SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب
معرفة طريق
الرؤية
81- ALLAH'IN GÖRÜLMESİNİ
(ÖRNEKLE) BiLMENİN YOLU BABI
299- (182) حدثني
زهير بن حرب.
حدثنا يعقوب
بن إبراهيم. حدثنا
أبي عن ابن
شهاب، عن عطاء
بن يزيد
الليثي؛ أن
أبا هريرة
أخبره؛ أن
ناسا قالوا
لرسول الله
صلى الله عليه
وسلم: يا
رسول الله! هل
نرى ربنا يوم
القيامة؟
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم: "هل
تضارون في رؤية
القمر ليلة
البدر؟"
قالوا: لا. يا
رسول الله!
قال: "هل
تضارون في
الشمس ليس
دونها سحاب؟"
قالوا: لا. يا
رسول الله!
قال "فإنكم
ترونه كذلك. يجمع
الله الناس
يوم القيامة. فيقول:
من كان يعبد
شيئا فليتبعه.
فيتبع من كان
يعبد الشمس
الشمس. ويتبع
من كان يعبد
القمر القمر.
ويتبع من كان
يعبد
الطواغيت
الطواغيت. وتبقى
هذه الأمة
فيها
منافقوها.
فيأتيهم الله،
تبارك
وتعالى، في
صورة غير
صورته التي
يعرفون.
فيقول: أنا
ربكم. فيقولون:
نعوذ بالله
منك. هذا
مكاننا حتى
يأتينا ربنا.
فإذا جاء ربنا
عرفناه.
فيأتيهم الله تعالى
في صورته التي
يعرفون.
فيقول: أنا
ربكم. فيقولون:
أنت ربنا.
فيتبعونه.
ويضرب الصراط
بين ظهري
جهنم. فأكون
أنا وأمتي أول
من يجيز. ولا يتكلم
يومئذ إلا
الرسل. ودعوى
الرسل يومئذ:
اللهم! سلم،
سلم. وفي جهنم
كلاليب مثل
شوك السعدان.
هل رأيتم
السعدان؟"
قالوا: نعم. يا
رسول الله! قال:
"فإنها مثل
شوك السعدان.
غير أنه لا
يعلم ما قدر
عظمها إلا
الله. تخطف
الناس
بأعمالهم. فمنم
المؤمن بقي
بعمله. ومنهم
المجازى حتى
ينجى. حتى إذا
فرغ الله من
القضاء بين
العباد،
وأراد أن يخرج
برحمته من
أراد من أهل
النار، أمر
الملائكة أن
يخرجوا من
النار من كان
لا يشرك بالله
شيئا، ممن أراد
الله تعالى أن
يرحمه، ممن
يقول: لا إله
إلا الله.
فيعرفونهم في
النار.
يعرفونهم
بأثر السجود.
تأكل النار من
ابن آدم إلا
أثر السجود.
حرم الله على
النار أن تأكل
أثر السجود. فيخرجون
من النار وقد
امتحشوا. فيصب
عليهم ماء
الحياة.
فينبتون منه
كما تنبت
الحبة في حميل
السيل. ثم
يفرغ الله
تعالى من
القضاء بين
العباد. ويبقى
رجل مقبل
بوجهه على
النار. وهو
آخر أهل الجنة
دخولا الجنة.
فيقول: أي رب!
اصرف وجهي عن
النار. فإنه
قد قشبني
ريحها وأحرقني
ذكاؤها. فيدعو
الله ما شاء
الله أن يدعوه.
ثم يقول الله
تبارك وتعالى:
هل عسيت إن
فعلت ذلك بك
أن تسأل غيره!
فيقول: لا
أسألك غيره.
ويعطي ربه من
عهود ومواثيق
ما شاء الله.
فيصرف الله
وجهه عن
النار. فإذا
أقبل على الجنة
ورآها سكت ما
شاء الله أن
يسكت. ثم يقول:
أي رب! قدمني
إلى باب
الجنة. فيقول
الله له: أليس
قد أعطيت
عهودك ومواثيقك
لا تسألني غير
الذي أعطيتك.
ويلك يا ابن
آدم! ما أغدرك!
فيقول: أي رب!
ويدعو الله
حتى يقول ل:
فهل عسيت إن
أعطيتك ذلك أن
تسأل غيره! فيقول:
لا. وعزتك!
فيعطي ربه ما
شاء الله من
عهود ومواثيق.
فيقدمه إلى
باب الجنة.
فإذا قام على
باب الجنة
انفهقت له
الجنة. فرأى
ما فيها من
الخير والسرور.
فيسكت ما شاء
الله أن يسكت.
ثم يقول: أي رب!
أدخلني الجنة.
فيقول الله
تبارك وتعالى
له: أليس قد
أعطيت عهودك
ومواثيقك أن
لا تسأل غير
ما أعطيت.
ويلك يا ابن
آدم! ما أغدرك!
فيقول: أي رب! لا
أكون أشقى
خلقك. فلا
يزال يدعو
الله حتى يضحك
الله تبارك
وتعالى منه.
فإذا ضحك الله
منه، قال:
ادخل الجنة.
فإذا دخلها
قال الله له:
تمنه. فيسأل
ربه ويتمنى.
حتى إن الله
ليذكره من كذا
وكذا، حتى إذا
انقطعت به
الأماني. قال
الله تعالى:
ذلك لك ومثله
معه".
قال عطاء بن
يزيد: وأبو
سعيد الخدري
مع أبي هريرة
لا يرد عليه
من حديثه
شيئا. حتى إذا
حدث أبو
هريرة: إن
الله قال لذلك
الرجل: ومثله
معه. قال أبو
سعيد: أشهد
أني حفظت من
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قوله: ذلك
لك وعشرة
أمثاله. قال
أبو هريرة:
وذلك الرجل
آخر أهل الجنة
دخولا الجنة.
450- Bana Zuheyr b. Harb
haber verdi. Bize Yakub b. İbrahim tahdis etti. Bize babam İbn Şihab'dan tahdis
etti. O Ata b. Yezid Leysi'den, o Ebu
Hureyre'den kendisine haber verdiğine göre bazı kimseler Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'e: Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabbimizi görür müyüz,
dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"Dolunayı görmek
için birbirinizle itişir, kakışır, birbirinize zarar verir misiniz?"
Onlar: Hayır, ey Allah'ın Resulü, dediler. Bu sefer Allah Resulü: "Ya
önünde hiçbir bulut yokken güneşi görmek için birbirinizle itişir, kakışır,
birbirinize zarar verir misiniz" buyurdu. Onlar: Hayır, ey Allah'ın Resulü
dediler. Allah Resulü şöyle devam etti: "Şüphesiz siz de onu böyle
göreceksiniz.
Allah kıyamet gününde
(bütün) insanları toplayıp, bir araya getirerek şöyle buyuracak: Kim (dünyada
iken Allah'tan başka) herhangi bir şeye ibadet ediyorsa onun arkasından gitsin.
(Dünyada iken) güneşe ibadet eden güneşin arkasından gidecek, aya ibadet eden
ayın arkasından gidecek, tağutlara ibadet eden tağutların peşinden gidecek.
Geriye aralarında münafıkları da olduğu halde bu ümmet kalacak. Allah Tebareke
ve Teala onlara kendisini tanıdıkları suretten başka bir surette gelerek: Ben
sizin Rabbinizim diyecek. Onlar: Senden Allah'a sığınırız. Biz Rabbimiz
yanımıza gelinceye kadar buradan ayrılmayacağız. Rabbimiz gelirse biz onu
tanırız diyecekler. Sonra yüce Allah kendilerine onu tanıyacakları bir surette
gelecek, ben Rabbinizim diyecek, onlar da: Evet, sen Rabbimizsin diyecekler ve
onun arkasından gidecekler.
Cehennemin üzerine Sırat
kurulacak. İlk olarak ümmetimle ben geçeceğim. O gün Resullerden başka kimse
konuşmayacak. O gün Resullerin duası ise: Allah'ım selamet ver, selamet ver
demekten ibaret olacak. Cehennemde de sa'dan dikeni gibi kanca/ar bulunacak.
Siz sa'dan'ı gördünüz mü?"
Ashab: Evet, ey Allah'ın
Resulü dediler. Şöyle devam etti: "İşte o kancalar sa'dan dikeni
gibidirler. Şu kadar var ki, onların ne kadar büyük olduklarını ancak Allah
bilir. İnsanları amelleri sebebiyle kapip alırlar. Kimisi ameli sebebiyle helak
olur, kimileri de kurtarılıncaya kadar ceza görür. Nihayet Allah kullar
arasında hüküm verme işini bitirince, rahmetiyle de dilediği cehennemlikleri
çıkarmayı murad edince meleklere:Cehennem ateşinden Ia ilahe illailah diyenler
arasından yüce Allah'ın rahmet ihsan etmeyi murad ettiği kimselerden Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamış kimseleri çıkartmalarını emreder. Melekler bunları
cehennem içinde oldukları halde tanırlar. Onları secde izlerinden tanırlar.
Çünkü cehennem ateşi Ademoğlunun secdenin izi dışındaki yerlerini yer. Allah
cehennem ateşine secdenin izlerini yemeyi haram kılmıştır. İşte bunlar cehennem
ateşinden iyice yanmış oldukları halde çıkartılırlar. Üzerlerine hayat suyu
dökülür, sel'in taşıdıkları arasında yabani bir tohumun bitip yeşerdiği gibi
onlar da bitecekler.
Sonra yüce Allah kullar
arasındaki hüküm işini bitirir. Geriye yüzü ateşe dönük bir adam kalır. Bu kişi
ise cennet ehli arasında cennete en son girecek kişidir. O: Rabbim, yüzümü
cehennem ateşinden başka tarafa çevir. Çünkü onun kokusu beni helak etti, alevi
beni yaktı, der ve Allah'a -Allah kendisine dua etmeyi dilediği kadar- dua
eder. Sonra Allah Tebareke ve Teala şöyle buyurur: Sana bu istediğini verirsem
acaba daha başka bir şey isteyecek misin? O: Senden bundan başka bir şey
istemeyeceğim der ve Rabbime Allah'ın dilediği ahitler verir, yeminler eder.
Allah da yüzünü
cehennemden başka tarafa çevirir. Cennete dönüp cenneti görünce, Allah'ın
dilediği kadar bir süre suskun kalır sonra: Rabbim beni cennetin kapısına
yaklaştır der. Allah ona: Sana verdiğimden başka benden bir şey istemeyeceğine
dair bana ahitler verip, yeminler etmemiş miydin? Vay sana Ademoğlu, ne kadar
da sözünde durmazsın, buyurur. O kişi: Rabbim der ve yüce Allah'a dua eder.
Nihayet ona: Ben sana bunu verecek olursam benden başka bir şey istemeyecek
misin buyurur. o, hayır izzetin hakkı için yemin ederim deyip, Rabbine Allah'ın
dilediği kadar türlü ahitler ve yeminler eder.
Bunun üzerine Rabbi onu
cennetin kapısına kadar götürür. Cennetin kapısına dikilince cennet onun önüne
açılır, içindeki hayırları ve sevinci görür. Allah'ın dilediği kadar susar
sonra: Rabbim beni cennete koy der. Allah Tebareke ve Teala ona: Sana
verdiğimden başka benden bir şey istemeyeceğine dair türlü ahitler vermemiş,
yeminler etmemiş miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne kadar da sözünde durmayan birisisin,
buyurur. o kişi: Rabbim yarattıklarının en bedbahtı olmayayım, der ve Allah'a o
kadar dua eder ki, nihayet
Allah Tebareke ve Tedld
ona gülecek ve: Cennete gir buyuracak, cennete girdikten sonra yüce Allah ona:
Temenni et diyecek, o da Rabbinden dileklerde bulunup, temenniler edecek.
Nihayet Allah ona şundan şundan da (iste) diye hatırlatacak. Bütün istek ve
temennileri sona erince yüce Allah: Bütün bunlar ve onlarla birlikte bir o
kadarı da senindir, buyuracak. "
Ata b. Yezid dedi ki:
(Bu hadisi rivayet ederken) Ebu Hureyre ile birlikte Ebu Said el-Hudri de vardı
ve rivayet ettiği hadisinden hiçbir şeyini reddetmedi. Nihayet Ebu Hureyre:
''Allah da o adama: Bir o kadarı daha senindir" deyince, Ebu Said: Ey Ebu
Hureyre, onunla birlikte on misli daha (senindir), dedi. Ebu Hureyre bu sefer:
Ben benim bellediğim, bu istediklerin ve bir o kadarı daha senindir sözünden
ibarettir, dedi. Ebu Said de: Ben de şahadet ederim ki Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Bu ve bununla birlikte on misli daha senindir"
buyruğunu belledim, dedi.
Ebu Hureyre dedi ki:
İşte o adam cennetlikler arasında cennete en son girecek kişidir.
Diğer tahric: Buhari,
7437, 6573; Nesai, 1139 -muhtasar-; Tuhfetu'l-Eşraf, 14213
AÇIKLAMA: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Dolunay gecesinde ayı görmekte itişir kakışır, birbirinize zarar verir
misiniz?" Bir başka rivayette: "(....) Birbirinizi sıkıştırır
mısınız, izdiham olur mu" şeklindedir. (ZıJ~~) lafzı da re harfi şeddeli
ve şeddesiz olarak rivayet edilmiş olmakla birlikte, te harfi her iki şekilde
de ötrelidir.
Şeddeli okunuşun anlamı,
ayın ilk günlerinde yaptığımız gibi iyice görünmediği için kalabalık görmekte,
ihtHaf ve anlaşmazlık ya da başka bir sebep dolayısıyla başkalanna zarar verir
misiniz, demektir. Şeddesiz okuyuş da: Onu görmekte herhangi bir zarar ve
sıkıntı ile karşılaşır mısınız, demektir. Aynı şekilde (Zı;~) rivayeti de mim
harfi şeddeli ve şeddesiz olarak rivayet edilmiştir. Mim harfini şeddeli
okuyanlar başındaki te harfini üstün okurlar. Şeddesiz okuyanlar ise te harfini
ötreli okurlar.
Şeddeli okuyuş, onu
görmek için oldukça dikkatinizi harcar ve birbirinizi sıkıştırır mısınız
demektir. Şeddesiz okuyuş da, bu hususta bir meşakkat ve zorlukla karşılaşır
mısınız, demektir.
Kadı lyaz -Allah'ın
rahmeti ona- dedi ki: Bazı dilbilginleri bu hususta her iki kelimenin başındaki
te harfi fethalı olup, birisindeki re ve diğerindeki mim harfleri ise
şeddelidir, derler.
Bu sözleriyle Kadı lyaz,
böyle diyen dilbilginleri dışında kalanların bu iki kelimeyi diğer harfleri
ister şeddeli, ister şeddesiz okusun te harfini ötreli olarak söylediğine
işaret etmektedir. Bu da doğru ve anlamı açık okuyuştur. Buhari'deki bir
rivayette ise her iki kelime arada "ev: yahut" lafzı ile şüphe ifade
eden tabirle rivayet edilmiştir ki bu da: Bu hususta siz şüpheye düşmez ve
herhangi bir tereddüde kapllmazsınlZ, dolayısıyla da onun görülüp görülmediği
hususunda birbirinize itirazınız olmaz, demektir. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "İşte siz de onu böylece göreceksiniz" buyruğu
ile açıklık, şüphe ve tereddüdün, meşakkatin, zorluğun ve görüş ayrılığının
sözkonusu olmaması bakımından bir görmenin diğerine benzetilmesi demektir.
"Tağutlar:
tavağıt" buyruğu "tağut"un çoğuludur. Leys, Ebu Ubeyde, Kisai ve
dilbilginlerinin büyük çoğunluğu şöyle demektedir: Tağut yüce Allah'ın dışında
kendisine ibadet edilen her bir şeydir. İbn Abbas, Mukatil, el-Kelbı ve
başkaları da: Tağut şeytandır demişlerdir. Tağutun putlar demek olduğu da
söylenmiştir. el-Vahidı dedi ki: Tağut kelimesi hem tekil, hem çoğulolarak
kullanılır. Müennes ve müzekker hali de budur. Yüce Allah: "Kendisini
inkar etmekle emrolundukları halde tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar."
(Nisa, 4/60) Burada tekil olarak kullanılmıştır. "Kafirlerin dostları ise
tağuttur, onları nurdan karanlıklara çıkarırlar." (el-Bakara, 2/257)
buyruğu da bu lafzın çoğul olarak kullanıldığına örnektir. Müennes olarak
kullanımına da: "Tağuta ibadet etmekten sakınıp ... " (ez-Zümer,
39/17) buyruğu örnektir. el-Vahidı dedi ki:
İsimler arasında
"felek" ismi de bunun gibidir. O da (bu haliyle) tekil ve çoğul
olarak da kullanılır, müzekker ve müennes olarak da. Nahivciler bunun vezninin
"fealut" olduğunu, te harfinin de zaid olduğunu, "tağa: tuğyan
etmek, azmak"tan türemiş olduğunu, bunun "tağavut" takdirinde
olup, sonradan vav'ın elif'e kalb edildiğini söylemişlerdir. Allah en iyi
bilendir.
"Aralarında
münafıkları da bulunduğu halde bu ümmet kalır. " İlim adamları der ki:
Münafıkların da müminler arasında kalmalarının sebebi, dünyada iken onların
arkasına saklanıp, gizlendiklerinden dolayıdır. Ahirette de onların arasına
saklanarak gizlenmek isteyip, onların yolunu izleyecek, onları takip edecek,
onların nurlarında yürüyeceklerdir. Nihayet aralarına bir sur konulacaktır. Bu
surun iç tarafında rahmet, dışının ön tarafında ise azap olacaktır. Böylelikle
müminlerin onları aydınlatan nurlan da gitmiş olacaktır. Bazı alimlerin
dediklerine göre, bunlar kendilerine uzak durun, uzak olun denilecek ve Havzın
etrafından kovulup, uzaklaştırılacak kimselerdir, demişlerdir.
Sıfat Ayetleri ve Sıfat
Hadislerinin Anlaşılması
''Allah kendilerine
tanıdıkları suretinden başka bir surette gelecek ... Sen bizim Rabbimizsin
diyecekler ve ona uyacaklar. " Şunu bilelim ki, sıfat ayetleri ve
hadisleri ile ilgili ilim adamlarının iki görüşü vardır:
1- Selefin çoğunluğunun
ya da tamamının görüşü olup, buna göre bu sıfatların anlamları hakkında söz
söylenmez. Aksine: Bizim bunlara iman etmemiz ve yüce Allah'ın celal ve
azametine yakışır bir anlamının olduğuna inanmamız gerekir. Bununla birlikte de
şanı yüce Allah'ın hiçbir şeye benzemediğini, hiçbir şeyin onun gibi olmadığını
da, ayrıca onun cisme bürünmekten, intikal etmekten herhangi bir cihette yer
edinmekten ve yaratılmışların diğer sıfatlarından münezzeh olduğuna da
kesinlikle inanmak gerekir. Aynı zamanda bu görüş kelamcılardan bir topluluğun
da benimsediği görüş olup, onların muhakkikleri arasından bir topluluk da bu
görüşü tercih etmiştir ve bu daha selametli bir yoldur.
2- Kelamcıların
çoğunluğunun kabul ettiği görüş: Buna göre bu gibi buyruklar bulundukları yere
uygun olarak tevil edilirler. Ancak bu tevilin ehil kimseler tarafından
yapılması gerekir. Bu da Arapçayı, usul ve furu' ile ilgili kuralları, ilimde
maharet sahibi birisi olmakla gerçekleşir. Bu mezhebe göre Resulullah
{Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah onların yanına gelir"
buyruğu hakkında şöyle denilir: Gelmesi onların onu görmelerinden ibarettir.
Çünkü adeten başkasının önünden kaybolan bir kimseyi görmek ancak dönüp gelmesi
ile mümkündür. İşte burada da görmekten mecaz olarak gelmek tabiri
kullanılmıştır. "Gelmek"in yüce Allah'ın fiillerinden bir fiil olduğu
da söylenmiştir. ''Allah onlara gelir" buyruğu ile Allah'ın bazı
meleklerinin yanlarına gelmesinin kastedildiği de söylenmiştir.
Kadı İyaz (Allah'ın
rahmeti ona): Bu açıklama bana göre hadise daha uygun olan açıklamadır,
demektedir. Kadı İyaz şunları da ekler: Onların tanımadıkları bir surette
kendilerine gelen bu melekte, meleğin ve yaratılmışın üzerinde açıkça görülen
sonradan yaratılmışlık özellikleri bulunur. (Ondan dolayı onu tanımadıklarını
söylerler.) Yahut ''Allah onlara tanımadıkları bir surette gelir"
ifadesinin anlamı şu olabilir: Onlara bir suret getirir ve kendilerine onları
sınamak için mutlak ilahın sıfatlanna benzemeyen meleklerinden ve
mahıo.katından birtakım suretler onlara görünür. Bu da müminlerin son
sınanmasıdır. İşte bu melek yahut bu suret kendilerine: Ben Rabbinizim diyecek
olursa, onda doğru bulmadıkları yaratılmışın alametlerini görecekler ve
Rablerinin olmadığını bilip, ondan Allah'a sığınacaklardır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra Allah kendilerine onu tanıdıkları suretinde
gelecek" buyruğunda geçen "suret"ten maksat sıfat ve niteliktir.
Yani şanı yüce Allah kendilerine bildikleri ve onu kendisiyle tanıyacakları bir
sıfatta tecelli edecek. Onlar zatını sıfatıyla tanıyacaklar. Daha önce onu
görmemiş olsalar bile; çünkü onun yarattıklarından hiçbir şeye benzemediğini
göreceklerdir. Önceden de onun yarattıklarından hiçbir şeye benzemediğini
biliyorlardı. Böylelikle onun Rableri olduğunu bilecekler ve:
Evet, sen Rabbimizsin
diyecekler.
Burada
"sıfat"ın "suret" ile ifade edilmesi, aralarındaki
benzerlik dolayısıyla ve anlatımda cinasın devam ettirilmesi içindir. Çünkü
daha önceden de suret sözkonusu edilmişti.
Müminlerin
söyleyecekleri "senden Allah'a sığınırız" sözleri hakkında da Hattabi
şu açıklamayı yapmaktadır: Bu sığınmayı özelolarak münafıkların yapacak
olmaları ihtimali vardır. Ancak Kadı lyaz bunu kabul etmeyerek: Bunun
münafıkların söyleyecekleri bir söz olması doğru olamaz, bu açıklama ile de
ifadeler doğru dürüst anlaşılamaz, demiştir.
Kadı lyaz'ın bu
söyledikleri doğrunun kendisidir, hadisin lafzı da zaten bunu açıkça ortaya
koymaktadır ya da açıkça ondan anlaşılan budur. Ondan sığınacak olmalarının tek
sebebi daha önce açıkladığımız gibi, yaratılmışın alametlerini onda görecek
olmalarıdır.
"Onun arkasından
giderler, ona tabi olurlar" buyruğu da şu demektir:
Cennete gitmek suretiyle
kendilerine verdiği emre uyarlar yahut kendilerini cennete götürecek
meleklerine uyarlar. Allah en iyi bilendir.
"Sırotta cehennemin
üzerine kurulur. " Sırat onun üzerine boydan boya uzatılır. Bu ifadeler
ise Sıratı ispat etmektedir. Hak ehlinin mezhebi de onun sabit olduğunu kabul
etmektir. Selef de onun sabit olduğunu icma ile benimsemişlerdir. Sırat
cehennem üzerindeki bir köprüdür, bütün insanlar üzerinden geçeceklerdir.
Müminler durumlarına yani konumlarına göre kurtulurlar, diğerleri ise onun
içine -kerim Rabbimiz Allah bizi ondan korusun- düşerler. Mezhebimize mensup
kelam bilginleri ve onların dışındaki selef alimleri Sırat kıldan ince,
kılıçtan keskindir derler. Nitekim Ebu Said (r.a.) da burada bu kitapta
zikredilmiş diğer rivayetinde böyle ifade etmiştir. Yüce Allah en iyi bilendir.
"Ben ve ümmetim
(üzerinden) ilk geçecekler olacağız." Sıratın üzerinden ilk olarak geçip,
onu kat edecekler biz olacağız.
"O gün Resullerden
başka kimse konuşmayacaktır." Oehşetlerin şiddetinden dolayı böyle
olacaktır, demektir. Yani Sıratın üzerinden geçiş halinde onlardan başka kimse
konuşmayacaktır. Yoksa kıyamet gününde insanların konuşacakları ve her bir
nefsin kendisi için mücadele edeceği, birbirlerine soru soracakları,
birbirlerini kınayacakları, uyanların uydukları kimseler ile davalaşacakları
çeşitli konular olacaktır. Allah en iyi bilendir.
"O gün Resullerin
duası Allah 'ım esenlik ver esenlik ... olacaktır." Bu ise onların
yaratılmışlara mükemmel şefkat ve merhametlerinden dolayıdır. Buradan da
duaların içinde bulunulan yer ve konumlara göre olacağı ve her bir yer ve
konumda ona uygun bir şekilde dua yapılacağı hükmü anlaşılmaktadır. Allah en
iyi bilendir.
"Cehennemde sa'dan
dikeni gibi kancalar vardır." (Kancalar anlamını verdiğimiz) "el-kelalib"
kelimesi "kellCıb"un çoğuludur. Bu da ucu bükülmüş ve etin asılıp,
tandıra bırakıldığı bir demirin adıdır. el-Metali' sahibi şöyle diyor: Bu,
başında bükülmüş demir bir çubuk bulunan bir sopadır. Bazı hallerde hepsi de
demir olabilir. Buna da aynı şekilde kellab denilir. Sa'dan ise bütün
yönlerinde çuvaldız gibi büyük dikenleri olan bir bitkidir.
'1\mellerine göre
insanları yakalar. " Bunun am elleri sebebiyle onları yakalar anlamında
olması mümkün olduğu gibi, amelleri miktarına göre onları alıp yakalar
anlamında olması da mümkündür. Allah en iyi bilendir.
"Onların kimisi
ameliyle kalan bir mümin, kimisi de kurtarılıncaya kadar ceza görecektir."
Kadı İyaz'ın zikrettiğine göre "(~ ~ .:r.rJ! ~): Onlardan kimisi ameliyle
kalan bir mümindir" ibaresi üç şekilde rivayet edilmiştir. Birincisi: (~ ~
.:r.rJ!): Mümin ameli ile korunur, şeklindedir, ikincisi (j."jı): mümin
ameli sayesinde korunacak, demektir, üçüncüsü ise (~."jı ~: ~): Bazısı da
ameli sebebiyle helak olacaktır, demektir.
Kadı İyaz: Bunların en
sahih olanı da budur demektedir. el-Metali' sahibi de: Bu üçüncüsü doğru
alandır, demektedir. İkinci rivayette (~) kelimesi baştaki ye harfi be olarak
da kaydedilmiştir ki ye ile korunmak anlamındadır, be ile de ameli ile kalır
anlamındadır. Bizim diyarımızdaki asıl yazmaların çoğunluğunda ise be harfi
iledir.
"Kimileri de
cezalandırılır. " Bu anlamdaki lafız "mücazat: cezalandırılmak,
karşılık vermek"ten gelen bir lafız olarak cim ve ze harfi ile kaydetmiş
bulunmaktayız. Bu kelime burada bizim diyarımızdaki asıl yazmalarda bu
şekildedir. Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) ise bu kelimenin tespitinde
farklılıktan söz etmekte ve şunları söylemektedir: Bu kelimeyi el-Uzr! ve
başkaları -bizim de zikrettiğimiz gibi- rivayet etmiş olmakla birlikte bazıları
bunu "el-muhardel" diye rivayet etmiş, bazıları da bunu Buhari'de cim
harfi ile "elmucerdel" olarak rivayet etmişlerdir. Birincisi parça
parça edilmiş anlamındadır. Yani kancalarla parça parça edilecek. Bunun yere
yıkmak anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Mucerdel ise helak olmak ve düşmek
üzere olan kimse anlamındadır.
"Cehennem ateşi
Ademoğlunu secde izleri dışında yer ... " buyruğunun zahirinden
anlaşıldığı üzere, cehennem ateşi insanın üzerinde secde yaptığı yedi secde
organının tamamını yemeyecektir. Bu yedi organ ise alın, eller, dizler ve
ayaklardır. Bazı ilim adamları böyle demiş olmakla birlikte, Kadı İyaz
(Allah'ın rahmeti ona) bunu kabul etmeyip, şöyle demektedir: Secde izinden
kasıt özelolarak alındır. Ancak tercih edilen birinci görüştür.
Eğer, Müslim bundan
sonra merfu olarak: "Cehennemde yüzlerinin etrafı dışında yanmış birtakım
kimselerin çıkartılacağı"na dair bir hadis zikretmiş bulunmaktadır,
denilecek olursa, buna şöyle cevap verilir: Bunlar cehennemden çıkacaklar
arasından özel birtakım kimselerdir. Bunların cehennem ateşinde yanmaktan
kurtulacak tek yerleri yüzlerinin çevresidir. Başkalarının ise bütün secde
organları yanmaktan kurtulacaktır. Hadisin geneli ile amel etmek bunu gerektirmektedir.
Buna göre bu hadis umumi, öbür hadis hastır. Böyle bir durumda tahsis edilen
kısmı dışında genel anlam ihtiva eden nas ile amel edilir. Allah en iyi
bilendir.
'~teşten iyice yanmış
olduklan halde çıkacaklar." Buradaki "iyice yanmış olarak" anlamındaki
(I~I ~) lafzı rivayetlerde bu şekilde (te ve ha fethalı) olup, Kadı İyaz
(Allah'ın rahmeti ona) rivayetleri sağlam üstatlarından böylece nakletmiş ve
sözün açıklanabilecek şekli de böyledir, demiştir. Hatlabı ve Herevı de bu
lafzı böylece rivayet etmiş ve yanmış oldukları halde anlamındadır demişlerdir.
Kadı İyaz dedi ki: Bazı hocalarımız te harfini ötreli, ha harfini kesreli
olarak okumuşlardır.
"Selin
sürükledikleri arasında bir tanenin bitmesi gibi biterler." Tane (hibbe)
aslında çölde ve sel yatakları kenarlarında yetişen bakliyat ve atların
çekirdekleri (tohumları) demektir. "Selin taşıdığı" ise seli n
beraberinde getirdiği çamur yahut köpük, çörçöptür. Anlatılmak istenen ise
bitip, yetişmenin hızına, güzelliğine ve tazeliğine benzetmektir.
"Kokusu beni helak
etti. .. " Beni zehirledi, bana eziyet verip, rahatsız etti, beni helak
etti, demektir. Dil ve hadisteki garip lafızlar bilginlerinin çoğunluğu böyle
açıklamışlardır. Davudi; derimi ve şeklimi değiştirdi, diye açıklamıştır. "Cehennemin
alevi" anlamındaki (L,;.jL5~) lafzı hadisin bütün rivayetlerinde bu
şekilde med ile ve zel harfi fethalı olarak gelmiştir. Bunun med'siz
kullanıldığı da söylenmiştir, daha meşhur olan bu olmakla birlikte birçok kimse
de med'li ve kasırlı olarak iki söyleyiş olduğunu zikretmişlerdir.
"Cennetin kapısında
durunca cennet ona açılacak. Cennetteki hayn görecek. " Rivayet yollarında
ve asıl yazmalarda bilinen, sahih olan "hayr" kelimesinin noktalı hı
ve ye ile yazılmasıdır. Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona)'ın naklettiğine göre
ise Müslim'de bazı rivayetler bunu "el-habr" diye rivayet etmişlerdir
ki bu da sevinç anlamındadır. Metali' sahibi dedi ki: Her ikisi de doğrudur ama
ikincisi daha açık ve güçlü bir anlam ihtiva eder demektedir. Buhari de bu kelimeyi
bu şekilde rivayet etmiştir,.
"Yüce Allah'a dua
edip durur sonra yüce Allah ona güler." İlim adamları: Allah'ın ona
gülmesi kulunun yaptığı işten razı olması, onu sevmesi, nimetin i onun üzerinde
izhar edip göstermesi ve ona nimetini ihsan etmesidir, demişlerdir. Allah en
iyi bilendir.
"Sonra Rabbinden
dilekte bulunur ve temenniler eder. Hatta yüce Allah kendisine şunu şunu da
hatırlatır. " Yani yüce Allah ona filan şeyi de temenni et, başka şeyden
de iste ve temenni et, diyerek ona temenni edeceği şeylerin türlerini ismen
söyler. Bu ise şanı yüce Allah'ın pek büyük rahmetinin bir neticesidir.
Ebu Hureyre'nin
rivayetinde geçen "sana bu ve onunla birlikte bir misli daha vardır"
ifadesi ile Ebu Said'in rivayetinde 'cm misli daha vardır" hakkında ilim
adamları şöyle demişlerdir: Bu iki rivayetin bir arada telif edilmesinin yolu
şudur: Önce Ebu Hureyre'nin hadisinde geçeni bildirdi, sonra yüce Allah lütfunu
arttırarak Ebu Said'in rivayetindeki gibi daha da arttırdı. Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'de bunu haber vermiş olmakla birlikte Ebu Hureyre bunu
duymadı.
300- (182) حدثنا
عبدالله بن
عبدالرحمن
الدارمي.
أخبرنا أبو
اليمان.
أخبرنا شعيب
عن الزهري؛
قال: أخبرنا
سعيد بن
المسيب وعطاء
بن يزيد
الليثي؛ أن
أبا هريرة
أخبرهما؛ أن
الناس قالوا
للنبي صلى
الله عليه وسلم:
يا رسول الله!
هل نرى ربنا
يوم القيامة؟
وساق الحديث
بمثل معنى
حديث إبراهيم
بن سعد.
451- Bize Abdullah b.
Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'l-Yemân haber verdi.
(Dedi ki): Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi demiş ki; bana Sa'id b.
el-Müseyyeb ile Âtâ' b. Yezid el-Leysî haber verdiler onlarada Ebu Hureyre haber vermiş ki: Bazı kimseler Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e: Ey Allah'ın Resulü kıyamet gününde Rabbimizi görecek
miyiz, dediler. Sonra bu hadisi (Yakub'un babası) İbrahim b. Sa'd'ın hadisi ile
aynı manada rivayet etti.
Diğer tahric: Buhari,
806 -uzunca-, 6573 -uzunca-; Tuhfetu'l-Eşraf, 13151
301- (182) وحدثنا
محمد بن رافع.
حدثنا
عبدالرزاق.
أخبرنا معمر
عن همام بن
منبه؛ قال:
هذا
ما حدثنا أبو
هريرة عن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
فذكر أحاديث
منها: وقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "إن أدنى
مقعد أحدكم من
الجنة أن يقول
له: تمن.
فيتمنى
ويتمنى. فيقول
له: هل تمنيت؟
فيقول: نعم.
فيقول له: فإن
لك ما تمنيت
ومثله معه".
452- 452-301/3- Bize
Muhammed b. Rafi' de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize Ma'mer,
Hemmam b. Münebbih'ten şöyle dediğini bildirdi: Bu Ebu Hureyre'nin bize Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den diye naklettiği (tahdis ettiği) hadislerdir. Böyle deyip çeşitli
hadisler zikretti. Bunlardan birisi de şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şöyle de buyurdu:
"Şüphesiz sizden
herhangi birinizin cennette kalacağı en asgari mertebe şu olacaktır: (Allah)
ona: Temenni et buyuracak, o da temenni ettikçe edecek sonra ona: Temenni
edeceğin kadar ettin mi, buyuracak. 0, evet diyecek. Yüce Allah ona: Şüphesiz
temenni ettiklerin ve onlarla birlikte bir o kadarı daha senindir buyuracak.
"
Bunu yalnız Müslim
rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14741
0A
302- (183) وحدثني
سويد بن سعيد.
قال: حدثني
حفص بن ميسرة
عن زيد بن
أسلم، عن عطاء
بن يسار، عن أبي
سعيد الخدري؛
أن ناسا في
زمن رسول الله
صلى الله عليه
وسلم قالوا: يا
رسول الله! هل
نري ربنا يوم
القيامة؟ قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "نعم".
قال "هل تضارون
في رؤية الشمس
بالظهيرة
صحوا ليس معها
سحاب؟ وهل تضارون
في رؤية القمر
ليلة البدر
صحوا ليس فيها
سحاب؟" قالوا:
لا. يا رسول
الله! قال "ما
تضارون في
رؤية الله
تبارك وتعالى
يوم القيامة
إلا كما
تضارون في
رؤية أحدهما.
إذا كان يوم
القيامة أذن
مؤذن: ليتبع
كل أمة ما
كانت تعبد.
فلا يبقى أحد،
كان يعبد غير
الله سبحانه
من الأصنام
والأنصاب،
إلا يتساقطون
في النار. حتى
إذا لم يبق
إلا من كان
يعبد الله من
بر وفاجر.
وغبر أهل
الكتاب. فيدعى
اليهود فيقال
لهم: ما كنتم
تعبدون؟
قالوا: كنا
نعبد عزير بن
الله. فيقال:
كذبتم ما اتخذ
الله من صاحبة
ولا ولد. فماذا
تبغون؟ قالوا:
عطشنا. يا ربنا!
فاسقنا. فيشار
إليهم: ألا
تردون؟
فيحشرون إلى
النار كأنها
سراب يحطم
بعضها بعضا.
فيتساقطون في
النار. ثم
يدعى النصارى.
فيقال لهم: ما كنتم
تعبدون؟
قالوا: كنا
نعبد المسيح
بن الله.
فيقال لهم:
كذبتم. ما
اتخذ الله من
صاحبة ولا ولد.
فيقال لهم:
ماذا تبغون؟
فيقولون:
عطشنا. يا
ربنا! فاسقنا.
قال فيشار
إليهم: ألا
تردون؟
فيحشرون إلى
جهنم كأنها
سراب يحطم بعضها
بعضا
فيتساقطون في النار.
حتى إذا لم
يبق إلا من
كان يعبد الله
تعالى من بر
وفاجر، أتاهم
رب العالمين
سبحانه وتعالى
في أدنى صورة
من التي رأوه
فيها. قال: فما
تنتظرون؟
تتبع كل أمة
ما كانت تعبد.
قالوا: يا
ربنا! فارقنا
الناس في
الدنيا أفقر
ما كنا إليهم
ولم نصاحبهم.
فيقول: أنا
ربكم. فيقولون:
نعوذ بالله
منك . لا نشرك
بالله شيئا (مرتين
أو ثلاثا )حتى
إن بعضهم
ليكاد أن
ينقلب . فيقول:
هل بينكم
وبينه آية
فتعرفونه
بها؟ فيقولون:
نعم. فيكشف عن
ساق. فلا يبقى
من كان يسجد
لله من تلقاء
نفسه إلا أذن
الله له
بالسجود. ولا
يبقى من كان
يسجد اتقاء
ورياء إلا جعل
الله ظهره طبقة
واحدة. كلما
أراد أن يسجد
خر على قفاه.
ثم يرفعون
رؤوسهم، وقد
تحول في صورته
التي رأوه فيها
أول مرة. فقال:
أنا ربكم.
فيقولون: أنت
ربنا. ثم يضرب
الجسر على
جهنم. وتحل الشفاعة.
ويقولون:
اللهم! سلم
سلم". قيل: يا
رسول الله!
وما الجسر؟
قال "دحض
مزلة. فيه
خطاطيف
وكلاليب وحسك.
تكون بنجد
فيها شويكة
يقال لها
السعدان. فيمر
المؤمنون كطرف
العين
وكالبرق
وكالريح
وكالطير
وكأجاود
الخيل والركاب.
فناج مسلم.
ومخدوش مرسل.
ومكدوس في نار
جهنم. حتى إذا
خلص المؤمنين
من النار،
فوالذي نفسي
بيده! ما منكم
من أحد بأشد
منا شدة لله،
في استقصاء
الحق، من
المؤمنين لله
يوم القيامة
لإخوانهم
الذين في
النار.
يقولون: ربنا!
كانوا يصومون
معنا ويصلون
ويحجون. فيقال
لهم: أخرجوا
من عرفتم.
فتحرم صورهم
على النار.
فيخرجون خلقا
كثيرا قد أخذت
النار إلى نصف
ساقيه وإلى
ركبتيه. ثم
يقولون: ربنا!
ما بقي فيها
أحد ممن
أمرتنا به.
فيقول: ارجعوا.
فمن وجدتم في
قلبه مثقال
دينار من خير
فأخرجوه.
فيخرجون خلقا
كثيرا. ثم
يقولون: ربنا! لم
نذر فيها أحدا
ممن أمرتنا.
ثم يقول:
ارجعوا. فمن
وجدتم في قلبه
مثقال نصف
دينار من خير
فأخرجوه. فيخرجون
خلقا كثيرا.
ثم يقولون:
ربنا! لم نذر
فيها ممن
أمرتنا أحدا.
ثم يقول:
ارجعوا. فمن
وجدتم في قلبه
مثقال ذرة من
خير فأخرجوه.
فيخرجون خلقا
كثيرا. ثم
يقولون: ربنا!
لم نذر فيها
خيرا".وكان
أبو سعيد
الخدري يقول:
إن لم تصدقوني
بهذا الحديث
فاقرؤوا إن
شئتم: {إن الله
لا يظلم مثقال
ذرة وإن تك
حسنة يضاعفها
ويؤت من لدنه
أجرا عظيما}
[4/النساء/
الآية-4]
"فيقول الله
عز وجل: شفعت
الملائكة
وشفع النبيون
وشفع
المؤمنون. ولم
يبق إلا أرحم
الراحمين.
فيقبض قبضة
من النار
فيخرج منها
قوما لم
يعملوا خيرا
قط. قد عادوا
حمما. فيلقيهم
في نهر في
أفواه الجنة
يقال له نهر
الحياة.
فيخرجون كما
تخرج الحبة في
حميل السيل.
ألا ترونها
تكون إلى
الحجر أو إلى
الشجر. ما
يكون إلى
الشمس أصيفر
وأخيضر. وما
يكون منها إلى
الظل يكون
أبيض؟"
فقالوا: يا
رسول الله!
كأنك كنت ترعى
بالبادية. قال
"فيخرجون
كاللؤلؤ في
رقابهم
الخواتم.
يعرفهم أهل
الجنة. هؤلاء
عتقاء الله
الذين أدخلهم
الله الجنة
بغير عمل
عملوه ولا خير
قدموه. ثم
يقول: ادخلوا
الجنة فما
رأيتموه فهو
لكم. فيقولون:
ربنا! أعطيتنا
ما لم تعط
أحدا من
العالمين.
فيقول: لكم عندي
أفضل من هذا.
فيقولون: يا
ربنا! أي شيء
أفضل من هذا؟
فيقول: رضاي.
فلا أسخط
عليكم بعده
أبدا.
453- Bana Suveyd b. Said de
tahdis etti. Bana Hafs b. Meysere, Zeyd b. Eslem'den tahdis etti. Ata b.
Yesar'dan, o Ebu Said el-Hudri'den
rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zamanında
bazı kimseler: Ey Allah'ın Resulü kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz,
dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet" buyurdu ve
şöyle devam etti: "Beraberinde bulut yokken havanın açık olduğu öğle
vaktinde güneşi görmekte birbirinize zahmet verir misiniz? Yine dolunay
gecesinde bulut yokken dolunayı görmekte birbirinize zorluk ve sıkıntı verir
misiniz?" Ashab: Hayır, ey Allah'ın Resulü deyince şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününde Allah Tebareke ve Teala'yı görmekte ancak bu ikisinden
birisini görürken birbirinize vereceğiniz zahmet kadar zahmet verirsiniz.
Kıyamet gününde bir
münudi yüksek sesle şu ilanı yapacak: Her bir ümmet dünyada iken neye ibadet ediyor
idiyse onun arkasından gitsin. Şanı yüce Allah'tan başka putlara, dikili taş ve
haykellere ibadet edip de cehennem ateşine ardı arkasına dökülmeyecek hiçbir
kimse kalmayacak. Nihayet geriye yalnızca iyi ve kötü Allalı'a ibadet
edenlerle, kitap ehlinden bir miktar kalıntılar kalınca Yahudiler çağrılacak ve
onlara: Ney'e ibadet ediyordunuz denilecek. Onlar: Bız Aliah'in oğlu Üzeyr'e
ibadet ediyorduk, diyecekler. Onlara: Yalan söylediniz, Allah ne bir zevce, ne
bir evlat edinmiştir. Şimdi ne istiyorsunuz denilecek. Onlar, Rabbimiz Susadık
bize su ver diyevekler. Onlara: O su'ya gitmezmisiniz diye işaret edilecek,
(denilecek). Birbirini yiyip bıtiren bir serabı andıran cehennem ateşine
haşrediiecekler ve cehennem içine arka arkaya dökülecekler:
Sonra hristiyanlar
çağrılacak onlara da: Neye ibadet ediyordunuz denilecek. Biz Allah'ın oğlu
Mesih'e ibadet ediyorduk diyecekler. Onlara: Yalan söylediniz, Allah ne bir
zevce, ne bİr evlat edindi denilecek. Sonra onlara: Ne istiyorsunuz diye
soru!acak, onlar Rabbimiz susadık, bize su ver diyecekler. Kendilerine haydi
suya gelmezmisiniz diye işaret olunacak. Onlar da birbirini yiyip bitiren bir
serabı andıran cehenneme haşredilecekler ve cehennem ateşine arka arkaya
dökülecekler.
Nihayet geriye iyi
olsun, kötü olsun yüce Allah'a ibadet eden kimselerden başkası kalmayınca, şanı
yüce ve her türlü eksiklikten münezzeh alemlerin Rabbi onların yanına onu
görmüş oldukları surete en yakın bir surette gelerek: Ne bekliyorsunuz, her
ümmet neye ibadet ediyor idiyse onun arkasından gidiyor, buyuracak. Onlar:
Rabbimiz bizler dünyada iken kendilerine en çok muhtaç olduğumuz bir zamanda
insanlardan ayrı kaldık, onlarla birlikte olmadık, diyecekler.
Alemlerin Rabbi:
Rabbiniz benim diyecek, onlar: Senden Allah'a sığınırız. Biz Allah'a hiçbir
şeyi ortak koşmayız, diyecekler. -Bunu iki yahut üç defa tekrar edecekler.-
Nihayet onların bir kısmı neredeyse dönmeye kalkışacakken yüce Allah: Peki
sizinle onun arasında onu kendisiyle tanıyacağınız bir alamet var mı,
buyuracak. Onlar evet diyecekler. Bu sefer baldırın üzeri açılacak. (Dünyada
iken) kendiliğinden Allah'a secde edenlerden, Allah'a secde etmesi için izin
vermediği hiçbir kimse kalmayacak. Diğer taraftan (kendisini küfür dolayısıyla
gelecek kötülüklerden) korumak maksadıyla (takiyye olarak) ve riyakarlık
yaparak secde edip de sırtı tek bir tabaka haline getirilmeyecek (dümdüz
edilip, kaskatı olmayacak) hiç kimse de kalmayacaktır. Böyle kimseler secde
etmek istedikçe ensesi üzerine (sırtüstü) yıkılacaklar. Sonra başlarını kaldırdıklarında
onun kendisini ilk defa görmüş oldukları suretine döndüğünü görecekler. Ben
sizin Rabbinizim, diyecek onlar da: Sen Rabbimizsin, diyecekler.
Sonra cehennem'in
üzerine köprü kurulacak ve şefaate izin verilecek. Onlar: Allah'ım, esenlik ver
esenlik, diyecekler."
Ey Allah'ın Resulü,
köprü nedir, diye sordular. Şöyle buyurdu: "Kaypak ve kaygandır. Onda
kancalar, çengeller ve Necid'de olan ve sa'dan denilen bir de diken vardır.
Müminler (köprünün üzerinden) göz kırpması gibi, şimşek gibi, rüzgar gibi, kuş
gibi, en asil atlar ve develer gibi geçecekler. Kimisi kurtulmuş ve esenliğe
kavuşmuş olacak, kimisi yaralı bereli salınmış olacak, kimisi de cehennem
ateşine yığılmış kalmış olacak. Nihayet müminler ateşten kurtulacaklarında,
nefsim elinde olana yemin ederim ki, sizden birinizin hakkın tahsil edilmesi
hususunda Allah'a şiddetlice (ileri derecede) yalvarıp yakarması, kıyamet
gününde cehennem ateşinde bulunan mümin kardeşleri için yalvarıp yakarmasından
daha ileri olmayacaktır. Rabbimiz, bizimle beraber oruç tutuyorlar, namaz
kılıyorlar, haccediyorlardı, diyecekler.
Onlara: Tanıdığınız
kimseleri çıkartın denilecek ve suretleri cehennem ateşine haram edilir. Onlar
da cehennem ateşinin kimisinin bacaklarının yarısına, kimisinin diz kapaklarına
kadar yaktığı çok sayıda kimseleri çıkartacaklar sonra: Rabbimiz, içinde bize
kendilerini çıkartmamızı emrettiğin kimselerden hiçbir kişi kalmadı,
diyecekler.
Yüce Allah: Dönün,
kalbinde hayır adına bir dinar ağırlığı kadar bir şey bulduğunuz kimseleri
çıkartın buyuracak, onlar da bunun üzerine çok sayıda kimseyi çıkartacaklar,
sonra da: Rabbimiz, bize çıkartmamızı emrettiklerinden hiç kimseyi orada
bırakmadık, diyecekler. Sonra yine: Dönün, kalbinde hayır adına yarım dinar
ağırlığında bir şeyler bulduğunuz kimseleri de çıkartın, buyuracak onlar da çok
sayıda kimseyi çıkaracaklar sonra: Rabbimiz, bize çıkarmamızı emrettiklerinden
hiçbir kimseyi orada bırakmadık, diyecekler. Sonra: Geri dönün, kalbinde hayır
namına zerre ağırlığınca bir şeyler bulduğunuz kimseleri çıkartın buyuracak,
çok sayıda kimseyi çıkaracaklar sonra da: Rabbimiz orada hayır adına bir şey
bırakmadık, diyecekler."
Ebu Said el-Hudri de
şöyle derdi: Eğer bu hadisi tasdik etmiyorsanız dilerseniz yüce Allah'ın:
"Allah şüphesiz zerre ağırlığı kadar dahi zulmetmez. (Yapılan) bir iyilik
olursa onu kat kat arttırır ve lütfundan büyük bir mükafat verir. " (Nisa,
40) buyruğunu okuyunuz.
''Aziz ve Celil Allah
şöyle buyuracak: Melekler şefaat etti, nebiler şefaat etti, müminler şefaat
etti. En merhametlilerin merhametlisinden başka (şefaat edecek) kalmadı
buyuracak ve ateşten bir avuç alıp, içinden hayır adına hiçbir şey işlememiş,
adeta kömüre dönmüş bir topluluk çıkartacak, onları hayat ırmağı denilen cennet
yolları üzerindeki bir nehre atacak. Selin sürükledikleri arasında biten bir
tanenin çıktığı gibi çıkacaklar. Bu gibi tanelerin taşın ya da ağacın yanında
bittiğini görmüyor musunuz? Bunlardan güneşe bakanları sarımtrak ve yeşilimtrak
olur, gölgede kalanları ise beyaz olur."
Ashab: Ey Allah'ın
Resulü, sanki çölde koyun otlatmış gibisin, dediler. (Devamla) buyurdu ki:
"Boyunlarında mühürler olduğu halde inci gibi çıkarlar. Cennetlikler
onları tanıyacak. İşte bunlar Allah'ın önceden işledikleri herhangi bir amel ve
yaptıkları bir hayır olmaksızın cennete soktuğu Allah'ın azatlılarıdır. Sonra
şöyle buyuracak: Cennete girin, her neyi görürseniz o sizindir. Onlar:
Rabbimiz, bize alemlerden kimseye vermediğini verdin, diyecekler. Yüce Allah:
Sizin için benim nezdimde bundan daha da üstünü vardır buyuracak, onlar:
Rabbimiz, bundan daha üstün ne olabilir ki, diyecekler. O: Benim rızamdır,
ebediyen size gazap etmeyeceğim, buyuracak. "
Diğer tahric: Buhari,
4581, 7439; Tuhfetu'I-Eşraf, 4172
AÇIKLAMA: "Kıyamet gününde Allah
Tebareke ve Teala'yı görmekte birbirinize zahmet ve zarar vermezsiniz ...
" Yani bu şekilde her ikisini (ayı ve güneşi) görmekte sıkıntı
çekmediğiniz gibi, (Allah'ı görmekte de) asla sıkıntı çekmeyeceksiniz.
"Nihayet iyi, kötü
yüce Allah'a ibadet edenlerden ve kitap ehlinden bazı kalıntılardan başkaları
kalmayınca ... " İyi (berr) , itaatkar kimse demektir. Gubbar
(kalıntılar), ise geriye kalanlar demektir.
"Birbirini yiyen
bir serabı andıran cehennem ateşine götürülmek üzere haşredilirler." Serap
aşırı sıcak günde günün ortasında kuru, bitki olmayan düz yerde su gibi parlak
görünüp, su~uz kimsenin su sandığı ama yanına gittiği zaman da hiçbir
şeyolmadığını gördüğü haldir.
Kafirler, cehenneme
-Allah lütfu keremiyle bizi ve diğer Müslümanları ondan ve hoşlanılmayan her
bir halden korusun- susamış oldukları halde onu su zannederek giderler ve ardı
arkasına içine düşerler. "Birbirini yiyip bitirmesi"nin anlamı da,
aşırı derecedeki alev ve alev dalgalarının ardı arkasına gelmesi demektir.
Kullanılan fiilin kökü kırmak ve helak etmek anlamındadır. Aynı kökten gelen
"el-hutamah" de cehennem ateşinin isimlerindendir; çünkü içine
atılanları kırıp helak eder.
"Alemlerin Rabbi
yanlarına onu gördüklerine en yakın bir surette gelecek." Bu, O olduğunu
bildikleri surette onlara gelecek demektir. Çünkü onun nitelikleri müminler
tarafından bilinir. Hiçbir şeyonun benzeri değildir. Gelmenin ve suretin anlamı
daha önce açıklandı. Allah en iyi bilendir.
"Dünyada insanlara
en muhtaç olduğumuz bir halde iken bunlardan ayrı kaldık, onlarla birlikte
olmadık." Bu sözlerinden maksatları, içinde bulundukları zor ve sıkıntılı
hali açması için yüce Allah'a yalvarıp, yakarmak, onun itaatinden
ayrılmadıklarını anlatmak, hayatlarında ve dünyevi maslahatlarında menfaatleri
onlarla birlikte olduğundan ötürü, onlarla geçinmeye ihtiyaç duydukları
akrabalarından ve başkalarından olsun, onun itaatinden sapan insanlardan
dünyada uzaklaşıp, ayrıldıklarını anlatmaktır. Bu halin bir benzeri Muhacir,
ashab ve başkalarının başından ve bütün zamanlarda onlara benzeyen müminlerin
başından geçmiş bir haldir. Çünkü onlar Allah ve Resulü ile sınır mücadelesi
yapan kimselerle -hayatlarında onlarla birlikte olup, onlarla oturup kalkarak
güçlenmeye ihtiyaçları bulunmakla birlikte- ilişkilerini keserler. Yüce
Allah'ın rızasını, onlarla birlikte olmanın menfaatlerine tercih ederler .
Bu, güzelliğinde şüphe
olmayan bu hadiste açıkça görülen bir manadır.
Kadı İyaz (Allah'ın
rahmeti ona) Müslim'in sahihindeki bu sözleri kabul etmemiş, bunların
değişikliğe uğradığını ileri sürmüştür. Halbuki durum dediği gibi değildir,
doğrusu bizim zikrettiğimiz şekildedir.
"Hatta bazılan
neredeyse dönecek gibi olacak. " Yani -Allah en iyi bilendir- bazıları
gerçekleşen imtihan ve sınanma sebebiyle neredeyse doğrudan yüz çevirecek ve
geri dönecek. Allah en iyi bilendir.
"Baldırın üzeri
açılacak." İbn Abbas, dilbilginleri ile Garibu'l-Hadis alimlerinin
çoğunluğu buradaki "baldır" ı zorluk ve şiddet ile açıklamışlardır.
Yani zorluk ve şiddetli bir hal açılacak. Bu ise Arapların zorlu bir hal için
gösterdikleri bir misaldir. Bundan dolayı savaş baldırı (bacağı) üzerinde
durdu, derler. Bunun asıl sebebi de şudur: İnsan oldukça zorlu ve sıkıntılı bir
işe düşecek olursa, o işle ilgilenmek için kollarını sıvar ve baldırını açar.
Kadı İyaz -Allah'ın
rahmeti ona- dedi ki: Burada baldırdan maksat pek büyük bir nurdur denilmiştir.
Nitekim bu husus Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den gelen bir hadiste varid
olmuştur. İbn Furek dedi ki: Bunun anlamı da müminlerin yüce Allah'ı görmeleri
sayesinde yeni türlü faydaları ve lütuftarı olacaktır. Kadı İyaz der ki:
Baldırın kendisi ile müminler arasında bir alamet olmasının ihtimalinden de söz
edilmiştir. Çünkü bir grup melek pek büyük bir hilkat üzere görünecekler. Çünkü,
"insanlardan bir baldır (bir grup insan)"tabiri konuşma dilinde
kullanılan bir ifadedir.. Tıpkı "çekirgelerden bir ayak (büyük bir
kitle)" denildiği gibi.
Bir diğer açıklamaya
göre "baldır" yüce Allah'ın müminlere alışılmış baldırlar dışında bir
alamet olarak var ettiği bir yaratıktır. Bunun onların korkularının açılıp,
dehşetli hallerinin giderilmesi, kalplerinde baskın bir hal almış dehşetin
ortadan kaldırılması anlamında olduğu da söylenmiştir. İşte o vakit ruhları da
rahatlayacak, huzur bulacak, Rableri kendilerine tecelli edecek ve onlar
secdeye kapanacaklar.
Hattabi (Allah'ın
rahmeti ona) dedi ki: Kıyamet gününde bu konumdaki ru'yet (Allah'ın görülmesi)
cennetteki ru'yetten ayrı bir görmedir; çünkü yüce Allah'ın dostlarının üstün
bir değerleri vardır. Burada sözü edilen ru'yet ise sınamak içindir. Allah en
iyi bilendir.
"Yüce Allah'a
kendiliğinden secde eden kim varsa mutlaka Allah ona secde etmek için izin
verecektir. Kendisini (münafıklık yaparak) korumak ve riyakdrlık için secde
eden herkesin de Allah mutlaka sırtını tek bir tabaka haline
getirecektir." Bu secde şanı yüce Allah'ın kullarına bir imtihanı
olacaktır.
Bazı ilim adamları 'b
günde onlar secde etmeye davet edilecekler de edemeyecekler" (Kalem,
68/42) buyruğu ile birlikte bu lafızları teklif-i ma la yutak (güç
yetirilemeyen amellerle yükümlük tutmak)ın caiz olduğuna delil göstermişlerdir.
Ancak bu geçersiz bir delillendirmedir; çünkü ahiret secde etmekle yükümlü
tutma yurdu değildir. Bundan kasıt sadece onların sınanmalarıdır.
"Bir tabaka"
buyruğu ile ilgili olarak Herev! ve başkaları tabak, sırttaki omurlardır,
demiştir. Yani onun bütün omurları bir tabaka gibi tek bir omur halini alırlar
ve secde edecek gücü bulamaz. Allah en iyi bilendir.
Şunu bilelim ki, bu
hadisten münafıkların da müminlerle birlikte yüce Allah'ı görecekleri izlenimi
-yanlışlıkla- çıkartılabilir. Hatta bir kesim bu kanaati benimsemiştir. Bunu
İbn Furek nakletmektedir. Böyle bir yanılgıya sebep ise hadiste geçen
"aralarında münafıkları da bulunduğu halde bu ümmet kalır ve yüce Allah
onlara gelir" ibaresidir. Ancak bu görüşleri batıldır. Aksine İslam
alimleri arasında itibar gören kimselerin icmaı ile münafıklar onu
görmeyeceklerdir. Kaldı ki bu hadiste onların yüce Allah'ı göreceklerine dair
açık bir ifade yoktur. Hadisteki ifade mümin ve münafıkların birlikte bulunduğu
topluluğun sureti göreceklerinden ibarettir. Bundan sonra yüce Allah'ı
göreceklerdir. Bu ise hepsinin Allah'ı görmelerini gerektirmez. Diğer taraftan
münafık kimselerin şanı yüce Allah'ı görmeyeceklerine dair kitabın ve sünnetin
delilleri de ortadadır. Allah en iyi bilendir.
"Başlarını
kaldırdıklarında (yüce Allah) suretinde değişmiş olduğunu görecekler." Biz
bu lafzı bu şekilde sonunda he ile "suretinde" olarak tespit ettik.
Asıl yazmaların çoğunluğunda ya da birçoğunda ona ait he zamiri olmaksızın
"bir surette" şeklindedir. Humeydl'nin el-Cem' Beyne's-Sahihayn adlı
eserinde de böyledir. Ancak birinci şekil daha açıktır. Hafız Abdulhakk'ın
el-Cem' Beyne's-Sahihayn'deki şekil de odur. Anlamına gelince, kendisini
görmelerinin önündeki engeli ortadan kaldırmış ve onlara tecelli etmiş
olacaktır.
"Sonra"
cehennem üzerine köprü kurulur ve artık şefaate izin verilir."
Köprüden kasıt Sırattır.
(Hadisteki lafı! manasıyla) şefaatin helal olmasının ise şefaatin gerçekleşmeSi
ve şefaate izin verilmesi demektir.
"Ey Allah'ın
Resulü, köprü nedir diye soruldu. O: Kaygan ve kaydırıcıdır buyurdu." Her
iki lafız (hadisteki şekliyle: dahd ve mezelle) aynı anlamdadır ki bu da
ayakların kaydığı ve bir türlü yerinde duramadığı yer demektir. Güneş kaydı
denirken de "dahada" fiili kullanılır. "Huccetin dahidatun"
sağlam olmayan, sebat gösteremeyen delil demektir.
"Onda kancalar,
çengeller, dikenler vardır." Kanca ve çengellere dair açıklama daha önce
geçti. Dikene gelince bunlar demirden oldukça sert dikenlerdir.
"Kimi sapasağlam
kurtulur, kimi yara bere içinde serbest bırakılır, kimi de cehennem ateşine üst
üste yığılır. " İnsanlar üç kısım olacaktır demektir: Bir kısmı esenliğe
kavuşacak, kesinlikle hiçbir zarar ona ulaşmayacaktır, bir kısım yara bere
alacak sonra serbest bırakılıp, kurtulacak, bir kısım da cehenneme yığılıp
atılacaktır.
"(....): Yığılı,
yığın" kelimesinin son harfi sin' dir. Asıl yazmalarda da bu şekildedir.
Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) da ravilerin çoğundan bunu böylece
nakletmiştir. Ayrıca şöyle demektedir: el-Uzrl bunu şın harfi ile rivayet
etmiştir. Şın harfi ile sürmek, sevketmek demektir. Sin harfi ile eşyanın üst
üste olması anlamındadır. Binekler yol alırken birbiri üstüne binercesine
giderlerse durumlarını anlatmak için bu fiil kullanılır.
"Nefsim elinde
olana yemin ederim ki. .. daha fazla yalvarıp yakaramaz. " Şunu bilelim ki
( •. 0.:..:.I) (hakkı ortaya çıkarmak) lafzı çeşitli şekillerde tespit
edilmiştir. Bunlardari' birisi sin harfinden sonra te sonra ye sonra da dat
harfi iledir. İkincisi ise te' den sonra ye harfi olmaksızın, üçüncüsü ise te'
den sonra ye ve dat harfi yerine fe harfi iledir. Dördüncüsü ise
"sin" den sonra te, kaf ve sad harfleri iledir. Birinci şekil bizim
ülkemizdeki asıl yazmaların çoğunda görülen şekildir. İkincisi ise çoğunluğunda
görülen şekildir, el-Humeydl'nin el-Cem' Beyne's-Sahihayn adlı eserinde de o
şekildedir. Üçüncü şekil bir kısmında yer almaktadır. Hafız Abdulhak'ın el-Cem'
Beyne's-Sahihayn adlı eserinde de bu şekildedir. Dördüncüsü ise bazı asıllarda
{yazmalardaıdır. Kadı İyaz ise başka bir şekil zikretmemekte, ravilerin ve
bütün nüshaların bunu ittifakla kaydettiklerini ileri sürmekte, başka şeklin
bir tashif ve bir yanılma olduğunu ve değişikliğe uğramış olduğunu, doğrusunun
ise Buhari'nin kitabında İbn Bukeyr'in rivayetinde yer aldığı gibi: "Hakkı
-yani dünyada- sonuna kadar almak hususundaki ısrarları müminlerin kıyamet
gününde Allah'a kardeşleri için yalvarmalarından daha fazla değildir"
şeklinde olduğunu ve anlamın da bununla tamamlanıp, doğru bir mana kazanacağını
söylemiştir.
Kadı İyaz (Allah'ın
rahmeti ona) sözleri bunlardır ama durum dediği gibi değildir. Aksine sözünü
ettiğimiz bütün rivayetler sahih olup, her birinin güzel bir anlamı vardır.
Yahya b. Bukeyr'in Leys'den naklettiği rivayette de: "Müminler kardeşleri
arasında kendilerinin kurtulduklarını göreceklerinde, yüce Allah'a yalvarıp
yakarmaları sizin hakkı isteyip, açıkça ortaya çıkması için yalvarıp yakarmanızdan
daha ileri değildir" ifadeleri yer almaktadır. Leys'in zikrettiği bu
rivayet de manaya açıklık getirmektedir.
Buna göre birinci ve
ikinci rivayetin anlamı şu olur: Sizler dünyada önemli bir iş ile karşılaşıp,
durum karışık bir hal alıp, yüce Allah'tan onun açıkça ortaya çıkmasını
dileyip, aydınlanması için ona yalvarıp yakararak bu hususta da oldukça
mübalağa edecek olsanız bile, sizin bu ileri derecedeki yalvarıp yakarmanız
müminlerin kardeşlerine şefaatçi olmak için yüce Allah'a yalvarıp yakarmalarından
daha ileri derecede değildir.
Üçüncü ve dördüncü
rivayetin anlamı da şöyle olur: Sizden herhangi biriniz dünyada hakkının
tamamen alınması yahut hasmından ve kendisine haksızlık yapandan eksiksiz
olarak alınıp tahsil edilmesi için yüce Allah'a yalvarıp yakarması, kıyamet
g':lnünde müminlerin kardeşleri için şefaat etmek hususunda yüce Allah'a
yalvarıp yakarmalarından daha ileri derecede değildir. Allah en iyi bilendir.
Hadiste yüce Allah'ın:
"Kalbinde hayır namına bir dinar, yarım dinar zerre ağırlığı kadar
bulduğunuz kimseleri. .. " buyruğuna gelince. Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Burada hayırdan kastın yakin (kesin inanç) olduğu söylenmiştir.
Halbuki doğrusu bunun mücerred imandan ayrı ve ona ek bir şeyolduğudur; çünkü
tasdiki n kendisi olan mücerred iman parçalara böıünemez. Bu şekilde bir
parçalanma ancak imandan ayrı salih bir amel, gizli bir zikir, yoksula şefkat,
yüce Allah'tan korkmak ve samimi bir niyet gibi kalp amellerinden bir amel için
sözkonusudur. Buna da bu kitapta (bölümde) yer alan başka bir rivayetteki:
"Cehennem ateşinden la ilahe illailah deyip de kalbinde hayır namına şu
ağırlıkta bir şeyler bulunan çıkar" hadisi delildir.
Diğer rivayetteki:
"Yüce Allah: Melekler şefaat etti, nebiler şefaat etti, müminler şefaat
etti. Geriye erhamu'r-rahimin'den başkası kalmadı buyuracak ve cehennem
ateşinden bir avuç alacak. İçinden hiçbir hayır işlememiş bir takım kimseleri
çıkartacak" rivayet i de bunun gibidir. Yine diğer hadiste yer alan:
''Andolsun ia ilahe illallah diyeni çıkartacağım" buyruğu da bunun
gibidir.
Kadı İyaz (Allah'ın
rahmeti ona) dedi ki: İşte bunlar yalnızca mücerred bir imana sahip olup,
kendilerine şefaat edilmesine izin verilmeyen kimselerdir. Diğer taraftan
rivayetler ancak mücerred imandan ayrı bir şeyleri olan kimselere şefaat için
izin verileceğini ve meleklerle nebilerden şefaat edecek kimselerin bunlara
şefaat edeceklerini de buna delil göstermektedir. Kalplerin neler
sakladıklarını bilen ve mücerred imandan başka bir şeye sahip olmayan kimselere
de rahmet etmek ise, sadece Aziz ve Celil Allah'a aittir.
Hayrın en az miktarına
zerre ağırlığı misal gösterilmektedir; çünkü zerre miktarların asgarisidir.
Kadı İyaz der ki: Yüce Allah'ın: "Kalbinde bir zerre ağırlığı kadar ve şu
kadar olan" buyruğu da ancak kalp huzuru ile ve niyetle birlikte yapılan
amelin faydalı olacağına, imanın artıp, eksildiğine de delil vardır. Bu da
ehl-i sünnetin mezhebi {kabul ettiği görüşü)dir. Kadı İyaz'ın (Allah'ın rahmeti
ona) sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi bilendir.
"Sonra Rabbimiz biz
onun içinde hayır diye bir şey bırakmadık, diyecekler. " Kasıt hayır
sahibi kimseyi bırakmadıklarıdır.
"Cehennem ateşinden
bir avuç alır. " Yani bir topluluğu bir araya getirir. "Oradan kömüre
dönmüş, hiçbir hayır işlememiş bir topluluğu çıkartır, onları cennet yollarının
ağızlarındaki bir nehire bırakır. " "Nehir" kelimesi nehr olarak
he harfi sakin diye de ntiher olarak he harfi fethalı olarak da telaffuz
edilir. Fethalı şekli daha güzeldir, Kur'an-ı azimuşşan'da da böyle gelmiştir.
Yol ve ırmak ağızları
ise onların baş taraftarı demektir. Metali' sahibi der ki: Sanki hadiste
anlatılmak istenen cennetin köşklerine ve konaklarına giden yolların baş
taraftarıdır.
"Güneş gören
sarımtrak yeşilimtrak olur ... boyunlarında mühürler olduğu halde inci gibi
çıkarlar." Tahrır sahibinin belirttiği üzere burada mühürlerden maksat
altından ya da başka bir şeyden olup, kendileriyle tanınacakları boyunlarına
asılacak bir alamettir. Bu da onların niteliklerinin ve parlaklıklarının gümüşe
benzetilmesi anlamındadır. Allah en iyi bilendir.
"Cennet ehli onları
tanır. Bunlar Allah'ın azatlılarıdır." Yani bunlar Allah'ın azatlılarıdır,
derler.
"قال مسلم:
قرأت على عيسى
بن حماد زغبة
المصري هذا
الحديث في
الشفاعة وقلت
له: أحدث بهذا
الحديث عنك؛
أنك سمعت من
الليث بن سعد؟
فقال: نعم. قلت
لعيسى بن
حماد: أخبركم
الليث بن سعد
عن خالد بن
يزيد، عن سعيد
بن أبي هلال،
عن زيد بن
أسلم، عن عطاء
بن يسار، عن أبي
سعيد الخدري؛
أنه قال: قلنا:
يا رسول الله!
أنرى ربنا؟
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "هل
تضارون في
رؤية الشمس
إذا كان يوم
صحو؟" قلنا:
لا. وسقت
الحديث حتى
انقضى آخره
وهو نحو حديث
حفص بن ميسرة.
وزاد بعد
قوله: بغير
عمل عملوه ولا
قدم قدموه
"فيقال لهم:
لكم ما رأيتم ومثله
معه".قال أبو سعيد:
بلغني أن
الجسر أدق من
الشعرة وأحد
من السيف.
وليس في حديث
الليث
"فيقولون
ربنا أعطيتنا
ما لم تعط
أحدا من
العالمين وما
بعده". فأقر به
عيسى بن حماد.
454- Müslim dedi ki: Ben
şefaate dair bu hadisi İsa b. Hammad Zuğbe el-Mısri'ye okudum ve ona: Ben
senden bu hadisi Leys b. Sa'd'dan dinledin diye tahdis edeyim mi, dedim. O:
Evet, dedi. İsa b. Hammad'a: Size Leys b. Sa'd, Halid b. Yezid'den haber verdi,
o Said b. Ebi Hilal'den, o Zeyd b. Eslem'den, o Ata b. Yesar'dan, o Ebu Said
el-Hudri'den şöyle dediğini nakletti: Ey Allah'ın Resulü Rabbimizi görecek miyiz,
dedik. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bulutsuz bir günde
güneşi görmekte birbirinize zarar ve zahmet verir misiniz" buyurdu. Biz,
hayır, dedik.
Sonra hadisi sonuna
kadar rivayet ettim, bu hadis de Hafs b. Meysere'nin rivayet ettiği hadise
yakındır. "Önceden yaptıkları ve önden gönderdikleri bir am el
olmaksızın" sözünden sonra da şunları ekledi: "Size bu gördüğünüz ve
onunla birlikte bir misli daha vardır, denilecek."
Ebu Said dedi ki: Bana
ulaştığına göre köprü kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskindir.
Leys'in hadisi
rivayetinde: "Rabbimiz bize alemlerden kimseye vermediğini verdin
diyecekler" kısmı ve sonrası yoktur.
İsa b. Hammad, bunu
(okuduğum bu hadisi) ikrar ve kabul etti.
AÇIKLAMA: "İsa b. Hammad Zuğbe'ye
okudum." Zuğbe, İsa'nın babası, Ham-mad'ın lakabıdır. Bunu Ebu Ali
el-Gassani el-Ceyyani zikretmiştir.
"Yaptıkları bir
amel ve önceden gönderdikleri bir iyilik olmaksızın sözünden sonra şunu ilave
etti." Bu hakkında soru sorulacak bir konudur. Şöyle sorulabilir: Birinci
rivayette önceden yaptıkları önden gönderdikleri bir hayırdan söz edilmemiştir.
Sadece "önceden gönderdikleri bir hayır..." geçmişti. Durum böyle
olduğuna göre Müslim'in böyle bir şeyden söz edilmediği için bunu ekledi,
dememesi gerekirdi.
Buna şöyle cevap
verilir: Fazlalığın yer aldığı bu rivayette birinci rivayette yer alan
"hayır" kelimesi yerine önden gönderdikleri anlamındaki lafız geçmiş
ve fazlalık bu rivayetinde yer almıştır. Bu sebeple Müslim fazlalığı beyan
etmek istemiş ancak "önden göndermiş oldukları bir hayır" sözünden
sonra "fazladan ekledi" deme imkanını bulamamıştır. Çünkü bu
rivayette bu sözkonusu edilmediğinden böyle bir yolu takip etmiştir. Ey
muhatap, şunu da bil ki, onun rivayetindeki lafzı bu şekildedir ve onun ilave
ettiği kısım da bundan sonra gelmektedir (demek istemiştir). Allah en iyi
bilendir.
"Leys'in hadisi
rivayetinde ... ve sonrası. .. yoktur ve İsa b. Hammad da bunu kabul
etmiştir." Buradaki "ve sonrası" ibaresi "Rabbimiz
derler" sözüne atfedilmiştir. Yani o rivayette Rabbimiz derler kısmı da,
sonrası da yoktur demektir.
(455) "Bize Ebu
Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. .. Hafs b. Meysere'nin hadisine yakın rivayet
etti." İkisinin isnadından kastı Hafs b. Meysere'nin isnadı ile Said b.
Ebu Hilal'in isnadıdır. Her ikisi de daha önce geçen iki rivayet yolunda
rivayeti Zeyd b. Eslem'den, o Ata b. Yesar'dan, o Ebu Said el-Hudri (r.a.)'dan
diye almışlardır. Müslim (Allah'ın rahmeti onal'in bundan maksadı da şudur:
Zeyd b. Eslem bu hadisi Ata'dan, o Ebu Said elHudri' den diye rivayet ettiği
gibi aynı zamanda bunu Zeyd' den bu isnad ile Hafs b. Meysere, Said b. Hilal ve
Hişam b. Sa'd'dan ibaret üç arkadaşı da rivayetetmişlerdir. Hafs ve Said'in
rivayeti kitapta açık seçik bir şekilde daha önce geçti. Hişam'ın rivayeti
isnad bakımından her ikisinin isnadı gibidir. Metin bakımından ise Hafs'ın
hadisi rivayetine yakındır. Aziz ve Celil Allah en iyi bilendir.
303- (183) وحدثناه
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا جعفر بن
عون. حدثنا
هشام بن سعد.
حدثنا زيد بن
أسلم، بإسنادهما،
نحو حديث حفص
بن ميسرة إلى
آخره. وقد زاد
ونقص شيئا.
455- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe tahdis etti, bize Cafer b. Avn tahdis etti. Bize Hişam b. Sa'd tahdis
etti. Bize Zeyd b. Eslem her ikisinin (Hafs ve Said'in) isnadlarıyla Hafs b.
Meysere'nin rivayet ettiği hadise yakın sonuna kadar tahdis etti, ancak bazı
şeyleri ziyade ve eksik rivayet etti.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
82- ŞEFAATİN SABİT OLDUĞU VE MUVAHHİDLERİN CEHENNEM ATEŞİNDEN ÇIKARTILMASI BABI