etmeye neden olan şer'i öldürme ağır darbeyi
indirmekle ve artık onu kendisini koruyacak bir halden çıkarmakla mümkün olur.
Böyle bir hali ise Muaz b. Amr b. el-Cemuh gerçekleştirmiştir. Bundan ötürü
selebin ona verileceğine hüküm vermiştir.
Mezhep alimlerimiz der
ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in iki kılıCı almasının sebebi o
iki kılıcı her ikisinin onu öldürme keyfiyetlerinin gerçek mahiyetine delil
olarak almak içindi. Böylelikle İbn el-Cemuh'un onu ağırlaştırdığını sonra da
ikincisinin buna birincisinin selebi hak etmesinden sonra katılmış olduğunu
ortaya çıkarmış oldu. Dolayısı ile o ikincisinin selebde hakkı olmadı. Bu
hadisin anlamı hususunda mezhep alimlerimizin kanaati budur.
Maliki mezhebi alimleri
de şöyle demektedir: Selebi ikisinden birisine vermesinin nedeni ise imamın
seleb hususunda muhayyer oluşundan dolayıdır. Onunla ilgili istediği uygulamayı
yapar. Onların bu görüşlerine red mahiyetindeki cevap daha önce geçti. Allah en
iyi bilendir.
"O iki kişi ise
Muaz b. Amr b. el-Cemuh ile Muaz b. Afra idi" ibaresi Buhari ve Müslim'de
Yusuf b. el-Macişun'un rivayeti ile bu şekildedir. Yıne Buhari'nin Sahihi'nde
İbrahim b. Sa'd yolu ile gelen hadiste Ebu Cehil'i vuranın Afra'nın iki oğlu
olduğu belirtilmektedir. Bunu aynı zamanda İbn Mesud'un bir rivayeti olarak
zikretmiş olup Afra'nın iki oğlunun hareketsiz kalıncaya kadar onu vurdukları
ifade edilmektedir. Müslim de onu bu hadisten sonra zikretmiştir. Buhari ve
Müslim’DEN başkaları ise onun işini bitirip başını alanın İbn Mesud
(radıyallabu anh) olduğunu zikretmektedir. Çünkü Abdullah b. Mesud onu henüz
can çekişmekte iken bulmuş idi. Onunla başından geçen haber bilinen bir
husustur.
Kadı Iyaz, dedi ki: Bu,
siyer alimlerinin çoğunluğunun kabul ettiği kanaattir.
Derim ki: Her üçünün de
onu öldürmekte pay sahibi oldukları şeklinde yorumlanır. Onu ağır bir şekilde
yaralayan Muaz b. Amr b. el-Cemuh olup bundan sonra İbn Mesud can çekişmekte
iken geldi ve boynunu kesti.
Bu hadisten çeşitli
hükümler anlaşılmaktadır:
1. Hayırlı işlerde acele
etmek ve faziletli işlere şevk duymak gerekir.
2. Allah ve Rasulü için
öfkelenmek gerekir.
3. Hiç kimsenin
küçümsenmemesi gerekir. Çünkü bir işi yapamayacak kadar küçük görülen bir kimse
bazen düşünülenden daha büyük bir iş yapabilir ve böyle bir işi yapmaya en
layık bir kişi dahi olabilir. Bu iki gencin başından geçtiği gibi.
Maliki alimleri bunu
öldürenin selebi hak kazanması için beyyine olmadan da sözünün yeterli oİduğuna
delil göstermişlerdir. Mezhep alimlerimizin buna cevabı ise Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in bu işi herhangi bir beyyine ile ya da başka bir yolla
bildiği şeklindedir.
4545-43/5- Bana
Ebu't-Tahir, Ahmed b. Amr b. Serh de tahdis etti, bize Abdullah b. Vehb haber
verdi, bana Muaviye b. Salih, Abdurrahman b. Cübeyr'den haber verdi, o
babasından, o Avf b. Malik'den şöyle dediğini rivayet etti. Himyer’DEN bir adam
düşmandan bir adam öldürdü ve onun selebini istedi. Halid b. Velid -ki başlarında
komutan idi- ona o selebi vermedi. Avf b. Malik, Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e gelerek durumu ona haber verince Halid'e: "O adama öldürdüğü
kişinin selebini vermene engel olan ne idi" buyurdu. Halid: O bana çok
geldi ey Allah'ın Rasülü deyince. Allah Resulü: "Onu o adama ver"
buyurdu.
Sonra Halid Avf'ın
yanından geçince Avf onun ridasını çekti, sonra da:
Sana Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile ilgili olarak söylediklerimi gerçekleştirdin
mi, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu işitince kızdı ve:
"Onu (ona) verme ey
Halid. Onu (ona) verme ey Halid. Siz benim komutanlarımı bana bırakmayacak
mısınız? Sizin misaliniz ile onların misali deve yahut koyunlara çobanlık
yapmak üzere tutulan bir adamın misaline benzer. Bu adam onları otlatır, sonra
onların su içecekleri zamanı kollar. Zamanı gelince onları bir havuzun başına
götürür. Onlar da o havuzdan temiz alanını içip bulanık alanını bırakırlar.
İşte onun temizi sizin bulanık olanı da onların aleyhinedir" buyurdu.
Diğer tahric: Ebu
Davud, 2719
AÇIKLAMA: "Avf
b. Malik (radıyallahu anh), dedi ki: Himyer'den bir adam düşmandan bir adam
öldürdü ... Komutanlarımı bana bırakmayacak mısınız ... "
Bu olay sekizinci yılda
Mute gazvesinde olmuştur. Nitekim bunu bundan sonraki rivayette açıklamış
bulunmaktadır. Bu hadisMi şerif düşmanı öldüren kişi selebini hak etmiş olmakla
birlikte bu selebi ona nasıl vermediği bakımından açıklanması zor görülebilir.
Buna iki şekilde cevap verilir: Birincisi muhtemelen bu selebi daha sonra düşmanı
öldürene vermiş olması mümkündür. Ama hem onu hem Avf b. Malik'i Halid
(radıyallahu anh)'a dil uzabp hem kumandanın hem onu tayin edenin saygınlığını
çiğnemiş oldukları için onlara bir tazir olmak üzere geciktirmiş olabilir.
İkinci açıklamaya göre o selebin sahibinin gönlünü hoş ederek kendi tercihi ile
onu almamış ve müslümanlara bunu vermiş olabilir. Bundan maksat ise komutanlara
gereken ikramın ve saygının gösterilmesi maslahatı için Halid (radıyallahu
anh)'ın kalbini hoş etmektir.
"Bunun üzerine
kızdı ve: Onu (ona) verme ey Halid buyurdu." Burada kızgınlık halinde
hüküm vermenin caiz olduğu ve verilen bu hükmü n geçerli olacağı, bu husustaki
yasağın haram kılmak için değil tenzih için olduğu anlaşılmaktadır. Mesele az
önce yargılar kitabında açık bir şekilde geçmiş bulunmaktadır.
"Komutanlarımı bana
bırakacak mısınız" burada bazı nüshalarda sonunda nun bulunmaksızın
(.....): Bırakıcılar şeklindedir. Bazılarında ise sonunda nun ile (.....)
şeklindedir. Asıl olan budur. Birincisi de sahihtir ve o bilinen bir
söyleyiştir. Bu şekilde pek çok hadis-i şerifler de gelmiştir Bunlardan birisi
de "iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman
etmiş olmazsınız" hadisidir. Buna dair açıklama daha önce İman Kitabı'nda
geçmiş bulunmaktadır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in emirleri, komutanları ve yönetim altında olanları
nitelerken: "onun temiz olanı sizindir" kastettiği raiye
(yönetilen)dir. "Bulanık olanı da onların aleyhinedir" emirin,
komutanın aleyhinedir demektir. Dil bilginleri der ki: Burada temiz ve arı
anlamındaki "es-saf" lafzı sad harfi fethalıdır. Başka türlü okunmaz.
Katıksız olan demektir. Eğer sonuna yuvarlak te getirilerek
"essaffeh" diyecek olurlarsa sad harfi ötreli (essuffeh) fethalı (essaffeh)
ve kesreli (essiffih) şekillerinde üç ayrı söyleyişi vardır.
Hadisin anlamına
gelince, yönetilenler işlerin temiz olanını alırlar. Böylelikle o herhangi bir
sıkıntı ile karşılaşmaksızın onlara verilen bağışlar kendilerine ulaşır.
Yöneticiler ise işlerin sıkınbsını çekmekle malları doğru ve uygun yoldan
toplayıp uygun yerlerinde harcamak, yönetilenleri korumak, onlara karşı
şefkatli olmak, onları koruyup himaye etmek, birbirleri arasındaki
haksızlıkları adaletle çözmekle yükümlüdürler. Diğer taraftan bunların herhangi
birisi ile ilgili olarak bir yanlışlık yahut sitemi gerektiren bir husus olursa
bu da halka değil de amirlere ve yöneticilere yönelik olur.
4546-44/6- Bana Zuheyr
b. Harb da tahdis etti, bize Velid b. Müslim tahdis etti, bize Safvfuı b. Amr,
Abdurrahman b. Cüfeyr b. Nufeyr'den tahdis etti, o babasından, o Avf b. Malik
el-Eşcai'den şöyle dediğini rivayet etti: Mute gazvesinde Zeyd b. Hfuise ile
birlikte çıkanlarla beraber ben de çıktım. Yemen’DEN yardıma gelenlerden bir
yardımcı da bana yol arkadaşlığı yaptı. Sonra hadisi Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den buna yakın olarak rivayet etti. Ancak o hadiste şunları söyledi:
Avf, dedi ki: Ben: Ey Halid! Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
selebin düşmanı öldüren kişiye ait olduğuna hükmettiğini bilmiyorsun, dedim. O
biliyorum fakat o bana çok geldi, dedi.
AÇIKLAMA: "Mute
gazvesi" mim harfi ötreli ve sakin bir hemze iledir. Benzerlerinde olduğu
gibi hemzesiz söylenmesi de caizdir. Burası Kerk yakınlarında Şam bölgesinin
uzak taraflarında bilinen bir kasabadır.
"Mededi"
yardıma gelen bir adam demektir. Meded diye sözkonusu edilenler ise Mute
ordusuna gelip yardım eden ve onları desteklemek üzere gelenler demektir.
4547 -45/7 - Bize Zuheyr
b. Harb tahdis etti, bize Ömer b. Yunus elHanefi tahdis etti, bize İkrime b.
Ammar tahdis etti, bana İyas b. Seleme tahdis etti, bana babam Seleme b.
el-Ekva tahdis edip, dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte Hevazinliler üzerine gaza yaptık. Bizler Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ile birlikte kuşluk vaktinde yemek yerken kırmızı bir deve üzerinde
bir adam geliverdi. Devesini çöktürdükten sonra bögrüne bağlanan ipte n bir
deri ip çekerek onunla ayağını bukağıladı. Sonra öne geçip oradakilerle
birlikte yemek yemeye koyuldu. Etrafa bakmaya başladı. Biz de bir parça
zayıflık ve bineklerimizde de güçsüzlük vardı. Bazılarımız da piyade idi.
Ansızın çıkıp hızlıca koşmaya başladı. Devesinin yanına gitti. Onun bağını
çözdükten sonra çöktürdü. Üzerine oturdu. Onu ayağa kaldırınca deve de onu
hızlıca koşturdu. Boz bir dişi deve üzerinde bir adam onun arkasından gitti.
Seleme, dedi ki: Ben de
çıkıp hızlıca koşmaya başladım. Dişi devenin arka bacağının yanında idim. Sonra
ileri geçtim. Sonra devenin arka bacağının yanına vardım. Sonra yine ileri
geçip devenin yularını yakalayıp onu çöktürdüm. Deve dizini yere koyar koymaz
kılıcımı sıyırdım. Adamın başını vurdum. Kafası kopup düştü. Sonra üzerinde
eğer takımı ve silahı bulunduğu halde deveyi yularından çekerek geldim.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve insanlar onunla birlikte olduğu
halde beni karşıladılar ve: "O adamı kim öldürdü" buyurdu. Onlar:
İbnu'l-Ekva, dediler. Allah Resulü: "Bütün selebi de onundur"
buyurdu.
Diğer tahric: Ebu
Davud, 2654
AÇIKLAMA: "Bizler
kuşluk vakti yemek yerken" kasıt
"Bögrüne bağlanan
ipte n bir deri ip çekerek. .. " Talak tı ve lam harfleri fethalı olarak
deriden yapılan bağ (bukağı vs)dır.
Ha ve kaf harfleri
fethalı olarak "hakab" de devenin böğründeki bağlama için kullanılan
iptir.
Kadı Iyaz, dedi ki: Bu
lafız sadece kaf harfi fethalı olarak rivayet edilmiştir. Üstadlarımızdan
bazıları ise bunun doğru şeklinin kaf harfi sakin olduğunu söylerdi. Yani arka
tarafına heybesine koyduğu iplerden (bir ip aldı) demek olur. Bu ise eğerin
arka tarafındaki tahta parçasına takılan torba demektir. Bu kelime Ebu Davud'un
Süneni'nde "hik" diye kaydedilmiş olup bunu arka tarafı diye açıklamıştır.
Kadı Iyaz, dedi ki: Bana göre doğruya en yakın olanı bu rivayette
"hik" lafzının hucze ve hizam şeklinde olmasıdır. Hik ise erkeğin
belinde izarını bağladığı yerdir. Bundan dolayı izara da hik denilmiştir.
Semerkandi'nin rivayetinde Müslim'de cim ve ayn harfi ile "Ca'de"
diye zikredilmiştir. Eğer bu sahih ise tashif değildir. Çünkü bu da onu ok
torbasına asıp onun içine soktuğu şeklinde açıklaması yapılır.
"Aramızda zayıf
kimseler vardı. Bineklerimiz de bir parça güçsüzdü." Sahih meşhur ve
çoğunluğun rivayeti "dafe: zayıflık" dat harfi fethalı ayn harfi
sakin okunmasıdır ki zayıflık ve güçsüzlük hali demektir. Kadı Iyaz, dedi ki:
Bu doğru olan şekildir.
İkincisi ise "daif: güçsüz, zayıf"ın çoğulu olarak ayn harfi fethalı
(daafe) okuyuşudur. Bazı nüshalarda ise sonuna he getirilmeksizin "da'f:
zayıflık" şeklindedir.
"Sonra devesini
çöktürüp üzerine oturdu. Sonra onu kaldırdı." Yani önce devesine bindi
sonra da devesini ayağa kaldırdı.
"Boz renkli dişi
bir deve" yani renginde biraz siyahlık bulunan deve demektir.
"Kılıcımı
sıyırdım" çektim.
"Adamın başını
vurdum, kafası koptu." Yere düştü.
"RasuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberinde insanlarla birlikte beni karşıladı...
"
Hadisten şu hükümler
çıkarılmıştır.
1. Gönderilen seriyyeler
(askeri birlikler) karşılanır ve güzel bir iş başaranlar övülür.
2. Harbi ve kafir casus
öldürülebilir. Bu müslümanların icmaı ile böyledir. Nesaide yer alan bir
rivayete göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara o casusu takip edip onu
öldürmelerini emir buyurmuştur.
Anilaşmalı ve zımmi
casus ile ilgili olarak Malik ve Evzai bu durumda ahdini bozmuş olur. Eğer imam
onu köleleştirmeyi uygun görürse köleleştirir.
Bununla birlikte onu
öldürmesi de caizdir demişlerdir. İlim adamlarının büyük çoğunluğu ise bundan
dolayı ahdi bozulmaz demişlerdir. Mezhep alimlerimiz ise şöyle demektedir: Ona
böyle yapması halinde ahdinin bozulacağı şart koşulmuş olması hali dışında
ahdini bozmuş olmaz.
Müslüman casusa gelince;
Şafii, Evzai, Ebu Hanife, bazı Maliki alimleri ve ilim adamlarının büyük
çoğunluğu -yüce Allah'ın rahmeti onl(lra- şöyle der: İmam, uygun gördüğü
şekilde dövmek, hapsetmek ve buna benzer yollarla ona tazir cezası uygular.
Fakat onu öldürmek caiz değildir. Malik -yüce Allah'ın rahmeti ona- onun
hakkında imam içtihat eder demiş ama içtihadin ne olduğunu açıklamamıştır.
Kadı lyaz -yüce Allah'ın
rahmeti ona-, dedi ki: Maliki mezhebi alimlerinin büyükleri öldürülür
demişlerdir. Fakat tevbe etmesi sebebi ile onun öldürülmemesi hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. Macişun: Eğer o bu işi yapmakla tanınan birisi ise
öldürülür aksi taktirde ta'zir edilir demiştir. Bu hadis-i şerifte Şafii ve ona
muvafakat edenlerin kanaatlerinin lehine katilin öldürdüğü kişinin selebini
(eşyasını) hak ettiğine ve bunun ganimet gibi paylaştırılmayacağına açık bir
delildir. Bütün bunların açıklaması daha önce geçti.
4. Eğer kişi kendisini
zorlamıyorsa ve bundan dolayı herhangi bir masIahat kaybolmuyorsa cinash
konuşmak müstehaptır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
14/16- NEFEL
VERMEK VE MÜSLÜMAN ESİRLERİ FİDYE VERİP KURTARMAK BABI