SAHİH-İ MÜSLİM |
DAVALAR |
3 - باب
الحكم
بالظاهر
واللحن
بالحجة
3- ZAHİR'E VE HÜCCETİ
(DELİLİ) GÜZEL ANLATMAYA GÖRE HÜKÜM VERME BABI
4 - (1713) حدثنا
يحيى بن يحيى
التميمي.
أخبرنا أبو
معاوية عن
هشام بن عرو،
عن أبيه، عن
زينب بنت أبي
سلمة، عن أم
سلمة. قالت:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم (إنكم
تختصمون إلي.
ولعل بعضكم أن
يكون ألحن
بحجته من بعض. فأقضي
له على نحو
مما أسمع منه.
فمن قطعت له
من حق أخيه
شيئا، فلا
يأخذه. فإنما
أقطع له به
قطعة من النار(.
4448-4/1- Bize Yahya b.
Yahya et-Temımı tahdis etti, bize Ebu Muaviye, Hişam b. Urve’DEN haber verdi, o
babasından, o Ebu Seleme kızı Zeyneb'den, o Um Seleme'den şöyle dediğini
rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz benim
huzurumda davalaşıyorsunuz. Birilerinizin diğerlerine göre delilini daha iyi
bir şekilde açıklayabilmesi mümkündür. Ben de onun lehine ondan dinlediğime
göre hüküm verebilirim. Her kime kardeşinin hakkından bir şey kesip verecek
olursam onu almasın. Çünkü ben bununla ona ancak cehennemden bir parça kesip
vermiş olurum" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
2458 -buna yakın-; 2680, 6967, 7169, 7181 -buna yakın-, 7185 -buna yakın-; Ebu
Davud, 3583; Tirmizi, 1339; Nesai, 5416, 5437; İbn Mace, 2317
(1713) - وحدثناه
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا وكيع. ح
وحدثنا أبو
كريب. حدثنا
ابن نمير.
كلاهما عن
هشام، بهذا
الإسناد،
مثله.
4449- .. ./2- Bunu bize
Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Veki' tahdis etti. (H.) Bize Ebu
Kureyb de tahdis etti, bize İbn Numeyr tahdis etti, ikisi Hişam'dan bu isnad
ile aynısını rivayet etti.
5 - (1713) وحدثني
حرملة بن
يحيى. أخبرنا
عبدالله بن
وهب. أخبرني
يونس عن ابن
شهاب. أخبرني
عروة بن الزبير
عن زينب بنت
أبي سلمة، عن
أم سلمة زوج
النبي صلى
الله عليه
وسلم؛
أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم سمع جلبة
خصم بباب
حجرته. فخرج
إليهم. فقال
(إنما أنا بشر.
وإنه يأتيني
الخصم، فلعل
بعضهم أن يكون
أبلغ من بعض،
فأحسب أنه
صادق، فأقضي
له. فمن قضيت
له بحق مسلم،
فإنما هي قطعة
من النار،
فليحملها أو
يذرها(.
4450-5/3- Bana Harmele
b. Yahya da tahdis etti... Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Um
Seleme'den rivayete göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adasının
kapısında davacıların gürültüsünü işitince yanlarına çıktı ve: "Ben ancak
bir beşerim. Hiç şüphesiz davacı (lar) bana gelir. Belki onların biri diğerinden
daha beliğ olabilir. Ben de onun doğru söylediğini düşünerek onun lehine hüküm
verebilirim. Kimin lehine bir müslümanın hakkını hükmederek verirsem şüphesiz
ki o ancak ateşten bir parçadır. İster onu taşısın ister bıraksın"
buyurdu.
6 - (1713) وحدثنا
عمرو الناقد.
حدثنا يعقوب
بن إبراهيم بن
سعد. حدثنا
أبي عن صالح. ح
وحدثنا عبد بن
حميد. أخبرنا
عبدالرزاق.
أخبرنا معمر.
كلاهما عن الزهري،
بهذا
الإسناد، نحو
حديث يونس.
وفي
حديث معمر:
قالت: سمع
النبي صلى
الله عليه وسلم
لجبة خصم بباب
أم سلمة.
4451-6/4- Bize Amr en-Nakid
de tahdis etti, bize Yakub b. İbrahim b. Sa'd tahdis etti, bize babam Salih'den
tahdis etti. (H.) Bize Abd b. Humeyd de tahdis etti, bize Abdurrezzak haber
verdi, bize Ma'mer haber verdi, ikisi Hadesan'den bu isnad ile Yunus'un
hadisine yakın olarak rivayet etti.
Ma'mer'in hadisi
rivayetinde: (Um Seleme), dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Um
Seleme'nin kapısının önünde hasımların gürültülerini duydu, dedi.
AÇIKLAMA: (4448)
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Siz benim huzurumda
davalaşıyorsunuz ... Ona ateşten bir parça kesip veriyorum." Diğer
rivayette (4450) "Ben ancak bir beşerim. .. Onu ister taşısın ister
bıraksın" buyurulmaktadır.
el-Hanu: Daha güzel
açıklayan lafzı ha harfi fethalı olup ikinci rivayette açıkça ifade ettiği gibi
daha beliğ ve delilini ortaya koymayı daha iyi bilen demektir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Ben ancak bir beşerim" buyruğunun anlamı
beşeriyetin haline dikkat çekmek ve yüce Allah kendilerine bu kabilden bir şey
bildirmediği sürece gaybden ve işlerin gizli iç hallerinden hiçbir şeyi
bilmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekmektir. Ayrıca Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in hakkında sair beşer için geçerli olan hususların ahkam ile
ilgili hususlarda onun için de geçerli olduğuna, kendisinin insanlar arasında
zahire göre hüküm verdiğine, gizli ve iç halleri ise Allah'ın görüp ondan
hesaba çekeceğine dikkat çekilmektedir. Bu sebeple o beyyine ile, yemin ile ve
buna benzer zahiri hükümlere göre hüküm verir. Halbuki işlerin iç yüzünün
bundan farklı olması mümkündür. Ama o ancak zahire göre hüküm vermekle yükümlü
tutulmuştur. Bu da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ben la
ilahe illallah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu
söylemeleri halinde kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak onun
hakkıyla koruyabilirler. Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir" buyruğuna
benzemektedir. Lanetleşen kan koca ile ilgili hadiste de:
"Eğer yeminler
olmasaydı ben ona {lanetleşen kadına} ne yapacağımı bilirdim" buyurdu.
Elbetteki yüce Allah dilemiş olsaydı onun her iki hasmın iç durumunu da
bilmesini sağlar ve o da herhangi bir şahitliğe ya da yemine gerek duymadan
kendi içindeki kesin bilgiye göre hüküm verirdi. Ama yüce Allah ümmetine ona
tabi olmayı, söz, fiil ve hükümlerinde ona uymayı emrettiği için işlerin iç
yüzünü bilmemek hususunda onların hükmünü de onun için geçerli kıldı.
Böylelikle bu hususta ümmetin hükmü onun hükmü ile aynı olsun. Bunun için yüce
Allah kendisinin başkası ile eşit olduğu zahire göre hüküm verme halini icra
etmiştir. Böylelikle ona uymak mümkün olabilsin ve batına bakmaksızın zahiren
görülen hükümlere uyup, onları kabul etmek hususunda kulların gönülleri hoş
olsun. Allah en iyi bilendir.
Bu hadis Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bazı hallerde batına uymayan bir zahir ile
karşı karşıya kalabileceğini göstermektedir. Halbuki usül alimleri onun
hükümler hususunda hata üzerinde bırakılmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir
denilecek olursa buna cevap şudur: Hadis ile usül alimlerinin kaidesi arasında
herhangi bir çatışma yoktur. Çünkü usül alimlerinin kastettikleri hakkında
içtihadı ile hüküm verdiği hususlardır. Acaba bu hususta hata etmesi mümkün
müdür? İşte bu konuda mümkün olup olmaması ile ilgili çoğunluğun görüş ayrılığı
vardır. Aralarından bunun olmayacağını söyleyenler vardır. Caizdir diyenler ise
O hatasının devamı üzerinde bırakılmaz. Aksine yüce Allah onu kendisine
bildirir ve O da bunu telafi eder demişlerdir.
Hadisteki bu durumun
anlamı da şudur: Eğer beyyine ve yemin gibi içtihadda bulunmaksızın hüküm
verecek olursa işte bu gibi hallerde zahiri batını ile örtüşmeyen bir hüküm
verecek olursa verdiği bu hükme hata denilmez. Aksine mükellef olduğu
kesinleşen esaslara bağlı olarak verdiği hüküm doğrudur. Mesela iki şahitin
şahitliği ile amel etmenin gerekliliğidir. Eğer bu iki şahit yalancı ise ya da
buna yakın bir durumda ise kusur onlardandır ve onlara yardımcı olanlardandır.
Hükme gelince bu hususta onun için başka bir çare yoktur. Bundan dolayı
ayıplanması da sözkonusu olamaz. Halbuki içtihat edip hata ederse durum böyle
değildir. Çünkü böyle bir olayda verdiği böyle bir hüküm şeriatın hükmü
değildir. Allah en iyi bilendir.
Bu hadis-i şerifte
Maliki, Şafii ve Ahmed'in mezhebleri ile İslam alimlerinin ve ashab, tabiin ve
onlardan sonra gelen çeşitli bölgelerdeki fukahanın büyük çoğunluğunun şu
görüşünün lehine delil bulunmaktadır: Hakimin hükmü batını değiştirmez ve
haramı helal kılmaz. Buna göre iki yalancı şahit bir malın bir kişiye ait
olduğuna tanıklık etse hakim: de buna göre hüküm verse lehine hüküm verilen
kişiye bu mal helal olmaz. Eğer kişi aleyhine başkasını öldürdüğüne dair
şahitlik ederlerse velinin onların yalan söylediklerini bilmekle birlikte
öldürülmesini sağlaması helal olmaz. İki şahit eğer bir kişinin hanımını
boşadığına şahitlik ederse onların yalan söylediklerini bilen bir kimsenin
hakimin kadının boşandığına hüküm vermesinden sonra o kadın ile evlenmesi helal
değildir.
Ebu Hanife ise şöyle
demektedir: Hakimin hükmü malları değil de fercleri helal kılar. Bu sebeple o
şöyle demektedir: Burada sözü geçen böyle bir kadını nikahlamak helal olur.
Ancak bu kanaat hem bu sahih hadise hem de ondan önceki icmaa aykırıdır. Diğer
taraftan kendisinin de başkasının da uygun bulduğu bir kaideye de aykırıdır ki o
da fereler hususunda ihtiyatlı olmak mali konularda ihtiyatlı bulunmaktan
önceliklidir.,
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Ben bununla ona ateşten bir parça kesip vermiş
oluyorum. " Yani böyle birisinin lehine batına aykırı zahiren bir hüküm
verecek olursam o haramdır ve sonunda cehennem ateşine götürür.
"Onu ister taşısın
ister bıraksın. " Burada onu serbest bırakmak anlamında değildir. Aksine
bu tehdit ve korkutmadır. Yüce Allah'ın: "İsteyen iman etsin isteyen de
kafir olsun" (Kehf, 29) buyruğu ile: "İstediğiniz gibi amel
ediniZ" (Fussilet, 40) buyruğu gibidir.
"Um Seleme'nin
kapısı önünde hasımların gürültüsünü işitti." Burada "lecebe"
lafzı lam, cim ve be harfleri fethalı olarak söylenir. Bundan önceki rivayette
ise "celebe" şeklinde olup cim harfi lamdan öncedir. Her ikisi de
doğrudur. Celebe ve lecebe seslerin birbirine karışması demektir. Buradaki
(tekil olarak kullanılmış olan) "hasb" lafzı çoğul anlamındadır. Bu
da hem tekil hem çoğul hakkında kullanılan lafızlardandır. Allah en iyi
bilendir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Her kimin lehine bir müslümana ait bir hakkı
hükmedip verecek olursam" burada "müslüman" kayıtlaması
çoğunlukla görülen hal içindir. Yoksa kafiri bu hususta hükmün dışında tutmak
kastedilmemiştir. Çünkü zımminin de antlaşmalının da mürtedin de bu hususta
malı tıpkı müslümanın malı gibidir. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
4- (EBU SUFYAN'IN
HANIMI) HİND'İN MESELESİ BABI