SAHİH-İ MÜSLİM |
TALAK |
5- İLA, KADINLARDAN UZAK
DURMAK, ONLARI (SEÇMEKTE) MUHAYYER BIRAKMAK VE YÜCE ALLAH'IN: "ŞAYET ONUN
ALEYHİNE BİRBİRİNİZE YARDIM EDERSENİZ ... " (TAHRİM, 4) BUYRUGU HAKKINDA
3675-30/1- Bana Zuheyr b.
Harb tahdis etti, bize Ömer b. Yunus elHanefi tahdis etti, bize İkrime b.
Ammar, Simak b. Zumeyl'den tahdis etti, bana Abdullah b. Abbas tahdis etti,
bana Ömer b. el-Hattab tahdis edip dedi ki: Allah'ın Nebi'si (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) hanımlarından uzak kalınca mescide girdim. Baktım ki insanlar
(düşünceli bir şekilde) çakıl taşlarına vuruyorlar ve: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hanımlarını boşadı diyorlardı. Bu müminlerin annelerine hicap
emri verilmeden önce olmuştu.
Ömer dedi ki: Bunun
üzerine ben: Kesinlikle bugün bunu öğreneceğim, dedim. Aişe'nin yanına girdim
ve: Ey Ebu Bekir'in kızı! Sen işi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
rahatsızlık verecek kadar ileriye mi götürdün, dedim. Aişe: Ey Hattab'ın oğlu!
Benim seninle, senin benimle ne işin var ki? Sen kendi kızına bak, dedi.
(Ömer) dedi ki: Bunun
üzerine ben de Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdim. Ona: Ey Hafsa! Sen işi
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e eziyet verecek hale kadar ileriye mi
götürdün? Allah'a yemin olsun ki sen Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in seni sevmediğini biliyorsun. Ve eğer ben olmasaydım Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kesinlikle seni boşayacaktı, dedim. Bunun üzerine
oldukça fazla ağladı. Ona: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nerede,
dedim. O (Hafsa): Yüksekçe odadaki kilerindedir, dedi. Yanına girdiğimde
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kölesi Rebah'ı gördüm. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de odanın eşiğinde oturmuş ayaklarını oyulmuş bir
ahşabın üzerine sarkıtınıştı. Bu ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in üzerine çıktığı ve basarak indiği bir kütüktü.
Ben: Ey Rebah!
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna girmem için bana izin iste
diye seslendim. Rebah odanın içine baktı, sonra dönüp bana baktı ama bir şey
demedi. Sonra: Ey Rebah! Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna
girmem için benim için izin iste dedim. Rebah yine odaya baktı sonra bana baktı
ve bir şey demedi. Sonra sesimi yükselterek: Ey Rebah! Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in huzuruna girmem için benim adıma izin iste. Ben zannederim
ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim Hafsa için geldiğimi
düşünüyor. Allah'a yemin ederim ki eğer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bana onun boynunu vurmamı emrederse hiç şüphesiz boynunu vururum, dedim ve
sesimi yükselttim. Bu sefer bana, çık, diye işaret etti. Ben de Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim. Bir hasır üzerine yatınıştı.
Ben de oturdum. İzarını topladı. Üzerinde başka bir şey de yoktu. Hasırın onun
böğründe iz bıraktığını gördüm. Bu sefer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in kilerine bir göz attım. Bir sa'a yakın bir avuç arpa bir de odanın
bir tarafında onun kadar bir miktar mazı gördüm .. Bir de asılı bir deri vardı.
Gözümden yaş aktı.
Allah Rasulü: "Ey
Hattab'ın oğlu! Neden ağlıyorsun?" dedi. Ben: Ey Allah'ın Nebi'sİ! Niye
ağlamayayım ki. Bu hasır senin böğründe iz bırakmış. İşte bu da senin kilerin.
Gördüğümden başka içinde bir şey yok. Diğer taraftan Kayser ile Kisra
meyvelerle ırmaklar arasında. Sen ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'sin ve O'nun seçkin kulusun. Bu da senin kilerin.
Bunun üzerine Allah
Rasulü: "Ey Hattab'ın oğlu! Ahiretin bizim, dünyanın onların olmasına razı
olmaz mısın?" buyurdu. Ben: Razı olurum, dedim.
Onun yanına girdiğim
zaman yüzünde kızgınlık izlerini görmüştüm.
Bunun üzerine: Ey
Allah'ın Rasulü! Şu kadınların halinden sana ağır gelen nedir? Eğer onları
boşadıysan şüphesiz yüce Allah, O'nun melekleri, Cebrail, Mikail, ben, Ebu
Bekir ve müminler hep seninle beraberiz. Ben Allah'a hamd ederek söylüyorum ki
konuşup da Allah'ın söylediğim o sözü tasdik edeceğini ummadığım sözlerim çok
az olmuştur. Sonra şu ayet, hanımlarını seçmekte serbest bırakan ayet nazil
oldu: "Eğer o sizi boşarsa Rabbinin ona yerinize ... daha hayırlı eşler
vermesi umulur" (Tahrim, 5); "Şayet onun aleyhine birbirinize yardım
ederseniz muhakkak ki Allah onun velisidir, Cebrail de müminlerin salih
olanları da. Bundan sonra melekler de (ona) yardımcıdır." (Tahrim,4)
Ebu Bekir'in kızı Aişe
ile Hafsa, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in diğer hanımları aleyhine
birbirlerini desteklemişlerdi. Bu sefer: Ey Allah'ın Rasulü! Onları boşadın mı?
dedim. O: "Hayır" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Mescide girdim,
müslümanlar çakıl taşlarına vuruyorlar ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hanımlarını boşadı diyorlardı. Peki inip onlara senin hanımlarını
boşamadığını bildireyim mi? dedim. Allah Rasulü: "İstersen bildir"
buyurdu. Ben yüzündeki kızgınlık çekilinceye ve hatta ağzını açıp gülünceye
kadar onunla konuşmaya devam ettim. İnsanlar arasında ağzı en güzel
kimselerdendi.
Sonra Allah'ın Nebisi de
indi. Ben de indim. Ben kütüğe tutunarak indim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ise elini kütüğe değdirmeden yerin üzerinde yürüyormuş gibi indi.
Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Odada yirmi dokuz gün kaldın dedim. Allah Rasulü:
"Şüphesiz ay yirmi dokuz gün de olur" buyurdu. Sonra mescidin
kapısında durdum, sesimin çıktığı kadar yüksek sesle bağırdım: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarını boşamadı. Sonra:
"Kendilerine güven
yahut korkuya dair bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki bunu
Rasulü'ne yahut içlerinden emir sahiplerine döndürmüş olsalardı. .. "
(Nisa, 83) ayeti nazil oldu. İşte O işi istinbat edip çıkartan ben idim, aziz
ve celil Allah da muhayyer bırakmak ile ilgili ayeti inzal buyurdu.
AÇIKLAMA: "Simak
Ebu Zumeyl" Zumeyl ismi ze harfi ötreli, mim harfi fethalıdır. "İnsanlar
çakıl taşlarına vuruyorlardı." Yani üzüntülü ve düşünceli kimsenin yaptığı
gibi yere (hafifçe) vuruyorlardı.
"Sen kızına
bak" burada "aybe" (heybe anlamında olmakla birlikte) kızın
Hafsa'ya öğüt vermeye bak anlamındadır. Dil bilginleri der ki: Aybe Arap
dilinde insanın en değerli elbisesini ve değerli eşyalarını içine koyduğu kaba
denilir. Kızını ona benzetmiştir.
"Meşrube: Yüksekçe
oda" Re harfi fethalı ve ötreli (meşrube ve meşrebe) şeklinde okunabilir.
"Odanın eşiğinde
oturmuş idi." Usküffe, kapının alt eşiğine denilir. "Ahşaptan oyulmuş
(bir kütük) üzerinde." Nakir nun harfi fethalı, kaf da kesrelidir. Bütün
nüshalarda görülen ve doğru olan şekil budur. Kadı Iyaz'ın zikrettiğine göre
nun yerine fe iledir. Dolayısı ile bu fakir olup sırttaki fekardan (omurlardan)
alınmış ve mefkur anlamına gelir. Yani basamaklar şeklinde kütük demek olur.
"Efik" ise
henüz tabaklaması tamamlanmamış deri demek olup çoğulu fe harfi fethalı olarak
ufak diye gelir. Edimin çoğulunun udem diye gelmesi gibi. Mazisi efeka, muzarii
ye'fiku diye gelir.
"Yüzündeki öfke
çekildi" gitti, açıldı.
"Öyle ki ağzını
açtı ve güldü." Keşera gülümseyerek dişlerini gösterdi demektir. Bu aynı
zamanda kızgınlık halinde de görülen bir durumdur. İbnü's-Sikkit dedi ki:
Keşera, beseme ve ibteseme hepsi aynı anlamda (gülümsedi) demektir. Eğer daha
ileri derecede gülerse kahkaha, zehdeka ve kerkere denilir.
3676-31/2- Bize Harun b.
Said el-Eyli tahdis etti, bize Abdullah b. Vehb tahdis etti, bana Süleyman
-yani b. Bilal- haber verdi, bana Yahya haber verdi, bana Ubeyd b. Huneyn'in
haber verdiğine göre o Abdullah b. Abbas'ı tahdis edip şöyle derken dinledi:
Ömer b. el-Hattab'a bir ayet hakkında soru sormak isteği ile bir sene bekledim.
Onun heybetinden ona o soruyu soramadım. Nihayet haccetmek üzere çıktı. Ben de
onunla çıktım. Döndüğü zaman yolun bir yerinde bir ihtiyacını görmek için erak
ağaçlarının bulunduğu bir tarafa saptı. Ben de işini bitirinceye kadar durup
onu bekledim. Sonra onunla birlikte yola devam ettim. Ey müminlerin emiri!
Resulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden ona karşı
birbirlerini destekleyen iki kadın kimdi dedim. O: Onlar Aişe ve Hafsa idiler
dedi. Ben ona: Allah'a yemin olsun ki ben bunu bir seneden beri sana sormak
istiyordum ama heybetinden çekindiğim için soramıyordum dedim. O: Hayır yapma.
Eğer benim bildiğimi zannetliğin bir husus varsa onu bana sor. Eğer onu
biliyorsam sana bildiririm dedi.
İbn Abbas devamla dedi
ki: Ömer şunları da söyledi: Allah'a yemin olsun ki biz cahiliye döneminde iken
kadınlara hiç itibar etmez, onlara değer vermezdik. Nihayet yüce Allah onlar
hakkında indirdiği buyrukları indirdi. Onlara paylarını verdi. Ben bir husus
üzerinde kendi kendime düşünürken eşim bana: Şöyle şöyle yapsan dedi. Ben ona:
Senin bu işle alakan ne ki? Ben yapmak istediğim bir işe sen kendini niye
zorlayarak sokmak istiyorsun dedim. O bana: Hayret sana Hatlab'ın oğlu. Sen
sana bir şeyler söylenmesini istemiyorsun. Halbuki kızın Resulullah {Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e gün boyunca onu kızdıracak kadar karşılık veriyor dedi.
Ömer dedi ki: Derhal
ridamı alıp olduğum yerden çıktım. Hafsa'nın evine girdim. Ona: Kızcağızım,
gerçekten sen Resulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e O gün boyunca kızgın
kalacak kadar cevap veriyor musun? dedim. Hafsa: Allah'a yemin olsun ki biz ona
karşılık veriyoruz dedi. Ben: Bilesin ki ben seni Allah'ın cezasından ve
Resulü'nün gazabından sakındırıyorum.
Kızcağızım. Şu güzelliği
ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisini sevmesi dolayısı ile
kendisini beğenmiş şu kadın sakın seni aldatmasın. Sonra çıktım. Benim ona olan
akrabalığım sebebi ile Um Seleme'nin yanına gittim, onunla da konuştum. Um
Seleme bana: Hayret sana Hattab'ın oğlu! Sen her şeye kendini soktun. Öyle ki
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile onun zevceleri arasına girmeye
kalkıştın dedi. (Ömer devamla) dedi ki: Onun bu sözleri içimde hissettiklerimin
ve düşündüklerimin bir kısmından beni alıkoydu. Yanından çıktım. Ensar'dan bir
arkadaşım vardı. Ben (Nebi'nin meclisinde) bulunmadığım zaman o bana (olanlara
dair) haber getirirdi. O bulunmadığı zaman ben ona haberleri götürürdüm. O
sırada da bizler Gassan hükümdarlarından bir hükümdardan (bize saldırmasından)
korkuyorduk. Çünkü bize onun üzerimize yürümek istediği söylenmişti. Bundan dolayı
ondan çekinmemiz kalplerimizi doldurmuştu. Bir ara Ensardan arkadaşım gelip
kapımı çaldı ve aç aç dedi. Ben: Gassanlı mı geldi'? dedim. O: Bundan da daha
ağır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarından uzaklaştı dedi.
Bunun üzerine ben: Hafsa'nın da Aişe'nin de burnu yere sürtündü. Sonra elbisemi
alıp dışarı çıktım ve (Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in) evine geldim.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in hurma kütüğünden yapılmış
basamaklarla çıktığı yüksekçe odasında olduğunu gördüm. Basamağın başında da
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in siyahi bir kölesi vardı. Ben: Bu
gelen Ömer'dir dedim. Bana izin ver. Ömer dedi ki: Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'e bu anlattıklarımı anlattım. Um Seleme'nin sözlerine gelince;
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gülümsedi. Kendisi bir hasır üzerinde
idi. Onunla hasır arasında bir şey yoktu. Başının altında da içi lifte dolmuş
deri bir yastık vardı. Ayaklarının yanında ise toplanmış karaz (denilen mazı
yaprakları) vardı. Başı tarafında ise asılı deriler vardı. Hasırın Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in böğründeki izlerini gördüm ve ağladım. Allah
Rasulü: "Neden ağlıyorsun?" dedi. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Kisra ve
Kayser içinde bulundukları (refah ve bolluk) halinde iken sen ise Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem}'sin (ve bu haldesin) dedim. Bunun üzerine
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Dünyanın onlara, ahiretin de
sana olmasına razı değil misin?" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
4913, 4914 -muhtasar-, 4915 -muhtasar-, 5218 -muhtasar-, 5843, 7256 -muhtasar-,
7263 -muhtasar-
AÇIKLAMA: "Ben
bir iş hakkında düşünürken" kendi kendimle danışıp düşünürken demektir.
"Beynema ve beyna" yani (düşündüğüm) zamanlarda. Benzeri lafızlar da
bu anlamdadır. Açıklamaları daha önce geçti.
"Ensar’DAN bir
arkadaşım vardı. .. " Bu da ilim meclislerinde hazır bulutmanın eğer
herkes bizzat gelme imkanını bulamıyorsa ilim meclisinde bulunmak için
nöbetleşe gelmenin müstehap olduğuna delildir.
"Gassan
hükümdarlarından" daha meşhur olan "Gassan" isminin gayr-i
munsarıf olduğudur. Munsarıf olduğu da söylenir. Kitabın baş taraflarında
açıklaması geçti.
"Gassanlı mı geldi,
dedim ... " Buradan da ashab-ı kiramın (r.a.) Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in hallerine ne kadar ihtimam gösterdikleri, onu üzüp
rahatsız edecek yahut onu kızdıracak şeyler dolayısı ile tam anlamı ile
kendilerinin de huzursuz ve tedirgin olduklarını görüyoruz.
"Hafsa'nın burnu
yere sürtündü" Ragime: yere sürtündü gayn harfi fethalı da (ragame)
kesreli de söylenebilir. Manası toprak demek olan rugame yapıştı şeklindedir.
Asıl anlamı budur. Sonra da hak ve adaletli olanı yerine getiremeyen ve
istemeyerek zelil olup boyun eğmek zorunda kalan herkes hakkında kullanılmaya
başlamıştır.
"Elbisemi alıp
çıktım ... " Buradan da önderlerle, büyüklerle karşılaşacağı zamanda
onlara saygı olmak üzere elbise ve sarık ve benzeri şeyleri giyinerek güzel bir
kılığa bürünmenin müstehap olduğu anlaşılmaktadır.
"Basamaklı bir
hurma kütüğü ile çıkılan yüksekçe bir odada" buradaki "basamaklı
kütük" anlamındaki lafız bazı nüshalarda "biaceliha" bazılarında
"biaceletiha" bazılarında ise "biacele" şeklindedir. Hepsi
doğrudur. Sonuncuları en güzelidir. İbn Kuteybe ve başkaları bu hurma ağacından
basamak demektir demişlerdir. Nitekim bundan önceki rivayette "hurma
kütüğü" denilmişti.
"Ayaklarının
yanında bir araya toplanmış karaz (mazı yaprakları) vardı." Burada
(toplanmış anlamındaki) lafız bazı asıl nüshalarda "madbliran"
şeklinde dat harfi ile, bazılarında ise sad harfi ile geçmektedir. Her ikisi de
doğrudur. Toplanıp bir araya gelmiş demektir. "Başının yanında da asılı
deriler vardı." Deriler anlamındaki "uhub" kelimesi aynı zamanda
hemze ve he harfleri fethalı olarak "eheb" de söylenir. Bunlar iki
meşhur söyleyiştir. Tekili "ihab" dır. Çoğunluğun dediklerine göre bu
tabaklanmadan önceki deridir. Kayıtsız şartsız deri anlamında olduğu da
söylenmiştir. Taharet Kitabının sonlarında açıklaması yapılmıştı.
"Hasırın izlerini
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in böğründe görünce ağladım ... "
ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Dünyanın ikisine ahiretin de
sana olmasına razı değil misin" asıl nüshalarda bu şekilde "ahiretin
sana"dır.
Bazılarında "dünya
onlara" çoğunluğunda ise "ikisine" şeklindedir. Buradakinden
daha başka yerlerde rivayetlerin çoğunluğu ise "dünyanın onlara, ahiretin
bizlere" şeklindedir. Hepsi sahihtir.
3677-32/3- Bize Muhammed
b. el-Müsenna da tahdis etti, bize Affan tahdis etti, bize Hammad b. Seleme
tahdis etti, bana Yahya b. Said, Ubeyd b. Huneyn’DEN haber verdi, o İbn
Abbas’DAN şöyle dediğini rivayet etti: Ömer ile birlikte geldim. Nihayet
Merruzzahran'da iken deyip hadisi uzun uzadıya Süleyman b. BilaI'in hadisi
rivayetine yakın olarak zikretti. Ancak rivayetinde şöyle dedi: İki kadının
durumu ne idi dedim. O Hafsa ve Um Seleme dedi. Ayrıca şunları da ekledi: Ben
hücrelere gittim, her bir odada ağlayış vardı. Yine şunları ekledi: Onlara bir
ay süre ile ila yapmıştı. Yirmi dokuz gün dolunca yanlarına indi.
AÇIKLAMA: "Onlara
bir ay ila yapmıştı" Yani onların yanlarına bir ay süre ile girmeyeceğine
yemin etmişti. Bu fukaha ıstılahında bilinen ila türünden de değildi, ila hükmü
de bunun için sözkonusu değildi. Sözlükte "ila"nın asıl anlamı bir
şeye dair yemin etmek demektir. Bunun kökünden ise ala, yu'li, ilaen denilir.
Teella, teelliyen, ve'tela, i'tilaen de gelir. Fukaha örfünde ise zevcesi ile
ilişki kurmamak üzere yemin etmenin özel adı haline gelmiştir. Bu hususta bir
görüş ayrılığı yoktur. Bundan tek istisna İbn Sırin’DEN şöyle dediğine dair bir
rivayettir. Şer'i ila cima etmemek, konuşmamak, nafakasını vermemek gibi zevce
ile alakalı hususlar hakkında yorumlanır demiştir.
Kadı Iyaz dedi ki:
Fukaha arasında mücerred ilanın derhal talakı, keffareti ve (gereğini) yerine
getirilmesinin istenmesini icap ettirmez. Ancak müddetinin ne kadar olduğu
hususunda ihtilaf etmişlerdir. Hicaz alimleri, ashab ve tabiinin ve onlardan
sonrakilerin çoğunluğunun dediklerine göre ila yapan kişi dört aydan fazlası
hakkında yemin eden kişidir. Eğer dört ay için yemin ederse bu kişi ila yapmış
sayılmaz. Kufeliler ise dört ay ve daha fazlası için yemin eden kişidir
demişlerdir. İbn Ebu Leyla, Hasan ve İbn Şubrume ile başkaları bir istisna
teşkil ederek şöyle demişlerdir: Şayet zevcesi ile bir gün ya da daha az bir
süre cima etmeyeceğine yemin ederse sonra da onu dört ay bırakıp yaklaşmayacak
olursa bu kişi ila yapmış olur.
İbn Ömer’DEN gelen
rivayete göre yemininde bir vakit belirleyen herkes -müddeti uzasa dahi- ila
yapmış olmaz. İla yapan ebediyyen diye yemin eden kimsedir. (Kadı Iyaz devamla)
dedi ki: İla yapan kimse aleyhine dört aydan önce talakın gerçekleşmeyeceği
hususunda aralarında bir görüş ayrılığı olmadığı gibi bu süre bitmeden önce
cima edecek olursa ilanın kalkacağı hususunda da görüş ayrılığı yoktur. Eğer
dört ay bitene kadar onunla cima etmeyecek olursa Kufeliler talak gerçekleşir
demişlerdir.
Hicaz ve Mısır alimleri
ile hadis ashabı ve Zahiri mezhebine mensup olanların tamamı şunu söylerler:
Kocaya ya cima edersin yahut boşarsın denilir. Eğer kabul etmeyecek olursa
hakim onun aleyhine olmak üzere boşamayı gerçekleştirir. Maliki mezhebinin
meşhur olan görüşü bu olduğu gibi Şafii ve mezhebine mensup ilim adamları da bu
görüştedir. Malik’DEN Kufelilerin görüşü gibi bir rivayet de nakledilmiştir.
Şafii'nin bir diğer görüşüne göre hakim onun aleyhine boşama yapmaz. Aksine ya
cima yapmaya yahut da boşamaya mecbur edilir. Eğer kabul etmeyecek olursa
bundan dolayı tazir cezası verilir.
Kufeliler bunun
sonucunda talakın ric'i mi bain mi gerçekleşeceği hususunda farklı kanaate
sahiptir. Diğerleri ise kendisinin ya da hakimin gerçekleştireceği talakın
ric'i olacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Ancak Malik: İddet içerisinde koca
cima yapmadıkça bu durumda ricat sahih olmaz demiştir.
Kadı Iyaz dedi ki: Böyle
bir şart Malik'in dışında hiçkimseden tespit edilmiş değildir.
Eğer üç kur dört ay (lık
ila süresi) içinde geçerse Cabir b. Zeyd: Eğer talakı verirse bu kurlarla da
iddeti bitmiş olur demiştir. Cumhur ise iddetin yeniden başlatılması gerekir
demiştir. Fakat ila için yaptığı yeminin kızgınlık halinde ve zarar vermek
kastı ile olmasının şart olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Çoğunlukla böyle bir şart yoktur. Aksine durum ne olursa olsun ila yapmış olur
demişlerdir. Malik ve Evzai ise sütten kesildiği için çocuğunun maslahatı adına
yemin edecek olursa ila yapmış olmaz demişlerdir. Ali ve İbn Abbas (radıyallahu
anh)'dan rivayete göre kızgınlık sureti ile yemin etmediği sürece ila yapmış
olmaz.
3678-33/4- Bize Ebu Bekr
b. Ebu Şeybe ve Zuheyr b. Harb'da -lafız Ebu Bekir'e ait olmak üzere- tahdis
edip dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Said'den tahdis ettiğine göre o
Ubeyd b. Huyeny'i -ki o Abbas'ın azadlısıdır- şöyle derken dinlemiştir: İbn
Abbas'ı şöyle derken dinledim: Ben Ömer'e ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hayatta iken birbirine destek olan iki kadının kim olduklarını sormak
istiyordum. Bir sene bekledim, uygun bir yer bulamadım. Nihayet Mekke'ye gitmek
üzere ona yol arkadaşı oldum. Merruzzahran'a gelince ihtiyacını gidermek için
gitti. Bana: Bana bir matara su getir dedi. Ben de suyu ona götürdüm.
İhtiyacını görüp dönünce üzerine su dökmek üzere gittim ve ona soru mu sorarak:
Ey müminlerin emiri! O iki kadın kimdi dedim. Daha sözümü bitirmeden o: Aişe ve
Hafsa idi dedi.
3679-34/5- Bize İshak b.
İbrahim el-Hanzali ve Muhammed b. Ebu Ömer de tahdis etti -her ikisi de hadisin
lafzını birbirine yakın rivayet etti-o İbn Ebu Ömer dedi ki: Bize Abdurrezzak
tahdis etti, İshak ise haber verdi dedi. Bize Ma'mer, Zühri'den haber verdi, o
Ubeydullah b. Abdullah b. Sevr'den, o İbn Abbas'dan şöyle dediğini rivayet
etti: Ömer'e yüce Allah'ın: "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne
ala). Çünkü kalpleriniz meyletmiş bulunuyor." (Tahrim,41) buyurduğu Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden olan iki kadının kim olduklarını
sormayı hep arzu edip durdum. Nihayet Ömer haccedip ben de onunla birlikte
haccettim. Yolculuğumuz esnasında Ömer yolun kenarına geçti. Ben de matara ile
birlikte yolun kenarına kaydım. Ömer ihtiyacını giderdikten sonra yanıma geldi,
ellerine su döktüm, abdest aldı. Bu sırada: Ey müminlerin emiri! Aziz ve celil
Allah'ın kendilerine: "Eğer Allah'a tevbe ederseniz (ne ala). Çünkü
kalpleriniz meyletmiş bulunuyor" buyurduğu Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in zevcelerinden iki kadın kimdir? dedim. Ömer: Hayret sana ey İbn
Abbas dedi.
-Zühri dedi ki: Allah'a
yemin ederim ki kendisine hakkında soru sorduğum husustan hoşlanmamıştı ama
yine de gizlemedi- dedi ki: Onlar Hafsa ve Aişe'dir. Sonra hadisin devamını
zikretti ve dedi ki: Biz Kureyşliler kadınlara baskın gelen bir kavimdik.
Medine'ye geldiğimizde bu sefer kadınları kendilerine baskın gelen bir kavim
bulduk. Bu sefer bizim kadınlarımız da onların kadınlarından öğrenmeye başladı.
Benim evim Umeyye b. Zeyd oğulları mahallesinde Avali denilen yerde idi. Bir
gün eşime kızdım. Bir de ne göreyim. O da bana cevap yetiştiriyor. Onun bana
cevap yetiştirmesini hayretle karşıladım. O: Sana cevap yetiştirmenin nesine
hayret ediyorsun? Allah'a yemin ederim ki Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
zevceleri de ona cevap veriyorlar, onlardan her biri bazen gündüzün akşama
kadar onunla konuşmuyar dedi.
Hemen kalkıp gittim,
Hafsa'nın evine girdim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e cevap
veriyor musun? dedim. O: Evet dedi. Peki sizden biriniz bir gün akşama kadar
onunla konuşmadığı oluyor mu? dedim. O: Evet dedi. Bu sefer ben: Sizden böyle
yapan zarar etmiş, hüsrana uğramıştır. Sizden herhangi biriniz Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gazabı dolayısı ile Allah'ın kendisine gazab
etmeyeceğinden emin olabilir mi? Böyle olursa o taktirde o helak olur. Sakın
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e cevap verme, ondan hiçbir şey
isteme. Benden de neyi arzu edersen onu iste. Senin komşun -Aişe (r.anha)'yı
kastediyor- senden daha güzel ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu
senden daha çok seviyor olması seni sakın aldatmasın dedim.
Ömer (radıyallahu anh)
(devamla) dedi ki: Ensar'dan bir komşum vardı, onunla Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in huzuruna nöbetleşe inerdik. Bir gün ben iniyorum, bir gün
o iniyordu. O bana vahye ve diğer hususlara dair haberleri getiriyor, ben de
ona aynısını getiriyordum. Aramızda: Gassanlıların bize gaza düzenlemek için
atları nalladıklarından konuşuyorduk. Arkadaşım (bir seferinde) inmiş, sonra
bana akşam vakti gelerek kapımı vurmuş, sonra bana seslenmişti. Bunun üzerine
ben de yanına çıktım. O: Pek büyük bir iş oldu dedi. Ben ne oldu, Gassanlılar
mı geldi? dedim. O: Hayır! Aksine bundan daha büyük, bundan daha ağır bir iş
oldu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarını boşadı dedi.
Ben: Hafsa zarar etti,
hüsrana uğradı. Bunun olacağını sanıyardum dedi.
Nihayet namaz kılınca üzerime
elbiselerimi aldım, arkasından (Medine'ye) indim. Hafsa'nın yanına girdim.
Ağlıyordu. Ben: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sizi boşadı mı? dedim.
O: Bilmiyorum, işte kendisi şu yüksekçe odada ayrı halde duruyor dedi. Bu sefer
siyahi bir kölesi vardı, yanına gittim ve Ömer için izin iste dedim. İçeri
girdikten sonra çıkıp yanıma geldi. O: Ona seni söyledim fakat sustu dedi. Bu
sefer gittim, minberin yanına varıp oturdum. Minberin yanında sekiz on kişi
oturmuş bazıları da ağlıyordu. Ben de kısa bir süre oturdum, sonra
hissettiklerimin etkisine dayanamayarak tekrar kölenin yanına gittim ve: Ömer
için izin iste dedim. O da içeri girdikten sonra çıkıp yanıma geldi ve: Seni
ona söylediğim halde o sustu dedi. Bunun üzerine arkamı dönüp gittim bir de
baktım ki köle beni çağırıyor ve: Gir, sana izin verdi dedi. İçeri girdim,
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e selam verdim. Onun dokuma bir hasıra
dayanmış olduğunu ve hasırın böğründe iz bıraktığını gördüm. Ey Allah'ın
Rasulü! Hanımlarını boşadın mı? dedim. Başını bana kaldırarak "hayır"
buyurdu. Ben: Allahu ekber! Bir görseydin bizi ey Allah'ın Rasulü dedim. Biz
Kureyşliler kadınlara baskın gelen bir kavimdik, Medine'ye geldikten sonra
kadınlarının kendilerine baskın geldiği bir kavim bulduk. Bu sefer bizim
kadınlarımız onların kadınlarından (bu huyu) öğrenmeye başladılar. Bir gün
kanma öfkelendim, bir de baktım ki bana cevap yetiştiriyor. Onun bana cevap
yetiştirmesini kabul edemedim. O: Sana cevap vermeme niye karşı çıkıyorsun ki?
Allah'a yemin olsun ki Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevceleri de ona
karşılık veriyor, hatta onlardan herhangi biri bir gün akşama kadar onunla
konuşmuyor bile dedi. Bu sefer ben: Onlardan böyle yapan zarar ve hüsrana
uğramıştır. Onlardan herhangi birisi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in kızması dolayısı ile Allah'ın da kendisine gazab etmesinden emin
olabilir mi? Eğer böyle bir şeyolursa o helak oldu demektir dedim.
Bunun üzerine Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gülümsedi. Ben de: Ey Allah'ın Rasulü! Hafsa'nın
yanına girdim ve: Senin komşunun senden daha güzel ve Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in onu senden daha çok sevmesi sakın seni aldatmasın dedim.
Bir daha gülümsedi. Bu sefer: Ey Allah'ın Rasulü! Biraz konuşalım mı? dedim. O:
"Evet" dedi. Ben de oturdum. Başımı kaldırıp evin içine baktım.
Allah'a yemin olsun ki içinde gözün görebileceği üç deriden başka hiçbir şey
göremedim. Bunun üzerine: Ey Allah'ın Rasulü! Allah'a dua et de ümmetine
genişlik versin. Çünkü Farslılara ve RumIara (Bizanslılara) bolluk vermiş
bulunuyor. Üstelik onlar aziz ve celil Allah'a da ibadet etmiyorlar dedim. Bu
sefer Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğrulup oturduktan sonra:
"Şüphe içinde misin yoksa ey Hattab'ın oğlu! Onlar güzellikleri dünya hayatında
kendilerine acilen verilmiş bir kavimdir" buyurdu. Bu sefer: Ey Allah'ın
Rasulü! Benim için mağfiret dile dedim.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onlara ileri derecede kızdığından ötürü bir ay yanlarına
girmemeye yemin etmişti. Sonunda aziz ve celil Allah da ona sitem etti.
Diğer tahric: Buhari,
89, 2468, 5191, 6218 -muallak olarak- Tirmizi, 2461; Nesai, 2131 -muhtasar-
AÇIKLAMA: (3678)
"Bize Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Said’DEN tahdis ettiğine göre Abbas'ın
azadlısı Ubeyd b. Huneyn'i ... " Bu bütün nüshalarda bu şekilde -Abbas'ın
azadlısı" şeklindedir. ilim adamlarının dediklerine göre: Bu Süfan b.
Uyeyne'nin sözüdür. Buhari dedi ki: İbn Uyeyne'nin bu sözü sahih değildir.
Malik dedi ki: Bu Zeyd b. el-Hattab ailesinin azadlısıdır. Muhammed b. Cafer b.
Ebu Kesir de: O Zureyk oğullarının azadlısıdır demiştir. Kadı Iyaz ve başkaları
da: Hadis hafızlarına ve başkalarına göre bu hususta sahih olan Malik'in
sözüdür.
Bu rivayette:
"Ömer'e Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında bir. irini
destekleyen iki kadın hakkında soru sormak istiyordum" denilmektedir. Bu
rivayet bu şekilde bütün nüshalarda "zamanında" kaydı ile
zikredilmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: "Onun zamanında" demesi her
ikisine olan saygı ve tazimden dolayıdır. Maksat ise o hayatta iken ona karşı
birbirini destekleyen iki kadın demektir. Nitekim yüce Allah: "Eğer onun
aleyhine birbirinize yardım ederseniz" (Tahrim, 4) buyurmaktadır. Diğer
rivayetlerde ise: Her ikisinin de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
karşı birbirlerini desteklediklerini açıkça ifade etmiştir.
(3679) "Ellerine su
döktüm o da abdest ald!." Buradan abdest almak için başkasının yardımını
almanın caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Kitabın baş taraflarında bu
meselenin açıklaması geçmişti. Şöyle ki eğer bunun bir mazereti varsa bunda bir
sakınca yoktur. Şayet başka bir sebeple olmuşsa daha uygun olana muhalifiir.
Sahih olan kanaate göre mekruh olduğu da söylenemez.
"Komşunun ... seni
aldatmasın" Burada komşudan kasıt kumadır. "Onlar güzellikleri dünya
hayatında kendilerine acilen verilmiş bir kavimdir" Kadı Iyaz dedi ki: Bu,
fakirliği, zenginlikten daha faziletli kabul edenlerin gösterdikleri
delillerdendir. Çünkü bunun mefhumundan anlaşıldığı üzere dünya hayatının
güzelliklerinden acilen verilen miktar kadarı ile ahirette kendisi için
saklanıp ve kendisine acilen verilmeyen miktarından ahirette bir kayıptır.
Başkaları ise bunu: Bundan maksat ise kafirlerin elde ettikleri dünya
nimetleridir. Onların ahirette ise bir payları yoktur diye bunu tevil edebilirler.
Allah en iyi bilendir.
"Onlara aşırı
kızdığından" burada "mevcide: kızgınlık, gazab" demektir.
3680-35( ... - ez-Zührı
dedi ki: Bana Urve, Aişe'den şöyle dediğini haber verdi: Yirmi dokuz gün
geçince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim yanıma girdi ve benden
başladı. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Sen yanımıza bir ay boyunca girmemek üzere
yemin etmiştin. Ama şimdi yirmi dokuz gün sonra girdin. Ben onları sayıyordum
dedim. Bunun üzerine Allah Rasulü: "Şüphesiz (bu) ay yirmi dokuz gündür"
buyurduktan sonra şunları ekledi: "Ey Aişe! Ben sana bir husustan söz
edeceğim. Annen babanla danışıncaya kadar o hususta acele etmemende senin için
bir sıkıntı olmaz" buyurdu. Sonra bana: "Ey Nebi! Zevcelerine de
ki" buyruğunu: "Büyük bir ecir vardır" (Ahzab, 28-29) buyruğuna
kadar okudu. Aişe dedi ki: Allah'a yemin olsun ki o, zaten annemin ve babamın
bana kendisinden ayrılmamı emretmeyeceklerini biliyordu dedi. Bunun üzerine
ben: Bu hususta mı anneme babama danışacak mışım? Şüphesiz ki ben Allah'ı, Rasulü'nü
ve ahiret yurdunu istiyorum dedim.
Ma'mer dedi ki: Eyyub'un
bana haber verdiğine göre Aişe: Diğer hanımlarına benim seni tercih ettiğimi
bildirme dedim. Buna karşılık Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona:
"Şüphesiz Allah beni tebliğ edici olarak gönderdi. İşi zorlaştıran birisi
olarak göndermedi" buyurdu.
Katade dedi ki:
"(Ayetteki) sağat kulubukuma" kalpleriniz meyletmiştir demektir.
Diğer tahric: "29
gün geçtikten sonra" hadisinin kaynaklan daha önce 2516 numara ile geçmiş
bulunmaktadır. Sonra bana: "Ey Nebi!..." ayetini okudu hadisini de
Buhari, 4786; Nesai, 2440; İbn Mace, 2053;
AÇIKLAMA: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz (bu) ay yirmi dokuz
gündür" buyruğu özel olarak bu ay hakkındadır. Bu hadis-i şeriflerde imamın,
hakimin ve benzer görevde olanların önemli ihtiyaçları sebebi ile bazı hallerde
insanlardan ayrı bir kenara çekilmelerinin caiz olduğu;
Hacb (denilen perdedar,
teşrifatçı) eğer haciblik görevini yaptığı kimsenin susmasından izin
vermediğini biliyor ise izin vermeyeceği hükmü anlaşılmaktadır.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem}'in çoğunlukla bilinen alışkanlığı onun bir acip edinmediğidir. O gün
ise ihtiyaç sebebi ile edinmiş idi.
Hadislerden anlaşılan
diğer hükümlere gelince:
1. Bir kimsenin evine
girmek için yalnız olduğunu bilse dahi izin istemek icap eder. Çünkü kişi
görülmesinden hoşlanmadığı bir hal içerisinde bulunabilir.
2. Eğer izin vermeyecek
olursa tekrar izin istenebilir.
3. İzin istemeye gerek
olması açısından kişinin değerli üstün birisi olması ile böyle olmaması
arasında bir fark yoktur.
4. Baba, küçük ya da
büyük yahut evlenmiş bir kız olması arasında bir fark olmaksızın evladını
te'dib etme hakkına sahiptir. Çünkü Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) kızlarını te'dib
ettiler ve onların her biri kızının boynunu sıktı.
5. Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) dünyadan pek az nasiblenir ve dünyalığa karşı oldukça zahid
davranırdı.
6. Basamaklarla çıkılan
bir yüksek odada kalmak ve ev eşyası için bir kiler (depo) edinmek caizdir.
7. Ashab-ı kiram, ilim
tahsili ve bunun için nöbetleşmek hususunda oldukça gayretli idiler.
8. Bir kişinin haberini
kabul etmek (vahid haber) caizdir. Çünkü Ömer {r.a.} Ensar’DAN olan
arkadaşından bilgi öğreniyor, Ensar’DAN olan arkadaşı da kendisinden öğreniyordu.
9. İlim, ilim sahibi
olandan öğrenilir. İsterse öğrenen kişi öğrendiği kişiden daha faziletli olsun.
Çünkü Ömer {r.a.} Ensar’DAN olan bu arkadaşından ilim öğreniyordu.
10. İnsan arkadaşını
kederli görüp kederini gidermek, onun kalbini rahatlatacak şeylerle teselli
etmek isterse yine bu hususta ondan izin alması gerekir. Nitekim Ömer
(radıyallahu anh): Konuşalım mı ey Allah'ın Rasülü demişti. Çünkü bazen
arkadaşına uygun olmayan sözler söyleyebilir, bu onun üzüntüsünü daha da
artırabilir, hatta onu sıkabilir, bazen de kendisini memnun etmeyecek sözler
söyleyebilir. Bu önemli edebler arasındadır.
11. Büyük şahsiyetlere
saygı göstermek, onlara hizmet etmek ve onların heybetini korumak gerekir. Nitekim
İbn Abbas, Ömer (radıyallahu anh)'a karşı böyle davranmıştı.
12. Senin kuman demeyip
senin komşun demesi gibi güzel lafızlarla hitap etmek de edeptendir. Araplar
kuma lafzından hoşlanılmadığı için bu anlatımla kullanırlardı.
13. İzin istemek için
başkasının kapısını çalmak önemli işler dolayısı ile ileri derecede korkup
dehşete kapılmak caizdir.
14. İnsanın arkadaşının
evinin köşesine bucağına ve evde neler olduğuna bakması -arkadaşının bundan
rahatsız olmadığını bilmesi halinde- caizdir. Bununla birlikte selef gereksiz
bakmayı hoş görmemiştir. Bu hoş görmeyiş ise ev sahibinin bundan hoşlanmadığını
bilmesi ve bu hususta şüphe içerisinde olması hali hakkında yorumlanır.
15. Eşler arasında
gerektirid bir olay meydana gelmişse kocanın zevcesinden darılıp ayrı bir odaya
çekilmesi hakkı vardır.
16. Bir kimsenin kötülük
yapması halinde başkası için "rağime enhu: burnu yere sürtünsün,
sürtündü" demesi caizdir. Ömer'in Hafsa'nın burnu yere sürtündü demesi
gibi. Ömer b. Abdulaziz ve başkaları da böyle demiş olmakla birlikte Malik bunu
mekruh kabul etmiştir.
17. Seçimini yapmak için
ilk olarak Aişe (radıyallahu anha)'ya sorması ve ayın bitiminden sonra ilk
olarak yanına girmesi dolayısı ile Aişe (radıyallahu anha)'nın fazileti de
anlaşılmaktadır.
Bu hadislerden
çıkartılacak daha başka hüküm ve sonuçlar da vardır.
Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
6- Üç TALAK İLE
BOŞANMIŞ KADININ NAFAKA HAKKI YOKTUR BABI