SAHİH-İ MÜSLİM |
ADAK - YEMİN |
3 - باب
لا وفاء لنذر
في معصية
الله، ولا فيما لا
يملك العبد
3- ALLAH'A MASİYET
HUSUSUNDA YAPILAN BİR ADAĞIN DA KULUN MALİK OLMADIĞI HUSUSLARDAKİ ADAĞIN DA
YERİNE GETİRİLMESİ SÖZKONUSU DEĞİLDİR BABI
8 - (1641) وحدثني
زهير بن حرب
وعلي بن حجر
السعدي
(واللفظ
لزهير). قالا:
حدثنا
إسماعيل بن
إبراهيم.
حدثنا أيوب عن
أبي قلابة، عن
أبي المهلب،
عن عمران بن
حصين. قال : كانت
ثقيف حلفاء
لبني عقيل.
فأسرت ثقيف
رجلين من
أصحاب رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
وأسر أصحاب
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم رجلا من
بني عقيل.
وأصابوا معه
العضباء. فأتى
عليه رسول
الله صلى الله
عليه وسلم وهو
في الوثاق.
قال: يا محمد!
فأتاه. فقال
(ما شأنك؟) فقال:
بم أخذتني؟
وبم أخذت
سابقة الحاج؟
فقال (إعظاما
لذلك) (أخذتك
بجريرة
حلفائك ثقيف)
ثم انصرف عنه
فناداه. فقال:
يا محمد! يا
محمد! وكان
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم رحيما
رقيقا. فرجع
إليه فقال (ما
شأنك؟) قال: إني
مسلم. قال (لو
قلتها وأنت
تملك أمرك،
أفلحت كل
الفلاح) ثم
انصرف.
فناداه. فقال:
يا محمد! يا محمد!
فأتاه فقال
(ما شأنك؟) قال:
إني جائع
فأطعمني.
وظمآن
فاسقيني. قال
(هذه حاجتك)
ففدى
بالرجلين.
قال:
وأسرت امرأة
من الأنصار.
وأصيبت
العضباء.
فكانت المرأة
في الوثاق.
وكان القوم
يريحون نعمهم
بين يدي
بيوتهم.
فانفلتت ذات
ليلة من الوثاق
فأتت الإبل.
فجعلت إذا دنت
من البعير رغا
فتتركه. حتى
تنتهي إلى
العضباء. فلم
ترغ. قال: وناقة
منوقة. فقعدت
في عجزها ثم
زجرتها
فانطلقت.
ونذروا بها
فطلبوها
فأعجزتهم.
قال: ونذرت
لله؛ إن نجاها
الله عليها
لتنحرنها.
فلما قدمت
المدينة رآها
الناس.
فقالوا:
العضباء،
ناقة رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
فقالت: إنها
نذرت؛ إن
نجاها الله
عليها
لتنحرنها.
فأتوا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
فذكروا ذلك
له. فقال (سبحان
الله! بئسما
جزتها. نذرت
لله إن نجاها
الله عليها
لتنحرنها. لا
وفاء لنذر في
معصية. ولا فيما لا
يملك العبد).
وفي
رواية ابن حجر
(لا نذر في
معصية الله(.
4221-8/1- Bana Zuheyr b.
Harb ve Ali b. Hucr es-Sa'di -lafız Zuheyr'e ait olmak üzere- tahdis edip, dedi
ki: Bize İsmail b. İbrahim tahdis etti, bize Eyyub, Ebu Kilabe'den tahdis etti,
o Ebu Muhelleb'den, o İmran b. Husayn'dan şöyle dediğini rivayet etti: Sakifliler
Ukayloğulları ile antlaşmalı idiler. Sakifliler Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in ashabından iki adamı esir aldılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in ashabı da Ukayloğullarından bir adamı esir aldılar ve onunla
birlikte de el-Adba denilen de deveyi de ganimet aldılar. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bağlı bulunan o esirin yanından geçti.
Esir: Ey Muhammed diye
seslenince onun yanına gitti. Allah Rasulü: "Halin ne" buyurdu. Adam:
Beni ne diye esir aldın ve hacıları geçen {deve}yi neden aldın, dedi.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) meselenin büyüklüğünü anlatmak için:
"Ben seni senin antlaşmalıların olan Sakiflilerin işledikleri cürüm sebebi
ile aldım" buyurdu. Sonra onun yanından uzaklaşıp gidince tekrar ona
seslendi ve: Ey Muhammed, ey Muhammed, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) merhametli ve yumuşaktı. Tekrar onun yanına gitti ve: "Neyin
var" buyurdu. Adam: Ben bir müslümanım, dedi. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Eğer sen kendi başına buyruk iken bunu söylemiş
olsaydın öyle bir kurtulurdun ki bunun ötesi olmazdı" buyurdu. Sonra
ayrılıp gitti. Adam tekrar ona seslenerek: Ey Muhammed, Ey Muhammed, dedi. Yine
onun yanına dönüp: "Neyin var" buyurdu. Bu sefer adam: Ben gerçekten
açım. Bana yemek ver, susamışım bana içecek su ver, dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İhtiyacın bu mu (o karşılanacak)"
buyurdu. Sonra o iki adam karşılığında fidye olarak verildi.
(İmran b. Husayn
devamla), dedi ki: (Sonraları) Ensar'dan bir kadın da esir alındı, Adba da ele
geçirildi. Kadın prangaya vurulmuştu. Onu esir alanlar da evlerinin önünde
develerini dinlendiriyorlardı. Bir gece kadın prangadan kurtularak develerin
yanına vardı. Bir devenin yanına yaklaştı mı o deve böğürüyor o da onu
bırakıyordu. Nihayet Adba'nın yanına vardı. Adba böğürmedi. Çünkü Adba uysal
bir deve idi. Kadın bu devenin arkasına oturduktan sonra onu dürttü o da yola
koyuldu. Adamlar onun farkına varınca derhal onu takibe koyuldular ama kadın
onları aciz bıraktı (onu ele geçiremediler). Kadın da Allah için eğer Allah bu
devenin üzerinde kendisini kurtarırsa Allah için onu boğazlayacağını adadı.
Medine'ye gelip insanlar da onu görünce işte Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in devesi Adba, dediler. Kadın da: Eğer Allah kendisini bu devenin
üzerinde kurtarırsa onu boğazlayacağını adadığını söyledi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına giderek ona bu yaptığını söyleyince
Allah Resulü: "Subhanallah! Onu ne kötü cezalandırmış. Eğer Allah
kendisini o devenin sırtında kurtarırsa onu Allah için boğazlayacağını adamış.
Hayır. Masiyet yolunda yapılan bir adağı yerine getirmek de gerekmez, kişinin
sahip olmadığı bir şey hakkındaki adağı da yerine getirilmez" buyurdu.
İbn Hucr'un rivayetinde:
"Allah'a masiyet olan bir hususta adak olmaz" şeklindedir.
Diğer tahric: Ebu
Davud, 3316
(1641) - حدثنا
أبو الربيع
العتكي. حدثنا
حماد (يعني ابن
زيد). ح وحدثنا
إسحاق بن
إبراهيم وابن
أبي عمر عن
عبدالوهاب
الثقفي.
كلاهما عن
أيوب، بهذا الإسناد،
نحوه. وفي
حديث حماد
قال: كانت
العضباء لرجل
من بني عقيل.
وكانت من
سوابق الحاج.
وفي حديثه أيضا:
فأتت على ناقة
ذلول مجرسة.
وفي حديث الثقفي:
وهي ناقة
مدربة.
4222- .. ./2- Bana Ebu
Rabi' el-Ateki de tahdis etti, bize Hammad -yani b. Zeyd- tahdis etti (H.) Bize
İshak b. İbrahim ve İbn Ebu Ömer de Abdülvehhab es-Sakafi'den tahdis etti.
İkisi Eyyub’DAN bu isnad ile hadisi buna yakın olarak rivayet etti. Bu hadisin
rivayetinde Hammad, dedi ki: Adba Ukayloğullarından bir adama ait idi. Kendisi
hacIları geçen develerden birisi idi. Yine onun hadisi rivayetinde: Uysal ve
iyice eğitilmiş bir deveye yaklaştı denilmektedir. Sakafi'nin hadisi
rivayetinde ise: O oldukça eğitimli bir dişi deve idi denilmiştir.
AÇIKLAMA: (4221)
"Ebu'l-Muhelleb" mim harfi ötreli he ve şeddeli lam fethalıdır. Adı
Abdurrahman b. Amr'dır. Muaviye b. Amr olduğu Amr b. Muaviye olduğu, en-Nadr b.
Amr el-Harami el-Basri olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir.
"Hacıları
geçen" sözü ile kastettiği devesi el-Adba'dır. Hacc kitabında el-Adba,
el-Kasba ve el-Ceda'nın üç ayrı deve mi yoksa tek bir deve mi olduğuna dair
açıklamalar geçmiş idi.
"Seni senin
antlaşmalıların suçu sebebi ile aldım" Yani onların işledikleri cinayetten
ötürü tuttum.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in ben müslumanım demesi üzerine esire söylediği: "Eğer
sen kendi başına buyruk iken bu sözü söylemiş olsaydın daha ötesi olmayan bir
şekilde kurtulurdun" sözünden itibaren "o iki adam karşılığında fidye
olarak verildi" sözleri şu demektir: Eğer sen kendi başına buyruk iken
esir olmadan önce Müslüman olmayı sağlayan sözü söylemiş olsaydın en ileri bir
derecede kurtuluşa ererdin. Çünkü eğer esir olmadan önce Müslüman olmuş
olsaydın senin esir alınman caiz olmaz ve İslam sayesinde kurtuluşa erer, esir
olmaktan esenliğe kavuşurdun. Malın da ganimet alınmazdı. Ama esir alındıktan
sonra Müslüman olmuş isen bu durumda senin öldürülme şıkkının seçilmesi ortadan
kalkar ve geriye köleleştirilmen, karşılıksız serbest bırakıiman ya da fidye
karşılığında bırakıIman şıklarından birisini seçmek kalır.
Bu hadiste fidye karşılığında
esiri bırakmanın caiz olduğu, esiri n İslam'a girmesinin ganimet alanların
ondaki hakkını -esir olmadan önce Müslüman olması halinin aksine- ortadan
kaldırmadığını ifade etmektedir.
Bu hadis-i şerifte
Müslümaa olup, fidye karşılığı serbest bırakılınca küfür diyarına geri
döndüğüne dair bir açıklama yoktur. Eğer aşiretinin güçlü olması ya da buna
benzer bir sebepten ötürü dinini açığa vurabilecek halde iken küfür diyarına
geri döndüğü sabit olsa dahi bu onun için haram olmazdı. Dolayısı ile hadiste
açıklanması zor bir taraf bulunmamaktadır. El-Mazen bunun açıklanmasının zor
olduğunu görerek: Müslüman bir kimse nasıl olur da küfür diyarına geri
gönderilir demiştir. Ama bunu müşkil (açıklanması zor) görmek belirttiğim husus
sebebi ile geçersizdir ve kabul edilemez.
"Ensar'dan bir
kadın da esir alındı." Bu kadın Ebu Zer (r.a.)'ın hanımı idi.
"Allah'a masiyet
olan bir adağı da kulun sahip olmadığı hususlardaki adağı da yerine getirmek
gerekmez. " Diğer rivayette ise "Allah'a masiyet olan hususda adak
yoktur" denilmektedir. Bu ifadeler içki içmek ve buna benzer masiyet olan
bir işi adayan bir kimsenin bu adağının akit olarak gerçekleşmeyip batıl
olacağına ve ayrıca yemin kefareti olsun başka bir yükümlülük olsun sözkonusu
olmadığına delildir. Malik, Şafii, Ebu Hanife, Davud ve ilim adamlarının büyük
çoğunluğu da bu görüştedir. Ahmed ise böyle bir durumda İmran b. Husayn
(radıyallahu anh) ile Aişe (r.anha)'nın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den:
"Masiyet olan bir hususta adak yoktur. Onun kefareti ise bir yemin
kefaretidir"diye rivayet edilen hadis gereğince bir yemin kefareti gerekir
demiştir. Cumhur ise bu bölümde sözü edilen İmran b. Husayn'ın hadisini delil
göstermiştir.
Böyle bir adağın
kefaretinin bir yemin kefareti olduğunu ifade eden hadis-i şerif ise
muhaddislerin ittifakı ile zayıftır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Kulun mülkiyetinde olmayan hususta da ... "
buyruğuna gelince bu bir kimsenin adağı kendisi mülkiyetinde olmayan muayyen
bir şeye bağlı olarak yapması halinde yorumlanır. Mesela:
Allah benim bu hastama
şifa verecek olursa filanın kölesini azad etmek yahut onun elbisesini sadaka
vermek yahut onun evini ve benzeri bir malını tasadduk etmek boynumun borcu
olsun demesi sureti ile olur. Ama mülkiyetinde olmayan herhangi bir şeyi kendi
üzerine borç olarak adayacak olursa onun bu adağı sahih olur. Mesela: Allah,
benim bu hastama şifa verecek olursa bir köleyi azad etmek boynuma borç olsun
demesi ile birlikte bu halde iken herhangi bir köleye de onun değerine de sahip
bulunmaması halinde de adağı sahihtir. Eğer o hastası şifa bulursa artık bir
köle azad etmek onun için bir borç olarak sabit olur.
(4222) "Uysal ve
iyice eğitilmiş bir dişi deve idi" ifadesi bir diğer rivayette de
"eğitilmiş bir dişi deve" ifadesine gelince; mim harfi ötreli, cim ve
şeddeli re fethalı olarak "mucerrese" dal harfi ve be harfi fethalı
olarak "muderrebe" ile "munevveka (uysal)" ve zelul (uysal)
hepsi aynı anlamda farklı lafızlardır.
Hadis-i şerifte kadının
eğer dar-ı harbten dar-ı islama hicret etmek, kendisi ile fuhuş yapmak
isteyenden kaçmak ve buna benzer hallerde zorunlu olan bir seferde kocasız,
mahremsiz ve onların dışında herhangi bir kişi yanında bulunmaksızın tek başına
yolculuk yapmasının caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Kadının tek başına
yolculuk yapmasının yasak oluşu zaruretin dışındaki haller dışında
yorumlanmaktadır.
Ayrıca bu hadis-i
şerifte Şafii'nin ve ona muvafakat edenlerin şu kanaatinin lehine de delil
bulunmaktadır: Kafirler müslümana ait bir malı ganimet alacak olurlarsa onu
mülk edinmiş olmazlar. Ebu Hanife ve başkaları ise o malı dar-ı harbe
götürmeleri halinde onu mülk edinirler demişlerdir.
Şafii ve ona uygun
kanaat belirtenlerin delili bu hadis-i şerifdir. Bunun neresinin buna delalet
ettiği de gayet açıklır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
4- KABE'YE
VÜRÜYEREK GİTMEYİ ADAYAN KİMSE BABI