SAHİH-İ MÜSLİM |
SALAT |
NAMAZDA İŞARETLE SELAM
ALMAK BABI
حدثنا
قتيبة بن
سعيد. حدثنا
ليث. ح وحدثنا
محمد بن رمح.
أخبرنا الليث
عن أبي
الزبير، عن
جابر؛ أنه قال:
إن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم بعثني
لحاجة. ثم
أدركته وهو
يسير. (قال
قتيبة: يصلي
فسلمت عليه.
فأشار إلي.
فلما فرغ
دعاني فقال
"إنك سلمت آنفا
وأنا أصلي"
وهو موجه
حينئذ قبل
المشرق.
1205- Bize Kuteybe b.
Said tahdis etti. Bize Leys tahdis etti. (H) Bize Muhammed Rumh da tahdis etti.
Bize Leys, Ebu'z-Zubeyr'den haber verdi. O Cabir'den şöyle dediğini rivayet
etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni bir iş için göndermişti.
Sonra o yolda yürümeye devam ederken ona yetiştim. -Kuteybe: Namaz kılarken
dedi.- Ona selam verdim, o da bana işaret etti (selamımı aldı). Namazını
bitirince beni çağırdı: "Az önce ben namaz kılarken selam verdin"
buyurdu. O sırada yüzünü doğu tarafına dönmüştü.
Diğer tahric: Nesai,
1188; İbn Mace, 1018
حدثنا
أحمد بن يونس.
حدثنا زهير.
حدثني أبو الزبير
عن جابر؛ قال:
أرسلني
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وهو منطلق
إلى بني
المصطلق.
فأتيته وهو
يصلي على بعيره.
فكلمته. فقال
لي بيده هكذا
(وأومأ زهير
بيده) ثم
كلمته فقال لي
هكذا (فأومأ زهير
أيضا بيده نحو
الأرض) وأنا
أسمعه يقرأ،
يومئ برأسه.
فلما فرغ قال
"ما فعلت في
الذي أرسلتك
له؟
فإنه لم
يمنعني أن
أكلمك إلا أني
كنت أصلي".
قال
زهير: ,أبو
الزبير جالس
مستقبل
الكعبة. فقال
بيده
أبو الزبير
إلى بني
المصطلق. فقال
بيده إلى غير
الكعبة.
1206- Bize Ahmed b.
Yunus tahdis etti. Bize Zuheyr tahdis etti. Bana Ebu'z-Zubeyr, Cabir'den şöyle
dediğini tahdis etti: Resulullah Mustalık oğulları üzerine gidiyorken beni de
(bir iş için) gönderdi. Yanına geldiğimde o devesi üzerinde namaz kılıyordu.
Onunla konuşmak isteyince eliyle böyle dedi. -Zuheyr eliyle işaret etti.- Sonra
onunla konuştum. Yine bana böyle dedi. -Yine Zuheyr eliyle yere doğru işaret
etti.- Ben ise onun okuduğu Kur'an'ı işitiyor, o da başıyla işaret ediyordu.
(Namazını) bitirince: "Seni görmek üzere gönderdiğin işi ne yaptın?
Seninle konuşmaktan beni alıkoyan sadece namaz kılmakta oluşumdu" buyurdu.
Zuheyr dedi ki:
Ebu'z-Zubeyr de yüzü kıbleye dönük oturuyordu. Ebu'zZubeyr eliyle Mustalık
oğullarını gösterdi, eliyle Kabe'den başka tarafa işaret etti.
Diğer tahric: Ebu
Davud, 926
حدثنا
أبو كامل
الجحدري.
حدثنا حماد بن
زيد عن كثير،
عن عطاء، عن
جابر؛ قال:
كنا
مع النبي صلى
الله عليه
وسلم. فبعثني
في حاجة.
فرجعت وهو
يصلي على
راحلته. ووجهه
على غير
القبلة. فسلمت
عليه فلم يرد
علي. فلما
انصرف قال
"إنه لم
يمنعني أن أرد
عليك إلا أني
كنت أصلي".
1207- Bize Ebu Kamil
el-Cahderıtahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd tahdis etti. ... Cabir dedi ki: Bir
seferde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik. Bir iş için
beni gönderdi. Döndüğümde o devesi üzerinde -yüzü kıbleden başka tarafa dönük
olduğu halde- namaz kılıyordu. Ona selam verdiğim halde selamımı almadı.
Namazını bitirince: "Selamını almayışımın tek sebebi namazda
oluşumdu" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
1217
وحدثني
محمد بن حاتم.
حدثنا معلى بن
منصور. حدثنا
عبدالوارث بن
سعيد. حدثنا
كثير بن شنظير
عن عطاء، عن
جابر؛ قال:
بعثني
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم في حاجة. بمعنى
حديث حماد.
1208- Bana Muhammed b.
Hatim de tahdis etti. .. Bize Kesir b. Şınzir, Ata'dan tahdis etti. O Cabir'den
şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir iş için
beni gönderdi deyip, Hammad'ın hadisi ile aynı manada hadisi rivayet etti.
AÇIKLAMA: "Ellerini
uyluklarına vurmaya başladılar." Bu işi onu susturmak için yaptıklarını
anlatmak istiyor. Bu da bir kimsenin namazda başına bir hal gelirse tesbih
getirmesinin teşri edilmesinden önceki zaman hakkında yorumlanır. Ayrıca bu
namazda az iş yapmanın caiz olduğuna, bundan dolayı namazın batıl olmadığına,
bir ihtiyaç için yapılması halinde de mekruh olmadığına delil vardır.
"Babam, anam ona
feda olsun ... " Bu ifadeler Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
şanı yüce Allah'ın da hakkında şahitlik ettiği şekilde pek büyük bir ahlaka
sahip olduğunu, bilgisiz kimselere karşı yumuşak davrandığını, ümmetine ne
kadar şefkat ve merhametli olduğunu gösterdiği gibi bilgisiz kimselere yumuşak
davranmak, ona güzel bir yolla öğretip, hoş muamelede bulunmak, doğruyu kolay
bir şekilde anlamasını sağlamaya çalışmak gerektiği de anlaşılmaktadır.
Namazda Yapılabilenler
ve Yapılamayanlar
"Şüphesiz bu
namazda ... uygun değildir." Bu buyruktan anlaşıldığına göre:
1- Namazda konuşmak
haram kılınmıştır. İster bir ihtiyaç dolayısıyla olsun, ister olmasın, ister
namazın maslahatına olsun, ister başka bir sebeple olsun. Eğer bir hususa
dikkat çekmek ya da içeri girmek isteyene izin vermek ve benzeri bir açıklamaya
gerek duyacak olursa namaz kılan erkek ise subhanallah der, kadın ise ellerini
birbirine vurur. Bizim, Malik'in ve Ebu Hanife'nin -Allah hepsinden razı olsun-
ve selef ve haleften cumhurun mezhebi (görüşü) budur. Aralarında Evzai'nin de
bulunduğu bir kesimin dediğine göre ise namazın maslahatı dolayısıyla konuşmak
caizdir çünkü Zulyedeyn hadisi buna delildir. Biz bu hadisi yüce Allah'ın izniyle
yeri gelince açıklayacağız.
Bu hükümler kasten ve
bilerek konuşanın konuşması hakkındadır. Unutarak konuşanın ise bize göre az
miktardaki konuşma sebebiyle namazı batıl olmaz. Malik, Ahmed ve Cumhur da
böyle demişlerdir ama Ebu Hanife -Allah ondan razı olsun- ile Kufeliler, batıl
olur demişlerdir. Bizim delilimiz Zulyedeyn hadisidir.
Şayet unutarak konuşanın
konuşması çok olursa hakkında bizim mezhep alimlerimizin meşhur iki görüşü vardır.
Bunlardan daha sahih olanına göre namazı batıl olur çünkü bu az rastlanılan bir
husustur. Bilmeyen kimsenin konuşması ise eğer yeni Müslüman olmuş ise onun
konuşması unutanın konuşması ile aynı hükümdedir. Az konuşma dolayısıyla namaz
batıl olmaz. Açıklamakta olduğumuz Muaviye b. el-Hakem'in rivayet ettiği bu
hadis bunu gerektirmektedir. Zira Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona
namazını yeniden kılmasını emretmemiş ama bundan sonra ona namazda konuşmanın
haram olduğunu öğretmiştir.
2- "Namazda sadece
tesbih, tekbir getirilir ve Kur'an okunur." Bu ve benzeri buyrukların
anlamı şudur: Teşehhüd, dua ve selam vermek namazdandır. Bunun dışındaki
çeşitli zikirleri de namazda yapmak meşrudur. Yani namazda insan sözü ve
onlarla karşılıklı konuşmak uygun değildir çünkü namaz ancak tesbih ve onunla
aynı anlamda zikir, dua ve bunlara benzer şeriatta varid olmuş diğer
hususlardır.
3- Bu buyrukta
konuşmayacağına dair yemin eden bir kimsenin tesbih ya da tekbir getirmesi
yahutKur'an okuması halinde yemininin bozulmayacağına delil vardır.
Mezhebimizde sahih ve meşhur olan görüş budur.
4- Şafii'nin -yüce
Allah'ın rahmeti ona- ve cumhurun iftitah tekbiri namazın farzlarından bir
farzdır ve onun bir bölümüdür şeklindeki kanaatlerinin lehine de delil vardır.
Ebu Hanife (r.anh) ise iftitah tekbiri namazdan değildir, aksine o namazın
dışında, namazdan önceki bir şarttır, demiştir.
5- Bu hadiste namazda
iken aksıran kimseye yerhamukellah demek nehyedilmektedir. AyrIGa bundan
anlaşıldığı üzere böyle bir sözü söylemek namazda söylenmesi haram olan insan
sözlerindendir ve kişi böyle bir sözü kasten ve bilerek söylerse bundan dolayı
namazı bozulur.
Mezhep alimlerimiz dedi
ki: Eğer muhatap (ikinci şahıs) için kullanılan kef harfini de kullanarak
yerhamukellah diyecek olursa namazı batıl olur. Şayet yerhamuhullah yahut
Allahumerhamhu ya da rahimallahu fulanen (Allah ona rahmet ihsan etsin,
Allah'ım ona rahmet ihsan et, Allah'ın filana rahmet ihsan buyur) diyecek
olursa namazı batıl olmaz çünkü böyle bir söyleyiş hitap değildir.
6- Namazda iken aksıran
kimsenin Allah'a gizlice hamd etmesi (elhamdulillah demesi) müstehabtır. Bizim
mezhebimiz böyledir. Malik ve başkaları da böyle demiştir. İbn Ömer, Nehai ve
Ahmed -Allah onlardan razı olsun- 'den gelen rivayete göre elhamdulillah'ı
açıktan söyler ama birinci görüş daha güçlüdür çünkü böyle bir söz zikirdir,
namazda yapılan zikider için sünnet olan ise gizlice yapılmalarıdır. Bundan
bazı hallerde kıraat ve benzeri sözler müstesnadır.
Bazı Cahili Geleneklerin
Hükmü
"Ben cahiliye
döneminden yeni çıktım." İlim adamlarının dedikleri üzere cahiliye,
şeriatın gelişinden önceki zamandır. Bu dönemdekilere cahiliye adının verilmesi
bilgisizliklerinin, hayasızlıklarının ve aşırılıklarının çokluğundan dolayıdır.
"Bizden kahinlere
giden adamlar vardır ... " İlim adamları dedi ki: Kahinlere gitmenin
yasaklanışı onların bazılarında kısmen bir isabetin denk düştüğü gaybi hususlar
hakkında konuşmalarıdır. Bundan dolayı insanın fitneye düşmeSinden korkulur.
Çünkü kahinler insanlara pek çok şer'i durumu karmaşık hale getirirler.
Kahinlere gitmenin, söylediklerini doğrulamanın yasak olduğuna ve onlara
verilen ücretin haram kılındığına dair çok sayıda sahih hadis birbirini
desteklemektedir. Kahinlere verilen ücret Müslümanların icmaı ile haramdır.
Aralarında Ebu Muhammed 'Beğavi'nin de bulunduğu bir topluluk -yüce Allah'ın
rahmeti onlara- haram olduğu hususunda icma bulunduğunu nakletmişlerdir. Beğavi
dedi ki: İlim ehli kimseler kahine verilen ücretin haram olduğu üzerinde
ittifak etmişlerdir. Bu da kahinlik yapanın, kahinliği karşılığında aldığı şeye
denilir (hulvan) çünkü kahinlik işi esasen batıldır ve ona karşılık ücret almak
caiz değildir.
Maverdi -yüce Allah'ın
rahmeti ona- el-Ahkamu's-SultaniYE: adlı eserinde şöyle diyor: Hisbe görevlisi
insanların kehanet yapmak ve onları eğlendirmek yoluyla kazanç sağlamalarına
engel olur ve bundan dolayı ücret alanı da, vereni de tedib eder.
Hattabi -yüce Allah'ın
rahmeti ona- dedi ki: Kahinin ücreti (hulvan) kahinlik yapanın, kahinliğine
karşılık aldığı şeydir. Bu ücret haramdır ve bu işi yapmak da batıldır. Arrafın
(kayıp eşyanın yerini ve benzeri hususları bildiğini iddia eden kimsenin)
aldığı ücret de aynı şekilde haramdır. Arraf ile kahin arasındaki fark ise
kahin gelecekte olan olaylar ile ilgili haberlerle uğraşır, gizlilikleri
bildiğini iddia eder. Arraf ise çalınmış eşyanın yerini, kayıp ve
. benzerlerinin nerede
bulunduğunu bildiğini ileri sürer.
Yine Hattabi "Her
kim bir kahine gidip de onun söylediklerini doğru kabul ederse Allah'ın
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in üzerine indirdiğinden beri olur
(uzaklaşır)" hadisi hakkında şunları söylemektedir: Araplar arasında pek
çok hususu bildiğini ileri süren kimseler vardı. Bunlar arasında cinlerden bir
yardımcısının olduğunu ve bunun kendisine haberler getirdiğini iddia eder,
kimisi de bu işi kendisine verilmiş özel bir anlayış ile idrak ettiğini ileri
sürerdi. Kimisine arraf denilir. Arraf ise delil olarak aldığı birtakım
sebepler ile çeşitli hususları bildiğini ileri süren kişiye denirdi. Filan şeyi
kimin çaldığını, filan kadın hakkında kimin itham edildiğini bilmek ve benzeri
hususlar buna örnektir. Bazıları da müneccime de kahin adını verir. (Hattabi
devamla) dedi ki: Hadis-i şerif bütün bunlara gitmeyi, sözlerine başvurmayı ve
iddia ettiklerinde onları tasdik etmeyi yasaklamayı kapsamaktadır. Bunlar
Hattabi'nin açıklamaları olup, oldukça güzel açıklamalardır.
"Bizden bazı
kimseler tetayyür ederler ... Bu sakın onları alıkoymasın."
Bir rivayette "bu
sakın sizi alıkoymasın" bir diğer rivayette "sakın onları
alıkoymasın". İlim adamları der ki: Yani tetayyür (bir şeyin uğursuz
olduğu hissine kapılmak), sizin elinizde olmayarak içinizde hissettiğiniz bir
duygudur. Bundan ötürü sizin kınanmanız sözkonusu değildir çünkü böyle bir duyguyu
siz isteyerek harekete geçirmiyorsunuz. Dolayısıyla bu hususta bir yükümlülük
(sorumluluk) yoktur ama ondan dolayı işlerinizi yapmaktan geri kalmayınız. İşte
insanların güç yetirebildikleri husus budur ve siz bunu kendiniz yapıp
kazanabilirsiniz. Dolayısıyla bununla ilgili teklif (yükümlülük, sorumluluk)
sözkonusudur. Bu sebeple Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara
tetayyür ile amel etmeyi ve buna sebep yapmak istedikleri işlerden uzak kalmayı
yasaklamış bulunmaktadır. Bu şekilde tetayyürün yasaklandığı hakkında pek çok
hadis-i şerif gelmiş bulunmaktadır. Bunlarda geçen bu yasak ise bu duygunun
gereğini yapmaksızın kişininin içinde hissettiği duygu ile ilgili olmayıp, bu
hissedilen gereğince amel etmek hakkında yorumlanır. Yüce Allah'ın izniyle
Müslim'in -yüce Allah'ın rahmeti ona- bu hadisleri zikrettiği yerde bunlar ile
ilgili etraflı açıklamalar gelecektir.
"Bizden bazı
kimseler hat çizerler ... " İlim adamları bunun anlamının ne olduğu
hususunda farklı görüşlere sahiptir. Sahih olana göre hat çizmenin (hakka)
uygun düşen kimse için mübah olduğu anlamındadır ama bizim o nebinin hattına
uygun düştüğüne dair kesin bir bilgi sahibi olmamıza imkan olmadığından mübah
değildir. Maksat ise bunun haram olduğunu ifade etmektir çünkü ancak ona uygun
olduğu kesin olarak bilinirse mübah olur. Bizim bunu kesin olarak bilme
imkanımız da yoktur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Kimin hattı
uygun düşerse işte o doğrudur" buyurup, uygunluk ile alakalı bir şey
söylemeyerek haram olduğunu da belirtmemesi herhangi bir kimsenin hat çizen o
nebinin de bu yasağın kapsamına girdiğini yanlış olarak düşünmemesi içindir.
Böylelikle Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizim hakkımızda hattın hükmünün
ne olduğunu açıklamakla birlikte sözü geçen nebi hakkında bunun haram olmadığı
hususunu da ifade etmiş olmaktadır. Yani bu. yasak o nebi hakkında sözkonusu
değildir. Aynı şekilde siz de hattın onunkine uygun olduğunu bilecek olursanız
hükmü böyle olur fakat bunun uygunluğunu bilmenin yolu da yoktur.
Hattabi dedi ki: Eğer
hat çizmek, sözü geçen o nebinin nübüvvetinin bir alameti ise bu şekilde hat
çizmenin yasak olduğu ihtimalini taşımaktadır çünkü o nübüvvet sona ermiş
bulunmaktadır. O halde bizim de bu işi yapmamız yasaklanmış oluyor.
Kadi İyaz dedi ki:
Tercih edilen bunun şu anlama geldiğidir: Çizdiği hattı uygun düşenin
söylediklerinin de isabetli olduğunu görürsünüz yoksa bu işi yapana hat
çizmenin mübah olduğu anlamında değildir. Ayrıca bunun bizim şeriatimizde nesh
edilmiş olma ihtimali de vardır.
Böylelikle ilim
adamlarının bu hususta söylediklerinin toplamında, şimdi bu işin yasak olduğu
üzerinde ittifak olduğu anlaşılmaktadır.
"Uhud ve
el-Cevvaniye taraflarında koyunlarını otlatan bir cariyem vard!."
"el-Cevvaniye" cim harfi fethalı, vav şeddeli olup, eliften sonraki
nun kesreli, ondan sonraki ye şeddelidir. Biz bu kelimeyi böylece zaptettik.
Ebu Ubeyd el-Bekri ve muhakkikler de böyle olduğunu zikretmekle birlikte Kadi
İyaz bazı ilim adamlarından ye harfinin şeddesiz söylenişi nakletmektedir ama
tercih edilen şeddeli olduğudur. el-Cevvaniye Medine'nin kuzey tarafında Uhud'a
yakın bir yerdir. Kadı lyaz'ın burasının el-Fer'e bağlı bir yer olduğu
şeklindeki sözü ise makbul değildir çünkü el-Fer denilen yer Medine'den uzak
Mekke ile Medine arasındadır. Uhud ise Medine'nin kuzeyinde yer alır. Hadis-i
şerifte de Uhud ve el-Cevvaniye taraflarında denilmektedir. Dolayısıyla
el-Cevvaniye nasıl Fer'in yakınında bulunabilir?
Hadisin Bu Kısmından
Anlaşılan Hükümler
Efendinin cariyesini
davar otlatmak için kullanması -merada tek başına kalacak dahi olsa- caizdir
çünkü şeriat kadının tek başına yolculuk yapmasını haram kılmıştır. Bunun
sebebi ise yolculuk sebebiyle kadına kötülük yapabilme ihtimalinin bulunması ve
ona yardım edecek kimsenin, koruyacak kişilerin bulunmaması ve yardımcıdan uzak
kalmasıdır. Oysa davar otlatanın durumu böyle değildir. Bununla birlikte
çobanlık yapacak olan cariye hakkında şüphe edilmesi yahut otlattığı yerde bir
kötülüğün bulunması ve benzeri haller gibi bir fesattan korkulacak olursa ona çobanlık
yaptırtmaz. Böyle bir durumda hür olsun, cariye olsun kadının davar otlatmasına
fırsat verilmez çünkü o takdirde bu da, kadına şeriatın haram kılmış olduğu
sefer gibi olur. Eğer onunla birlikte bir mahrem ya da kendisi ile beraber
kendisine bir zarar gelmeyeceğinden emin olacağı bir kişi bulunacak olursa o
takdirde yasak sözkonusu değildir. Nitekim böyle bir durumda kadının da
yolculuk yapmasına engel olunmaz. Allah en iyi bilendir.
"Allah nerededir.
.. " Bu hadis Allah'ın sıfatları ile ilgili hadislerdendir.
Sıfatlar hakkında da
iman kitabında birkaç defa sözkonusu edilmiş iki ayrı görüş vardır. Birinci
görüşe göre anlamına dalmayarak ona iman etmek ve bununla birlikte hiçbir şeyin
yüce Allah'a benzemediğine inanıp, yaratılmışların özelliklerinden onu tenzih
etmektir.
İkinci görüş ise bu
ifadelerin Allah'a yakışacak şekilde tevil edilmesidir.
Bu görüşü kabul edenler
şöyle açıklarlar: Bu cariyenin imtihan edilmesinden (ona soru sorulup,
sınanmasından) maksat, yaratanın kainatın işlerini çekip çevirenin ve her bir
işi yapanın o olduğuna inanan, kendisine duai edildiği takdirde -tıpkı namaz
kılan kimsenin Kabe'ye yöneldiği gibi semaya yöneldiğine ve yüce Allah
münhasıran Kabe yönünde olmadığı gibi, münhasıran semada da olmadığına inanan,
aksine Kabe namaz kılanların kıblesi olduğu gibi- semanın dua edenlerin kıblesi
olduğuna inanan bir kimse gibi muvahhid mi yoksa önlerinde bulunan putIara
ibadet eden puta tapıcılardan mı olduğunu ortaya çıkarmaktı. Maksat bu
cariyenin nasıl inanca sahip olduğunu ortaya çıkarmaktı. Cariye semadadır,
deyince onun putlara tapan birisi değil, muvahhid birisi olduğu anlaşıldı. Kadi
İyaz dedi ki: Yüce Allah'ın:
"Gökte olanın sizi
yere geçirmesinden emin mi oldunuz?" (Mülk, 16) buyruğu gibi, zahirlerinde
yüce Allah'ın semada olduğunu sözkonusu eden buyrukları, zahirlerinden
anlaşılan anlamda olmayıp, fakihleriyle, muhaddisleriyle, kelamcılarıyla, akli
ve mantıki ilimlerle uğraşanlarıyla, mukallid olanlarıyla, hepsine göre tevil
edileceği hususunda, Müslümanlar arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur.
Herhangi bir sınır ve bir keyfiyetlendirme olmaksızın yüce Allah'ın yukarıda
olduğunu kabul eden muhaddis, fakih ve kelamcılar semada ifadesini semanın
üstünde diye tevil etmişlerdir. Akli ilimlerle uğraşanlar, kelamcılar ve tenzihe
yönelen kimseler ise şanı yüce Allah hakkında sınırın sözkonusu olmadığını,
onun için belli bir cihetio imkansız olduğunu söyleyen kimseler de bu
görüşlerine uygun olarak bu gibi ayetleri tevil etmişler ve az önce geçenlere
benzer açıklamalar yapmışlardır.
(Kadi İyaz devamla) dedi
ki: Keşke sünnet ehlinin ittifakının ittifakını neyin sağladığını bir bilsek?
Doğrusu hepsi de emrolundukları gibi (Allah'ın) zah hakkında düşünmekten uzak
durmanın vacip olduğunu kabul etmiş ve bu hususta aklın kararsızlığı sebebiyle
susup, bir şey söylememişlerdir. Ayrıca Allah hakkında keyfiyetlendirmenin ve
şekil düşünmenin haram olduğu üzerinde de ittifak etmişlerdir. Onların bu
tutumları ise bu konuda kanaat belirtmemeleri ve bir şey söylemekten uzak
durmalarından dolayıdır. Yoksa varlık ve var olan hakkındaki bir şüpheden ötürü
değildir ve bunun tevhide aykırı bir tarafı da yoktur. Aksine bu tutum tevhidin
hakikatidir. Onlar bu hususlarda ittifak etmekle birlikte bazıları böyle bir
müsamahakarlıktan çekinmiştir. Acaba keyfiyetlendirme ile bir cihette olduğunu
kabul etmek arasında bir fark var mıdır ama şeriatın kullandığı, onun kulları
üzerinde kahir olduğu, Arşın üzerinde istiva ettiğini ortaya koyan lafızlar da
ortadadır. Bütün bunlarla birlikte aklen başka türlüsü doğru olmayan küIli
tenzihi ortaya koyan kapsamlı ayete de sımsıkı sarılmak gerekir ki bu da:
"Onun gibi hiçbir şey yoktur" (Şura,lI) buyruğudur. Şüphesiz o (bu
buyruğa göre tenzih) yüce Allah'ın başarı ihsan ettiği kimseler için (Allah'ın
zah hakkında yanlış kanaatlere kapılmaktan) bir koruyucudur. Kadi İyaz'ın -yüce
Allah'ın rahmeti onaaçıklamaları bunlardır.
Hadisten Çıkan Hükümler
1- Mümin birisini
hürriyetine kavuşturmak, kafir birisini hürriyetine kavuşturmaktan daha
faziletlidir. Bununla birlikte ilim adamları keffaretler dışında kafirin
kölelikten azad edilmesinin caiz olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Yine
Kur'an-ı Kerim'de belirtildiği üzere öldürme keffaretinde kafir köleyi
hürriyetine kavuşturmanın yeterli olmayacağını da iCma ile kabul etmişlerdir.
Yalnız zihar, yemin ve ramazan günü cima keffaretinde yeterli olup olmayacağı
hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şafii, Malik ve cumhur öldürme keffaretindeki
mutlak ifadeyi kayıtlı ifadeye göre yorumlayarak ancak mümin köleyi hürriyetine
kavuşturmanın geçerli olacağını söylemişlerdir. Ebu Hanife -Allah ondan razı
olsun- ve Kufeliler ise ifadenin mutlak oluşu dolayısıyla kafiri hürriyetine
kavuşturmak da bu kimse için yeterlidir çünkü ona da köle denilir, demişlerdir.
2- ''Allah nerede? Cariye:
Semadadır dedi. .. " Bu buyruktan da kafirin yüce Allah'ı ve Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in risaletini kabul etmedikçe mümin olamayacağına
delil vardır.
3- Şehadet kelimesini
söyleyip, buna kesin olarak inanan bir kimseye imanının sahih olması kıble
ehlinden ve cennetlik olması için yeterlidir. Bununla birlikte bu şehadetine
dair ayrıca delil ve belge koymakla da yükümlü tutulmaz, delil bilmek
zorunluluğu da yoktur. Cumhurun benimsediği kanaat de budur. Bu mesele ile
ilgili açıklamalar ilgili diğer hususlarla birlikte iman bölümünün baş
taraflarında geçti. Başarı Allah'tandır.
(1201) İbn Mesud'un
hadisinde: "Biz namazda olduğu halde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e selam verirdik. .. "
(1203) Zeyd b. Erkam'ın
(r.anh) hadisinde: "Biz namazda iken konuşurduk. .. "
(1205) Cabir (r.anh)
rivayet ettiği hadiste: "Ras(ılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni
bir iş için göndermişti. .. "
Bu hadislerde de çeşitli
hükümler anlaşılmaktadır:
5- İster namazın
maslahatına olsun, ister olmasın namazda konuşmak haramdır.
6- Namazda iken sözlü
olarak selamı almak haram, işaretle almanın zararı yoktur hatta işaretle selamı
almak müstehaptır.
Şafii ve çoğunluğu
teşkil eden ilim adamları bu hükümleri böylece kabul etmektedir. Kadi İyaz dedi
ki: İlim adamlarından bir topluluk namazda selamın sözlü olarak da alınacağını
kabul etmişlerdir. Ebu Hureyre, Cabir, Hasan, Said b. el-Museyyeb, Katade ve
İshak bunlar arasındadır.
İçinden selamı alacağı
da söylenmiştir. Ata, Nehai ve Sevri: Namazdaki selamı verdikten sonra selamı
alır, demişlerdir. Ebu Hanife -Allah ondan razı olsun- ise her durumda, sözlü
de işaretle de selamı almaz, demiştir.
Ömer b. Abdulaziz, Malik
ve mezhebinin alimleri ile bir topluluk ise işaretle selamı alır fakat sözlü
olarak almaz demişlerdir.
Sözlü olarak selamı
alacağını söyleyen kimselere sanki bu husustaki hadisler ulaşmamış gibidir.
7- Namaz kılana selam
vermeye gelince, Şafii -yüce Allah'ın rahmeti ona- 'nin görüşüne göre namaz
kılana selam verilmez. Eğer namaz kılana selam verecek olursa selamının
alınmasını hak etmez. İlim adamlarından bir topluluk da böyle demişlerdir.
Malik (r.a.)'dan ise iki rivayet gelmiştir. Birisine göre namaz kılana selam
vermek mekruhtur, diğerine göre caizdir.
"Şüphesiz namazda
bir meşguliyet vardır" buyruğu şu demektir: Namaz kılanın görevi namazıyla
meşgul olup, onunla uğraşmaktır. Ne söylediğini düşünür ve namazdan başka bir
şey ile ilgilenmez, ne selam alır, ne de başkasını yapar.
(1202)
"Hureym" isminde he harfi ötreli, re harfi fethalıdır.
"Allah için kan
itler olarak ayakta durun." itaat edenler demek olduğu söylendiği gibi,
ses çıkarmayanlar diye de açıklanmıştır.
(1203) "Susmamız
emredildi, konuşmamız yasaklandı."
8- Bunda (namazda) Ademoğullarının
her türlü kelamının tamamen haram olduğuna delil vardır. İlim adamları namazda
konuşmanın haram olduğunu bilerek namazın maslahatına olmaksızın namazı
kurtarmak ve benzeri maksatla yapılmaksızın haram olduğunu bilerek ve kasten
namazda konuşmanın namazı iptal ettiğini icma ile kabul etmişlerdir. Namazın
maslahatına olan sözler söylemeye gelince, Şafii, Malik, Ebu Hanife ve Ahmed
-Allah onlardan razı olsun- ve cumhur namazı iptal eder derken, Evzai ile
Maliki mezhebine mensup bazı fukaha ile az sayıdaki bir topluluk caiz kabul
etmişlerdir. Unutarak konuşmak bize göre namazı iptal etmez (bozmaz). Cumhura
göre ise uzunca konuşmamak şartıyla (bozulmaz). Ebu Hanife -Allah ondan razı
olsun- ile Kfıfeliler ise namaz batıl olur demişlerdir. Buna dair açıklamalar
daha önce geçti.
9- Cabir (r.anh)'ın
rivayet ettiği hadiste selamın işaretle alınabileceği ve namazın işaret ve
benzeri az miktardaki hareketlerle bozulmayacağı anlaşılmaktadır.
10- Kendisine selam
verilip de herhangi bir engel dolayısıyla selamı alamayan kimsenin Müslüman
kimseye mazeretini beyan etmesi ve ona bu engeli söylemesi de gerekir.
(1205) "Yüzünü
doğuya doğru çevirmiş olduğu halde" yani hem yüzünü, hem bineğini doğuya
doğru çevirmişken.
11- Yolculukta nafile
namaz kılarken bineğin döndüğü tarafa yüzü çevirmenin caiz olduğuna delil
vardır, bu hususta icma bulunmaktadır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: