SAHİH-İ MÜSLİM |
FERAİZ |
3- KELALE'NİN MİRASI
BABI
4121-5/1- Bize Amr b.
Muhammed b. Bukeyr en-Nakid tahdis etti, bize Süfyan b. Uyeyne, Muhammed b.
el-Münkedir'den tahdis etti, o Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken dinlemiştir: Hastalandım
da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Ebu Bekir yürüyerek beni
ziyarete geldiler. Derken bayılmışım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'de abdest aldıktan sonra artan abdest suyundan üzerime bir miktar su
serpince ayıldım. Ey Allah'ın Rasulü! Malım ile ilgili olarak ne yapayım,
dedim. Bana hiçbir şekilde cevap vermedi. Sonunda: "Senden fetva isterler:
De ki: Allah size kelale hakkında hükmü şöylece açıklar ... " (Nisa, 176)
diye başlayan miras ayeti nazil oldu.
Diğer tahric: Buhari,
565, 6723, 7309; Ebu Davud, 2886; Tirmizi, 2097, 3115; Nesai, 138 -muhtasar-;
İbn Mace, 1436 -muhtasar-, 2728
4122-6/2- Bana Muhammed
b. Hatim b. Meymun tahdis etti. .. İbnu'l-Münkedir, Cabir b. Abdullah'tan şöyle
dediğini rivayet etti: Ben Selimeoğulları diyarında iken Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile Ebu Bekir yürüyerek beni ziyarete geldiler. Aklımın
başında olmadığını gördüler. Bunun üzerine (Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bir su getirilmesini istedi ve abdest aldıktan sonra ondan üzerime biraz
serpince ayıldım ve: Malımda ne yapayım ey Allah'ın Rasulü, dedim. Bunun
üzerine: "Çocuklarınız hakkında Allah size şöyle emrediyor: Erkeğe iki
dişinin payı kadar (veriniz)" (Nisa, 11) ayeti nazil oldu.
Diğer tahric: Buhari,
4577
4123-7/3- Bize
Ubeydullah b. Ömer el-Kavariri tahdis etti, bize Abdurrahman -yani b. Mehdi-
tahdis etti, bize Süfyan tahdis edip, dedi ki: Muhammed b. el-Münkedir'i şöyle
derken dinledim: Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken dinledim: Hasta olduğum bir
sırada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberinde Ebu Bekir ile
birlikte yürüyerek ziyaretime geldiler. Benim bayılmış olduğumu gördüler. Bunun
üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) abdest aldıktan sonra abdest
suyundan üzerime biraz serpti, ben de ayıldım. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i yanıbaşımda görünce: Ey Allah'ın Rasulü! Malımı ne yapayım, dedim.
Miras ayeti nazil oluncaya kadar bana hiçbir cevap vermedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
4124-8/4- Bana Muhammed b.
Hatim tahdis etti, bize Behz tahdis etti, bize Şu'be tahdis etti, bana Muhammed
b. el-Munkedir tahdis edip, dedi ki: Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken dinledim:
Ben hasta olup aklım başımda değilken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
içeri girdi. Abdest aldı sonra onun abdest suyundan üzerime serptiler de aklım
başıma geldi. Hemen: Ey Allah'ın Rasulü! Bana sadece bir kelale mirasçı olacak,
dedim. Bunun üzerine de miras ayeti nazil oldu. (Şu'be, dedi ki): Ben de
Muhammed b. el-Munkedir'e: "Senden fetva isterler, de ki: Allah size
kelale hakkındaki hükmü şöylece açıklar" (Nisa, 176) buyruğu mu, dedim, o:
(Ayet) böylece nazil oldu, dedi.
Diğer tahric: Buhari,
194,5676, 7643
4125- .. ./5- Bize İshak
b. İbrahim tahdis etti, bize en-Nadr b. Şumeyl ve Ebu Amir el-Akadi haber verdi
(H.) Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti, bize Vehb b. Cerir tahdis
etti, hepsi Şu'be'den bu isnad ile rivayet etti. Vehb b. Cerir'in hadisi
rivayetinde: Feraiz ayeti nazil oldu, dedi. En-Nadr ve el-Akadi ise hadisi rivayetlerinde:
Farz ayeti nazil oldu, dediler. Ama hiçbirisinin rivayetinde ise Şu'be'nin
İbnu'l-Münkedir'e söylediği (sorduğu soru) yer almamaktadır.
AÇIKLAMA: (4121)
"Cabir, dedi ki: Hastalandım da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ile Ebu Bekir yürüyerek beni ziyarete geldiler." Burada
"yürüyerek" anlamındaki ibare nüshaların bir çoğunda
"maşiyani" şeklinde bazılarında ise "maşiyeyni" diye
nakledilmiştir. Bu ikinci şeklin bu şekilde nakli gayet açıktır. Bununla
birlikte birincisi de sahihtir, bunun takdiri: "Vehuma maşiyani"
şeklindedir.
Bu hadiste hasta
ziyaretinin fazileti ve hasta ziyareti için yürümenin müstehap olduğu hükmü
anlaşılmaktadır.
"Ben bayılınca
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) abdest aldıktan sonra abdest suyundan
üzerime serpti ben de ayıldım." Burada vedu (abdest suyu lafzı) vav harfi
fethalıdır. Kendisi ile abdest alınan su demektir.
Buradan salihlerin
bıraktıkları izlerin bereketinden yararlanmak, yeyip içtiklerinin ve
benzerlerinin artıklarının fazileti ile onlarla birlikte yeyip içme ve benzeri
hallerinin fazileti anlaşılmaktadır.
Yine bu hadiste
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bereketinin etkileri de açıkça
görülmektedir.
Mezhep alimlerimiz ve
başkaları bu hadisi, necis olduğunu söyleyen Ebu Yusuf'un kanaatini reddetmek
üzere abdest ve gusül için kullanılan suyun temiz olduğuna delil
göstermişlerdir. Bunun necis olduğu görüşü aynı zamanda Ebu Hanife’DEN de
nakledilmiş bir rivayettir. Fakat bu hadisi buna delil göstermek tartışılır.
Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onun üzerine kapta artan
sudan serpmiş olma ihtimali vardır. Fakat asıl büyük bereket Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in abdest alırken azalarına isabet eden sudadır
da denilebilir. Allah en iyi bilendir.
"Ben: Ey Allah'ın
Resulü! Malımı ne yapayım, dedim ... Bunun üzerine: "Allah çocuklarınız
hakkında şunu tavsiye eder ... " ayeti nazil oldu. Diğer rivayette ise:
(4123) "miras ayeti nazil oldu" denilmektedir.
Hadisten anlaşıldığına
göre hasta bir kimsenin bazı zamanlarda aklı başından gitse bile vasiyetinin
caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Ancak yaptığı vasiyetin ayık ve aklının
başında olduğu bir zamanda olması şarttır.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in ahkam ile ilgili hususlarda içtihat etmesinin caiz olmadığını kabul
eden kimseler bu hadisi delil gösterebilirler. Ancak cumhur bunun caiz olduğu
kanaatindedir. Buna dair açıklamalar defalarca geçti. Cumhur bu hadisi ve
benzerlerini Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in içtihadı neticesinde açıkça
bir hüküm tespit edemediği şeklinde tevil ederler. İşte bundan dolayı vahiy
nazil olur ümidi ile ona hiçbir şekilde cevap vermemiştir.
4126-9/6- Bize Muhammed
b. Ebu Bekr el-Mukaddemi ve Muhammed b. el-Müsenna -lafız İbnu'l-Müsenna'ya ait
olmak üzere- tahdis edip, dedi ki: Bize Yahya b. Said tahdis etti, bize Hişam
tahdis etti, bize Katade, Salim b. Ebu'l-Ca'd'den tahdis etti, o Ma'dan b. Ebu
Talha'dan rivayet ettiğine göre Ömer b. el-Hattab Cuma günü bir hutbe verdi.
Allah'ın Nebisi'ni de Ebu Bekir'i de söz konusu ettikten sonra şunları söyledi:
Ben, benden sonrasına bana göre kelaleden daha önemli hiçbir şey bırakmıyorum.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e kelale hususunda başvurduğum kadar
hiçbir hususta da başvurmuş değilim. Onun da bu hususta bana sert davrandığı
kadar hiçbir hususta sert davranmış değildir. O kadar ki parmağı ile göğsümü
dürttü ve: "Ey Ömer! Nisa suresi'nin sonundaki yaz ayeti sana yetmiyor
mu" buyurdu. Şüphesiz eğer ben yaşayacak olursam kelale hakkında Kur'an'ı
okuyan (bilen)in de Kur'an'ı okumayanın da gereğince hüküm vereceği bir hüküm
vereceğim.
4127- .. ./7- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize İsmail b. Uleyye, Said b. Ebu ArUbe'den
tahdis etti. (H.) Bize Zuheyr b. Harb, İshak b. İbrahim ve İbn Rafi'de Şebabe
b. Sevvar'dan tahdis etti, o Şu'be'den (Said ile) ikisi de Katade'den bu isnad
ile buna yakın olarak hadisi rivayet etti.
AÇIKLAMA: "Ömer
(radıyallahu anh): Bana göre benim için kelaleden daha önemli bir hususu benden
sonraya bırakınıyorum ... hüküm vereceğim." yaz ayeti denilmesi bu kelale
ayetinin yazın nazil olmuş olmasından dolayıdır.
Ömer (radıyallahu
anh)'ın: "Yaşayacak olursam ... " diye başlayan sözleri Ömer
(radıyallahu anh)'ın sözleri olup, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
söylediği sözlerden değildir. Bu hususta hüküm vermeyi ertelemesinin sebebi ise
o zamanda gereğince hüküm vereceği şekilde kanaatinin netleşmemiş olmasından
dolayı idi. Böylelikle bu husustaki içtihadı kemale erip konu ile ilgili
incelemelerini tamamlayıp, kendisince buna dair hüküm nihai şeklini alacağı
vakte kadar ertelemiş olmaktadır. Sonra bu ulaştığı nihai sonuç gereğince hüküm
verecek ve bunu insanlar arasında yaygınlaştıracaktI. Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in kendisinin de başkasının da açık bir şekilde hüküm verilenlere
bel bağlayıp naslardan hüküm çıkarmayı (istinbatı) terk edeceklerinden korkmuş
olması dolayısı ile ona sert davranmış olma ihtimali de vardır. Halbuki yüce
Allah: "Halbuki bunu Rasulüne yahut içlerinden emir sahiplerine döndürmüş
olsalardı, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar onun ne olduğunu
elbette bilirlerdi." (Nisa, 83) buyurmaktadır. Bu sebeple hüküm çıkarma
(istinbat)a gereken itinayı göstermek en vurgulu bir şekilde yerine getirilmesi
istenmiş vaciplerden (görevlerden)dir. Çünkü açık seçik olan naslar ancak karşı
karşıya kalınacak meseleleri n az bir kısmına yeterli olur. Eğer istinbat ihmal
edilecek olursa karşı karşıya kalınan hükümleri n bir çoğu yahut bir kısmı
hakkında gereken hükmü verme imkanı ortadan kalkar. Allah en iyi bilendir.
İlim adamları
"kelale" lafzının türeyişi hususunda farklı kanaatlere sahiptirler.
Çoğunluk bu kelimenin kıyıda köşede kalmak demek olan tekellül’DEN türemiş
olduğunu söylemişlerdir. Mesela amca oğluna kelale denilir. Çünkü onun neseb
içerisinde temel bir dayanağı yoktur. Aksine o nesebin kenarında, kıyısında bir
yerdedir. Etrafı çepeçevre kuşatmaktan türediği de söylenmiştir. Bu bakımdan
(başa konulan taç anlamındaki) eliklil de buradan türemiş bulunmaktadır. İklil
ise mücevharat ile süslenen ve başa konulan sargıyı andıran bir şeydir. Bu gibi
akrabalara kelale denilmesi ise onların öleni etrafından çevrelemiş olmasından
ötürüdür. Bunun, uzak ve alakası kopuk bir halde bulunan bir şeyi anlatmak için
kullanılan "kelle" kökünden türediği de söylenmiştir. Nitekim
akrabalık uzaklaşıp, neseb bağı uzaması halinde "kelletil rahim"
tabirleri de buradan gelmektedir. Mesafenin uzaklığından ötürü bir kimsenin
bitkin düşmesi halinde kullanılan "kelle fi meşyi: yürüyüşü
bitkinleşti" tabiri de buradan gelmektedir.
İlim adamları ayeti
kerimede kelale’DEN kastın ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir:
1. Birinci görüşe göre
bundan kasıt, ölenin çocuğu ve babasının bulunmaması halinde mirasçı olan
kimseler kastedilir. Otaktirde "kelale" lafzı "kelale mirasını
alır" anlamındaki takdiri ifade ile mansub olur.
2. İkinci görüşe göre
bu, çocuğu ve babası bulunmayan ölünün -ölü erkek ya da dişi olsun farketmemek
üzere- adı olarak zikredilir. Nitekim kısır adam ve kısır kadın hakkında
"akim" lafzı müşterek olarak kullanılır. Bu durumda buyruğun takdiri,
kelale olması halinde nasıl miras alıyorsa öylece ona miras verilir şeklinde
olur. Ebu Bekir es-Sıddik, Ömer, Ali, İbn Mesud, Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas'da
(Allah hepsinden razı olsun) bu görüşün kendilerinden nakledildiği kimseler
arasındadır.
3. Kelale; aralarında
çocuk ve babanın bulunmadığı mirasçıların adıdır.
Bu kanaat sahipleri
Cabir (radıyallahu anh)'ın "bana sadece bir kelale mirasçı olacak"
şeklindeki sözünü delil göstermişlerdir. Onun hayatta bir oğlu da bir babası da
yoktu.
4. Kelale; miras alınan
malın adıdır.
Şia der ki: Kelale;
babası yahut dedesi bulunsa dahi çocuğu olmayan kimseye demişler ve böylelikle baba
ile birlikte kardeşlere miras vermişlerdir.
Kadı lyaz, dedi ki: Bu
kanaat İbn Abbas’DAN da rivayet edilmiş olmakla birlikte bu ondan sahih olarak
gelmemiş, batıl bir rivayettir. Aksine ondan gelen sahih rivayet ilim
adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği kanaattir. (Kadı lyaz) devamla, dedi ki:
Bazı ilim adamları da kelalenin oğlu da babası da bulunmayan kişi demek olduğu
üzerinde icma olduğunu sözkonusu etmişlerdir. Mirasçılar arasında dedenin
bulunması halinde mirasçıların kelale olup olmayacağı hususunda ise ihtilaf
etmişlerdir. Dedenin baba hükmünde olmadığını söyleyenler bu durumda
mirasçıları kelale kabul eder. Onu baba olarak değerlendirenler ise mirasçıları
kelale olarak kabul ederler.
Kadı Iyaz (devamla),
dedi ki: Mirasçılar arasında kız çocuğu varsa, ilim adamlarının büyük
çoğunluğuna göre diğer mirasçılar kelaledir. Çünkü erkek ve kızkardeşler ile
onların dışındaki asabe olan akrabalar kız ile birlikte mirasçı olurlar. İbn
Abbas ise şöyle demektedir: Kız çocuğu bulunması halinde kız kardeş hiçbir
miras alamaz. Çünkü yüce Allah: "Onun bir oğlu ve kız kardeşi yoksa"
(Nisa, 176) buyurmaktadır. Davud (ez-Zahiri) de böyle demiştir. Şia ise şöyle
der: Kız çocuğun varlığı mirasçıların kelale olmasına engeldir. Çünkü şia, kız
çocuğunun varlığı ile birlikte erkek ve kız kardeşe hiçbir miras vermezler.
Malın tamamını kıza verirler. Bu kanaatlerine de yüce Allah'ın:
"Eğer çocuğu
bulunmayıp da kızkardeşi bulunan bir erkek ölürse bıraktığının yarısı
kızkardeşe kalır. Eğer onun (ölen kız kardeşinin) çocuğu yoksa o (erkek kardeş)
kız kardeşine (malının tamamına) mirasçı olur" (Nisa, 176) buyruğunu delil
göstermişlerdir.
Cumhurun kanaatine göre
ise ayet-i kerimenin anlamı, mirasın yarısının farz hisse olarak kızkardeşe
verilmesi ancak oğlun bulunmaması halinde sözkonusu olur. Kızkardeşe yarısını
farz hisse olarak vermenin şartı çocuğun bulunmamasıdır. Yoksa onun mirasçı
kabul edilmesinden dolayı değildir. Erkek ve kızkardeş baba ile birlikte
mirasçı olmamakla beraber çocuğun sözkonusu edilmediği gibi ayet-i kerimede
babanın yokluğu da sözkonusu edilmemiştir.
Çünkü feraiz ile ilgili
esas bir kaide olan bir şahıs aracılığı ile ölene akrabalığı bulunan bir kimse,
o şahsın varlığı ile birlikte miras alamaz şeklindeki feraize dair asıl
kaideden bilinen bir husustur. Bundan istisna ise annenin çocuklarıdır. Onun
varlığı ile birlikte (ölen babalarından) miras alırlar. Diğer taraftan bütün
müslümanlar Nisa süresi'nin sonundaki ayet-i kerimede sözü geçen erkek ve
kızkardeşlerden maksadın ya anne baba bir yahut da anne baba bir çocukların
bulunmaması halinde baba bir çocuklardır. Yine müslümanların icma ettikleri
üzere sürenin baş tarafında yer alan: "Eğer bir erkek yahut kadına çocuğu
ve babası olmadığı (kelale olduğu) halde mirasçı olunuyor ve bunların (ana bir)
erkek yahut kız kardeşi varsa ... " (Nisa, 12) buyruğunda kastedilen erkek
ve kız kardeşler anne bir erkek ve kız kardeşlerdir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
4- İNDİRİLEN SON
AYET KELALE AYETİDİR BABI