SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب أدني
أهل الجنة
منزلة فيها
84- CENNETTE MAKAMI EN
AŞAĞI OLANLARA DAİR BİR BAB
311- (188) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا يحيى بن
أبي بكير.
حدثنا زهير بن
محمد عن سهيل
بن أبي صالح،
عن النعمان بن
أبي عياش، عن
أبي سعيد
الخدري؛ أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال: "إن
أدنى أهل
الجنة منزلة
رجل صرف الله
وجهه عن النار
قبل الجنة.
ومثل له شجرة
ذات ظل. فقال:
أي رب! قدمني
إلى هذه
الشجرة أكون
في ظلها". وساق
الحديث بنحو
حديث ابن
مسعود. ولم
يذكر "فيقول: يا
ابن آدم! ما
يصريني منك"
إلى آخر الحديث.
وزاد فيه
"ويذكره الله
سل كذا وكذا.
فإذا انقطعت
به الأماني
قال الله: هو
لك وعشرة
أمثاله" قال
"ثم يدخل بيته
فتدخل عليه زوجتاه
من الحور
العين.
فتقولان:
الحمد لله الذي
أحياك لنا
وأحيانا لك.
قال فيقول: ما
أعطي أحد مثل
ما أعطيت".
463- Bize Ebu Bekir b. Ebi
Şeybe tahdis etti. Nu'man b. Ebi Ayyaş'ın Ebu Said
el-Hudri'den rivayetine göre: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu: ''Şüphesiz cennet ehli arasında makamı en aşağı mer tebede olan kişi,
Allah'ın, yüzünü ateşten cennete doğru çevirdiği ve ona gölgeli bir ağaç
gösterdiği bir kimse olacaktır. Bu adam: Rabbim beni bu ağaca yaklaştır da
gölgesinde bulunayım diyecek. "
Sonra hadisi İbn
Mesud'un hadisine yakın olarak zikretti, ama rivayetinde:
"Ey Ademoğlu, sana
ne versem de dileklerinin sonu gelse" kısmını hadisin sonuna kadar
zikretmedi. Ama rivayetinde fazladan şunları zikretti: ''Allah da ona şunu şunu
iste, diye hatırlatır." Nihayet edeceği temennileri kesilince (bitince)
Allah: "Bu, on misliyle birlikte senindir" buyuracak. Sonra evine
girecek, onun yanına hurul iyn'den iki zevcesi de içeri girecek ve her ikisi:
Bizim için sana hayat veren, senin için de bize hayat veren Allah'a hamdolsun,
diyecekler. O da: Bana verilenler gibi hiçbir kimseye verilmemiştir, diyecek.
"
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 4392
AÇIKLAMA: "en-Numan b. Ebu Ayyaş"
Ebu Ayyaş ez-Zuraki el-Ensari bilinen bir sahabidir. İsminin ne olduğu
hususunda görüş ayrılığı meşhurdur. Zeyd b. es-Samit denildiği gibi, Zeyd b.
en-Numan, Ubeyd ve Abdurrahman olduğu da söylenmiştir.
"Hur-u ıyn'den iki
zevcesi de yanına girer ... " "(....): İki zevcesi" anlamındaki
lafız rivayetlerde ve asıl yazmalarda bu şekilde "zevce"nin ikili
olarak sabittir. Tesniyenin bu şekilde yapılması doğru ve bilinen bir
söyleyiştir. Bu hususta Arap şiiri arasında pek çok tanık beyit vardır ki,
İbnu's-Sikklt ve dilbilginleri arasından pek çok kimse bunları zikretmiş
bulunmaktadır.
"İkisi der ki"
anlamındaki mı yukarıdan noktalı te harfi iledir. Her ne kadar böyle olduğu
açıkça bilinen bir husus ise de bunu özellikle zaptetmemizin sebebi yazılış
arasında farkı gözetemeyen bazı kimselerin bu hususta yanılarak bu fiili alttan
iki noktalı ye ile telaffuz etmeleridir. Bu ise hiç şüphesiz bir yanlış okuyuştur.
Nitekim yüce Allah'ın: "O zaman içinizden iki zümre bozulmaya yüz
tutmuştu." (Al-i İmran, 3/122); "Onlann berisinde ise kanşmasın diye
(koyunlannı) kollayan iki hanım buldu." (Kasas,23); "Muhakkak ki
Allah göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar. Eğer zeval bulsalar ...
" (Falır,35/41); "Her ikisinde de akar iki pınar vardır. "
(Rahman, 55/50) buyruklarında da böyledir.
İki zevcesinin:
"Bizim için sana hayat veren ... Allah'a hamd olsun" sözleri de: Seni
bizim için, bizi de senin için yaratıp, sevinci ebedi olan bu yurtta bizi bir
araya getiren Allah'a hamdolsun, demektir. Allah en iyi bilendir.
312- (189) حدثنا
سعيد بن عمرو
الأشعثي.
حدثنا سفيان
بن عيينة عن
مطرف وابن
أبجر، عن
الشعبي؛ قال:
سمعت المغيرة
ابن شعبة،
رواية إن شاء
الله. ح وحدثنا
ابن أبي عمر.
حدثنا سفيان.
حدثنا مطرف بن
طريف
وعبدالملك بن
سعيد. سمعا
الشعبي يخبر
عن المغيرة بن
شعبة؛ قال: سمعته
على المنبر،
يرفعه إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال:
وحدثني بشر بن
الحكم. واللفظ
له. حدثنا
سفيان بن
عيينة. حدثنا
مطرف وابن أبجر.
سمعا الشعبي
يقول: سمعت
المغيرة بن
شعبة يخبر به
الناس على
المنبر. قال
سفيان: رفعه
أحدهما (أراه
ابن أبجر) قال
"سأل موسى ربه:
ما أدنى أهل
الجنة منزلة؟
قال: هو رجل
يجيء بعد ما
أدخل أهل
الجنة الجنة
فيقال له:
ادخل الجنة .
فيقول أي رب !
كيف؟ وقد نزل
الناس منازلهم
وأخذوا
أخذاتهم؟
فيقال له:
أترضى أن يكون
لك مثل ملك
ملك من ملوك
الدنيا؟
فيقول: رضيت،
رب! فيقول: لك
ذلك ومثله ومثله
ومثله ومثله.
فقال في
الخامسة:
رضيت، رب! فيقول:
هذا لك وعشرة
أمثاله. ولك
ما اشتهت نفسك
ولذت عينك.
فيقول: رضيت،
رب! قال: رب!
فأعلاهم منزلة؟
قال: أولئك
الذين أردت غرست
كرامتهم بيدي.
وختمت عليها.
فلم تر عين
ولم تسمع أذن
ولم يخطر على
قلب بشر" قال
ومصداقه في
كتاب
الله عز وجل:
{فلا تعلم نفس
ما أخفي لهم
من قرة أعين} [32/السجدة/
الآية-17] الآية.
464- Bize Said b. Amr
el-Eş'asi tahdis etti. Bize Süfyan b. Uyeyne, Mutarrif ve İbn Ebcer'den tahdis
etti. O Şa'bi'den şöyle dediğini nakletti: Muğire b. Şu'be'den -yüce Allah'ın
izniyle- rivayeten dinledim. (H) Bize İbn Ebi Ömer de tahdis etti. Bize Süfyan
tahdis etti. Bize Mutarrif b. Tarif ve Abdulmelik b. Said tahdis etti. İkisi de
Şa'bl'yi, Muğire b. Şu'be'den
haber verirken dinledi. (Şa'bi) dedi ki: Ben onu minberin üzerinde hadisi
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ref ederken dinledim, dedi. Bana
Bişr b. Hakem de -ki lafız onundur- tahdis etti. Bize Süfyan b. Uyeyne tahdis
etti. Bize Mutarrif ve İbn Ebcer tahdis etti. Her ikisi Şa'bl'yi şöyle derken
dinledi: Muğıre b. Şu'be'yi bunu insanlara minber üzerinde haber verirken
dinledim. Süfyan dedi ki: İkisinden birisi -zannederim o da İbn Ebcer'dir-
hadisi ref' etti. (Allah Resulü) buyurdu ki:
"Musa Rabbinden:
Cennet ehli arasında cennetteki makamı en aşağıda olan hakkında soru sordu.
(Yüce Allah) şöyle buyurdu: Bu cennetliklerin cennete konulmasından sonra
gelecek bir adamdır. Ona: Cennete gir denilecek, o: Rabbim, nasıl (gireyim)?
İnsanlar konaklarına, makamlarına yerleşmiş, alacaklarını da almışlar, diyecek.
Ona: Dünya krallarından
bir kralın mülkünün mislinin senin olmasına razı gelir misin, denilecek. O razı
oldum Rabbim, diyecek. Bu sefer: Sana bu onun bir misli, onun bir misli, onun
bir misli ve onun bir misli daha verilecek, buyuracak. Adam beşincisinde razı
oldum Rabbim, diyecek. Rabbi: Bu on misli ile birlikte senindir, bir de sana
canının çektiği, gözünün zevk aldığı her şeyde verilecektir, buyuracak.
Adam: Razı oldum Rabbim,
diyecek. (Musa) dedi ki: Rabbim, peki ya cennetlikler arasında makamı en yüksek
olan(a ne verilecek) dedi. Şöyle buyurdu: İşte, bunlar benim istediğim ve
onların kerametlerimi (onlara lütuf ve ihsanlarımı) elimle diktiğim ve
üzerlerini mühürlediğim kimselerdir. Hiçbir göz (onları) görmemiş, hiçbir kulak
işitmemiş ve hiçbir insanın kalbinden geçmemiştir." Aziz ve Celil Allah'ın
kitabında bunun doğruluğunun delili ise: "Kendileri için gözleri
aydınlatan ne nimetler gizlediğini hiçbir kimse bilmez. " (Secde, 17)
buyruğudur, dedi.
Diğer tahric: Tirmizi,
3198; Tuhfetu'I-Eşraf, 11503
AÇIKLAMA: "Bize Said b. Amr el-Eş'ası tahdis
etti." Dedesi el-Eş'as'a nisbet edilmiştir. Daha önee açıklanmıştı.
"İbn Ebeer"
adı Abdulmelik b. Said b. Hayyan b. Ebeer'dir. Tabiinden olup, Ebu't-Tufeyl
Amir b. Vasile'den hadis dinlemiştir. Müslim onun adını hadisin ikinci rivayet
yolunda vererek Abdulmelik b. Said demiştir.
"Mutarrif ve İbn
Ebcer'den, ikisi Şa'bl'den, dedi ki: Muğıre b. Şu'be'yi inşallah rivayet
yoluyla dinledim." Diğer rivayette "onu minber üzerinde Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ref ederken dinledim." Öbür rivayette ise
"Süfyan'dan, o Mutarrif'ten ve İbn Ebeer' den ... Süfyan dedi ki:
İkisinden birisi -sanırım o İbn Ebcer'dir- hadisi ref etti dedi. Musa yüce
Rabbine ... sordu." Şeklindedir.
Şunu hatırlatalım ki:
Kitabın başındaki fasıllarda açıkladığımız üzere hadis alimlerinin
"rivayet yoluyla" yahut "onu ref ederek" yahut:
"nispet ederek" ya da "onu ona ulaştırarak" gibi lafızların
hepsinin ilim ehli nezdinde hadisin Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
izafe edilmesi için öngörülmüş olduğunu belirttik. Bu hususta ilim ehli
arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Buna göre onun "rivayetenlrivayet
yoluyla" demesi: Dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demektir. Zaten Müslim bunu burada ikinci rivayette beyan etmiş
bulunmaktadır.
"İnşallah rivayeten
(rivayet yoluyla)" sözüne gelince, buradaki şüphenin ve inşallah demenin
ona bir zararı yoktur; çünkü geri kalan rivayetlerde bunu kesin ifade ile
bildirmiştir. Son rivayette söylediği: "İkisinden birisi onu ref'
etti" sözlerinin anlamı da şudur: İki raviden birisi bu hadisi ref edip
onu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e nispet etti, diğeri ise bunu
Muğire'nin mevkuf bir sözü olarak rivayet ederek: Muğire' den dedi ki: Musa
(aleyhissel&m) sordu ... demek olur.
"İkisinden
birisi"de ki zamir ise Süfyan'ın iki hocası Mutarrif ve İbn Ebcer' e
aittir. "İkisinden biri:Şa'bt' den, o Muğire' den, o Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)' den şöyle dediğini nakletti: Musa sordu ... " diye
rivayeti naklederken, diğeri de: "Şa'bt' den, o Muğire' den şöyle dediğini
nakletti: Musa ... sordu."
İşte bu ifadeden çıkan
sonuç şudur: Hadis hem merfu, hem mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Kitabın baş
tarafında kaydettiğimiz fasıllarda da belirttiğimiz üzere, fukahanın usul
alimlerinin ve muhakkik muhaddislerin benimsedikleri tercih edilen doğru görüşe
göre, eğer hadis hem muttasıl, hem mürsel olarak rivayet edilmişse diğer
taraftan yine hadis hem merfu, hem mevkuf olarak rivayet edilmiş ise hüküm
mevsul ve merfu olduğu şeklinde verilir çünkü bu, sika bir ravinin bir
fazlalığıdır. Çeşitli ilim dallanna mensup büyük çoğunluğa göre de bu fazlalık
kabul edilir, dolayısıyla bu hadisin burada merfu ve mevkuf olarak rivayet
edilişindeki ihtilaiının menfi bir etkisi olmaz. Özellikle de çoğunluk bu
hadisi merfu olarak rivayet etmiş olduğuna göre, bu böyledir. Allah en iyi
bilendir.
Musa
(aleyhissel&m)'ın: "Cennetliklerin en aşağı mevkide olanları ...
" şeklindeki sözleri bütün asıl nüshalarda "ma" iledir. Bu da
sahih bir ifadedir, anlamı ise: Cennetliklerin en alt mertebede olanların
niteliği ya da alameti nedir, demektir.
Muğıre isminin mim harfi
ötreli ve kesreli (Miğıre) şeklinde telaffuz edildiği ve bunun iki söyleyiş
olduğu, ötreli telaffuzun ise daha meşhur olduğu da önceden geçmişti. Allah en
iyi bilendir.
"Herkes
konaklayacağı yere yerleşmiş ve alacağını almışken nasılolur ... " Kadı
İyaz bu, onların Mevlalarının lütuf ve ikramlarından alıp, elde ettikleri
anlamındadır. Yahut onlar konaklarına gitmek üzere yola koyulmuşlar anlamında
da olabilir.
"Onların mevki
itibariyle en yüksek olanları (Allah: İşte benim istediklerim ... onlardır,
buyurdu}." İstemekten kasıt seçmek ve süzmektir. "Lütuf ve
ikramlarını ellerimle diktim ... " buyrukları da onları seçtim, onları
veli ve dost edindim. Onlara lütuf ve ikramlarım hiçbir şekilde
değişmeyecektir. Sözlerin sonunda ise ne oldukları bilinen ifadeler hazfedilmiştir.
Bunun da takdiri şudur: Benim onlara yapmış olduğum ikramlar ve onlar için
hazırladıklarım hiçbir kimsenin kalbinden geçmemiştir.
"Doğruluğunun
delili" anlamındaki (.jI~J) lafzının başındaki mim harfi kesrelidir,
doğruluğunun delili ve bunu doğrUlayan anlamındadır. Allah en iyi bilendir.
313 - (189) حدثنا
أبو كريب.
حدثنا
عبيدالله
الأشجعي عن عبدالملك
بن أبجر؛ قال: سمعت
الشعبي يقول:
سمعت المغيرة
بن شعبة يقول على
المنبر: إن
موسى عليه
السلام سأل عز
وجل عن أخس
أهل الجنة
منها حظا.
وساق الحديث
بنحوه.
465- Bize Ebu Kureyb tahdis
etti. Bize Ubeydullah el-Eşcai, Abdulmelik b. Ebcer'den şöyle dediğini tahdis
etti: Şa'bi'yi şöyle derken dinledim: Muğıre b.
Şu'be'yi minber üzerinde şöyle derken dinledim: Musa (aleyhisselam) Aziz ve
Celil Allah'a cennetlikler arasında cennetten payı en az olan kişiye dair soru
sordu, sonra da hadisi buna yakın olarak rivayet etti.
AÇIKLAMA: "Musa (aleyhisselfun) yüce
Allah'a cennetliklerin en alt mertebesinde olanı sordu" ibaresindeki
"en alt mertebe" anlamındaki kelime hemzeden sonra noktalı hı ve
sonunda şeddeli sin iledir. Bütün raviler bunu böylece rivayet etmişlerdir.
Diğer rivayette geçtiği gibi en alt mertebede olanları anlamındadır.
314- (190) حدثنا
محمد بن
عبدالله بن
نمير. حدثنا
أبي. حدثنا
الأعمش عن
المعرور بن سويد،
عن أبي ذر؛
قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "إني
لأعلم آخر أهل
الجنة دخولا
الجنة. وآخر
أهل النار خروجا
منها. رجل
يؤتى به يوم
القيامة.
فيقال: اعرضوا
عليه صغار
ذنوبه
وارفعوا عنه
كبارها. فتعرض
عليه صغار
ذنوبه. فيقال:
عملت يوم كذا
وكذا، كذا
وكذا. وعملت
يوم كذا وكذا،
كذا وكذا.
فيقول: نعم. لا
يستطيع أن
ينكر. وهو
مشفق من كبار
ذنوبه أن تعرض
عليه. فيقال
له: فإن لك
مكان كل سيئة
حسنة. فيقول:
رب! قد عملت
أشياء لا
أراها ههنا".
فلقد رأيت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم ضحك
حتى بدت نواجذه.
[:-466-:] Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. Bize
babam tahdis etti, bize A'meş, Ma'rur b. Suveyd'den tahdis etti. O Ebu Zerr'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ben cennetlikler arasında
cennete en son girecek, cehennemlikler arasında da oradan en son çıkacak kişiyi
biliyorum. Bu kıyamet gününde getirilip, kendisine şöyle denilecek olan bir
adamdır: Ona sadece küçük günahlarını arzedin, büyük günahlarını üzerinden
kaldırın.
Bunun üzerine kendisine
küçük günahları gösterilecek ve: Şu şu gününde şunu şunu işledin, filan filan
günde de şunu şunu işledin, denilecek. O evet diyecek ve (hiçbir şeyi) inkar
edemeyecek. Aynı zamanda kendisi büyük günahlarının da kendisine arz
edilmesinden korkup, endişe edecek, sonra kendisine sana her bir günahın yerine
bir hasene vardır, denilecek. O: Rabbim, ben birtakım şeyleri iş/emiş olduğum
halde onları burada göremiyorum, diyecek."
(Ebu Zerr dedi ki):
Andalsun Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in küçük azı dişleri
görününceye kadar güldüğünü gördüm.
Diğer tahric: Tirmizi,
2596; Tuhfetu'l-Eşraf, 11983
315 - (190) وحدثنا
ابن نمير.
حدثنا أبو
معاوية ووكيع.
ح وحدثنا أبو
بكر بن أبي
شيبة. حدثنا
وكيع. ح وحدثنا
أبو كريب.
حدثنا أبو
معاوية؛
كلاهما عن الأعمش،
بهذا الإسناد.
467- Bize İbn Numeyr de
tahdis etti. Bize Ebu Muaviye ve Vekı' tahdis etti. (H) Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe de tahdis etti, bize Vekı' tahdis etti. (H) Bize Ebu Kureyb de tahdis etti,
bize Ebu Muaviye tahdis etti. Her ikisi (Veki' ile Ebu Muaviye) A'meş'ten bu
isnad ile (hadisi rivayet etti).
316 - (191) حدثني
عبيدالله بن
سعيد وإسحاق
بن منصور؛ كلاهما
عن روح. قال
عبيدالله:
حدثنا روح بن
عبادة القيسي.
حدثنا ابن
جريج قال:
أخبرني أبو
الزبير؛ أنه
سمع جابر بن
عبدالله يسأل
عن الورود.
فقال: نجيء
نحن يوم
القيامة عن
كذا وكذا انظر
أي ذلك فوق
الناس. قال
فتدعى الأمم
بأوثانها وما
كانت تعبد.
الأول فالأول.
ثم يأتينا
ربنا بعد ذلك فيقول:
من تنظرون؟
فيقولون: ننظر
ربنا. فيقول: أنا
ربكم.
فيقولون: حتى
ننظر إليك.
فيتجلى لهم
يضحك. قال
فينطلق بهم ويتبعونه.
ويعطي كل
إنسان منهم،
منافق أو مؤمن،
نورا. ثم
يتبعونه. وعلى
جسر جهنم
كلاليب وحسك.
تأخذ من شاء
الله. ثم يطفأ
نور
المنافقين. ثم
ينجو
المؤمنون.
فتنجو أول
زمرة وجوهم
كالقمر ليلة
البدر. سبعون
ألفا لا
يحاسبون. ثم
الذين يلونهم
كأضوإ؟؟ نجم
في السماء. ثم
كذلك. ثم تحل
الشفاعة.
ويشفعون حتى
يخرج من النار
من قال: لا إله
إلا الله.
وكان في قلبه
من الخير ما
يزن شعيره.
فيجعلون
بفناء الجنة.
ويجعل أهل
الجنة يرشون
عليم الماء
حتى ينبتوا
نبات الشيء في
السيل. ويذهب
حراقه. ثم يسأل
حتى تجعل له
الدنيا وعشرة
أمثالها معها.
468- Bana Ubeydullah b.
Said ve İshak b. Mansur, ikisi Ravh'dan tahdis etti. Ubeydullah dedi ki: Bize
Ravh b. Ubade el-Kaysi tahdis etti, bize İbn-i Cüreyc tahdis edip dedi ki: Bana
Ebu'z-Zübeyr'in tahdis ettiğine göre o Cabir b. Abdillah'a vurud (geliş)
hakkında soru sorulurken dinlemiş (Cabir)
şöyle demiştir: Bizler kıyamet gününde filan ve filan yerden geleceğiz.
Bunların hangisinin insanların üstünde olduğuna bir bak.
(Cabir devamla) dedi ki:
Ümmetler putlarıyla ve tapındıkları şeylerle bir bir çağrılacak. Sonra Rabbimiz
bize gelip: Kimi bekliyorsunuz diyecek, onlar: Rabbimizi bekliyoruz diyecekler.
Ben Rabbinizim diyecek, onlar sana bakmadan kabul etmeyiz, diyecekler. Onlara
gülerek tecelli edecek. Sonra onları alıp gidecek, onlar da arkasından
gidecekler. Münafık yahut mümin olsun onlardan her bir insana bir nur
verilecek, onlar da onun arkasından gidecekler. Cehennem üzerindeki köprü
üzerinde ise kancalar ve dikenler olacaktır. Allah'ın dilediği kimseleri yakalayacaklar.
Sonra münafıkların nuru sönecek, sonra müminler kurtulacak. İlk zümre yüzleri
ondördündeki ay gibi kurtulacaklar. Bunlar yetmiş bin kişi olup hesaba
çekilmeyecekler sonra onların arkasından gelecekler semadaki bir yıldızın
ışıkları gibi gelecekler sonra bu şekilde (gelmeye devam edecekler). Sonra
şefaate izin verilecek. Cehennem ateşinden la ilahe illallah deyip, kalbinde
bir arpa ağırlığınca hayır namına bir şeyler bulunan kimseler çıkıncaya kadar
şefaat edecekler. Bu çıkarılanlar cennetin içine bırakılacaklar. Cennet ehli
onların üzerine su dökmeye başlayacaklar, nihayet bunlar selde gelen bir şeyin
bitmesi gibi bitecekler. Onun (her birinin) ateş yanığı gidecek sonra ona dünya
ve onunla birlikte on misli verilinceye kadar dilekte bulunacak.
Bunu yalnız Müslim
rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2841
317- (191) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا سفيان
بن عيينة، عن
عمرو ، سمع
جابرا يقول:
سمعه من النبي
صلى الله عليه
وسلم بأذنه
يقول: " إن
الله يخرج
ناسا من النار
فيدخلهم
الجنة ".
469- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe tahdis etti. Bize Süfyan b. Uyeyne, Amr'dan tahdis etti. O Cabir'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den:
"Şüphesiz Allah cehennem ateşinden birtakım insanları çıkartacak ve onları
cennete koyacaktır" buyurduğunu kulaklarıyla dinlediğini söylerken işitti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2545
318- (191) حدثنا
أبو الربيع.
حدثنا حماد بن
زيد. قال قلت لعمرو
بن دينار:
أسمعت جابر بن
عبدالله يحدث
عن رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "إن
الله يخرج
قوما من النار
بالشفاعة؟"
قال: نعم.
470- Bize Ebu Rabi'de
tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd tahdis edip dedi ki: Amr b. Dinar'a sordum: Cabir b. Abdullah'ı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den: "Şüphesiz Allah şefaat ile cehennem ateşinden birtakım
kimseleri çıkartacaktır" diye tahdis ederken dinledin mi dedim. O, evet
dedi.
Diğer tahric: Buhari,
6558; Tuhfetu'l-Eşraf, 2514
AÇIKLAMA: (468) "Bana Ebu'z-Zubeyr'in
haber verdiğine göre o Cabir b. Abdullah'a ... Bunların hangisinin insanların
üstünde olduğuna bir bak. .. " Bu lafız Sahih-i Müslim'in bütün
asıllarında bu şekildedir. Öncekiler de, sonrakiler de laflZda bir tashif, bir
değişiklik ve bir karışıklık olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Hafız
Abdulhak el-Cem'u Beyne's-Sahihayn adlı eserinde şöyle diyor:
Müslim'in kitabındaki bu
şekildeki ifadeler ya müstensihlerden birisinin karıştırmasıdır ya da her
nasılolmuşsa bir karışıklıktır.
Kadı İyaz dedi ki: Bütün
nüshalarda hadisin yazılış şekli böyledir. Bunda çokça değişiklik ve tashif
vardır. Doğrusu: Kıyamet gününde kevm üzerinde geleceğiz" şeklindedir.
Evet, bazı hadis alimleri bunu böylece rivayet etmiştir.
Ebu Hayseme'nin
kitabında ise Ka'b b. Malik yoluyla: "Kıyamet gününde insanlar bir tepe
üzerinde ümmetim de bir diğer tepe üzerinde haşredilecektir. " şeklinde
rivayet edilmiştir. Taberi de tefsirde İbn Ömer'in rivayet ettiği bir hadiste
"O -Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ümmeti- bütün insanların
üstünde bir tepenin üzerine çıkacaktır" ibaresini zikretmektedir. Ka'b b.
Malik'in rivayet ettiği hadiste de: "Kıyamet gününde insanlar haşredilecek
ve ben ve ümmetim bir tepenin üzerinde olacağız. "
Kadı İyaz der ki: İşte
bütün bunlar hadiste neyin değişikliğe uğradığını ve aslında ravinin bu
harfleri açık seçik okuyamadığını yahut bunların silinmiş olduğunu ortaya
koymakta, bundan dolayı o da bunu keza ve keza: Şu ve bu diye ifade ederek
sonra da "ey fevka'n-nas: yani insanların üstünde" diye açıklamış,
üzerine de uyarmak maksadıyla "bak" anlamındaki lafzı yazmıştır.
Nakilciler de bütün bunları bir araya getirerek yazmışlardır. Kadı İyaz'ın
açıklamaları bunlardır. Müteahhirundan bir topluluk da bu hususta onun izinden
gitmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
Kadı İyaz der ki: Diğer
taraftan bu hadisin tamamı Cabir'in mevkuf bir sözü olarak gelmiştir. Halbuki
bu Müslim'in şarlına uygun değildir. Çünkü burada Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den söz edilmemektedir. Ama Müslim bunu zikrederek müsned rivayetler
arasına almışlır. Çünkü bu hadis başka bir yoldan müsned olarak rivayet
edilmiştir. Zira İbn Ebu Hayseme, İbn Cureyc'den diye bu hadisi zikretmiş ve
"güler" lafzından itibaren onu merfu olarak rivayet etmiştir. (Bu
rivayete göre Cabir) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i:
"Onlarla gider ... " buyururken dinledim. Müslim de buna İbn Ebu
Şeybe'nin ve başkalarının şefaate ve cehennemden çıkarılacakların çıkartılması
ile ilgili hadiste dikkat çekmiş, orada onun bu hadisi isnadını ve Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadiste bulunanların anlamını kısmen
dinlemiş olduğunu zikretmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
"Onlara gülerek
tecelli eder, onları alıp götürür, onlar da arkasından giderler." Kitabın
baş taraflarında bunlara dair açıklama geçmiş olduğu gibi, az önce gülmenin
anlamı da geçmiş bulunmaktadır. "Tecelli etmek" ise zuhur etmek ve
görmenin önündeki engeli kaldırmaktır. "Gülerek tecelli eder" de
onlardan razı olarak zuhur eder, demektir.
"Sonra münafıkların
nuru söner." Söner anlamındaki fiilin başındaki ye harfi fethalı ve ötreli
okunmuştur. (Fethalı okuyuşa göre anlamı söner, ötreli okuyuşa göre
söndürüıür.) Her ikisi de doğrudur, anlamları açıkça anlaşılmaktadır.
"Sonra... gibi
biterler ve on misli vardır." Bizim diyarımızdaki bütün asıllarda bu
şekilde "şeyin bitmesi" olarak kaydedilmiştir. Kadı İyaz da çoğunluğun
rivayetinden böylece nakletmiştir. Müslim'in bazı ravilerinden
"nebate'ş-şey"i "nebate'd-dimn" diye rivayet ettikleri
nakledilmiştir. Bu şekildeki rivayet Abdulhakk'ın el-Cem' Beyne's-Sahihayn adlı
eserinde bulunan şekildir. İkisi de doğrudur. Ancak birincisi meşhur ve açıkça
anlaşılan şekildir. Selin sürüklediği tanenin bitmesi gibi, şeklindeki önceki
rivayetlerle aynı anlamdadır.
"Nebate'd-dimn"e
gelince, onun da manası bunun gibidir. Çünkü "eddimn" koyun ve
benzeri hayvan pisliği demektir. İfadenin takdiri de: Selde hayvan pislikli
bitki gibi şeklindedir. Yani hayvan pisliğinde ve nehrin kıyılarında bulunan
çörçöpteki gibi biter. Maksat ise hızlı ca ve parlak bir şekilde bitişine
benzetmektir. Metali' sahibi de bu rivayetin sahih olduğuna işaret etmiştir.
Fakat bu rivayeti tahkik hususunda gerekli açıklamaları yapmayarak şunları
söylemiştir: Bana göre bu sahih bir rivayettir ve bu onda yetişen in zayıf,
görünüşü de güzelolmakla birlikte, pislikte olmanın bitmesi gibi hızlı büyür
şeklindedir. Allah en iyi bilendir.
"Ondaki ateş yanığı
gider" ibaresindeki zamir ise cehennemden çıkartılan kişiye aittir.
"Sonra ister"deki zamir de ona aittir. 'f\teş yanığı" ateşin
bıraktığı iz demektir. Allah en iyi bilendir.
319- (191) حدثنا
حجاج بن
الشاعر. حدثنا
أبو أحمد
الزبيري.
حدثنا قيس بن
سليم العنبري.
قال : حدثني
يزيد الفقير.
حدثنا جابر بن
عبدالله؛ قال: قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "إن قوما
يخرجون من
النار
يحترقون
فيها، إلا
دارات وجوههم،
حتى يدخلون
الجنة".
471- Bize Haccac b.
Eş-Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Ebu Ahmed Ez-Zübeyri rivayet etti (dedi
ki): Bize Kays b. Süleym El-Anberi rivayet etti, dedi ki; Bana Yezid el-Fakir
tahdis etti. Bize Cabir b. Abdullah tahdis
edip dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"Cehennem ateşinin içinde yüzlerinin çevresi dışında her tarafları yanan
birtakım kimseler çıkartılacak ve nihayet cennete gireceklerdir. "
Yalnız Müs\im rivayet
etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 3140
320 - (191) وحدثنا
حجاج بن
الشاعر. حدثنا
الفضل بن
دكين. حدثنا
أبو عاصم (يعني
محمد بن أبي
أيوب) قال:
حدثني يزيد
الفقير؛ قال: كنت
قد شغفني رأي
من رأي
الخوارج.
فخرجنا في عصابة
ذوي عدد نريد
أن نحج. ثم
نخرج على
الناس. قال
فمررنا على
المدينة فإذا
جابر بن
عبدالله يحدث
القوم. جالس
إلى سارية. عن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. قال
فإذا هو قد
ذكر
الجهنميين.
قال فقلت له:
يا صاحب رسول
الله! ما
هذا الذي
تحدثون؟
والله يقول:
{إنك من تدخل النار
فقد أخزيته}
[3/آل عمران/
الآية-192] و،
{كلما أرادوا
أن يخرجوا
منها أعيدوا
فيها} [32/السجدة/
الآية-20] فما
هذا الذي
تقولون؟ قال
فقال: أتقرأ القرآن؟
قلت: نعم. قال:
فهل سمعت
بمقام محمد
عليه السلام
(يعني الذي
يبعثه الله
فيه؟) قلت: نعم.
قال: فإنه مقام
محمد صلى الله
عليه وسلم
المحمود الذي
يخرج الله به
من يخرج. قال
ثم نعت وضع
الصراط ومر الناس
عليه. قال
وأخاف أن لا
أكون أحفظ
ذاك. قال غير
أنه قد زعم أن
قوما يخرجون
من النار بعد
أن يكونوا
فيها. قال
يعني فيخرجون
كأنهم عيدان
السماسم. قال:
فيدخلون نهرا
من أنهار
الجنة
فيغتسلون فيه.
فيخرجون
كأنهم القراطيس.
فرجعنا قلنا:
ويحكم! أترون
الشيخ يكذب
على رسول الله
صلى الله عليه
وسلم؟ فرجعنا.
فلا والله! ما
خرج منا غير
رجل واحد. أو
كما قال أبو
نعيم.
472- Bize yine Haccac b.
Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Fadl b. Dükeyn rivayet etti (dedi ki): Bize
Ebu Asım yani Muhammed b. Ebî Eyyub rivayet etti, dedi ki: Bana Yezid el-Fakir tahdis edip dedi ki: Haricilerin bir görüşü
kalbimde iyice yer etmişti. Haccetmek sonra da propaganda maksadıyla insanlar
arasına çıkmak isteği ile birkaç kişilik bir grup ile birlikte yola çıktık.
Yolumuz Medine'ye uğradı. Bir de ne göreyim Cabir b. Abdullah bir direğin
yanında oturmuş, etrafındakilere Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
hadis naklediyordu.
Dedi ki: Derken o
cehennemlikleri sözkonusu etti. (Yezid) dedi ki: Ben de ona: Ey Resulullah'ın
arkadaşı şu anlattığınız neyin nesidir? Halbuki Allah şöyle buyuruyor dedim
(ve) buyrukları okudum: "Rabbimiz şüphe yok ki sen kimi ateşe sokarsan onu
hakir kıldın demektir." (Al-i İmran, 192); "Oradan her çıkmak
istediklerinde tekrar oraya geri döndürülürler." (Secde, 20) Durum böyle
iken daha siz ne diyorsunuz?
Cabir: Kur'an okur musun
(bilir misin) dedi. Ben, evet dedim. O: Peki, Muhammed aleyhisselamın makamını
-Allah'ın onu ölümden sonra diriltip, göndereceği makamını kastediyor- hiç
duydun mu, dedi. Ben, evet dedim. O: İşte o Muhammed (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in Allah'ın kendisi sebebiyle çıkartacağı kimseleri çıkartacağı Makam-ı
Mahmud'udur dedi, sonra Sıratın konulmasını ve insanların üzerinden geçmesini
anlattı. Ayrıca ben bunları ezberimde iyi tutmamış olmaktan korkarım, dedi.
Ancak o cehenneme girdikten sonra cehennem ateşinden birtakım kimselerin
çıkartılacağını da söyledi. Yani onlar susam çubukları imiş gibi çıkacaklar,
cennet ırmaklarından bir ırmağa girip onda yıkanacaklar, sonra (oradan) kağıt
gibi çıkacaklar.
Bizler döndük
(birbirimize):Yazık size, sizce bu yaşlı adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e hiç yalan söylüyor olabilir mi, dedik ve döndük. Allah'a yemin ederim
ki, bizden tek bir adamdan başka (insanlar arasına Haricilik propagandası
maksadıyla) çıkmadı.
Yahut Ebu Nuaym'in
dediği gibi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 3140
321- (192) حدثنا
هداب بن خالد
الأزدي. حدثنا
حماد بن سلمة
عن أبي عمران
وثابت، عن أنس
بن مالك؛ أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال:
"يخرج من
النار أربعة
فيعرضون على
الله. فيلتفت
أحدهم فيقول:
أي رب! إذ
أخرجتني منها
فلا تعدني
فيها. فينجيه
الله منها".
473- Bize Heddâb b. Halid
El-Ezdî rivayet etti (dedi ki): Bize Hammad b. Seleme Ebu imran ile Sabit'ten,
onlarda Enes b. Malik'ten naklen
rivayet ettiler ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): şöyle buyurdu:
"Cehennemden dört kişi çıkarılacak ve onlar Allah'a arz edilecekler.
Onlardan biri dönüp şöyle diyecek: Rabbim, beni oradan çıkardığına göre artık
beni bir daha oraya döndürme diyecek, Allah da onu ondan kurtaracak. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 347, 1073
AÇIKLAMA: (471-473 numaralı hadisler): (471) "Bana Yezid el-Fakir tahdis
etti." Adı Yezid b. Suhayb el-Kufi sonra el-Mekki'dir. Künyesi Ebu
Osman'dır. Ona "el-Fakir" denilmesinin sebebi sırtında bir hastalığa
tutulmuş olmasıdır. Eğilip, bükülmedikçe ondan dolayı ağrı çekiyordu.
"Birtakım kimseler
... nihayet cennete girerler." Yüzleri n yuvarlağı yüzün etrafını çeviren
yanları demektir. Bu ibarelerin anlamı da şudur: Cehennem ateşi yüzün
yuvarlağını yemez; çünkü orası secde yeridir. Burada yüzün yuvarlığı sözkonusu
edilirken daha önce diğer hadiste "secde yerleri"nden söz edilmişti.
Orada da her iki ibarenin bir arada nasıl telif edildiği açıklanmıştı. Allah en
iyi bilendir.
"Haricilerin bazı
görüşleri kalbimde yer etmişti." Asıl yazmalarda ve rivayetlerde
"kalbimde yer etmişti" anlamındaki lafız bu şekilde ğayn iledir. Kadı
İyaz (yüce Allah'ın rahmeti ona) bu kelimenin ayn ile rivayet edildiğini de
nakletmektedir. Her ikisinin anlamı birbirine yakındır; yani bu düşünce
kalbimin zarına yapışmıştl.
Haricilerin görüşüne
gelince, daha önce birkaç defa büyük günah işlemiş olanların cehennemde
ebediyen kalacakları ve cehenneme girenin oradan bir daha çıkmayacağı görüşüne
sahip olduklarını belirtmiştik.
"Haccetmek sonra da
insanlar arasına çıkmak maksadıyla ... yola çıktık." Yani bizler büyük bir
kalabalık halinde önce haccetmek sonra da insanlar arasında haricilerin
mezhebini açıkça ortaya koyup, ona çağırıp, onun propagandasını yapmak üzere
ülkemizden çıktık demektir.
"Ancak o birtakım
kimselerin cehennemden çıkacaklarını söyledi." Burada (aslında iddia etti,
anlamına gelen ve dedi diye tercüme ettiğimiz) zeame fiili, dedi anlamındadır,
kitabın baş taraflarında bunun açıklaması geçmiş, imamların onun ile ilgili
sözleri de nakledilmişti. Allah en iyi bilendir.
"Susam çubukları
gibi çıkarlar. " Kasıt yağı çıkartılan bildiğimiz susamdır.
İbnu'l-Esir diye bilinen
İmam Ebu's-Saadat el-Mubarek b. Muhammed b. Abdulkerim el-Cezeri (yüce Allah'ın
rahmeti ona) şöyle diyor: Susam kökleri sökülüp, taneleri alınmak üzere güneşe
bırakılacak olursa yanmış gibi incelir ve kararır. İşte bunlar ona
benzetilmiştir. Ben bu kelimenin gerçekte ne olduğunu uzun süre araştırdım ve
onu soruşturdum. Fakat bu hususta beni rahatlatacak bir bilgi bulamadım. Ama
büyük bir ihtimalle lafız tahrife uğramış olmalıdır. Büyük bir ihtimalle bu
lafız "sa'sam" çubukları (odunu) olmalıdır. Bu ise abanos gibi siyah
bir ahşaptır.
Ebu's-Saadat'ın
açıklamaları bunlardır. Onun aradaki mim harfini kaydetmeyip, ikinci sin'in
fethalı olarak sözünü ettiği sa'sam kelimesi hakkında Cevheri ve başkaları da
aynı şeyleri söylemiştir. Kadı İyaz ise şunları söylemektedir: Burada
"susam" kelimesinin ne anlama geldiği bilinmiyor. Muhtemelen bunun doğru
şekli "sa'sam odunu" olmalıdır. Bunun doğru olma ihtimali daha
yüksektir. Bu da siyah bir odundur. Abanosun kendisi olduğu da söylenmiştir.
Metali' sahibi ise
şunları söylemektedir: Semasim aslında susam ve kişniş gibi güçsüz her türlü
bitkiye denir. Başkaları da bu muhtemelen hemzeli "sesem" olmalıdır,
o da abanos demektir. Onları abanos gibi siyah diye benzetmiş olmaktadır.
Bu ilim adamlarının bu
hususta söylediklerinin kısa özeti budur. Ancak tercih edilen Ebu's-Saadat'ın
açıkladığı üzere kaydettiğimiz gibi "susam" olduğudur.
Şunu da belirtelim ki,
asıl nüshaların birçoğunda "(.....): onlar susam çubukları gibi"
şeklinde (gibi anlamındaki lafız) he' den sonra elif ile yazılmıştır ama doğru
ve asıl nüshaların ve kitapların birçoğunda yazılı olan şekil ise he' den sonra
mim ile yazılmasıdır. Birincisinin de açıklanabilir bir tarafı vardır. O da
oradaki zamirin suretlerine raci olmasıdır. Yani onların suretleri susam
çubukları gibidir demek olur. Allah en iyi bilendir.
"Kağıt gibi
çıkacaklar." Kırtas: kağıt üzerine yazı yazılan sahife demektir.
O ırmakta yıkandıktan
sonra ileri derecede beyaz olup, üzerlerindeki siyahlık kaybolacağından ötürü
onları kağıtlara benzetmiştir.
"Yazık size! O
yaşlı adamın Resulullah'a yalan söylediğini nasıl düşünebilirsiniz?"
Buradaki yaşlı adamdan kasıt Cabir b. Abdullah (r.a.)'dır. Bu soru bir inkar ve
böyle bir kanaati red anlamını taşır; yani onun yalan söylediği asla
düşünülemez, böyle bir şüphe olamaz.
"Sonra geri döndük
... " Yani hacdan döndük ve biz haricilerin görüşünü hiç sözkonusu
etmedik. Aksine sustuk ve bundan dolayı tövbe ettik. "Aramızdan bir adam
müstesna." O bu görüşten vazgeçmek hususunda bize muvafakat etmedi.
"Yahut Ebu Nuaym'in
dediği gibi" ibaresinden kasıt senedin başında adı geçen Ebu Nuaym Fadl b.
Dukeyn'dir. O Müslim'in hocasının hocasıdır. Onun bu yaptığı ravilerin rivayet
ettikleri edeplerden bilinen bir edep ve terbiyedir. Bu da eğer ravi rivayeti
mana yoluyla nakletmiş ise rivayetinin sonunda ihtiyaten ve meydana gelmiş bir
değişiklik endişesiyle "yahut onun dediği gibi" demesidir.
(473) "Bize Heddab
b. Halid el-Ezdı tahdis etti. .. Enes (r.a.)'dan" Bu senetteki ravilerin
tamamı Basralıdır.
"Heddab"in adı
Hudbe olarak da söylenir. Bunların biri isimdir, diğeri lakaptır. Fakat hangisinin
hangisi olduğu ihtilaflıdır. Buna dair açıklama daha önce geçmişti.
Senetteki Ebu İmran'ın
nispeti el-Cevnı' dir. Adı da Abdulmelik b. Habib'dir. Sabit'in nispeti ise
el-Bunanl'dir.
322 - (193) حدثنا
أبو كامل فضيل
بن حسين
الجحدري،
ومحمد بن عبيد
الغبري
(واللفظ لأبي
كامل). قالا:
حدثنا أبو
عوانة عن
قتادة، عن أنس
بن مالك؛ قال: قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "يجمع
الله الناس
يوم القيامة
فيهتمون لذلك
(وقال ابن عبيد:
فيلهمون لذلك)
فيقولون: لو
استشفعنا على
ربنا حتى
يريحنا من
مكاننا هذا!
قال فيأتون
آدم صلى الله
عليه وسلم
فيقولون: أنت
آدم أبو
الخلق. خلقك
الله بيده
ونفخ فيك من
روحه. وأمر
الملائكة
فسجدوا لك.
اشفع لنا عند
ربك حتى
يريحنا من
مكاننا هذا.
فيقول: لست
هنا كم. فيذكر
خطيئته التي
أصاب. فيستحي
ربه منها.
ولكن ائتوا
نوحا. أول
رسول بعثه
الله. قال
فيأتون نوحا
صلى الله عليه
وسلم. فيقول:
لست هنا كم.
فيذكر خطيئته
التي أصاب
فيستحي ربه
منها. ولكن
ائتوا
إبراهيم صلى
الله عليه
وسلم الذي
اتخذه الله
خليلا. فيأتون
إبراهيم صلى
الله عليه
وسلم فيقول:
لست هناكم.
ويذكر خطيئته
التي أصاب
فيستحي ربه
منها. ولكن
ائتوا موسى
صلى الله عليه
وسلم. الذي
كلمه الله
وأعطاه
التوراة. قال
فيأتون موسى
عليه السلام.
فيقول: لست
هنا كم. ويذكر
خطيئته التي
أصاب فيستحي
ربه منها. ولكن
ائتوا عيسى
روح الله
وكلمته.
فيأتون عيسى
روح الله
وكلمته.
فيقول: لست
هنا كم. ولكن
ائتوا محمدا
صلى الله عليه
وسلم. عبدا قد
غفر له ما
تقدم من ذنبه
وما تأخر".
قال: قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم " فيأتوني.
فأستأذن على
ربي فيؤذن لي.
فإذا أنا رأيته
وقعت ساجدا.
فيدعني ما شاء
الله. فيقال: يا
محمد! ارفع
رأسك. قل تسمع.
سل تعطه. اشفع
تشفع. فأرفع
رأسي. فأحمد
ربي بتحميد
يعلمنيه ربي.
ثم أشفع. فيحد
لي حدا
فأخرجهم من
النار، وأدخلهم
الجنة. ثم
أعود فأقع
ساجدا. فيدعني
ما شاء الله
أن يدعني ثم
يقال: ارفع
رأسك يا محمد!
قل تسمع. سل
تعطه. اشفع
تشفع. فأرفع
رأسي. فأحمد
ربي. بتحميد
يعلمنيه. ثم
أشفع. فيحد لي
حدا فأخرجهم
من النار،
وأدخلهم
الجنة. (قال
فلا أدري في
الثالثة أو في
الرابعة قال)
فأقول: يا رب!
ما بقي في
النار إلا من
حبسه القرآن أي
وجب عليه
الخلود" (قال
ابن عبيد في
روايته: قال
قتادة: أي وجب
عليه الخلود).
474- Bize Ebu Kâmil FudayI
b. Hüseyin el-Cahderî ile Muhammed b. Ubeyd, El-Guberi rivayet ettiler lâfız
Ebu Kâmil'indir dediler ki: Bize Ebu Avane, Katade'den, o da Enes b. Malik'ten
naklen rivayet etti. Enes b. Malik dedi ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Allah kıyamet
gününde insanları bir araya toplayacak. Onlar buna ihtimam gösterecekler. -İbn
Ubeyd: Buna ilham olunacaklar, dedi.- Bu sebeple: Keşke bizi bu bulunduğumuz
yerden kurtarıp, rahata kavuşturması için birisinden Rabbimize bizim için
şefaat etmesini istesek, diyecekler.
Bunun üzerine Adem
(aleyhisselam)'a gidip: Sen insanların ilk atasısın. Allah seni eliyle yarattı
ve sana ruhundan üfledi. Meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler.
Rabbinin yanında bizim için şefaat et ki, bu yerimizden bizi (kurtarıp)
rahatlatsın, diyecekler.
O kendilerine: Ben sizin
dediğinizi yapabilecek birisi değilim diyecek ve işlemiş olduğu günahını
söyleyecek, günahı dolayısıyla Rabbinden haya edecek. Ama Allah'ın gönderdiği
ilk Resul olan Nuh'a gidiniz (diye ekleyecek). Bunun üzerine Nuh
(aleyhisselam)'a gidecekler.
O da: Ben zannettiğiniz
gibi bu işi yapabilecek kimse değilim, diyecek ve işlemiş olduğu günahını
zikredip, ondan dolayı Rabbinden haya edecek ama Allah'ın kendisini halil
(dost) edindiği İbrahim'e gidin (diye ekleyecek). Onlar da İbrahim
(aleyhisselam)'a gidecekler.
O da ben zannettiğiniz
gibi bu işi yapabilecek kimse değilim deyip, işlemiş olduğu günahını
zikredecek, ondan dolayı Rabbinden haya edecek ama Allah'ın kendisiyle
konuştuğu ve kendisine Tevrat'ı verdiği Musa (aleyhisselam)'a gidin (diye
ekleyecek). Musa (aleyhisselam)'a gidecekler.
O da: Ben zannettiğiniz
gibi bu işi yapabilecek kimse değilim deyip, işlemiş olduğu günahını
hatırlayıp, ondan dolayı Rabbinden haya edecek ama Allah'ın ruhu ve kelimesi
İsa'ya gidin (diye ekleyecek) . Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya
gidecekler.
O da: Ben zannettiğiniz
gibi bu işi yapabilecek kimse değilim. Ama Allah'ın geçmiş ve gelecek
günahlarını bağışlamış olduğu bir kul olan Muhammed'e gidin, diyecek."
(Enes) dedi ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sonra bana
gelecekler. Ben de Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim, bana izin
verilecek. Onu görür görmez derhal secdeye kapanacağım. Aziz ve Celil Allah
dilediği kadar beni o halimde bırakacak.
Sonra: Ey Muhammed
başını kaldır, söyle sözün dinlenecek, dile sana dilediğin verilecek, şefaat
et, şefaatin kabul olunacak, denilecek. Ben de başımı kaldıracağım. Rabbime,
Rabbimin bana öğreteceği övücü sözlerle hamdedeceğim, sonra şefaatte bulunacağım.
Bana bir sınır tayin edecek, ben de onları ateşten çıkartıp, cennete
girmelerini sağlayacağım sonra tekrar dönüp yine secdeye kapanacağım. Allah
beni bırakmayı dilediği kadar o halimde bırakacak. Sonra bana, ey Muhammed
başını kaldır. Söyle sözün dinlenecek, dile dileğin sana verilecek, şefaat et,
şefaatin kabulolunacak, denilecek. Ben de başımı kaldıracağım, Rabbime bana
öğreteceği övücü sözlerle hamdedeceğim sonra şefaat edeceğim. Bana bir sınır
tayin edecek, ben de onları cehennemden çıkartıp, cennete koyacağım. -(Ravi)
dedi ki: Bilmiyorum, üçüncüde mi yoksa dördüncüde mi şöyle devam etti:- Sonra
derim ki: Rabbim cehennem ateşi içinde ancak Kur'an'ın hapsettikleri yani ebedi
olarak kalması icap eden kimseler kaldı, derim."
İbn Ubeyd rivayetinde dedi
ki: Katade:Yani hakkında ebedilik vacip olmuş (gerekmiş kimseler), dedi.
Diğer tahric: Buhari,
6565; Tuhfetu'I-EşrM, 1436
AÇIKLAMA: Senetteki "el-Cahderi"
adı Cahder olan bir atasına nispetledir. Kitabın baş taraflarında açıklaması
geçmişti.
"Muhammed b. Ubeyd
el-Gubari" de kabilenin atasına mensuptur. Bunun açıklaması da daha önce
geçmişti.
'1\llah kıyamet gününde
insanları toplar, bunun için ihtimam gösterirler. " Diğer rivayette ise
"onlara ilham olunur." Her iki lafzın anlamı birbirine yakındır.
Birincisi, onlar şefaatin istenmesi ve içinde bulundukları sıkıntılı halin sona
ermesine gereken itinayı gösterirler, demektir. İkincisinin anlamı ise, yüce
Allah kendilerine böyle bir istekte bulunmayı ilham eder, şeklindedir.
ilham, yüce Allah'ın kişinin
içine herhangi bir işi yapmaya ya da terk etmeye iten bir duyguyu bırakmasıdır.
Allah en iyi bilendir.
Peygamberlerin Günah
İşlemesinin Hükmü
Yüce Resulün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) insanların Adem'e, Nuh'a ve diğer nebilere -Allah'ın salat ve
selamları onlara- gidip de onlardan şefaat etmelerini isteyeceklerini,
nebilerin de onlara: "Sandığınız gibi biz bu işi yapabilecek kimseler
değiliz" deyip, işledikleri günahlarını zikretmeleri. .. ne gelince; Şunu
bilmek gerekir ki, fıkıh ve usul alimleri ile diğer ilim adamları nebilerin
-Allah'ın salM ve selamları onlara- masiyet işlemelerinin caiz olup olmadığı
hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Kadı İyaz -yüce Allah'ın
rahmeti ona- bu meselenin asıl konularını özetleyerek şunları söylemektedir:
Nübüvvetten sonra kafir olmalarının asla mümkün olmadığı hususunda görüş
ayrılığı yoktur. Aksine onlar küfürden tamamen korunmuşlardır. Nübüvvet
gelmeden önce sözkonusu olup olmayacağı hususunda ise görüş ayrılıkları vardır.
Sahih olan bunun da mümkün olmadığıdır. Masiyetlere gelince, her türlü büyük
günahtan korunduklarında da görüş ayrılığı yoktur. Ancak ilim adamları acaba bu
hükme akıl yolu ile mi yoksa şer'ı delil yolu ile mi varıldığı hususunda
ihtilaf etmişlerdir. Üstat Ebu İshak (el-İsferainı) ve onunla beraber (aynı
kanaati ortaya atmış) olanlar bunun mucize delilinin gereği olarak imkansız
olduğunu söylemişlerdir.
Kadı Ebu Bekr
(el-Bakıllanı) ve ona muvafakat edenler de onların büyük günah işlemediklerinin
icma yoluyla bilindiğini söylemişlerdir. Mutezile'nin kanaatine göre ise bu
akıl yolu ile bilinen bir husustur.
Aynı şekilde sözlü
olarak tebliğ edilmesi gereken hususlarda da her durumda hatadan korunduklarını
da ittifakla kabul etmişlerdir. Fiili olarak tebliği sözkonusu olan hususlara
gelince, bazıları onların bu hususta doğrudan koruma altında oldukları,
unutmanın ve yanıImanın bu gibi hallerde haklarında caiz olmadığı
kanaatindedirler. Namazda ve namazın dışında yanılma ile ilgili hadisleri de
yeri gelince açıklayacağımız şekilde tevil etmişlerdir.
Bizim Horasanh kelamcı
imamlarımızdan olan üstat Ebu'l-Muzaffer elİsferayını ve diğer sufi meşayihinin
kanaati budur. Fakat muhakkiklerin çoğunluğu ve ilim adamlarının büyük bir kısmı
bunun caiz olduğu ve bu hallerin kendilerinden görüldüğü kanaatindedirler, hak
olan da budur. Sonra da buna dikkat çekmeleri ve bunu hatırlamaları ise mutlaka
gereklidir. Bu da -kelamcı çoğunluğun görüşünde olduğu gibi- ya derhalolur,
yahut bazılarının görüşlerine göre vefat etmelerinden önce olur. Böylelikle
bunu bir hüküm olarak ortaya koysun ve ömürleri bitmeden önce bunu beyan etsin,
Allah'ın kendilerine indirdiklerini tebliğ ettikleri sahih olarak ortaya
çıksın.
Aynı şekilde onların
yapanı küçük düşüren, mevkiini aşağıya indiren, mürüwetini alçaltan küçük
günahlardan da korunmuş olduklarında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bununla
birlikte bunların dışında kalan diğer küçük günahları işledikleri hususunda
görüş ayrılığı vardır. Selef ve halefin fakihlerinin, muhaddislerinin ve
kelamcılarının çoğunluğunun kanaatine göre bu gibi küçük günahları işlemiş
olmaları caizdir. Bu husustaki delilleri ise Kur'an-ı Kerim'in ve varid olmuş
haberlerin zahirinden anlaşılandır.
Bizim imamlarımızdan
olan fakih ve kelamcıların tahkik ve nazar ehlinden bir topluluğun kanaatine
göre ise, onlar büyük günahlardan korundukları gibi, küçük günahlardan da
korunmuşlardır. Nübüwet makamı onların bu gibi günahları işlemelerine ve kasten
yüce Allah'ın emrine muhalefet etmelerine el vermeyecek kadar yüksek bir
makamdır.
Bu kanaate sahip
olanlar, bu hususta delil gösterilen ayetleri ve varid olmuş hadisleri
açıklamış ve onları tevil etmişlerdir. Nebilerin bu türden yaptıkları işlerin
ancak onların kendi tevilleri, yanılmaları yahut sorgulanmaktan çekindikleri
bazı hususlarda yüce Allah'tan kendilerine verilmiş bir izin ile ve bazı
hususlarda nübüwetten önce olmuştur diye açıklamışlardır.
İşte az önce
açıkladığımız sebepler dolayısıyla hak olan mezhep (görüş) budur. Diğer taraftan
onların bu şekildeki bir hataları•sahih olarak sabit olsa bizim onların
fiillerine, takrirlerine ve söyledikleri sözlerinin bir çoğunluğuna uymak
yükümlülüğümüz kalmaz. Halbuki bunlara uymak hususunda görüş ayrılığı yoktur.
İlim adamlarının görüş ayrılığı ancak onlara uymanın vacip mi, mendub mu, mübah
mı olduğu yoksa Allah'a yakınlaştıncı ameller ile böyle olmayanlar arasında
ayınm gözetmek gerektiği hususunda mı olduğu hakkındadır.
Kadı İyaz der ki: Bu
hususta geniş açıklamalarımızı eş-Şifa adlı kitabımızda yapmış ve orada başka
bir eserde bulunmayacak kadar etraflı bilgiler vermiş, bu husustaki zahir
deliller hakkında yeteri kadar açıklamalarda bulunmuş durumdayız.
Bazı kimselerin bu
kanaati Haricilere, Mutezile'ye ve bid'atçi birtakım taifelere nispet etmiş
olması seni dehşete düşürmesin; çünkü onların bu husustaki yaklaşımları küçük
günahlar sebebiyle tekfir yoludur. Bizler ise böyle bir yoldan beri olduğumuzu
yüce Allah'ın önünde itiraf ediyoruz.
Hadiste Peygamberlerin
işlediklerine işaret Ettikleri Günahları
Şimdi nebilerin
sözkonusu edilen şu hatalarına bakınız. Adem (aleyhisselfun) unutarak ağaçtan
yedi, Nuh (aleyhisselam) kafir olan bir kavme beddua etti,
Musa (aleyhisselam)
öldürmekle emrolunmadığı bir kafiri öldürdü, İbrahim (aleyhisselam) kendisinin
doğru bir açıdan söylediği bir söz ile kafirleri savunur gibi oldu. (4/54)
Bütün bunlar başkaları hakkında bile günah değilken, onların bunlardan
çekinmeleri bu yaptıklarını yüce Allah'ın emri üzerine yapmamış olmalarıdır. Bu
yaptıkları dolayısıyla bazılarına sitem edilmiş isede bu, onların şanı yüce
Allah'ı bilip tanıma (marifetullah)daki üstünlüklerinden dolayıdır. -Kadı
İyaz'ın (yüce Allah'ın rahmeti ona) sözleri burada sona ermektedir.- Allah en
iyi bilendir.
Adem (aleyhisselam)
hakkında: "Allah seni eliyle yarattı, sana ruhundan üfledi" ibareleri
teşrif izafeti (durumu sözkonusu edilenin şan ve şerefini yüceltmek)
türündendir.
"Zannettiğiniz gibi
ben bu işi yapabilecek kişi değilim." Ben bu işe ehil değilim, demektir.
'~ma yüce Allah'm
gönderdiği ilk Resul olan Nuh'a gidiniz." İmam Ebu Abdullah el-Mazeri dedi
ki: Tarihçiler İdris (aleyhisselam)'ın, Nuh (a.s.)'ın dedesi olduğunu
zikrederler. Eğer İdris'in de Resul olarak gönderildiğine dair delil ortaya
konulabilirse, nesep bilginlerinin onun Nuh (Aleyhisselam)'dan olduğu
şeklindeki sözü doğru olamaz. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
Adem'den sonra gönderilmiş ilk Resulün Nuh (Aleyhisselam) olduğunu haber
vermektedir. Eğer buna dair delil ortaya konulamazsa, o zaman söyledikleri doğru
olur ve İdris (Aleyhisselam)'ın Resul olarak gönderilmemiş sadece bir nebi
olduğu kabul edilir.
Kadı İyaz der ki:
İdrİs'in İlyas'ın kendisi olduğu ve İsrailoğulları arasında bir nebi olarak
geldiği de söylenmiştir. Nitekim Yuşa b. Nun ile beraber bazı haberlerde böyle
belirtilmektedir. Eğer doğrusu bu ise o takdirde buna bir itiraz da olmaz. Kadı
İyaz der ki: Bunun gibi bir yaklaşım ile de Adem, Şit ve onların beraberinde
bulunanlara Resul olarak gönderildikleri şeklindeki itiraz da ortadan kalkar. Eğer
her ikisi de birer Resul ise o zaman Adem (Aleyhisselam) kendi çocuklarına
Resul olarak gönderilmişti. Onlar da henüz kafir değildiler. Aksine onlara
imanı ve yüce Allah'a itaati öğretmekle emrolunmuştu. Ondan sonra Şit
(Aleyhisselam) da Adem'in çocukları arasında ona halef olmuştur .
•Halbuki Nuh
(Aleyhisselam)'ın yeryüzündeki kafir kimselere Resul olarak gönderilmesi bundan
farklıdır. (Yine) Kadı İyaz der ki: Ben Ebu'l-Hasan b. Batlal'ın böyle bir
itirazdan kurtulmak maksadıyla Adem (aleyhisselam)'ın Resul olmadığı görüşünü
benimsediğini gördüm. Ebu Zerr'in rivayet ettiği uzunca hadis ise Adem ve
İdris'in birer Resul olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Kadı İyaz'ın
sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi bilendir.
"Allah'ın kendisini
halil edindiği İbrahim'e gidiniz." Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Halil
edinmenin asıl anlamı özelolarak seçmek demektir. Asıl anlamının ihtiyaç demek
olan hulleden alınmış, Halil edinilmiş kimseye tamamen bağlanmak olduğu da
söylenmiştir. İşte bundan dolayı İbrahim (aleyhisselam)'a Halil denilmiştir.
Çünkü o ihtiyacını yalnızca şanı yüce Rabbine açmış, karşılanmasını yalnız
ondan beklemiştir. Hulle (halillik)nin sırların içlerine vakıf olmayı
gerektiren katıksız sevgi ve bağlılık anlamında olduğu, muhabbet ve taltifte
bulunmak anlamına geldiği de söylenmiştir. -Bunlar Kadı lyaz'ın
açıklamalarıdır.-
İbnu'l-Enbari dedi ki:
Halil muhabbeti kamil olan, seven ve muhabbetin hakikatini eksiksiz yerine
getiren, sevilen anlamındadır. Her ikisinin de sevgisinde ne bir eksiklik, ne
de bir tutarsızlık bulunmaz.
Vilhidi dedi ki: Bu
seçilip tercih edilen görüştür. Çünkü Aziz ve Celil Allah İbrahim'in halili,
İbrahim de Allah'ın halilidir. Şanı yüce Allah'ın ihtiyaç anlamındaki hulle
kökünden türeyen bir kelime olarak Allah (tebareke ve teala) İbrahim'in
halilidir demek de caiz olmaz. Allah en iyi bilendir.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'i bütün nebilerin -Allah'ın salat ve selamları ona- söyleyeceklerini
naklettiği: "Ben bu işi yapabilecek kişi değilim yahut ben bu işin ehli
değilim" sözleri hakkında da Kadı lyaz şunları söylemektedir: Nebiler bu
sözü alçak gönüllülüklerinden ve kendilerinden yapılan bu isteği çok büyük bir
iş gördüklerinden dolayı söyleyeceklerdir. Bu, onların her birinin bu şekildeki
bir şefaatin ve bu makam'ın kendisine ait olmadığına, aksine bunun başkasının
hakkı olduğuna bir işaret de olabilir. Onların her biri diğerini gösterecek ve
nihayet iş bu hususta ehil kılınmış zata kadar gelecek. Onların bu işin ehlinin
muayyen olarak Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğunu bilmiş olmaları
ve onların her birisinin diğerine havale etmesi, bu hususta şefaatin Nebimiz
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e tedrici olarak ulaştırılması
anlamında da olabilir.
Kadı lyaz'a göre, bu işten
yaşlıların küçüklere, babaların da çocuklarına göre önemli hususlarda öne
geçirileceği anlaşılmaktadır.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in bu hususta çabuk davranarak onların çağrılarını kabul etmesi ise,
bu lütfun ve bu yüksek makam'ın özelolarak kendisine ait olduğundan emin
olmasından dolayıdır. -Kadı lyaz'ın açıklamaları bunlardır. -
Yüce Allah'ın insanlara
Adem ve ondan sonraki peygamberlere gidip bu işi ilk olarak onlardan
istemelerini ilham edip, baştan itibaren Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e gidip dilekte bulunmaları ilhamının verilmeyiş hikmeti ise -Allah en
iyi bilendir- Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in faziletini
ortaya çıkarmaktır. Çünkü onlar ilk olarak ondan istekte bulunmuş olsalardı
başkasının da bunu yapabilip, gerçekleştirebileceği ihtimali olurdu. Ama ondan
başka yüce Allah'ın diğer Resullerinden ve seçkin kullarından istekte bulunup,
bunu kabul etmemeleri üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
isteyip, onun da bu isteklerini kabul edip, maksatları hasıl olunca onun en
ileri derecede makamının yüksek, Allah'a yakınlığının mükemmel, değer ve
dostluğunun da pek Muazzam olduğunu ortaya koymaktadır.
Buradan onun Resuller,
insanlar ve melekler gibi yaratılmışların tümünden faziletli olduğu
anlaşılmaktadır. Bu pek büyük iş, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den başka
hiçbir kimsenin yerine getiremeyeceği en büyük şefaat (eşşefaatu'l-uzma) dır.
-Allah'ın salat ve selamları ona ve bütün Resullere.- Allah en iyi bilendir.
Musa (aleyhisselam)
hakkında: ''Allah'ın kendisi ile özelolarak konuştuğu" ifadesine gelince,
bu ehl-i sünnetin icmaı ile zahiri üzere anlaşılmıştır ve muhakkak yüce Allah
Musa (aleyhisselam) ile vasıtasız olarak işittiği gerçek manada bir kelam ile
konuşmuştur. Bundan dolayı ayette mastar ile tekid edilmiştir. Kelam ise şam
yüce Allah'ın sabit bir sıfatı olup, onun kelamı başkasının kelamına benzemez.
İsa (aleyhisselam)
hakkında: ''Allah'ın ruhu ve kelimesi" tabirinin anlamı ile ilgili
açıklamalar iman bölümünün baş taraflarında geçti.
''Allah 'ın kendisine
geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış olduğu bir kulolan Muhammed' e
gidiniz. " Bu, ilim adamlarının anlamı hakkında farklı kanaatler ortaya
koyduğu hususlardandır. Kadı İyaz der ki: Denildiğine göre geçmiş günahlar
nübüwetten öncekilerdir. Gelecekten kasıt ise nübüwetten sonra günahtan
korunmuş olmasıdır. Bir diğer açıklamaya göre bundan maksat ümmetinin
günahlarıdır.
Derim ki: Eğer
kastedilen bu ise o zaman maksat onların bazılarının günahlarının bağışlanmasıdır.
Yahut ebedi olarak cehennemde kalmaktan kurtulmalarıdır. Bir diğer görüşe göre
maksat onun yanılarak ve tevile dayanarak işlemiş olduğu hatalardır. Bunu
Taberi nakletmiş, Kuşeyri tercih etmiştir. Baban Adem'in geçmiş günahı ve senin
ümmetinin gelecek günahları diye de açıklanmıştır. Bundan maksat senin
günahların bağışlanmış olsa bile herhangi bir günah dolayısıyla sen
sorgulanmayacaksın diye açıklanmış, ayrıca bunun Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in günahtan uzak olduğu anlamına geldiği de söylenmiştir. Allah en
iyi bilendir.
"Bana gelecekler,
ben de Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim ve bana izin
verilecek." Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Yani -Allah-u a'lem-
kendisine vaat olunmuş olan şefaat için yüce Allah'ın kendisine saklamış olduğu
ve Allah'ın kendisini o makama göndereceğini belirttiği Makam-ı Mahmud için ona
izin verilir. Enes ve Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadislerde belirtildiği
üzere Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in secde edip, yüce Allah'a hamd
ettikten ve ona şefaat için izin verilmesinden sonra ilk olarak "ümmetim
ümmetim" diyeceği belirtilmektedir. Bu hadisin bundan sonra gelecek (481
numara ile) Huzeyfe tarafından nakledilen rivayetinde ise şöyle denilmektedir:
"Muhammed (sallallahu a1eyhi ve sellem)'e gelecekler, o da ayağa kalkacak,
ona izin verilecek, emanet ve rahim (akrabalık) serbest bırakılacak. Biri
Sıratın sağında, diğeri Sıratın solunda duracak. Onlann ilkIeri şimşek gibi
geçecek" diye hadisi sevketmektedir. Böylelikle hadis muttasıl olmaktadır;
çünkü insanların bu hususta kendisine başvurduğu şefaat bu şefaattir. Bu ise
mevkif (hesap için durulacak yerldeki halden rahata kavuşturulmak ve kulların
arasında ayırt edici hükmü vermektir. İşte bundan sonra ümmeti ve günahkarlar
hakkındaki şefaatine izin verilecek, nebilerin, meleklerin ve diğerlerinin
-Allah'ın salat ve selamları onlara- diğer hadiste geçtiği gibi şefaatine izin
verilecek.
Ru'yet (Allah'ın
görülmesi) ile ilgili daha önce geçen hadislerde de her ümmetin dünyada iken
ibadet ettiklerinin arkasından giderek haşredilecekleri sonra da müminlerin
münafıklardan ayırt edilecekleri, arkasından şefaatin gerçekleşeceği, Sıratın
konulacağı belirtilmiş idi.
Bu da şöyle açıklanır:
Ümmetlere dünyada iken ibadet ettiklerinin arkasından gitmelerinin emredilmesi
ayırt edici hükmün verilip, insanların mevkıfin dehşetinden rahata
kavuşturulmasının başlangıcıdır. Makam-ı Mahmud'un başı da odur. İzin
verileceğinden söz edilen şefaat ise Sırat üzerinde günahkarlar hakkında
yapılacak şefaattir. Hadislerin zahirinden anlaşılan budur. Bu da hem Nebimiz
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, hem başkalarının yapacağı bir
şefaattir. Hadislerde de açıkça belirtildiği gibi bundan sonra ise cehenneme
girmiş olanlar hakkında yapılan şefaati sözkonusu etmektedir.
Bu şekilde hadislerin
metinleri telif edilmekte ve yüce Allah'ın izniyle anlamları da uygun bir
şekilde sıraya girmiş olmaktadır. -Kadı İyaz'ın açıklamaları burada sona
ermektedir. - Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Cehennem ateşinde Kur'an'ın alıkoyduğundan başkası
kalmadı" sözleri de hakkında ebedilik hükmü gerekenler dışında kimse
kalmadı, demektir. Yani "hakkında ebedi kalmanın icab ettiği kimse"
şeklindeki açıklamanın Müslim'in -yüce Allah'ın rahmeti onade belirttiği üzere
hadisin ravisi Katade'nin bir tefsiridir. Bu tefsir doğrudur. Bu da Kur'an-ı
Kerim'in cehennemde ebedi olarak kalacağını haber verdiği kimseler olan kaHrler
demektir. Nitekim yüce Allah: "Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını
mağfiret etmez." (Nisa, 48) buyurmaktadır.
Bu ise hak ehlinin kabul
ettiği ve sel efi n üzerinde icma ettiği tevhid üzere ölen hiçbir kimsenin
cehennem ateşinde kalmayacağı şeklindeki kanaatin lehine bir delildir. Allah en
iyi bilendir.
"Sonra onun yanına
gelip Rabbim ... diyeceğim." Burada gelmekten kasıt önceleri bulunduğum ve
Rabbimden dilekte bulunduğum makam olan şefaat makamına dönerim, demektir.
323 - (193) وحدثنا
محمد بن
المثنى،
ومحمد بن
بشار. قالا: حدثنا
ابن أبي عدي
عن سعيد، عن
قتادة، عن
أنس؛ قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "يجتمع
المؤمنون يوم
القيامة.
فيهتمون بذلك
(أو يلهمون
ذلك)" بمثل
حديث أبي
عوانة. وقال
في الحديث "ثم
آتيه الرابعة
(أو أعود
الرابعة)
فأقول: يا رب!
ما بقي إلا من
حبسه القرآن".
475- Bize Muhammed b.
Müsenna ile Muhammed b. Beşşar da tahdis edip dediler ki: Bize İbn Ebi Adiy,
Said' den tahdis etti. O Katade'den, o Enes'ten
şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
"Kıyamet gününde
müminler toplanacaklar ve bu işe çokça önem verecekler. -Yahut bu kendilerine
ilham edilecek-" deyip, hadisi bundan önceki Ebu Avane hadisi gibi
zikretti ve hadiste şunları söyledi: "Sonra dördüncü defa ona gelirim
-yahut ona dördüncü defa dönerim-. Rabbim (cehennemde) Kur'an'ın alıkoyduğundan
başkası kalmadı, derim. "
Diğer tahric: Buhari,
4476; İbn Mace, 4312 -uzunca-; Tuhfetu'l-Eşraf, 1171
324 - (193) حدثنا
محمد بن
المثنى. حدثنا
معاذ بن هشام.
قال: حدثني
أبي عن قتادة،
عن أنس بن
مالك؛ أن نبي الله
صلى الله عليه
وسلم قال: "يجمع
الله
المؤمنين يوم
القيامة
فيلهمون لذلك"
بمثل حديثهما.
وذكر في
الرابعة
"فأقول: يا رب!
ما بقي في
النار إلا من
حبسه القرآن.
أي وجب عليه
الخلود".
476- Bize Muhammed b.
el-Müsenna tahdis etti. Bize Muaz b. Hişam tahdis edip dedi ki: Bana babam
Katade'den tahdis etti. Onun Enes b. Malik'ten
rivayetine göre Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününde
Allah müminleri toplayacak ve bu husus onlara ilham olunacak" deyip,
bundan önceki iki ravinin hadisi gibi hadisi nakletti ve dördüncüsünde de şunu
zikretti: "Ben de: Rabbim, cehennem ateşinde Kur'an'ın alıkoyduğu -yani
hakkında ebedilik vacip olmuş- kimselerden başkası kalmadı, derim. "
Diğer tahric: Buhari,
7410, 7440 -muhtasar olarak-, 7516; Tuhfetu'I-Eşraf, 1357
325 - (193) وحدثنا
محمد بن منهال
الضرير. حدثنا
يزيد بن زريع.
حدثنا سعيد بن
أبي عروبة
وهشام صاحب الدستوائي،
عن قتادة، عن
أنس بن مالك؛
قال: قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. ح
وحدثني أبو
غسان المسمعي
ومحمد بن
المثنى. قالا:
حدثنا معاذ،
وهو ابن هشام،
قال: حدثني
أبي عن قتادة. حدثنا
أنس بن مالك؛
أن النبي صلى
الله عليه
وسلم قال:
"يخرج من
النار من قال:
لا إله إلا
الله، وكان في
قلبه من الخير
ما يزن شعيرة.
ثم يخرج من
النار من قال:
لا إله إلا
الله وكان في
قلبه من الخير
ما يزن برة. ثم
يخرج من النار
من قال: لا إله
إلا الله وكان
في قلبه من الخير
ما يزن ذرة".
زاد ابن منهال
في روايته:
قال يزيد:
فلقيت شعبة
فحدثته بالحديث.
فقال شعبة:
حدثنا به
قتادة عن أنس
بن مالك،
عن النبي صلى
الله عليه
وسلم بالحديث.
إلا أن شعبة
جعل، مكان
الذرة، ذرة.
قال يزيد: صحف
فيها أبو
بسطام.
477- Bize Muhammed b.
Minhal ed-Darir de tahdis etti. Bize Yezid b. Zurey' tahdis etti. Bize Said b.
Ebi Arube ve ed-Destevai'nin arkadaşı Hişam, Katade'den tahdis etti. O Enes b.
Malik'ten şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu (H): Bana Ebu Gassan el-Mismai ve Muhammed b. el-Müsenna da
tahdis edip dediler ki: Bize Muaz -ki o İbn Hişam'dır- tahdis edip dedi ki:
Bana babam Katade'den tahdis etti. Bize Enes b.
Malik'in tahdis ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu: "La ilahe illallah deyip
de kalbinde hayır adına arpa ağırlığı kadar bir şey bulunan cehennem ateşinden
çıkarılacaktır. Sonra la ilahe Wallah deyip de kalbinde buğday tanesi
ağırlığınca hayır adına bir şey bulunan kimseler cehennem ateşinden
çıkarılacaktır. Sonra la ilahe illallah deyip de kalbinde zerre ağırlığınca
hayır adına bir şey bulunanlar çıkartılacaktır. "
İbn Minhal rivayetinde
şunu da eklemektedir: Yezid dedi ki: Şu'be ile karşılaştım, ona bu hadisi
naklettim. Şu'be dedi ki: Bize bunu Katade, Enes b. Malik'ten tahdis etti. O
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den deyip hadisi nakletti. Ancak Şu'be
"zerre" yerine "zura (beyaz dan)" kelimesini kullanmıştır.
Yezid dedi ki: Bu lafızda Ebu Bistam tashif yapmıştır.
Diğer tahric: Buhari,
44, 7410 -uzun olarak-; Tirmizi, 2593; İbn Mace, 4312; Tuhfetu'l-Eşraf, 1356,
1194,1272
326 - (193) حدثنا
أبو الربيع
العتكي. حدثنا
حماد بن زيد. حدثنا
معبد بن هلال
العنزي. ح
وحدثناه سعيد
بن منصور
(واللفظ له)
حدثنا حماد بن
زيد. حدثنا معبد
بن هلال
العنزي. قال: انطلقنا
إلى أنس بن
مالك وتشفعنا
بثابت. فانتهينا
إليه وهو يصلي
الضحى.
فاستأذن لنا
ثابت. فدخلنا
عليه. وأجلس
ثابتا معه على
سريره. فقال
له: يا أبا
حمزة! إن
إخوانك من أهل
البصرة
يسألونك أن
تحدثهم حديث
الشفاعة. قال:
حدثنا محمد
صلى الله عليه
وسلم قال: "إذا
كان يوم
القيامة ماج الناس
بعضهم إلى
بعض. فيأتون
آدم فيقولون
له: اشفع
لذريتك.
فيقول: لست
لها. ولكن عليكم
بإبراهيم
عليه السلام.
فإنه خليل
الله. فيأتون
إبراهيم.
فيقول: لست
لها. ولكن
عليكم بموسى
عليه السلام.
فإنه كليم
الله. فيؤتي
موسى فيقول:
لست لها. ولكن
عليكم بعيسى
عليه السلام.
فإنه روح الله
وكلمته. فيؤتي
عيسى. فيقول:
لست لها. ولكن
عليكم بمحمد
صلى الله عليه
وسلم. فأوتي
فأقول: أنا
لها. فأنطلق
فأستأذن على
ربي. فيؤذن لي.
فأقوم بين
يديه. فأحمده
بمحامد لا
أقدر عليه
الآن. يلهمينه
الله. ثم أخر له
ساجدا. فيقال
لي: يا محمد!
ارفع رأسك.
وقل يسمع لك.
وسل تعطه.
واشفع تشفع. فأقول:
رب! أمتي. أمتي.
فيقال: انطلق.
فمن كان في قلبه
مثقال حبة من
برة أو شعيرة
من إيمان
فأخرجه منها.
فأنطلق فأفعل.
ثم أرجع إلى
ربي فأحمده بتلك
المحامد ثم
أخر له ساجدا.
فيقال لي: يا
محمد! ارفع
رأسك. وقل
يسمع لك. وسل
تعطه. واشفع
تشفع. فأقول:
أمتي. أمتي.
فيقال لي: فمن
كان في قلبه
مثقال حبة من
خردل من إيمان
فأخرجه منها.
فأنطلق فأفعل.
ثم أعود إلى
ربي فأحمده
بتلك المحامد.
ثم أخر له
ساجدا. فيقال
لي: يا محمد!
ارفع رأسك وقل
يسمع لك. وسل
تعطه. واشفع
تشفع فأقول:
يا رب! أمتي.
أمتي. فيقال
لي: انطلق. فمن
كان في قلبه
أدنى أدنى
أدنى من مثقال
حبة من خردل
من إيمان فأخرجه
من النار.
فأنطلق
فأفعل". هذا
حديث أنس الذي
أنبأنا به.
فخرجنا من
عنده. فلما
كنا بظهر الجبان
قلنا: لو ملنا
إلى الحسن
فسلمنا عليه،
وهو مستخف في
دار خليفة.
قال فدخلنا
عليه فسلمنا
عليه. فقلنا:
يا أبا سعيد!
جئنا من عند
أخيك أبي
حمزة. فلم
نسمع مثل حديث
حدثناه في
الشفاعة. قال:
هيه! فحدثناه
الحديث. فقال:
هيه! قلنا: ما
زادنا. قال: قد
حدثنا به منذ
عشرين سنة وهو
يومئذ جميع
ولقد ترك شيئا
ما أدري أنسي الشيخ
أو كره أن
يحدثكم
فتتكلوا. قلنا
له: حدثنا.
فضحك وقال:
خلق الإنسان
من عجل. ما
ذكرت لكم هذا
إلا وأنا أريد
أن أحدثكموه.
"ثم أرجع إلى
ربي في
الرابعة
فأحمده بتلك المحامد.
ثم أخر له
ساجدا. فيقال
لي: يا محمد!
ارفع رأسك.
وقل يسمع لك.
وسل تعط.
واشفع تشفع.
فأقول: يا رب!
ائذن لي فيمن
قال: لا إله
إلا الله. قال:
ليس ذاك لك (أو
قال ليس ذاك
إليك) ولكن،
وعزتي!
وكبريائي!
وعظمتي! وجبريائي!
لأخرجن من
قال: لا إله
إلا الله".قال
فأشهد على
الحسن أنه
حدثنا به أنه
سمع أنس بن
مالك، أراه
قال قبل عشرين
سنة، وهو
يومئذ جميع.
478- Bize Ebu'r-Rabl' el-Ateki
tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd tahdis etti. Bize Mabed b. Hilal el-Anezi
tahdis etti. (H) Bize Said b. Mansur -ki lafız onundur- de tahdis etti. Bize
Hammad b. Zeyd tahdis etti. Bize Mabed b. Hilal el-Anezi tahdis edip dedi ki: Enes b. Malik'in yanına gittik. Bizi onunla görüştürmek için
de Sabit'in iltimasta bulunmasını istedik. Onun yanına gittiğimizde kuşluk
namazını kılıyordu. Sabit bizim için izin istedi. Sonra Enes'in yanına girdik.
Sabit'i kendisi ile birlikte kanepesine oturttu.
Sabit ona: Ey Ebu Hamza,
senin Basralı kardeşlerin yanına kendilerine şefaat hadisini nakletmeni istemek
üzere geldiler.
Enes dedi ki: Bize
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tahdis edip dedi ki: "Kıyamet
gününde insanlar birbirine dalgalar gibi girecekler. Sonra Adem'in yanına
gelerek ona, çocuklann için şefaat et, diyecekler, o: Ben bu işin ehli değilim
ama ben size İbrahim (aleyhisselam)', tavsiye ederim; çünkü o Allah'ın
hali/idir diyecek, onlar da İbrahim'in yanına gidecekler.
İbrahim de: Ben bu işin
ehli değilim ama ben size Musa {aleyhisselam)'ı tavsiye ederim; çünkü o
kelfmullahtır diyecek.
Bu sefer Musa
(aleyhisselam)'ın yanına gidilecek, o da ben bu işin ehli değilim ama ben size
İsa (aleyhisselam)'ı tavsiye ederim; çünkü o Allah'ın ruhu ve kelimesidir
diyecek.
Bunun üzerine İsa'ya
gidilecek, o da: Ben bu işin ehli değilim ama ben size Muhammed (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in yanına gitmenizi tavsiye ederim diyecek.
Bunun üzerine bana
gelinecek, ben de: Evet, bu işi yapacak olan benim diyeceğim, sonra kalkıp
gidecek ve Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim. Bana izin verilecek,
onun huzurunda ayakta duracağım. Allah'ın bana (o zaman) ilham edeceği ama
şimdi söyleyebilecek durumda olmadığım hamd ve senalarla ona hamd ve senada
bulunacağım sonra da onun için secdeye varacağım.
Bana: Ey Muhammed başını
kaldır, söyle sözün dinlenecek, dile (dileğin) sana verilecek, şefaat et,
şefaatin kabul buyurulacak, denilecek.
Ben de: Rabbim ümmetimi
(dilerim), ümmetimi, diyeceğim. Bunun üzerine şöyle denilecek: Git ve kalbinde
iman adına bir buğday yahut bir arpa tanesi ağırlığınca bulunan herkesi oradan
çıkart. Ben de gidip bana denileni yapacağım sonra Rabbimin huzuruna döneceğim,
daha önce yaptığım o hamd ve övgüler ile yine ona hamd edeceğim sonra da onun
için secdeye kapanacağım. Bana: Ey Muhammed başını kaldır söyle sözün
dinlenecek, dile sana (dileğin) verilecek, şefaat et şefaatin kabulolunacak
buyurulacak.
Ben de: Rabbim ümmetimi
(dilerim) ümmetimi, diyeceğim. Bana: Git, kalbinde iman adına hardal tanesi
ağırlığınca bulunan kim varsa onu oradan çıkar buyurulacak. Ben de gidip bunu
yapacağım. Sonra yine Rabbime dönecek, ona o hamd ve senalarla hamd ve senada
bulunacağım sonra onun için secdeye varacağım, bana: Ey Muhammed, başını kaldır
söyle sözün dinlenecek, dile sana (isteğin) verilecek, şefaat et şefaatin
kabulolunacak buyurulacak.
Ben de: Rabbim ümmetimi
(dilerim) ümmetimi, diyeceğim. Bana: Git, kalbinde iman adına hardal tanesi
ağırlığından daha az, daha az, daha az olan kimseleri cehennem ateşinden çıkart
buyurulacak, ben de gidip •bunu yapacagım.
İşte bu Enes'in bize
bildirdiği hadistir. Sonra onun yanından çıktık. Zahr el-Cebban {denilen
sahranın yüksek bir yerinie vardığımızda {birbirimize }: Hasan'ın yanına gidip
de ona selam versek dedik. O sırada kendisi Ebu Halife'nin evinde gizleniyordu.
Yanına girdik, ona selam verdik. Ey Ebu Said bizler kardeşin Ebu Hamza'nın
yanından geliyoruz, şefaate dair bize naklettiği hadisin benzerini hiç
duymamıştık, dedik.
O: Onu bana söyleyin
dedi, biz de ona hadisi naklettik. Devam edin dedi, biz bundan fazlasını bize
söylemedi, dedik. O şöyle dedi: Bize bu hadisi yirmi sene önce tahdis etmişti.
O sırada kendisi gücü kuweti ve hafızası yerinde birisi idi ama {size
rivayetinde} bir şeyler terk etmiş bulunuyor. Üstadımız unuttu mu yoksa size
onu da anlatıp ona bel bağlayacağınızdan mı korktu ? Bilemiyorum.
Biz kendisine: {O halde}
sen bize tahdis et dedik, güldü ve şöyle dedi:
İnsan aceleden
yaratılmıştır. Ben bunu size ancak onu tahdis etmek istediğim için söyledim
dedi (ve şöyle devam etti):
"Sonra dördüncü
defa da Rabbime döneceğim. Ona o şekildeki hamd ve senalarla hamd ve senada
bulunacağım sonra onun için secdeye varacağım. Bana: Ey Muhammed başını kaldır,
söyle sözün dinlenecek, dile sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabulolunacak
buyurulacak.
Ben de: Rabbim La ilahe
illallah demiş bulunan kimseler hakkında bana izin ver diyeceğim, şöyle
buyuracak: Bu senin işin değildir -ya da bu sana ait değildir, dedi- ama
izzetim, kibriyom, azametim ve cibriyam için yemin ederim ki la ilahe illallah
demiş kimseleri mutlaka oradan çıkartacağım."
Ravi (Ma'bed) dedi ki:
Ben Hasan hakkında şahirlik ederim ki, o bize bunu tahdis edip, Enes b.
Malik'ten dinlemiş olduğunu söyledi. Zannederim yirmi sene önce o henüz gücü,
kuweti ve hafızası yerinde iken (rivayet etmişti), dedi.
Diğer tahric: Buhari,
7510; Tuhfetu'l-Eşraf, 523, 1599
AÇIKLAMA: {475-478 numaralı hadisler}: (475)
Müslim'in senedierde: "Bize Muhammed b. el-Müsennave Muhammed b. Beşşar
tahdis edip dediler ki ... Enes'ten;"
(476) "Bize
Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. .. Enes'ten;"
(477) "Bize
Muhammed b. Minhal ed-Darir de tahdis etti. .. Enes b.
Malik'ten;"
(478) "Bize
Ebu'r-Rabi el-Atekı tahdis etti. .. Bize Mabed b. Hilal el-Anezı tahdis
etti." Diye naklettiği rivayetlerinde, Yani Enes'ten gelen bütün bu
senetlerin ravileri tamamen Basralıdır. Bu durum son derece güzel ve oldukça
nadir görülür bir haldir. Kastettiğim ise Müslim'in sahihindeki hepsi Basralı
olan arka arkaya gelen bu beş senedin arasındaki uygunluktur. Bizi doğruya
ilettiğinden ötürü de Allah'a hamdolsun.
İbn Adiy'in adı,
Muhammed b. İbrahim b. Adiy'dir. Said b. Ebu Arube'nin adının hadis
kitaplarında ve başkalarında bu şekilde rivayet edilmiş olduğunu daha önceden
söylemiştik. Yine önceden belirttiğimiz üzere İbn Kuteybe,EdEbu'I-Katib adlı
eserinde şöyle demiştir:
Doğrusu İbn
Ebu'l-fuube'dir. Ebu Arube'nin adı da Mihran'dır.
Yine önceden
kaydettiğimiz üzere, Said b. Ebu Arube ömrünün son zamanlarında hafızası
karışmış kimselerden birisidir. Hafızası karışmış olan bir kimsenin ise
hafızası karışmış olduğu dönemdeki rivayeti delil gösterilmez. Onun bu hadisi
hafızası karışmış olduğu dönemde mi yoksa sağlıklı iken mi rivayet ettiği
hususunda şüphe etsek dahi yine önceden belirttiği gibi Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde hafızası karışmış olanlardan nakledilmiş olan rivayetler, kitap
sahibinin ravinin hafızası karışmadanönce o rivayeti nakletmiş olduğunu bildiği
şeklinde yorumlanacağını da belirtmiştik. Allah en iyi bilendir.
ed-Desteval'nin arkadaşı
olan Hişam'a gelince, hadis kitaplarında meşhur olan dal harfinin fethalı
olarak okunduğudur. Metalib sahibi ise şöyle demektedir: Kimisi bu nispete elif
ile ye arasına nun eklemektedir (Destevanı olur). Desteva denilen yere
nispettir. Burası Ehvaz'ın verimi bol köy ve yerleşim bölgelerinin bulunduğu
bir yerdir. Kendisi oradan getirilen elbiseleri sattığından ötürü oraya nispet
edilerek Hişam ed-Destevaı denilir. Desteval'nin sahibi (arkadaşı) Hişam ise
ed-Destevaı türü kumaşların sahibi demektir.
Müslim namaz bölümünün
baş taraflarında ondan başka bir ifade ile söz etmiş ve bundan dolayı bir
karışıklık olduğu vehmini uyandırmıştır. Ezanın nasıl okunacağı babında da:
Bana Ebu Gassan ve İshak b. İbrahim tahdis etti. İshak dedi ki: Bize
Destevaı'nin arkadaşı Muaz b. Hişam haber verdi demektedir. Bundan dolayı
Metali' sahibi yanılarak: "Destevaı'nin arkadaşı" ifadesindeki
"arkadaş" anlamındaki "sahip" kelimesinin merfu olduğunu ve
Muaz'ın sıfatı olduğunu zannederek, "Destevaı'nin sahibi (arkadaşı), onun
oğludur, denilir demektedir. Ancak Metilli' sahibinin bu söylediğinin hiçbir
kıymeti yoktur. Buradaki "sahip: arkadaş" kelimesi Hişam'ın sıfatı
olarak mecrurdur. Nitekim bizim şu anda bulunduğumuz bu yerde açıkça ifade
edildiği gibi. Allah en iyi bilendir.
Ebu Gassan el-Mismai ile
ilgili açıklama daha önce defalarca geçti ve yine bunun "Gassan
isminin" munsarıf olarak okunabildiği gibi, gayr-ı munsarıf olarak kabul
edilebileceği de belirtilmiş idi. el-Mismai ise kabilenin atası olan Misma'a
nispettir.
"Bize Muaz -ki o
İbn Hişam'dır- tahdis etti." Baş taraflardaki fasıllarda ve daha başka
birçok yerde buna dair açıklama geçmiş bulunmaktadır. Böyle demesinin faydası
ise "ki o İbn Hişam' dır" ifadesinin rivayette yer almadığından ötırü
buna açıklık getirmek istemiş olmasıdır. Kendisi (Müslim) ise Muaz b. Hişam
demeyi caiz görmemektedir. Buna sebep ise rivayette böyle denilmemiş olmasıdır.
Bundan dolayı o rivayette "ki o İbn Hişam' dır" demiştir. Bu ve benzeri
çokça tekrar ettiğim hususlardan maksadım ise açıklamak ve kolaylık
sağlamaktaki duyarlılığımdır. Çünkü aradan uzun bir süre geçince unutulabilir
ve bazı hallerde daha önce geçtiği yerden haberi olmayan bir kimse burayı
görebilir. Allah en iyi bilendir.
"Ebu Rabi'
el-Ateki" adındaki ravi Müslim'in çok yerde tekrar ettiği Ebu'r-Rabi'
ez-Zehrani'nin kendisidir. Adı Süleyman b. Davud'dur. Kadı lyaz der ki: Bazen
onun nispetini Zehrani, bazen Ateki diye zikretmiş, bazen de onun her iki
nesebini bir arada sözkonusu etmiştir. Fakat bu iki nesep hiçbir şekilde bir
arada olmaz; çünkü her ikisi de Ezdlilere racidir. Bunları bir arada zikretmek
için caiz olmaları yahut birbirlerinin halefi olmaları dışında bir sebeple
olmaz. Allah en iyi bilendir.
"Kalbinde hayır
adına zerre ağırlığı kadar bir şey bulunan" Zerreden maksat bilinen küçük
karınca türü olan hayvandır.
"Şu' be ise
"zerre" yerine zura kelimesini kullanmıştır." Yani o bu kelimeyi
zel harfi ötreli, re harfi de şeddesiz olarak rivayet etmiştir. Ancak ilim
adamları onun bu şekildeki rivayetinin tashif olduğunu ittifakla kabul
etmişlerdir. İşte Müslim'in kitabındaki: "Yezid: Bunda Ebu Bistam tashif
yapmıştır" demesinin anlamı budur ki, kastettiği de Şu'be'dir.
"Onun huzuruna
girdik, Sabit'i kendisiyle birlikte kanepesine oturttu" ifadesinden
anlaşıldığına göre, ilim adamının ve meclisteki büyük zatın kendisinin yanına
gelen fazilet erbabına ikramda bulunmasının ve oturttuğu yer ve daha başka
hususlarda onlara daha çok ikram etmesinin gerektiği anlaşılmaktadır.
"Şu kardeşlerin
Basra halkındandır." Kitabın baş taraflannda "Basra" lafzının be
harfi fethalı, ötreli ve kesralı olarak (Basra, Busra ve Bisra şekillerinde)
okunduğu ama meşhur olanın da fethalı (Basra) söyleyişin olduğunu belirtmiş
bulunmaktayız.
"Şu anda gücümün
yetmediği. .. hamd ve senalarla ona hamd ve sena ederim." Asıl nüshalarda
bu şekilde "gücümün yetmediği" şeklindedir ve doğrudur. Zamir bizzat
Allah Resulüne aittir. Hamd ve senaya değildir.
"Git, kalbinde iman
namına buğday yahut arpa tanesi ağırlığınca bulunan kimseleri çıkart denilir
... " Bundan sonra da: "Git, kalbinde iman adına hardal tanesi
ağırlığınca bulunan kimseleri çıkart denilir." Sonra da: "Bana: Git,
kalbinde iman adına hardal tanesi ağırlığından daha az, daha az, daha az
bulunanı çıkart denilir. " İkinci ve üçüncü şekilde asıl nüshalar bende
onu çıkarlınm anlamında tekil zam ir olarak zikredilmiştir. Birincisinde ise
bazı nüshalarda zikrettiğimiz üzere çoğullafzı ile 'onu çıkartınız"
anlamında, bazı nüshalarda ise 'onu çıkart" şeklinde, çoğunda ise sonunda
zamir gelmeksizin "çıkartınız" anlamındadır. Hepsi de doğrudur. Bunu
'onu çıkartın" diye rivayet edenlerin bu rivayetinde hitap Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile onunla birlikte bulunan melekleredir. Sondaki
zamiri hazfedenlerin rivayetine gelince; bu zamir mef'ul (tümleç) zamiridir. Bu
ise hazfedilmesi çokça görülen bir fazladır. (Yani cümle yapısının asıl unsuru
değildir.) Allah en iyi bilendir.
"Daha az, daha az,
daha az"a gelince, bu da asıl nüshalarda bu şekilde üç defa tekrar
edilmiştir.
Hadis-i şerifte imanın
artıp, eksildiğini kabul eden selef, ehl-i sünnet ve onlara uygun kanaat
belirten kelamcıların görüşlerinin lehine bir delalet bulunmaktadır. Kitap ve
sünnetle bunun benzerleri de pek çoktur. Bizler de iman bölümünün baş
taraflannda bu kaideyi açıklamış ve bu buyruklar ile ilgili mezhepleri ve
bunların bir arada nasıl anlaşılacağına dair açıklamalan yapmış bulunmaktayız.
Allah en iyi bilendir.
"İşte bu Enes'in
bize haber verdiği hadisidir ... Dedi ki: Ben Hasan'a onun bize bu hadisi
tahdis edip ... dediğine şahitlik ederim." Bu rivayet ve açıklamalardan
çıkartılacak pek çok hüküm ve sonuç vardır. Bundan dolayı ben de hadisin
metnini onu mutalaa edenin maksatlarını bilmesi için lafzıyla uzun uzadıya
naklettim.
"Zahru'l-Cebban"
Cebban ve Cebbane, sahra demektir. Mezarlıklar da sahrada yapıldığından ötürü
kabristana da bu isim verilir. Bu da bir şeye bulunduğu yerin adının verilmesi
türündendir. Zahru cebban sahranın yüksekçe yeri, üst tarafı anlamındadır.
"el-Hasan'ın yanına
gittik." Sözü geçen Hasan-ı Basri'dir.
"O sırada
saklanıyordu." Yani Haccac b. Yusuf'tan korktuğundan ötürü saklı idi.
"Onu bana söyleyin,
dedi." Dilciler, daha fazla anlatılmasını istemek maksadıyla
"ıhi" ve "hıhi" denildiğini söylerler. Cevherı dedi ki:
İhi, fiile ad olan bir isimdir. Çünkü bu, bir kimsenin sözlerini devam
ettirmesini yahut işini sürdürmesini istediğiniz zaman emretmek maksadıyla bunu
söylersiniz.
İbnu's-Sirrı der ki: Bu lafız
kullanıldığı zaman muhatabına ikinizin bildiği sözü devam ettirmesini emretmiş
olursunuz. Ona haydi onu anlat demiş gibi olursun. Eğer tenvinli olarak
"ihen" diyecek olursanız her ne olursa olsun bir şey anlat demiş gibi
olursunuz. Çünkü tenvin nekrelik (belirsizlik) ifade eder. Eğer bunu (ih)
şeklinde sakin olarak söyleyecek olursanız, artık daha başka bir şey söyleme
demiş gibi olursunuz.
"Gücü, kuweti,
hafızası yerinde idi." Gücü ve hıfzı yerli yerindeydi demektir.
"Güldü."
Buradan da ilim adamının aralarında bir arkadaşlık, bir ünsiyet bulunması
halinde arkadaşlarının huzurunda vakarın sınırlarının dışına çıkıldığı kabul
edilecek bir kerteye ulaşmayacak kadar gülmesinde bir sakınca olmadığı
anlaşılmaktadır.
"Güldü ve insan
aceleden yaratılmıştır dedi" ibaresinden de, bu gibi yerlerde Kur'an'dan
delil getirmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Sahih hadiste de bunun bir
benzeri Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir fiili olarak sabit
olmuştur. O Fatıma ve Ali (r.anhuma)'nın evine gidip, kapılarını çalıp geri
döndükten sonra "insan ise tartışması her şeyden çok olandır"
(el-Kehf, 18/54) buyruğunu okuyarak dönmüştü. Benzeri rivayetler pek çoktur.
"Benim size bunu
zikretmemin sebebi. .. Sonra Rabbimin huzuruna dönerim." Rivayetlerde hep
bu şekildedir. Daha kuwetli görülen de budur. Hasan-ı Basri sözünü bitirdikten
sonra hadisin geri kalan kısmını zikretmek üzere: "Sonra Rabbime
dönerim" diye tamamlamaya koyulmuştur. Yani Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Sonra Rabbimin huzuruna dönerim" buyurdu, demektir.
"La ilahe illallah
diyen kimseler hakkında bana izin ver ... diyenleri andolsun ki çıkartacağım.
" Yani ben onları -bundan önceki hadiste geçtiği gibiherhangi bir
şefaatçinin şefaati olmadan cehennemden çıkartmakla onlara lütufta bulunacağım.
Sözkonusu geçen hadiste de şöyle denilmektedir: "Melekler şefaat etti,
nebiler şefaat etti, müminler şefaat etti. Geriye de sadece erhamu'r-rahimın
kaldı. "
"Cibriyam hakkı
için" buyruğu azametim, saltanatım yahut kahr-u galebem hakkı için demektir.
"Ben de el-Hasan
hakkında ... şahitlik ederim" sözlerini muhatabın zihninde bu işi iyice
yerleştirmek ve kesinliğini anlatmakta mubalağa etmek ve söylediklerini tekid
etmek için ifade etmiştir. Yoksa bu gibi bir ifade zaten sözün başında geçmişti.
Allah en iyi bilendir.
DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadis-i Buhâri «Kitabü't-Tevhit» de Nesai;
«Kitabu't-Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Bu da şefaat hadisinin bir başka
rivayetidir. Basra'lı cemaat şefaat hadisini dinlemek maksadiyle Enes b.
Malik (Radiyallahu Anhum)'a gitmişler
Hz. Enes kendilerini tanımadığ için onları tanıştırmak ve ricalarını kendisine
bildirmek maksadiyle yanlarına Enes (Radiyallahu anh) 'ın dostu olan Sabit-i
Bünânî'yi de almışlar. Enes (R.A.) 'in evi Basra'ya iki fersah mesafede bulunan
Ezzaviye» denilen yerde imiş. Basra'lılar şefaat hadisini orada dinlemişler
dönüşte Hasan-ı Basri (Rahimehullah) 'in yanına uğramak akıllarına gelmiş
Hasan-ı Basri Haccac-ı zalimin zulmünden korkarak Basra'lı Ebu
Halifete't-Tâî'nin evinde gizleniyormuş. Hasan bu eve girince Allah'a duâ
etmiş; düşmanları kendisini burada altı defa aradıkları halde bulamamışlardır.
Hadisin sonunu da ondan dinlemişler. Hasan-ı Basrî hadisin bir kısmının noksan
bırakıldığını görünce «Hîhî» demiş. Bu kelime «ihi» şeklinde de rivayet olunur.
İsmi fiil olup sonunu getir; ziyadesini söyle manâlarına gelir. Basra'lılar
«bize bundan ziyadesi söylenmedi» deyince Hasan-ı Basrî bu hadisi Enes (R.A.)
'dan yirmi sene evvel dinlediğini: o zaman Enes'in daha derli toplu yani genç
ve dinç aklı yerinde bulunduğunu söylüyerek ihtiyarlık sebebiyle unuttumu yoksa
söylerse bu cemaat hadisi büyük bir müjde telâkki ederlerde ibadetlerden vaz
geçerler diye korktuğu için mi her ne sebeple ise hadisin bir kısmını muhakkak
rivayet etmediğini söyliyerek tamamını kendisi rivayet etmştir. Nebi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kendi ümmetine şefaat edilmesi müşkül
görülmüştür. Çünkü şefaat için ona müracaat edenler yalnız kendi ümmeti değil
bütün insanlardır. Bu işkâle şöyle cevap verilir.
İhtimal «Ümmetim» sözünden murad; şefaat için
müracaat eden mu'min ümmetler yahud sancağının altına toplananlardır. Bu
sebeble onları kendine izafe etmişdir. Kaadî Iyâz'a göre, ibarede kısaltma
vardır. Evvela umumî şefaat için izin verilecek. Sonra ümmeti için hususî şefaat
dileyecektir.
Hasan'ın rivayetinde:
İzzet, kibriyâ azamet ve cibriyâ kelimeleri edilmiştir. Bunlar bir birinin
müteradifi olmak üzere aynı ma'nâya gelirler. edilmiştir. Bunlar birinin
müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. «Eşya zıddı ile anlaşılır» kaidesi
mucibince biz bunların nakızlarını yani zıdlarını söyleyelim de hususi manâları
daha iyi anlaşılsın. İzzetin nakîzi zül, kibriyanm nakîzi küçüklük, azamet ve
cibriyanın nakîzi hakaretdir. Allah Teâlâ'ya izafe edilen bu sıfatlarla ona
lâyık olan lazimi manâları kasdedilir. Bazıları: «Kibriya zatının kemâline
azamet ve cibriya sıfatlarının kemâline raci'dir. Celâl sıfatı ise, hem zatının
hem sıfatlarının kemâline raci bir sıfattır» derler.
327 - (194) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة،
ومحمد بن
عبدالله بن نمير
(واتفقا في
سياق الحديث،
إلا ما يزيد
أحدهما من
الحرف بعد
الحرف) قالا:
حدثنا محمد بن
بشر. حدثنا
أبو حيان عن
أبي زرعة، عن
أبي هريرة؛
قال: أتي
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يوما
بلحم. فرفع
إليه الذراع
وكانت تعجبه.
فنهس منها نهسة
فقال "أنا سيد
الناس يوم القيامة.
وهل تدرون بما
ذاك؟ يجمع
الله يوم
القيامة
الأولين
والآخرين في
صعيد واحد.
فيسمعهم الداعي
وينفذهم
البصر. وتدنو
الشمس فيبلغ
الناس من الغم
والكرب مالا
يطيقون. ومالا
يحتملون.
فيقول بعض
الناس لبعض:
ألا ترون ما
أنتم فيه؟ ألا
ترون ما قد
بلغكم؟ ألا
تنظرون من يشفع
لكم إلى ربكم؟
فيقول بعض
الناس لبعض:
ائتوا آدم.
فيأتون آدم.
فيقولون: يا
آدم! أنت أبو
البشر. خلقك
الله بيده
ونفخ فيك من
روحه وأمر الملائكة
فسجدوا لك.
اشفع لنا في
ربك. ألا ترى
إلى ما نحن
فيه؟ ألا ترى
إلى ما قد
بلغنا؟ فيقول
آدم: إن ربي
غضب اليوم
غضبا لم يغضب
قبله مثله.
ولن يغضب بعده
مثله. وإنه
نهاني عن
الشجرة
فعصيته. نفسي.
نفسي. اذهبوا
إلى غيري.
اذهبوا إلى
غيري. اذهبوا
إلى نوح.
فيأتون نوحا
فيقولون: يا
نوح! أنت أول
الرسل إلى
الأرض. وسماك
الله عبدا
شكورا. اشفع
لنا إلى ربك.
ألا ترى ما
نحن فيه؟ ألا
ترى ما قد بلغنا؟
فيقول لهم: إن
ربي قد غضب
اليوم غضبا لم
يغضب قبله
مثله، ولن
يغضب بعده
مثله. وإنه قد
كانت لي دعوة
دعوت بها على
قومي. نفسي.
نفسي. اذهبوا إلى
إبراهيم صلى
الله عليه
وسلم. فيأتون
إبراهيم
فيقولون: أنت
نبي الله
وخليله من أهل
الأرض. اشفع
لنا إلى ربك.
ألا ترى إلى
ما نحن فيه؟
ألا ترى إلى
ما قد بلغنا؟
فيقول لهم
إبراهيم: إن
ربي قد غضب
اليوم غضبا لم
يغضب قبله
مثله ولا يغضب
بعده مثله.
وذكر كذباته.
نفسي. نفسي.
اذهبوا إلى
غيري، اذهبوا
إلى موسى.
فيأتون موسى
صلى الله عليه
وسلم فيقولون:
يا موسى أنت
رسول الله.
فضلك الله، برسالاته
وبتكليمه،
على الناس.
اشفع لنا إلى
ربك. ألا ترى
إلى ما نحن
فيه؟ ألا ترى
ما قد بلغنا؟
فيقول لهم
موسى صلى الله
عليه وسلم: إن
ربي قد غضب
اليوم غضبا لم
يغضب قبله
مثله ولن يغضب
بعده مثله.
وإني قتلت
نفسا لم أومر
بقتلها. نفسي.
نفسي. اذهبوا
إلى عيسى صلى
الله عليه
وسلم. فيأتون
عيسى فيقولون:
يا عيسى! أنت
رسول الله،
وكلمت الناس
في المهد،
وكلمة منه
ألقاها إلى
مريم، وروح
منه. فاشفع
لنا إلى ربك.
ألا ترى ما
نحن فيه؟ ألا
ترى ما قد
بلغنا؟ فيقول
لهم عيسى صلى
الله عليه
وسلم: إن ربي
قد غضب اليوم
غضبا لم يغضب
قبله مثله ولن
يغضب بعده
مثله. ولم
يذكر له ذنبا.
نفسي. نفسي.
اذهبوا إلى
غيري. اذهبوا
إلى محمد صلى
الله عليه
وسلم. فيأتوني
فيقولون: يا
محمد! أنت رسول
الله وخاتم
الأنبياء.
وغفر الله لك
ما تقدم من
ذنبك وما
تأخر. اشفع
لنا إلى ربك.
ألا ترى ما نحن
فيه؟ ألا ترى
ما قد بلغنا؟ فأنطلق
فآتي تحت
العرش فأقع
ساجدا لربي.
ثم يفتح الله
علي ويلهمني
من محامده
وحسن الثناء عليه
شيئا لم يفتحه
لأحد قبلي. ثم
يقال: يا محمد! ارفع رأسك.
سل تعطه. اشفع
تشفع. فأرفع
رأسي فأقول:
يا رب! أمتي.
أمتي. فيقال:
يا محمد! أدخل
الجنة من أمتك،
من لا حساب
عليه، من
الباب الأيمن
من أبواب
الجنة. وهو
شركاء الناس
فيما سوى ذلك
من الأبواب.
والذي نفس
محمد بيده! إن
ما بين
المصراعين من
مصاريع الجنة
لكما بين مكة
وهجر. أو كما
بين مكة وبصرى".
479- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe ve Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. -Her ikisi de hadisin
anlatımında ittifak etmekle birlikte onlardan birisi bazen bir harften sonra
bir başka harf ilave ederek- dediler ki: Bize Muhammed b. Bişr tahdis etti,
bize Ebu Hayyan, Ebu Zur'a'dan tahdis etti. O Ebu
Hureyre' den şöyle dediğini nakletti:
Bir gün Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir miktar et getirildi. Kol kısmı ona takdim
edildi. O kolu severdi. Ondan bir lokma alıp şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününde
insanların efendisi benim. Bunun neden böyle olduğunu biliyor musunuz? Allah kıyamet
gününde öncekileri de, sonrakileri de düz bir yerde toplayacak. Davetçi onlara
seslerini işittirecek, göz onları görebilecek. Güneş de oldukça yaklaşacak.
İnsanlar güçleri yetmeyecek ve tahammül edemeyecekleri kadar gam ve kedere
boğulacaklar. İnsanların bir kısmı diğerine: Ne hale geldiğimizi görmez
misiniz? Bu sıkıntılarınızın nereye kadar ulaştığını görmüyor musunuz? Rabbiniz
nezdinde sizin için şefaatte kim bulunabilir diye bakmayacak mısınız,
diyecekler.
Yine insanların bir
kısmı bir diğerine: Adem'in yanına gidiniz, diyecek. Bunun üzerine Adem'e gidip
ona: Ey Adem, sen insanların babasısın. Allah seni eliyle yarattı, sana
ruhundan üfledi, meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler. Bizim için
Rabbinin nezdinde şefaat et, içinde bulunduğumuz bu hali görmüyor musun?
Sıkıntımızın ne dereceye vardığını görmüyor musun, diyecekler.
Adem: Şüphesiz bugün
Rabbim öyle bir gazap etmiş ki, bugünden önce böyle gazap etmediği gibi, bundan
sonra da bu şekilde gazap etmeyecektir. Hem o bana o ağaca yaklaşmamı
yasakladı, ben ona baş kaldırdım. Canımı kurtarmaya bakıyorum, canımı! (Nefsi,
Nefsi) Benden başkasının yanına gidin, Nuh'a gidin, diyecek.
Onlar da Nuh'un yanına
gidip: Ey Nuh, sen yeryüzüne gönderilen ilk Resulsün, Allah senden çok şükreden
bir kul, diye söz etti. Rabbinin nezdinde bizim için şefaat et. İçinde
bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın ne dereceye vardığını görmüyor
musun, diyecekler.
Nuh onlara: Bugün Rabbim
öyle bir gazap etmiş ki bundan önce onun gibi gazap etmediği gibi, bundan sonra
da böyle gazap etmeyecektir. Benim bir dua etme hakkım vardı. Onu kullanıp,
kavmime beddua ettim. Canımı kurtarmak istiyorum, canımı! (Nefsi, Nefsi!) Siz
İbrahim (aleyhisselam)'a gidin, diyecek.
Onlar da İbrahim'e gidip:
Sen Allah'ın nebisi ve yeryüzü halkı arasında onun halilisin. Rabbinin nezdinde
bizim için şefaat et. İçinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın
ulaştığı dereceyi görmez misin diyecekler.
İbrahim kendilerine: Bugün Rabbim öyle bir
gazap etmiş ki bundan önce onun gibi gazap etmemiş, bundan sonra da bu şekilde
gazap etmeyecektir deyip, söylediği yalanları sözkonusu edecek (ve) nefsimi
kurtarayım nefsimi! (Nefsi, Nefsi!) Siz benden başkasına gidin, Musa'ya gidin,
diyecek.
Onlar da Musa'ya
(aleyhisselam) gidecekler ve: Ey Musa, sen Allah'ın Resulüsün, Allah
risaletleri ile ve seninle konuşmasıyla seni insanlardan üstün tuttu. Rabbinin
nezdinde bizim için şefaat et. İçinde bulunduğumuz bu hali görmez misin?
Sıkıntımızın ulaştığı dereceyi görmez misin, diyecekler.
Musa (aleyhisselam)
onlara: Bugün Rabbim öyle bir gazap etmiş ki, bundan önce onun gibi gazap
etmemiştir, bundan sonra da böyle bir gazap etmeyecektir. Hem ben öldürmekle
emrolunmadığım bir canı öldürmüştüm. Nefsimi kurtarmaya bakıyorum, nefsimi!
(Nefsi, Nefsi!) Siz İsa (aleyhisselam)'a gidin, diyecek.
Onlar da İsa'ya gidip:
Ey İsa, sen Allah'ın rasuıüsün. Beşikte iken insanlarla konuşmuştun. Allah'ın
Meryem'e bıraktığı, ondan bir kelime ve onun ruhundansın. Rabbinin huzurunda bizim
için şefaat et, içinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın nereye
ulaştığını görmez misin, diyecekler.
İsa (aleyhisselam)
onlara: Şüphesiz bugün Rabbim öyle bir gazap etmiş ki bundan önce böyle gazap
etmemiştir, bundan sonra da böyle gazap etmeyecektir diyecek ve herhangi bir
günahını sözkonusu etmeyip, nefsimi kurtarayım, nefsimi! (Nefsi, Nefsi !)
Benden başkasına gidin. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gidin, (diye
ekleyecek).
Bunun üzerine benim
yanıma gelerek: Ey Muhammed, sen Allah'ın Resulü, nebilerin sonuncususun. Allah
senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. Rabbinin nezdinde bizim için
şefaat eyle. İçinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın nereye
kadar ulaştığını görmez misin, diyecekler.
Bunun üzerine ben de
kalkıp, Arşın altına gelip, Rabbim için secdeye kapanacağım. Sonra Allah benden
önce hiçbir kimseye ilham etmediği, pek güzel hamd ve senalarda bulunmayı ilham
edecek, sonra da: Ey Muhammed, başını kaldır, dile, dilediğin sana verilecek,
şefaat et, şefaatin kabulolunacak buyurulacak, ben de başımı kaldırıp, Rabbim
ümmetimi (isterim) ümmetimi, diyeceğim.
Bana: Ey Muhammed,
ümmetinden hesaba çekilmeyecek olan kimseleri cennet kapılarından sağdaki
kapıdan girdir. Ayrıca onlar bunun dışındaki diğer kapılarda da, sair
insanlarla da ortak olacaklar. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki,
cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe Mekke ile Hecer -yahut Mekke
ile Busra- arası kadardır. "
Diğer tahric: Buhari,
3361, 3340, 4712; Tirmizi, 2434, 1837 -muhtasar olarak-; İbn Mace, 3307;
Tuhfetu'l-Eşraf, 14927
AÇIKLAMA: "Ebu Hayyan'dan, o Ebu Zur'a'dan
... " İman bölümünün baş taraflarında Ebu Hayyan ve Ebu Zur'a ile ilgili
açıklamalar geçmiş, Ebu Zur'a'nın adının Herim olduğu belirtilmişti. Ayrıca
Amr, Ubeydullah ve Abdurrahman olduğunun da söylendiğine işaret edilmişti. Ebu
Hayyan'ın adı ise Yahya b. Said b. Hayyan' dır.
"Ona kolu takdim
edildi, o kolu severdi" ile ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah): Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kolu sevmesinin sebebi pişmesi, daha lezzetli
ve tadı güzelolmakla birlikte çabuk hazmedilmesi, ayrıca rahatsızlık verici
yerlerden uzak oluşudur, demiştir.
Tirmizi kendi senediyle
rivayet ettiği üzere Aişe (r.anha) şöyle demiştir: "Aslında Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) etin kol kısmını daha çok sevmiyordu ama eti
arasıra bulurdu. Etin kol kısmı daha çabuk piştiğinden ötürü çabuk davranılıp,
etin kol kısmı ona takdim edilirdi."
"Ondan bir lokma
aldı." Kadı İyaz der ki: Bir lokma almak anlamındaki "nehese"
fiilini ravilerin çoğunluğu sin ile rivayet etmişlerdir. İbn Mahan ise bunu şın
ile rivayet etmiştir, her ikisi de, dişlerinin ucuyla bir lokma aldı,
anlamındadır. Herevı dedi ki: Ebu'l-Abbas dedi ki: Sin ile ön dişlerinin ucuyla
almak, şın ile ise azı dişleriyle almak, demektir.
"Kıyamet gününde
ben insanların efendisiyim." Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu
sözleri yüce Allah'ın üzerindeki nimetini anlatmak için söylemiştir. Çünkü yüce
Allah zaten ona böyle yapmasını emir buyurmuştur. Ayrıca onun bu sözü bizim
onun üzerimizdeki hakkını bilmemiz için bize verdiği bir öğüttür.
Kadı İyaz dedi ki:
Seyyid (efendi) kavminden üstün olan kişi, zorlu ve sıkıntılı zamanlarında
kendisine sığınılan zat demektir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' de
dünyada da, ahirette de Ademoğullarının efendisidir. Kıyamet gününün özellikle
sözkonusu edilmesi ise o gündeki efendiliğinin yüksekliğinden ve herkesin onun
efendiliğini teslim edip kabul etmesinden dolayıdır çünkü Adem de, onun bütün
çocukları da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sancağı altında
olacaklardır. Nitekim yüce Allah: "Bugün mülk kimindir? Bir ve tek, Kahhar
Allah'ındır." (el-Mu'min, 4016) buyurmaktadır. Yani o günde her türlü mülk
iddiası ortadan kalkmış olacaktır. Allah en iyi bilendir.
'1\ Ila h kıyamet
gününde öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplayacaktır ... "
Düzlük (Said) geniş ve düz arazi demektir.
"Gözün onlara nüfuz
etmesi" ile ilgili olarak Herevı şöyle der: Kisaı dedi ki: Gözü bana nüfuz
etti tabiri, bana ulaşıp, beni aşıp geride bıraktığı zaman kullanılır. Kavme
nüfuz ettim, tabiri de onların ortasında yürüyüp, onları geçtiğim zaman
kullanılır. (Bunun için fiilin başına hemze getirilir.) Ancak onları ortasından
geçip, onları geride bırakacak olursak bu sefer bu fiil hemzesiz kullanılır.
Buradaki ifadenin
anlamına gelince: Herevı dedi ki: Ebu Ubeyd dedi ki:
Yani Rahman Allah
Tebareke ve Teala'nın gözü onların tamamını görecek şekilde onlara nüfuz eder. Ebu
Ubeyd' den başkaları ise: Yerin düzlüğü dolayısı ile bakanların gözleri onları
delip geçer, diye açıklamışlardır. Zaten yüce Allah öncesinde de, sonrasında da
hep insanları kuşatmıştır. -Herevı'nin ifadeleri burada sona ermektedir.-
Metali' sahibi de şöyle
der: Yani bakan kişi onları kuşatır, onların hiçbir şeyleri ona gizli kalmaz.
Buna sebep ise yerin düz olmasıdır. Yani herhangi bir kimsenin görenlerden
saklanmak üzere arkasında saklanacağı bir şey bulunmayacaktır.
Bu ise Ebu Ubeyd'in
söylediği şanı yüce Rahman onları görür şeklindeki ifadesinden daha uygundur;
çünkü yüce Allah'ın görmesi düz yerde de, başka yerde de her durumda onların
hepsini kuşatır. Metali' sahibinin sözleri bunlardır.
İmam Ebu's-Saadat
el-Cezen (İbnu'l-Esir) de Ebu Ubeyd ile başkası arasındaki şanı yüce Rahman
Allah'ın görmesi midir yoksa yaratılmışlardan bakan kimsenin görmesi mi olduğu
ile ilgili görüş ayrılıklarını sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir:
Hadis alimleri bu kelimeyi peltek ze harfi ile rivayet ederler. Halbuki bu
aslında noktasız olarak dal iledir; yani bakan kişi onların tamamını görünceye
kadar başından sonuna hepsini görür. Bu da "nefede" kökünden gelir.
Hadisin bakan kimsenin görmesi ile ilgili olarak yorumlanması, şanı yüce
Allah'ın görmesine yorumlanmasından daha uygundur. -Ebu's-Saadat'ın
açıklamaları da bunlardır.-
Buna göre bu kelime ile
ilgili olarak baş tarafındaki "ye" harfinin fethalı ve ötreli olması,
son harfinin dal ve zelolması ile "onlara nüfuz eder"deki fiilin
öznesi olan zam ir hakkında görüş ayrılığı vardır. Daha sahih olan ye harfinin
fethalı, son harfinin zelolması ve görmenin yaratılmış tarafından olmasıdır.
Allah en iyi bilendir.
"Sıkıntımızın
nereye kadar ulaştığını görmez misin" cümlesinde "ulaşmak"
anlamındaki fiilde gayn harfi fethalıdır. Bilinen ve sahih olan da budur ama
müteahhir bazı imamlar bu harfi hem fethalı, hem sakin olarak zaptetmişlerdir,
bunun da açıklanabilir bir tarafı vardır. Fakat tercih edilen ilk kaydettiğimiz
şekildir, buna delil de yine bu hadiste bundan önce geçen: "Ne hale
geldiğinizi görmez misiniz" denilmiş olmasıdır. Şayet gayn harfi sakin
olarak okunacak olsaydı, muhatap zamirinin (mansub zam ir olarak" ...
kum" olarak değil de) merfu zamir olarak" ... tum" olarak gelmesi
gerekirdi.
Adem ve diğer nebilerin
(Allah'ın salat ve selamları onlara) söyleyecekleri: "Bugün Rabbim öyle
bir gazaplanmış ki bundan önce onun gibi gazaplanmış değildir, bundan sonra da
böyle gazaplanmayacaktır" ifadesinde geçen yüce Allah'ın gazabından kasıt
onun kendisine baş kaldıranlardan intikam alacağının ortaya çıkması ve onların
onun elim azabını görecek olmaları, orada toplanan kimselerin olmamış ve
olmayacak derecede dehşetli hallere tanık olmalarıdır. Bütün bu hallerin bir
benzerinin o günden önce görülmediği ve daha sonra da görülmeyeceğinde bir
şüphe yoktur. İşte yüce Allah'ın gazabının anlamı budur.
Aynı şekilde onun rızası
da, hakkında hayır ve lütufta bulunmayı murad ettiği kimselere olacak ve bu,
rahmeti ve lütfu ile gerçekleşecektir. Çünkü yüce Allah'ın razı olmak ve gazaba
gelmek hallerinde değişmesi imkansızdır. Allah en iyi bilendir.
"Şüphesiz cennetin
kapı kanatlarının ikisi arasındaki mesafe Mekke ile Hecer arası -yahutta Mekke
ile Busra arası- kadardır." Kapının kanatları kapının iki tarafıdır. Hecer
ise Bahreyn şehirlerinin temelini teşkil eden büyük bir şehirdir.
Cevheri,Sihah'ında der ki: Hecer müzekker ve munsarıf bir şehir adıdır. Bu
şehre nispet "Haciri" (he harfinden sonra med harfi elif ile) diye
yapılır.
Ebu'l-Kasım ez-Zeccaci
de el-Cem el adlı eserinde şöyle der: Hecer müzekker ve müennes olarak
kullanılır.
Derim ki: Burada sözü
edilen Hecer ile"su -Hecer testileriyle- iki testi miktarına ulaşacak
olursa" diye diğer hadiste sözü edilen Hecer' den farklı bir yerdir. Bu
ikincisi Medine kasabalarından bir kasaba olup, orada testi yapılırdı. Bu ise
munsarıf değildir. Ben bunu Mühezzeb Şerhinin baş taraflarında açıkladım.
Busra'ya gelince, bu da
Dımaşk ile arasında üç konaklık mesafe bulunan bir şehirdir. Havran şehri de
odur, kendisi ile Mekke arası bir aylık uzaklıktır.
328 - (194) وحدثني
زهير بن حرب.
حدثنا جرير عن
عمارة بن القعقاع،
عن أبي زرعة،
عن أبي هريرة؛
قال: وضعت
بين يدي رسول
الله صلى الله
عليه وسلم قصعة
من ثريد ولحم.
فتناول
الذراع. وكانت
أحب الشاة
إليه. فنهس
نهسة فقال
"أنا سيد
الناس يوم القيامة"
ثم نهس أخرى
فقال "أنا سيد
الناس يوم القيامة"
فلما رأي
أصحابه لا
يسألونه قال
"ألا تقولون
كيفه؟" قالوا:
كيفه يا رسول
الله؟ قال
"قال "يقوم
الناس لرب
العالمين"
وساق الحديث
بمعنى حديث
أبي حيان عن
أبي زرعة.
وزاد في قصة
إبراهيم فقال.
وذكر قوله في
الكوكب: هذا
ربي. وقوله
لآلهتهم: بل
فعله كبيرهم
هذا. وقوله:
إني سقيم.
"والذي نفس
محمد بيده! إن
ما بين المصراعين
من مصاريع
الجنة إلى
عضادتي الباب
لكما بين مكة
وهجر أو هجر
ومكة قال : لا
أدري أي ذلك
قال . ".
480- Bana Züheyr b. Harp'ta
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Umaratü'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebu
Zür'a'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen
rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
önüne tirit ve et bulunan bir kap konuldu. Allah Resulü kolu aldı. Koyunun en
sevdiği tarafı o idi. Ondan bir lokma alıp "kıyamet gününde insanların
efendisi benim" buyurdu, sonra bir lokma daha aldı, tekrar "kıyamet
gününde insanların efendisi benim" buyurdu. Ashabının kendisine soru
sormadıklarını görünce "neden bu nasıl olacak demiyorsunuz" buyurdu.
Onlar da: Bu nasılolacak
ey Allah'ın Resulü, dediler. Şöyle buyurdu:
"İnsanlar alemlerin
Rabbinin huzuruna kalkacaklar." Sonra da hadisi Ebu Hayyan'ın, Ebu
Zur'a'dan diye naklettiği manada sevketti ve ayrıca İbrahim (aleyhisselam) ile
ilgili anlatılanlarda ziyade olarak yıldız hakkında: Bu benim Rabbimdir
demesini de onların putlarına: Hayır, bunu onların bu büyükleri yaptı dediğini,
yine onun: Ben hastayım dediğini de ekledi. (Sonra Allah Resulü) şöyle buyurdu:
"Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki hiç şüphesiz cennetin
kapılarının iki kanadı ile pervazları arasındaki uzaklık şüphesiz Mekke ile
Hecer -yahut Hecer ile Mekke- arası kadar olacaktır."
(Ravi) dedi ki: Bunların
hangisini söylediğini bilmiyorum.
Bunu yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14914
AÇIKLAMA: "Neden bu nasılolacak
demiyorsunuz? Onlar da: Ey Allah'ın Resulü bu nasılolacak, dediler."
Burada "nasıl" anlamındaki kelimenin sonunda bulunan "he"
harfi vakıf yapıldığı zaman kelimenin sonuna getirilen "hau's-sekt: susma
he'si"dir.
Ashab-ı Kiram'ın:
"Bu nasılolacak ey Allah'ın Resulü" deyip, he harfini durak
yapmadıkları halde sabit olarak telaffuz etmeleri ise iki şekilde açıklanır. Bu
ikisini de Tahrır sahibi ile başkaları zikretmişlerdir. Bunlardan birincisine
göre, Araplar arasından durak yapmamayı da durak yapmak gibi kullananlar
vardır. İkinci açıklamaya göre, ashab-ı kiram Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in kendilerine teşvik ederken kullandığı lafza uygun lafız kullanma
maksadıyla bunu söylemişlerdir. Eğer he harfi getirmeksizin "nasıl"
demiş olsalardı, kendilerini hakkında soru sormaları için teşvik etmiş olduğu
hususu sormuş olmayacaklardı. Allah en iyi bilendir.
"Kapılann
pervazlan" ile ilgili olarak Cevherı şöyle demektedir: Kapıların pervazIarı
yan tarafta bulunan, onları tutan iki ahşaptır.
//329 - (195) حدثنا محمد
بن طريف بن
خليفة البجلي.
حدثنا محمد بن
فضيل. حدثنا
أبو مالك
الأشجعي عن
أبي حازم، عن
أبي هريرة.
وأبو مالك عن
ربعي، عن حذيفة؛
قالا: قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
"يجمع الله
تبارك وتعالى
الناس. فيقوم
المؤمنون حتى
تزلف لهم
الجنة. فيأتون
آدم فيقولون:
يا أبانا
استفتح لنا
الجنة. فيقول:
وهل أخرجكم من
الجنة إلا
خطيئة أبيكم
آدم! لست
بصاحب ذلك.
اذهبوا إلى
ابني إبراهيم
خليل الله.
قال فيقول إبراهيم:
لست بصاحب
ذلك. إنما كنت
خليلا من وراء
وراء. اعمدوا
إلى موسى صلى
الله عليه وسلم
الذي كلمه
الله تكليما.
فيأتون موسى
صلى الله عليه
وسلم فيقول:
لست بصاحب
ذلك. اذهبوا
إلى عيسى كلمة
الله وروحه.
فيقول عيسى
صلى الله عليه
وسلم: لست
بصاحب ذلك.
فيأتون محمدا
صلى الله عليه
وسلم. فيقوم
فيؤذن له.
وترسل
الأمانة
والرحم.
فتقومان
جنبتي الصراط
يمينا وشمالا.
فيمر أولكم
كالبرق" قال
قلت: بأبي أنت
وأمي! أي شيء
كمر البرق؟
قال "ألم تروا
إلى البرق كيف
يمر ويرجع في
طرفة عين؟ ثم
كمر الريح. ثم
كمر الطير وشد
الرجال. تجري
بهم أعمالهم.
ونبيكم قائم
على الصراط
يقول: رب! سلم
سلم. حتى تعجز
أعمال العباد.
حتى يجيء
الرجل فلا
يستطيع السير
إلا زحفا. قال
وفي حافتي الصراط
كلاليب معلقة.
مأمورة بأخذ
من أمرت به. فمخدوش
ناج ومكدوس في
النار". والذي
نفس أبي هريرة
بيده! إن قعر
جهنم لسبعون
خريفا.
481- Bize Muhammed b. Tarif
b. Halife el-Becell tahdis etti. Bize Muhammed b. Fudayl tahdis etti, bize Ebu
Malik el-Eşcai, Ebu Hazim'den tahdis etti. O Ebu Hureyre'den nakletti. Yine Ebu
Malik, Rib'i b. Hiraş'dan, o Huzeyfe'den naklen (Ebu
Hureyre ile birlikte) dediler ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: "Şanı Yüce ve mübarek Allah insanları toplar. Müminler
sonunda cennet onlara yakınlaştırılıncaya kadar ayakta dururlar sonra Adem'e
gidip: Ey babamız, bize cennetin kapılarının açılmasını iste, diyecekler. O da:
Sizin cennetten çıkmanızın sebebi babanız Adem'in günahından başka bir şey
midir? Bu işi yapacak ben değilim. Siz oğlum (Halilullah) İbrahim'in yanına
gidiniz, diyecek.
İbrahim de: Ben bu işi
yapacak olan değilim, çünkü ben arkadan arkadan (uzaktan uzağa) halil idim. Sizler
Allah'ın kendisi ile özel bir surette konuşmuş olduğu Musa'ya gidiniz, diyecek.
Musa'ya gidecekler, o
da: Bu işi yapacak kişi ben değilim. Sizler Allah'ın kelimesi ve ruhu olan
İsa'nın yanına gidin, diyecek.
İsa da: Bu işi yapacak
kişi ben değilim diyecek. Bunun üzerine Muhammed (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e gelecekler. O da ayağa kalkacak, ona izin verilecek. Emanet ve rahim
(akrabalık bağı) salınacak, her ikisi de biri sağında, diğeri solunda Sıratın
yan taraflarında duracaklar. Sizin ilkieriniz şimşek gibi geçecek. "
Ben: Babam, anam sana
feda olsun. Şimşek gibi ne olabilir ki, dedim.
O şöyle buyurdu:
"Sizler bir göz açıp kırpacak kadar bir zaman içerisinde şimşeğin nasıl
geçip gittiğini hiç görmediniz mi? Sonra rüzgarın geçmesi gibi, sonra kuşun ve
sonra erkeklerin hızlıca koşup, geçmesi gibi geçecekler. Amelleri onları
yürütecek, sizin nebiniz ise Sıratın üzerinde ayakta: Rabbim esenlik ver,
Rabbim esenlik ver diyecek. Nihayet kulların amelleri aciz kalacak, öyle ki bir
adam gelecek ancak emekleyerek yol alabilecek. Sıratın her iki kenarında ise
emrolunmuş, kendisine emredileni yakalayan asılı kancalar bulunacak. Kimileri
yara bere almış olarak kurtulmuş olacak, kimisi de cehenneme doldurulmuş
olacak. "
Ebu Hureyre'nin nefsi
elinde olana yemin ederim ki, şüpheşiz cehennemin dibi yetmiş yıldır.
"Allah insanları
toplayacak..:" hadisini yalnız Müslim rivayet etmiştir. Tuhfetu'I-Eşraf,
13400
AÇIKLAMA: "Cennet kendilerine
yakınlaştınlıncaya kadar müminler ayakta bekleyecek." Yani şanı yüce Allah'ın:
"Cennette takva sahiplerine yakınlaştırılır." (Şuara, 26/90)
buyruğunda belirtildiği gibi cennet yakınlaştırılmış olacaktır.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in İbrahim (aleyhisselam) hakkında: '~rkadan arkadan (uzaktan uzağa)
halil idim" sözleri hakkında Tahrir sahibi şöyle demektedir (3170): Bu
tevazu olmak üzere kullanılan bir tabirdir yani ben öyle mertebesi yüksek
birisi değilim. Bu hususta bunun anlamına dair güzel bir açıklamaya rastladım.
Buna göre bunun anlamı şudur: Bana verilen üstün özellikler Cebrail
(aleyhisselam)'ın elçiliği aracılığı ile verilmişti ama siz Musa'ya gidiniz
çünkü o herhangi bir vasıta olmaksızın ilah! kelamı duymuştu.
‘‘Arkadan
(uzaktan)" kelimesinin tekrarlanması ise Nebimiz Muhammed (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in de vasıtasız olarak Allah'ın kelamını duymuş ve görme
lütfuna mazhar olmuş olması dolayısıyladır. İbrahim bunun için dedi ki: Ben
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de arkasında bulunan Musa'nın
gerisindeyim. -Hepsine selam olsun- Tahrir sahibinin açıklamaları bunlardır.
‘‘Arkadan arkadan
(uzaktan uzağa)" lafzının son harfinin harekesinde meşhur olan tenvinsiz
fetha ile okunduğudur. Bununla birlikte Arapça bilginleri nezdinde her iki
lafzın ötre üzere bina edilmesi de mümkündür. Bu hususta Hafız Ebu'l-Hattab b.
Dihye ile büyük edebiyatçı imam Ebu'l-Yumn el-Kin d! arasında bir tartışma
cereyan etmiş, İbn Dihye bu iki kelimeyi fethalı olarak rivayet edip, bunun
doğru olduğunu ileri sürmüş, el-Kind! ise bunu kabul etmeyerek ötreli okuyuşun
doğru olduğunu ileri sürmüştür. Ebu'l-Beka da doğrusu ötreli olduğudur demiştir
...
"Emanet ve rahim
serbest bırakılır. Her ikisi Sıratın yan taraflarında dururlar." (3171)
Emanetin ve rahimin serbest bırakılması (gönderilmesi) durumlarının büyüklüğü ve
etkilerinin çokluğu dolayısıyladır. Bu sebeple her ikisi de şam yüce Allah'ın
murad edeceği bir şekilde müşahhas olarak suretleneceklerdir. Tahrir sahibi der
ki: İfadede ihtisar vardır. Bu sözü dinleyen, her ikisinin de Sırattan geçmek
isteyen herkesten haklarını istemek üzere orada dikileceklerini anlamaktadır.
"Onların ilkieri
şimşek gibi geçer ... Erkeklerin koşması gibi geçer, onları amelleri
koşturacaktır." Yani erkeklerin en hızlı ve süratli koşuşmaları gibi
koşacaklardır.
"Onları amelleri
koşturacaktır. " Sözü de "ilkieri şimşek gibi koşacaktır ... "
sözüne dair bir açıklama gibidir. Yani onların geçiş hızları mertebelerine ve
amellerine göre olacaktır.
"Kancalar"a
dair açıklama daha önce geçti.
"Kimisi yaralı
bereli olarak kurtulmuş, kimisi de cehenneme dökülmüş olacaktır." Yine bu
başlıkta buna dair açıklama geçmiş bulunmaktadır. Asıl nüshaların birçoğunda
buradaki "mekdCıs (doldurulmuş, yığılmış) kelimesi "mükerdes"
olarak da rivayet edilmiştir. Bu da anlam itibariyle ona yakındır.
"Ebu Hureyre'nin
nefsi elinde olana yemin ederim ki. .. " Bazı asıl nüshalarda bu şekilde
"yetmiş" anlamındaki lafız vav'lı zikredilmiştir. Vav'lı
zikredilişinin sebebi açıkça anlaşılmaktadır. Bunda şu takdirde bir hazf
vardır: Cehennem in dibine kadar uzaklık yetmiş yıllık bir yol mesafesidir.
Asıl nüshaların ve rivayetlerin birçoğunda ise "yetmiş" anlamındaki
lafız ye ile zikredilmiştir. Bu da sahihtir. Muzafı hazdefip, muzafun ileyh'i
olduğu gibi mecrur haliyle bırakanlara göre ifadenin takdiri: Yetmiş yıllık yol,
şeklindedir.
"Cehennemin
dibi" lafzındaki "ka'r: dib" kelimesi mastar kabul edilirse o
takdirde "yetmiş" lafzı zaman zarfı olur. Haberi de bunda hazfedilmiş
olur. Takdiri de şöyledir: Cehennemin dibine varmak yetmiş yılda olur.
Hadiste (sonbahar anlamındaki)
"har1f" lafzı yıl anlamındadır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: