SAHİH-İ MÜSLİM |
SALAT |
باب
إسلام عمرو بن
عبسة
159- AMR BİN ABESE'NİN
MÜSLÜMAN OLUŞU BABI
حدثني
أحمد بن جعفر
المعقري.
حدثنا النضر
بن محمد.
حدثنا عكرمة
بن عمار.
حدثنا شداد بن
عبدالله، أبو
عمار، ويحيى
بن أبي كثير
عن أبي أمامة
(قال عكرمة:
ولقي شداد أبا
أمامة وواثلة.
وصحب أنسا إلى
الشام. وأثنى
عليه فضلا
وخيرا) عن أبي
أمامة قال،
قال عمرو بن
عبسة السلمي:
كنت،
وأنا في
الجاهلية،
أظن أن الناس
على ضلالة.
وأنهم ليسوا
على شيء. وهم
يعبدون
الأوثان. فسمعت
برجل بمكة
يخبر أخبارا.
فقعدت على
راحلتي. فقدمت
عليه. فإذا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
مستخفيا،
جرءاء عليه
قومه. فتلطفت
حتى دخلت عليه
بمكة. فقلت له:
ما أنت؟ قال "أنا
نبي" فقلت: وما
نبي؟ قال
"أرسلني
الله" فقلت:
وبأي شيء
أرسلك؟ قال
"أرسلني بصلة
الأرحام وكسر
الأوثان وأن
يوحد الله لا
يشرك به شيء" قلت
له: فمن معك
على هذا؟ قال
"حر وعبد" (قال
ومعه يومئذ
أبو بكر وبلال
ممن آمن به)
فقلت: إني
متبعك. قال
"إنك لا تستطيع
ذلك يومك هذا.
ألا ترى حالي
وحال الناس؟ ولكن
ارجع إلى
أهلك. فإذا
سمعت بي قد
ظهرت فأتني"
قال فذهبت إلى
أهلي. وقدم
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم المدينة.
وكنت في أهلي.
فجعلت أتخبر
الأخبار
وأسأل الناس
حين قدم
المدينة. حتى
قدم على نفر
من أهل يثرب
من أهل المدينة.
فقلت:
ما
فعل هذا الرجل
الذي قدم
المدينة؟
فقالوا: الناس
إليه سراع.
وقد أراد قومه
قتله فلم
يستطيعوا ذلك.
فقدمت
المدينة.
فدخلت عليه.
فقلت: يا رسول
الله!
أتعرفني؟ قال
"نعم. أنت الذي
لقيتني
بمكة؟" قال
فقلت: بلى.
فقلت: يا نبي
الله! أخبرني
عما علمك الله
وأجهله.
أخبرني عن
الصلاة؟ قال
"صل صلاة
الصبح. ثم
أقصر عن
الصلاة حتى
تطلع الشمس
حتى ترتفع. فإنها
تطلع حين تطلع
بين قرني
شيطان. وحينئذ
يسجد لها
الكفار. ثم صل.
فإن الصلاة
مشهودة
محضورة. حتى
يستقل الظل
بالرمح. ثم أقصر
عن الصلاة.
فإن، حينئذ،
تسجر جهنم.
فإذا أقبل
الفيء فصل.
فإن الصلاة
مشهودة
محضورة. حتى تصلي
العصر. ثم
أقصر عن
الصلاة. حتى
تغرب الشمس.
فإنها تغرب
بين قرني
شيطان. وحينئذ
يسجد لها
الكفار". قال
فقلت: يا نبي
الله! فالوضوء؟
حدثني عنه.
قال "ما منكم
رجل يقرب وضوءه
فيتمضمض
ويستنشق
فينتثر إلا
خرت خطايا وجهه
وفيه
وخياشيمه. ثم إذا
غسل وجهه كما
أمره الله إلا
خرت خطايا وجهه
من أطراف
لحيته مع
الماء. ثم
يغسل يديه إلى
المرفقين إلا
خرت خطايا
يديه من
أنامله مع الماء.
ثم يمسح رأسه
إلا خرت خطايا
رأسه من أطراف
شعره مع
الماء. ثم يغسل
قدميه إلى
الكعبين إلا
خرت خطايا
رجليه من
أنامله مع
الماء. فإن هو
قام فصلى،
فحمد الله
وأثنى عليه،
ومجده بالذي
هو له أهل،
وفرغ قلبه
لله، إلا
انصرف من
خطيئته
كهيئته يوم
ولدته أمه"
فحدث عمرو بن
عبسة بهذا
الحديث أبا
أمامة صاحب
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فقال له
أبو أمامة: يا
عمرو بن عبسة!
انظر ما تقول.
في مقام واحد
يعطى هذا
الرجل؟ فقال
عمرو. يا أبا
أمامة! لقد
كبرت سني، ورق
عظمي، واقترب أجلي،
وما بي حاجة
أن أكذب على
الله، ولا على
رسول الله. لو
لم أسمعه من
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم إلا مرة
أو مرتين أو ثلاثا
(حتى عد سبع
مرات) ما حدثت
به أبدا.
ولكني سمعته
أكثر من ذلك.
1927-
Bana Ahmed b. Cafer el-Ma'kiri de tahdis etti, bize Nadr b. Muhammed tahdis etti,
bize İkrime b. Ammar tahdis etti, bize Şeddad b. Abdullah Ebu Ammar ve Yahya b.
Ebu Kesir, Ebu Umame'den tahdis etti. -İkrime dedi ki: Şeddad, Ebu Umame ve
Vasile ile karşılaşmış, Şam'da da Enes ile arkadaşlığı olmuştur. Ayrıca onun
faziletinden söz etmiş ve onu hayırla yad edip övmüştür.- Ebu Umame dedi ki:
Amr b. Abese es-Sülemi dedi ki: Ben cahiliye döneminde iken insanların dalalet
üzere olduklarını ve putlara ibadet eden halleri ile (hak adına) bir şeye sahip
olmadıklarını düşünüyordum. Derken Mekke'de bir adamın bazı haberler verdiğini
işittim. Bunun üzerine bineğimin sırtına bindim, onun yanına gittim. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gizlenip saklanmakta olduğunu, kavminin ise
ona karşı cüretkarlık gösterdiklerini gördüm. Bu sebeble kendimi gizleyip
saklayarak kimseye fark ettirmemeye çalıştım. Nihayet Mekke'de iken onun yanına
girebildim.
Kendisine: Sen nesin?
dedim. O: "Ben bir Nebi'yim" dedi. Ben: Nebi nedir? dedim. O:
"Allah beni Resul olarak gönderdi" dedi. Ben: Senin ile neyi gönderdi,
dedim. O: "Beni akrabalık bağını gözetmek, putları kırmak, Allah'ın tevhid
edilmesi ve O'na hiçbir şeyin ortak koşulmaması emri ile gönderdi" dedi.
Ben: Bu yolda seninle birlikte kim var, dedim. O: "Hür bir kimse ile köle
bir kimse" dedi.
(Amr) dedi ki: O gün
onunla birlikte kendisine iman edenler arasında Ebu Bekir ve Bilal vardı. Ben:
Ben sana uymak istiyorum, dedim. O: "Hayır, bugün senin buna gücün yetmez,
benim halimi ve insanların durumunu görmüyor musun? Ama ehlin arasına geri dön,
benim açığa çıktığım ı (açıktan davette bulunduğumu) işitecek olursan yanıma
gel" buyurdu. Bunun üzerine ben de ailemin yanına döndüm.
Derken Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldi. O sırada ailem arasında
bulunuyordum. O Medine'ye gelince bu sefer haberleri yoklamaya, insanlara (ona
dair) soru sormaya başladım. Nihayet Medine ahalisinden Yesriblilerden bir
topluluk yanıma geldi. Ben: Şu Medine'ye gelen adam ne yaptı? dedim. Gelenler:
İnsanlar hızlıca etrafında toplanıyorlar, kavmi onu öldürmek istemişti de buna
güçleri yetmedi, dediler.
Bunun üzerine Medine'ye
gittim, huzuruna girdim. Ey Allah'ın Resulü!
Beni tanıyor musun?
dedim: O: "Evet, sen Mekke'de benimle karşılaşan kişisin" buyurdu. Ben
de: Evet, dedim. Sonra: Ey Allah'ın Nebisi! Allah'ın sana öğrettiği benim ise
bilmediğim hususları bana haber ver. Bana namazdan haber ver, dedim. O da şöyle
buyurdu: "Sabah namazını kıl, sonra güneş doğuncaya hatta yükselinceye
kadar namaz kılma. Çünkü güneş doğduğu zaman şeytan ın iki boynuzu arasında
doğar ve o vakitte kafirler ona secde ederler. Sonra mızrağın gölgesi doğuya ve
batıya kaymadığı, güneşin tam tepede bulunduğu vakte kadar namaz kılabilirsin.
Çünkü namaz şahid olunan ve hazır olunandır. Bu vakitten sonra namaz kılma,
çünkü o vakitte cehennem kızdırılır, gölge dönüp gelince yine namaz kıl. Çünkü
namaza şahit olunur, hazır olunur. İkindi namazını kılıncaya kadar (namazını
kılabilirsin) sonra güneş batıncaya kadar namaz kılma. Çünkü güneş şey tan ın
iki boynuzu arasında batar ve o vakit kafirler de ona secde eder. "
(Amr) dedi ki: Ey
Allah'ın Nebisi! Ya abdest? Bana ondan da söz et, dedim. Şöyle buyurdu:
"Sizden bir kimse abdest suyunu yaklaştırıp (abdest alıp) ağzına su alıp
çalkalar, burnuna su alıp burnunu temizleyecek olursa mutlaka yüzünün, ağzının
ve burun deliklerinin günahları akıp gider. Sonra Allah'ın kendisine em rettiği
şekilde yüzünü yıkarsa şüphesiz yüzünün günahları da su ile birlikte sakalının
etrafından akar. Sonra ellerini dirseklerine kadar yıkarsa mutlaka su ile
birlikte ellerinin günahları parmak uçlarından akıp gider. Sonra başına mesh
ederse mutlaka başının günahları su ile birlikte saçının uçlarından akar,
gider. Sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkarsa şüphesiz ayaklarının
günahları su ile birlikte parmak uçlarından akıp gider. Eğer kalkıp namaz
kılar, Allah'a hamd ve senada bulunup Allah'a layık olduğu şekli ile şanını
yüceltir, kalbini (başka şeylerden uzaklaştırarak boşaltıp) kalbi ile yalnız
Allah'a yönelirse mutlaka annesinin kendisini doğurduğu günkü şekli ile
günahından uzaklaşmış olur. "
Amr b. Abese bu hadisi
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından Ebu Umame'ye tahdis
etti. Ebu Umame kendisine: Ey Amr b. Abese! Söylediklerine bir dikkat et. Tek
bir makama karşılık mı bu adama bunlar verilir? deyince Amr şöyle dedi: Ey Ebu
Umame! Gerçekten yaşlandım, kemiğim inceldi, ecelim de yaklaştı. Ne Allah'a ne
de Allah'ın Resulü'ne yalan söylemeye ihtiyacım var. Ve eğer ben bunu
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bir, iki, üç defa -bu şekli ile
yedi defa saydı- işitmemiş olsaydım ebediyyen bu hadisi rivayet etmezdim. Ama
ben bunu bundan daha çok defa dinlemişimdir, dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Bize
Ahmed b. Cafer el-Ma'kiri tahdis etti." Makir'e mensubtur. Makir, Yemen
taraflarında bir yerin adıdır.
"Kavmi ona karşı
cüretkar idi." Bütün asıl nüshalarda cüretten türeyen hemzeli cüretkar
anlamındaki "cerı"in çoğulu olarak "cürea" şeklindedir.
Cüret ise, ileri gitmek ve zulümle hegemonya kurmak demektir. Humeydi ise
el-Cehm Beyne Sahihayn adlı eserinde bu lafzı "firaa" şeklinde
zikretmiştir ki bu da öfkeli, kızgın, gamlı, kederli kimseler arbk ona karşı
sabır ve tahammül edemeyecekleri ve bu halleri de bedenlerinde iz bırakacak
şekilde görüldüğü bir hali anlatır. Ama doğrusu bu lafzın cim harfi ile cürea
şeklinde olduğudur.
"Ona: Sen nesin,
dedim" ibaresi asıl yazmalarda "ma ente: sen nesin" şeklindedir.
"Men ente: Sen kimsin" dememesinin sebebi ise ona zatı hakkında değil
sıfatı hakkında soru sormuş olmasından dolayıdır. Sıfat ise akıl sahibi olmayan
varlıklar arasındadır.
"Beni akrabalık
bağını gözetmek ... ile gönderdi" Burada akrabalık bağlarını koruyup
gözetmenin teşvik edildiğine dair açık bir delalet bulunmaktadır. Çünkü Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) akrabalık bağını tevhid ile birlikte
zikretmiştir. Ona cüzi meseleleri zikretmeyip sadece önemli olanlarını söyledi
ve işe akrabalık bağını gözetmek (sıla-i rahim) ile başladı.
"O gün onunla
birlikte Ebu Bekir ve Bilal vardı" ibaresi her ikisinin faziletine
delildir. Bunların ilk müslüman olanlar olduklarını söyleyenler de bunu delil
gösterebilirler.
"Ben: Ben sana
uymak istiyorum, dedim ... O zaman yanıma gel, buyurdu" Yani ben ona:
İslam'ı burada açığa çıkarmak ve seninle ikamet etmek üzere sana uyuyorum,
dedim. Allah Resulü: Müslümanların gücü zayıf olduğundan ötürü ve biz Kureyş
kafirlerinin sana yapacakları eziyetlerden korktuğumuz için buna gücümüz yetmez
ama sen ecrini almış bulunuyorsun, müslümanlığını sürdürmeye devam et ve
kavmine geri dön. Bulunduğun yerde müslümanlığını sürdür. Nihayet benim açığa
çıktığım ı (güçlendiğini) öğrendiğin zaman yanıma gel, demektir.
Bu ifadeler Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir mucizesini ihtiva etmektedir ki o da onun
bir gün gelip açığa çıkıp güçleneceğini ona haber vermesi mucizesidir.
"Ey Allah'ın
Resulü! Beni tanıdın mı? dedim ... Evet, dedi" bundan daha öncesinde
olumsuzluk ifadesi geçmemiş olsa bile (olumlu anlamda) "bela" ile
cevap vermenin doğru olduğu ve bu lafız ile bir şeyi doğrulamanın da sahih
olacağı anlaşılmaktadır, mezhebimizin sahih görüşü de budur. Bazı mezheb
alimlerimiz ise ondan önce olumsuz bir ifadenin geçmesini şart koşmuşlardır.
"Ey Allah'ın
Resulü! Bana, sana Allah'ın öğrettiklerinden haber ver, dedim" Yani bana
Onun hükmünü, o hükmün niteliklerini bildir ve onu bana açıkla.
"Sabah namazını
kıl, sonra ... namaz kılma" Burada sabah namazından sonra namaz kılma
yasağının güneşin bizzat doğması ile sona ermediği aksine güneşin yükselmesinin
de bir zorunluluk olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Bu daha önce açıklanmıştı.
"Çünkü namaza tanık
olunur ve hazır bulunulur. " Melekler namazda hazır olurlar. Bu sebeble
kabul edilme ihtimali ve rahmetin gerçekleşme ihtimali daha yüksektir.
"Mızrağın gölgesi
doğuya ve batıya kaymadan ... Çünkü namaza tanık olun ur, hazır
bulunulur." Mızrağın gölgesinin doğuya ya da batıya kaymamasının anlamı
doğu ve batı tarafında değil de gölgesinin kuzey tarafında, onun tam karşısında
bulunması halidir. Bu da istiva halinde böyledir.
Hadis-i şerifde güneşin
zevali sona erinceye kadar o vakitte namaz kılmak açıkça yasaklanmış
bulunmaktadır. Şafii'nin ve ilim adamlarının büyük çoğunluğunun görüşü de
budur. Ancak Şafii, cuma günündeki istiva halini istisna etmiş bulunmaktadır.
Burada Kadi İyaz'ı, hem bu hadisin açıklaması hem de ilim adamlarının görüşleri
ile ilgili şaşırtıcı bazı açıklamaları vardır. Buna dikkat çekişimizin sebebi
bu açıklamalara kanılmamasıdır.
"Cehennemin
kızdırılması"nın manası ise cehennem ateşinin ileri derecede körüklenip
yakdıp kızdırılmasıdır.
Arap dili bilginleri
"cehennem"in arapça mı yoksa arapça dışındaki bir dilden mi alınmış
bir isim olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bunun "yuhumet"
den türetilmiş arapça bir isim olduğu söylenmiştir. Bu ise görünüşün çirkin
olması, hoş olmaması demektir. Bunun arapların kullandıkları derin kuyu
anlamındaki "birul ciham" dan alındığı da söylenmiştir. Buna göre
cehennem lafzı özel isim ve müennes olduğundan dolayı munsarıf değildir.
Çoğunluk ise bu kelime Arapçalaştırılmış, arapça olmayan bir isimdir. Alem ve
ucme (özel isim ve arapçadan başka bir dilden gelmiş) olmasından dolayı ise
munsarıf değildir.
"Gölge gelince
namaz kıl ... " Gölgenin gelmesi, doğu tarafında görülmesi, kayması
demektir. Gölge (fey) zevalden sonrası hakkında kullanılan özel bir tabirdir.
lıl (yine gölge anlamında) lafzı ise hem zevalden öncesi hem de sonrası
hakkında kullanılır. Bununla ilgili oldukça güzel açıklamalar vardır ki bunları
Tehzibu'l-Esma adlı eserimde genişçe kaydetmiş bulunmaktayım.
"İkindi namazını
kılıncaya kadar" bu ifadeden yasağın ikindi vaktinin girmesi ile girmediği
aynı zamanda başka bir kimsenin namazı ile de girmediğine delil bulunmaktadır.
Mekruh oluş ise her kişi için ikindi namazını kılmasından sonra sözkonusudur.
Öyleki eğer ikindi namazını ilk vaktinden sonra kılacak olursa ikindi
namazından önce nafile kılmak onun için mekruh olmaz.
"Burnuna su çekip
onu dışarı çıkarırsa" yani burnuna aldığı suyu atarsa, buna dair
açıklamalar taharet bahsinde geçmiş bulunmaktadır.
"Mutlaka günahları
yüzünden, ağzından ve burun deliklerinden akar."
Bu şekilde "harrat:
akar" olarak zapt ettiğimiz gibi. Kadi İyaz da İbn Cafer dışında bütün
ravilerden böylece nakletmiştir. İbn Ebu Cafer ise bunu cim harfi ile
"cerat: akar" diye rivayet etmiştir. Birincisinin anlamı düşer olup
ikincisinin anlamı da açıktır. Günahlardan maksat ise küçük günahlardır. Daha
önce taharet bölümünde geçtiği gibi büyük günahlardan uzak kalındığı taktirde
demektir.
"Hayaşim: burun
delikleri" "hayşum"un çoğulu olup burnun dik kısmı demektir.
Hayaşim'in burnun dibinde burun ile dimağ arasında ince kemikler (kıkırdaklar)
olduğu da söylenmiştir. Daha başka açıklamalar da yapılmıştır.
"Sonra ayaklarını
yıkar" buradan bütün ilim adamlarının farz olan ayakların yıkanmasıdır,
şeklindeki görüşlerinin lehine delil bulunmaktadır. Şia ise farz olan onları
meshetmektir derken, İbn Cerir, ikisi arasında muhayyerdir demiş. Zahiri
alimlerinden kimisi ise hem yıkamak hem meshetmek icab eder demişlerdir.
"Eğer ben bunu
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir yahut iki defa ... ama ben bunu
kendisinden bundan daha çok sayıda işitmiştim. " Bu sözlerin açıklaması şu
açıdan zor görülebilir: Bu ifadelerin zahirinden onun ancak yedi defadan daha
fazla bir hadisi işitmiş olanın hadisi rivayet edebileceği kanaatinde olduğu
anlaşılmaktadır. Halbuki bilinen şu ki, bir hadisi sadece bir defa dinlemiş
olan kimsenin onu rivayet etmesi caiz olur. Hatta eğer muayyen olarak o
rivayete ihtiyaç olursa o rivayeti nakletmesi ona vaciptir. Buna şu şekilde
cevap verilir: Yani eğer ben bu hadisin doğruluğundan muhakkak olarak emin
olmayıp kesinlikle buna kanaat getirmemiş olsaydım, ben bunu asla nakletmezdim.
Onun bu kadar defayı sözkonusu etmesi ise halinin şeklini beyan etmek içindir.
Yoksa bunun şart olduğunu anlatmak istememiştir. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
160- NAMAZINIZ
İÇİN GÜNEŞİN DOĞUŞUNU VE BATIŞINI ARAŞTIRIRCASINA GECİKTİRMEYİN BABI