SAHİH-İ MÜSLİM |
Kasame, Muharib, Kısas ve Diyet |
1- KASAME BABI
4318-1/1- Bize Kuteybe b. Said tahdis etti, bize Levs Yahya -ki o
b. Said'dir-dan tahdis etti, o Buşeyr b. Yesar'dan, o Sehl b. Ebu Hasme'den rivayet
etti -Yahya, dedi ki: Zannederim o ayrıca: ve Rafi' b. Hadic'den de, dedi.- Her
ikisi, dedi ki: Abdullah b. Sehl b. Zeyd ile Muhayyısa b. Mesud b. Zeyd çıkıp
Hayber'e kadar geldiler. Hayber'de oradaki bir yerde bir birlerinden
ayrıldılar. Sonra aniden Muhayyısa, Abdullah b. Sehl'in öldürülmüş olduğunu
görüverdi. Onu defnettikten sonra Huvayyısa b. Mesud ve Abdurrahman b. Sehl ile
-ki onların en küçüğü idi- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gittiler.
(Küçükleri) Abdurrahman iki arkadaşından önce konuşmaya kalkışınca Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) -yaşça büyük olanı kastederek"büyüğüne
öncelik tanı" buyurdu. Bunun üzerine o susunca diğer iki arkadaşı
konuşmaya başladı. O da onlarla birlikte konuştu. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e Abdullah b. Sehl'in öldürüldüğünden söz ettiler. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine: Sizler yemin edip sahibinizin
(davalınızın) -yahut katilin izin- üzerindeki hakkınızın sabit olmasını ister
misiniz?" buyurdu. Onlar: Biz tanık olmadığımız halde nasıl yemin
edebiliriz, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O halde
Yahudiler size elli yemin edip sizin davanızdan ibra olsunlar mı" buyurdu.
Onlar: Kafir bir kavmin yeminlerini nasıl kabul
edebiliriz ki, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu hali
görünce onun diyetini ödedi.
Diğer tahric: Buhari,
3173 -muhtasar-, 6143, 7192, 2702, 6898; Ebu Davud, 4520, 4521, 4523, 1638;
Tirmizi, 1422; Nesai, 4724, 4725, 4726, 4727, 4728, 4729, 4730, 4731, 4732
-mürsel olarak-, 4733; İbn Mace, 2677
AÇIKLAMA: Müslim,
Muhayyısa'nın amcasının oğlu Abdullah b. Sehl'i Hayber'de öldürülmüş olarak
bulduğu zamanı anlatan Huvayyısa ve Muhayyısa hadisini değişik lafız ve rivayet
yolları ile zikretmektedir. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Abdullah b. Sehl'in velilerine (4318) "Elli yemin edip davalı olduğunuz
adamın yahut katil olduğunu söylediğiniz kimsenin üzerindeki hakkınızı kazanmak
ister misiniz?" diğer rivayette ise "Katilinizin yahut davalınızın
... hak etmek ister misiniz" buyurulmaktadır.
Huvayyısa ve Muhayyısa
isimlerinde ye harfi hem şeddeli hem şeddesiz okunabilir. Bunların ikisi de
meşhur iki söyleyiştir. Kadı Iyaz bu iki söyleyişi sözkonusu ederek şeddeli
söyleyişin daha meşhur olduğunu belirtmiştir. Kadı Iyaz, dedi ki: Kasame ile
ilgili (bu) hadis şeriat esaslarından bir esas, ahkamın temel dayanaklarından
bir kaide, kulların maslahatlarının rükünlerinden bir rükündür. Ashab ve
tabiinden bütün ilim adamları da onlardan sonra gelen Hicaz, Şam, Kufe ve
onların dışındaki diğer bütün bölge ilim adamlarının -yüce Allah'ın rahmeti
onlara- bunu delil almışlardır. Bunu delil alış keyfiyetleri farklı olmakla
birlikte.
Bir topluluktan da
kasamenin batıl olduğu ve bunun hükümsüz olduğu, onunla amel edilmeyeceğini
söyledikleri de rivayet edilmiştir. Bu kanaatte olanlar arasında Salim b.
Abdullah, Süleyman b. Yesar, Hakem b. Uyeyne, Katade, Ebu Kilabe, Müslim b.
Halid, İbn Uleyye, Buhari ve başkaları da vardır. Ömer b. Abdulaziz'den ise bu
iki kanaat gibi iki ayrı rivayet nakledilmiştir.
Kasameyi kabul edenler
ise öldürmenin kasten olması halinde kasame netkesinde kısasın icap edip
etmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Hicazlıların çoğunluğu kap eder
demiştir. Bu Hadesan, Rabia, Ebu Zinad, Malik ve onun mezhebine mensup ilim
adamları, leys, Evzai, Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Davud'un da görüşüdür.
Şafii'nin kadim görüşü de böyledir. İbn Zubeyr ve Ömer b. Abdulaziz'den de bu
kanaat rivayet edilmiştir.
Ebu Zinad, dedi ki:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabı pek çok iken biz bu kanaatte
idik. Benim görüşüme göre onlar o zaman bin kişi idiler. Ve onlardan iki kişi
dahi bu hususta ihtilaf etmemişti.
Kfıfeli alimler ve iki
sahih görüşünden daha sahih olanına göre Şafii ise kasame neticesinde kısas
icap etmez ancak diyet gerekir demişlerdir. Bu görüş Hasan-ı Basri, Şabi,
Nehai, Osman el-leysi ve Hasan b. Salih'den rivayet edilmiştir. Aynı şekilde
Ebu Bekir, Ömer, İbn Abbas ve Muaviye (radıyallahu anhum)'dan da rivayet
edilmiştir.
Kasameyi kabul edenler,
kasamede kimlerin yemin edeceği hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Malik, Şafii
ve cumhur mirasçılar yemin eder. Onların elli yemin etmesi ile birlikte had
vacip olur demiş ve bu sahih hadisi delil göstermişlerdir. Hadiste yemine önce
davacının başlayacağı açıkça ifade edilmiş bulunmaktadır. Ve bu kesinlikle
karşı konulamayacak kadar sahih pek çok yoldan sabit olmuş bir husustur. Malik,
dedi ki: Eskiden de sonradan da imamların üzerinde icma ettikleri husus
kasamede yemin etmeye başlayacağıdır. Çünkü davacının tarafı zan altında
bulundurucu sebep dolayısıyla güç kazanmış olmaktadır.
Kadı Iyaz, dedi ki: Bu
kanaat sahipleri davalıların yemine önce başlayacağını rivayet edenlerin
rivayetini zayıf kabul etmişlerdir. Hadis ehli, dedi ki: Bu şekildeki rivayet
ravilerin vehminden (yanılmasından) kaynaklanmaktadır. Çünkü bu rivayetler
davacının yemini ile başlamayı iskat etmiş ve yeminin reddedilmesini sözkonusu
etmemişlerdir. Diğer taraftan davacıların yemine başlayacaklarını rivayet
edenlerin rivayetlerinde bir fazlalık bulunmaktadır. Onların bu rivayetleri ise
çok sayıda meşhur yollardan gelmiş sahih rivayetlerdir. Bu sebeple onlarla
gereğince am el etmek gerekir. Unutanın rivayeti ise buna karşı duramaz. (Kadı
Iyaz) devamla, dedi ki: (Kasame sebebi ile) kısasın vacip olmadığını söyleyip
sadece diyetin gerektiğini söyleyenler öncelikle davalıların yemini ile
başlanması gerektiğini söylemişlerdir. Ancak Şafii ve Ahmed cumhurun kanaatini
kabul ederek önce davacının yemini ile başlanacağını eğer davacı yemini kabul
etmeyecek olursa yeminin davalıya teklif edileceğini söylemişlerdir. İlim
adamlarının icma ettiklerine göre beraberinde ağırlıklı zan oluşturacak bir
şüphe bulunmadığı sürece yalnızca dava sebebi ile kıyas da diyet de gerekmez.
Ancak kasameyi gerektiren böyle itibara alınacak bu tür şüphenin mahiyeti
hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bunun da yedi şekli sözkonusudur:
1. Maktulün hayatta iken
kanım filanın boynundadır, o beni öldürdü, yahut eğer kendisinde herhangi bir
iz görülmüyorsa o beni vurdu, ya da öldürücü yerlerime o bana bunu yaptı, ya da
beni yaraladı deyip bunları kasten yaptığını zikretmesi sureti ile olur. Bu
Malik ve Leys'e göre kasameyi gerektiren bir sebeptir. Malik (rahmetullahi
aleyh)'in zikrettiğine göre bu husus geçmişte ve sonraki zamanlarda imamların
üzerinde icma ettikleri bir husustur. Kadı Iyaz, dedi ki: Çeşitli bölge
fukahası arasında onlardan başka böyle diyen olmadığı gibi, onlardan
başkasından da rivayet olunmamıştır. Bu hususta genel olarak bütün ilim
adamları muhalefet etmiş, onların dışında hiçbir kimse bundan dolayı kasame
yapılacağı kanaatine sahip olmamıştır. Maliki mezhebine mensup kimi ilim adamı
bunun kasame olması için maktulde iz ve yaranın varlığını şart koşmuşlardır.
Malik bu hususta İsrailoğulları meselesini ve yüce Allah'ın: "Biz ona
maktulün bir parçası ile vurun, dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir"
(Bakara, 73) buyruğunu delil göstermişlerdir. İlim adamları der ki: O adam
diriltildi ve katilinin kim olduğunu söyledi. Yine Maliki mezhebine mensup ilim
adamları bunun insanların gafil ve habersiz olduğu bir zamanın kollandığı bir
hal olduğunu delil göstermişlerdir. Eğer bizler şahit olmayı şart koşup,
yaralanın sözüne itibar etmeyecek olursak, bu, çoğu zamanlarda kanlar ile ilgili
davayı iptal etmemiz sonucuna götürecektir. Derler ki: Ayrıca böyle bir durum
yaralının doğru söylemenin yollarını aradığı, yalandan ve masiyetlerden uzak
kaldığı, iyilik ve takvayı azık edinmeye çalışacağı bir haldir. Bu durumda onun
sözünü kabul etmek icap eder.
Yine Maliki mezhebi
alimleri onun bu söylediğine şahitlik hususunda tek bir şahit ile yetinilir mi,
yoksa mutlaka (bu sözleri söylediğine dair) iki şahit gerekli mi hususunda
ihtilaf etmişlerdir.
2. Öldürme eyleminin
görüldüğüne dair herhangi bir beyyine bulunmaksızın itham edici sebebin
bulunması halidir. Malik, Leys ve Şafii bunu kabul etmişlerdir. Adaletli tek
bir kişinin şahitliği de bu itham edici sebepler (levs) arasındadır. Adil
olmayan bir topluluğun söyleyeceği söz de bu türdendir.
3. Adaletli iki kişinin
yaralamaya şahitlik etmeleri ve yaralanan kimsenin bundan sonra birkaç gün
yaşaması sonra da o yaralamanın etkisinden kendisine gelmeden önce ölmesi
halidir. Malik ve Leys, dedi ki: Bu bir ith am edici (levs) sebeptir. Şafii ve
Ebu Hanife ise burada kaseme yoktur, aksine adaletli iki kişinin şahitliği ile
kısas icap eder demişlerdir.
4. İtham altında tutulan
kimsenin maktulün yanı başında yahut ona yakın bulunması yahut da beraberinde
öldürme aleti ile birlikte onun bulunduğu cihetten gelmesi üzerinde kan izleri
ve daha başka izlerin bulunması, aynı zamanda orada öldürme işinin onun
tarafından yapıldığının söylenmesine imkan verecek yırtıcı hayvan ya da başka
bir varlığın bulunmaması, yahut da bir topluluğun bir maktulün yanından ayrılması
halleridir. İşte bu Malik ve Şafii'ye göre kasameyi gerektirici bir levs
(itham) sebebidir.
5. İki grubun birbirleri
ile çarpışması ve ikisi arasında birisinin maktul bulunması. Malik, Şafii,
Ahmed ve İshak'a göre böyle bir durumda kasame sözkonusudur. Malik'ten
kasamenin sözkonusu olmayacağına dair bir rivayet de gelmiştir. Aksine böyle
bir durumda eğer maktul iki kesimden birisi ise diğer kesime onun diyetini
ödemek gerekir. Şayet her ikisi dışından birisi ise birbirleri ile çarpışan iki
kesimin onun diyetini ödemesi icap eder.
6. İnsanların kalabalık
bulunduğu bir yerde ölmüş birisinin bulunması.
Şafii, dedi ki: Böyle
bir durumda kasame sabit olur ve bundan dolayı diyet gerekir. Malik ise: Bu
durumda ölmüş birisinin kanı hederdir demiştir. Sevri ve İshak ise diyetinin
beytülmalden ödenmesi gerekir demişlerdir. Bunun gibi bir görüş Ömer ve Ali’den
de rivayet edilmiştir.
7. Maktulün bir kavmin
mahallesinde yahut kabilesi arasında ya da mescitlerinde bulunması hali: Malik,
Leys, Şafii, Ahmed, Davud ve başkaları sadece bununla kasame sabit olmaz,
aksine maktulün kanı hederdir. Çünkü bazen bir adam bir diğerini öldürür ve onu
bir başka kesimin mahallesine öldürme onlara nisbet edilsin diye bırakabilir.
Şafii, dedi ki: Ancak aralarında başkalarının karışık olarak bulunmadığı
kendisine düşman olan mahallesinde bulunması hali müstesnadır. O taktirde bu
Hayber'de cereyan eden olay gibi olur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ensar
ile yahudiler arasındaki düşmanlık sebebi ile maktulün mirasçıları lehine
kasame hükmünü vermiştir. Hayber'de de yahudilerden başka kimseler yoktu. İmam
Ahmed'den de Şafii'nin kanaatine yakın bir görüş nakledilmiştir. Ebu Hanife,
Sevri ve Kufelilerin çoğunluğu da bir maktulün bir mahallede yahut da bir köyde
bulunması kasameyi gerektirir. Onlara göre şimdiye kadar geçen yedi şekil
arasında sadece bunda kasame sabittir. Çünkü onlara göre Nebi {Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in hakkında kasame hükmünü verdiği tek şekil budur. Yine
onlara göre maktul kendisinde iz bulunmadıkça kasame sözkonusu değildir. Derler
ki: Eğer maktul bir mescitte bulunacak olursa mahalle halkı yemin eder ve
diyetin beytülmalden ödenmesi gerekir. Bu hüküm ise mahalle halkı aleyhine
davacı olmaları halinde sözkonusudur. Evzai, dedi ki: Maktulün bir mahallede
bulunması üzerinde bir iz bulunmasa dahi kasameyi gerektirir. Buna yakın bir
görüş Davud'dan da nakledilmiştir. Kadı Iyaz'ın açıklamaları burada sona
ermektedir. Allah en iyi bilendir.
"Abdurrahman iki
arkadaşından önce konuşmak istedi. .. Ve onlarla birlikte konuştu." Yani
maktul olan kişi Abdullah idi. Onun da Abdurrahman adında bir kardeşi daha
vardı. Her ikisinin ise Muhayyısa ve Huvayyısa adında iki amca çocukları vardı.
Bunlar ise yaşça Abdurrahman’DAN büyüktüler. Maktulün kardeşi Abdurrahman konuşmak
isteyince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bırak da büyük olan
konuşsun" buyurdu. Yani senden büyük olan konuşsun.
Şunu da bilelim ki,
davada bulunmak gerçekte maktulün kardeşi olan Abdurrahman'ın hakkıdır. Amca
çocuklarının bu davada bir hakları yoktur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in yaşça büyük olan Huvayyısa'nın konuşmasını emir buyurması bundan
kastının davada bulunma hakkı değil, olayın şeklini ondan dinlemek ve nasıl
cereyan ettiğini işitmektir. Eğer dava hakkını kastetmiş olsaydı o zaman bu
hakka sahip olan konuşacaktI. Ayrıca Abdurrahman'ın davanın sürülmesi hususunda
Huvayyısa'yı vekil tayin etmiş kendisine yardımcı olmasını istemiş, yahut da
vekil kılınmasını emretmiş olma ihtimali de vardır. Ayrıca buradan faziletler
bakımından eşit olunması halinde yaşın fazileti ön plana çıkmaktadır. Bunun
daha başka benzerleri de vardır. Bu durumda daha yaşlı olduğu için kişı imam
olmakta ve nikah veliliği hususunda ve daha başka hususlarda öne geçirilmesi
mendubdur.
"Yaşça büyüklüğü
kastetti" yani o bununla yaşça büyük olmayı kastetmişti. Burada
"el-kubra" lafzı kastediyor ve buna benzer bir fiilin takdiri ile
nasb edilmiştir. Bazı nüshalarda lam harfi ile "!il kubri"
şeklindedir. Bu da sahihtir.
"Elli yemin edip davalmız
yahut katilinizdeki hakkı elde etmek ister misiniz." Burada: yemin özel
olarak mirasçının hakkı olmakla birlikte nasıl olur da üç kişiye teklif edildi?
Mirasçı ise sadece maktulün kardeşi olan Abdurrahman idi. Diğer ikisi ise
kardeşin varlığı ile birlikte miras hakları bulunmayan amca çocukları idi
denilebilir. Cevap şudur: Yeminin özellikle mirasçıya ait bir hak olduğunu
onlar biliyorlardı. Bu sebeple özel olarak yemin hakkı kendisine ait olan kişi
kastedilmekle birlikte mutlak olarak hepsine hitap edildi. Böyle bir hitabın
kabul edilebilir olması ise muhataplar tarafından durumun bilinmesinden
dolayıdır. Nitekim ihtiyaç zamanında dava hakkı yalnızca mirasçıya ait olmakla
birlikte öldürülme şekli ve başından neyin nasıl geçtiği ile ilgili sözleri hepsi
işitmiş idiler.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Maktulünüzün katili ya da davalınız üzerinde
hakkınızı elde edersiniz." Yani bu durumda aleyhinde yemin ettiğiniz kişi
üzerinde hakkınız sabit olur. Peki bu hak kısas mıdır yoksa diyet midir? Bu
hususta az önce ilim adamları arasında geçtiği gibi görüş ayrılığı vardır. Şunu
da bilelim ki, onlara ancak böyle bir işi bilmeleri yahut zannetmeleri halinde
yemin etmek caiz olur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onlara yemini
teklif etmesi bu şartın bulunması haline bağlıdır. Yoksa maksat herhangi bir
zan ve kanaatleri bulunmaksızın yemin etmeleri için onlara izin vermek
değildir. Bunun için onlar da: Tanık almadığımız halde nasıl yemin ederiz
demişlerdir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "O halde elli yemin ederek yahudilerde sizin
davanızdan ibra olur" buyruğuna gelince; sizin bu husustaki davanızdan
onlar elli yemin ederek beri olur, ibra olurlar. Şu anlama geldiği de
söylenmiştir: Yemin etmek sureti ile onlar sizleri yemin etmekten kurtarırlar.
Çünkü onlar yemin edecek olurlarsa husumet sona erer ve onlar aleyhine de
herhangi bir hak sabit olmayacağı gibi siz de yemin etmekten kurtulursunuz.
Bunda da kMirin ve
fasıkın yemininin sahih olduğuna delil vardır. "Yahud" lafzı tenvin
almaz, munsarif değildir. Çünkü kabilenin ve bir inanç taifesinin adıdır. Bu
sebeple onda müenneslik ve özel isim (aleniyet) niteliği bulunmaktadır.
"Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onun diyetini ödedi." Akl, burada diyet anlamındadır.
Diğer rivayette ise (4319) Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun
diyetini kendinden ödedi" bir başka rivayette (4322) "kendi yanından
(ödedi)" denilmektedir.
"Veda" dal
harfi şeddeli olarak diyet ödedi demektir.
4319-2/2- Bana
Ubeydullah b. el-Kavarırı de tahdis etti ... Sehl b. Ebi Hasme ve Rafi' b.
Hadic'den rivayete göre Muhayyısa b. Mesud ile Abdullah b. Sehl, Hayber
taraflarına gitti. Hurmalıklar arasında birbirlerinden ayrıldılar. Abdullah b.
Sehl öldürülünce bu hususta Yahudileri itham ettiler. Kardeşi Abdurrahman ile
amca çocukları Huvayyısa ile Muhayyısa Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
geldi. Abdurrahman -yaşça onlardan küçük olduğu haldekardeşinin durumu hakkında
konuşunca Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Büyüğün hakkını ver"
ya da "yaşça daha büyük olan başlasın" buyurdu. Bunun üzerine diğer
ikisi amcalarının çocuğunun durumu hakkında konuştular. Rasulullah {Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'de bunun üzerine: "Onlardan bir kişi alEylfne sizin
tarafınızdan elli yemin edilir. Bunun sonucunda o kişi boynundaki ipi ile size
teslim edilir" buyurdu. Onlar: Bu bizim tanık olmadığımız bir iş iken
nasıl yemin edebiliriz, dediler. Allah Rasulü: "O halde Yahudiler onlardan
elli yemin ile sizin davanızdan ibra olurlar" buyurunca bu sefer:
Ey Allah'ın Rasulü!
Onlar kafir bir kavimdir, dediler. (Ravi), dedi ki: Bunun üzerine Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi tarafından onun diyetini ödedi.
Sehl, dedi ki: Bir gün
onlara ait bir deve ağılına girdim de o develerden bir dişi deve ayağıyla bana
bir tekme vurdu. Hammad: Bu ya da buna yakındır, dedi.
4320- .. ./3- Bize
el-Kavariri de tahdis etti, bize Yahya b. Said, Buşeyr b. Yesar'dan tahdis
etti, o Sehl b. Ebu Hasme'den, o Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
hadisi buna yakın olarak rivayet etti. Ayrıca hadisi rivayetinde:
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onun diyetini kendinden ödedi, dedi. ama hadisinde: Bir dişi
deve bana tekme attı demedi.
4321- .. ./4- Bize Amr
en-Nakid tahdis etti, bise Süfyan b. Uyeyne tahdis etti (H.) Bize Muhammed b.
el-Müsenna da tahdis etti, bize Abdülvehhab -yani es-Sekafi- tahdis etti, hepsi
birlikte Yahya b. Said'den, o Buşeyr b. Yesar'dan, o Sehl b. Ebu Hasme'den
öncekilerin hadisine yakın olarak rivayet etti.
4322-3/5- Bize Abdullah
b. Mesleme b. Ka'neb tahdis etti. Bize Süleyman b. Bilal, Yahya b. Said'den
tahdis etti, o Buşeyr b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre Ensar'dan ve Harise
oğullarından olan Abdullah b. Sehl b. Zeyd ile Muhayyısa b. Mesud b. Zeyd
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında Hayber'e gittiler. O gün
Hayber ile sulh zamanı idi. Hayber ahalisi de Yahudi idi. İhtiyaçlarını görmek
için birbirlerinden ayrıldılar. Abdullah b. Sehl öldürüldü ve bir hurma ağacı
dibindeki bir havuzda bulundu. Arkadaşı onu defnettikten sonra Medine'ye geldi.
Maktulün kardeşi olan Abdurrahman b. Sehl ile Muhayyısa ve Huvayyısa gidip
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Abdullah'ın durumunu ve nerede
öldürüldüğünü söylediler.
Buşeyr, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından yetiştiklerinden tahdis ettiğini
söyleyerek şunları söyledi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara:
"Elli yemin edip katilinizdeki -yahut davalınızdaki- hakkınızı almak ister
misiniz?" buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Resulü! Ne tanık olduk, ne hazır
bulunduk, dediler. (Buşeyr'in) iddia ettiğine göre Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bunun üzerine: "O taktirde Yahudiler elli (yemin) ile
davanızdan ibra olsunlar mı?" buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Resulü! Kafir
bir topluluğun yapacağı yeminleri nasıl kabul ederiz, dediler. Bu sefer Buşeyr,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunun üzerine onun diyetini kendinden
ödedi, dedi.
4323-4/6- Bize Yahya b.
Yahya da tahdis etti, bize Huşeym Yahya b. Said'den haber verdi, o Buşeyr b.
Yesar'dan rivayet ettiğine göre Hariseoğullarından Ensar'dan Abdullah b. Sehl
b. Zeyd adındaki bir adam Muhayyısa b. Mesud denilen bir amca oğlu ile birlikte
gitti. Sonra da hadisi Leys'in hadisine yakın olarak: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kendinden onun diyetini ödedi sözüne kadar nakletti.
Yahya, dedi ki: Bana
Buşeyr b. Yesar tahdis edip, dedi ki: Bana Sehl b.
Ebu Hasme haber verip,
dedi ki: Deve ağılında o diyet develerinden birisi beni tekmeledi, dedi.
4324-5/7- Bize Muhammed
b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Said b. Ubeyd
tahdis etti, bize Buşeyr b. Yesar el-Ensar'i, Sehl b. Ebu Hasme el-Ensar'l'den
tahdis ettiğine göre kendisine şunu haber verdi: Kendilerinden birkaç kişi
Hayber'e gitti. Hayber içinde dağıldılar. Sonra aralarından birisinin
öldürülmüş olduğunu gördüler. Böylece hadisi rivayet etti ve rivayetinde:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kanını iptal etmeyi (heder edip
karşılıksız bırakmayı) görmediğinden zekat develerinden yüz deve ile onun
diyetini ödedi, dedi.
AÇIKLAMA: (4324)
rivayetinde "Rasuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kanını iptal
etmekten hoşlanmadığı için zekat develerinden yüz deve ile diyetini ödedL"
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in diyetini ödemesi, anlaşmazlığı sona
erdirmek ve arayı düzeltmek için olmuştu. Çünkü maktulün velilerinin yemin
etmekten başka yahut da davalılarının yemin etmelerinin dışında bir hakları
yoktur. Kendileri ise her iki hususu istememişlerdir. Ama yakınlarının öldürülmüş
olması sebebi ile de gönülleri kırık kimselerdir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) onun diyetini kendisinden ödemek sureti ile gönüllerini hoş etmek,
anlaşmazlığı sona erdirmek ve arayı düzeltmek istemiştir.
(4322) "Kendinden
onun diyetini ödedi" kendisinde böyle bir ödemeyi yapabileceği bir vaktine
denk geldiğinden ötürü kendi öz malından ödemiş olduğu ihtimali olduğu gibi
beytülmalde bulunan ve Müslümanların maslahatlarına harcanması gereken
mallardan ödemiş olması ihtimali de vardır.
Son rivayetteki (4324)
"zekat develerinden" ifadesi hakkında da bazı ilim adamları şöyle
demiştir: Bu ravilerin içine düştüğü hatalardandır. Çünkü farz olarak tahsil
edilen zekat böyle bir yere harcanmaz. Aksine zekat, yüce Allah'ın ismen tayin
ettiği sınıflara harcanır. Mezhebimiz alimlerinden İmam Ebu İshak el-Mervezi,
dedi ki: Bu hadis dolayısı ile zekat develerinden böyle bir diyetin verilmesi
caizdir diyerek hadisin zahirini delil almıştır. Ama mezhep alimlerimizin
cumhuru ve başkaları ise: Bu zekat alma hakkına sahip olan kimselerden onu
mülkiyetlerine geçirdikten sonra onlardan satın aldı, sonra da bir bağış olarak
bu maktulün yakınlarına verdi anlamındadır.
Kadı Iyaz ise kimi ilim
adamından zekatın kamu maslahatlarına harcanmasının caiz olduğunu söylediğini
ve bu hadisi buna göre yorumladığını nakletmektedir. Bazıları ise maktulün
velileri kendilerine zekatın mübah olduğu muhtaç kimselerden idiler diye
yorumlamışlardır. Ama böyle bir yorum batıldır. Çünkü bu kabile eşrafı dışında
pek önemsenmeyen bir kişiye verilmeyecek kadar miktarı çok bir maldır ve ayrıca
ona diyet adını vermiştir. Bazıları da bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in belki Müslüman olurlar diye Yahudilerin kalplerini ısındırmak isteği
ile zekatın müellefei kulüb payından vermiş olduğu şeklinde yorumlamışlardır.
Bu da zayıf bir yorumdur. Çünkü zekatın bir kafire verilmesi caiz değildir. O
halde tercih edilmesi gereken bizim cumhurdan naklettiğimiz ResuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu develeri zekat develerinden satın almış olduğudur.
Bu hadis-i şeriften
anlaşıldığı üzere imamın kamu maslahatlarını göz önünde bulundurması ve araları
düzeltmeye özel bir ihtimam göstermesi gerekir. Ayrıca bu hadisten şu hükümler
de çıkarılmıştır:
1. Kasame; sabit bir
hukuki müessesedir.
2. Kasamede önce davacı
yemin eder.
3. Kasamede davacı yemin
etmeyi kabul etmeyecek olursa yemin davalıya teklif edilir.
4. Gaip (hazır
bulunmayan) hakkında hüküm vermek ve hasım hazır
bulunmadan cana karşı
işlenmiş suçlarda davanın dinlenmesi caizdir.
5. Zanna göre
-kesinlikle emin olmasa dahi- yemin etmek caizdir.
6. Müslüman ile kafir
arasında İslam'ın hükmü gereğince hüküm verilir. RasuluIlah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in: (4319) "Onlardan bir adam hakkında tarafınızdan elli yemin
edilir." Bu tevil edilmesi gereken hususlardandır. Çünkü yemin yükümlülüğü
özel olarak mirasçıya aittir. Kabile ahalisinden ondan başkasından böyle bir
yükümlülüğü yoktur. Mezhep alimlerimize göre de bunun tevili şudur: Bu sizden
elli yemin alınır anlamındadır. Yemin edecek kimseler ise mirasçı olanlardır.
Mirasçıların dışında akrabalardan herhangi bir kimse yemin etmez. Erkek yahut
kadın olsun öldürme, kasten yahut hata yolu ile olsun bütün mirasçılar yemin
ederler. Şafii'nin görüşü budur.
Ebu Sevr ve
İbnu'l-Munzir de böyle demiştir. Hata ile öldürülmüş olması halinde Malik de
bize muvafakat etmiştir. Kasten öldürme halinde ise akrabalar toplam elli yemin
yaparlar, kadınlar ve çocuklar yemin etmezler demişlerdir. Rabi, Leys, Evzai,
Ahmed, Davud ve Zahiri mezhebi alimleri ona uygun kanaat belirtmişlerdir.
Şafii ise Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (4322) "Siz elli yemin yaparsınız,
böylelikle davalınız! hak edersiniz" buyurarak yemin edecek kimsenin diyet
ve kısasın hak sahibi olduğunu tespit etmiştir. Bilindiği gibi mirasçı olmayan
hiçbir şey hak etmez. O halde diyeti hak eden kimsenin yemin etmekle yükümlü
olduğunun kastedildiğine delildir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in (4319) "Sizden elli kişi onlardan birisi hakkında
yemin eder, o da ipi ile size teslim edilir." Burada rumme: ip demektir.
Bundan maksat ise katilin boynuna bağlanan ve bu hali ile maktulün velisine
teslim edilen iptir. İşte bu kasamede kısas sabit olur diyenlerin lehine de bir
delildir. Bu husustaki ilim adamlarının görüşleri de daha önce açıklandı. Kısas
yoktur diyenler ise bunu bundan maksat aleyhine sabit olduğundan ötürü diyetin
ondan tamamen alınması için teslim edilmesidir diye tevil etmişlerdir.
Ayrıca bundan kasamenin
ancak bir kişi hakkında yapılacağı hükmü de anlaşılmaktadır. Malik ve Ahmed de
böyle demişlerdir. Eşheb ve başkaları ise veliler diledikleri aleyhine yemin
ederler ama tek bir kişinin öldürülmesini isteyebilirler. Şafii (r.a.) ise eğer
bir topluluk aleyhine davacı iseler hepsi hakkında yemin ederler ve Şafii
mezhebindeki sahih görüşe göre diyet de onlar hakkında sabit olur. Bir görüşe
göre de onlar hakkında kısas kap eder. Eğer tek bir kişi hakkında yemin
ederlerse, o taktirde yalnız o kişi üzerinde hak sahibi olurlar.
(4319) "Bir gün
onların ağılına girdim de o develerden bir dişi deve ayağı ile beni
tekmeledi." Mim harfi kesreli, be harfi fethalı olarak mirbet develerin
toplandığı ve alı konulduğu yere denilir. Rebd ise hapsetmek, alıkoymak
demektir. Bu sözleri ile hadisi iyice bellemiş olduğunu ve onu oldukça iyi
kavramış olduğunu anlatmak istemiştir.
(4322) "Hurma ağacı
dibindeki bir havuzda bulundu." Şin ve re harfleri fethalı olarak
"şerebe" hurma ağacı dibindeki havuza denilir. Çoğulu ise semere
(meyve)nin çoğulunun "semer" diye gelmesi gibi "şereb"
olarak gelir.
(4323) "O zekat
paylarından birisi beni tekmeledi." Burada fariza ile kastedilen diyet
olarak tespit edilmiş o develerden dişi bir devedir. Aynı zamanda zekat ya da
diyet için ödenen bu gibi dişi develere "fariza" denilir. Çünkü böyle
bir deve yaş ve miktarı itibari ile tespit ve tayin edilmiş olması anlamında
"farz edilmiş" dır. el-Mazeri'nin burada farizadan kasıt oldukça
yaşlı dişi devedir demesine gelince, bu hususta hata etmiştir. Allah en iyi
bilendir.
(4324) "Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kanının boşa gitmesinden hoşlanmadığı için onu
zekat develerinden yüz deve ile diyetini verdi." İşte burası İbrahim b.
Süfyan'ın bizzat Müslim'den dinlemeyi kaçırdığı son hadisdir. Bunun nereden
başladığını daha önce belirtmiş idik. Bu hadisten sonra "bana İshak b.
Mansur tahdis edip, dedi ki... bize Bişr b. Ömer tahdis edip, dedi ki, ben
Malik b. Enes'i şöyle derken dinledim: Bana Ebu Leyla tahdis etti"
sözlerinden itibaren İbrahim b. Süfyan'ın Müslim'den buradan semaının başlangıcıdır.
Nüshaların bir çoğunda bu şekildedir. Hafız İbn Asakir'in nüshasında ise
Müslim'den işitemeyip kaçırdığı bölümün sonu ise İshak b. Mansur'un az önce
zikrettiğimiz bu hadisin sonudur. Bizzat semaının başlangıcı ise bundan
sonraki: "Bana Ebu't-Tahir ve Harmele b. Yahya tahdis etti"
şeklindeki hadisidir. Ama birincisi daha sahihtir.
4325-6/8- Bana İshak b.
Mansur da tahdis etti, bize Bişr b. Ömer haber verip, dedi ki: Malik b. Enes'i
şöyle derken dinledim: Bana Ebu Leyla, Abdullah b. Abdurrahman b. Sehl, Sehl b.
Ebu Hasme'den diye tahdis ettiğine göre o kendisine kavminin büyüklerinden bazı
kimselerden haber verdiğine göre Abdullah b. Sehl ve Muhayyısa karşı karşıya
kaldıkları bir sıkıntıdan ötürü Hayber'e çıkıp gitmişlerdi. Sonra Muhayyısa
gelerek Abdullah b. Sehl'in öldürülmüş olduğunu ve bir pınara yahut da ağzı
geniş dibi derin olmayan bir kuyuya atıldığını haber verdi. Yahudilere giderek
Allah'a yemin olsun ki, siz onu öldürdünüz, dedi. Onlar: Allah'a yemin olsun
ki, onu biz öldürmedik, dediler. Sonra dönüp kavminin yanına geldi ve onlara
bunu söyledi. Arkasından kendisi ve kendisinden yaşça büyük olan kardeşi
Huvayyısa ile Abdurrahman b. Sehl geldi. Muhayyısa konuşmak istedi. Çünkü
Hayber'de bulunan kendisi idi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Muhayyısa'ya: "Büyük olana büyük olana söz ver" buyurdu. Bununla
yaşça büyük olanı kastediyordu. Bunun üzerine önce Huvayyısa konuştu, sonra
Muhayyısa konuştu. ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "Ya sizin
adamınızın diyetini verirler yahut da onlara bir savaş ilan ettiğimizi
bilsinler" buyurdu. Sonra ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
hususta onlara bir mektup yazdı. Onlar da: Allah'a yemin olsun ki, bizler onu
öldürmedik diye cevap yazdılar. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Huvayyısa, Muhayyısa ve Abdurrahman'a: "Yemin edip de adamınızın
kanını hak etmek ister misiniz" buyurdu. Onlar hayır, dediler. Allah
Resulü: "O halde Yahudiler size yemin etsin mi" buyurdu. Onlar: Onlar
Müslüman değil ki, dediler. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kendinden onun diyetini ödedi. Sonra da Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) onlara yüz dişi deve gönderdi ve bunlar onların evlerinin avlularına
kadar içeri alındı.
Sehl, dedi ki: Bunlardan
kırmızı bir deve beni tekmeledi.
4326-7/9- Bana
Ebu't-Tahir ve Harmele b. Yahya da tahdis etti. Ebu'tTahir bize İbn Vehb tahdis
etti derken Harmele haber verdi, dedi. (İbn Vehb, dedi ki) bana Yunus, İbn
Şihab'dan haber verdi, bana Ebu Seleme b. Abdurrahman ve Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Meymune'nin azadlısı Süleyman b. Yesar Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan Ensardan bir adamdan haber
verdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kasameyi cahiliye
dönemindeki hali üzere takrir etti (geçerli kabul etti).
Diğer tahric: Nesai,
4721, 4722 -uzunca-, 4723 -mürsel olarak-;
4327-8/10- Bize Muhammed
b. Rafi'de tahdis etti, bize Abdurrezzak tahdis edip, dedi ki: Bize İbn Cureyc
haber verdi, bize İbn Şihab bu isnad ile aynısını tahdis etti ve ayrıca:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ensar'dan olan bir takım kimseler
arasında Yahudiler aleyhine bir maktul ile ilgili davalarında onun ile hükmetti
ibaresini ekledi.
4328- .. ./11- Bize
Hasan b. Ali el-Hülvani de tahdis etti, bize Yakub -o
b. İbrahim b. Sa'd'dır-
tahdis etti, bize babam Salih'den tahdis etti, o İbn Şihab'dan rivayet ettiğine
göre Seleme b. Abdurrahman ve Süleyman b. Yesar kendisine Ensar’DAN bazı
kimselerden onlar Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye İbn Cureyc'in
hadisi ile aynısını rivayet etti.
AÇIKLAMA: (4325)
"Bir pınara yahut dibi derin olmayan ağzı geniş bir kuyuya atıldı."
Buradaki fakir lafzı
Ademoğullarının fakir lafzı gibi söylenir. Buradaki anlamı dibi derin olmayan,
ağzı geniş kuyudur. Bunun hurma ağaçlarının etrafında açılan çukur olduğu da
söylenmiştir.
"Ya arkadaşlnızin
diyetini öderler yahut da onlara savaş açmış olduğumuzu bilsinler." Bunun
anlamı şudur: Eğer sizin kasameniz (yemininiz) ile öldürme onlar aleyhine olmak
üzere sabit olursa ya sizin adamınızın diyetini size öderler yahut da
kendilerinin hükümlerimize boyun eğmeyi kabul etmediklerini bize bildirmiş
olurlar, o taktirde ahitleri bozulur ve bize karşı savaşacak kimselerden
sayılırlar demektir. Bunda kasamenin gereği kısas değil diyetdir diyenlerin
lehine bir delil bulunmaktadır.
"Karşı karşıya
kaldıkları bir sıkıntıdan dolayı Hayber'e gittiler." Cehd lafzı cim harfi
fethalı olarak zorluk, sıkıntı anlamlarına gelir, Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
2- MUHARİPLERLE
MÜRTEDLERİN HÜKMÜ BABI