SAHİH-İ MÜSLİM

HAC

 

(85) باب فضل المدينة، ودعاء النبي صلى الله عليه وسلم فيها بالبركة. وبيان تحريمها وتحريم صيدها وشجرها. وبيان حدود حرمها

85- MEDİNE'NİN FAZİLETİ, NEBİ (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'İN MEDİNE HAKKINDA BEREKET İLE DUA ETMESİ MEDİNE'NİN, MEDİNE AVININ, AĞACININ (KESİLMESİNİN) HARAM KILINDIĞININ VE MEDİNE'NİN HAREM SINIRLARININ BEYANI BABI

 

454 - (1360) حدثنا قتيبة بن سعيد. حدثنا عبدالعزيز (يعني ابن محمد الدراوردي) عن عمرو بن يحيى المازني، عن عباد بن تميم، عن عمه عبدالله بن زيد بن عاصم ؛ أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:

 "إن إبراهيم حرم مكة ودعا لأهلها. وإني حرمت المدينة كما حرم إبراهيم مكة. وإني دعوت في صاعها ومدها بمثلى ما دعا به إبراهيم لأهل مكة".

 

3300-454/1- Bize Kuteybe b. Said tahdis etti, bize Abdulaziz -yani b. Muhammed ed-Deraverdi- Amr b. Yahya el-Mazini'den tahdis etti, o Abbad b. Temim'den, o amcası Abdullah b. Zeyd b. Asım'dan rivayet ettiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram kıldı ve Mekkelilere dua etti. Ben de İbrahim'in Mekke'yi haram kıldığı gibi Medine'yi haram kılıyorum ve ben Medine'nin sa'ına ve müd'üne İbrahim'in Mekkelilere yaptığı duanın iki misli ile dua ettim" buyurdu.

 

Diğer tahric: Buhari, 2129

 

 

455 - (1360) وحدثنيه أبو كامل الجحدري. حدثنا عبدالعزيز (يعني ابن المختار). ح وحدثنا أبو كامل بن أبي شيبة. حدثنا خالد بن مخلد. حدثني سليمان بن بلال. ح وحدثناه إسحاق بن إبراهيم. أخبرنا المخزومي. حدثنا وهيب. كلهم عن عمرو بن يحيى (هو المازني) بهذا الإسناد. أما حديث وهيب فكرواية الدراوردي "بمثلي ما دعا به إبراهيم"وأما سليمان بن بلال وعبدالعزيز بن المختار، ففي روايتهما "مثل ما دعا به إبراهيم".

 

3301-455/ ... Bunu bana Ebu Kamil el-Cahderı de tahdis etti, bize Abdu!aziz -yani b. el-Muhtar- tahdis etti. (H.) Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Halid b. Mahled tahdis etti, bana Süleyman b. Bilal tahdis etti. H.) Bunu bize İshak b. İbrahim de tahdis etti, bize el-Mahzumi haber verdi, bize Vuheyb tahdis etti. Hepsi Amr b. Yahya'dan -ki o el-Mazini'dir- bu isnad "e tahdis etti. Vuheyb'in hadisi rivayeti, ed-Deraverdi'nin rivayetinde olduğu gibi "İbrahim'in dua ettiğinin iki misli ile (dua ettim)" şeklindedir. Süleyman, Bilal ile Abdulaziz b. el-Muhtar ise rivayetlerinde: "İbrahim'in dua ettiği misli ile (dua ettim)" şeklindedir.

 

 

456 - (1361) وحدثنا قتيبة بن سعيد. حدثنا بكر (يعني ابن مضر) عن ابن الهاد، عن أبي بكر بن محمد، عن عبدالله بن عمرو ابن عثمان، عن رافع بن خديج. قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:

 "إن إبراهيم حرم مكة. وإني أحرم ما بين لابتيها". (يريد المدينة).

 

3302-456/2- Bize Kuteybe b. Said de tahdis etti, bize Bekr -yani b. Sudar- İbn el-Had'dan tahdis etti, o Ebu Bekr b. Muhammed'den, o Abdullah b. Amr b. Osman'dan, o Rafi' b. Hadic'den şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram kıldı, ben de onun -ki Medine'yi kastediyor- iki kara taştığının arasını haram kılıyorum" buyurdu.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

457 - (1361) وحدثنا عبدالله بن مسلمة بن قعنب. حدثنا سليمان بن بلال عن عتبة بن مسلم، عن نافع بن جبير ؛ أن مروان بن الحكم خطب الناس. فذكر مكة وأهلها وحرمتها. ولم يذكر المدينة وأهلها وحرمتها. فناداه رافع بن خديج. فقال:

 ما لي أسمعك ذكرت مكة وأهلها وحرمتها، ولم تذكر المدينة وأهلها وحرمتها. وقد حرم رسول الله صلى الله عليه وسلم ما بين لابتيها. وذلك عندنا في أديم خولاني إن شئت أقرأتكه. قال: فسكت مروان ثم قال: قد سمعت بعض ذلك.

 

3303-457/3- Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb de tahdis etti, bize Süleyman b. Bilal, Utbe b. Müslim'den tahdis etti, o Nafi' b. Cübeyr'den rivayet ettiğine göre Mervan b. el-Hakem insanlara hutbe verdi, Mekke'yi, Mekke halkını, Mekke'nin haram oluşunu sözkonusu etti ama ne Medine'yi ne Medinelileri ne Medine'nin haram oluşunu sözkonusu etti. Bunun üzerine Rafi b. Hadic yüksek sesle ona dedi ki: Sana ne oluyor da senin Mekke'yi, Mekke halkını ve oranın haram oluşunu sözkonusu ettiğin halde Medine'yi, Medine halkını ve oranın haram oluşunu sözkonusu etmiyorsun. Halbuki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'nin iki karataşlığı arasını haram kılmıştır. Bu da yanımızdaki bir havlan işi deride yazılıdır. İstersen onu sana okutabilirim dedi. Mervan sustu, sonra da: Ben bunun bir kısmını dinlemişimdir dedi.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

458 - (1362) حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة وعمرو الناقد. كلاهما عن أبي أحمد. قال أبو بكر: حدثنا محمد بن عبدالله الأسدي. حدثنا سفيان عن أبي الزبير، عن جابر، قال: قال النبي صلى الله عليه وسلم:

 "إن إبراهيم حرم مكة. وإني حرمت المدينة ما بين لابتيها. لا يقطع عضاهها ولا  يصاد صيدها".

 

3304-458/4- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe ve Amr en-Nakid ikisi Ebu Ahmed'den tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize Muhammed b. Abdullah el-Esedi tahdis etti, bize Süfyan, Ebu Zubeyr'den tahdis etti, o Cabir'den şöyle dediğini rivayet etti: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Muhakkak İbrahim Mekke'yi haram kıldı. Ben de Medine'yi iki karataşlığı arasını haram kılıyorum. Onun bitkisi koparılmaz, av hayvanı avlanılmaz" buyurdu.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          (3300) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram kıldı" buyruğu Mekke'nin haram kılınışı, İbrahim (aleyhisselam) zamanında olmuştur diyenlerin görüşlerine bir delildir. Sahih olan ise Mekke'nin Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günde haram kılınmış olduğudur. Mesele az önce yeterince açıklamaları ile geçmiş bulunmaktadır, İbrahim'in burayı haram kılması hususunda da iki ihtimali sözkonusu etmişlerdir. Bu ihtimallerden birincisine göre İbrahim (aleyhisselam) Yüce Allah'ın kendisine bu hususta verdiği emri ile burayı haram kılmıştır. Kendi içtihadı ile değildir. İşte bundan dolayı haram kılmayı kimi zaman ona izafe etmiştir, kimi zaman da yüce Allah'a İkinci görüşe göre de İbrahim (aleyhisselam) Mekke için Allah'a dua edince Yüce Allah da duası sebebi ile Mekke'yi haram kılmıştır. Bundan dolayı haram kılış ona izafe edilmiştir.

 

"Ve şüphesiz ben de İbrahim'in Mekke'yi haram kıldığı gibi Medine'yi haram kıldım. " Sonra da Müslim bu manadaki diğer hadisleri zikretmektedir. İşte bu hadisler Medine'nin avının ve ağaçlarının haram kılınması hususunda Şafii, Malik ve onlara muvafakat edenlerin görüşlerine açık bir delildir. Ebu Hanife ise bunun mübah olduğunu kabul etmiş ve bu görüşüne de ''Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı Muğayr" hadisini delil göstermiştir. Bizim mezhep alimlerimiz ise buna iki şekilde cevap vermişlerdir: Birisine göre bu Muğayr ile ilgili hadis Medine'nin haram kılınışından önceki bir hadise hakkında olabilir. İkinci cevaba göre bu kuşu Medine'nin harem bölgesinde değil de haremin dışındaki (hill)inde avlamış olma ihtimali vardır. Ama böyle bir cevap onların benimsedikleri usüllere göre onlar için bağlayıcı değildir. Çünkü Hanefilerin görüşüne göre harem bölgesi dışındaki bir av hayvanını ihramlı olmayan bir kimse harem bölgesinin içerisine sokacak olursa artık o hayvan hakkında da harem bölgesinin hükümleri cereyan eder. Ama onların bu asıl dayanakları oldukça zayıftır ve buna dair delil ile onlara cevap verilir. Maliki, Şafii ve cumhurun meşhur olan görüşüne göre Medine'nin avında ve ağacında tazminat sözkonusu değildir. Aksine bu sadece tazminat sözkonusu olmaksızın bir haramdır.

 

İbn Ebu Zi'b ve İbn Ebu Leyla ise şöyle demektedir: Böyle bir avda tıpkı Mekke'nin haramlığında olduğu gibi ceza gerekir. Bazı Maliki alimleri de böyle demişlerdir. Şafii'nin de bu hususta bir kadim görüşü vardır. Buna göre katilin elinde bulunanlar alınır (selbedilir). Çünkü bundan sonra Müslim'in zikrettiği Sa'd b. Ebi Vakkas'ın rivayet ettiği hadis bunu ifade etmektedir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Ashab-ı kiramdan sonra kadim mezhebinde Şafii'den başka bunu söyleyen olmamıştır. Allah en iyi bilendir.

 

(3302) "Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram kıldı muhakkak ben de onun (Medine'yi kastediyor) iki kara taşlığı arasını haram kılıyorum." Dilbilginleri ve garibul hadis alimlerinin söylediklerine göre iki "labe" iki harre demektir. Harre ise kara taşlıklı yer demektir. Medine'nin biri doğuda biri batıda olmak üzere iki harresi bulunmaktadır. Medine de bu iki karataşlık arasındadır. Bu karataşlığa labe, llibe ve nlibe dahi denilir. Bunlar üç meşhur söyleyiştir. Labe'nin azlık çoğulu "labat" diye gelir. Çokluk çoğulu ise Iab ve llib diye gelir.

 

"Şüphesiz ben onun iki karataşlığı arasını haram kılıyorum. " Yani ben iki karataşlığın kendisini ve ikisi arasında olanları haram kılıyorum. Maksat ise Medine'yi haram kılmaktır, iki labesini değil.

 

(3304) "Onun otu koparılmaz, avı avlanılmaz" bu da Medine'nin avının ve ağacının haram oluşu hususunda cumhurun görüşünün lehine açıkça delalet etmektedir. Bu husustaki Ebu Hanife'nin farklı görüşü de daha önce geçmiş bulunmaktadır. "İdah" her dikenli ağaca denilir. Tekili idahetun ve adiyetün diye gelir. Allah en iyi bilendir.

 

 

 

459 - (1363) حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة. حدثنا عبدالله بن نمير. ح وحدثنا ابن نمير. حدثنا أبي. حدثنا عثمان بن حكيم. حدثني عامر بن سعد عن أبيه. قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:

 "إني أحرم ما بين لابتي المدينة. أن يقطع عضاهها. أو يقتل صيدها". وقال " المدينة خير لهم لو كانوا يعلمون. لا يدعها أحد رغبة عنه إلا أبدل الله فيها من هو خير منه. ولا  يثبت أحد على لأوائها وجهدها إلا كنت له شفيعا، أو شهيدا، يوم القيامة".

 

3305-459/5- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Abdullah b. Numeyr tahdis etti, (H.) Bize İbn Numeyr de tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Osman b. Hakim tahdis etti, bana Amir b. Sa'd babasından şöyle dediğini tahdis etti: RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben Medine'nin iki kara taşlığı arasında ağacın kesilmesini ve avının öldürülmesini haram kılıyorum" buyurdu. Ayrıca şunları da söyledi: "Eğer bilseler Medine onlar için daha hayırlıdır. Her kim ondan yüz çevirip onu bırakacak olursa mutlaka Allah da onun yerine Medine'ye ondan daha hayırlısını getirir. Her kim Medine'nin sıkıntısına, açlığına, meşakketine katlanacak olursa mutlaka ben de kıyamet gününde onun için bir şefaatçi yahut bir şahit olurum. "

 

 

Diğer tahric: Bunu Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          "Her kim onun sıkıntısına, açlığına, meşakketine katlanacak olursa mutlaka kıyamet gününde ona bir şefaatçi yahut bir şahit olurum." Dil bilginlerinin açıklamalarına göre "le'va" zorluk, sıkıntı ve açlık demektir. Cim harfi fethalı olarak "cehd" ise meşakket, zorluk demektir. Cim harfinin ötreli söylenişi az rastlanılır. Güç ve takat anlamında ise aynı lafız cim harfi ötreli olarak "cühd" diye telaffuzu meşhur olmakla birlikte fethalı söyleyiş (cehd) olarak da nakledilmiştir.

 

RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Mutlaka ona bir şefaatçi yahut bir şahit olurum" buyruğu ile ilgili olarak Kadı Iyaz -yüce Allah'ın rahmeti ona- dedi ki: Ben eskiden bu hadisin anlamına dair soru sormuş ve şefaati genel olup onu ümmeti için saklamış olduğu halde neden Medine sakinlerine özellikle şefaati tahsis etmiş olduğunu soruşturdum. Benim bu soruma rahatlatıcı, ikna edici ve bir kaç sahife dolduracak kadar bir cevap verilmiş olup bu cevaba vakıf olan herkes de onun doğruluğunu kabul etmiş bulunmaktadır. Ben bu cevabın burası için uygun düşecek önemli bazı noktalarını kaydetmek istiyorum.

 

Üstadlarımızdan birisi dedi ki: "Ev: yahut" burada şüphe ifade eder ama bize göre daha güçlü olan bunun şüphe ifade etmeyeceğidir. Çünkü bu hadisi Cabir b. Abdullah, Sa'd b. Ebu Vakkas, İbn Ömer, Ebu Said, Ebu Hureyre, Umeys kızı Esma, Ebu Ubeyd kızı Safiyye Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu lafız ile rivayet etmişlerdir. Hepsinin yahut da onlardan rivayeti nakledenlerin tamamının şüphe ifade eden bu lafzı ittifakla rivayet etmeleri ve bunu tek bir kip şeklinde birbirlerine uygun olarak nakletmeleri uzak bir ihtimaldir. Aksine daha kuvvetli görülen Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu hadisi bu şekilde söylemiş olduğudur. Ya kendisine bu cümle bu şekilde öğretilmiş olmalıdır yahut da burada "ev: veya, yahut" taksim için kullanılmıştır. Bu durumda Medine'lilerin bir kısmı için şahit, geri kalanları için de şefaatçi olacak demektir. İsyankarlar için şefaatçi, itaatkarlar için de şahit olacaktır. Yahut da kendisi hayatta iken ölenler için bir şahit, kendisinden sonra ölenler için de bir şefaatçi olacaktır veya başka bir surette sözkonusu olacaktır.

 

Kadı Iyaz (devamla) dedi ki: Bu ise onun kıyamet gününde günahkarlara yahut ilim adamlarına yapacağı şefaatten ve ümmetin tamamına yapacağı şahitlikten ayrı bir özelliktir. Nitekim Uhud şehitleri hakkında da: "Ben bunlara şahidim" buyurmuştur. Böylelikle onlara bütün bunlardan ayrı fazladan bir özellik verilmiş yahut makam ve mevkileri yükseltilmiş demek olur. Ya da hadisteki "ev: veya" lafzı vav anlamında da olabilir. Bu durumda Medine'liler için hem şefaatçi hem şahit olur. Diğer taraftan: "Mutlaka ben onun için bir şahit yahut onun için bir şefaatçi olurum" diye de rivayet edilmiştir. (Devamla) dedi ki: Eğer bizler üstadlarımızın söyledikleri şekilde "ev: veya" kelimesi şüphe anlamında kabul edecek olursak şayet sahih lafız "bir şahit olurum" laizı ise itiraz sözkonusu olmaz. Çünkü şahit mücerred olarak başkaları için saklanmış şefaatten ayrı bir özelliktir. Eğer sahih olan lafız "şefaatçi" lafzı ise Medineliler o zaman şefaatin genel özelliği ve bütün ümmet için saklanmış olması ile birlikte böyle bir özelliğe de sahip olurlar. Bu da ümmetinden belirli kimselerin ateşten çıkartılması ve bazılarının kıyamet gününde şefaati sayesinde afiyet ve esenliğe kavuşturulması şeklindeki genel şefaatten ayrı bir şefaati olur. Böylelikle onun Medineliler için yapacağı şefaat derecelerin artırılması yahut hesabın hafifletilmesi ya da Yüce Allah'ın bu kabilden diledikleri bir şekil ile yahut da kıyamet gününde onlara türlü ikramlara mazhar kılınarak taltif edilmesi ile de olabilir. Arşın gölgesinde gölgelendirilmeleri yahut rahat içerisinde ve minberler üzerinde bulunmaları ya da cennete çabucak götürülmeleri yahut bunun dışında bazıları için sözkonusu olan bazıları için olmayan türlü ikram ve taltiflere mazhar kılınmaları sureti ile olabilir. Allah en iyi bilendir.

 

"Bir kimse ondan yüz çevirerek onu bırakacak olursa mutlaka Allah onun içinde ondan hayırlısı olanı koyar." Kadı Iyaz dedi ki bunun anlamı hususunda ihtilaf edilmiştir. Bunun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hayatı boyunca özel bir durum olduğu söylendiği gibi bazıları bu ebediyyen genel bir hususiyettir demiştir ve bu açıklama daha sahihtir.

 

 

 

460 - (1363) وحدثنا ابن أبي عمر. حدثنا مروان بن معاوية. حدثنا عثمان بن حكيم الأنصاري. أخبرني عامر بن سعد بن أبي وقاص عن أبيه ؛ أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال. ثم ذكر مثل حديث ابن نمير. وزاد في الحديث "ولا يريد أحد أهل المدينة بسوء إلا أذابه الله في النار ذوب الرصاص، أو ذوب الملح في الماء".

 

3306-460/6- Bize İbn Ebu Ömer de tahdis etti, bize Mervan b. Muaviye tahdis etti, bize Osman b. Hakim el-Ensari tahdis etti, bana Amir b. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın babasından haber verdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu dedikten sonra hadisi İbn Numeyr'in hadisi ile aynen zikretti. Ayrıca hadiste şunları da ekledi: "Herhangi bir kimse Medinelilere bir kötülük yapmak isteyecek olursa mutlaka Allah onu ateşte kurşun gibi eritir yahut tuzun suda erimesi gibi eritir. "

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          "Bir kimse Medinelilere bir kötülük yapmak isterse ... " Kadı Iyaz bu fazlalık yani "ateşte" ibaresi bu fazlalığın sözkonusu edilmediği diğer hadislerde görülen açıklanması zor hususu ortadan kaldırmakta ve böylelikle bu eritmenin ahiretteki hükmü olduğunu beyan edip açıklığa kavuşturmaktadır. Bundan kasıt şu da olabilir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hayatta iken Medine'ye kötülük vermek isteyen bir kimseye karşı müslümanlar yeteri kadar karşı koyarlar ve böylelikle kurşunun ateşte eridiği gibi onun da hile ve tuzağı eriyip gider. Ayrıca lafızda tehir ve takdim de olmuş olabilir. Yani Allah o kimseyi kurşunun ateşte eridiği gibi eritir. Bu ceza ise Medine'ye kötülük vermek isteyen kimseye dünyada verilecek bir ceza olur ve Allah bu cezasını geciktirmez. Hiçbir şekilde ona imkan ve güç ihsan etmez. Aksine onu fazla bir zaman geçmeden yok eder. Nitekim Umeyye oğulları zamanında Medine'ye karşı savaş açanların durumu bu şekilde olup bitmiştir. Müslim b. Ukbe gibi. O Medine'den ayrılıp gittiği sırada ölüp gitmişti. Sonra da onun akabinde onu Medine'nin üzerine gönderen Muaviye'nin oğlu Yezid de helak olmuş gitmişti. Onların yaptıklarının aynısını yapmaya kalkışmış diğerleri de böyle olmuştur. Bir diğer görüşe göre maksat Medine'ye ani bir şekilde baskın yaparak kötülük yapmak isteyen kimseler kastedilmiştir. Böyle birisinin işi Medine'nin haramlığını mübah kabul etmiş bir takım emirlerin yaptıkları gibi açıkça yapmaya kalkışanların aksine tam olarak gerçekleşmez.

 

 

 

461 - (1364) وحدثنا إسحاق بن إبراهيم وعبد بن حميد. جميعا عن العقدي. قال عبد: أخبرنا عبدالملك بن عمرو. حدثنا عبدالله بن جعفر عن إسماعيل بن محمد، عن عامر بن سعد ؛ أن سعدا ركب إلى قصره بالعقيق. فوجد عبدا يقطع شجرا أو يخبطه. فسلبه. فلما رجع سعد، جاءه أهل العبد فكلموه أن يرد على غلامهم، أو عليهم، ما أخذ من غلامهم فقال: معاذ الله ! أن أرد شيئا نفلنيه رسول الله صلى الله عليه وسلم. وأبى أن يرد عليهم.

 

3307-461/7- Bize İshak b. İbrahim ve Abd b. Humeyd de birlikte Akadl'dE!n tahdis etti. Abd dedi ki: Bize Abdulmelik b. Amr haber verdi, bize Abdullah b. Cafer, İsmail b. Muhammed'den tahdis etti, o Amir b. Sa'd'dan rivayet ettiğine göre Sa'd, Akik'deki köşküne binip gitti. Orada ağaç kesen yahut yapraklarını silken bir köle görünce derhal onun elinde ne varsa almış. Sa'd dönünce kölenin sahipleri onun yanına gelerek kölelerinden aldıklarını kölelerine ya da kendilerine vermesi için konuşunca Sa'd şöyle demiş: Ben Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bana nefel (ganimet) olarak vermiş olduğu bir şeyi geri vermekten Allah'a sığınırım diyerek onlara aldıklarını geri vermeyi kabul etmemişti.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

AÇIKLAMA:          "Sa'd bineğine binip Akik'deki köşküne gitmiş ... " Bu hadis Malik, Şafii, Ahmed ve büyük çoğunluğun Medine avını ve ağaçlarının -daha önce geçtiği gibi- haram kılınışı hususundaki kanaatleri lehine açık bir delildir. Bu hususta yine kendisinden naklen açıkladığımız üzere Ebu Hanife muhalefet etmiştir. Burada Müslim Sahihi'nde Medine'nin haram kılınmış olduğunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den merfu rivayetler ile Ali b. Ebi Talib, Sa'd b. Ebi Vakkas, Enes b. Malik, Cabir b. Abdullah, Ebu Said, Ebu Hureyre, Abdullah b. Zeyd, Rafi' b. Hadic ve Sehl b. Huneyf'in rivayetleri ile de zikretmiş bulunmaktadır. Müslim'den başkaları ise yine başkalarından gelen rivayetleri kaydetmişlerdir. Bu sebeple bu oldukça yaygın (müstefiz) sahih hadislere muhalefet edenlerin bu aykırı kanaatlerine itibar edilmez.

 

Bu hadiste Şafii'nin: Medine'nin harem bölgesi içerisinde avlanan yahut ağacını kesen bir kimsenin elinde ne varsa hepsi alınır şeklindeki kadim görüşünün lehine de bir delil vardır. Sa'd b. Ebi Vakkas ile ashab-ı kiram'dan bir topluluk da böyle demişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Ashab-ı kiramdan sonra bu görüşü Şafii'nin kadim görüşü dışında söyleyen kimse olmamıştır. Çeşitli bölgelerdeki fukaha imamlar ise ona muhalefet etmişlerdir.

 

Derim ki: Eğer sünnet onun görüşünü destekliyorsa başkalarının ona muhalefet etmelerinin bir zararı olmaz. Esasen onun bu kadim görüşü bu hususta hadisin sabit olması ve ashab-ı kiramın da ona uygun uygulamaları sebebi ile tercih olunan görüşüdür. Diğer taraftan bunu bertaraf edecek herhangi bir delil de sabit değildir. Mezhep alimlerimiz der ki: Eğer bizler tazminat ödenme keyfiyeti hususunda Şafii'nin kadim görüşünü kabul edecek olursak bunun iki şekli sözkonusudur: Birincisine göre avın ağacın ve otun tıpkı Mekke haremindeki tazminat gibi tazminatını öder. Bu iki görüşün daha sahih ve onun bu kadim görüşünü esas alarak fer'i meseleler üzerinde dııran cumhur da kesin olarak bu avlayıcı kişinin ağaç ve bitki kesen kişinin her şeyinin alınacağı (selbedileceğini) kat'i bir ifade ile söylemişlerdir. Buna göre burada sözü geçen seleb (her şeyini selb edip almak)dan iki husus kastedilir. Birincisine göre sebel sadece bu kişinin elbiseleridir. Bu husustaki iki görüşün daha sahih ve cumhurun kesin olarak söylediği ise tıpkı kafirlerden öldürülen kimsenin selebi gibidir. Bunun kapsamına atı, silahı, nafakası ve bunun dışında öldürülen kimsenin selebinin kapsamına giren diğer hususlar da dahldir. Selebin harcama yerine gelince mezhep alimlerimizin bu hususta üç gçrüşü vardır. Bunların sahih olanına göre seleb onu alanındır. Sa'd (r.a.)'ın hadisine uygun olan budur. İkinci görüşe göre bu Medine yoksullarına aittir, üçüncüsüne göre de beytü'l-mala aittir. Eğer onu selb edecek olursa avretini örtecek kısmı dışında üzerindeki her şeyini alır. Hatta avretini örtecek kısmının alınacağı bile söylenmiştir. Mezhep alimlerimiz der ki: Sadece avlanması sebebi ile onun üzerindekiler alınır (selbedilir). Av hayvanını telef etmiş olması ile olmaması arasında bir fark yoktur. Allah en iyi bilendir.

 

 

 

462 - (1365) حدثنا يحيى بن أيوب وقتيبة بن سعيد وابن حجر. جميعا عن إسماعيل. قال ابن أيوب: حدثنا إسماعيل بن جعفر. أخبرني عمرو بن أبي عمرو، مولى المطلب بن عبدالله بن حنطب ؛ أنه سمع أنس بن مالك يقول:

 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لأبي طلحة " التمس لي غلاما من غلمانكم يخدمني". فخرج بي أبو طلحة يردفني وراءه. فكنت أخدم رسول الله صلى الله عليه وسلم كلما نزل. وقال في الحديث: ثم أقبل، حتى إذا بدا له أحد قال: "هذا جبل يحبنا ونحبه" فلما أشرف على المدينة قال: "اللهم ! إني أحرم ما بين جبليها مثل ما حرم به إبراهيم مكة. اللهم ! بارك لهم في مدهم وصاعهم".

 

3308-462/8- Bize Yahya b. Eyyub, Kuteybe b. Said ve İbn Hucr da birlikte İsmail'den tahdis etti, İbn Eyyub dedi ki: Bize İsmail b. Cafer tahdis etti, bana el-Muttalib b. Abdullah b. Hantab'ın azadlısı Amr b. Ebu Amr'ın haber verdiğine göre o Enes b. Malik'i şöyle derken dinlemiştir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ebu Talha'ya: "Bana köleleriniz arasından hizmet edecek bir

-le bul" buyurdu. Ebu Talha beni bineğinin arkasına bindirerek çıkarıp gitti. Ben de Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e konakladığı her yerde hizmet ediyordum. Hadiste şunları da söyledi: Sonra Medine'ye geldi. Uhud'u görünce: "İşte bu bizi seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağdır" buyurdu.

 

Medine'ye yaklaşınca da: ''Allah'ım, ben İbrahim'in Mekke'yi haram kıldığı gibi iki dağının arasını haram kılıyorum. Allah'ım, onların müdlerini ve sa'larını mübarak eyle" buyurdu. 

 

 

Diğer tahric: Buhari, 2889, 3367, 4084, 7333; Tirmizi, 3922

 

AÇIKLAMA:          "Nihayet Uhud'u görünce: Bu bizi seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağdır buyurdu." Doğru ve tercih edilen anlamı Uhud'un gerçek anlamda bizi sevdiği şeklindedir. Yüce Allah ona kendisi vesilesi ile sevgi duyacağı bir özellik kazandırmıştır. Nitekim yüce Allah: "Ve şüphesiz o taşların bir kısmı Allah korkusundan aşağıya yuvarlanır. " (Bakara, 74) buyurduğu gibi kurumuş hurma kütüğünün Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e duyduğu özlem dolayısı ile inlemesi, çakıl taşlarının tesbih getirmesi, taşın Musa (aleyhisselam)'ın elbisesini alıp gitmesi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: Gerçekten ben Mekke'de Nübüvvetten önce bana selam eden bir taşı biliyorum buyruğu, aynı şekilde birbirinden uzak iki ağacı çağırınca bir araya gelmeleri, Uhud dağının sarsılması üzerine sakin ol Uhud, senin üzerinde ancak ya bir Nebi veya bir sıddık vardır demesi, koyunun kolunun onunla konuşması buna örnek olduğu gibi Şanı Yüce Allah'ın: "Onu ham di ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama sizler onların tesbihlerini anlayamazsınız." (İsra, 44) buyruğu da bunu göstermektedir. Bu ayet-i kerimenin anlamı hususunda doğru olan da her bir şeyin kendi durumuna göre gerçek manada Allah'ı tesbih ettiği ama bizim bunu anlamadığımızdır. İşte bunlar ve benzerleri bizim ve muhakkiklerin bu hadisin anlamı hususunda yaptığımız Uhud'un bizi gerçek manada sevdiği şeklindeki açıklamamızın doğru olduğunun tanıklarıdır. Bir diğer görüşe göre de kasıt Uhud ehli bizi sever şeklindedir. Muzaf hazfedilmiş ve muzafulileyh onun yerine geçirilmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

 

 

(1365) وحدثناه سعيد بن منصور وقتيبة بن سعيد. قالا: حدثنا يعقوب (وهو ابن عبدالرحمن القارئ) عن عمرو بن أبي عمرو، عن أنس بن مالك، عن النبي صلى الله عليه وسلم، بمثله. غير أنه قال "إني أحرم ما بين لابتيها".

 

3309- .. ./9- Bunu bize Said b. Mansur ve Kuteybe b. Said de tahdis edip dediler ki: Bize Yakub -o b. Abdurrahman el-Kari'dir- Amr b. Ebu Amr'dan tahdis etti, o Enes b. Malik'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den aynısını rivayet etmekle birlikte o: "Şüphesiz ben onun iki karataşlığının arasını haram kılıyorum" buyurmuştur.

 

 

463 - (1366) وحدثناه حامد بن عمر. حدثنا عبدالواحد. حدثنا عاصم. قال: قلت لأنس بن مالك:

 أحرم رسول الله صلى الله عليه وسلم المدينة ؟ قال: نعم. ما بين كذا إلى كذا. فمن أحدث فيها حدثا. قال ثم قال لي: هذه شديدة "من أحدث فيها حدثا فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين. لا يقبل الله منه يوم القيامة صرفا ولا  عدلا" قال فقال ابن أنس: أو آوى محدثا.

 

3310-463/10- Bunu bize Hamid b. Ömer tahdis etti, bize Abdulvahid tahdis etti, bize Asım tahdis edip dedi ki: Enes b. Malik'e: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'yi haram kıldı mı? dedim. O: Şurasından itibaren şuraya kadar arasını evet. Kim orada bir günah işleyecek yahut günah işlemiş birisini barındıracak olursa dedikten sonra bana: İşte bu çok ağırdır deyip (şunları ekledi): Kim orada bir günah işleyecek olursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allah ondan kıyamet gününde farz olsun, nafile olsun hiçbir ibadetini kabul etmeyecektir."

 

(Ravi) dedi ki: İbn Enes ise: Yahut herhangi bir günahkarı barındıranı" dedi. 

 

 

Diğer tahric: Buhari, 1867, 7306

 

AÇIKLAMA:          "Kim orada bir günah işler yahut bir günahkarı barındırırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti ona olsun." Kadı Iyaz dedi ki: Hadisin anlamı şudur. Kim orada bir günah işleyip yahut da yanına gelip sığınan bir günahkarı alıp koruyacak olursa demektir. Kadı lyaz devamla dedi ki:

 

Burada (sığındı anlamındaki) eva fiili "ava" diye de hem geçişli hem geçişsiz anlamları hakkında kullanılır. Fakat geçişsiz olandan "eva" şekli daha meşhur ve daha fasihtir. Geçişli olanında ise ava şekli ise daha meşhur ve daha fasihtir.

 

Derim ki: Kur'an'ı azimuşşanda her iki konuda da daha fasih olan şekli kullanılmıştır. Yüce Allah: "Gördün mü biz o kayaya sığındığımız zaman" (Kehf, 63) diye buyurmakla birlikte geçişli olanı da: "Biz her ikisini de yüksek bir yerde barındırdık." (Müminun, 50) buyurmaktadır.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Bu lafız ancak dal harfi kesreli olarak: "muhdisen: günah işleyen" diye rivayet edilmiştir. Sonra Kadı Iyaz şunları eklemektedir: İmam Mazeri dedi ki: Bu lafız dal harfi kesreli ve fethalı olmak üzere (muhdissen ve muhdesen) şeklinde iki türlü rivayet edilmiştir. Dal harfini fethalı (muhdes) diye rivayet edenler bununla bizzat ihdasın (günahın) kendisini kastederler. Kesreli (muhdisen) diye rivayet edenler ise hades (denilen) günahı işleyen kimseyi kastederler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah'ın laneti ... üzerine olsun" buyruğuna gelince bu da böyle bir işi işleyen için çok ağır bir tehdittir. İlim adamları bunu, böyle bir işin büyük günahlardan olduğuna delil göstermişlerdir. Çünkü lanet ancak büyük günah hakkında sözkonusu olur. Bu da şu demektir: Şanı Yüce Allah onu lanetlediği gibi aynı şekilde melekler de bütün insanlar da onu lanetlerler. Bu ise böyle bir kimsenin Yüce Allah'ın rahmetinden uzaklığını en ileri derecede belirten bir ifadedir. Çünkü sözlükte lanet, kovmak ve uzaklaştırmak anlamındadır. İlim adamlarının dediklerine göre burada lanetten kasıt işlediği günah sebebi ile hak ettiği azap ve ilk sıralarda cennetten kovulup uzaklaştırılmaktır. Yoksa bu lanet Yüce Allah'ın rahmetinden tamamen uzaklaştırılan kafirlerin lanetlenmesi gibi değildir. Allah en iyi bilendir.

 

"Allah kıyamet gününde ondan farz olsun nafile olsun hiçbir ibadeti kabul etmez." Kadı Iyaz dedi ki: el-Mazeri dedi ki: İlim adamları buradaki bu iki lafzın (farz ibadet anlamı verilen sarf ile nafile ibadet anlamı verilen adl lafızlarını) tefsiri hususlarında farklı görüşlere sahiptirler. Sarf farz ibadet adl nafile ibadet olduğu söylendiği gibi Hasan-ı Basri: sarf nafile ibadet adı farz ibadet diye cumhurun görüşünün aksini söylemiştir. Asmai sarf tevbe etmek adı fidye (kurtulmalık) diye açıklamıştır. Bu açıklama Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den de rivayet edilmiştir. Yunus ise: Sarf kazanç, adı ise fidyedir diye açıklamıştır. Ebu Ubeyde adı hile ve çare diye açıklamıştır. Adlin misil ve denk anlamında olduğu, sarfın ise diyet adlin de fazlalık olduğu da söylenmiştir.

 

Kadı Iyaz dedi ki: Bunun anlamının karşılık olarak kabul edilse dahi razı olunacak şekilde farz ve nafilesinin kabul edilmeyeceği anlamında olduğu söylendiği gibi burada kabul bunlar sebebi ile günahın keffaret olması anlamında olduğu da söylenmiştir. Buradaki fidyenin sahih hadiste sabit olduğu gibi aziz ve celil Allah'ın günahkarlar arasından dilediği kimselere lütfedeceği şekilde bir Yahudi ya da bir Hristiyanı fidye olarak cehenneme atılması karşılığında cehennemden dilediğini kurtarması halinin aksine kendisine karşılık olarak fidye verebileceği bir değer bulamaması anlamında da olabilir.

 

Hadisin sonundaki: "İbn Enes: Yahut bir günahkarı barındırırsa dedi.'' İbaresi nüshaların bir çoğunda bu şekilde: "İbn Enes ... dedi" şeklindedir. Bazılarında ise "İbn" lafzı zikredilmeksizin "Enes ... dedi" şeklindedir. Kadı İyaz der ki: genel olarak üstadlarımızın nushalarında "İbn Enes ... dedi" şeklinde "İbn" lafzı ile birlikte sabit olmuştur. Doğrusu budur. İbn Enes ise babasının bu fazlalığı zikrettiğini söylemiştir. Çünkü hadisin başından sonuna kadar anlatımı Enes'in sözüdür. Enes'in kendi kendisinin eksik bıraktığını telafi edecek bir ifade kullanmasının anlamı yoktur. Bununla birlikte bu kafız rivayetlerin bir çoğunda Enes'in sözlerinden sonra yer almaktadır. Ancak Semerkandi'nin nüshasında bu lafız yer almamıştır. Bu lafzın orada bulunmaması muhtemelen doğru olan şeklin kendisini ifade eder. Bundan dolayı hadisin son kısmında bu ek ifade yer almıştır. Kadı Iyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir.

 

 

 

464 - (1366) حدثني زهير بن حرب. حدثنا يزيد بن هارون. أخبرنا عاصم الأحول. قال: سألت أنسا:

 أحرم رسول الله صلى الله عليه وسلم المدينة ؟ قال: نعم. هي حرام. لا يختلى خلاها. فمن فعل ذلك فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين.

 

3311-464/11- Bana Zuheyr b. Harb tahdis etti, bize Yezid b. Harun tahdis etti, bize Asım el-Ahvel haber verip dedi ki: Enes'e: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'yi haram kıldı mı? dedim. O: Evet, orası haramdır. Onun otu koparılmaz. Kim bunu yaparsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir" dedi.

 

 

465 - (1368) حدثنا قتيبة بن سعيد عن مالك بن أنس، فيما قرئ عليه من إسحاق بن عبدالله بن أبي طلحة، عن أنس بن مالك ؛ أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:

 "اللهم ! بارك لهم في مكيالهم. وبارك لهم في صاعهم. وبارك لهم في مدهم".

 

3312-465/12- Bize Kuteybe b. Said, Malik b. Enes'den, kendisine İshak b. Abdullah b. Ebu Talha'dan diye okunan rivayetler arasında tahdis etti. O, Enes b. Malik'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım, onların ölçeklerini, onların sa'larını, onların müd'lerini bereketli kıl" buyurdu. 

 

 

Diğer tahric: Buhari, 2130, 7331

 

AÇIKLAMA:          "Allah'ım, onların ölçeklerini, onların sa' larını, onların müd'lerini bereketli kıl." Kadı Iyaz dedi ki: Burada bereket artıp çoğalmak, fazlalaşmak anlamındadır. Sebat ve kalıcılık manasına da gelir. Bu bereketin dini anlamda olması ihtimali de vardır. 0 taktirde bereket, yüce Allah'ın zekat ve keffaret gibi haklarının yerine getirildiği bu miktarlar ile alakalı olur. Bu durumda -şeriatın kalıcılığı ve sebatı suretiyle bunlarla hüküm verildiği gibi- bunların da sebat ve kalıcıkları için dua anlamında olur. Bereketin bu ölçekler ile ortaya çıkan ölçme ve miktarın çoğaltılması anlamında dünyevi olma ihtimali de vardır. Böylelikle bu ölçeklerin bir kısmı Medine'nin dışında yeterli olmayacağı kadarı Medine'de yeterli olur. Yahut da bereket ticaret ve benzeri karlı işlerdeki tasarruf ile Medine'nin gelir ve mahsullerinin bunlarla çokça ölçülmesi (yani gelirlerin çok olması) anlamına gelmesi ihtimali de vardır. Ya da önceleri geçim darlığı içerisinde iken geçimlerinin rahatlaması ve bollukları sebebi ile mahsullerin bu ölçeklerle çokça ölçülmesi şeklinde de olabilir. Bu bollukları ise Yüce Allah'ın kendilerine nasip ettiği fetihler ve lütfundan onlara verdiği genişlik verimli ülkelere sahip olmaları, Şam, Irak, Mısır ve başka yerlerin bol verimli kırsal kesimlerde sahip olmaları sureti ile olmuştur. Bunun sonucunda da Medine'ye taşınan yük yük mahsuller çoğalmış, onların da geçimleri genişlemiş oldu. Nihayet bu bereket bizzat bu ölçeklerin kendisinde ortaya çıktı. Onların müdleri arttı ve Haşimi müd halini aldı. Bu ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in müddünün iki katı yahut bir buçuk katıdır. Bütün bunlar Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yaptığı duanın açıkça kabul edildiğini göstermektedir. Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır.

 

Bütün bunlardan görünen şu ki bereket Medine'den ölçülen şeyin bizzat kendisindedir. Öyle ki Medine'de bir müd başka yerlerde yetmediği kimselere yetebilmektedir. Allah en iyi bilendir.

 

 

 

466 - (1369) وحدثني زهير بن حرب وإبراهيم بن محمد السامي. قالا: حدثنا وهب بن جرير. حدثنا أبي. قال: سمعت يونس يحدث عن الزهري، عن أنس بن مالك، قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:

 "اللهم ! اجعل بالمدينة ضعفي ما بمكة من البركة".

 

3313-466/13- Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti, bize İbrahim b. Muhammed es-Sami de tahdis edip dediler ki: Bize Vehb b. Cerir tahdis etti, bize babam tahdis edip dedi ki: Yunus'u ez-Zühri'den tahdis ederken dinledim O Enes b. Malik'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Allah'rm, Mekke'deki bereketin iki katını Medine'de taktir buyur."

 

 

Diğer tahric: Buhari, 1885

 

AÇIKLAMA:          "İbrahim b. Muhammed es-Sami" nisbeti sin harfi iledir. (eş-Şami değil es-samidir) .

 

 

 

467 - (1370) وحدثنا أبو بكر بن أبي شيبة وزهير بن حرب وأبو كريب. جميعا عن أبي معاوية. قال أبو كريب: حدثنا أبو معاوية. حدثنا الأعمش عن إبراهيم التيمي، عن أبيه، قال:

 خطبنا علي بن أبي طالب فقال: من زعم أن عندنا شيئا نقرأه إلا كتاب الله وهذه الصحيفة (قال: وصحيفة معلقة في قراب سيفه) فقد كذب. فيها أسنان الإبل. وأشياء من الجراحات. وفيها قال النبي صلى الله تعالى عليه وسلم: " المدينة حرم ما بين عير إلى ثور. فمن أحدث فيها حدثا. أو آوى محدثا. فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين. لا يقبل الله منه يوم القيامة صرفا ولا  عدلا. وذمة المسلمين واحدة. يسعى بها أدناهم. ومن ادعى إلى غير أبيه، أو انتمى إلى غير مواليه. فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين. لا يقبل الله منه يوم القيامة صرفا ولا  عدلا". وانتهى حديث أبي بكر وزهير عند قوله "يسعى بها أدناهم" ولم يذكرا ما بعده. وليس في حديثهما: معلقة في قرب سيفه.

 

3314-467/14- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe, Zuheyr b. Harb ve Ebu Kureyb birlikte Ebu Muaviye'den tahdis etti. Ebu Kureyb dedi ki: Bize Ebu Muaviye tahdis etti, bize A'meş, İbrahim et-Teymi'den tahdis etti, o babasından şöyle dediğini nakletti: Ali b. Ebu Talib bize bir hutbe verip dedi ki: Her kim bizim yanımızda Allah'ın kitabı ve bu sahife dışında okuduğumuz bir şeyler bulunduğunu iddia edecek olursa -ravi dedi ki: (sözünü) ettiği sahife ise kılıcının kınında asılı duruyordu- yalan söylemiş olur. Bu sahifede develerin yaşları ve yaralamalar ile alakalı bazı hususlar vardır. Yine bu sahifede Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu yazılıdır: "Medine :4yr dağı ile Sevr dağı arasında haramdır. Kim orada bir günah işler yahut günah işlemiş birisini barındıracak olursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti ona olsun. Kıyamet gününde Allah onun farz bir ibadetini de nafile bir ibadetini de kabul etmeyecektir. Müslümanların zimmeti birdir. Onların en alt mertebelerinde olanları dahi onu yerine getirmeye çalışır. Kim babasından başka birisinden olduğunu iddia eder yahut kendisini hürriyete kavuşturanlardan başkasına kendisini nisbet ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti ona olsun. Allah kıyamet gününde onun ne farz bir ibadetini, ne nafile bir ibadetini kabul eder. "

 

Ebu Bekr ile Zuheyr'in hadisi rivayetleri "onların en alt mertebelerinde olanları onu yerine getirmeye çalışır" sözü ile sona ermektedir. İkisi de hadisin bundan sonrasını zikretmedikleri gibi her ikisinin hadisinde; "kılıcının kınında asılı bulunan" ibaresi de yer almamaktadır.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 1870, 3172, 3179, 6755, 7300; Müslim, 3773; Ebu Davud, 2034; Tirmizi, 2127

 

AÇIKLAMA:          "Ali b. Ebu Talib (radıyallahu anh) bize bir hutbe verip dedi ki: Her kim bizim yanımızda Allah'ın kitabı ile bu sahifenin dışında okuduğumuz bir şeyin bulunduğunu iddia edecek olursa yalan söylemiş olur." Bu ifadeler Ali (radıyallahu anh) tarafından Rafızilerin ve Şia'nın iddialarını, onların güya söylediğini söyleyip uydurdukları iftiralarını açıkça çürütmektedir. Güya Ali (r.a.)'a Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ilmin sırlarına, dinin kurallarına şeriatın hazinelerine dair ; ek çok hususu vasiyet yolu ile bildirmiş ve ehl-i beytine başkalarına bildirmediği çeşitli hususları özel olarak bildirmiştir. Ancak bütün bunlar batıl iddialardır, aslı astarı olmayan bozuk uydurmalardır.

 

Bunların çürütülmesi için de Ali (r.a.)'ın bu sözü yeterlidir. Ayrıca bu hadiste ilmin yazılmasının caiz olduğuna delil vardır ki buna dair açıklama az önce geçmiş idi.

"Medine Ayr ile Sevr arası haramdır." Ayr harfi fethalı, ye harfi sakin olmak üzere "ayr" bilinen bir dağın adıdır. Kadı Iyaz dedi ki: Musab b. ez-Zubeyr ve başkaları dedi ki: Medine'de Ayr ile Sevr diye iki dağ yoktur. Seve Mekke'dedir. ez-Zubeyr dedi ki: Ayr Medine tarafında bir dağın adıdır. Kadı İyaz dedi ki: Buhari kitabının ravilerinin çoğunluğu ayrı zikretmiş bulunmaktadır. Sevr dağına gelince onlardan kimileri bu şekilde söz etmiş, kimileri ise onun yerinde bir şey yazmadan boşluk bırakmışlardır. Çünkü onlar burada Sevr adının zikredilmesinin hata olduğuna inanmışlardır. el-Mazeri dedi ki: Kimi ilim adamının dediğine göre burada "Sevr" ismi ravinin bir yanılmasıdır. Sevr Mekke'dedir. Doğrusu ise Uh!ld'a kadar şeklinde olmasıdır. Kadı İyaz dedi ki: Ebu Ubeyd de böyle demiştir. Hadisin aslı Ayr'dan Uhud'a kadar" şeklindedir. Kadı Iyaz'ın naklettikleri bunlardır.

 

Hafız Ebu Bekr el-Hazi mi ve ondan başka diğer imamlar da böyle demişlerdir: Bunun aslı "Ayr'dan Uhud'a kadar" şeklindedir.

 

Derim ki: Sevr'in bir zamanlar orada bulunan bir dağın adı olma ihtimali vardır. Bu ya Uhud'un adı idi ya da başka bir dağın. Sonradan bu isim unutulmuş olabilir. Allah en iyi bilendir.

 

Şunu da bilelim ki bu rivayette az önce geçtiği gibi Ayr ile Sevr yahut Uhud arası diye ifade edilmektedir. Daha önce geçen Enes'in rivayetinde ise: "Allah'ım, ben iki dağının arasını haram kılıyorum" diğer rivayetlerde de "İki karataşlığı arası" denilmektedir. İki karataşlıktan kasıt ise önceden geçtiği üzere iki harredir. Bütün bu hadisler iki karataşlığı arası ifadesi ile Medine'nin doğu ile batı cihetleri arasındaki hareminin sınırlarını beyan etmektedir. İki dağı arasındaki ifade de kuzey ile güney cihetlerinden harem sınırlarını beyan etmektedir.

 

"Müslümanların zimmeti birdir, onların en alt mertebelerinde olan dahi onu yerine getirmek için uğraşır." Burada zimmetten kasıt emandır. Bu da müslümanların kafir kimseye verdikleri emanın sahih ve geçerli olduğudur. Müslümanlardan herhangi bir kimse ona böyle bir eman verecek olursa o kişi müslümanların emanı altında olduğu sürece başkalarının ona zarar verecek şekilde taarruz etmeleri haramdır. Eman vermenin bilinen şartları vardır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Onun gereğini yerine getirmek için en alt mertebelerinde olanları dahi uğraşır" ifadesi kadının ve kölenin verdiği eman sahihtir, çünkü her ikisinin de emanı hür erkeklerin emanından daha alt mertebededir diyen Şafii ve ona muvafakat edenlerin görüşlerinin lehine bir delildir.

 

"Her kim babasından başkasından olduğunu iddia eder yahut da kendisini hürriyete kavuşturan mevlalarından kendisini ayrı nisbet ederse ... üzerine olsun. " Bu buyruklar da insanın kendisini babasından başkasına nisbet etmesinin yahut da hürriyete kavuşturulmuş kölelerin kendisini hürriyete kavuşturanlardan başkasına nisbet etmesinin ağır bir haram olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü böyle bir davranış nimete karşı bir nankörlüktür. Miras, vela, diyet ve buna benzer çeşitli hakların kaybolmasına zemin hazırlamanın yanında ayrıca akrabalık bağlarını da koparır, anne babaya da kötü muameleyi ihtiva eder.

 

 

 

468 - (1370) وحدثني علي بن حجر السعدي. أخبرنا علي بن مسهر. ح وحدثني أبو سعيد الأشج. حدثنا وكيع. جميعا عن الأعمش، بهذا الإسناد، نحو حديث أبي كريب عن أبي معاوية إلى آخره. وزاد في الحديث

 "فمن أخفر مسلما فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين. لا يقبل منه يوم القيامة صرف ولا  عدل" وليس في حديثهما "من ادعى إلى غير أبيه" وليس في رواية وكيع، ذكر يوم القيامة.

 

3315-468/15- Bana Ali b. Hucr es-Sa'di de tahdis etti, bize Ali b. Mushir haber verdi, (H.) Bana Ebu Said el-Eşe c de tahdis etti, bize Veki' tahdis etti, hepsi birlikte A'meş'den bu isnad ile Ebu Kureyb'in Ebu Muaviye'den diye naklettiği hadisi sonuna kadar yakın bir şekilde tahdis etti. Ayrıca hadiste şunları da ekledi: "Her kim bir müslümanın verdiği em anı bozacak olursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Kıyamet gününde ondan farz bir ibadetini de nafile bir ibadetini de kabul etmeyecektir. " Her ikisinin de hadisinde: "Her kim babasından başkasına kendisini nisbet ederse" ibaresi yoktur. Ayrıca Veki'in rivayetinde kıyamet günü sözkonusu edilmemiştir.

 

 

AÇIKLAMA:          "Kim bir müslümanın verdiği emanı bozarsa Allah'ın ... Ianeti üzerine olsun." Yani bunun verdiği bir emanı bozan ve müslümanın eman verdiği bir kafire taarruz eden bir kimse demektir. Dil bilginleri der ki: Bir kimsenin ahdini bozmak halinde kişi: "ehfertu el vecire" ve bir kimseye eman verilmes: halinde "hafertu errecule" denilir.

 

 

 

(1370) وحدثني عبدالله بن عمر القواريري ومحمد بن أبي بكر المقدمي. قالا: حدثنا عبدالرحمن بن مهدي. حدثنا سفيان عن الأعمش، بهذا الإسناد، نحو حديث ابن مسهر ووكيع. إلا قوله "من تولى غير مواليه" وذكر اللعنة له.

 

3316- .. ./16- Bana Abdullah b. Ömer el-Kavariri ve Muhammed b. Ebi Bekr el-Mukaddemi de tahdis edip dediler ki: Bize Abdurrahman b. Mehdi tahdis etti, bize Süfyan, A'meş'den bu isnad ile İbn Müshir ve Veki'in hadisine yakın olarak tahdis etti. Bundan sadece: "Her kim kendisini hürriyete kavuşturanlardan başkalarına kendisini nisbet ederse" sözü ile buna lanetin okunması kısmını zikretmedi.

 

 

469 - (1371) حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة. حدثنا حسين بن علي الجعفي عن زائدة، عن سليمان، عن أبي صالح، عن أبي هريرة، عن النبي صلى الله عليه وسلم. قال:

 "المدينة حرم. فمن أحدث فيها حدثا أو آوى محدثا فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين. لا يقبل منه يوم القيامة عدل ولا  صرف".

 

3317-469/17- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti ... Ebu Hureyre, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Medine, haremdir. Kim orada bir günah işler yahut bir günahkarı barındıracak olursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Kıyamet gününde Allah ondan farz bir ibadetini de nafile bir ibadetini de kabul etmeyecektir. "

 

Diğer tahric: Müslim, 3771 -buna yakın-; Ebu Davud, 5114 -buna yakın-

 

 

470 - (1371) وحدثنا أبو بكر بن النضر بن أبي النضر. حدثني أبو النضر. حدثني عبيدالله الأشجعي عن سفيان، عن الأعمش، بهذا الإسناد، مثله. ولم يقل "يوم القيامة" وزاد "وذمة المسلمين واحدة. يسعى بها أدناهم. فمن أخفر مسلما فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين. لا يقبل منه يوم القيامة عدل ولا  صرف".

 

3318-470/18- Bize Ebu Bekr b. en-Nadr b. Ebu'n-Nadr tahdis etti, bize Ebu'n-Nadr tahdis etti, bana Ubeydullah el-Eşcai, Süfyan'dan tahdis etti, o A'meş'den bu isnad ile aynısını rivayet etti ama: "kıyamet gününde" demeyip şunları ekledi: "Müslümanların zimmeti ise birdir. Onların en alt mertebede olanları onu yerine getirmeye çalışır. Her kim bir müslümanın verdiği ahdi bozarsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıyamet gününde Allah ondan farz ibadetini de nafile ibadetini de kabul etmeyecektir. "

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

471 - (1372) حدثنا يحيى بن يحيى. قال: قرأت على مالك عن ابن شهاب، عن سعيد بن المسيب، عن أبي هريرة ؛ أنه كان يقول

لو رأيت الظباء ترتع بالمدينة ما ذعرتها. قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ما بين لابتيها حرام".

 

3319-471/19- Bize Yahya b. Yahya tahdis edip dedi ki: Ben Malik'e, İbn Şihab'dan okudum. O Said b. el-Müseyyeb'den, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre şöyle derdi: Eğer ben geyiklerin dahi Medine'de atladıklarını görsem onları ürkütmem. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onun iki karataşlığı haramdır" buyurmuştur. 

 

 

Diğer tahric: Buhari, 1873; Tirmizi, 3921

 

AÇIKLAMA:          "Geyiklerin Medine'de otladığını görsem onları ürkütmem." Burada lafzi anlamı atlamak olmakla birlikte gidip geldiklerini görsem demektir. Ürkütmem, onları korkutmam, onları ürkütüp kaçmalarına sebep olmam anlamındadır.

 

 

 

472 - (1372) وحدثنا إسحاق بن إبراهيم ومحمد بن رافع وعبد بن حميد. قال إسحاق: أخبرنا عبدالرزاق. حدثنا معمر عن الزهري، عن سعيد بن المسيب، عن أبي هريرة. قال:

 حرم رسول الله صلى الله عليه وسلم ما بين لا بتي المدينة. قال أبو هريرة: فلو وجدت الظباء ما بين لابتيها ما ذعرتها. وجعل اثني عشر ميلا، حول المدينة، حمى.

 

3320-472/20- Bize İshak b. İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd de tahdis etti. İshak dedi ki: Bize Abdurrezzak haber verdi, bize Ma'mer, ez-Zühri'den tahdis etti, o Said b. el-Müseyyeb'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'nin iki kara taşlığını haram bölge kıldı. Ebu Hureyre dedi ki: Ben iki karataştığı arasında geyikleri görsem dahi onları ürkütmem. Ayrıca Medine çevresinde on iki millik bir uzaklığı koruluk olarak tespit etti.

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir

 

 

473 - (1373) حدثنا قتيبة بن سعيد عن مالك بن أنس (فيما قرئ عليه) عن سهيل بن أبي صالح، عن أبيه، عن أبي هريرة ؛ أنه قال:

 كان الناس إذا رأوا أول الثمر جاءوا به إلى النبي صلى الله عليه وسلم. فإذا أخذه رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: "اللهم ! بارك لنا في ثمرنا. وبارك لنا في مدينتنا. وبارك لنا في صاعنا. وبارك لنا في مدنا ! اللهم ! إن إبراهيم عبدك وخليلك ونبيك. وإني عبدك ونبيك. وإنه دعاك لمكة. وإني أدعوك للمدينة. بمثل مادعاك لمكة. ومثله معه". قال: ثم يدعو أصغر وليد له فيعطيه ذلك الثمر.

 

3321-473/21- Bize Kuteybe b. Said, Malik b. Enes'den kendisine Süheyl b. Ebi Salih'den rivayetle okunanlar arasında tahdis etti. (Süheyl) babasından, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etti: İnsanlar ilk mahsulü gördüklerinde onu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e getirirlerdi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu alınca: "Allah'ım" bize mahsullerimizde bereket ihsan eyle. Medine'mizi bizim için mübarek kıl. Bizim için sa'ımızı mübarek eyle. Bizim müddümüzü bereketli kıl. Allah'ım, şüphesiz ki İbrahim senin kulun, halilin ve nebindir. Ben de senin kulun ve nebinim. O sana Mekke için dua etti, ben de sana Medine için. Onun Mekke için dua ettiğinin aynısıyla ve bir o kadarı ile dua ediyorum. "

 

Ebu Hureyre dedi ki: Sonra onun en küçük çocuğunu çağırır ve o mahsulü ona verirdi.

 

 

Diğer tahric: Tirmizi, 3454

 

AÇIKLAMA:          "İnsanlar ilk mahsulü gördüklerinde ... Medinemizi bizim için mübarek kıl... " İlim adamlarının dediklerine göre onlar bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mahsule, Medine'ye, sa'a ve müdde dua etmesini arzu ettikleri için böyle yapıyorlardı. Ayrıca mahsullerde zekat hakkı ve başka haklar bulunduğundan diğer taraftan bağ ve bahçelerden alınacak mahsulleri tahmin eden kimseleri (harisun) göndermesi için de meyvelerin olgunlaşmaya başladığını ona bildirmek için de böyle yapıyorlardı.

 

 

 

474 - (1373) حدثنا يحيى بن يحيى. أخبرنا عبدالعزيز بن محمد المدني عن سهيل بن أبي صالح، عن أبيه، عن أبي هريرة ؛ أن رسول الله صلى الله عليه وسلم كان يؤتى بأول الثمر فيقول:

 "اللهم ! بارك لنا في مدينتنا وفي ثمارنا وفي مدنا وفي صاعنا. بركة مع بركة". ثم يعطيه أصغر من يحضره من الولدان.

 

3322-474/22- Bize Yahya b. Yahya tahdis etti... Ebu Hureyre'den rivayetine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e alınan ilk mahsul getirilir, o da şöyle derdi: ''Allah'ım,, bizim için Medinemizi, mahsullerimizi, müddümüzü, sa'ımızı bereket üstüne bereketle mübarek kıl." Sonra o mahsulü orada bulunan çocukların en küçüğüne verirdi.

 

 

Diğer tahric: İbn Mace, 3329

 

AÇIKLAMA:          "Sonra onu huzurunda bulunduğu çocukların en küçüğüne verirdi." Bu ifade Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ahlakının ne kadar üstün olduğunu, şefkat ve merhametinin kemalini, büyük ve küçük olanlara ne kadar yumuşak davrandığını, özellikle de onu daha çok arzu etmesi, canının daha çok çekmesi ve bunu daha çok istemesi dolayısı ile o küçük çocuğa bunu vermesi açıkça ifade etmektedir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

86- MEDİNE'DE YERLEŞMEYE, ONUN SIKINTILARINA KATLANMAYA TEŞVİK BABI