SAHİH-İ MÜSLİM |
HAC |
(19) باب
حجة النبي صلى
الله عليه
وسلم
19- NEBİ (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'İN HACCI BABI
147 - (1218) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة
وإسحاق بن
إبراهيم.
جميعا عن
حاتم. قال أبو
بكر: حدثنا
حاتم بن إسماعيل
المدني عن
جعفر بن محمد،
عن أبيه. قال:
دخلنا
على جابر بن
عبدالله. فسأل
عن القوم حتى
انتهى إلي.
فقلت: أنا
محمد بن علي
بن حسين. فأهوى
بيده إلى رأسي
فنزع زري
الأعلى. ثم
نزع زري الأسفل.
ثم وضع كفه
بين ثديي وأنا
يومئذ غلام شاب.
فقال: مرحبا
بك. يا ابن أخي !
سل عما شئت.
فسألته. وهو
أعمى. وحضر
وقت الصلاة.
فقام في نساجة
ملتحفا بها.
كلما وضعها
على منكبه رجع
طرفاها إليه
من صغرها.
ورداؤه إلى
جنبه، على
المشجب. فصلى
بنا. فقلت: أخبرني
عن حجة رسول
الله صلى الله
عليه وسلم. فقال
بيده. فعقد
تسعا.
فقال
إن رسول الله
صلى الله عليه
وسلم مكث تسع
سنين لم يحج.
ثم أذن في
الناس في
العاشرة ؛ أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم حاج.
فقدم المدينة
بشر كثير. كلهم
يلتمس أن يأتم
برسول الله
صلى الله عليه
وسلم. ويعمل
مثل عمله.
فخرجنا معه.
حتى أتينا ذا
الحليفة.
فولدت أسماء
بنت عميس محمد
بن أبي بكر.
فأرسلت إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: كيف
أصنع ؟
قال: "اغتسلي.
واستثفري
بثوب وأحرمي"
فصلي رسول
الله صلى الله
عليه وسلم في
المسجد. ثم
ركب القصواء.
حتى إذا استوت
به ناقته على
البيداء. نظرت
إلى مد بصري
بين يديه. من
راكب وماش.
وعن يمينه مثل
ذلك. وعن
يساره مثل
ذلك. ومن خلفه
مثل ذلك. ورسول
الله صلى الله
عليه وسلم بين
أظهرنا. وعليه
ينزل القرآن.
وهو يعرف
تأويله. وما
عمل به من شيء
عملنا به.
فأهل
بالتوحيد
"لبيك اللهم ! لبيك.
لبيك لا شريك
لك لبيك. إن
الحمد
والنعمة لك.
والملك لا
شريك لك".
وأهل
الناس بهذا
الذي يهلون
به. فلم يرد
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم عليهم
شيئا منه.
ولزم رسول الله
صلى الله عليه
وسلم تلبيته.
قال جابر رضي
الله عنه:
لسنا ننوى إلا
الحج. لسنا
نعرف العمرة. حتى
إذا أتينا
البيت معه،
استلم الركن
فرمل ثلاثا
ومشى أربعا.
ثم نفذ
إلى
مقام إبراهيم
عليه السلام.
فقرأ:
{واتخذوا من
مقام إبراهيم
مصلى} [2 / البقرة /
الآية 125] فجعل
المقام بينه
وبين البيت.
فكان أبي يقول
(ولا أعلمه
ذكره إلا عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم): كان
يقرأ في الركعتين
قل هو الله
أحد، وقل يا
أيها الكافرون.
ثم رجع إلى
الركن
فاستلمه. ثم
خرج من الباب
إلى الصفا.
فلما دنا من
الصفا قرأ: {إن
الصفا
والمروة من
شعائر الله} [2 /
البقرة /
الآية 158] "أبدأ
بما بدأ الله
به" فبدأ بالصفا.
فرقي عليه.
حتى رأى البيت
فاستقبل
القبلة. فوحد
الله، وكبره.
وقال: "لا إله
إلا الله وحده
لا شريك له. له الملك
وله الحمد وهو
على كل شيء
قدير. لا إله
إلا الله
وحده. أنجز
وعده. ونصر
عبده. وهزم
الأحزاب وحده"
ثم دعا بين
ذلك. قال مثل
هذا ثلاث
مرات. ثم نزل
إلى المروة.
حتى إذا أنصبت
قدماه في بطن
الوادي سعى.
حتى إذا صعدتا
مشى. حتى إذا
أتى المروة.
ففعل على
المروة
كما
فعل على
الصفا. حتى
إذا كان آخر
طوافه على المروة
فقال:
"لو
أني استقبلت
من أمري ما
استدبرت لم
أسق الهدي.
وجعلتها عمرة.
فمن كان منكم
ليس معه هدي
فليحل.
وليجعلها
عمرة". فقام
سراقة بن مالك
بن جعشم فقال:
يا رسول الله !
ألعامنا هذا
أم لأبد ؟ فشبك
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم أصابعه
واحدة في
الأخرى. وقال
"دخلت العمرة في الحج"
مرتين" لا بل
لأبد أبد"
وقدم علي من اليمن
ببدن النبي
صلى الله عليه
وسلم. فوجد
فاطمة رضي
الله عنها ممن
حل. ولبست
ثيابا صبيغا.
واكتحلت.
فأنكر ذلك
عليها. فقالت:
إن أبي أمرني بهذا.
قال: فكان علي
يقول
بالعراق:
فذهبت إلى
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
محرشا على
فاطمة. للذي
صنعت. مستفتيا
لرسول الله
صلى الله عليه
وسلم فيما
ذكرت عنه.
فأخبرته أني
أنكرت ذلك
عليها. فقال:
"صدقت صدقت.
ماذا قلت حين
فرضت الحج ؟"
قال قلت:
اللهم ! إني
أهل بما أهل
به رسولك. قال:
"فإن معي
الهدي فلا
تحل" قال: فكان
جماعة الهدي
الذي قدم به
علي من اليمن
والذي أتي به
النبي صلى الله
عليه وسلم
مائة. قال: فحل
الناس كلهم
وقصروا. إلا
النبي صلى
الله عليه
وسلم ومن كان
معه هدي. فلما
كان يوم
التروية
توجهوا إلى
منى. فأهلوا
بالحج. وركب
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم فصلى به
الظهر والعصر
والمغرب
والعشاء
والفجر. ثم
مكث قليلا حتى
طلعت الشمس.
وأمر بقبة من
شعر تضرب له
بنمرة. فسار
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم ولا تشك
قريش إلا أنه واقف
عند المشعر
الحرام. كما
كانت قريش
تصنع في
الجاهلية.
فأجاز رسول
الله صلى الله
عليه وسلم حتى
أتى عرفة.
فوجد القبة قد
ضربت له بنمرة. فنزل بها.
حتى إذا زاغت
الشمس أمر
بالقصواء. فرحلت
له. فأتي بطن
الوادي. فخطب
الناس وقال: "إن
دماؤكم
وأموالم حرام
عليكم. كحرمة
يومكم هذا. في
شهركم هذا. في
بلدكم هذا .
ألا كل شيء من
أمر الجاهلية
تحت قدمي
موضوع. ودماء
الجاهلية موضوعة.
وإن أول دم
أضع من دمائنا دم ابن
ربيعة بن
الحارث. كان
مسترضعا في
بني سعد
فقتلته هذيل.
وربا
الجاهلية
موضوع. وأول
ربا أضع
ربانا. ربا
عباس بن
عبدالمطلب.
فإنه موضوع
كله. فاتقوا
الله في
النساء. فإنكم
أخذتموهن
بأمان الله.
واستحللتم
فروجهن بكلمة
الله. ولكم
عليهن أن لا
يوطئن فرشكم
أحدا تكرهونه.
فإن فعلن ذلك
فاضربوهن
ضربا غير مبرح.
ولهن عليكم
رزقهن
وكسوتهن
بالممعروف.
وقد تركت فيكم
ما لن تضلوا
بعده إن
اعتصمتم به.
كتاب الله.
وأنتم تسألون
عني. فما أنتم
قائلون ؟"
قالوا: نشهد
أنك قد بلغت
وأديت ونصحت.
فقال بإصبعه
السبابة،
يرفعها إلى
السماء وينكتها
إلى الناس
"اللهم ! اشهد
اللهم ! اشهد"
ثلاث مرات. ثم
أذن .ثم أقام
فصلى الظهر.
ثم أقام فصلى
العصر. ولم
يصل بينهما
شيئا. ثم ركب
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. حتى أتى
الموقف. فجعل
2941-147/1-
Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe ve İshak b. İbrahim birlikte Hatim'den tahdis etti.
Ebu Bekir dedi ki: Hatim b. İsmail el-Medeni, Cafer b. Muhammed'den tahdis
etti, o babasından şöyle dediğini rivayet etti: Cabir b. Abdullah'ın huzuruna
girdik. Gelenlerin kim olduklarını sordu. Nihayet bana kadar geldi. Ben: Ben
Muhammed b. Ali Hüseyn'im dedim. Hemen elini başıma koydu. Üst düğmemi
çözdükten sonra alt düğme mi de çözdü. Sonra avucunu memelerimin arasına koydu.
O zamanlar ben genç bir çocuktum. Cabir (r.a.): Merhaba kardeşimin oğlu. Ne
istersen sorabilirsin, deBi. Ben de ona sordum. Gözleri o zaman görmüyordu.
Namaz vakti gelince astarlı bir elbiseye bürünerek ayağa kalktı. Onu
omuzlarının üzerine her koyduğunda küçük olduğundan ötürü iki ucu geri
gidiyordu. Ridası (cübbesi) ise yanıbaşında askıda duruyordu. Bize namaz kıldırdı.
Ben: Bana Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haccından haber ver, dedim. Eli ile göstererek
dokuz rakamını işaret etti ve şunları söyledi: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) dokuz yıl haccetmeden durdu. Sonra onuncu yılda haccedeceğini ilan
ettirdi. Medine'ye pek çok kimse geldi. Hepsi de Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e imam olarak uymak, onun yaptığının aynısını yap- . mak istiyordu.
Derken onunla birlikte çıktık. Nihayet Zülhuleyfe'ye geldiğimizde Umeys kızı
Esma, Muhammed b. Ebu Bekir'i doğurdu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e: Nasıl yapayım, diye haber gönderdi. Allah Rasulü:
"Guslet, bir elbise
ile iyice sarın ve ihrama gir" buyurdu.
Sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) mescidde namaz kıldı, sonra (devesi) Kasva'ya
bindi. Devesi el-Beyda'da onu ayağa kaldırıp doğrulunca onun önünde gözümün
uzandığı yere kadar baktım. Kimi binekli, kimi yayandı. Sağında da aynen
böyleydi, solunda da aynen böyleydi, arkasında da aynen böyleydi. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de aramızda idi. Kur'an onun üzerine nazil
oluyor, tevilini o biliyordu. O her ne yaptıysa biz de onunla amel ettik. O
tevhidi dillendirerek telbiye getirip ihrama girdi: "Lebbeyke allahumme
lebbeyk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne'l-hamde vennimete leke ve'l-mülk
la şerike lek: Allah'ım, senin çağrım ardı arkasına itaatle kabul ediyorum.
Ardı arkasına senin çağrım kabul ediyorum, senin hiçbir ortağın yoktur. çağrım
kabul ediyorum. Şüphesiz hamd de, nimet de, mülk de yalnız Senindir. Senin
hiçbir ortağın yoktur. " İnsanlar da halen getirmekte oldukları telbiyeyi
getirdiler. Bununla birlikte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların
telbiyeleri hakkında kendilerine bir şey demedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ise kendi telbiyesini getirip duruyordu
Cabir (radıyallahu anh)
dedi ki: Biz (o zamanlar) haccdan başka bir şeye niyet etmemiştik. Umreyi
bilmiyorduk. Nihayet onunla birlikte Beyt'e kadar geldik. Rüknü istilam etti.
Üç şavtı hızlıca döndü, dördünde de normal yürüdü. Sonra İbrahim
(aleyhisselam)'ın makamına gitti. "İbrahim'in makamından bir namazgah
edinin" (Bakara, 125) buyruğunu okudu. Makamı kendisi ile Beyt'in arasına
aldı.
-(Cafer b. Muhammed dedi
ki:)Babam: Bu iki rekatte kul huvallahu ehad ile kulya eyyuhe'l-kafirun
surelerini okurdu. (Yine o) dedi ki: Ben bunu onun Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den duymadan zikredeceğini hiç düşünemiyorum.
Sonra tekrar rükne
döndü. Onu istilam etti. Sonra da kapıdan Safa'ya çıktı. Safa'ya yaklaşınca:
"Muhakkak Safa ile Merve Allah'ın şiarlarındandır" (Bakara, 158)
buyruğunu okudu. "Allah'ın kendisi ile başladığı ile ben de
başlıyorum" buyurup Safa'dan başlayarak Beyt'i görünceye kadar üzerine
çıktı. Kıbleye döndü. Allah'ı tevhid etti, tekbir aldı ve: "La ilahe
illallah vahdehu la şerike leh lehülmülkü velehülhamd ve huve ala külli şeyin
kadir La ilahe illallahu vahdeh, encez evadeh ve nasara abdeh ve hezemel ahzabe
vahdeh: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, bir ve tektir, ortağı yoktur, mülk
yalnız O'nundur, hamd yalnız O'nadır ve O her şeye gücü yetendir. Bir tek
Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Vaadini gerçekleştirdi, kuluna yardım etti,
yalnız başına bütün hizipleri bozguna uğrattı" buyurdu. Sonra bu arada dua
okudu ve bunların aynısını üç defa söyledi.
Sonra Merve'ye indi.
Nihayet ayakları vadinin iç tarafına varınca orada koşarcasına yürüdü. Nihayet
ayakları yokuşa tırmanınca bu sefer Merveye varıncaya kadar yürüdü. Merve'nin
üzerinde de Safa'da yaptığı gibi yaptı. Sonunda Merve üzerindeki son tavafında
şunları söyledi: "Eğer geride bıraktığımın benzeri ile gelecekte
karşılaşacak olursam beraberimde kurban getirmem ve ben bu haccı umre diye
yapardım. Bu sebeple aranızdan beraberinde kurbanlık bulunmayanlar ihramdan çıksın
ve bunu umre yapsın. "
Bunun üzerine Süraka b.
Malik b. Cu'şum kalkarak: Ey Allah'ın Rasulü!
Bu bizim bu senemiz için
mi yoksa ebediyyen böyle mi (olacak)? dedi.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) parmaklarının birini diğerine geçirerek: "Umre haccın
içine girmiştir" diye iki defa buyurdu "hayır ebediyyetin de
ebediyyetine kadar" diye ekledi.
Ali de Yemen'den Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in develerini getirip geldi.
Fatıma (radıyallahu
anha)'yı da ihramdan çıkanlar arasında buldu. Boyalı elbiseler giyinmiş, sürme
çekmiş olduğunu görünce onun bu haline karşı çıktı. O:
Şüphesiz bunu bana babam
emretti, dedi.
(Havi) dedi ki: Bundan
dolayı Ali Irak'da şöyle derdi: Ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i
yaptığımdan dolayı Fatıma'ya karşı kışkırtmak için ve onun kendisinden naklen
söz ettiği husus hakkında fetva sormak üzere gittiğim de onun bu yaptığına
karşı da çıktığım ı ona haber verince o: "Doğru söylemiştir, doğru
söylemiştir. Peki sen hacca niyetlenirken ne söyledin?" buyurdu. Ali dedi
ki: Ben: Allah'ım Rasulün neyi niyet ederek ihrama girdiyse ben de o niyetle
ihrama giriyorum dedim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Beraberinde
kurbanlık var, bu sebeple ihramdan çıkma" buyurdu.
Ali (radıyallahu anh)'ın
Yemen'den getirdiği ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in getirdiği
hediyelik kurbanlıkların toplamı yüz deve olmuştu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile beraberlerinde kurbanlık bulunanlar dışında herkes ihramdan çıktı,
saçlarını kısalttı. Terviye gününde de Mina'ya yönelip hacc niyeti ile ihrama
girdiler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de devesine bindi. Orada
öğle ve ikindi namazları ile akşam, yatsı ve sabah namazını kıldı. Sonra güneş
doğuncaya kadar kısa bir süre bekledi, arkasından Nemire de kıldan bir çadırın
kendisi için kurulmasını emir buyurdu.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yoluna devam ettiğinde Kureyşliler cahiliye döneminde
yaptıkları gibi onun da Meşairi Haramın yanında vakfe yapacağından şüphe
etmiyordu. Ama Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) orayı aşıp Arafat'a
kadar geldi. Çadırının Nemire de kurulmuş olduğunu gördü ve çadırında inip
konakladı. Nihayet zevale erince verdiği emir ile Kasva onun için semer
vurularak hazırlandı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanlara hutbe
verip şöyle buyurdu:
"Şüphesiz
kanlarınız ve mallarınız bugününüzün hürmeti gibi bu ayınızda bu beldenizde
olduğu gibi haramdır. Şunu bilin ki cahiliye işi olan her bir iş benim
ayaklarımın altındadır. Cahiliyenin kan davaları kaldırılmıştır. Cahiliye
döneminden kalma bize ait kaldırdığım ilk kan davası da Rabia b ... el-Haris'in
oğlunun kan davasıdır. O Sa'd oğulları arasında süt annenin yanında süt
emiyordu. Huzeylliler onu öldürdü. Cahiliye döneminin faizleri de
kaldırılmıştır. Bize ait kaldırdığım ilk faiz de Abbas b. Muttalib'in alacağı
olan faizdir. Onun tamamı kaldırılmıştır. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun.
Çünkü siz onları Allah'ın emanı ile aldınız, Allah'ın adı ile onların fereleri
size helal oldu. Yataklarınızı hoşlanmayacağınız bir kimseye çiğnetmemeleri
sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Eğer böyle bir işi yapacak olurlarsa onları
ağır gelmeyecek şekilde dövün. Onların rızıklarını, giyimlerini, ma'ruf bir
şekilde sağlamanız da üzerinizdeki haklarıdır. Ben aranızda bir şey bırakıyorum
ki eğer ona sımsıkı sarılacak olursanız artık asla sapmayacaksınız. Bu Allah'ın
kitabıdır. Size benim hakkında sorulacak. Ne diyeceksiniz?"
Ashab: Senin gerçekten
tebliğ ettiğine, görevini eksiksiz yaptığına, samimiyetle öğüt verdiğine şahitlik
edeceğiz dediler. O da şehadet parmağını semaya kaldırıp insanlara doğru
aşağıya doğru indirerek: "Allah'ım şahit ol! Allah'ım şahit ol" diye
üç defa tekrar etti.
Sonra ezan okuyup kamet
getir(t)di, öğle namazını kıl(dır)dı. Sonra kamet getir(t)ip ikindi namazını
kıl(dır)dı. Aralarında da hiçbir namaz kılmadı. Sonra Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bineğine binip Mevkif'e kadar geldi. Devesi Kasva'nın karnını
kayalara doğru çevirdi, yayaların toplandığı yeri de önüne aldı, kıbleye döndü.
Güneş batıncaya kadar vakfede durdu. Güneşin sarılığı azıcık gidip sonunda
güneş kursu da kaybolunca Usame'yi de arkasına alarak Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yola koyuldu. Kasva'nın yularını kendisine doğru o kadar
çekmişti ki devenin başı nerede ise semerinin altındaki deriye çarpacaktı. Sağ
eli ile de: "Ey insanlar! Sükunetinizi bozmayın, sükunetinizi
bozmayın" buyuruyordu. Kum tepelerinden her bir tepeye geldikçe tepeye
çıksın diye yularını azıcık gevşetiyordu.
Sonunda Müzdelife'ye
kadar geldi. Orada akşam ve yatsı namazlarını bir ezan ve iki kamet ile kıldı.
Aralarında hiç namaz kılmadı. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
fecir doğuncaya kadar uzanıp yattı. Sabahın doğduğunu açıkça görünce bir ezan
ve bir kamet ile sabah namazını kıldı. Sonra Kasva'ya binim Meş'ar-i Haram'a
kadar geldi. Kıbleye döndü, yüce Allah'a dua etti, O'nu tekbir etti, tehlil
getirip O'nu tevhid etti. Ortalık iyice aydınlanıncaya kadar vakfeyi devam
ettirdi. Güneş doğmadan oradan ayrıldı. Arkasına da el-Fadl b. Abbas'ı
bindirdi. Kendisi saçı güzel, beyaz tenli, güzel yüzlü bir adamdı.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yola koyulunca yanlarında yürüyen bazı kadınlar da geçti.
el-Fadl onlara bakmaya başlayınca Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
elini Fadl'ın yüzüne koydu. Fadl yüzünü öbür tarafa çevirip yine bakınca
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sefer elini öbür yandan Fadl'ın
yüzüne koydu ve o ise yüzünü öbür tarafa çevirip bakıyordu. Nihayet Muhassir'in
iç tarafına kadar geldi. Bineğini biraz sürdükten sonra büyük cemreye çıkan
ortadaki yolu izledi. Nihayet ağacın yanındaki cemreye kadar geldi, ona yedi
taş attı. Attığı her bir taşla birlikte tekbir getiriyordu. Taşlar küçücük
taşlardı. O vadinin iç tarafından cemreye taş attı.
Sonra kurban kesim
yerine gitti. Kendi eli ile altmışüç deve boğazladı.
Sonra Ali'ye verdi, o da
geri kalanları kesti. Onu kendi hediyelik kurbanlıklarına ortak etti. Sonra her
bir deveden bir parça alınmasını emir buyurdu. Bunlar bir çömleğe konarak
pişirildi. Her ikisi etinden yediler, suyundan içtiler.
Sonra Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bineğine binip Beyt'e gitti. Mekke'de öğle
namazını kıldı, Zemzemin başında zemzem suyunu dağıtan Abdulmuttalib
oğullarının yanına giderek: "Ey Abdulmuttalib oğulları! Su çekiniz. Sizin
bu zemzem suyu içirmeniz görevinde diğer insanların sizi mağlup edeceklerinden
çekinmeseydim-ben de sizinle birlikte çekecektim" buyurdu. Kendisine de
bir kova sundular, o da ondan içti.
Diğer tahric: Ebu
Davud, 1905, 1909; İbn Mace, 3074
AÇIKLAMA: Bu babta
Cabir (radıyallahu anh)'ın rivayet ettisıi hadis yer almaktadır. Bu pek Muazzam
bir hadistir. Pek çok önemli faydalı bilgileri, oldukça önemli kaidelerden
nefis pek çok kaideyi kapsamaktadır. Bu hadis Müslim'in tek başına rivayet
ettiği hadislerdendir. Bunu Buhari Sahih'inde rivayet etmemiştir. Ebu Davud da
bu hadisi Müslim gibi rivayet etmiştir.
Kadı Iyaz dedi ki:
İnsanlar bu hadisin fıkhı (ihtiva ettiği ince bilgileri) üzerinde alabildiğine
çok açıklamalarda bulunmuşlar, bu hususta Ebu Bekir b. el-Munzir büyükçe bir
cüz tasnif etmiş ve bu cüzünde yüzelli küsur fıkhi incelikleri ortaya
koymuştur. Eğer daha da etraflı bir şekilde ele alınacak olursa buna yakın bir
o kadarı daha eklenebilir. Bu hadisin ihtiva ettiği çeşitli nükteleri bundan
önce geçen hadislerin şerhi" sırasında delil olarak gösterilmişti. Yüce
Allah'ın izni ile ayrıca dikkat çekilmesi gereken hususları hadisteki
sıralarına göre zikredeceğiz.
"Cafer b.
Muhammed'den, o babasından şöyle dediğini rivayet etti: Cabir b. Abdullah'ın
huzuruna girdik. .. Cübbesi de yanındaki baskı üzerinde idi. Bize namaz
kıldırdı." Hadisin bu bölümünden çıkartılacak çeşitli hükümler vardır.
Bunların bir kısmını şöylece sıralayabiliriz:
1. Bir kimsenin yanına
gelen ziyaretçilere misafir ya da benzerlerine onlara hak ettikleri değerleri
vermesi için kim olduklarını sormaları müstehabtır. Nitekim Aişe (r.anha)
rivayet ettiği bir hadlste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizlere
insanları hak ettikleri yerlerine koymamızı emir buyurdu demektedir.
2. Cabir b. Abdullah'ın
Muhammed b. Ali'ye yaptığı gibi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ehli beytine ikram göstermelidir.
3. Ziyaretçilere,
misafirlere ve benzerlerine merhaba demek müstehabtır.
4. Gelen ziyaretçiye layık
olduğu şekilde güzel davranmak ve onun yabancılığını üzerinden atmasını
sağlamak güzeldir. İşte Cabir (radıyallahu anh)'ın Muhammed b. Ali'nin
düğmelerini çözüp elini göğüslerinin arasına koymasının sebebi budur.
5. "O gün ben genç
bir çocuktum" sözü Cabir'in onun bu şekilde yabancılığını atması için bu
davranışı yaşça küçük olduğundan dolayı yaptığına dikkat çekmektedir. Yaşı
büyük bir adama ise elin yakasına sokulup göğüslerinin arasının sıvazlanması
güzel olmaz.
6. Gözleri görmeyen bir
kimsenin gözleri gören kimselere imamlık yapması caizdir. Bunun caiz olduğu
hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ama hangisinin daha faziletli olduğu hususunda
üç ayrı görüş vardır. Bunlar aynı zamanda mezhep alimlerimizin de üç görüşünü
ifade eder.
Birincisi gözleri görmeyen
kimsenin imamlığı görenin imamlığından daha faziletlidir. Çünkü gözleri
görmeyen bir kimse oyalayıcı şeylere bakamayacağından ötürü huşusu daha
mükemmel olur.
İkinci görüşe göre
gözleri görenin imamlığı daha faziletlidir çünkü necaset ve pisliklerden
kendisini daha çok koruyabilir.
Üçüncü görüşe göre
faziletleri denk olduğundan ötürü birbirine eşittir.
Bu üçüncü görüş ise
mezhep alimlerimiz nezdinde daha sahih kabul edilen görüştür, aynı zamanda
Şafii'nin açıkça ifade ettiği de budur.
7. Ev sahibi başkalarına
göre imamlık yapmayı daha çok hak eder.
8. Daha fazlasını giyme
imkanı bulunmakla birlikte tek bir elbise giyinip namaz kılmak caizdir.
9. Erkek için sebi
(meme) adının kullanılması caizdir. Ancak bu hususta dil bilginlerinin görüş
ayrılığı vardır. Kimisi kadın hakkında kullanılabileceği gibi erkek hakkında da
kullanılması caizdir derken kimisi erkek hakkında bu lafız kullanılmaz, sebi
kadına hastır, erkek hakkında ise sendue denilir demişlerdir. Buna dair
açıklama İman Kitabı'nın baş taraflarında kendisini öldüren adam ile ilgili ve
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de hakkında: "Şüphesiz o cehennem
ehlindendir" dediği adam ile ilgili hadisin şerhinde geçmiş bulunmaktadır.
"Astarlı bir
elbise" buradaki "misace" nun harfi kesreli, sin harfi şeddesiz
ve cim harfi ile olup bizim diyarımızdaki nüshalarda meşhur olan şekli budur.
Ayrıca Müslim'in Sahihi ile Ebu Davud'un Sünen'i rivayetlerimizde de böyledir. Fakat
bazı nüshalarda nun harfi hazfedilerek "sace"şeklindedir. Kadı Iyaz
da bunu cumhurun rivayeti diye nakletmiş ve doğru olan budur demiştir. Sace ve
sac ise taylasan ve benzeri elbiselere denilir. Nun ile rivayet (nisace) ise
el-Farisi'nin rivayetinde geçmektedir. Bu da birbirine eklenmiş elbise
demektir. Bazıları başındaki nun'un hata ve tashih olduğunu söylemiştir. Derim
ki: Durum böyle değildir. Aksine her ikisi de doğrudur. Bu durumda taylasan
görünümünde birbirine ekli bir elbise demek olur.
Kadı Iyaz el-Meşarik adlı
eserinde şöyle diyor: Sac ve sace paylasan demektir, çoğulu da skan diye gelir.
Özellikle paylasanın yeşil olanlarına bu ismin verildiği de söylenmiştir.
el-Ezherı der ki: Bu ortasında yuvarlak bir delik bulunan ve öylece dokunan
taylasan demektir. Güzel taylasan diye de açıklanmıştır. Taylasan kelimesi lam
harfi kesreli olarak taylisan olarak da söylenir, ötreli olarak taylusan
oldukça az bir söyleyiştir.
"Cübbesi
yanıbaşında askıda duruyordu" mişce: askı kesreli mim ve sakin şin ile cim
ve be harfleri ile yazılır. Üzerine elbiselerin ve eveşyaların konulduğu
çubuklara denilir.
"Bana Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haccından haber ver" hicce ve hacce
olarak da söylenir. Kasıt veda haccıdır.
"Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccetmeden dokuz sene kaldı." Yani
hicretten sonra Medine de bu süre kaldı.
"Sonra onuncu
senede insanlar arasında Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccedecektir
diye ilan etti." Yani insanlara bunu bildirdi, onunla birlikte haccetmeye
hazırlansınlar, hacc ibadetini, hükümlerini öğrensinler. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in sözlerine ve fiillerine tanık olsunlar, hazır bulunan
bulunmayana tebliğ etmesi için onlara tavsiyelerde bulunsun, İslam daveti
yayılsın, risalet yakın ve uzak herkese ulaşsın diye onunla birlikte hacca
hazırlanmaları için bunu ilan etti demektir.
10. Buradan da imam ın
gerekli hazırlıkları yapmaları için önemli hususları insanlara ilan edip
bildirmesinin müstehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır.
"Herkes Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e uymayı istiyor, araştırıyordu." Kadı Iyaz
dedi ki: İşte bu onların tümünün hacc niyeti ile ihrama girdiklerinin
delillerindendir. Çünkü o (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacc için ihrama girmiş
idi. Onlar da ona muhalefet etmezler. Bundan dolayı Cabir (radıyallahu anh):
"O her ne yaptıysa biz de onu yaptık demiştir. Umreye dönüştürerek
ihramdan çıkmakta kendisi ihramdan çıkmadığı için duraksamaları sonunda onu
kızdırmaları, kendisinin de onlara niçin ihramdan çıkmadıklarının mazeretini
bildirmeleri de Bunun gibidir. Ali ile Ebu Musa'nın (r.a.) ihrama girerken Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ihramı gibi girmelerinin sebebi de budur.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in Umeys kızı Esma'ya doğumundan sonra "guslet ve bir
elbiseye iyice sarın ve ihrama gir" buyurmasına gelince. Bunda;
11. Lohusa kadının
ihrama girmek için gusletmesinin müstehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Buna
dair açıklamalar daha önce bağımsız bir babta zikredilmiş idi.
12. Ay hali, lohusa ve istihazalı
olan kadına istisfar yapması (iyice sarılması) emrolunur. Bu da kadının beline
bir kuşak bağlayıp enlice bir bez alıp onu kanın geldiği yere koyup iki ucunu
önden ve arkadan beline bağladığı kuşağa bağlaması ile olur. Bu şekli ile
bineklerin semerlerinin arka tarafını kuyruğun altından geçirilen ve semerlere
bağlı bulunan parçaya benzer. (Ondan dolayı bu isim ona verilmiştir)
13. Loğusa kadının,
ihrama girmesi sahihtir. Bu hususta icma vardır.
Allah en iyi bilendir.
14. "İki rekat
kıldı." Buradan da ihram dolayısı ile iki rekat kılmanın müstehab olduğu
hükmü anlaşılmaktadır. Buna dair geniş açıklama daha önceden geçti.
"Sonra Kasva'ya
bindi." Kaf harfi fethalı ve sonu med iledir. Kadı Iyaz dedi ki: el-Uzri
nüshasında kaf harfi ötreli ve sonu kasr ile "el-Kusva" diye
kaydedilmiştir ki bu bir hatadır. (Devamla) Kadı Iyaz dedi ki: İbn Kuteybe dedi
ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Kasva, Ced'a ve Adba isimlerinde
develeri vardı. Ebu Ubeyd dedi ki: Adba Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
dişi devesinin adı olup bu isim ona isabet eden herhangi bir şey dolayısı ile
verilmiş değildi. Kadı Iyaz der ki: Burada Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in Kasva adındaki devesine bindiğini zikretmektedir. Hadisin sonunda da
Kasva üzerinde hutbe verdi demektedir. Müslim'in Sahih'inden başka kaynaklarda:
"el-Ced'a adındaki devesi üzerinde hutbe verdi" denilmiştir. Başka
bir hadiste: "Burnu yarık bir deve üzerinde" denilirken, bir başka
hadiste "Adba" adı verilmekte, bir diğer hadiste: "Onun yarışta
asla geçilemeyen bir devesi vardı" bir başkasında: "Muhadrama
adında" denilmektedir.
Bütün bunlar İbn
Kuteybe'nin söylediğinin aksine onun bir tek dişi devesinin olduğuna delildir.
Ayrıca Bunun onun adı ya da niteliği olduğunu göstermektedir. İşte bu farklılıklardan
ötürü Ebu Ubeyd o sözlerini söylemiştir. Fakat ileride Adak Kitabı'nda
Kasva'nın Adba'dan -orada açıklayacağımız üzere- farklı olduğu gelecektir.
el-Harbi dedi ki: el-Adb, el-Ced', el-Ham, elKasv ve Hadrame (ki adı geçen
isimler bu mastarlardan türetilmiştir) kulaklarda sözkonusu olan kusurları
ifade eder. İbnu'l-Arabi dedi ki: Kasva burnunun ucu kesilmiş demektir. Ced'
bundan daha fazlasını anlatır. el-Asmai dedi ki: el-Kavs da onun gibidir. Aynı
şekilde kulaktaki her bir kesik hakkında Ced' kullanılır. Şayet dörtte biri
aşacak olursa Adba denilir. Muhadrama ise iki kulağı kesik demektir. Eğer şayet
kulaklar kökten kopuksa salma denilir. Ebu Ubeyd dedi ki: Kasva kulağı enine
kesik, muhadrama kulağı kökünden koparılmış ya da yarıdan fazlası koparılmış
demektir. el-Halil der ki: Muhadrama tek kulağı kesilmi, adba kulağı yarılmış
demektir. el-Harbi dedi ki: Hadis el-adbanın devenin adı olduğuna delildir.
Kulağı gerçekten yarık olsa bile bu onun ismi olmuştur. Kadı İyaz'ın
açıklamaları buraya kadardır.
Tabiin'den Muhammed b.
İbrahim et-Teymıve başkaları da şöyle demiştir: Adba, Kasba ve Ced'a Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait aynı dişi devenin adıdır. Allah en iyi
bilendir.
"Gözümün
uzanabildiği kadar uzağa baktım." Bütün nüshalarda (gözümün uzanabildiği
kadar anlamındaki) "ilameddi basarı" şeklindedir ve bu sahihtir.
Anlamı gözümün görebildiği son noktaya kadar demektir. Ama bazı dil bilginleri
bu terkibi kabul etmeyerek doğrusunun "meddı basari" şeklinde
olduğunu söylemişlerdir. Ama bu söyleyiş de çirkin bir söyleyiş değildir.
Aksine her ikisi de birer söyleyiştir, Bununla birlikte "med" daha
meşhurdur.
15. "Önünde kimi
binekli kimi yayand!." Bundan hem binekli hem yayan haccetmenin caiz
olduğu hükmü çıkmaktadır ki bu da icma ile kabul olunmuş bir husustur. Kitabın,
Sünnetin ve ümmetin icmasının delilleri bu hususta birbirini güçlendirmektedir.
Yüce Allah da: "İnsanlar arasında haccı ilan et. Onlar sana yayan ve zayıf
her deve üzerinde (binekli) olarak geleceklerdir" (Hacc, 27) buyurmaktadır.
İlim adamları hangisinin
daha faziletli olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Malik, Şafii ve ilim
adamlarının cumhuru Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e uymak için binekli
haccetmek daha faziletlidir, ayrıca böyleSi hacc ibadetini yerine getirmek için
daha bir destektir. Bir de Bununla daha çok masraf yapmak gerekir demişlerdir.
Davud ez-Zahiri ise: Meşakketi sebebi ile yürüyerek daha faziletlidir demiş ise
de bu tutarsızdır çünkü meşakkat istenen bir şey değildir.
"Kur'an onun
üzerine iniyor ve o Kur'an'ın tevilini biliyordu." Bu da benim size bu
yaptığım haccımda uygulamalarına dair haber vereceklerime sımsıkı sarılmaya
teşvik anlamını ihtiva eder.
16. "Tevhid ile
niyet edip ihrama girdi." Bununla lebbeyke la şerike lek: buyur emrine
uyup geldim Senin ortağın yoktur sözünü kastetmektedir. Bunda da cahiliye
dönemi insanları telbiye getirirken söyledikleri şirk ifade eden lafızlara
muhalefet ettiğine işaret bulunmaktadır ki telbiye babında onların nasıl
telbiye getirdikleri sözkonusu edilmişti.
"O tevhid ile
telbiye getirdi. .. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise kendi
telbiyesini getirmeye devam etti."
17. Kadı Iyaz -yüce
Allah'ın rahmeti ona- dedi ki: Bu ibarelerde insanların telbiyeye kattıkları
Allah'ı övücü sözlerle zikirlere dair gelen rivayetlere işaret bulunmaktadır.
Nitekim bu hususta Ömer (radıyallahu anh)'ın: Lebbeyke zennamai vel fadlil
hasen lebbeyke merhuben minke merhuben ileyk: çağrına uydum ey nimetler ve
güzellütufların sahibi. Senden korkarak ve mükafalını umarak çağrına
uydum" zikirlerini eklediği rivayet edilmektedir. İbn Ömer (radıyallahu
anhuma)'dan da: "Lebbeyke ve sadeyk vel hayru biyedeyk verrabehu ileyke
vel amel: Tekrar ve tekrar, tekrar ve tekrar senin çağrına uyuyor, emrine itaat
ediyor, tekrar ve tekrar Sana itaat edebilmek, Senin yardımın iledir. Hayır
yalnız Senin elindedir. Tekrar Senin çağrına uyuyorum, dileklerimiz Sanadır,
amellerimiz Senin içindir." Enes (radıyallahu anh) da:
"Lebbeyke hakkan
taabbuden ve rikkan; Senin gerçek bir hakkın olarak kulluğumla, köleliğimle
çağrına uyup Sana itaat ediyorum" zikirlerini ekledikleri rivayet
edilmektedir.
Kadı Iyaz dedi ki: İlim
adamlarının çoğunluğu müstehab olan Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
telbiyesi ile yetinmektir demişlerdir. Malik ve Şafii de böyle demiştir. Allah
en iyi bilendir.
Cabir dedi ki:
"Haccdan başkasına niyet etmemiştir. Umreyi de bilmiyordu".
18. İfrad haccının
tercih edildiğini söyleyenlerin lehine delildir. Mesele bundan önceki babın baş
taraflarında etraflı bir şekilde ele alınmıştı.
19. "Nihayet Beyt'e
geldik." Bundan da haccı için sünnetin Kudum Tavafı yapmak ve başka işler
için Arafat'a Vakfe'den önce Mekke'ye girmelerinin sünnet olduğu
anlaşılmaktadır.
20. "Nihayet onunla
beraber Beyt'e geldik, rüknü istilam etti, üç şavt hızlıca yürüdü, dört şavt
(normal) yürüdü." Buradan da ihramlı olan bir kimse Arafat'a Vakfe'den
önce Mekke'ye girdiği taktirde Kudum Tavafı yapmasının sünnet olduğu hükmü
anlaşılmaktadır. Bu, üzerinde icma olunmuş bir husustur.
21. Tavaf yedi şavttır.
22. Sünnet, ilk üç şavta
remel yapmak (koşarcasına biraz hızlı yürümek) diğer dört şavtı ise normal
yürümektir.
İlim adamları der ki:
Remel kısa adımlarla en hızlı yürüyüş şeklidir. Habab da denilir. Mezhep
alimlerimizin dediklerine göre remel ancak hacc ya da umrenin bir tek tavafında
müstehabtır. Eğer hacc ya da umreden başka bir maksatla tavaf ediyorsa remel
yoktur ve bu hususta görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Aynı şekilde haccdaki
bütün tavaflarda da hızlıca yürümez. Sadece bunların birisinde hızlıca yürür.
Bu hususta Şafii'nin
meşhur iki görüşü olup en sahih olanlarına göre arkasına say'i gelen tavafda
böyle yapar, bu ise Kudum Tavafı'nda ve İfada Tavafı'nda olur, Veda Tavafı'nda
böyle bir şey sözkonusu değildir. İkinci görüşe göre, ister arkasından say
yapmak istesin ister istemesin yalnızca Kudum Tavafı'nda hızlıca yürür, ayrıca
Umre Tavafı'nda da hızlıca yürür. Çünkü Umre Tavafı'nda bir tavaf vardır. Allah
en iyi bilendir.
23. Mezhep alimlerimizin
dediklerine göre iztiba' tavafın sünnetidir. Çünkü onun hakkında Ebu Davud'un
ve Tirmizi'nin Sünenleri ile başka kaynaklarda sahih hadis yer almaktadır.
Iztıba' ise ridasının (ihramın üst parçasının) ortasını sağ omuzunun arkasından
koyup uçlarını sol omuzlarının üzerine atmasıdır. Bu durumda sağ omuzu açık
kalır. Mezhep alimlerimiz derler ki: Iztıba'da ancak az önce etraflıca
açıklaması geçtiği üzere remelin (hızlıca yürüyüşün) sünnet olduğu bir tavafta
sünnettir.
24. "Rüknü istilam
etti" yani elini o rükne (hacere) sürdü. Bu bütün tavaflarda sünnettir.
İleride Müslim'in yüce Allah'ın izni ile bundan sonra zikrettiği yerde açık
şekilde açıklaması gelecektir.
"Sonra İbrahim
(aleyhisselam)'ın makamına gitti... Makamı, kendisi ile Beyt'in arasına ald!."
25. Bu ilim adamlarının
icma ile kabul ettikleri tavaf eden her bir kimsenin tavafını bitirdikten sonra
makamın arkasından iki rekat tavaf namazı kılması gerektiğine bir delildir.
Ancak bu iki rekatın vacip mi sünnet mi olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir.
Bizim mezhebimizde de bu hususta görüş ayrılığı vardır. Bu görüş ayrılığının
neticesi farklı üç görüşün daha sahih olanına göre bu iki rekatın sünnet
olduğudur. İkinci görüşe göre bu iki rekat vaciptir. Üçüncüsüne göre şayet
yapılan tavaf vacip ise iki rekatta vaciptir, sünnetse sünnettir. Bununla
birlikte bizler bu iki rekatın ister vacip olduğunu ister sünnet olduğunu
söyleyelim kılmayacak olursa tavafı batıl olmaz. Sünnet olan da bunları makamın
arkasında kılmasıdır. Eğer yapamayacak olursa Hicrde, bunu da yapamaz ise
mescidin içinde buna da imkanı olmazsa Mekke de ve Haremin diğer yerlerinde
kılabilir. Eğer kendi vatanında yahut da yeryüzünün uzak başka bir yerinde
kılacak olursa caiz olmakla birlikte fazileti kaçırmış olur. Hayatta kaldığı sürece
de bu namazın vakti geçmez. Şayet birden çok tavaf yapmak isterse her tavafın
arkasında iki rekatini kılması müstehabtır. Eğer tavaf namazını akabinde
kılmadan birden çok tavaf yapmak isteyip sonra da tavafların arkasında her bir
tavafın iki re katını kılacak olursa mezhep alimlerimiz bu caizdir, Bununla
birlikte daha uygun (evla) olana muhaliftir ama mekruh olduğu söylenemez. Bu
görüşü kabul edenler arasında el-Misver b. Mahreme, Aişe (radıyallahu anha),
Tavus, Ata, Said b. Cübeyr, Ahmed, İshak ve Ebu Yusuf da vardır. Ancak İbn
Ömer, Hasan-ı Basri, Zühri, Malik, Sevri, Ebu Hanife, Ebu Sevr, Muhammed b.
el-Hasan ve İbnu'l-Munzir bunu mekruh görmüşlerdir. Aynı zamanda bu görüşü Kadı
Iyaz fukahanın cumhurundan nakletmiştir.
"Babam (böyle)
diyordu ve ben onun bunu ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (duyup)
zikrettiğini biliyorum. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki rekatta
kulhuvallahu ehad ile kulya eyyuhelkafirun surelerini okuyordu."
Bu sözün manası şudur:
Cafer b. Muhammed bu hadisi babası Cabir'den rivayet etmiş ve şunları
söylemiştir: Babam yani Muhammed şöyle derdi: O bu iki sureyi okudu. Cafer dedi
ki: Ben babamın bu kıraati Cabir'in kendi namazında Cabir'in kıraatinden
zikrettiğini bilmiyorum. Aksine benim bildiğim Cabir'den o Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in bu iki rekatı kıldığı sıradaki kıraatinden diye rivayet
ettiğini biliyorum.
"Kulhuvallahu
ehad" ve "Kulya eyyuhelkafirun" demesinin anlamı da şudur:
Birinci rekatta Fatiha'dan sonra "Kulya eyyuhelkafirun" suresini,
ikincisinde ise Fatiha'dan sonra "kulhuvallahu ehad" suresini
okumuştur. Onun:
Benim bildiğim onun bunu
ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye zikrettiğinden
ibarettir" ifadesi bu hususta bir şüphe anlamında değildir. Çünkü bilmek
lafzı şüpheye aykırıdır. Aksine bu kıraatin Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e ref edilmesi (ona nisbeten rivayeti)ni kesin olarak ifade etmiştir.
Bunu Beyhaki Müslim'in şartına göre sahih bir isnad ile Cafer b. Muhammed'den,
o babasından, o Cabir'den diye rivayet etmektedir. Buna göre Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Beyt'i tavaf etti. Hacer-i Esved'den itibaren üç şavt remel
yaptı (hızlı çalımlı yürüdü). Sonra iki rekat namaz kıldı ve bu iki rekatta
kulya eyyuhalkafirun ile kulhuvallahu ehad surelerini okudu.
26. "Sonra rükne
döndü, onu istilam ettikten sonra kapıdan Safa'ya çıktı." Bu da Şafii ve
daha başka alimlerin şu görüşlerine delildir: Kudum Tavafı yapan bir kimsenin
tavafı ve makamın arkasında tavaf namazını bitirdikten sonra tekrar Hacer-i
Esved'e dönüp onu istilam etmesi sonra da say yapmak üzere Safa kapısından
çıkması müstehabtır. Bununla birlikte ilim adamları bu istilamın vacip olmayıp
sadece sünnet olduğu, bunu terk edecek olursa kurban kesmesi gerekmediği
üzerinde ittifak etmişlerdir.
"Sonra kapıdan
Safa'ya çıktı. Safa'ya yaklaşınca: "Muhakkak Safa ile Merve Allah'ın
şiarlarındandır" (Bakara, 158) ayetini okudu ... Sonra Merve'ye
indi."
27. Bu ibarelerde
çeşitli hacc menasiki sözkonusu edilmektedir. Bunların bir kısmı şunlardır:
a. Say'a Safa'dan
başlamak şarttır. Şafii, Malik ve cumhur da bu görüştedir. Nesai'nin bu hadisi
rivayetinde sahih bir isnad ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Allah'ın adını anarak başladığımdan, siz de başlayın" dediği
sabittir. Onun rivayeti bu şekilde çoğul kipi ile gelmiştir.
b. Safa ile Merve'nin
üstüne çıkması gerekir. Bu çıkmanın hükmü hakkında görüş ayrılığı vardır.
Mezhep alimlerimizin çoğunluğu bu sünnettir, şart ve vacip değildir. Bu çıkmayı
terk edecek olursa say'ı sahih olmakla birlikte fazileti kaçırmış olur. Mezhep
alimlerimizinden Ebu Hafs b. el-Vekil şöyle demiştir: Safa'nın az bir yeri dahi
olsa üzerine çıkmadıkça say'ı sahih olmaz. Ama doğrusu birincisidir.
Mezhep alimlerimizin
dediklerine göre Bununla birlikte Safa ile Merve arasında herhangi bir uzaklık
da bırakmaması şarttır. Bunun için Safa'nın basamakları na topuklarını
yapıştırmalı, Merve'ye vardığı taktirde de ayak parmaklarını basamaklarına
değdirmelidir. İşte bu yedi defada da her birisinde topuklarını başladığı yere
değdirmesi, parmaklarını da vardığı yere değdirmesi şarttır. Mezhep
alimlerimizin dediklerine göre imkanı varsa Beyt'i görünceye kadar Safa ile
Merve'nin üzerine çıkması müstehabtır.
c. Safa'nın üzerinde
Ka'be'ye dönüp durması ve yüce Allah'ı burada anılan zikir ile anıp dua edip,
zikri ve duayı üç defa tekrarlaması sünnettir. Mezhep alimlerimizce meşhur olan
budur. Yine mezhep alimlerimizden bir topluluğun dediklerine göre zikri üç
defa, duayı da sadece iki defa tekrar eder. Doğrusu birincisidir.
"Hizipleri yalnız
başına o bozguna uğrattı." Yani o bunları insanların savaşmaları olmadan
onlardan kaynaklanan bir sebebe bağlı olmaksızın bozguna uğratmıştır.
Hiziplerden maksat ise Hendek Günü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
karşı bir araya gelen hiziplerdir. Hendek Gazvesi ise hicretin dördüncü yılı
Şevval ayında olmuştu. Beşinci yılında olduğu da söylenmiştir.
"Sonra Merve'ye
indi. Nihayet ayakları vadinin iç tarafına değince ...
Merve'ye varıncaya kadar
yürüdü." İbare nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz da bütün nüshalardan
bunu böylece nakletmiştir. Ancak şunları söylemektedir: Bu ibarelerde olmazsa
olmaz bir lafız düşürülmüştür. O da nihayet ayakları (vadinin iç tarafına)
değince vadinin iç tarafında remel yaptı. İşte bu lafzın böyle olması
zorunludur. Bu lafız Müslim'den başkasının rivayetinde sabittir. Nitekim bunu
el-Humeydi, el-Cem Beyne's-Sahihayn adlı eserinde bu şekilde zikretmekle
birlikte Muvatta da şöyledir: Nihayet ayakları vadinin iç tarafına değince
oradan çıkıncaya kadar sayetti. Bu da remel yaptı ile aynı anlamdadır. Kadı
Iyaz'ın açıklamaları bunlardır. Bununla birlikte Sahih-i Müslim'in bazı
nüshalarında şu şekildedir: "Nihayet ayakları vadinin iç tarafına değince
sayetti." Tıpkı Muvatta'da ve başkalarında yer aldığı gibi. Allah en iyi
bilendir.
28. Bu hadiste vadinin
iç tarafında yokuşa gelinceye kadar hızlıca say'ın müstehab olduğu
anlaşılmaktadır. Bundan sonra geri kalan mesafeyi Merve'ye kadar alışkın olduğu
yürüyüş adeti üzere yürür.
29. Bu şekilde sayetmek
bu yerde yedi defanın her birisinde müstehabtır. Vadiden önce ve sonra yürümek
müstehabtır. Hepsinde yürüse yahut hepsinde sayetse {koşsa} yine onun için
yeterlidir ama fazileti kaçırmış olur. Şafii ve onun mezhebine uygun kanaat
belirtenlerin görüşü budur. Yapılması gereken yerde hızlıca koşmayı terk eden
kimseler hakkında Malik'den iki rivayet gelmiştir. Bunlardan biri zikredildiği
gibidir ikincisi ise onun say'ı iade etmesi yönündedir.
30. "Merve üzerinde
de Safa üzerinde yaptığının aynısını yaptı." Bunda da Merve üzerinde Safa
üzerinde sünnet olduğu şekilde yükselmek, zikir ve dua yapmanın sünnet olduğu
anlaşılmaktadır. Bu üzerinde ittifak edilmiş bir husustur.
31. "Nihayet Merve
üzerinde son tavafına gelince ... " Bunda Şafii'nin ve cumhurun görüşüne
delil vardır: Safa'dan Merve'ye gidiş bir defa, Safa'ya dönüş, ikincisi
Merve'ye tekrar dönüş üçüncüsü sayılır ve bu şekilde yedi şavtın birincisi
Safa'dan başlar, sonuncusu da Merve de biter.
Şafii'nin kızının oğlu
ve mezhep alimlerimizden Ebu Bekr es-Sayafi der ki: Merve'ye gidiş ve Safa'ya
dönüş bir defa sayılır. Bu durumda yedi şavtın sonuncusu Safa'da olur. Fakat bu
sahih hadis her ikisinin görüşünü reddetmektedir. Diğer taraftan çağlar boyunca
müslümanların ameli uygulaması da böyledir. Allah en iyi bilendir.
"Süraka b. Malik b.
Cu'şun kalkıp ... dedi ... " Bu hadisin şerhi bundan önceki babın sonunda
açık bir şekilde geçmiş bulunmaktadır. "Cu'şun" cim harfi ve şin
harfi ötrelidir. Şin harfi fethalı da (cu'şem) söylenir. Bunu da el-Cevheri ve
başkaları zikretmiştir.
32. Fatıma'nın ihramdan
çıkanlar arasında olduğunu gördü ... Buna tepki gösterdi." Buradan erkeğin
zevcesinde, dini yaşayışında bir eksiklik görmesi halinde tepki göstereceği
hükmü anlaşılmaktadır. Çünkü Ali (radıyallahu anh) böyle yapmasının caiz
olmadığını düşündüğünden karşı çıkıp tepki göstermişti.
"Ben de Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i Fatıma'ya karşı kışkırtmak üzere ...
gittim." Tahriş (kışkırtmak) bir işe teşvik etmek demektir. Burada maksat
ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Fatıma (radıyallahu anha)'ya
sitem etmesini gerektirecek şeyleri ona anlatmasıdır.
33. "Ben:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne diyerek ihrama girmişse ben de
öylece ihrama giriyorum, dedim." Bundan önceki babta Bunun şerhi geçmiş
idi. Bir kimsenin ihrama girmesini filanın ihramı gibi ona bağlı olarak şart
koşmasını caiz olduğunu belirtmiştik.
34. "Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraberlerinde kurbanlık bulunanlar
dışındakilerin hepsi ihramdan çıktı ve saçlarını kısalttı." Bundan önceki
babta Bunun da açıklaması geçmişti.
35. Bundan umumi lafız
kullanılarak özel kimselerin kastedilmesinin mümkün olduğu hükmü
anlaşılmaktadır. Çünkü Aişe (radıyallahu anha) ihramdan çıkmamış ve kurbanlık
getirenlerden değildi. "Herkes ihramdan çıktı" sözünden kastı ise
onların büyük çoğunluğu demektir. "Hedy: hediyelik kurban" dal harfi
sakin ve kesreli olarak söylenir. Dal harfi kesreli olmakla birlikte ye harfi
şeddeli, aynı zamanda dal harfi sakin olmakla birlikte ye harfi şeddesiz de
söylenebilir. "Hediy ve hedy" şekillerinde.
36. ''Kısalttılar"
tıraş olmayıp saçlarını kısalttılar. Bunanla birlikte tıraş olmak daha
faziletlidir. Çünkü haccda tıraş olacak saçlarının kalmasını istemişlerdi. Eğer
tıraş olsalardı daha sonra tıraş edecek saçları kalmazdı. Dolayısı ile her iki
ibadet neticesinde saçların tamamen izale edilebilmesi için burada saçlarını
kısaltmak daha güzel olmuştur.
37. "Terviye
gününde Mina'ya yöneldiler ve hacc niyeti ile ihrama girdiler." Terviye
günü Zülhicce'nin sekizinci günüdür. Defalarca açıklaması ve türeyişi ile
ilgili bilgi geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde defalarca belirtildiği üzere
Şafii ve ona uygun kanaat belirtenlere göre faziletli olan Mekke de bulunup da
hacc için ihrama girmek isteyenin bu hadis ile amel etmek üzere terviye günü
ihrama girmesidir. Yine bu hususda ilim adamlarının farklı görüşleri
kaydedilmiş bulunmaktadır. Bununla sünnetin herhangi bir kimsenin terviye
gününden önce Mina'ya gitmeye kalkışmaması da beyan edilmektedir. Malik bunu
mekruh görmüş, selefden bazıları ise bunda bir sakınca yoktur demiştir. Bizim
mezhebimize göre ise daha önce gitmek sünnete muhaliftir.
38. "Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bineğine bindi, orada öğle, ikindi, akşam, yatsı
ve sabah namazlarını kıldı." Bu ibarelerde bazı sünnetler beyan
edilmektedir:
a. Bu gibi yerlerde
bineğe binmek, yürümekten faziletlidir. Nitekim genel olarak yolda bineğe
binmek yürümekten faziletlidir. Her iki surette de bineğe binmenin daha
faziletli olduğu sahih olan kanaattir. Şafii'nin bu hususta zayıf başka bir
görüşü daha vardır ki bu görüşe göre yürümek daha faziletlidir. Bazı mezhep
alimlerimiz de şöyle demiştir: Haccın genelinde faziletli olan bineğe
binmektir, ancak menasik (denilen hacca dair amellerlin getirildiği yerler
müstesnadır. Buralar ise Mekke, Mina, Müzdelife, Arafat ve bunlar arasında
gidip gelmektir.
b. Bu beş vakit namazı
Mina'da kılmak sünnettir.
c. Üçüncü sünnet bu
geceyi Mina'da geçirmektir. Sözkonusu bu gece ise Zilhicce'nin dokuzuncu
gecesidir. Bu geceyi orada geçirmek sünnettir, rükun ve vacip değildir. Bunu
terk edecek olursa icma ile kurban kesmesi gerekmez.
39. "Sonra güneş
doğuncaya kadar az bir süre kaldı." Bundan anlaşıldığına göre sünnet güneş
doğmadıkça Mina'dan çıkmamalarıdır. Bu da üzerinde ittifak olunmuş bir
husustur.
40. "Nemire de
kendisi için kıldan bir çadırın kurulmasını emretti." Mina'dan gidildiği
zaman Nemire de konaklamak müstehabtır. Çünkü Arafat'a ancak güneşin zevale
erip öğle ve ikindi namazlarını cem ile kıldıktan sonra girmektir. O halde
sünnet Nemire de konaklamalarıdır. Çadırı olan çadırını kurar ve zevalden önce
vakfe yapmak için guslederler. Güneş zevale erdikten sonra imam hacılarla
birlikte İbrahim (aleyhisselam) mescidine gider ve onlara kısa iki hutbe verir.
İkinci hutbeyi de oldukça kısa keser. Hutbeyi bitirdikten sonra onlara cem ile
öğle ve ikindi namazlarını birlikte kıldırır. Namazı kılıp bitirdikten sonra
vakfe yerine gider.
41. Hadis-i şeriften
ihramlı kimsenin çadır ve başka şeyler ile gölgelenmesinin caiz olduğu hükmü
vardır. Bineği üzerinde olmayana caiz olduğunda görüş ayrılığı bulunmamakla
birlikte binekli olan için caiz olduğu ihtilaflıdır. Bizim mezhebimize göre
caizdir. Çoğunluk da böyle demiştir. Malik ve Ahmed bunu mekruh görmüştür.
Mesele yüce Allah'ın izni ile ilgili yerinde genişçe açıklanacaktır.
42. Çadır edinmek ve
çadırların kıldan yapılması da caizdir.
43.
"Nemire"nin asıl söyleyişi nun harfinin fethalı, mim harfinin kesreli
okunuşudur. Bununla birlikte benzeri kelimeler hakkında mümkün olan Bunun
hakkında da mümkündür. O da nun harfi hem fethalı hem kesreli olmakla birlikte
mim harfinin sakin okunmasıdır. Burası Arafat'ın yanında bir yer olmakla
birlikte Arafat'tan değildir.
44. Kureyş ise onun
Kureyşlilerin cahiliye dönemlerinde yaptığı gibi Meş'ar-i Haram'ın yanında
vakfe yapacağından hiç şüphe etmiyordu." Bu şu demektir: Kureyş cahiliye
döneminde Meş'ar-i Haram'da vakfe yapıyordu. Burası Müzdelife de Kuzaf adında
bir dağın adıdır. Meş'ar-i Haram'ın Müzdelife'nin tamamı olduğu da
söylenmiştir. Meşhur olan söyleyiş mim harfinin fethalı okunuşudur, Kur'an-ı
Kerim de de böyle gelmiştir. Kesreli olarak (mişar) diye de söylenmiştir. Diğer
Araplar ise Müzdelife'yi geçerek Arafat'da vakfe yapıyorlardı. Kureyşliler Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendi adetlerine uygun olarak Meş'ar-i
Haram'da vakfe yapıp onu geçmeyeceğini sanıyorlardı. Ama Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Meşar-i Haram'ı geçerek Arafat'a geldi. Çünkü yüce Allah:
"Sonra insanların ifada yaptıkları yerden siz de ifada yapınız."
(Bakara, 199) buyruğunda bunu emretmişti. İnsanlardan maksat ise burada
Kureyş'in dışındaki diğer Araplardır. Kureyşliler Harem bölgesinden sayıldığı
için Müzdelife de vakfe yapıyorlar ve biz Allah'ın Harem bölgesinin ahalisiyiz.
Dolayısı ile buradan dışarı çıkmayız diyorlardı.
"Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) (Müzdelife'yi) geçip Arafat'a geldi.
Çadırının Nemire de
kurulmuş olduğunu gördü. Oraya inip konakladı. Nihayet güneş batıya kayınca ...
" Yani Müzdelife de durmayıp Müzdelife'yi geçerek Arafat'a yönelince
"nihayet Arafat'a geldi" ifadesi de mecaz olup maksat Arafat'a
yaklaşınca demektir. Çünkü o bu sözlerini "çadırının Nemire de kurulmuş
olduğunu gördü ve oraya inip konakladı" diye açıklamaktadır. Nemire'nin
ise Arafat'dan sayılmadığı daha önce geçti. Bununla birlikte öğle ve ikindi
namazlarını cem ile kılmadan Arafat'a gitmenin sünnete muhalif olduğu da daha
önceden geçmiş bulunmaktadır.
"Güneş batıya
kayınca verdiği emir üzerine Kasva onun için hazırlandı..." Kasva lafzının
nasıl zaptedileceği (telaffuz edileceği) ve bunun beyanı bu babın baş
taraflarında açıkça ortaya konulmuştur. Ha harfi şeddesiz olarak "feruh
ile" ise üzerine semer ve diğer biniş takımları konuldu anlamındadır.
"Vadinin iç
tarafı" kasıt Urana Vadisi'dir. Urana da Şafii ve Malik dışında bütün
alimlere göre Arafat'tan sayılmaz. Ancak Malik burası Arafat'tandır demiştir.
45. "İnsanlara
hutbe verdi." Buradan imamın Arefe Günü'nde bu yerde hacılara hutbe
vermesinin müstehab olduğu anlaşılmaktadır. İlim adamlarının büyük çoğunluğunun
ittifakı ile bu hutbe sünnettir. Bu hususta Maliki mezhebi farklı kanaattedir.
Şafii mezhebine göre haccda sünnet olan dört hutbe vardır. Birincisi
Zülhicce'nin yedinci gününde öğle namazından sonra Ka'be'nin yanında bir hutbe
verilir.
İkincisi Arafat'da vakfe
gününde Urana Vadisi'nin iç tarafında verilen bu hutbedir.
Üçüncüsü nahr (kurban
bayramı birinci) günü hutbesidir.
Dördüncüsü ise birinci
nehir günü diye bilinen teşrik günlerinin ikincisinde verilen hutbedir. Mezhep
alimlerimiz der ki: Bütün bu hutbeler birer hutbe olarak verilir ve öğle
namazından sonra verilir. Arafat günü hutbesi müstesnadır. O iki hutbe olup
namazdan önce verilir. Mezhep alimlerimiz der ki bu hutbelerin her birisinde
bir sonraki hutbeye kadar gerek duyacakları hususları öğretir. Allah en iyi
bilendir.
46. "Muhakkak
kanlarınız ve canlarınız şu gününüzün bu ayınızdaki hurmeti gibi size
haramdır." Bu da bunların haramlığının kesin ve şiddetli olduğu anlamına
gelir. İşte bu ifadeler aynı zamanda darb-ı mesele (örnek göstermeye) ve kıyas
yaparak benzer şeyleri birbirlerinin hükmüne katmaya delil vardır.
47. "Şunu bilin ki
cahiliye işi olan her bir iş ayaklarımın altına konulmuştur ... İlk kaldırdığım
faiz de bizim faizimiz Abbas b. Abdulmuttalib'in faizidir. Hepsi
kaldırılmıştır." Bu cümle ile cahiliye dönemi işleri akabinde kabzın
tahakkuk etmediği cahiliye alışverişleri iptal edilmekte, cahiliye dönemindeki
öldürmeler sebebi ile kısasın sözkonusu olmadığına, imam ve ondan başka iyiliği
emredip münkerden alıkoyan kimselerin işe kendisinden ve yakınlarından
başlaması gerektiğine delildir. Çünkü böylesi, sözünün kabul edilme ihtimalini
daha da yükseltir. Henüz yeni müslüman olmuş kimselerin gönlünü daha çok hoş
eder.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Ayaklarımın altındadır" bunların iptal
edildiğine bir işarettir.
"İlk kaldırdığı m
kan davası İbn Rabia'nın kan davasıdır." Muhakkıklar ve cumhur şöyle
demiştir: Bunun adı İyas b. Rabia b. el-Haris b. Abdulmuttalib'di. Adının
Harise ve Adem olduğu da söylenmiştir. Darakutni dedi ki: Bu bir tashiftir.
Adının Temmam olduğu da söylenir. Adının Adem olduğunu söyleyenler arasında
ez-Zubeyr b. Bekkar da vardır.
Kadı Iyaz dedi ki:
Müslim'in bazı ravileri bunu Rabia b. el-Haris'in kanı diye rivayet
etmişlerdir. Ebu Davud da bunu böylece rivayet etmiştir. Bunun bir yanılma
olduğu, doğrusunun ise "İbn Rabia" olduğu da söylenmiştir. Çünkü
Rabia, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra Ömer b. el-Hattab zamanına
kadar yaşamıştır. Ebu Ubeyde bunu tevil ederek şöyle demektedir:
Rabia'nın kanı demesi
kan davasını taleb etme velayetinin kendisinde olmasından dolayıdır. Bunun için
ona nisbet etmiştir. Dediklerine göre öldürülen bu oğlu evler arasında emekleyen
küçük bir çocuktu. Sa'd oğulları ile Leys b. Bekr arasında meydana gelen bir
savaşta ona bir taş isabet etmişti. Bu açıklamayı ez-Zubeyr b. Bekkar
yapmıştır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) 'in faiz hakkında:
48. "Hepsi
kaldırılmıştır" buyruğunun anlamı ana paradan fazla olanı kaldırılmıştır
demektir. Nitekim yüce Allah: "Eğer tevbe ederseniz ana mallarınız
sizindir" (Bakara, 279) buyurmaktadır. Benim bu zikrettiklerim bir
açıklamadır. Yoksa maksat zaten hadisin kendi lafzından anlaşılmaktadır. Çünkü
riba (faiz) fazlalık demektir. Riba'yı (fazlalık) ayakların altına alınca
fazlalığı kaldırmış demektir. Ayakları altına almaktan kasıt ise onu red ve
iptal etmektir.
49. "Kadınlar
hakkında Allah'tan korkun. Çünkü siz onları Allah'ın emanı ile aldınız. "
Bu buyrukla kadınların haklarına riayet teşvik edilmekte, onlara iyi davranmak
ve ma'ruf bir şekilde onlarla geçinmek tavsiye edilmektedir. Onlar hakkında
tavsiye ihtiva eden onların haklarını açıklayan ve bu haklarını yerine
getirmekte kusurdan sakındıran çok sayıda sahih hadis gelmiştir. Ben bunları ya
da bunların bir çoğunu Riyazü's-Salihin adlı eserimde bir araya getirmiş
bulunuyorum.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Onların Allah'ın em anı ile aldınız"
ibaresipek çok asıl nüshada bu şekildedir. Bazılarında "Allah'ın emaneti
ile aldınız" şeklindedir.
50. "Allah'ın adı
ile onların fereleri size helal oldu." Bunun anlamının yüce Allah'ın:
"Ya ma'ruf ile tutun yahut güzellikle salıverin" (Bakara, 229)
buyruğudur. Kastedilenin tevhid kelimesi olduğu da söylenmiştir ki o da la
ilahe illallah Muhammeden Rasulullah'dır. Çünkü müslüman bir kadın gayr-i
müslime helal değildir. Bir diğer görüşe göre kasıt Allah'ın mübah kılması ile
size helal olmuştur. Kelimeden maksat ise yüce Allah'ın: "Size helal olan
kadınları nikahlayınız" (Nisa, 3) buyruğu olduğu söylenmiştir. Bu üçüncü
açıklama doğru olan açıklamadır. Hattabi, Herevi ve başkaları birincisini kabul
etmiştir. Kelimeden kastın icap ve kabul olduğu da söylenmiştir. Buna göre
kasıt yüce Allah'ın emretmiş olduğu kelime ile onlar size helal olur. Allah en
iyi bilendir.
51.
"Hoşlanmadığınız hiçbir kimseye yataklarınız! çiğnetmemeleri sizin onların
üzerindeki hakkınızdır ... " el-Mazerı dedi ki: denildiğine göre bundan
maksat erkeklerle halvete kalmamaları (tenhada yalnız başlarına
kalmamaları)dır. Yoksa Bununla kadının zinasını kastetmiş değildir. Çünkü zina
onun celde ile cezalandırılmasını gerektirir. Ayrıca bu kocanın hoşlandığı
kimselerle de hoşlanmadığı kimselerle de yapılırsa bu haramdır. Kadı lyaz dedi
ki:
Erkeklerin kadınlarla
konuşması Arapların cahili bir adetleri idi. Bu ayıp da değildi ve bundan
dolayı onların şüphesini çeken bir husus da değildi. Hicap ayeti nazil olunca
bu onlara yasaklanmış oldu. Kadılyaz'ın açıklamaları bunlar olmakla birlikte
tercih edilene göre anlamı şudur: Evinize girip evlerinizde oturmasından
hoşlanmadığınız hiçbir kimseye içeri girmesi için izin vermemeleri demektir. Bu
izinle girecek kişi ister yabancı bir erkek olsun, ister bir kadın, ister zevcenin
mahremlerinden bir kişi olsun. Yasak bunların hepsini kapsar. İşte fukahaya
göre meselenin hükmÜ şudur: Zevce erkek yahut kadın olsun mahrem olsun olmasın,
erkeğin evine ancak kocasının kendisinden hoşlanmadığını bildiği yahut
zannettiği kimselerin girmesine izin verebilir. Çünkü asl olan insanın evine bu
hususta izni olmadıkça kimsenin girmemesidir. Ya da izin vermeye izin verdiği
kimselerin izin vermediklerinin ya da örfün bu husustaki devamı ve benzeri
hususlarla izin vereceği bilinen kimselerin dışında kimsenin girmemesidir. Razı
olup olmadığı hususunda şüphe bulunup herhangi birisi tercih edilemiyor ya da
ortada bir karine de yoksa içeri girmek de izin vermek de helal değildir. Allah
enh;i bilendir.
52. "Ağır olmayan
dövmek" ise ağır, şiddetli ve zor gelen dövmek demektir. Yani onları vurma
hakkınız doğduğunda onları ağır ve şiddetli olmayan bir şekilde vurunuz. Çünkü
berh, meşakket demektir. Muberrih de bu kökten gelmektedir.
53. Bu hadis-i şerifte
erkeğin hanımını te'dib maksadı ile dövmesinin mübah olduğu anlaşılmaktadır.
Eğer kendisine izin verilmiş olan kadarı ile onu dövüp de bundan dolayı ölürse
dövenin akilesine kadının diyetini ödemek gerekir, keffaretin de onun malından
ödenmesi gerekir.
54. "Ma'ruf bir
şekilde onların rızık ve giyimlerini sağlamak da sizin üzerinizdeki haklarıdır.
" Buradan da zevcenin nafakasının ve geçiminin karşılanmasının vacip
olduğu anlaşılmaktadır. Bu husus icma ile sabittir.
55. "Şehadet
parmağını semaya kaldırıp insanlara doğru indirerek: Şahit ol Allah'ım buyurdu."
Buradaki "yenkütühe: indirerek" lafzını kat ve te ile zaptedip
kaydettik. Kadı lyaz dedi ki: Rivayet bu şekilde te harfi iledir. Ama bu mana
itibari ile uzak bir ihtimaldir. Doğrusunun be harfi ile "yenkubuhe"
şeklinde olmasıdır. Biz bunu Ebu Davud'un Süneni'nde İbnu'l-Arabi yolu ile te
ile, Ebu Bekir et-Temmar yolundan da be ile rivayet etmiş bulunuyoruz ki bu da
insanlara işaret ederek onu evirip çevirip, indirip kaldırarak anlamındadır.
Bir kimsenin ok torbasını çevirmesini anlatmak üzere "nekebe kinanetehu"
da buradan gelmektedir. Kadı lyaz'ın açıklamaları bunlardır.
56. "Sonra ezan
okudu sonra kamet getirip öğle namazını kıldı, sonra kamet getirip ikindi
namazını kıldı, aralarında da bir şey kılmadı." Buradan da o günde orada öğle
ve ikindi namazlarının cem ile (birlikte) kılınmasının meşru olduğu hükmü
anlaşılmaktadır ki ümmet bu hususta icma etmişlerdir.
Ancak bu cem'in
sebebinin ne olduğu hususunda görüşleri farklıdır. İbadetin kendisi (haccın)
sebebi ile olduğu söylenmiştir. Bu Ebu Hanife ve Şafii mezhebine mensup bazı
ilim adamlarının görüşüdür. Şafii mezhebine mensup fukahanın çoğunluğu ise
sefer sebebi ile demişlerdir. Buna göre mukim ya da iki merhaleden daha az
mesafe yokusu olanlar -Mekkeliler gibi- namazlarını kısaltarak (kasr ile)
kılmaları caiz olmadığı gibi cem ile kılmaları da caiz olmaz.
57. İki namazı cem ile
bir arada kılan bir kimse namazların ilkini önce kılar, birincisi için ezan
okur ve her bir namaz için birer kamet getirir ve iki namazın arasını fasıla
ile ayırmaz. Bütün bunlar bizde ittifak ile kabul edilmiş hususlardır.
58. "Sonra
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vakfe yerine gelinceye kadar bineğine
bindi. .. Güneş batıp sarılığı azıcık geçip güneşin kursu kayboluncaya kadar
vakfeye devam etti." Bu bölümde vakfe ile ilgili çeşitli meseleler ve adab
bulunmaktadır:
a. İki namazı cem ile
kıldıktan sonra vakfe yapacağı yere gitmekte acele edilir.
b. Binek üzerinde vakfe
yapmak daha faziletlidir. Ancak Bunun hakkında ilim adamlarının görüş ayrılığı
vardır. Bizim mezhebimizde üç görüş olup en sahihleri binek üzerinde vakfenin
daha faziletli olduğudur. İkinci görüşe göre ise bineksiz vakfe yapmak daha
faziletlidir. Üçüncü görüşe göre ise ikisi arasında fark yoktur.
c. Adı geçen kayaların
yanında vakfe yapmak müstehabtır. Bunlar rahmet tepesinin alt taraflarında
döşenmiş kaya parçalarıdır. Rahmet tepesi ise Arafat topraklarının tam
ortasındaki bir tepedir. Müstehab olan vakfe yeri burasıdır. Ama avam arasında
bu tepeye çıkmaya itina göstermek şeklindeki meşhur anlayış ve ayrıca vakfe
ancak orada sahih olur kanaati tamamen yanlıştır. Aksine doğru olan Arafat
arazisinin her bir parçasında vakfe yapmanın caiz olduğudur. Fazilet ise
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kayaların yanındaki vakfe
yerindedir. Ona aittir. Buna gücü yetmezse imkanı olduğu kadar ona yaklaşır.
Hadisin son taraflarında da yüce Allah'ın izni ile Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Arafatın tamamı vakfe yeridir" buyruğu
açıklanırken Arafat'ın sınırları da açıklanacaktır.
d. Vakfe yaparken
Ka'be'ye dönmek müstehabtır.
e. Güneş batıncaya ve
tam anlamı ile battığı kesinlikle bilininceye kadar vakfede kalmak gerekir.
Bundan sonra ise Müzdelife'ye ifada edilir (gidilir). Eğer güneş batmadan önce
ifadada bulunacak olursa vakfesi de haccı da sahihtir ama bu acelesini kurban
ile telafi eder. Böyle bir kurban vacip midir yoksa müstehab mıdır bu hususta
Şafii'nin iki görüşü vardır. Daha sahih olanına göre sünnettir. İkinci görüşe
göre vaciptir. Bu iki hüküm ise gündüzün vakfe yapan bir kimse için gece ve
gündüz vakitlerinde bir arada vakfede bulunması gerekir mi gerekmez mi esasına
dayanmaktadır. Bu hususta da iki görüş vardır ki daha sahih olanına göre
sünnettir, ikincisine göre vaciptir.
59. Vakfe zamanı Arefe
günü güneşin zevali ile Kurban Bayramı birinci günü ikinci fecrin doğuşuna
kadar devam eder. Her kim bu zamanın bir diliminde Arafat'da bulunacak olursa
Arafat vakfesi sahih olur. Eğer bunu kaçıracak olursa haccı da kaçırmış olur.
Şafii'nin de ilim adamlarının büyük çoğunluğunun görüşü budur.
Malik der ki: Sadece
gündüzün vakfe sahih olmaz. Mutlaka gecenin bir kısmında da vakfe yapması
zorunludur. Eğer yalnızca gece vakti vakfe yaparsa bu da ona yeter. Sadece
gündüz vakfesi ile yetinirse vakfesi sahih olmaz.
Ahmed dedi ki: Vakfe
zamanı arefe günü fecrinden itibaren başlar.
60. Vakfenin esasının
haccın kendisi olmadan sahih olamayacağı bir rükun olduğu üzerinde fukaha icma
etmiştir.
61. "Yayaların
toplandığı yeri de önüne aldı." Burada "habl" lafzı ha ve sakin
be ile rivayet edilmiştir. Cim ve be harfleri fethalı olarak da rivayet
edilmiştir. Kadı Iyaz -yüce Allah'ın rahmeti ona- birincisi hadise daha
uygundur. Çünkü hablül müşat: yayaların toplandığı yer, onların toplanıp bir
araya geldiği yer demektir. Kumlar için kullanılacak olursa uzayıp giden ve iri
bir hal alan anlamındadır. Cim ile (cebel) ise onların yolu ve piyadelerin
gittikleri yer manasına gelir.
62. "Güneş batıp
sarılık biraz gidip ve kurs kayboluncaya kadar vakfede kaldı." Bu ibare
bütün nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz da bütün nüshalardan böylece
nakletmiş olup şunları söylemektedir: Muhtemelen Bunun doğru şekli kurs battığı
zamandır. Kadı Iyaz'ın sözleri bunlardır. Bununla birlikte ifadenin zahiri
üzere olması ve "kurs kayboluncaya kadar" ibaresinin "güneş
batıncaya ve sarılık gidinceye kadar" sözlerinin bir beyanı, açıklaması da
olabilir. Çünkü önceki ifadeler kursun büyük bir bölümünün kaybolması hakkında
mecazi olarak kullanılabilir. Böyle bir ihtimali "kurs kayboluncaya
kadar" diyerek ortadan kaldırmış olmaktadır.
63. "Arkasına
Usame'yi bindirdi." Buradan da eğer bineğin gücü yetiyorsa birisini
arkasına bindirmenin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır ki bu hususta hadisler
birbirini desteklemektedir.
"Kasva'nın yularını
kendisine doğru o kadar çekmişti ki devenin başı neredeyse semerinin altındaki
deriye değecektİ." Buradaki "şeneka" birbirine doğru çekti ve
daralttı (tercümede kendisine doğru çekti) anlamındadır. "Mervikurrahi:
Semerin altındaki deri" hakkında Cevheri şunları söylemektedir: Ebu Ubeyd
dedi ki: Mevrik ve mevrike deveye binen bir kimsenin binmekten usandığı zaman
semerin orta tarafının önünde ayağını büküp koyduğu yere denilir. Kadı Iyaz bu
kelimeyi re harfi fethalı olarak (mevrek şeklinde) diye zaptetmiş ve şöyle
demiştir: Bu binenin üzerine bağdaş kurup oturduğu bir deri parçasıdır. Bu
parça küçük bir yastığa benzer bir şekilde semerin ön tarafına konulur.
64. Buradan binek
üzerinde giden bir kimsenin piyade olarak yürüyen ve pek güçlü olmayan binek
sahiplerine yürüyüşte gerekli şefkat ve anlayışı göstermenin müstehab olduğu
hükmü anlaşılmaktadır.
65. "Eli ile
sükunetinizi bozmayın, sükunetinizi bozmayın diyordu." Her iki seferinde
de "essekinete" lafzı nasb iledir yani sükunete dikkat edin, sükuneti
bozmayın demektir. Sükunet ise yumuşaklık, rahat ve huzur anlamındadır. Buradan
da Arafat'tan ayrılış esnasında sükuneti korumanın sünnet olduğu hükmü
anlaşılmaktadır. Eğer tenha bir yere rastlarsa diğer hadiste sabit olduğu gibi
hızlanır.
"Kum tepeciklerinden
bir tepe ye her geldiğimde tepeye çıkabilsin diye yularını azıcık gevşetirdi.
Nihayet Müzdelife'ye kadar geldi." Burada "elhibal: kum
tepecikleri" kesreli ha ile olup habl'in çoğuludur. Bu da iri kum
taneciklerinden meydana gelmiş küçük tepecik demektir.
"Çıkabilsin
diye" buradaki "tasade" lafzı te harfi ötreli (tuside) de
söylenir. Çünkü: "saade fil habli ve esade: tepeciğe çıktı"denilir.
Yüce Allah'ın:
"İztusidune: Hani
yukarı çıkıyordunuz" (Ali İmran, 153) buyruğunda da bu lafız
kullanılmıştır.
Müzdelife bilinen bir
yerdir. Ona bu isim yaklaşmak, yakınlaşmak demek olan tezellüf ve izdilaftan
türetilerek verilmiştir. Çünkü hacılar Arafattan ifade ettiklerinde oraya
yaklaşırlar. Yani oraya gitmiş ve ona yakınlaşmış olurlar.
Buraya insanlar gecenin
zülefinde yani çeşitli zamanlarda geldiğinden dolayı bu ismin verildiği de
söylenmiştir. Müzdelife'ye aynı zamanda cem' ismi de verilir. Çünkü insanlar
burada toplanıp bir araya gelirler. Bilindiği üzere Müzdelife'nin tamamı Harem
bölgesindendir. el-Ezraki Tarihü Mekke adlı eserinde el-Maverdi ve bizim mezhep
alimlerimiz mezhebimizin kitaplarında ve başkalarının dediklerine göre
Müzdelife Arafat'ın iki yanı ile Muhassir Vadisi arasındaki yerdir. Bu iki
sınır noktası ise Müzdelife'nin dışındadır. Bütün dağ yolları ve sözü geçen
sınırın içerisindeki bütün dağlar Müzdelife'nin içerisindedir.
"Nihayet
Müzdelife'ye geldi, buradan akşam ve yatsı namazlarını bir ezan ve iki Mmet ile
kıldı. İkisi arasında da hiçbir namaz kılmadi. Bundan da çeşitli hükümler anlaşılmaktadır.
66. Arafattan ayrılan
kimse için sünnet akşam namazını yatsı vaktine tehir etmesidir. Bu tehiri iki
namazı cem etmek niyeti ile yapar. Sonra bu iki namazı Müzdelife de yatsı
vaktinde kılar.
Bu husus üzerinde icma
vardır. Ama Ebu Hanife ile bir kesimin kabul ettiği görüşe göre o nüsük (hacc
ibadeti) sebebi ile bu cem'i yapar. Buna göre Mekke'lilerin Müzdelife ve Mina
halkının da başkalarının da bu cem'i yapmaları caiz olur. Ancak bizim mezhep
alimlerimize göre sahih olan bu cem'in sebebinin sefer olduğudur. O halde
yolculuğu kas ır mesafesine ulaşmayan bir yolcunun bunu yapması caiz olmaz.
Kasır mesafesi ise mutedil iki merhaledir. Şafii'nin zayıf bir görüşüne göre
ise kısa dahi olsa her seferde namazları cem etmek caizdir. Bazı mezhep alimlerimiz
de: Burada namazların cem sebebi Ebu Hanife'nin dediği gibi ibadetin
kendisidir. Allah en iyi bilendir.
Mezhep alimlerimiz der
ki: Her iki namazı Arafat hududunda yahut yolda ya da bir başka yerde akşam
vaktinde kılsa ve bunların her birini kendi vaktinde kılsa yine bütün bunlar
caizdir ama daha faziletli olana aykırıdır. Mezhebimiz budur. Ashab ve
tabiinden bir çok kimse de bu görüştedir. Evzai, Ebu Yusuf, Eşheb ve hadis
ashabı fukahası da böyle demişlerdir. Ebu Hanife ve ondan başka Kufeli fukaha bu
iki vakti Müzdelife de kılması şarttır, Müzdelife'den önce bunları kılması caiz
olmaz demişlerdir. Malik de: Bunları kendisinin ya da bineğinin bir özrü
bulunanlar dışında Müzdelife'den önce bu iki vakti kılması caiz değildir
demiştir. Böyle bir mazereti bulunan kimsenin Müzdelife'den önce kılma imkanı
vardır. Ancak bunları da şafağın kaybolmasından sonra kılması şarttır.
67. Her iki namazı
ikincisinin vaktinde birincisi için bir ezan ve her biri için de ayrı birer
kamet getirerek kılmalıdır. Mezhep alimlerimize göre sahih olan budur, Ahmed b.
Hanbel, Ebu Sevr, Maliki mezhebinden Abdulmelik el-Macişun ve Hanefi
mezhebinden Tahavi de böyle demişlerdir. İmam Malik ise birincisi için ezan ve
kamet getirir, ikincisi için de aynı şekilde ezan ve kamet getirir demiştir. Bu
görüş aynı zamanda Ömer ve İbn Mesud (radıyallahu anhuma)'dan nakledilen bir
görüştür. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf ise bir ezan ve bir kamet demişlerdir. Şafii
ve Ahmed'in de bir diğer görüşüne göre her bir namazı ezansız olarak kendisine
ait kametle kılar. Bu aynı zamanda el-Kasım b. Muhammed ve Salim b. Abdullah b.
Ömer'den nakledilen bir görüştür. es-Sevri'nin dediğine göre ise her iki namazı
tek bir kamet ile kılınır. Bu da aynı zamanda İbn Ömer'in bir görüşü olarak
rivayet edilir. Allah en iyi bilendir.
68. "İkisi arasında
namaz kılmadı." Yani (cem ile kıldığı) akşam ile yatsı arasında Nafile
namaz kılmadı. Nitekim Nafile namaza, tesbih (subhanallah demek)i ihtiva
ettiğinden ötürü "subha" denilir.
69. Cem ile kılınan iki
namaz arka arkaya kılınır. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur ama şart mıdır
değil midir hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bize göre sahih olan görüş şart
olmadığıdır. Aksine müstehab bir sünnettir. Kimi mezhep alimimiz ise bu şarttır
demişlerdir. Eğer iki namazı birincisinin vaktinde cem ile kılacak olursa arka
arkaya kılmanın şart olduğunda görüş ayrılığı yoktur.
"Sonra Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) fecir doğuncaya kadar uzanıp yattı. Sonra sabahın
açıkça ortaya çıktığı kendisi için belli olunca sabah namazını bir ezan ve bir
kamet ile kıldı." Hadisin bu bölümünde çeşitli meseleler yer almaktadır:
70. Birinci mesele: Nahr
gecesi Arafat'tan geldikten sonra Müzdelife de geceyi geçirmek bir nüsük (hacc
ibadetinin bir ameli) dir. Bu hususda icma vardır. Ama ilim adamları bu bir
vacip midir, rükün müdür yoksa sünnet midir hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Şafii'nin bu husustaki iki görüşünden sahih olanına göre bu vaciptir, bunu terk
edecek olursa günahkar olur. Haccı sahih olmakla birlikte bir kurban kesmesi gerekir.
İkinci görüşe göre bu
bir sünnettir, terk etmekte bir vebal yoktur. Bunun için ayrıca kurban kesmek
gerekmez ama kesilmesi müstehabtır.
Mezhep alimlerimizden
bir topluluğun kanaatine göre ise bu bir rükündür. Tıpkı Arafat'da vakfe olduğu
gibi o olmadan hacc sahih olmaz. Bunu mezhep alimlerimizden Şafii'nin kızının
oğlu Ebu Bekr Muhammed b. İshak İbn Huzeyme söylemiş olup ayrıca tabiin
imamlarından beş kişi de bu görüştedir ki bunlar Alkame, Esved, Şa'bii, Nehai
ve Hasan-ı Basri'dir. Allah en iyi bilendir.
Sünnet Müzdelife de
sabah namazını kılıncaya kadar kalmaktır. Zayıf, güçsüz kimseler müstesnadır.
Onlar için sünnet ise ileride yüce Allah'ın izni ile yerinde geleceği gibi
fecirden önce ayrılmalarıdır.
Müzdelife de gece
kalmanın asgari süresi hakkında mezhebimizde üç görüş vardır. Sahih olan görüşe
göre gecenin ikinci yarısında bir kısa süredir. İkinci görüşe göre ise ikinci
yarıdan yahut fecirden sonra güneş doğmadan önce kısa bir süredir. Üçüncü
görüşe göre ise gecenin büyük bir bölümüdür. Allah en iyi bilendir.
71. İkinci mesele ise bu
yerde sabah namazını erken kılmakta mübalağa göstermek sünnettir. Bugün de
sabah namazının erken kılınması senenin diğer günlerine göre daha müekkettir.
Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e uyulmuş olur. Ayrıca bu günde
yapılacak görevler çoktur. Bundan dolayı diğer görevlere yeterince vakit
kalması için sabah namazının erken kılınmasında mübalağa etmek sünnet olmuştur.
72. Bu sabah namazı için
ezan ve kamet getirmek sünnettir. Aynı şekilde misafirin diğer namazları için
de böyledir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ikamet halinde olduğu
gibi sefer halinde de ezan okuduğuna dair sahih hadisler birbirini
pekiştirmektedir. Allah en iyi bilendir.
"Sonra Kasva'ya
binip Meş'ar-i Haram'a kadar geldi. .. Güneş doğmadan önce oradan
ayrıldı." Kasva ile ilgili açıklamalar babın baş taraflarında geçti.
73. "Sonra
bindi" ifadesinden anlaşıldığı üzere bineğe binmek sünnettir ve yürümekten
faziletlidir. Buna dair açıklamalar ve bu husustaki görüş ayrılığı birkaç defa
sözkonusu edilmişti.
Meş'ar-i Haram sahih
olan okuyuşla mim harfi fethalıdır. Kur'an'da da bu şekilde zikredilmiş olup
hadis rivayetlerinde de bu şekil birbirini destekler mahiyettedir. Mim harfi
kesreli (mişan) de söylenir. Burada meş'ardan kasıt ise Kuzah'dır. Burası da
Müzdelife de bilinen bir dağın adıdır. Bu hadis-i şerif Meş'ar-i Haram'ın
Kuzah'ın kendisi olduğuna dair fukahanın bir delilidir.
"Kıbleye
yöneldi" ibaresinden kasıt Ka'be'ye döndü demektir.
74. "Ona dua etti.
.. " Kuzah üzerinde vakfe yapmak hacc menasikindendir. Bunda görüş
ayrılığı yoktur. Ama Kuzah'dan ayrılma zamanı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İbn Mesud, İbn Ömer, Ebu Hanife, Şafii ve ilim adamlarının büyük çoğunluğu
orada vakfeye dua etmeye ve Allah'ı zikretmeye -bu hadis-i şerifte belirtildiği
gibi- sabah iyice aydınlanıncaya kadar devam eder. Malik ise ortalık
aydınlanmadan önce ayrılır demiştir. Allah en iyi bilendir.
"İyice
aydınlanıncaya kadar" aydınlanma fiilindeki zamir daha önce sözü edilmiş fecre
aittir.
el-Fadl b. Abbas'ın
niteliğini anlatırken "beyaz tenli ve güzel yüzlü" diye
anlatmaktadır.
"Yanından, yürüyen
kadınlar geçti" Zı' kadınlar zı ve ayn harfi ötreli söylenir, ayn harfinin
sakin söylenişi de caizdir. Sefine (gemi}nin çoğulunun süfun diye geldiği gibi
zuun da zaimenin çoğuludur. Zaime'nin asıl anlamı ise üzerine kadın binmiş olan
devedir. Deve üzerinde bulunması sebebi ile mecazen kadına da zaime denilir.
Nitekim "er-rabiyet"in asıl anlamı su taşıyan devedir. Diğer taraftan
belirttiğimiz sebep dolayısı ile kırbaya da bu isim verilebilir.
75. "el-Fadl
kadınlara bakmaya başladı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elini
Fadl'ın yüzüne koydu." Bu ifadeler yabancı kadınlara bakmaktan kadınların
da yabancı erkeklere bakmaktan kendilerini korumaları teşvik sözkonusudur. İşte
"beyaz tenli, güzel yüzlü, güzel saçlı birisiydi" sözlerinin anlamı
budur. Yani o güzelliği dolayısı ile kadınların dikkatini çekecek niteliklere
sahipti.
Tirmizi ve başka
kaynaklarda bu hadisin rivayetinde şöyle denilmektedir:
"Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Fadl'ın boynunu (öbür tarafa) çevirdi. Abbas ona, amcanın
oğlunun boynunu mu çevirdin dedi. Allah Resulü: "Ben genç bir delikanlı ve
genç bir kız gördüm, şey tan ın her ikisine zarar vermeyeceğinden emin
olmadım" buyurdu. İşte bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elini
Fadl'ın yüzünün üzerine koymasının hem kendisinden hem kadından fitneyi
uzaklaştırmak için olduğuna delildir.
76. Bir münker görüp de
onu eli ile izale edebilen bir kimse bunu izale etmekle yükümlüdür. Eğer dili
ile söylediği halde kendisine söylediği kişi bundan vazgeçmeyecek, Bununla
birlikte eli ile onu vazgeçirme imkanı varsa yalnızca dil ile söylemekle
yetindiği sürece günahkar olur. Allah en iyi bilendir.
"Sonra muhassirin
iç tarafına gelince bineğini biraz hızlandırdı." Muhassire bu ismin
veriliş sebebi fil ashabının burada sıkışıp kalmış olmalarından dolayıdır. Yani
bu mekanda fil yorulmuş ve bitkin düşmüştü. Yüce Allah'ın:
"Göz sana horlanmış
ve yorgun argın geri döner" (Mülk, 4) buyruğunda da bu kökten gelen lafız
kullanılmıştır.
77. "Biraz
hızlandırdı" bu o yerde yürümenin sünnetlerinden birisidir.
Mezhep alimlerimiz der
ki: Yaya kişi muhassir vadisinde hızlanır, binekli de bineğini hızlandırır. Bu
süre ise bir taş atımlık mesafesi kadar olur. Allah en iyi bilendir.
78. "Sonra büyük
cemreye çıkan orta yolu takip etti... Attığı her bir taşla birlikte de tekbir
getirdi. " Orta yolu izledi ifadesi Arafat'tan dönüşte bu yolu izlemenin
sünnet olduğunu ifade eder. Bu ise Arafat'a giderken izlediği yoldan farklı bir
yoldur. İşte mezhep alimlerimizin Arafat'a Dab yolundan gider, Mazinin yolundan
döner. Böylelikle hal değişimi ile iyi beklentilerde bulunarak farklı yoldan
gidip gelmiş olur. Nitekim Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Mekke'ye
girişinde böyle yapmıştır. O Mekke'ye üstteki seniye (tepe)den girmiş, alttaki
seniyeden çıkmıştı. Bayramı da bir yoldan çıkıp gitmiş, başka bir yoldan
dönmüştü. İstiskada (yağmur duasında) da ridasını ters çevirmişti.
Büyük cemre ise ağacın
yakınında bulunan akabe cemresidir.
79. Müzdelife'den
ayrıldığı vakit Mina'ya vardıktan sonra hacı için sünnet olan akabe cemresine
taş atmakla başlamaktır. Buraya taş atmadan önce başka bir şey yapmaz. Akabe
cemresine taş atması da Mina'da konaklamasından öncedir.
80. Cemreye taş atmak
yedi küçük taşla olur. Bunlar iki parmak ucu arasında arılan küçük çakıl
taşları kadar olmalıdır. Bu da bir bakla tanesi büyüklüğüdür. Bundan daha büyük
ve daha küçük olmamalıdır. Şayet daha büyük ya da küçük olursa taş olması şartı
ile caizdir. Şafii ve cumhura göre sürme taşı, zırnık, altın, gümüş ve daha
başka kendisine taş denilmeyen şeylerin atılması caiz değildir. Ebu Hanife ise
yeryüzünde bulunan şeylerin parçası olmak şartı ile hepsi caizdir demiştir.
81. Her bir taş
atıldığında tekbir getirmek sünnettir.
82. Taşları ayrı ayrı
birer birer atmalıdır. Yedi taşı bir defada atacak olursa bütün bunlar bize
göre de çoğunluğun kanaatine göre de tek bir taş sayılırlar. Bu hadisteki
ifadelerde bu meselenin delili "her bir taş ile birlikte tekbir
getiriyordu" ifadesidir. İşte bu onun her bir taşı başlı başına attığını
açıkça ifade eder. Diğer taraftan bundan sonra gelecek olan taş atma ile ilgili
hadislerde "hacc ibadetinizi (menasikinizi) benden öğrenmelisiniz"
buyruğu da bunu göstermektedir.
83. Sünnet olan taş
atmak için vadinin iç tarafında durmasıdır. Öyle ki Mina, Arafat ve Müzdelife
sağ tarafında, Mekke sol tarafında olmalıdır. Sahih hadislerin ifade ettiği
doğru şekil budur. Yüzü Ka'be'ye dönük durur diye de söylenmiştir. Ama
kendisine taş denilecek bir şeyi atmak diye adlandırılacak bir fiille atması
halinde nasıl atarsa atsın caizdir. Allah en iyi bilendir.
84. Cemrelere taş
atmanın hükmüne gelince Bunun meşru olanı nahr (kurban bayramı birinci) günü
sadece akabe cemresine taş atılacağı müslümanların icması ile meşru kabul
edilmiştir. Yine müslümanların icması ile bu bir nüsük (hacc ibadeti ameli)dir.
Bizim mezhebimize göre bu rükun değil bir vaciptir. Eğer taş atma günleri
geçinceye kadar bunu yapmayacak olursa asi olur, kurban kesmesi gerekir, haccı
da sahihtir. Malik de haccı fasit olur demiştir.
Akabe cemresine yedi taş
atmak gerekir. Eğer onlardan bir tane kalırsa altı tane ona yetmez.
"Akabe cemresine
her bir taş ile birlikte tekbir getirmek sureti ile yedi taş, küçük çakıl
taşları attı." İbare nüshalarda bu şekildedir. Kadı Iyaz da nüshaların
çoğunluğundan bunu böylece nakletmiş ve doğrusu "misli hasel hazefi: çakıl
taşları gibi (taşlarla)" olmasıdır. Nitekim Müslim'den başkaları da bunu
böylece rivayet ettiği gibi Müslim'in bazı ravileri de bunu böylece rivayet
etmiştir. Kadı Iyaz'ın ifadeleri bunlardır.
Derim ki: Nüshalarda
bulunup ve "misli: gibi" lafzının yer almadığı şekil doğru olan
şekildir. Hatta başka türlüsü doğru olamaz ve ancak bu şekilde ifade tamam
olabilmektedir. Bu durumda onun "çakıl taşları" ifadesi daha önce
geçen "hasayat: çakıl taşları" lafzına müteallik olur. Yani o cemreye
yedi çakıl taşı yani (parmak uçları arasında atılan) çakıl taşları ile her bir
taşla beraber tekbir getirerek attı. Buna göre sondaki "parmak uçları
arasında atılan çakıl taşları" anlamındaki ibare daha önce geçen
"hasayat" lafzı ile bitişiktir. Aralarına her bir taş ile birlikte
tekbir getirerek ibaresi girmiştir. Doğru olanı budur. Allah en iyi bilendir.
"Sonra kurban
kesmeye gitti. Kendi eli ile altmışüç taneyi kesti. Sonra Ali'ye verdi, o da
kalanları kesti ve onu kendi kurbanlıklarına ortak etti." Burada
nüshalarda bu şekilde "kendi eli ile altmışüç tane" şeklindedir. Kadı
Iyaz de İbn Mahan dışında bütün ravilerden bunu böylece nakletmiştir. İbn Mahan
ise (kendi eli ile anlamındaki lafız yerine) "bedele: deve" diye
rivayet etmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Onun bu sözü doğrudur ama birincisi daha
doğrudur. Derim ki: Her ikisi de uygundur. Kendi eli ile altmışüç deve kesti
demektir.
85. Kadı Iyaz dedi ki:
Burada menhar (kurban kesim yeri) Mina'nın muayyen bir yeri olduğuna delil
vardır. Bununla birlikte kurban Mina'nın neresinde ya da Harem'in neresinde
kesilirse yerini bulur.
86. Hediyelik
kurbanlıkların çoğaltılması müstehabtır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O
sene yüz deve hediyelik kurbanlık götürmüştü.
87. Hediyelik kurbanlık
götürenin kurbanlığını bizzat kendisi kesmesi müstehab olduğu gibi bu hususta
başkasına vekalet vermesi de caizdir. Vekil ettiği kimse müslüman olduğu
taktirde caiz olduğunda icma vardır. Bize göre ise vekilin kitap ehlinden bir
kafir olması da kafidir. Ancak kurban sahibinin ona vekalet verdiği zaman yahut
da kurbanlığı keseceği zaman niyet etmesi de şarttır.
88. Hediyelik
kurbanlıklar sayıca çok olsa dahi acele edip kurban bayramı birinci günü
kesilmeleri ve bir kısmının teşrik günlerine geciktirilmemesi müstehabtır.
"Onu hediyelik
kurbanlıklarına ortak etti" ifadesinin zahirinden anlaşıldığına göre Ali
{r.a.)'ı aynı kurbanlıklara ortak etmiştir. Kadı Iyaz dedi ki: Bana göre bu
gerçek manada bir ortak yapma değildir. Aksine bizzat kendisinin keseceği bir
miktar deve ona vermiştir. Ama zahiren görülen Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Medine'den kendisi ile birlikte gelmiş bulunan develeri kesmiş
olduğudur. Bunlar da Tirmizi deki rivayette belirtildiği üzere altmışüç tane
idi. Ali (r.a.) ise beraberinde Yemen'den getirdiği develeri kesme işini
vermiştir ki bunlar da sayılarını yüze tamamlayan kadardır. Allah en iyi
bilendir.
89. "Her bir
deveden bir parça kesilip bir çömleğe konulmasını emir buyurdu. Bu etler
pişirildi. Her ikisi de etinden yediler, suyundan içtiler." Nafile
hediyelik kurbandan da kurbanlığın kendisinden de yemek müstehabtır. İlim adamları
der ki: Her birinden yemek sünnet olduğundan başlı başına yüz devenin her
birinden ayrıca yemek bir külfet olduğundan hepsinin birer parçası bir çömleğe
konuldu. Böylelikle her birisinden bir parçanın bulunduğu develerin hepsinin
suyundan içmiş oldu ve suyunda bir arada bulunan etten de mümkün olan kadarını
yemiş oldu. İlim adamları Nafile hediyelik ve kurbanlıktan yemenin vacip
olmayıp sünnet olduğu üzerinde icma etmişlerdir.
90. İfada tavafı
"Sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) devesine bindi ve Beyt'e gidip ifada tavafı
yaptı, Mekke de öğle namazını kıldı." Burada sözü edilen tavaf, ifada
tavafıdır. Müslümanların icması ile haccın rükünlerinden birisidir. Bize göre
bu tavafın ilk vakti kurban bayramı birinci günü gecesinin yarısından başlar.
Efdal vakti ise akabe cemresine taş atıp kurbanı kesip tıraş olduktan sonradır.
Bu ise nahr (kurban bayramı birinci) günü kuşluk vaktinde olur. Bununla
birlikte Nahr gününün bütün vakitlerinde kerahet sözkonusu olmaksızın caizdir.
Mazeretsiz olarak ondan sonraya geciktirmek mekruhtur. Teşrik günlerinden
sonrasına geciktirmek ise daha ağır bir kerahettir. Bununla birlikte uzayıp
giden yıllar boyunca bu tavafı geciktirmek de haram değildir. Son vakti yoktur.
İnsan hayatta olduğu sürece yapılması sahihtir. Şartı Arafat'da vakfeden sonra
olmasıdır. Hatta vakfe yapmadan nahr gecesi yarısından sonra ifada tavafını
yapıp sonrada hızlıca Arafat'a gidip fecirden önce vakfe yapacak olursa bu
tavafı sahih olmaz. Çünkü vakfeden önce yapmış olur.
İlim adamlarının
ittifakı ile eğer kudum tavafının akabinde remel ve ıztıba' yapmış ise ifada
tavafında remel ve ıztıba' yapmak meşru değildir. Eğer veda, kudum ya da
tatavvu niyeti ile tavaf edip üzerinde ifada tavaf borcu varsa Bunun ifada
tavafı olarak gerçekleşeceğinde bizim mezhebimize göre görüş ayrılığı yoktur.
Şafii bunu açıkça ifade etmiş bulunmaktadır. Mezhep alimlerimiz bu hususta
ittifak etmişlerdir. Tıpkı bir kimsenin üzerinde İslam'ın farz haccını yapmak
borcu varken kaza, adak ya da Nafile niyeti ile haccetmesi halinde olduğu gibi.
Böyle bir hacc İslam'ın farz haccının yerine geçer.
Ebu Hanife ve ilim
adamlarının çoğunluğu ise başka bir tavafa niyet etmek üzere ifada tavafı
yerine geçmez demişlerdir.
Şunu da bilelim ki ifada
tavafının çeşitli isimleri vardır. Aynı şekilde ziyaret tavafı, farz tavaf,
rükun tavaf da denilir. Bazı mezhep alimlerimiz buna sader tavafı adını dahi
vermişlerdir. Ancak cumhur bunu kabul etmeyerek sader tavafı, veda tavafıdır
demişlerdir. Allah en iyi bilendir.
91. Bu hadiste Mina'dan
Mekke'ye giderken bineğe binmenin, aynı şekilde Mekke'den Mina'ya dönerken ve
buna benzer diğer hacc menasikini yerine getirmek isterken bineğe binmenin
mÜ5tehab olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Meseleyi bundan önce defalarca zikretmiş
ve sahih olanın bineğe binmenin müstehab olduğunu söylemiş olmakla birlikte
mezhep alimlerimizden bazılarının orada yürümeyi müstehab gördüklerini de
kaydetmiş idik.
"Beyt'e ifada edip
öğle namazını kıldı." Bu ibarede hafzedilmiş lafızlar vardır. Takdiri
şudur: İfada etti (Mina'dan Mekke'ye gitti). Beyt'in etrafında "ada
tavafını yaptı, sonra öğle namazını kıldı." Sözün buna delaleti sebebi ile
ayrıca "ifada tavafını yaptı" ibaresini zikretmedi. "Mekke de
öğle namazını kıldı" demesine gelince, Müslim bundan sonra ifada tavafı
hadisleri arasında İbn Ömer (radıyallahu anhuma) Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Nahr günü ifada yaptı ve öğle namazını Mina'da kıldı"
denilmektedir. Bu iki hadisin bir arada cem ve telifi şöyle olur: Zevalden önce
ifada tavafını yaptı. Sonra Mekke de öğle namazını ilk vaktinde kıldı, sonra
Mina'ya döndü. Orada ashabı ile birlikte kendilerine namaz kıldırmasını
istediklerinde öğle namazını bir daha kıldı. Böylelikle Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Mina'da kıldığı öğle namazını nafile olarak kılmış olur. Nitekim bu
Buhari ve Müslim'in sahihlerinde Batnı ahle de korku namazı türlerinden birisi
olarak kıldırdığı namazı hakkında sabit olmuş bir husustur. O korku namazı
kıldırdığı ashabından bir gruba namazı tamamı ile kıldırıp onlarla birlikte
selam verdikten sonra diğer kesime o namazı bir defa daha kıldırdı. Böylelikle
o iki namaz, onunla beraber her bir grup ise bir namaz kılmış oldu.
Aişe (r.anha) ve
başkalarından varid olmuş Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'e kurban bayramı
birinci (nahr) günü ziyareti geceye kadar geciktirdiği şeklindeki hadise
gelince bu hadis onun ifada tavafı için değil de hanımları ile birlikte ziyaret
için döndüğü şeklinde yorumlanır. Hadisleri cem ve telif etmek için böyle bir
tevil zorunludur. Mühezzeb şerhinde buna verilecek cevabı genişçe açıklamış
bulunuyorum. Allah en iyi bilendir.
"Sonra Zemzemin
başında su çeken Abdulmuttalib oğullarının yanına geldi. .. Kendisine bir kova
uzattılar, o da ondan içti."
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'in: "Su çekin" yani kovalar ile su çekin, kovaların
halatları ile o suyu yukarı çıkartın.
"Abdulmuttalib
oğullarının yanına geldi" yani ifada tavafım bitirdikten sonra yanlarına
geldi.
"Zemzemin başında
su çekiyorlardı" yani kovalarla çektikleri suyu havuz ve benzerlerine
döküyorlar ve insanlara bunu sebil olarak dağıtıyorlardı.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Şayet insanlar bu hususta size baskın gelmeyecek
olsalardı ben de sizinle birlikte su çekecektim." Bu da eğer insanların bu
işin hacc menasikinden olduğuna inanacaklarından ve sizi bu hususta yenik
düşürüp size baskın gelip su çekmekten sizi uzaklaştıracak şekilde kalabalık
teşkil etmeyeceklerinden korkmasaydım bu su çekmenin faziletinin çokluğu sebebi
ile gerçekten ben de sizinle birlikte su çekecektim demektir.
92. Zemzem suyunu
kuyudan çekme işi faziletli bir iştir. Zemzem suyundan içmek müstehabtır.
Zemzem, Mescid-i
Haram'da meşhur kuyunun adıdır. Zemzem ile Ka'be arasında 38 zira vardır. Buna
zemzem denilmesinin sebebinin suyunun çokluğu olduğu söylenmiştir. Çünkü zemzu,
zemzem ve zemazin lafızları çok suyu anlatmak için kullanılır. Bir diğer görüşe
göre Hacer (radıyallahu anha) suyu bir araya toplayıp getirmek istemişti.
Cebrail (aleyhisselam)'ın bu kuyuyu açığa çıkarttığı vakit çıkardığı zemzemesi
(sesi) dolayısı ile bu ismin verildiği de söylenmiştir. Zemzem adının müştak
(belli bir kökten türemiş) olmadığı da söylenmiştir. Zemzemin daha başka
isimleri vardır. Bunları Tehzibu'l-lugat adlı eserimde onunla ilgili daha nefis
bilgilerle birlikte kaydettim. Bunlardan birisi de Ali (radıyallahu anh)'ın:
Yeryüzünde en hayırlı kuyu (kaynak su) zemzemdir ve yeryüzünde en şerli kuyu
ise berahuttur, sözüdür. Allah en iyi bilendir.
148 - (1218) وحدثنا
عمر بن حفص بن
غياث. حدثنا
أبي. حدثنا
جعفر بن محمد.
حدثنا أبي.
قال:
أتيت
جابر بن
عبدالله
فسألته عن حجة
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. وساق
الحديث بنحو
حديث حاتم بن
ا سماعيل.
وزاد في
الحديث: وكانت
العرب يدفع
بهم أبو سيارة
على حمار عري.
فلما أجاز رسول
الله صلى الله
عليه وسلم من
المزدلفة بالمشعر
الحرام
لم تشك قريش
أنه سيقتصر
عليه. ويكون
منزله ثم.
فأجاز ولم
يعرض له حتى
أتى عرفات
فنزل.
2942-
Biza Ömer b. Hafz Minrilyaz da tahdis etti, bana babam tahdis etti, bize Cafer b.
Muhammed tahdis etti, bana babam tahdis edip dedi ki: Cabir b. Abdullah'ın
yanına gittim. O'na Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haccını sordum.
Sonra hadisi Hatim b. İsmail'in hadisi rivayetine yakın olarak rivayet etti.
Hadisinde şunları ekledi: (Cahiliye döneminde) Arapları Ebu Seyyare adında bir
zat çıplak bir deve üzerinde (Arafaftan) sevk ederdi. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Müzdelife de Meş'ar-i Haram'dan geçince Kureyşliler onun
orada kalacağından ve orada konaklayacağından hiç şüphe etmedi. Ama o oraya
sapmadan geçip gitti ve nihayet Arafat'a gelince (bineğinden) indi.
AÇIKLAMA: "Arapları
Ebu Seyyare sevk ederdi." Seyyare ismi sin ve şeddeli ye iledir.
Cahiliye döneminde o
onları alıp götürürdü demektir.
"Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Müzdelife'den geçip Meş'ar-i Haram'ı geride bırakınca ...
nihayet Arafat'a gelip orada indi." "Meş'ar-i Haram"ın meşhur
telaffuza göre mim harfinin fethalı olduğu kesreli de söylendiği, Kuzah'ın
Müzdelife de bilinen dağ olduğu, bir görüşe göre Müzdelife'nin tamamının olduğu
da söylendiği daha önce açıklanmış ve bu husustaki görüş ayrılıklarını
delilleri ile açıklamış idik. Bu hadis ise Kuzah'ın Müzdelife'nin tamamının
olmadığını açıkça göstermektedir.
"Oraya
sapmadı" "lerrıya'rif: sapmadı" fiilinde ye harfi fethalı re
harfi kesrelidir. Hadisin anlamı şudur: Kureyş İslam'dan önce Müzdelife de
vakfe yapardı. Halbuki orası Mekke'nin Harem bölgesindendir. Arafat'Ta vakfe
yapmazlardı. Sair Araplar ise Arafat'da vakfe yaparlardı. Kureyşliler de: Biz
Harem ehliyiz, Harem'in dışına çıkmayız derlerdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hacc edip Müzdelife'ye vardığı zaman onun da Kureyşlilerin adeti üzere
Müzdelife de vakfe yapacağına inandılar. Ama Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) aziz ve celil Allah'ın: "Sonra siz de insanların ifada ettikleri
yerden ifada ediniz" (Bakara, 199) buyruğu dolayısı ile burayı geçip
Arafat'a vardı. Ayette "insanlar" dan kasıt ise insanların
çoğunluğudur. Çünkü Kureyşlilerin dışındakiler Arafat'Ta vakfe yapıyorlar ve
oradan ifada ediyor (ayrılıyorlar)dı.
"Geçti, oraya
uğramadı. Nihayet Arafat'a varıp indi."Bu ifadede bir mecaz vardır,
taktiri şudur: Arafat'a doğru giderek orayı geçti. Nihayet Arafat'a yaklaştığı
zaman Arafat'ın yakınında Nemire'ye yakın bir yerde onun için bir çadır
kuruldu. Kendisi de inip o çadırda güneş zevaline kadar konakladı. Sonra hutbe
verdi, öğle ve ikindi namazlarını kıldı. Sonra da Arafat'ın topraklarına girdi.
Kayalık yere kadar ulaştı. Orada vakfesini yaptı. Bu husus ilk rivayette açık
bir şekilde geçmiş bulunmaktadır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
20- ARAFAT'IN
TAMAMININ VAKFE YAPILACAK YER OLDUĞUNA DAİR GELEN RİVAYETLER BABI